Turkish News Agency - TNA - THA

  https://www.turkishnewsagency.com/


100 buluş, 100öykü!

| Tuesday, 12.29.2020, 05:01 PM |


100 buluÅŸ, 100 öykü! figure > Telefonun bulunuÅŸ öyküsü çoÄŸumuz biliriz… Peki cep telefonunun bulunuÅŸ öyküsünü kaçımız biliyoruz? Ya bilgisayarın, internetin, e-postanın, Facebook’un, WhatsApp’ın, elektriÄŸin, oksijenin, DNA’nın, aspirinin, röntgenin, küresel ısınmanın, sera gazlarının, buzdolabının, klimanın, tükenmezkalemin, blucinin, trafik ışıklarının, kedi kumunun bulunuÅŸ öykülerini? Dünya’mızın yuvarlak olduÄŸunu, döndüğünü ilk kim, nasıl buldu? Yaşını kim, çevresini kim hesapladı? Süleyman Bulut’un, Can Yayınları tarafından yayımlanan, 100 buluÅŸun 100 kısa öyküsünü paylaÅŸtığı yeni araÅŸtırması, “Ben Buldum!”da amaçladığı da, birer sayfalık anlatımlarla öyküleÅŸtirdiÄŸi bilim tarihinin ilginç “Buldum!” anlarını okurlarla buluÅŸturmak. Bilim tarihinin, son diÅŸliyi kim bulup, çarkı kim tamamlamışsa, buluÅŸu onun adına yazmasına da bir itiraz. Dolayısıyla bunu bir bayrak yarışı olduÄŸunu imleyerek onları ıskalamamak, haklarını teslim etmek. /Archive/2020/12/29/170428403-ic1.jpgÇizimler: ERGÃœN GÃœNDÃœZSüleyman Bulut, Can Yayınları tarafından yayımlanan ve pek çoÄŸunu ilk kez okuyacağınız 100 buluÅŸun 100 kısa öyküsünü paylaÅŸtığı yeni araÅŸtırması, “Ben Buldum!”da okurları bilim ve buluÅŸlar tarihinde soluksuz bir yolculuÄŸa çıkarıyor.Çalışmasının odak noktasının konunun bilimsel literatürüne girmeden, buluÅŸ olayını, buluÅŸu yapan biliminsanının üzerinden anlatmaya yönelik olduÄŸunun altını çiziyor Bulut.Kitapta, bilimde devrim yaratan büyük buluÅŸlarla, günlük yaÅŸamı kolaylaÅŸtıran daha pratik buluÅŸlara karışık olarak yer vermiÅŸ, tarihsel bir sıralama yapmamış. Bu arada konu kuÅŸkusuz bir kitaba sığacak gibi deÄŸil o nedenle devam kitabını da yazıyor. Bu yazıda o 100 buluÅŸun öykülerinden bir seçki okuyacaksınız. Ä°ngiliz rahip, diplomat, teolog, bilim tarihçisi William Whewell ile baÅŸlıyor inceleme.BÄ°LÄ°MÄ°NSANI TERÄ°MÄ°NÄ° Ä°LK KULLANAN WHEWELL!Ä°ngiliz rahip, diplomat, teolog, bilim tarihçisi William Whewell: Whewell, 1833’te, ÅŸair, eleÅŸtirmen Samuel Taylor Coleridge’in (1774-1834) karşılaÅŸtığı bir sorunla ilgili olarak yardım ederken ilk kez “biliminsanı” terimini kullanan kiÅŸi. Sonra bu terimi, o zamana kadar biliminsanları için genel olarak kullanılan filozof, doÄŸa filozofu yerine önermiÅŸ. Bilime en büyük katkılarından biri çeÅŸitli olgu ve kavramlar için karşılıklar üretmiÅŸ olması. Tam anlamıyla bir “karşılık bulucu” diyor Süleyman Bulut. Yakından tanıdığı Faraday’ın isteÄŸi üzerine anot, katot, iyon gibi isimlendirmeleri türetmiÅŸ. Çok yönlü bir biliminsanı; matematik, ÅŸiir, çeviri bunlardan sadece bazıları. Goethe’nin kitaplarını çevirmiÅŸ bir çevirmen olmasının yanı sıra okyanus akıntılarını araÅŸtırmış. Mekanik, mineraloji, jeoloji, astronomi, felsefe, ahlak felsefesi, politik ekonomi, bilim tarihi, teoloji, eÄŸitim reformu, uluslararası hukuk ve mimarlık üzerine kitaplar, makaleler yazmış bir biliminsanı. Yanı sıra Ä°ngiliz Bilimi GeliÅŸtirme DerneÄŸi ve Jeoloji TopluluÄŸu’nun baÅŸkanı, Kraliyet TopluluÄŸu ve Cambridge Felsefe DerneÄŸi’nin de kurucu üyesi.CEP TELEFONUNU GELÄ°ÅžTÄ°REN MARTIN COOPER!ABD’li iÅŸinsanı, giriÅŸimci, üniversite yöneticisi Martin Cooper ise 1973’te ilk cep telefonunu geliÅŸtiren kiÅŸi. 3 Nisan 1973’te, Martin Cooper, elinde 25,4 santim uzunluÄŸunda, 1 kilo 100 gram ağırlığında, “tuÄŸla” gibi bir telefonla New York’un 6. Caddesi’nde yürümeye baÅŸladığında ilk olarak en büyük rakipleri AT&T Bell’in ARGE müdürü Joel Engel’i aramış: “Selam Dr. Joel Engel… Ben Martin Cooper. Joel, caddeden arıyorum seni… Mobil bir telefondan konuÅŸuyorum!” dedi. Cooper, yıllar sonra o ânı şöyle anlatmış: “Elbette çok kibardı Joel Engel, ama diÅŸlerini gıcırdattığını çok iyi duyabiliyordum…”. Bu arada “Selam Dr. Joel Engel,” de cep telefonundan duyulan ilk cümle oldu./Archive/2020/12/29/170438215-ic2.jpgÄ°NTERNETÄ° Ä°LK BULANLAR LICKLIDER, ROBERTS, BARAN, DAVIES, KAHN, CERF!Amerikalı bilgisayar bilimci Joseph Licklider, Amerikalı mühendis Lawrence Roberts, Amerikalı mühendis, ARPANET’in kurucularından Paul Baran, Ä°ngiliz bilgisayar bilimci Donald Davies, Amerikalı elektrik mühendisi Robert Elliot Kahn ve Vinton Gray Cerf:Ben Buldum kitabında, internetin bulunmasına giden yolda önemli adımları şöyle sıralıyor Süleyman Bulut: 1958’de ABD, Ä°leri Savunma AraÅŸtırma Projeleri Ajansı’nı (DARPA) kurdu. Joseph Licklider, 1962’de bir makalesinde ilk kez “galaksiler arası bilgisayar ağı”ndan söz etti. DARPA’dan Lawrence Roberts ve Thomas Merrill 1965’te iki bilgisayarın bir telefon hattı üzerinden birbirlerini görmelerini saÄŸladı. DARPA, 1969’da ilk internet ağı olan ARPANET’i kurdu. 1970’te, ilk veri gönderim protokolü (NCP) tamamlandı. Ãœniversitelerle devlet kurumları arasında internet iletiÅŸimi saÄŸlandı ama veri gönderimi ve hızı çok çok düşüktü. Çünkü bilgisayarlar, telefon iletiÅŸiminde kullanılan “devre anahtarlama” sistemiyle birbirine baÄŸlanıyor ve tek bir hat üzerinden veri gönderilebiliyordu. Bu engeli aÅŸmak için, ABD araÅŸtırma kuruluÅŸu RAND Corporation’dan Baran ve Ä°ngiltere Ulusal Fizik Laboratuvarı’dan (National Physical Laboratory) Davies, birbirlerinden habersiz, “paket anahtarlama” sistemini geliÅŸtirdi. Buna göre, veriler küçük paketlere bölünüyor, paketler belirlenen hedefe aynı anda farklı yollardan gönderilebiliyordu. ARPANET, 1972’de paket anahtarlamalı sisteme geçti. Böylece hızlı, güvenli veri aktarımı saÄŸlanmıştı ama farklı yazılım ve donanımlarla çalışan bilgisayar ve aÄŸlar birbirlerini nasıl görecekti? Bu sorunu da DARPA’dan Robert Kahn ve Vint Cerf çözdü. “Açık mimari ağ” fikrini geliÅŸtirip ARPANET’ te ilk kullanılan aÄŸ protokolü NCP yerine, 1983’te Aktarım Denetim Protokolü’nü (TCP) kurdular. Böylece bütün bilgisayarların birbirleriyle kolayca iletiÅŸim kurması saÄŸlanarak, internet evrenselleÅŸtirildi. Türkiye’de ilk internet ağı, 199’de ODTÃœ ve TÃœBÄ°TAK tarafından kuruldu. 1994’ten itibaren yaygın olarak kullanılmaya baÅŸlandı.Ä°LK BÄ°LGÄ°SAYARI KURANLAR MAUCHLY VE PRESPER!Amerikalı fizikçi John William Mauchly ve Amerikalı elektrik mühendisi John Adam Presper Eckert Jr:John William Mauchly, Ä°kinci Dünya Savaşı baÅŸladığında Pennsylvania Ãœniversitesi’nde araÅŸtırma görevlisiydi. Ayrıca savaÅŸ elektroniÄŸi dersleri de almış, yazılar yazmıştı. Savaşın baÅŸlamasından sonra ABD Savunma Bakanlığı, Mauchly’den askerî hedefleri ve atış hesaplarını doÄŸru ve hızlı yapacak çok geliÅŸmiÅŸ bir hesap ve iletiÅŸim makinesi yapmasını istedi. Mauchly’den önce, birçok biliminsanı bu yolda çalışmalar yapmıştı. Ä°ngiliz makine mühendisi Charles Babbage “Fark Makinesi” ve “Analitik Makine” adını verdiÄŸi iki makine tasarlamış, delikli kartlar kullanarak ilk programlı makine yi yapmış ama destek alamadığı için hayata geçirememiÅŸti. Ä°ngiliz matematikçi Alan Turing (1912-1954), savaÅŸ sırasında Alman ÅŸifrelerini kıran Turing makinesini yaparak elektronik bilgisayarın prototipini geliÅŸtirmiÅŸti. Mauchly ve yardımcısı Presper Eckert, belleÄŸinde program saklayabilen ilk elektronik bilgisayar ENIAC’ı (Elektronik Sayısal Entegreli Hesaplayıcı) 1943’te kurmaya baÅŸladılar ve Åžubat 1946’da çalıştırmayı baÅŸardılar. Ä°lk bilgisayar ENIAC, üzerinde 17.500 elektron tüpü, 1.500 röle, 70.000 direnç ve 10.000 kondansatör taşıyordu ve neredeyse bir ev büyüklüğündeydi. Ağırlığı 30 tona yaklaşıyordu. On haneli 5.000 sayıyı bir saniyede toplayıp, 357 çarpma veya 38 bölme iÅŸlemi yapabiliyordu ama çalışırken çok yüksek ısı üretiyordu. O kadar ki, ısıyı normale düşürmek için soÄŸutucu olarak 20 beygir gücünde iki vantilatör kullanılıyordu. Ä°lk bilgisayar ENIAC, Savunma Bakanlığı’nın, Maryland’daki Balistik AraÅŸtırma Laboratuvarı’na yerleÅŸtirildi ve yapılacak bombalamalarda hedefi doÄŸru belirlemek, hava koÅŸullarını tahmin etmek, rüzgârın hızını ölçmek için kullanıldı.TELGRAFI BULAN SAMUEL MORSE!ABD’li portre ve tarih sahneleri ressamı Samuel Morse: 1835’te telgrafı buldu. Telgraf üstüne düşünen sadece Morse deÄŸildi. Birçok biliminsanı bu konu üstüne çalışıyor, hatta bir telgraf sistemi de kurmayı baÅŸarıyorlardı ama hiçbiri istenilen verimlilikte deÄŸildi. Tüm bu geliÅŸmeleri deÄŸerlendiren Samuel Morse, 1835’de kâğıt ÅŸerit üzerine kayıt yapan ilk elektromıknatıslı telgrafı yaptı. Ama Morse’u telgrafın babası yapan asıl buluÅŸu ise kurduÄŸu telgraf sistemi deÄŸil, o sisteme bir alfabe kodu eklemesi oldu. Asistanı mühendis Alfred Lewis Vail’le birlikte geliÅŸtirdikleri, nokta ve çizgilerden oluÅŸan kodlama sistemi telgraf iletiÅŸiminin alfabesi oldu. Telgrafın Yunanca, “uzaktan gelen yazı” anlamına geldiÄŸini de not düşüyor Süleyman Bulut.Ä°LK HAMBURGER’İ BULAN NAGREEN!Charles R. Nagreen: Hamburgeri bulan adam olarak tarihe geçen, Hamburger Charlie diye tanınan Nagreen’in heykeli buluÅŸunu yaptığı Seymour kasabasına dikilmiÅŸ. 1885’te, Seymour’da bir festival yapılmasına karar verilince Nagreen, çok iyi satış yapacağını düşünerek kilolarca köfteyi festival gününden önce hazır etmiÅŸ. Fakat insanlar merak içinde sergi tezgâhlarını gezmekten, oturup yemek yemeye fırsat bulamayınca satışları çok düşük seyretmiÅŸ. Köftelerin elinde kalmasından korkarak bir çare düşünmeye baÅŸlamış. Köftelerini iyice yassılaÅŸtırdıktan sonra kızartarak ekmek arasına koyarak ve üzerine biraz soÄŸan serptikten sonra tezgâhının önünden geçenlerin eline tutuÅŸturmaya baÅŸlamış.Ekmek arası yassı köfteleri keyifle ısıranlar, “Bu yediÄŸimiz ÅŸeyin adı ne?” diye sormaya baÅŸlayınca yiyeceÄŸini adı da konmuÅŸ: Hamburger!./Archive/2020/12/29/170453746-ic3.jpgWHATSAPP’I BULAN KOUM!Jan Koum: WhatsApp’ı bulan Koum, San José Eyalet Ãœniversitesi’nde öğrenim görürken yarı zamanlı yazılımcı olarak çalışıyordu. Daha sonra altyapı mühendisi olarak Yahoo’ya geçti. WhatsApp’ı kurarken ortaklık yapacağı Brian Acton’la tanıştı. Yahoo’dan ayrılıp 2007’de Facebook’a iÅŸ baÅŸvurusunda bulundu ama kabul edilmedi. Bunun üzerine Güney Amerika’da yaÅŸamaya baÅŸladı. 2009’da kendine bir iPhone aldı. iPhone’u incelerken AppStore’daki mesajlaÅŸma uygulamaları dikkatini çekti. Bir proje hazırladı. Projenin kodunu, bir arkadaşının tanıştırdığı Rus yazılımcı Igor Solomennikov hazırlarken, kendisi de isim araÅŸtırmaya baÅŸladı. Günlük mesajlaÅŸmada sık kullanılan what’s up’tan (n’aber) esinlenerek WhatsApp adında karar kıldı. WhatsApp’ın ilk uygulaması çok baÅŸarılı deÄŸildi. Ä°ki de bir çöküyor veya takılıyordu. Projeden umudu kesen Jan Koum, uygulamayı kapatmaya hazırlanıyordu ki, 2009 Haziran’ında Apple’ın bir yenilik yaparak push bildirimlerini hizmete sokması imdadına yetiÅŸti. Buna göre kullanıcılar, kendilerine gönderilen herhangi bir veriden ânında haberdar ediliyordu. O güne kadar her telefonun kendine özel geliÅŸtirdiÄŸi bu uygulamayı Apple bütün telefonlar için kullanılabilir yapmıştı. Koum, bu yeniliÄŸi, yeniden düzenlediÄŸi WhatsApp sürümüne hemen ekleyince, kullanıcı sayısı birden 250.000’e fırladı. WhatsApp projesine başından beri destek veren Brian Acton, bu geliÅŸmeyi kullanarak, Yahoo’dan beÅŸ arkadaşını, yüzde 30 hisse karşılığında WhatsApp’a yatırım yapmaya ikna etti. Jan Koum da, buna karşılık olarak Brian Acton’u ÅŸirketin kurucu ortağı yaptı. Nisan 2014’e gelindiÄŸinde, WhatsApp 500 milyondan fazla aktif kullanıcıya sahipti.E-POSTAYI BULAN TOMLINSON!Ray Tomlinson: 1971 yılında, “aynı aÄŸ üzerindeki bilgisayarlar arasında iletiÅŸimi yöneten yeni bir kurallar kümesi” oluÅŸturarak bir dosya transfer programı geliÅŸtirdi. GeliÅŸtirdiÄŸi yeni yazılımda, transfer sırasında bir karışıklığa yol açılmaması için kiÅŸisel addan oluÅŸan posta kutusuyla, genel internet servis saÄŸlayıcıyı (alan adı) ayırt etmek istedi. Bunun için e-posta adresini iki bölümden oluÅŸturdu. Bu iki bölümü hem birleÅŸtirecek hem de ayrı olduklarını gösterecek bir iÅŸarete ihtiyaç duydu. AraÅŸtırmaları sırasında 18. yüzyılda birim fiyatı göstermek için kullanılmış, artık kimsenin hatırlamadığı @ iÅŸaretiyle (ÖrneÄŸin, tanesi 4 TL’den 20 elma anlamında, 20 elma @ 4TL ÅŸeklinde yazılıyordu) karşılaşınca, ilk e-posta adresini oluÅŸturdu: [email protected] COLA’YI YAPAN PEMBERTON!ABD’li kimyager ve eczacı John Stith Pemberton: Pemberton Coca Cola’yı 1886’da ilaç olarak ürettiÄŸi ÅŸurupta küçük deÄŸiÅŸiklikler yaptıktan sonra bulmuÅŸ. BaÅŸta kendisinin de mücadele ettiÄŸi, stres ve gerginliÄŸini azaltacak, ferahlatıcı bir ÅŸurup yapmak amacıyla yola çıkmış. Uyarıcı ve canlandırıcı özelliklerini bildiÄŸi koka yapraklarıyla koka bitkisinin çekirdeÄŸi olan kola cevizini ÅŸarapla karıştırıp bir çaydanlıkta kaynatmış. Hem tadını sevmiÅŸ hem de bir ferahlama da hissetmiÅŸ. Åžurubu içenler de bir ferahlama hissettiklerini söyleyerek Pemberton’a ürünü satmasını tavsiye etmiÅŸler. Pemberton’un muhasebecisi, Frank Robinson, iki “C” harfinin yan yana güzel duracağını düşünerek içeceÄŸe “Coca-Cola” adını önermiÅŸ. Bugünkü özgün logoyu da kendi el yazısıyla ortaya çıkarmış. Coca-Cola, çevredeki eczanelerde ve büfelerde satılmaya baÅŸladığında çok ilgi görmemiÅŸ. Günde dokuz-on bardak satılabilmiÅŸ. Daha sonra Pemberton, ürünü aÄŸrılara, depresyona kar şı ferahlatıcı, rahatlatıcı içecek olarak pazarlamaya baÅŸlayınca, satışlar birden yükseldi; ama tam o günlerde çıkarılan bir yasayla içeceklere alkol karıştırılması yasaklanmış. Ãœrün formülünden ÅŸarabı çıkaran Pemberton, yerine karbonatlı su eklemiÅŸ. Coca-Cola ferahlatıcı, serinletici ve canlandırıcı bir içecek olarak yaygınlaşırken, Pemberton saÄŸlığı bozulunca 1888’de üretim haklarını Amerikalı giriÅŸimci Asa Griggs Candler’e satmış. Ne denir? Kısmet!Ä°LK VÄ°TAMÄ°NÄ° BULAN EIJKMAN!Hollandalı doktor, fizyoloji profesörü ve bakteriyoloji uzmanı Christiaan Eijkman: Eijkman, Endonezya yerlilerinin yakalandığı “Beriberi” hastalığını tedavi etmeye çalışırken ilk vitaminin B1 vitamininin bulunmasının önünü açmış. Bu baÅŸarısından dolayı 1929’da, Sir Frederick Hopkins ile birlikte Nobel Ödülü kazanmış. Onun açtığı yoldan ilerleyen Polonyalı biyokimyacı Kazimierz Funk, 1911’de pirinci ayrıştırarak kabukta bulunan beriberiyi önleyici maddenin B1 vitamini olduÄŸunu saptamış ve bu maddeyi tanımlamak için ilk kez “vitamin” terimini kullanan kiÅŸi olmuÅŸ. /Archive/2020/12/29/170503809-ic4.jpgDÄ°Åž FIRÇASINI BULAN ADDIS!William Addis: Ağız ve diÅŸ bakımına çok önem veren Addis, 1770’de hapishaneye düştüğünde, yaÅŸadığı sıkıntıların başında diÅŸleri geliyordu. DiÅŸlerini temizleyecek hiçbir ÅŸey yoktu elinde. Çareler aramaya baÅŸladı. Addis, tarih boyunca insanların diÅŸlerini temizlemek için bitki kökleri, aÄŸaç dalları ve kuÅŸtüylerini kullandıklarını biliyordu. Düşüncelere daldığı bir gün, bakışları, zemini süpüren gardiyanın kullandığı süpürgeye takıldı. Ä°nce, sık çalı dallarının bir sopanın ucuna baÄŸlanmasından oluÅŸan süpürge, gardiyanın elinde ileriye geriye ya da saÄŸa sola gidip gelerek zemini temizliyordu. Bir ÅŸimÅŸek çaktı kafasında! AkÅŸam yemeÄŸinden artakalan kemiklerden çok kalın olmayan uzun bir tanesini sakladı. Gardiyanlara rüşvet verip dışarıdan at ve yabandomuzu kılları getirtti. Bu kılları, kemiÄŸin bir ucuna sıkıca sarıp baÄŸlayarak diÅŸlerine sürtmeye baÅŸladığında iÅŸe yaradığını görünce çok sevindi. Ama baÄŸ hemen gevÅŸeyip, kıllar dağılınca sevinci yarım kaldı. Sonunda baÅŸka bir yol denemeye karar verdi: Haftalarca uÄŸraÅŸarak kemiÄŸin bir ucuna onlarca minik delik açtı. Kılları bu deliklere yerleÅŸtirerek tutkalla yapıştırdı. 1780’de kendi soyadını taşıyan firmasını kurdu ve ilk diÅŸ fırçasını üretmeye baÅŸladı.TELEVÄ°ZYONU BULAN BAIRD!Ä°skoç biliminsanı, giriÅŸimci John Logie Baird: Baird, 1925’te ilk mekanik televizyonu çalıştıran kiÅŸi. Teneke çay kutusu, dikiÅŸ iÄŸnesi, bisküvi kutusunun içine yerleÅŸtirilmiÅŸ bisiklet lambası, kullanılmış mercek lenslerden oluÅŸan ilk televizyon “alıcı-verici” düzeneÄŸini kurdu. ArkadaÅŸlarını bir sandalyeye oturtup, onların görüntülerini aktarma denemelerine baÅŸladı. Sayısız denemeden sonra 2 Ekim 1925’te Bill’in çok silik, belirsiz bir görüntüsünü almayı baÅŸardı. Hemen aÅŸağı koÅŸup, getir götür iÅŸlerine bakan William Taynton’ı atölyeye çıkarıp sandalyeye oturttu ve baÅŸardı. Baird, televizyonu bulmuÅŸ, William Taynton da televizyonda görünen ilk insan olmuÅŸtu. Londra’da Kraliyet Enstitüsü üyeleri ve gazetecilere bir sunum yapan Baird, halka açık ilk televizyon gösterimini de 26 Ocak 1926’da, gerçekleÅŸtirdi.TÃœRKÄ°YE’NÄ°N Ä°LK BÄ°LGÄ° Ä°ÅžLEM MERKEZÄ°NÄ° KURAN KÖKSAL!Türkiye’nin ilk bilgisayar ve yazılım mühendislerinden Aydın Köksal: 1967’de Hacettepe Ãœniversitesi’nin kuruluÅŸ çalışmalarına katılarak ilk Bilgi Ä°ÅŸlem Merkezi’ni kurdu ve yönetti. 1971’de Türkiye BiliÅŸim DerneÄŸi’ni kurdu. 1975’ te biliÅŸsel dilbilim dalında bilim doktoru unvanını aldı. Türkçenin bir bilim dili olabileceÄŸine inancıyla; saymak kelimesinin sayım yapmak, sıralamak, döküm yapmak anlamlarından yola çıkarak “bilgisayar” adını türetti. 1969’da Hacettepe Ãœniversitesi’ne ilk bilgisayar alınırken, Köksal sözleÅŸmeye makinenin adını “bilgisayar” olarak yazdırdı. Daha sonra gazeteye verilen bir ilanda da bilgisayar adını ilk kez o kullandı. Bununla yetinmedi, bilgisayar ve yazılım alanında kullanılan tüm terimlere Türkçe karşılık bulma çalışmasına girdi. Memory yerine “bellek” dedi. Hardware yerine “donanım”, software yerine “yazılım”, processing yerine “bilgi iÅŸlem”, update yerine “günlemek”, informatics yerine “biliÅŸim” karşılıklarını türetti. Yaklaşık 2500 biliÅŸim terimine Türkçe karşılıklar buldu.Ä°LK BÄ°LGÄ°SAYAR PROGRAMINI YAZAN LOVELACE!Ada Lovelace: Åžair Lord Byron ile Isabella Byron’un kızı olarak dünyaya geldi. Ada bir aylıkken Lord Byron önce eÅŸinden sonra Ä°ngiltere’den ayrıldı. Sonrasında Ada, babasını hiç görmedi. Annesi, Ada’nın matematiÄŸe ve mantığa ilgisini görünce, bu yönde eÄŸitim almasına destek verdi. 1833’te, ortak arkadaÅŸlarından birinin evinde, dönemin en ilginç matematikçilerinden Charles Babbage’la tanıştı. Babbage, onu, yeni tasarladığı ve bilgisayara giden yolda ilk adımlardan biri olan “Fark Makinesi”ni görmeye davet etti. Fark Makine’si Ada’nın çok ilgisini çekti. Babbage da Ada’nın matematik kavrayışından ve çözümleme yeteneÄŸinden etkilenmiÅŸti. Birlikte çalışmayı önerdi. 1842’de Babbage’ın Ä°talya’nın Turin Ãœniversitesi’nde (Torina), Fark Makinesi’nin bir ileri örneÄŸi olan “Analitik Makine” üzerine yaptığı bir konuÅŸmanın ardından Ä°talyan mühendis Luigi Federico Menabrea bu makineden övgüyle söz eden bir makale yazdı. Ada bu makaleyi Babbage’ın da tavsiyelerini dikkate alarak ve kendi notlarını ekleyerek çevirdi. Notlardan birinde Ada, Analitik Makine’nin düzgün çalışması için kurulmuÅŸ Bernoulli sayı dizisinin hesaplaması için Analitik Makine’nin detaylı bir algoritmasını tanımlıyordu. Bu tanımlamalar bilgisayar için yapılmış ilk yazılım örneÄŸi kabul edildi. Ada, notlarında bilgisayarların hesaplama yeteneklerinin dışında baÅŸka yetenekleri de olabileceÄŸini örneÄŸin Analitik Makine’nin beste yapabileceÄŸinden de söz ediyordu…Devletten destek bulamayan Babbage, AnalitikMa kine’yi kurup çalıştıramadı. Ada’nın yazılımı da hiçbir zaman kullanılmadı ama bu, onun ilk bilgisayar programcısı olduÄŸu gerçeÄŸini deÄŸiÅŸtirmedi. /Archive/2020/12/29/170512887-ic5.jpgPÄ° SAYISININ YAKLAÅžIK DEÄžERÄ°NÄ° BULAN ARŞİMET!Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ArÅŸimet: 12 yaşında Ä°skenderiye’de Öklid’in öğrencisi oldu. Sicilya’ya döndükten sonra kendini araÅŸtırma ve deneylere adadı. Asıl ilgi alanı matematikti ama yaÅŸadığı dönemde, Akdeniz’de Kartacalılar, Romalılar ve Yunanlar sürekli savaÅŸ halinde oldukları için ömrü savaÅŸ ortamında geçti ve günlük sorunlarla ilgili pratik buluÅŸlar yapmak durumunda kaldı. Siraküza kralı Hiero’nun yaptırdığı ama kızaktan karaya indiremediÄŸi bir gemiyi, bir kaldıraç düzeneÄŸiyle indirmeyi baÅŸardı. Romalılar Siraküza’ya saldırdığında, onların gemilerini kavrayıp havaya kaldıran ve suya bırakan vinçler, gemilere kaya ve metal fırlatan mancınıklar, güneÅŸ ışınlarını bir gemiye odaklayıp yangın çıkaran aynalar gibi etkili savunma araçları yaptı. Mısır’da taÅŸan Nil nehri sularının adil dağıtımı için “ArÅŸimet vidası” olarak bilinen aracı geliÅŸtirdi. Sıvıların dengesi (hidrostatik) yasasını ortaya koydu. En tanınan buluÅŸu, hamamda yıkanırken bulduÄŸu suyun kaldırma kuvveti, pek bilinmeyen önemli buluÅŸu ise pi (?) sayısıdır. Babillilerin kullandığı bir yoldan giderek, bir daire içindeki çokgenin kenarlarını kullanarak pi sayısının yaklaşık deÄŸerini 22/7 olarak formüle etti. Pi sayısının matematikte ve alan hesaplamalarında sabit bir sayı olarak kullanılmasını saÄŸladı. MS 475 civarında Çinli matematikçi Zu Chongzhi, pi sayısının deÄŸerini, sonsuza kadar devam eden 3,1415926... olarak belirledi.KURÅžUNKALEMÄ° BULANLAR HARDTMUTH VE CONTE!Avusturyalı mimar ve giriÅŸimci Joseph Hardtmuth, Fransız ressam Nicholas-Jacques Conte:Joseph Hardtmuth, bir masa yapımcısının oÄŸluydu. Çömlekler, vazolar tasarlayıp üreterek hayatını kazanıyordu. Tasarımlarını kâğıda çizebilmesi için kullanabileceÄŸi tek araç bir grafit parçasıydı. Grafit, kurÅŸuni siyah renkli, yumuÅŸak, kolayca toz durumuna gelebilen bir tür doÄŸal karbondu. Ä°z bırakma özelliÄŸinden dolayı Ä°ngiltere’de koyun sürülerini iÅŸaretlemek için bulunmuÅŸtu. Yazmak çizmek için de kullanılıyordu ama yumuÅŸak özelliÄŸinden dolayı hemen eÄŸilip bükülüyordu. Hardtmuth, grafit tozuna çeÅŸitli maddeler karıştırarak denemeler yaptı. En sonunda kil karıştırdı; karışımı mum içine yerleÅŸtirip kuruttuktan sonra, kâğıt üstünde ileri geri oynattığında, kâğıttaki çizgileri görünce gözleri parladı. EklediÄŸi kilin oranını azaltıp çoÄŸaltarak daha yumuÅŸak ya da daha sert grafit elde edebileceÄŸini de gördü. 1792’de ilk kurÅŸunkalem fabrikasını açtı.Nicholas-Jacques Conte de aynı tarihlerde grafit üzerine çalışıyordu. 1790’da, o da Hardtmuth gibi toz grafiti kille karıştırıp, balçığı fırında kurutarak kalemin ana maddesini elde etti. O yıllarda, grafit bir tür kurÅŸun sanılıyordu. Grafitten yapılan kalemlere kurÅŸunkalem denildi. Grafitin kurÅŸun olmadığı sonradan anlaşıldı ama kurÅŸunkalem adı hep kaldı.SÄ°LGÄ°YÄ° BULAN NAIRNE!Ä°ngiliz optisyen, gözlükçü ve bilimsel araç-gereç yapımcısı Edward Nairne: Silgiyi bulmadan önce mikroskopta kullanım kolaylığı saÄŸlayan iyileÅŸtirmeler yapmış, bir elektrostatik jeneratör geliÅŸtirmiÅŸ ve ilk deniz barometresini bulmuÅŸtu. Silginin hammaddesi “kauçuÄŸu” Avrupa’ya tanıtan Fransız matematikçi Charles Marie de la Condamine’di (1701-1774). Meridyenin bir derecesini ölçmek için gittiÄŸi Güney Amerika’nın Amazon bölgesinde yerlilerin, “aÄŸlayan aÄŸaç” dedikleri bir aÄŸacın kabuÄŸu hafifçe yarılınca bir özsu aktığını, bu özsuyun hemen donduÄŸu halde yumuÅŸaklığını kaybetmediÄŸini görünce, Avrupa’ya dönerken yanına bu özsudan bolca almıştı. La Condamine, kauçuk özsuyunu bilim çevrelerine heyecanla tanıtmış ama tam bir ilgisizlikle karşılanmıştı. Edward Nairne onlar gibi yapmadı. Özsuyu eline aldığında, yumuÅŸak ve esnek özelliÄŸinden nasıl yararlanabilirim diye düşündü. Denemeler yaparken, bu özsuyun silici özelliÄŸini fark etti. 1770’de, özel bir iÅŸlemden geçirdiÄŸi kauçuk özsuyunu kalıba dökerek sertleÅŸtirdi ve küp ÅŸeklinde küçük parçalara bölerek Londra’da satışa sundu. Ä°z bırakmadan kolayca silme özelliÄŸinden dolayı kauçuk silgi hemen tanındı ve büyük ilgi gördü. Silgi konusundaki esas ilerleme ise, 1839’da Charles Goodyear’ın kauçuÄŸu kükürtle iÅŸleyerek dayanıklılığını artırması, kükürtle sertleÅŸtirilmiÅŸ vulkanize kauçuÄŸu keÅŸfetmesiyle oldu. Vulkanize kauçuktan yapılan silgi daha kullanışlı ve daha dayanıklıydı.MÄ°KROSKOBU BULAN JANSSEN!Hollandalı gözlük ve mercek ustası Zacharias Janssen: Jannsen ile teleskopu bulan cam ve gözlük ustası Hans Lippershey’le yakından tanışıyorlardı ve uzun yıllar komÅŸu olarak yaÅŸamışlardı. Janssen’ın mikroskobu bulduÄŸu tarih 1600’ün hemen baÅŸları kabul ediliyor. O tarihlerde merceklerin büyütme özelliÄŸi zaten biliniyordu. Janssen, bir tüpün ya da bir borunun içine küçük bir mercek yerleÅŸtirerek ilk basit mikroskobu yaptı. Denemeler yaparken pirinç tüpün içine bir yerine iki mercek yerleÅŸtirince “bileÅŸik mikroskop”un ilk örneÄŸini yapmış oldu. Çıplak gözle göremeyeceÄŸimiz mikro dünyayı gözler önüne seren bu buluÅŸuna Zacharias Janssen’ın ne ad verdiÄŸi bilinmiyor. Galilei ise kendi geliÅŸtirdiÄŸi mikroskoba “küçük göz” adını vermiÅŸti. Galilei’nin arkadaşı botanikçi Giovanni Faber, 1625’te Yunanca mikron (bir metrenin milyonda biri) ve bakmak kelimelerinden yola çıkarak bu “kendisi küçük, gösterdiÄŸi büyük” alete “mikroskop” adını önerdi. O tarihten sonra Janssen’ın buluÅŸundan mikroskop olarak söz edildi.DÃœNYANIN DÖNDÜĞÜNÃœ BULAN ARYABHATA!Hintli matematikçi, gökbilimci Aryabhata: Matematik ve astronomi çalışmalarını içeren birçok kitabı kayıp. Kayıp kitaplarla ilgili bilgiler ise o kitaplardan alıntı yapıp yorumlayan, kaynak gösteren, kendisinden sonraki Hintli matematikçilere dayanıyor. Önce Arapçaya, daha sonra Avrupa dillerine çevrildiÄŸi için bugüne ulaÅŸmayı baÅŸaran temel kitabı Aryabhatiya adını taşıyor. Aryabhatiya, dört bölümden oluÅŸan, ÅŸiirsel formda yazılmış, deÄŸiÅŸik türde bir bilim kitabı. On dizelik giriÅŸ bölümü Dasagtika’dan sonra 33 dizede genel matematik konularına deÄŸinilen Ganitapada bölümü geliyor. 25 dizelik üçüncü bölüm Kalakriya pada’da, zaman ölçümü ve gökcisimleri anlatılıyor. Son bölüm Golapada’da ise GüneÅŸ tutulması ve Yer’le ilgili 50 dize bulunuyor. Matematikte bugüne ulaÅŸmış en eski Hint kaynaklarından biri olan Aryabhatiya, cebirin büyük ölçüde kullanıldığı ilk yapıtlardan sayılıyor. Kitapta ayrıca 2. dereceden denklemlerin çözümü çalışılmış, aritmetik dizilerin formüllerle tanımlanması incelenmiÅŸ ve hareketin göreliliÄŸine deÄŸinilmiÅŸ. Aryabhata, bilinen ilk sinüs cetvelini hazırlayarak trigonometriye önemli bir katkı saÄŸlamıştır. Bihar eyaleti Patna yakınlarındaki Taregana GüneÅŸ Tapınağı’nda bir gözlemevi kurarak Yer’in ve Ay’ın konumlarına iliÅŸkin gözlemler ve hesaplamalar yapmış; gökcisimlerinin periyodik olarak konum deÄŸiÅŸtirmelerinin, Yer’in kendi ekseni çevresinde dönmesinden ileri geldiÄŸini savunmuÅŸ, böylece Aryabhata, Dünya’nın kendi çevresinde dönmesinden söz eden ilk biliminsanı olmuÅŸtur. Hindistan hükümeti, 1975’te geliÅŸtirdiÄŸi ilk uyduya Aryabhata’nın adını vermiÅŸtir. /Archive/2020/12/29/170534793-ic6.jpg365 GÃœNÃœ Ä°LK HESAPLAYAN EUDOKSOS!Yunan astronom, matematikçi Knidos’lu Eudoksos: MuÄŸla, Datça yakınlarında, o zamanki adıyla Knidos’ta doÄŸan Eudoksos, genç yaÅŸlarında Atina’ya gidip dönemin en iyi matematikçilerinden, aynı zamanda yönetici ve asker olan Arhitas’ın (MÖ 428-347) öğrencisi oldu. Burada Batı dünyasının ilk üniversitesi sayılan Atina Akademisi’nin kurucusu, büyük filozof Platon’la yakın dost oldu. Sonraları Mısır’da dersler verdi. Matematik dışında iyi bir hukukçu ve iyi bir doktor olan Eudoksos, astronomiyle de yakından ilgiliydi. Evreni, iç içe kürelerden oluÅŸan bir sonsuzluk olarak tanımlarken, o dönemin sınırlı bilgisi içinde evrenin merkezinin Dünya olduÄŸunu ve Dünya’nın hareketsiz olduÄŸunu düşünüyordu. Gezegenlerin görünen hareketlerini açıklamaya çalışarak hareketlerinin dairesel olduklarını ileri sürdü. Eudoksos, GüneÅŸ saatine bakarak bir yılın 365 gün 6 saat olduÄŸunu ortaya koyan ilk biliminsanı. Bu hesaplaması daha sonra MÖ 46’da Roma imparatoru Julius Caesar’ın hazırlattığı Jülyen takviminin de temelini oluÅŸturdu. Bugün matematikte kullandığımız ArÅŸimet aksiyomunun da temelinde Eudoksos’un ünlü, “orantılı doÄŸrular kuramı” vardır. Buna göre, “iki doÄŸru parçası veya iki sayı verildiÄŸinde, en küçüğünün her zaman en büyüğünü kapsayan bir tam katı vardır.”SIFIR RAKAMINI BULANLAR; .RAHMAGUPTA, HARÄ°ZMÄ°, FIBONACCI!Hintli matematikçi ve gökbilimci Brahmagupta (MÖ 598-670), Ä°ranlı E-Harizmi (M. 780-850), Ä°talyan matematikçi Leonardo Fibonacci (1170-1250):Rakam olarak “sıfır”ın tarihi çok çok eski. Eski Mısır’da kullanılıyordu ama rakam olarak deÄŸil, sembol olarak. Babil’de, sıfır iki paralel çizgi olarak gösteriliyor ve sembol olarak; eski Yunan’da da sembol ya da harf olarak kullanılmıştı. Brahmagupta, sıfırı rakam ya da sayı olarak kullanan ilk biliminsanı. Ä°lk yazılı kaynak, onun MS 632’de yayımladığı düşünülen Siddhanta adlı kitabı. Yine de sıfırın rakam olarak kullanımı hızlı yaygınlaÅŸmadı. Yüzyıl sonra Arapçaya çevrilecek ve Arap biliminsanlarını etkileyecekti. El-Hârizmî, BaÄŸdat’ta Beyt’ül-Hikme (Bilgelik Evi) Kütüphanesi’nde Brahmagupta’nın yazılarını çevirerek sıfırın rakam olarak kullanılmasını Ä°slam dünyasına tanıtmıştı. Hârizmî, aynı zamanda sıfır ve diÄŸer dokuz rakam ile aritmetik iÅŸlemlerin nasıl yapılacağını adım adım gösteren çalışmalar da yapmıştı. Fibonacci ise rakam olarak sıfırı Avrupalılara tanıtan biliminsanı. Tunus’ta Müslümanların sıfırı rakam olarak kullanarak çok daha kullanışlı bir hesap sistemi geliÅŸtirmiÅŸ olduklarını görüp, Hârizmî’yi inceleyerek, MS 1202’de, Liber Abaci (Hesaplama Kitabı) adlı ünlü çalışmasını hazırladı. Sıfırın rakam olarak kullanılması ve Fibonacci’nin saÄŸladığı yeni ondalık hesaplama sistemi Batı dünyasında tepkiyle karşılanıp hatta kullanımı yasaklandıysa da tüccarların baskısıyla yasak kalktı ve sıfırın rakam olarak kullanımı hızla yaygınlaÅŸtı.DÃœNYANIN YAÅžINI BULAN PATTERSON!Amerikalı jeokimyacı Clair Cameron Patterson: Dünya’nın yaşını hesaplama çalışmalarına Chicago Ãœniversitesi’nde doktora yaparken baÅŸlamıştı. Bu konuya kafa yoran ilk kiÅŸi Patterson deÄŸildi. Bilinen en eski hesaplama Ä°rlandalı baÅŸpiskopos James Ussher’a aitti. Ä°ncil’den yola çıkan Ussher Dünya’nın doÄŸum günü olarak MÖ 23 Ekim 4004’ü belirlemiÅŸti. Astronom Johannes Kepler, Dünya’nın yaşını 3992 yıl olarak hesapladı. Ä°ranlı El-Bîrûnî, karada fosillerin bulunmasından yola çıkarak bir hesaplama yapmaya çalışmıştı. 1770’lerde Ä°skoçyalı kimyacı James Hutton yerkabuÄŸundaki deÄŸiÅŸimlerle ilgili ilk jeolojik çalışmaları yaptı. 1862’de Ä°skoç fizikçi Lord Kelvin, Dünya’nın yaşının, yaklaşık olarak, Güneş’in yaşına eÅŸit olması gerektiÄŸini düşünerek 98 milyon yıl rakamına ulaÅŸtı. Sonra bunu 40 milyon yıl olarak düzeltti. 1890’larda yerin mineral ve kayaçlarında (mineral, taÅŸ karışımı yoÄŸun tortular) radyoaktif elementlerin keÅŸfedilmesiyle her ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirdi.1905’te Ä°ngiliz nükleer fizikçi Ernest Rutherford, ABD, Glastonbury’de bir mineralin ilk radyometrik oluÅŸum tarihini belirledi: Yaklaşık 500 milyon yıl. 1946’da Ä°ngiliz jeolog Arthur Holmes, Grönland’da kurÅŸun içeren kayaçlarda ölçümler yaptı ve 3,015 milyar yıl dedi. Bilimsel olarak son noktayı ise 1953’te Amerikalı jeokimyacı Clair Patterson koydu. Arizona’daki Canyon Diablo göktaşındaki kurÅŸunlu minerallerin radyometrik tarihini 4,51 milyar yıl olarak hesapladı. YerkabuÄŸundaki granit kayaçların 4,56 milyar yıllık radyometrik yaşıyla karşılaÅŸtırarak Dünya’nın 4,55 milyar yaşında olduÄŸunu belirledi. Bugün bilim dünyasının kabul ettiÄŸi rakam da bu.ENERJÄ°NÄ°N KORUNUMU YASASINI BULAN JOULE!Ä°ngiliz fizikçi James Prescott Joule: Döneminin iyi öğretmenlerinden ve kimyacı John Dalton gibi biliminsanlarından, evde eÄŸitim aldı. Elektrik ve babasının bira fabrikasındaki buhar makineleri erken yaÅŸlardan itibaren ilgisini çekti. Evde deneyler yapmaya baÅŸladı. 19 yaşında elektromanyetik bir motor icat etti. Mekanik hareketi ısıya dönüştürmeye çalıştı. Joule’den önce Fransız mühendis Sadi Carnot (17961831) enerji-ısı-iÅŸ iliÅŸkisini araÅŸtırmaya baÅŸlamış, buhar makinesinin iÅŸ verimini hesaplamaya çalışmıştı. 1841’de Alman fizikçi Julius Robert von Mayer, havayı sıkıştırarak sıcaklık elde etmiÅŸ, enerjinin ısıya, ısının da kinetik enerjiye dönüştürülebileceÄŸini göstermiÅŸti. 1843’te Joule, suda, baÅŸka bir mıknatısın kutupları arasındaki küçük elektromıknatısı döndürerek suyu ısıttı ve ısıyı ölçerek, belli bir iÅŸin yaratacağı ısıyı hesapladı. Bir elektrik devresinde, harcanan enerjiyle oluÅŸan ısının eÅŸit olduÄŸunu gösterdi. Isı ve enerjinin tek ve aynı ÅŸey olduÄŸunu ve her ikisinin de birbirine dönüşebileceÄŸini açıklayan termodinamiÄŸin birinci yasasını belirledi. 1852’de Ä°skoç fizikçi Lord Kelvin’le (1824-1907) gaz ve sıvıların dar bir vanadan geçtikten sonra soÄŸumasını ve geniÅŸlemesini tanımladılar. “Joule-Thomson Etkisi” olarak tanınan bu buluÅŸ, buzdolabı ve klimanın temel çalışma ilkesi oldu.DNA ONARIMINI BULAN SANCAR!Türk biyokimyager Aziz Sancar: Ä°stanbul Ãœniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1969’da birincilikle tamamladı. Bursla önce Johns Hopkins Ãœniversitesi’ne, ardından Texas Ãœniversitesi’ne gitti. Doktora danışmanı Claud S. Rupert’in laboratuvarına katılarak, daha sonra yıllarını vereceÄŸi, “DNA onarımı” konusunda çalışmaya baÅŸladı. Danışmanı Claud S. Rupert’in 1958’de fark ettiÄŸi ama bütün çabasına raÄŸmen deneyimleyemediÄŸi fotoliyaz (photolyase) enzimini, kendi bulduÄŸu “Büyük Hücre” (Maxicell) sistemiyle çözümlemeyi baÅŸardı. GüneÅŸ ışığındaki mor ötesi ışınların DNA molekülüne verdiÄŸi zararları onaran, pek çok canlının geliÅŸmesi ve hayatlarını devam ettirmesinde büyük rol oynayan bu enzim, bakterilerde, bitkilerde ve birçok memeli de bulunmasına raÄŸmen insanda bulunmuyordu. BaÅŸta kanser olmak üzere birçok hastalığa karşı mücadelede çok önemli bir yeri olan bu enzimi insana kazandırmak isteyen Sancar, yıllarca üzerinde çalışarak, enzimin genini kodladı ve genin yaptığı DNA onarıcı unsurları ayrıştırmayı baÅŸardı. Bilim dünyasının “Sancar Enzimi” diye adlandıracağı bu buluÅŸunu, kendisi gibi biyokimya profesörü olan eÅŸine, “Şimdiye kadar tek Allah’ın bildiÄŸi önemli bir ÅŸeyi, bütün dünyada, ÅŸimdi ben de biliyorum,” diyerek açıkladı. DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve biyolojik saat üzerine 415 bilimsel makalesi ve 33 kitabı bulunuyor. 2015 yılında kazandığı Nobel Kimya Ödülü’nü, “Beni ödüle götüren Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı eÄŸitim devrimidir. Dolayısıyla bu ödülün sahibi Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Anıtkabir Müzesi’dir,” diyerek ödül, madalya ve sertifikasını Anıtkabir’e teslim etti. /Archive/2020/12/29/170547558-ic7.jpgSCHWEPPES’İ BULAN SCHWEPPE!Ä°sviçreli Johann Jacop Schweppe: Bilime amatörce bir ilgi duyan Schweppe, zamanının önde gelen kimyacılarının çalışmalarını yakından izliyordu. Bunlar arasında, Ä°ngiliz kimyacı Joseph Priestley’nin 1772’de yayımladığı kitabı Directions for Impregnating Water with Fixed Air (Sabit Havayla Su Emdirme Talimatı) çok ilgisini çekti. Priestley, Leeds’te vaizlik yaptığı günlerin birinde evine yakın bir bira fabrikasını ziyaret etmiÅŸ, burada mayalama teknesinin üzerinde oluÅŸan karbondioksit tabakasıyla çok yakından ilgilenmiÅŸti. Bir mumu tekneye yaklaÅŸtırdığında mumun söndüğünü, ayrıca karbondioksit tabakasının normal havadan daha yoÄŸun olduÄŸu için, teknenin kenarından dibe doÄŸru aktığını fark etmiÅŸti. Bundan yola çıkarak karbondioksiti soÄŸuk havada çözündürme, bir kaptan diÄŸerine dökme deneyleri yaptığında, karbondioksit balonlarıyla doyurulmuÅŸ suyun hoÅŸ, deÄŸiÅŸik bir ekÅŸiliÄŸi olduÄŸunu fark etti. Priestley’nin bir noktaya kadar getirdiÄŸi suyun karbondioksitlenmesi denemeleri Schweppe’in çok ilgisini çekti. 1780’lerde kuyumculuk iÅŸini bırakıp Priestley’nin yolunu izlemeye baÅŸladı. Suyu karbondioksitlendirmek için dönemin çok ilerisinde sistem geliÅŸtirdi. 1783’te Cenevre’de ilk fabrikasını kurarak “Schweppes” adıyla tanınacak olan gazlı içeceÄŸi üretmeye baÅŸladı.BEHÇET HASTALIÄžINI BULAN BEHÇET!Türk cilt doktoru Hulusi Behçet: Gülhane Askerî Tıp Akademisi Cildiye Bölümü’nde birçok deÄŸerli doktorun asistanlığını yaptı. Özellikle frengi araÅŸtırmaları yapan EÅŸref RuÅŸen’le çalıştı. Cildiye ve mikrobiyoloji kliniklerinin ÅŸefliÄŸini yürüttü. 1918’de Macaristan ve Alm anya’ya giderek çeÅŸitli hastanelerde araÅŸtırmalar yaptı. 1924’te Hasköy Zührevi Hastalıklar Hastanesi’nin baÅŸhekimliÄŸini üstlendi. Burada bir hastanın, göz kanlanması, ağızda yinelenen aftlar ve ciltte yara belirtileriyle kendisine baÅŸvurması üzerine, daha sonra kendi adıyla anılacak cilt hastalığı üzerinde çalışmaya baÅŸladı. Hasta gözünü kaybedince, Viyana’ya giden Behçet Hulusi, burada Viyanalı uzmanlarla bulguları deÄŸerlendirdi. Viyanalı doktorlar hastalık bulgularını, baÅŸka bir hastalığın yan etkisi olarak görürken Hulusi Behçet aynı kanıda deÄŸildi. 1930’da, ağız bölgesinde ve cinsel bölgede yaralar ve bir gözünde kanlanma olan baÅŸka bir hasta üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Hastada tüberküloz, mantar, frengi ya da baÅŸka bir etken aradı ama bulamadı. 1936’da bir baÅŸka hasta aynı belirtilerle ona baÅŸvurunca, o yıllarda Türkiye’de görevli Çek kökenli Alman mikrobiyoloji ve asalaklar uzmanı Hugo Braun’ın yardımıyla virüs araÅŸtırmasına baÅŸladı. Elde ettiÄŸi bulguları 1937’de, dönemin en önemli dermatoloji dergilerinden biri olan Dermatologische Wochenschrift’de yazdı ve aynı yıl Paris’te dermatoloji toplantısında sundu. 1947’de Cenevre’de toplanan Uluslararası Tıp Kongresi’nde, hastalığın bir virüsten kaynaklandığını bulgularıyla ortaya koydu. Kongre, Hulusi Behçet’in görüşlerini onaylayarak hastalığa onun adını verdi.DÄ°KÄ°Åž MAKÄ°NESÄ°NÄ° BULAN HOWE!ABD’li makine tamircisi Elias Howe: Erken yaÅŸlarda mekanik alanında, özellikle tekstil makinelerinin tamirinde kendini yetiÅŸtirdi. Elias Howe, dikiÅŸ makinesi üzerine düşünen ilk kiÅŸi deÄŸildi. Avusturyalı terzi Josef Madersperger bir dizi makine için 1814’te patent almış ama bunların üretimini gerçekleÅŸtirememiÅŸti. 1830’da Fransız Barthélemy Thimonnier, nakış makinesini basit bir dikiÅŸ makinesine çevirerek ordu üniformalarını dikmeye baÅŸlamıştı. El dikiÅŸi iÅŸlerini kaybedeceklerinden korkan terziler atölyeye saldırıp makineleri parçaladı. Canını zor kurtaran Thimonnier, Ä°ngiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştı. Amerika’da Walter Hunt, 1833 yılında, çift dikiÅŸ yapan bir makine yaptı; ama bazı mekanizma sorunlarını gideremediÄŸi için baÅŸarısız oldu. Elias Howe, tamir iÅŸlerine devam ederken... kendisine tamir için tekstil makineleri getiren müşterilerinin konuÅŸmaları dikkatini çekti. Müşteriler kendi aralarında, kim iyi bir dikiÅŸ makinesi yaparsa çok zengin olacağından söz ediyorlardı. Mekanik becerisine güvenen Howe, böyle bir makine yapabileceÄŸini düşündü ve çalışmaya baÅŸladı. 1846’da bugünkü anlamda ilk dikiÅŸ makinesini yapmayı baÅŸardı. Ama makineye yatırım yapacak kimseyi bulamadı. Kendi atölyesinde yaptığı birkaç makineyi Ä°ngiltere’ye götürüp çok ucuza satmak zorunda kaldı. Amerika’ya döndüğünde Isaac Singer’in (daha sonra dikiÅŸ makinesi devi olacak) kendi makinesini kopya ederek satmaya baÅŸladığını öğrenince dava açtı. Uzun bir dava sürecinin sonunda 1954’te davayı kazanan Howe, patent kiralama ücreti almaya baÅŸlayarak maddi açıdan biraz olsun rahatladı. /Archive/2020/12/29/170556902-ic8.jpgBUZDOLABINI BULAN LINDE!Alman tasarımcı, makine mühendisi ve iÅŸinsanı Carl von Linde: 1872’de tasarımcı makine profesörü oldu ve Almanya’da ilk mühendislik laboratuvarının kurulmasına öncülük etti. Bu laboratuvarda, kendisinden önce yapılmış buluÅŸlardan da yararlanarak havanın sıkıştırılması ve ayrılması konusunda deneyler yapmaya baÅŸladı. Linde’den önce, 1775’te, Ä°skoç kimyacı William Cullen (1710-1790) basınç altında nitrik eteri buharlaÅŸtırarak çeÅŸitli derecelerde dondurmayı baÅŸarmıştı. ABD’li fizikçi Jacob Perkins de (1766-1849), Cullen’ın çalışmalarından yararlanarak 1831’de su borulu kazanı, 1834’te ise modern buzdolabının ilk prototipini yapmıştı. Ama Perkins’in buluÅŸundan sonra soÄŸutma sistemleriyle ilgili geliÅŸmeler, bugünkü buzdolabına doÄŸru deÄŸil de endüstriyel soÄŸutmaya doÄŸru evrildi. Linde, araÅŸtırmalarını gazların soÄŸutulması alanında yoÄŸunlaÅŸtırırken havanın sıvılaÅŸtırılması deneylerinde Joule-Thomson ikilisinin bulduÄŸu gazların, “sıcaklık deÄŸiÅŸiminde hacimlerinin artması veya azalması” özelliÄŸinden yararlandı.Sıkıştırıp genleÅŸtirerek soÄŸuttuÄŸu bir gazı, bir baÅŸka gazın sıcaklığının düşürülmesinde kullandı. Bu ikinci gazı sıkıştırıp genleÅŸtirerek daha düşük sıcaklıklara inmeyi, bu kademeli soÄŸutma tekniÄŸiyle havayı sıvılaÅŸtırmayı, daha sonra sıvı havayı yeniden gaza dönüştürmeyi kapalı sistem borular içinde yaparak buzdolabının içini soÄŸutmayı baÅŸardı. Bu yöntemle daha önce yapılmış soÄŸutma makinelerinin teknik yetersizliklerini aÅŸarak, 1874’te metil eterle, 1876’da ise sıkıştırılmış amonyakla çalışan buzdolabını yaptı. 1879’da üniversiteden ayrılıp kendi fabrikasını kurdu ve buluÅŸunu üretmeye baÅŸladı.PÄ°YANOYU BULAN CRISTOFORI!Ä°talyan, klavyeli enstrüman üreticisi Bartolomeo Cristofori: Büyük keman yapımcısı Nicola Amati’ye çıraklık etti. Enstrüman yapımında ustalaÅŸması, özellikle klavsenlerde yaptığı iyileÅŸtirmeler dikkati çekince Prens Ferdinando de Medici tarafından iÅŸe alındı. Prens tam bir müzik âşığıydı ve Cristofori’yi koruması altına alarak ona bir atölye kurulmasını saÄŸladı. Floransa’ya taşınan Cristofori, prensin enstrümanlarıyla ilgilendi, eski klavsenler üzerinde iyileÅŸtirmeler yaptı. Bu arada iki yeni klavye enstrümanı, spinettone’yi ve cembalo’yu (klavsen) geliÅŸtirdi. 1709’da, Fransız klavsen yapımcısı Jean Marius ve Alman müzikçi Christoph Gottlieb Schröter tarafından yeni geliÅŸtirilen çekiç düzeneÄŸini klavsene uygulayan Bartolomeo Cristofori, piyanoyu yaptı. Yeni bir enstrüman olarak ortaya çıkan piyano düzeneÄŸinde küçük çekiçler, o çekiçleri harekete geçiren kaldıraçlar ve tellerin titremesini durduran susturucu çuha bölümleri bulunuyordu. Piyano da aslında klavyeli bir çalgıydı ama ses renkleri ve çalış tekniklerinde farklılıklar vardı. Klavsende teller bir mızrapla titretilirken piyanoda çekiçle vuruÅŸ esastı. Hem hafif hem de yüksek ses elde edilebilen bu yeni enstrümana Ä°talyanca “hafif ve kuvvetli” anlamına gelen piano e forte dendi. Cristofori’nin toplam ne kadar piyano yaptığı bilinmese de, yaptığı üç piyano günümüze kadar geldi.YAPIÅžKAN BANDI BULAN DREW!Amerikalı laboratuvar teknisyeni Richard Gurley Drew: 1921’de laboratuvar teknisyeni olarak iÅŸe alındığında, 3M Åžirketi Amerika’nın orta büyüklükte bir zımpara kâğıdı üreticisiydi. Richard Drew, iÅŸi gereÄŸi zaman zaman araba boyama fabrikalarına uÄŸruyor, arabaların boyanması sırasında yaÅŸanan güçlükleri yerinde görüyordu. Sık yaÅŸanan sorunların başında, iki renge boyanacak arabalarda, renklerin ve tonların birbirine karışması geliyordu. Drew, çalışmaya baÅŸladı. Öyle bir kapatıcı malzeme üretmeliydi ki, zemine yeteri kadar yapışmalı, çekildiÄŸinde de zemine zarar vermeden kolayca sökülmeliydi. Tutkalın yapışma gücü ve destek kâğıdının dayanıklılık ve geniÅŸliÄŸiyle oynayarak denemelere baÅŸladı. 1923’te geliÅŸtirdiÄŸi ilk maskeleme bandı daha iÅŸ tamamlanmadan arabanın üstünden sıyrılıp düşünce, sinirlenen ustalardan biri, Drew’a, “Bu bandı senin scotch patronlarına geri götür ve daha fazla yapışkan sürmelerini söyle!” diye çıkıştı. Buradaki gibi hakaret amaçlı kullanıldığında “pinti” anlamına gelen scotch’ı, Drew daha sonra yapışkan bantların marka adı olarak kullanacaktı. En son geliÅŸtirdiÄŸi yapışkanlı kapama bandı, 1925’te piyasaya sunulduÄŸunda kuÅŸkuyla karşılandı. Ama saÄŸladığı kolaylıklar hemen fark edildi ve boyama fabrikaları arka arkaya sipariÅŸ vermeye baÅŸladı. Drew, denemelerini sürdürerek, 1930’da ev ve çalışma ofislerimizin vazgeçilmezleri arasına giren ÅŸeffaf selüloz bandı da buldu. Gamze Akdemir

Read more: https://www.turkish-media.com/forum/topic/654704-100-bulus-100-oyku/
TNA