Sesin sessizliğindeki anlatıcı... Feridun Andaç'ın yazısı...
İyi bir anlatı sizi bir sesten diğer seslere taşır. İyi anlatıcı ise her şeyi gören, hissedendir. Ferit Edgü’nün kurmaca anlatılarını bir bütünün parçaları olarak düşündüğünüzde dilin ahengini, insanın seslerini, zamanın ruhunu, kurgunun biçimlerini görürsünüz.
/Archive/2021/2/19/000538608-kapakic2.jpg“Koridorun ucundaki ışığı görüyor musun?Tabii görüyorum.Öyleyse niçin yazmıyorsun?â€â€œIşıkâ€/Do Sesi, Ferit EdgüO, insansız hiçbir ÅŸey olmaz diyendir. Onun/anlatısının var olduÄŸu dünya, hayata ve hayatına dair her ÅŸey anlatısının dokusunu var eder.Ä°ster en son (Giden Bir Kedinin Ardından, 2012), ister ilk (Kaçkınlar, 1959) anlatıları olsun, burada karşımıza çıkan en temel gerçeklik ÅŸu: Dil kaygısı güden bir anlatıcının sesinin nasıl olabileceÄŸidir.“Gittim adamın kalktığı yere oturdum. Sıcaklığını duydum. Başını çevirdi. Sonra baktı. Gözlerimin içine baktı. Güleçti yüzü. Bir anda ısınıverdim. (“Kaçkınâ€, 1959)Anlatısının baÅŸlangıcına döndüğümüzde gözlediÄŸimiz, onu bugüne taşıyan dil kaygısı her dem baÅŸat öğe olmuÅŸtur. YaÅŸantı zenginliÄŸinin arayışına deÄŸil, insanın yeryüzündeki konaklanışına dönerek o dilin nasıl kurulabildiÄŸini öne çıkarmıştır. DeneyimlediÄŸi hayat ise iÅŸte bunun filizlerinden yazısının/anlatısının rengini oluÅŸturur.DOÄžU, ANLATISININ NÄ°RENGÄ° NOKTASI!Onun DoÄŸu’ya dönük yüzünde de insanın binbir rengi vardı. Hakkari bir sürgün yurduydu. Orada geçen bir mevsimlik ömrü Edgü’nün yazın evreninde kendi dilini, benliÄŸini bulmasında oldukça önemli izler bırakmıştır.Önce, Kimse (Ocak 1976) ile arayışının sesini getirmiÅŸti bize. DaÄŸ başındaki Pirkanis’ten yansıyan bir sesti anlatılan. Acı ve hüzün dolu insan-köy gerçeÄŸine hem içeriden hem de dışarıdan bakabilen deneysel bir anlatıydı bu.Ä°nsanın insanla, doÄŸayla, benliÄŸiyle serüveninin tanıklığına götürüyordu bizi. Bir de yazmak eyleminin tanıklığı... Hatta, bu sancılı debeleniÅŸin uçlandığı noktalar yansıyordu anlatılarına. Anlatılan ya da anlatılacak olan her öyküde bir arayışın, sorgulayışın sürükleniÅŸi de vardı.Yazan, anlatanla (birinci ses); dinleyen, soran, sorgulayanın (ikinci ses) git-gelinde yaÅŸanılanlar... Edgü’nün bu sürgünlüğünün tanıklığında kaçış izleklerini, savruluÅŸları, geriye dönüşleri, yalnızlığın burgacındaki çözülmeleri; köy/kır/insan gerçeÄŸiyle yüz göz oluÅŸun izlenimlerini buluyoruz.Edgü, ne yana bakıyorsa, kendi ışığını düşürüyor önce. Felsefi bir söylemi var. DoÄŸu bilgilerine özgü bir söyleyiÅŸ; anlayan, anlamlandıran; tüm bunları yazıya dönüştüren bir bakış. Tüm bunların ardında DoÄŸu’ya, kırsal kesim gerçeÄŸine, insan(ın)a bakışı deÄŸiÅŸtiren bir yan var. Batı’yı bilen, Batı’da yaÅŸayan bir aydının/yazarın getirdiÄŸi yepyeni bir bakıştır bu. Çekincesizce bunu ortaya koyuyor, Edgü.Hakkari’de Bir Mevsim’e (Åžubat 1977) kapı aralayan bu anlatı Edgü’nün insana/hayata bir kazıbilimci, bir simyacı gibi baktığının göstergesiydi, bence. Hakkari’de Bir Mevsim’i, Göksun ile Andırın arasındaki bir daÄŸ köyünde, günlerce kar altında kaldığımız bir gece, içinde meÅŸe ve ardıç odunlarının yandığı soba başında, derin yürek burkulmalarıyla okumuÅŸtum.Ä°ki adım ötemde yaÅŸanılan gerçeklere dönüp bakabilmemde; bu tembel, fesat, bencil insanlara inancımı yitirdiÄŸim bir anda; “durâ€, demiÅŸti Edgü; “tanı, anla ve iletiÅŸim kurmayı deneâ€, sen bunu beklersen kaybedersin/yanılırsın... “onların dilinden konuÅŸmayı deneâ€...Sonra, Yaban’ı (Yakup Kadri) okumaya çalışmıştım. Aydının “yüzyıllık yabancılıkâ€Ä±nın nedenlerini sorgulamaya götürüyordu Yakup Kadri de Edgü gibi.Tatar Çölü’nü (Dino Buzzati), Zamanımızın Bir Kahramanı’nı (Lermontov), Dalyan’ı (Güven Turan) okuduÄŸum günlerde Kimse’nin ve Hakkari’de Bir Mevsim’in izleÄŸinde gitmiÅŸtim. “Bütün kazazedelere, sürgünlere önerilecek taÅŸ basması el kitabıâ€, diyordu içimdeki ses. Ä°nsan kokusunu duyumsatan bir yan vardı Edgü’nün anlattıklarında.Sonra... Kitaplar kitapları izledi; Bir Gemide (1978), Çığlık (1982). Araya denemeler girdi: Ders Notları (1978), Yazmak Eylemi (1980), Åžimdi Saat Kaç (1986)... Bu kez, Edgü’nün yazın evreninin sırlı bir yanını ortaya çıkaran bir baÅŸka anlatısı karşılıyordu bizi: Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı (1988).Edgü’nün yazınsal söyleminin öylesine yalın, ustaca; öylesine insanca bir bakış üzerine kuruluÅŸuna ÅŸaÅŸmadım. Sizi alıp götüren, yaÅŸatan, insansal olanları duyumsatan bir yan vardı. “Çakır’ın Öyküsüâ€nü soluÄŸunuzu tutarak, sözcüklerin tınısını duyarak okuyordunuz./Archive/2021/2/19/000556280-ic1.jpgDOÄžU GÄ°ZEMÄ°NE DÖNÜŞDoÄŸu Öyküleri (*) yukarıda imlediÄŸim açılımı kapsayan öykülerden oluÅŸuyor. Hem biçimde, hem söyleyiÅŸte, hem de anlatıların dilsel örüntüsünde olabildiÄŸince yalınlık var. Edgü’ye yakıştırdığımız kazıbilimci nitelemesinin onun söz ve anlatı dünyası için ne denli geçerli olduÄŸunu bu anlatılarında daha iyi görebiliyoruz.Onun 1964’teki sürgünlük yurdundan çıkıp gelen bu öykülerin izleklerine, kiÅŸilerine, dünyalarına önceki uzun anlatılarında rastlamıştık. Genel çevreyi, mekân-kiÅŸi belirlemelerini, izleksel yapıyı biçimleyen öykülemeyi, gerçekliklerin yansıtılma durumlarını deÄŸiÅŸken bir yapı üzerine kuruyor, Edgü.Yazarın dilsel tutumundan yola çıkarak, bu gerçeklerle kurulan dünyanın yazınsal düzlemdeki “sahiâ€liÄŸine uzanan eksene baktığımızda; DoÄŸu Öyküleri öykücülüğümüze yepyeni bir söyleyiÅŸi/bakışı getirdiÄŸini söyleyebiliriz.Öykülerin dünyasına girdiÄŸinizde; adeta siz de soluk alır, siz de yaÅŸarsınız anlatılanlarda. Ä°nsan kokusunu hissetmek, insan sesini duymak, insanın hayata bilgece bakışının yurdunu tanımak istediÄŸinizde açıp okuyabileceÄŸiniz öykülerdir bunların her biri.YAZININ/KURMACANIN GERÇEKLİĞİEdgü, anlatısını; anlatıcının yaÅŸadıklarına, tanıklıklarına dayandırarak; Ä°nsana/yaÅŸama dair gerçeklikleri yazının gerçeÄŸinde yeniden kurar. Bunu, anlatının açılımsal boyutlarıyla, “sınırlı ve bireysel†durumlardan yola çıkarak yansıtır.Onun her bir öyküsünde “İnsanlığın özüne†dönük bir serüvenin, tanıklığın, ‘an’ın, ‘durum’un yankılarını buluruz. DoÄŸu Öyküleri, bu anlamda, bize kuÅŸatıcı bir evreni sunuyor. Sözü edilenlerin ardındaki ‘sır’lananlara dönük bir yolculuÄŸa çıkarsınız. Edgü’nün bu tanıklığı, yazının kurtarıcı iÅŸlevini bir kez daha sorgulamamızı da gündeme getirir.Edgü, Kaçkınlar’ın (1959) ikinci basımının (1987) “Sonsözâ€Ã¼nde ÅŸunları söylüyordu:“Bizler, 1950’lerde yazmaya baÅŸlayanların önemli bir çoÄŸunluÄŸu, bireyselliÄŸimizi/kiÅŸiliÄŸimizi üslupta da aradık. Ãœslubun yaÅŸla, yazarlık deneyimleriyle geleceÄŸini düşünmeden. Oysa yaÅŸamı keÅŸfetmek istiyorduk bizler. İçinde yaÅŸadığımız toplumsal baskıların, vurdum duymazlığın ötesindeki yaÅŸamı. Gerçek (dediÄŸimiz) yaÅŸamı.â€Evet, onun DoÄŸu Öyküleri’yle geldiÄŸi yer; o gerçek dediÄŸi yaÅŸamın/yazının tanıklığıdır. Edgü’nün bu süreçte önemli bir yolu katettiÄŸini söylemek istiyorum. O, bizi, büyülü/sırlı bir dünyaya “hoÅŸ vakit geçirmek†için götürmüyor. Ä°nsanın gerçeÄŸini, insana, yazının gerçeÄŸiyle kurarak anlatıyor.“Bellekte oluÅŸur yazarın yansıttığı gerçeklik, unutma.Unutmadım.†(Ders Notları) sözüne her dem sadık kaldığının bir niÅŸanesidir DoÄŸu Öyküleri.(*) DoÄŸu Öyküleri / Ferit Edgü / 1995 / Yapı Kredi Yay. / 69 s.; yeni basım: 2018 / Alfa Yay. / 93 s.
Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki
Read more:
https://www.turkish-media.com/forum/topic/665821-sesin-sessizligindeki-anlatici-feridun-andacin-yazisi/