Doğu-İslam uygarlığı ve felsefesi-1
figure >
8. ve 13. yüzyıllarda Doğu-İslam coğrafyası, insanlık tarihinin en ileri uygarlık birikimini temsil ettİ.
UYGARLIK BÄ°RÄ°KÄ°MÄ°NÄ°N MÄ°RASÇILARIYDILAR“İki kez toplantılara katıldım ama üçüncüsüne gitmeye doÄŸrusu çekindim. Niçin mi? Ä°nanır mısınız, bulunduÄŸum ilk toplantıda Sünni ve Sünni olmayan birçok mezhepten Müslümanın yanı sıra mümin olmayanlar, Mecusiler, materyalistler, tanrıtanımazlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve her çeÅŸit dinsiz bulunuyordu. Her mezhebin inandığı görüşlerini savunmak üzere seçilmiÅŸ bir sözcüsü vardı ve bu sözcülerden her biri salona girdiÄŸinde herkes saygıyla ayaÄŸa kalkıyor ve o yerine oturmadan kimse oturmuyordu. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra salon neredeyse tıka basa dolmuÅŸtu. Dinsizlerden biri söz aldı ve ‘Burada bilimsel konuları tartışmak üzere toplanmış bulunuyoruz’ dedi. ‘Herkes önkoÅŸulumuzu biliyor, siz ey Müslümanlar! Kendi kitabınızdan alınmış ya da peygamberinizin sözlerine dayanan hiçbir kanıtla bize karşı savunma yapamazsınız; çünkü biz, ne sizin kitabınıza ne de peygamberinize inanıyoruz; buradaki herkes de sadece insan aklına ve mantığına uygun kanıtlara baÅŸvurabilir’ diye ekledi. Bu sözler, genel bir alkışla onaylandı. Bu ve benzeri sözleri duyduktan sonra böyle toplantılara neden katılmak istemediÄŸimi artık anlarsınız. ArkadaÅŸların ısrarı üzerine dayanamadım baÅŸka bir toplantıya daha gittim, gene aynı skandalla karşılaÅŸtımâ€. (Juan Vernet, Die spanisch-arabische Kultur in Orient und Okzident, Artemis Verlag, Zürich, 1984, s.18/19.) Yukarıdaki alıntı, 10. yüzyılın baÅŸlarında BaÄŸdat’ı ziyaret eden Endülüslü bir din adamına aittir. Söz konusu bir din adamının doÄŸrudan gözlemleri, o yıllarda DoÄŸu-Ä°slam coÄŸrafyasının baÅŸkentlerine egemen olan siyasal ve kültürel iklimi yansıtması bakımından önemlidir. Bugün birçoÄŸumuz, bunları tasavvur etmekte zorlanırız. Neticede bu gözlem tarihsel bir olgudur ve bu kültürel iklimin nedeni de çok basittir: 8-13. yüzyıllarda DoÄŸu-Ä°slam coÄŸrafyası, insanlık tarihinin en ileri uygarlık birikimini temsil etmekteydi. Bugünse şöyle bir etrafımıza baktığımızda gördüklerimizden dolayı derin bir hayal kırıklığı yaÅŸarız. Bir dönem insanlık tarihine yön veren uygarlık birikiminin mirasçılarının içinde yaÅŸadığımız ve çevremizi saran Müslüman toplumlar olmalarına ÅŸaşıp kalıyoruz...Dinlerin insan zihnindeki kökleri, alet KuÅŸkusuz felsefe, evrenin nasıl baÅŸladığını merak eder ve sorgular. gider. Hatta ÅŸunu bile ileri sürebiliriz: yapmayla baÅŸlayan insanlaÅŸma Ä°nsanoÄŸlu bir bakıma tanrı fikrini sürecinin ilk anlarına kadar keÅŸfederek insanlaÅŸtı.Ne yazık ki son 20 yılda AKP tarafından dayatılan dincileÅŸtirme programı, hurafeleri günlük hayatının bir parçası haline getiren geniÅŸ bir insan kitlesi yaratmakla kalmadı, aynı zamanda Cumhuriyetle kurduÄŸumuz çaÄŸdaÅŸ toplumdan da eser bırakmadı. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın verdiÄŸi rakamlara göre 2017-2018 yılları arasında yasal Kuran kurslarına giden çocukların sayısı 4 milyon civarındadır. Yüz binlerce yetiÅŸkin insan ve onların üzerinden çocukları, tevekkül kültürüyle yetiÅŸtirilerek tarikat ve cemaatlerin müridi haline getirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu durum bize, Türkiye’nin ilerici ve çaÄŸdaÅŸ yurttaÅŸlarına, Cumhuriyetin devrimci birikimini savunmak için yeni görevler yüklemektedir. Batıl inanç ve hurafelerle desteklenmiÅŸ bir dincileÅŸmenin her yana yayıldığı günümüzde geniÅŸ kitleleri aydınlatma faaliyeti bir kat daha önem kazanmıştır. Bizimle birçok konuda aynı düşünen bir mahalleye sürekli eski ezberleri tekrar etmek yerine, dinciliÄŸin pençesinde kıvranan yığınları bilgiye ve saÄŸlam argümanlara dayanan yeni bir aydınlanma hamlesiyle kazanmak kaçınılmaz olmuÅŸtur. Günümüzde artık Ä°slam tarihini, DoÄŸu-Ä°slam uygarlığının tarihsel birikimini, felsefesini ve bize bıraktığı ilerici deÄŸerlerini bilmeden ilerlemek de mümkün deÄŸildir. Nasıl ki hümanist deÄŸerleri esas alan bir toplum kurmak için Avrupa’nın ve özellikle de Aydınlanma döneminin düşünsel birikimini -ki bunun başında sol-sosyalist kuram gelir- bilmek gerekiyorsa, aynı ÅŸekilde hem Cumhuriyet döneminin ideolojisi olan Kemalizmi hem de DoÄŸu-Ä°slam uygarlığının düşünsel mirasını bilmek gerekiyor. Dört gün sürecek olan bu yazı dizisinde 8.-13. yüzyıllar arasında insanlık tarihinin geliÅŸimini belirleyen ve sonra Avrupa Rönesansı’nı derinden etkileyen DoÄŸu-Ä°slam uygarlığının düşünsel-felsefi birikimi, özlü bir ÅŸekilde aktarılacaktır. Her ne kadar DoÄŸu-Ä°slam uygarlığının temelleri Medine’de, Åžam ve BaÄŸdat’ta atılmışsa da fetih sürecinin hemen ardından Ä°ran, Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs, söz konusu uygarlığın taşıyıcı sütunları olmuÅŸlardır.FELSEFE ANAVATANINA DÖNDÃœArap Yarımadası’nda baÅŸlayan Ä°slamlaÅŸma süreci, 100 yıl gibi kısa bir sürede Çin Seddi’nden Fransa sınırlarına kadar geniÅŸ bir coÄŸrafyayı etkisi altına almış; baÄŸrında etnik, dini ve kültürel açıdan birbirinden farklı yüzlerce kavmi toplamıştı. Bir Ä°slamlaÅŸma hareketi olarak baÅŸlayan bu süreç, kısa bir süre sonra geniÅŸ bir coÄŸrafyayı etkisi altına alan yeni bir “Rönesans†hamlesine dönüşmüştür. Nitekim 200 yıl sonra Farabi bu geliÅŸmeyi “felsefe yeniden anavatanına döndü†diyerek ifade edecektir. Bu hamlede, kuÅŸkusuz, Arap kavminin bir evladı olan Hz. Muhammed’in dışında, Türk kökenli filozof Farabi’nin, Fars kavmine mensup Ä°bn Sina’nın, Hint-Fars kültüründen gelen bilim insanı Biruni’nin, büyük filozof Ä°bn Rüşd’ün ve tarih kuramcısı Ä°bn Haldun’un da katkıları vardır.DÜŞÜNSEL VE KÃœLTÃœREL MÄ°RASBu dizide kullanılan “İslam uygarlığı†veya “Müslüman düşünür†ifadeleri, tahmin edileceÄŸi gibi Ä°slam dinine vurgu yapmak için deÄŸil, bir ÅŸekilde Ä°slam kültürüyle yoÄŸrulmuÅŸ kavimlerin baÅŸarılarından bahsetmek için kullanılmaktadır. KuÅŸkusuz söz konusu uygarlık birikiminin yaratılmasında Ä°slam dini önemli bir rol oynamıştır, ancak 9. yüzyıldan itibaren büyük bir geliÅŸme kaydeden uygarlık birikiminin maddi-manevi temellerini birbirinden farklı kavimlerin ortak düşünsel ve kültürel mirası belirleyecektir. Bu dizi kapsamında yer yer Ä°slam döneminde ortaya çıkan akılcı akımlardan, özellikle de Mutezile ve Ä°hvan-ı Safa hareketinden bahsedileceÄŸi gibi felsefenin ortaya çıkmasına yol açan düşünsel ve ideolojik konulara da deÄŸinilecektir. Her ne kadar AKP iktidarı, toplumu dincileÅŸtirmek için yoÄŸun bir çaba harcıyorsa da bunun yanı sıra bir baÅŸka güzel geliÅŸme de ÅŸudur: Özellikle üniversiteli gençler arasında ve toplumun birçok katmanında Ä°slamın ne olup olmadığına iliÅŸkin yoÄŸun bir araÅŸtırma ve tartışma baÅŸlamıştır. Bu araÅŸtırma süreci doÄŸal olarak felsefeye olan ilgiyi de artırmıştır. SaÄŸ ve muhafazakâr kesimden çok sayıda genç, felsefeye merak sarmış ve ilahiyatın ötesine geçerek Spinoza, Kant, Hegel, Nietzsche araÅŸtırmalarına yoÄŸunlaÅŸmışlardır. Bu sürecin dışında kalmak ya da tartışılan sorunlara ilgisiz davranmak önemli bir fırsatın kaçırılması demektir. Birçok insan, felsefenin ilahi ve dünyevi sorunlara akıl, şüphe ve sorgulama yöntemiyle yaklaÅŸmasından hareketle onun din karşıtı olması gerektiÄŸi gibi bir yanılsama içindedir. KuÅŸkusuz felsefe, evrenin nasıl baÅŸladığını merak eder ve sorgular. Yine aynı ÅŸekilde toplum ve insandan kaynaklanan sorunları akıl-mantık temelinde sorgular ve deÅŸer. Fakat meraktan kaynaklanan soruların en başında gelen, “Evren nasıl meydana geldi†ya da “Evrenin yaratıcısı var mıydı†sorusudur. Bu da bizi ister istemez felsefenin ve ilahiyatın ortak sorunlarıyla yüz yüze getirir. Milyarlarca insanın dini inanca sahip olmasını sadece ideolojik aldatmayla veya siyasal baskılarla açıklamak, insanlığın zihnini meÅŸgul eden sorunlara yüzeysel yaklaÅŸmak olur.Dinlerin insan zihnindeki kökleri, alet yapmayla baÅŸlayan insanlaÅŸma sürecinin ilk anlarına kadar gider. Hatta ÅŸunu bile ileri sürebiliriz: Ä°nsanoÄŸlu bir bakıma tanrı fikrini keÅŸfederek insanlaÅŸtı. Zihinlerde yaratılan mükemmel varlık (Tanrı), sadece korkunun deÄŸil, aynı zamanda ve özellikle gündelik hayattaki sevincin, bereketten kaynaklanan mutluluÄŸun, doÄŸal koÅŸullardan özgürleÅŸmenin getirdiÄŸi özgüvenin ve geleceÄŸe iliÅŸkin umudun eseriydi. Dünyanın neresinde üretim yapılmışsa orada doÄŸayla boÄŸuÅŸulmuÅŸ ve dolayısıyla yardımlarını istemek için tanrılara da baÅŸvurulmuÅŸtur. KuÅŸkusuz tanrı fikri, zihinsel yabancılaÅŸmanın bir ifadesidir fakat bu aynı zamanda yerleÅŸik kültürün de inÅŸa süreci deÄŸil midir?ÇEVÄ°RÄ° HAREKETÄ° ÖNEMLÄ°Åžimdi yeniden DoÄŸu-Ä°slam uygarlığının temellerinin atıldığı 7. yüzyıl OrtadoÄŸusu’na dönersek: Ä°slamiyet, henüz Arap Yarımadası’nın sınırlarının ötesine taÅŸma aÅŸamasında, özellikle de Suriye ve Ä°ran’ın fethiyle birlikte, eski kavimlerin maddi ve kültürel mirasıyla; özellikle de Hint, Fars ve Yunan kavimlerinin düşünsel birikimiyle yüz yüze gelmiÅŸti. Ä°slam devleti, Åžam merkezli Emevi Hanedanı döneminde (661-750) sınırlarını Atlas Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na ve Mısır’dan Kafkasya’ya kadar geniÅŸletmiÅŸti. Suriye, Ä°ran, Hindistan ve Kuzey Afrika bölgelerinde yaÅŸayan kavimler, Ä°slam dininin taşıyıcısı olan Araplarla kaynaÅŸmaya baÅŸlamıştı. Bu kaynaÅŸmanın ilk ürünleri, gerçek anlamda, Abbasi Hanedanı’nın (750-1250) ilk iki yüzyılında ortaya çıkmaya baÅŸlamıştı. Bilim ve felsefenin temeli, hem Süryani rahip ve bilim adamlarının hem de FarsHint düşünürlerinin (Ä°bn Mukaffa vb.) Yunancadan, Sanskritçe ve Pehlevi dilinden Arapçaya çevirdikleri eserlerle atılmaya baÅŸlanmıştı. Abbasi Halifesi el-Memun’un etkin desteÄŸiyle baÅŸlayan çeviri hareketi -ki baÅŸlarında Arapların ilk filozofu el-Kindi (801-873) bulunuyordu-, 8. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar 80 civarında Ä°ran-Hint ve Yunan düşünürünün eserlerinin Arapçaya çevrilmesini saÄŸlamıştı. Bir yönüyle Müslüman devletlerin çeviri faaliyeti, Ä°slam felsefesinin de temellerinin atıldığı baÅŸlangıç noktasını oluÅŸturmuÅŸtu.DAHA FAZLASIDüşünürlerimizden Hilmi Ziya Ãœlken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü baÅŸlıklı kitabında, sıçramanın eÅŸiÄŸinde olan kavim ve ulusların neden hemen çeviri faaliyetlerine giriÅŸtiklerini muazzam bir gerekçeyle açıklar. Ülken’e göre, eÄŸer herhangi bir kavim veya ulus, yeni bir misyonla canlanmışsa (yeni bir ideolojik atılım veya devlet ve din kurma gibi) onlar, daha fazla geliÅŸmek ve baÅŸarı kazanmak için geçmiÅŸ yüzyılların kültürel mirasına ve ürünlerine (bilim, felsefe, edebiyat, siyasi metinler) oldukça ilgi duyarlar. Bu süreçte, önce eskinin yazınsal eserleri çevrilerek yeni kuÅŸaklara aktarılır ve sonra da gelecek kuÅŸakların bu eserlerdeki fikirleri özümseme ve ardından da mevcut birikimin üzerine daha fazlasını koyma çabası baÅŸlar. Cumhuriyet döneminde Hasan Âli Yücel’in inisiyatifi ve etkin katılımıyla baÅŸlatılan çeviri hareketinin anlamı da buydu. Bunun nasıl olduÄŸunu ve hangi süreçlerden geçerek yapıldığını anlamak için de Hilmi Ziya Ãœlken hocanın hem alanında çok önemli hem de neredeyse tek eser olan bu yapıtına baÅŸvurulmalıdır.
Sadık Usta
Read more:
https://www.turkish-media.com/forum/topic/646644-dogu-i%CC%87slam-uygarligi-ve-felsefesi-1/