'Kadın Yok Savaşın Yüzünde'
Kadın Yok Savaşın Yüzünde, 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in, II. Dünya Savaşı’nın kadınlar ‘cephesinde’ nasıl yaşandığını belgeleyen güçlü bir sözlü tarih çalışması. Tarihin gelmiş geçmiş en kanlı savaşını vererek faşizmin yenilgiye uğratılmasında büyük pay sahibi olan ve bu uğurda en az yirmi milyon insanını kaybeden SSCB’de kadınların - kadın piyadelerin, sıhhiyecilerin, keskin nişancıların, çamaşırcıların, kadın cerrahların, pilotların, keşif erlerinin, partizanların - Nazi işgaline karşı nasıl bir mücadele verdiklerini, böylesi bir savaşta kadın olmanın zorluklarını nasıl deneyimlediklerini Sovyet ülkesinin dört bir yanından bir araya getirdiği tanıklıklarla belgeliyor Aleksiyeviç.
/Archive/2021/3/7/221046606-1-.jpgGünay Çetao Kızılırmak’ın dilimize çevirdiÄŸi, Kafka Kitap tarafından yayımlanan Kadın Yok Savaşın Yüzünde, 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in, II. Dünya Savaşı’nın kadınlar ‘cephesinde’ nasıl yaÅŸandığını belgeleyen güçlü bir sözlü tarih çalışması. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı seslerin duyulduÄŸu bir kolaja dönüştüren özgün bir dokümanter tarzıyla yazıyor. Tarihin gelmiÅŸ geçmiÅŸ en kanlı savaşını vererek faÅŸizmin yenilgiye uÄŸratılmasında büyük pay sahibi olan ve bu uÄŸurda en az yirmi milyon insanını kaybeden SSCB’de kadınların - kadın piyadelerin, sıhhiyecilerin, keskin niÅŸancıların, çamaşırcıların, kadın cerrahların, pilotların, keÅŸif erlerinin, partizanların - Nazi iÅŸgaline karşı nasıl bir mücadele verdiklerini, böylesi bir savaÅŸta kadın olmanın zorluklarını nasıl deneyimlediklerini Sovyet ülkesinin dört bir yanından bir araya getirdiÄŸi tanıklıklarla belgeliyor.NEDÄ°R ASLIMIZ?“Bugün birçok kiÅŸi, özellikle de gençler Hitler’i tek başına Amerika’nın yendiÄŸini zannediyor. Sovyet insanlarının zafer için ödediÄŸi bedel - dört yıl içinde yirmi milyon insan hayatı - pek az biliniyor.†diyen Vasilyeviç; kitabı yazmasının asıl nedenini, “Nedir bizim aslımız, neden yapılmışız, hangi maddeden? Ne derece saÄŸlam bir madde bu, anlamak istiyorum.†sözleriyle açıklıyor.“Kadınlar tarihte ilk ne zaman orduya katıldı?†sorusunun yanıtıyla baÅŸlıyor okuma. Öğreniyoruz ki; milattan önce IV. yüzyılda Atina ve Sparta’da Yunan ordularında kadınlar da savaÅŸmış ve daha sonra Makedonyalı Ä°skender’in seferlerine katılmışlar.Rus tarihçi Nikolay Karamzin’in verdiÄŸi bilgilerde de ÅŸu saptamalar yer alıyor: “Slav kadınları, bazen babaları ve eÅŸleriyle savaÅŸa gider, ölüm korkusu nedir bilmezlerdi. SözgeliÅŸi, 626 yılı Konstantinopolis iÅŸgali sırasında Yunanlar, öldürülen Slavların arasında birçok kadın cesedine rastlamıştı. Analar çocuklarını savaşçı olmaya hazırlardı.â€YeniçaÄŸda ise ilk olarak Ä°ngiltere’de 1560-1650 yıllarında kadın askerlerin görev yaptığı hastaneler kurulmaya baÅŸlanıyor./Archive/2021/3/7/221117715-2-.jpgMÄ°LYONLARCA KADIN SAVAÅžTI, SAVAÅžIYOR!20’inci yüzyılda ne gibi geliÅŸmeler olduÄŸuna gelince; yüzyıl başında Birinci Dünya Savaşı’nda Ä°ngiltere’de kadınları Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne kabul etmeye baÅŸlıyor; 100 bin kiÅŸiden oluÅŸan Yardımcı Kraliyet Kolordusu ve Motorlu Taşıtlar Kadın Lejyonu kuruluyor. Rusya, Almanya ve Fransa’da da askeri hastane ve sıhhiye trenlerinde birçok kadın görev almaya baÅŸlıyor.Ä°kinci Dünya Savaşı’na gelindiÄŸinde kadınlar artık dünyanın birçok ülkesinde çeÅŸitli askeri birliklerde hizmet veriyor: Ä°ngiliz ordusunda 225 bin, Amerikan ordusunda 450-500 bin, Alman ordusunda 500 bin kadın yer alıyor. Sovyet Ordusu’nda bir milyon kadar kadın savaşıyor.“SavaÅŸa iliÅŸkin bir kitap daha… Peki ne için?†diye uzun süre bu kitapta tam olarak neyi anlatacağını sıklıkla sorgulamış Aleaksiyeviç. Sayısız savaÅŸ ve hepsi hakkında sayısız kitap yazılmıştır fakat... Fakat! Yazanlar ve hikâyelere konu olanlar hep erkeklerdir.Bir zamanlar bütünüyle erkeklere ait olan dünyada kendilerine yer edinip bu yeri sahiplenmesini bilen kadınların neden tarihlerine, kendi sözcüklerine, kendi duygularına sahip çıkamadığını, neden kendilerine inanmadıklarının ardını deÅŸiyor. Kadınların meçhul kalmış savaşını, o savaşın tarihini, kadınların hikâyesini. Ta cepheden, en içeriden yazmaya karar veriyor./Archive/2021/3/7/221141340-3-.jpgSAVAÅžI HEP ERKEK SESÄ°NDEN DÄ°NLEMİŞİZFark ediyor ki savaÅŸ hakkında bildiÄŸimiz her ÅŸeyi “erkek sesinden†dinlemiÅŸiz. Savaşın sadece kendisinin deÄŸil hepimizin meçhulü olduÄŸunu vurguluyor Aleksiyeviç. SavaÅŸa iliÅŸkin “erkek†tasavvurlarının ve “erkek†duyumlarının mahkûmu olmuÅŸuz. “Erkek†sözlerinin. Kadınlar mı? SusmuÅŸ(!).Diyor ki: “Benim dışımda kimseler meselâ ninemi konuÅŸturmamış. Annemi... Cepheyi görenler bile susuyor. Ezkaza hatıralarından söz açtılar diyelim, “kadınların†deÄŸil “erkeklerin†savaşını anlatıyorlar. Kanona uyuyorlar.â€(…)Yine diyor ki: “Bir aileyle görüşmüştüm… Karıkoca savaÅŸa katılmışlar. Cephede tanışıp evlenmiÅŸler: Düğünlerini siperde yapmışla muharebeden önce. Beyaz elbisesini Alman paraşütünden elleriyle dikmiÅŸ. Adam niÅŸancı, kadın karısı irtibat eriydi. Adam karısını derhal mutfaÄŸa yolladı, ‘Hadi bir ÅŸeyler hazırla bize,’ diyerek. Çay kaynamış, sandviçler hazırlanmıştı; fakat kadının oturmasıyla kocasının onu tekrar kaldırması bir oldu: ‘Çilek nerede? Yazlıktan getirdiÄŸimiz tatlı nerede?’ Israrlı ricalarım sonucunda, ‘Sana öğrettiÄŸim gibi anlat, aÄŸlamadan, öyle kadınsı ıvır zıvırlara girmeden: Güzel olmak istiyordum da, saçımı keserlerken aÄŸladıydım da…’ diyerek isteksizce verdi adam karısına yerini. Kadın bana sonradan fısıltıyla itiraf etti: ‘Bütün gece beni Büyük Anayurt Savaşı Tarihi kitabına çalıştırdı. Korktu benim adıma. Åžimdi de yanlış bir ÅŸey hatırlarım diye endiÅŸeleniyor. Lüzumsuz bir ÅŸey hatırlarım diye.’ Böyle durumlara bir kere deÄŸil, birçok evde rastladım. Evet, çok aÄŸlıyor, bağırıyor, ben gittikten sonra kalp ilaçları alıyor, ambulans çağırıyorlar. Yine de ‘Gel,’ diyorlar bana. ‘Muhakkak gel. O kadar uzun süre sustuk ki. Kırk yıl sustuk…’â€/Archive/2021/3/7/221204183-4-.jpg- Valentina Pavlovna, uçaksavar topçusu: “Duygularımı anlamanı istiyorum… Nefret etmezsen ateÅŸ edemezsin. SavaÅŸ bu, av deÄŸil. Politika derslerinde bize Ä°lya Ehrenburg’un “Öldür!†makalesini okuduklarını anımsıyorum. Yoluna kaç Alman çıktıysa o kadar Alman öldür. MeÅŸhur makale, herkes okurdu o zamanlar, ezberlenirdi. Beni çok etkilemiÅŸti, savaÅŸ boyunca bu makaleyi çantamda taşımıştım, bir de babamın vefat kâğıdını… AteÅŸ etmeli! Ä°ntikam almalıyım… Kısa süreli bir kursa gittim ateÅŸ etmeyi öğrendim. Böylece uçaksavar topçusu oldum. Beni Bin Üç Yüz Elli Yedinci Uçaksavar Alayına tayin ettiler. Ä°lk zamanlar burnumdan ve kulaklarımdan kan geliyor, midem feci ÅŸekilde bulanıyordu… Geceleri o kadar deÄŸil ama gündüzleri çok korkuyordum. SavaÅŸtan sakat döndüm. Sırtıma bir mermi parçası denk geldi. Küçük bir yaraydı ama uzaktaki bir kürtünün içine fırlattı beni. Beni sıhhiye köpekleri bulmuÅŸ. Çıkardılar beni, askeri pelerinin üzerine yatırdılar, gocuÄŸum olduÄŸu gibi kana batmış… Fakat kimse ayaklarımı fark etmemiş…Altı ay hastanede yattım. Bacağımı diz üzerinden kesmek istediler çünkü kangren baÅŸlamıştı. Sakat yaÅŸamak istemedim. Ne diye yaÅŸayayım? Kim ne yapsın beni? Ne babam var ne annem. Hayatta bir yük... Kendimi asmaya karar verdim… Hastabakıcıdan küçük havlumu büyüğüyle deÄŸiÅŸtirmesini rica ettim… Bacağımı kesmediler. Ä°ki ay sonra yürüyordum. Tabii koltuk deÄŸnekleriyle. Hastaneden sonra istirahat etmem gerektiÄŸini söylediler. Ne istirahatı? Nereye gideceÄŸim? Kime? BirliÄŸime, topumun başına döndüm. Partiye girdim orada. On dokuz yaşımda… Zafer Günü’nü DoÄŸu Prusya’da karşıladım. Biz on sekiz-yirmi yaÅŸlarımızda cepheye gittik, döndüğümüzde yaÅŸlarımız yirmi-yirmi dört arasındaydı. Ä°lkin sevindik, sonra korktuk: Sivil hayatta ne yapacağız? Barış koÅŸullarında yaÅŸama korkusu… Bu süre içinde kız arkadaÅŸlarımız enstitüler bitirmiÅŸti, ya biz? Hiçbir iÅŸten anlamayız, uzmanlığımız yok. Tek bildiÄŸimiz savaÅŸ, elimizden gelen tek ÅŸey savaÅŸmak. Bir an önce savaÅŸtan kurtulmak istiyorduk. Ä°lk kez elbise giydiÄŸimde gözyaÅŸlarına boÄŸuldum. Yaralandığımı, beyin sarsıntısı geçirdiÄŸimi kime söyleyebilirdim? Ä°stersen söyle, kim seni iÅŸe alır, kim seninle evlenir? Sesimizi çıkarmıyorduk. Cephede savaÅŸtığımızı kimseye itiraf etmiyorduk. Onun dışında, kendi aramızda baÄŸlantı halindeydik, yazışıyorduk. Sonradandır, otuz yıl sonradır bizi onurlandırmaya baÅŸlamaları… Etkinlik davetleri filan… Ä°lk zamanlar köşemize sinmiÅŸtik, niÅŸanlarımızı bile takmıyorduk. Erkekler takıyordu, kadınlar, hayır. Erkekler; galipler, kahramanlar, eÅŸ adayları, savaÅŸ onlarındı. Bizeyse tamamen farklı gözle bakılıyordu. Tamamen farklı… Şöyle söyleyeyim, zaferi bize yâr etmediler. Onu usulca sıradan kadın mutluluÄŸuyla takas ettiler. Zaferi bizimle bölüşmediler. Ve bu inciticiydi… Anlaşılmazdı… Çünkü cephede erkekler bize mükemmel davranıyorlardı, hep koruyup kollayarak; barış zamanında kadınlara böyle davrandıklarını görmedim. Ordu çekilirken istirahat etmek için çıplak toprağın üzerine uzanırdık, kendileri gömlekleriyle kalır bize kaputlarını verirlerdi. Son peksimetlerini bölüşürlerdi. SavaÅŸta iyilikten, yakınlıktan baÅŸka bir ÅŸey görmedik. Ya savaÅŸtan sonra? Ä°yisi mi susayım… Hiç söylemeyeyim… Bize acımanıza gerek yok. Biz gururluyuz. Ä°sterlerse tarihi on kere baÅŸtan yazsınlar. Stalin’le ya da Stalin’siz. Geriye kalacak olan ÅŸu: Biz kazandık! Ve bizim acılarımız. Bizim çektiklerimiz. Bunlar paçavra deÄŸil, kül deÄŸil. Bizim hayatımızdır. BaÅŸka sözüm yok…/Archive/2021/3/7/221230058-5-.jpgSAVAÅžIN DEĞİL DUYGULARIN TARÄ°HİÖncelediÄŸi savaÅŸ deÄŸil, savaÅŸtaki insan Aleksiyeviç’in. Savaşın tarihini deÄŸil, duyguların tarihini yazıyor. Ruhsal yaÅŸamın izini sürüyor, ruhun notlarını tutuyor Aleksiyeviç. Ruhun yolu onun için olayın kendisinden önemli.Onu heyecanlandırdığı kadar korkutan soruları var: Ä°nsan orada neler yaÅŸadı? Hayata ve ölüme ve elbet kendine dair neyi görüp anladı? Ne de olsa duyguların, ruhun tarihini yazıyor Aleksiyeviç en baÅŸta. Savaşın ya da devletin tarihini, kahramanların yaÅŸam öykülerini deÄŸil, sıradan yaÅŸamın içinden muazzam bir olayın epik derinliÄŸine iniyor. O, ‘büyük tarih’e fırlatılmış küçük insanın yaÅŸamını yazıyor.NEDEN ELLERÄ°NE SÄ°LAH ALDILAR?Åžunu soruyor: Bu kızlar nereden çıktılar? Neden bu kadar kalabalıktılar? Nasıl oldu da ellerine silah almaya cesaret ettiler? AteÅŸ etmeye, mayın döşemeye, patlatmaya, bombalamaya, öldürmeye…Aynı soruyu daha on dokuzuncu yüzyılda PuÅŸkin de, Napolyon ordularına karşı savaÅŸmış kadın süvari Nadejda Durova’nın notlarından bir parçayı Sovremennik Dergisi’nde yayımlarken sormuÅŸ:“Köklü bir asilzade soyuna mensup genç bir kızı baba evini terk, cinsiyetini inkâr edip, erkekleri bile korkutan iÅŸ ve vazifeleri üstlenmeye ve Napolyon’a karşı muharebelere - hem de ne muharebelere! - iÅŸtirak etmeye zorlayan sebepler acaba nelerdi? Neydi onu teÅŸvik eden? Gizli bir gönül yarası mı? Galeyana gelmiÅŸ muhayyilesi (hayal gücü) mi? DoÄŸuÅŸtan gelen dizginlenemez bir iptila (tutku) mı? AÅŸk mı yoksa?â€Evet ya, neydi? Yüz küsur yıl sonra yine aynı soruyu sormaktan mutlu deÄŸil ama soruyor Svetlana Aleksiyeviç.TRAVMATÄ°K ERÄ°L DÃœNYANIN DÄ°BÄ°!Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabında hayrete ÅŸayan mesleklere sahip pek çok kadınla tanışmış: Sıhhiyeci, keskin niÅŸancı, uçaksavar komutanı, istihkâmcı; oysa ÅŸimdi muhasebeci, laborant, rehber veya öğretmenler… Harikulade kadın anlatıcılara da rastlıyor öyle ki yaÅŸamlarının kimi sahneleri klasiklerin en iyi sayfalarıyla yarışabilir!“Erkek†deÄŸil “kadın†savaşına iliÅŸkin anlatıyı yakalamak için uzun, dolambaçlı yollardan gitmek gerektiÄŸini fark etmiÅŸ. Nasıl çekilmiÅŸler, cephenin hangi mıntıkasında nasıl taarruza geçmiÅŸler? gibi… Kadınlar da Aleksiyeviç’i dikkatlice almışlar dünyalarına. O eril dünyanın dibinde, savaşın ne kadar mahrem ve travmatik bir deneyim olduÄŸunu aldığı ÅŸu yanıtlarda daha iyi idrak etmiÅŸ yazar:/Archive/2021/3/7/221309073-7-.jpg- “SavaÅŸtan hemen sonra evlendim. Kocamın arkasına saklandım. Günlük hayatın, kundakların... Seve seve saklandım. Annem ‘Sus! Sus!! Bahsetme,’ derdi. Neticede vatani görevi- mi yerine getirdim ama yine de orada bulunmuÅŸ olmak beni üzüyor. Biliyor olmak… Sen daha küçücük kızsın. Sana kıyamıyorum…â€- Bir keresinde bir kadın (pilot) benimle buluÅŸmayı reddetmiÅŸti. Şöyle açıklamıştı telefonda itirazını: ‘Yapamam… Hatırlamak istemiyorum. SavaÅŸta üç yılım geçti… O üç yıl boyunca kendimi kadın gibi hissetmedim. Bünyem donup kaldı. Âdetten kesildim, kadınsı arzularımı neredeyse tümden yitirdim. Güzeldim oysa… Müstakbel eÅŸim bana evlenme teklif ettiÄŸinde… Sonradan yani, Berlin’de, Reichstag’ın önünde… Åžey demiÅŸti: ‘SavaÅŸ bitti. Åžanslıymışız, hayatta kaldık. Evlen benimle.’ AÄŸlamak istemiÅŸtim. Bağırmak. Vurmak ona! Ne evlenmesi? Åžimdi mi? Bütün bunların ortasında mı? Åžu kara isin, kara kara tuÄŸlaların ortasında… Baksana bana, ne haldeyim! Önce kadın kıl beni: Çiçek al, kur yap, güzel sözler söyle. Öyle istiyorum ki bunu! Öyle bekliyorum ki! Az kalsın vuracaktım ona… Vurmak istemiÅŸtim… Tek yanağı savaÅŸta yanmıştı, kıpkırmızıydı; nasıl baktıysam, anlamış içimden geçeni, o yanağından yaÅŸlar süzülüyor. Taze yaranın üstünden… Kendim de inanamadım söylediÄŸime: ‘Tamam,’ dedim, ‘evlenelim.’ Kusura bakmayın… Yapamam…’â€- “O zaman size her ÅŸeyi anlatamadım, devir baÅŸka devirdi. Birçok ÅŸeyi gizlemeye alışmıştık…â€. /Archive/2021/3/7/221332964-8-.jpg- “Hayır, hayır, yapamam. Oraya tekrar dönmek mi? Yapamam… Hâlâ savaÅŸ filmi izlemiyorum ben. O zamanlar küçük bir kızdım. Hayallerle hülyalarla büyüyordum. Birdenbire savaÅŸ patlak verdi. Sana da kıyamam… Çok ciddiyim… Gerçekten istiyor musun bunları bilmeyi? Kızımın yerine koyarak soruyorum… Neden ben peki? EÅŸimle konuÅŸmalısın, o sever hatırlamayı. Komutanların, generallerin adlarını, bölüklerin numaralarını - her ÅŸeyi hatırlar. Ben öyle deÄŸilim. Ben sadece kendi başıma geleni anımsıyorum. Kendi savaşımı. Etrafta bir sürü insan da olsa yalnızsın çünkü insan ölüm karşısında hep yalnızdır. Feci bir yalnızlık hissi duyduÄŸumu anımsıyorum.â€- “Size tüm sırlarımı açamadım. Yakın zamana kadar bunları söylemek yasaktı ya da utanırdık…â€.“Doktorlar korkunç bir teÅŸhis koydu bana… GerçeÄŸi olduÄŸu gibi anlatmak istiyorum…â€.- “Biz ihtiyarlar için hayat zor… Ama derdimiz, aldığımız o cüzi, onur kırıcı emeklilik maaşı deÄŸil. Daha ziyade, o büyük geçmiÅŸten dayanılmaz derecede ‘küçük ÅŸimdi’ye sürülüşümüz yaralıyor bizi. Artık kimse bizi okullara, müzelere konuÅŸma yapmaya çağırmıyor, bize ihtiyaç kalmadı. Gazete yazılarında faÅŸistler giderek daha asil, Kızıl Ordu askerleri gitgide daha canavar.â€- “Gece uyanacak gibi oluyorum… Sanki biri… aÄŸlıyor yanımda… SavaÅŸtayım… Çekiliyoruz. Smolensk’in dışında bir kadın bana el- bisesini getiriyor, üzerimi deÄŸiÅŸtirme fırsatı buluyorum. Yalnız yürüyorum… erkeklerin arasında. Demin üzerimde pantolon vardı, ÅŸimdi yazlık elbise. Birdenbire geldi… Aybaşı… Erken oldum, heyecandan herhalde. Kaygılardan, kırgınlıktan. Orada ne bulabilirsin? Rezil oldum! Nasıl utanıyorum! Çalı diplerinde, hendeklerde, ormanda kütüklerin üzerinde yatıyoruz. O kadar kalabalık ki ormanda herkese yatacak yer kalmıyor. Sersem, kandırılmış, artık kimselere inanmayarak yürüyoruz… Hava kuvvetlerimiz, tanklarımız nerede? Uçan, sürünen, gürleyen her ÅŸey Almanlara ait. Bu halde esir alındım. O da yetmez gibi, tutsak düşmemizden önceki gün iki ayağımı birden incitmiÅŸtim… Yattığım yerde altıma yapıyordum… Bilmem nereden derman buldum da geceleyin sürünerek ormana kaçtım. Tesadüfen partizanlar görüp aldı beni…â€/Archive/2021/3/7/221404979-9-.jpg KADIN SAVAÅžI ERKEK SAVAÅžINDAN KORKUNÇ!Aleksiyeviç’e göre “kadın†savaşı “erkek†savaşından daha korkunç. Çünkü erkekler; tarihin, olayların ardına saklanıyor, savaÅŸ onları fikirlerin, çeÅŸitli çıkarların faaliyeti ve çatışması olarak cezbediyor, kadınlarsa duyguların etkisinde. Erkekleri çocukluktan itibaren bir gün ateÅŸ etmeleri gerekebileceÄŸi fikrine hazırlıyorlar. Kadınlara bu öğretilmiyor… Bu yüzden olup bitenleri baÅŸka bir ÅŸekilde anımsıyorlar.Kadınların savaşının kokusu, rengi, gündelik ayrıntıları var kitabında. Şöyle yazıyor meselâ: “Bize verdikleri sırt çantalarından kendimize etekler diktikâ€; “askerlik ÅŸubesinin bir kapısından elbiseyle girdim, diÄŸerinden pantolon ve asker gömleÄŸiyle çıktım, saç örgümü kestiler, kafamda bir perçem kaldı…â€; “Almanlar köyü ateÅŸe verip gitti… Bir geldik, ezilmiÅŸ sarı kumların üzerinde bir çocuk ayakkabısı…â€SAVAÅžTA CESARET VE FÄ°KÄ°RDE CESARET!Kadınların Stalin konusuna temkinli ve nadiren girdiklerini belirtiyor Aleksiyeviç. Yalnız Stalin hipnozu ve korkusu deÄŸil, eski inançları yüzünden de hâlâ felçli gibi olduklarını söylüyor: “Bir zamanlar sevdiklerini sevmekten vazgeçemiyorlar. SavaÅŸta cesaret, fikirde cesaret - iki ayrı ÅŸeymiÅŸ. Ben aynı sanırdım oysaâ€.Ä°nsan doÄŸasının derinlerine, karanlığına, bilinçaltına göz atmaya çalışıyor. Savaşın sırrında gezinirken dehÅŸetengiz anılara hiç hazır deÄŸil elbette. Savaşın kadını erkeÄŸi yok onu anlıyor en azından savaşın ortasındayken böyle bu.Aleksiyeviç’in arÅŸivinde en ilgisini çeken belgelerden biri, sansür heyetinin çıkardığı parçaları topladığı not defteri. Bir de sansürcüyle yaptığı konuÅŸmalar… Kitabında arÅŸivinden çıkardığı bazı sayfaları da paylaşıyor.: /Archive/2021/3/7/221426650-10-.jpg- “Düşman çemberinden sıyrılmaya çalışıyorduk… Nereye atılsak, her tarafta Almanlar. Sabahleyin mevzilerini yararak geçmeye karar verdik. Madem öleceÄŸiz, onurumuzla ölelim, dedik. SavaÅŸarak. Üç kız vardı aramızda. Gece, o iÅŸi yapabilen herkesin yanına uÄŸramışlardı… Ta- bii herkesin mecali yoktu. Sinirler altüst, bilirsiniz iÅŸte. Öyle bir durumda… Herkes ölüme hazırlanıyordu… Sabaha birkaç kiÅŸi kurtulabilmiÅŸti… Çok az… Yedi kiÅŸi filan, oysa daha fazla deÄŸilse, elli kiÅŸi vardık. Makineli tüfekle taradı Almanlar… O kızları minnettarlıkla anıyorum. Sabahleyin yaÅŸayanların arasında hiçbirini bulamadım… Bir daha da rastlamadım…â€- “Biri bizi ele vermiş… Almanlar partizan müfrezesinin konaklayacağı yeri öğrenmiÅŸ. Ormanın çevresini ve tüm giriÅŸleri sarmışlar. Balta girmemiÅŸ bölgelerde saklanıyorduk, tenkil müfrezesinin uÄŸramadığı bataklıklar koruyordu bizi. Bataklık, araçları da insanları da ölümüne içine çekiyordu. Günlerce, haftalarca boÄŸazımıza kadar suyun içinde durduÄŸumuz oluyordu. Aramızda bir kadın telsizci vardı, yakınlarda doÄŸum yapmıştı. ÇocuÄŸu aç, meme ister ama annenin kendisi de aç, sütü gelmez, çocuk aÄŸlar. Tenkilciler yakında… Köpekleri de cabası… Köpekler duyacak olursa hepimiz mahvoluruz. Bütün grup, otuz kiÅŸi… Anlıyorsunuz, deÄŸil mi?Komutan karar verdi… Kimse anneye emri iletmeye cesaret edemiyor ama kendisi de anlıyor zaten. BebeÄŸin kundağını suya bırakıp uzun süre tutuyor orada… Çocuk bağırmıyor artık… Hiç sesi çıkmıyor… Biz bakışlarımızı kaldıramıyoruz. Ne anneye ne birbirimize bakabiliyoruz…â€- “Tutsakları alıp müfrezeye getiriyorduk… KurÅŸuna dizmezdik, fazla kolay bir ölümdü onlar için; bunun yerine harbilerle domuz gibi boÄŸazlar, parça parça ederdik. Ben de bunu izlemeye giderdim… Beklerdim! Acıdan gözlerinin patlayacağı anı beklerdim uzun uzun… Gözbebeklerinin… Nasıl anlayabilirsiniz ki?! Köyün ortasında ateÅŸ yakıp annemle küçük kız kardeÅŸlerimi içine atmışlardı…â€- “Ben niÅŸancıydım. O kadar çok insan öldürdüm ki… SavaÅŸtan sonra doÄŸurmaktan uzun süre korktum. Normale dönünce doÄŸurdum. Yedi yıl sonra… Yine de hiçbir ÅŸeyi affetmiÅŸ deÄŸilim. Etmem de… Esir Almanları görünce sevinirdim. Acınacak halde olmalarına sevinirdim: ayaklarında çizme yerine dolama çoraplar, kafalarında sargılar… Köyün içinden geçirirlerdi onları, “Ana, ekmak ver… Ekmak…†diye rica ederlerdi. Köylülerin evlerinden çıkıp da onlara bir ekmek parçası, bir lokma patates vermelerine hayret ederdim… Erkek çocukları kafilenin peÅŸinden koÅŸar, taÅŸ atarlardı… Kadınlarsa aÄŸlardı… Ä°ki hayat yaÅŸamışım gibi geliyor bana: Biri erkekliÄŸe, diÄŸeri kadınlığa ait…â€/Archive/2021/3/7/221505150-11-.jpgGURUR, HEYECAN, TRAVMA, KORKU İÇ İÇEKitabında kadın askerlerin onlarca hikâyesini paylaşıyor Aleksiyeviç. Annelerinden, ailelerinden koparak cepheye koÅŸan gencecik kadınlar, kız çocuklarının yaÅŸadıklarını okuduÄŸunuzda hepsinde de büyük bir gurur, Zafer düşü, heyecan, travma, korkunun iç içe geçtiÄŸini anlıyorsunuz. Cepheye gitmediklerini adeta koÅŸtuklarını anlıyorsunuz. Öylesine gönüllü, bile isteye, vatanları için, samimi, inanmış...- Mariya Ä°vanovna Morozova (Ä°vanuÅŸkina): “SavaÅŸ sürüyordu… Kız arkadaÅŸlarım… Bizim kızlar, ‘Cepheye gitmek lazım,’ diyordu. Lafı edilmiÅŸti bir kere. Hepimiz askerlik ÅŸubesinin kursuna yazıldık. Kimimiz belki topluluktan ayrı düşmemek için, bilmiyorum. Bize orada piyade tüfeÄŸiyle ateÅŸ etmeyi, el bombası atmayı öğrettiler. Açıkçası ben tüfeÄŸi elime almaya korkardım, tedirgin olurdum. Sadece cepheye gitmek istiyordum, o kadar. Özel sanıyorduk kendimizi… Askerlik ÅŸubesine geldik, toplam kırk kiÅŸiydik, hepimiz de ateÅŸ etmeyi ve ilkyardımı biliyorduk. Saçlarımı güzelce örmüştüm, oradan çıktığımda örgüm yoktu… Asker tıraşı yaptılar… Elbisemi de aldılar. Sırtımıza derhal asker gömlekleri giydirdiler, baÅŸlarımıza kepler taktırdılar, sırt çantalarını omuzlayıp bir yük trenine bindik, samanların üzerine serildik. NeÅŸe içinde binmiÅŸtik. Gözümüz kara. ÅžakalaÅŸarak. Çok güldüğümüzü hatırlıyorum. Nereye gidiyorduk? Bilmiyorduk ki. Önemli deÄŸildi yeter ki cepheye gidelim. Åželkovo Ä°stasyonu’na geldik, yakınlarında kadın keskin niÅŸancıların eÄŸitim aldığı bir okul vardı. Sevindik. Ciddi bir iÅŸti bu. AteÅŸ edecektik. Garnizon hizmeti ve disiplin tüzüklerine çalışıyorduk; arazide gizlenme, kimyasal silahın etkilerinden korunma. Snayperkayı (Keskin niÅŸancı tüfeÄŸi) gözümüz kapalı monte edip sökmeyi öğrenmiÅŸtik; rüzgârın hızını, hedefin hareketini, hedefe uzaklığı tespit etmeyi, siper kazmayı, alçak sürünmeyi hepsini, hepsini biliyorduk artık. Bir an önce cepheye gönderseler diyorduk. AteÅŸ konusunda iyiydik, hatta iki günlük talim için ön hattan çaÄŸrılan erkek niÅŸancılardan bile iyiydik. Bunlar iÅŸlerini yapabilmemize çok ÅŸaşıyordu. Hayatlarında ilk kez kadın niÅŸancı görüyorlardı herhalde. Nefret etmek ve öldürmek kadınlara göre iÅŸler deÄŸil. Bize göre deÄŸil… Kendimizi ikna etmemiz gerekiyordu. Ä°nandırmamız… “Çabuk asker olduk… Bilirsiniz, düşünmeye pek zamanımız yoktu. Duygularımızı sorgulamaya… (...) Çiftler halinde gidiyorduk; sabahın köründen gece yarısına kadar yalnız başına oturmak zordur, gözler yorulur, yaÅŸarır, ellerini hissetmezsin, bütün vücudun gerginlikten taÅŸ kesilir. Baharda bilhassa zorlanırsın. Altında kar erir, bütün gün suyun içinde kalırsın, yüzer gibi, soÄŸuktan topraÄŸa yapıştığın da olur. Karda on iki saat, bazen daha uzun süre yatardık ya da bir aÄŸacın tepesine, bir ahırın veya yıkık bir evin çatısına tüner, orada kamufle olurduk. Yedi yüz, sekiz yüz, bazen beÅŸ yüz metre ayırırdı bizi Almanların oturduÄŸu hendeklerden. Nasıl korkmazdık bilmiyorum… Anlayamıyorum ÅŸimdi… (...) Geceleri laflardık tabii. Ne mi konuÅŸurduk? Evlerimizden, herkes kendi annesinden söz ederdi, kiminin babası ya da erkek kardeÅŸleri savaÅŸtaydı. SavaÅŸtan sonra ne olacağımızı konuÅŸurduk. Evlenecek miyiz, kocalarımız bizi sevecek mi? Ben eÅŸimle savaÅŸta tanıştım, aynı alayda görev yapıyorduk. Ä°ki yarası vardı, beyin sarsıntısı geçirmiÅŸti. Ä°ki çocuk büyüttük, enstitü bitirdiler. Döndüğümde her ÅŸeye sil baÅŸtan baÅŸlamam gerekti. Yeniden pabuç giymeyi öğrendim - üç yıl cephede çizme giydikten sonra. Kemere alışmıştık, sımsıkı baÄŸlardık, ÅŸimdi giysiler üzerimden sarkıyordu sanki, bir garip hissediyordum. Eteklere dehÅŸet içinde bakıyordum… Elbiselere… Sivil kıyafetle, pabuçlarla gezerken bir subaya rastladığında ister istemez elin kalkar selam vermek için. (...) Oradan canlı çıksan da ruhun sakat kalıyor. Åžimdi düşünüyorum da, keÅŸke bacağımdan, kolumdan filan yaralansaydım, bedenim acısaydı. Ama ruhum… Çok acıyor. Genceciktik cepheye gittiÄŸimizde. Çocuktuk. SavaÅŸta boyum bile uzamış. Annem ölçtü evde… On santimetre uzamıştım…â€/Archive/2021/3/7/221557727-13-.jpg- Yelena Vilenskaya, çavuÅŸ, yazıcı: “Ben yazıcı olarak görünüyordum… Orduya katılmaya şöyle ikna ettiler beni… “SavaÅŸtan önce fotoÄŸrafçılık yaptığınızı biliyoruz, bizde de fotoÄŸrafçı olarak çalışacaksınız,†dediler. Ä°yi hatırladığım bir ÅŸey varsa o da ölümü resimlemek istemediÄŸimdir. Ölüleri. Askerleri dinlenirlerken çekerdim, sigara içer, güler, madalya alırlarken. O zaman renkli filmim olmaması ne kötü, sadece siyah-beyaz film vardı elimde. Alay bayrağının göndere çekilmesi… Bunu güzel çekebilirdim mesela… Bugünlerde… Gazeteciler gelip, “Ölüleri çekmiÅŸ miydiniz?†diye soruyorlar bana, “muharebe sonrası…†Aradım taradım… Ölüm fotoÄŸrafım az benim… Birisi öldüğünde, çocuklar, “Canlı hali var mı sende?†diye sorardı. Canlı halini arardık… GülümsediÄŸi bir resmini…â€- Klavdiya Grigoryevna Krohina, uzman çavuÅŸ, keskin niÅŸancı: “İlk seferinde korkuyorsun… Çok korkuyorsun… Uzandık, gözlemdeyim. Bir Almanın siperden çıkacak gibi doÄŸrulduÄŸunu gördüm. Bastım tetiÄŸe, düştü. Tir tir titredim, biliyor musunuz? Resmen kemiklerimin takırdadığını duydum. AÄŸlamaya baÅŸladım. Hedeflere ateÅŸ ederken sorun yoktu ama bu kez: Öldürmüştüm! Ben! Tanımadığım bir insanı vurmuÅŸtum. Sonra geçti bu his. Yani şöyle… Nasıl oldu… Taarruzdaydık, küçük bir kasabanın önünden geçiyorduk. Ukrayna’da galiba. Yol kenarında bir kulübe ya da ev gördük, tam olarak seçmek imkânsızdı, her ÅŸey yanmış, kara kara taÅŸlar kalmış geriye. Bir temel… O kömürlerin içinde insan kemikleri bulduk, aralarında da yanmış yıldızlar (Kızıl Ordu niÅŸanı); yani bu yakılanlar bizim yaralılarımız ya da tutsaklardı. O olaydan sonra ne kadar öldürdüysem de acımadım artık. O siyah yıldızları gördükten sonra… SavaÅŸtan saçlarım aÄŸarmış vaziyette döndüm. YaÅŸ yirmi bir, saçlar bembeyaz. Ağır yara almıştım, beyin sarsıntısı, tek kulağım zor iÅŸitiyordu. Annem, “GeleceÄŸine inanıyordum, gece gündüz dua ettim senin için,†diyerek karşıladı beni. Erkek kardeÅŸim cephede ölmüştü. AÄŸlıyordu annem: “Kız doÄŸurmuÅŸsun, erkek doÄŸurmuÅŸsun farkı kalmadı.†/Archive/2021/3/7/221612977-14-.jpg- Natalya Ä°vanovna Sergeyeva, er, hastabakıcı: “KonuÅŸmak istiyorum… KonuÅŸmak! İçimi dökmek! Sonunda birileri bizi de dinliyor. Senelerce sustuk, evde bile sustuk. Onlarca sene. SavaÅŸtan döndüğüm ilk yıl çok konuÅŸuyordum ben. Kimse dinlemiyordu. Ben de bıraktım… O vakitler gençtim. Çok genç. HemÅŸire kursları açılmıştı, babam beni ve kız kardeÅŸimi oraya götürdü. Ben on beÅŸ yaşındaydım, kardeÅŸim on dört. ‘Zafer için verebileceÄŸim tek ÅŸey bu. Kızlarım…’ demiÅŸti. O zaman baÅŸka ÅŸey düşünülmüyordu. Bir yıl sonra kendimi cephede buldum…â€- Yelena Antonovna Kudina, er, ÅŸoför: “İlk günlerde… Åžehirde bir keÅŸmekeÅŸ hâkimdi. Kaos. Tüyleri diken diken eden bir korku. Birtakım ajanları yakalamaya çalışıyorlardı. Herkes birbirine, ‘Provokasyonlara kapılmayın,’ diyordu. Ordumuzun felakete uÄŸradığını, birkaç hafta içinde tarumar edildiÄŸini kimse fikren bile olsa kabul edemiyordu. Bir de baktık ki çekiliyoruz… SavaÅŸ öncesinde ortalıkta, Hitler’in Sovyetler BirliÄŸi’ne saldırmaya hazırlandığı söylentileri dolaşırdı ama bu tür konuÅŸmalar sıkı bir ÅŸekilde takip edilirdi ilgili organlar tarafından… Fakat Stalin’in konuÅŸmasından sonra… Bizlere ‘kardeÅŸlerim…’ diye hitap etmiÅŸti. O zaman herkes kırgınlıklarını unuttu. Benim dayım hüküm giymiÅŸti, kamptaydı; öncesinde demiryollarında çalışan yaÅŸlı bir komünistti. Ä°ÅŸyerinde tutuklanmış… Kim tutukladı? Malum, NKVD (Narodnıy Komissariat Vnutrennih Del - İçiÅŸleri Halk KomiserliÄŸi)… Dayıcığımızın hiçbir suçunun olmadığını biliyorduk. Ä°nanıyorduk ona. Ta iç savaÅŸtan kalma niÅŸanları vardı… Yine de Stalin’in konuÅŸmasından sonra annem, ‘Önce bir vatanımızı kurtaralım, sonra düşünürüz,’ demeyi bildi. Herkes vatanını seviyordu. Ben de hemen askerlik ÅŸubesine koÅŸtum. Anjinime raÄŸmen, daha ateÅŸim tam düşmemiÅŸti, ama bekleyecek sabrım yoktu…†/Archive/2021/3/7/221634774-15-.jpg- Antonina Maksimovna Knyazeva, onbaşı, muhabereci: “Annemizin erkek evladı yoktu… BeÅŸ kız büyütüyordu. SavaÅŸ ilan edildi. Benim mükemmel müzik kulağım vardı. Konservatuara girmeyi hayal ederdim. Kulağımın cephede iÅŸe yarayacağına karar verdim, muhabereci olacaktım. Stalingrad’a tahliye edildik. Stalingrad kuÅŸatıldığında gönüllü olarak cepheye gittik. Hep birlikte. Bütün aile: Annem ve beÅŸ kız; babam o sırada zaten savaşıyordu…â€- Tatyana Yefimovna Semyonova, çavuÅŸ, trafik memuru: “Herkesin tek arzusu cepheye gitmekti… Korkuyor muyduk? Tabii ki korkuyorduk… Ama olsun… On altı-on yedi yaÅŸlarındaydık. Arkadaşımla keskin niÅŸancı okuluna gitmek istiyorduk fakat bize, ‘Trafik memuru olacaksınız. Size ders vermeye vakit yok,’ dediler. Annem birkaç gün istasyonda nöbet tutmuÅŸ, gidiÅŸimizi beklemiÅŸ. Katara doÄŸru yürüdüğümüzü görünce yanıma gelip bana biraz çörek, on tane de yumurta verdi, bayıldı sonra…â€- Yefrosinya Grigoryevna Breus, yüzbaşı, doktor: “Dünya hemen deÄŸiÅŸti… Ä°lk günleri anımsıyorum… Annem pencerenin kenarında durur dua ederdi. Beni askere çağırdılar, doktordum. ‘Görevdir’ diye düşünerek gittim. Babam kızı cepheye gittiÄŸi için mutluydu. Vatanını savunduÄŸu için. Sabah erkenden askerlik ÅŸubesine gitmiÅŸti. Belgemi alacaktı; özellikle o erken saatte düşmüştü ki yola köydeki herkes kızının cepheye gittiÄŸini anlasın…â€- Liliya Mihaylovna Butko, ameliyat hemÅŸiresi: “Yazdı… Barışın son günü… AkÅŸam dansa gitmiÅŸtik. YaÅŸlarımız on altı. Topluca gezerdik o zamanlar, önce birini eve bırakırdık, sonra diÄŸerini. Çiftler halinde ayrı ayrı gezmek yoktu bizde. Altı erkek, altı kız filan dolaşırdık. Neyse, iki hafta sonra, bizi dans dönüşü eve bırakan bu çocukları - zırhlı birlikler okulunda okuyorlardı- sakatlanmış halde, sargılar içinde getirmeye baÅŸladılar. Kâbus gibi bir ÅŸeydi! Gülen birilerini görünce kızardım. Böyle bir savaÅŸ sürerken nasıl gülünür, bir ÅŸeylere nasıl sevinilir? Kısa süre sonra babam milis kuvvetlerine katıldı. Evde küçük erkek kardeÅŸlerim ve ben kaldık. Anneme cepheye gideceÄŸimi söyledim. AÄŸlıyordu, kendim de geceleri aÄŸlıyordum. Buna raÄŸmen evden kaçtım… Anneme bölüğümden mektup yolladım. Oradan beni artık hiçbir ÅŸekilde geri döndüremezdi…†/Archive/2021/3/7/221653789-16-.jpg- Polina Semyonovna Nozdraçova, sıhhiyeci: “Annem hayatta deÄŸildi… Bombardımanda ölmüştü… Kırk bir yılıydı, ordumuz çekiliyordu… Çalıların ardında saklanıyorduk, bizim askerlerden birinin tüfekle Alman tankının üzerine atladığını ve dipçikle zırha vurduÄŸunu gördüm. Vuruyor, bağırıp çağırıyor ve aÄŸlıyordu ta ki düşene kadar. Alman askerleri onu vurdular. Ä°lk yıl ellerimizde tüfekler, tanklara ve messerlere (Messerschmitt Bf (Me) 109 adlı Alman avcı uçağına halk arasında verilen ad) karşı savaÅŸtık biz…â€- Yevgeniya Sergeyevna Sapronova, muhafız bölüğü çavuÅŸu, uçak makinisti: “Anneme rica ediyordum… Yalvarıyordum “Ne olur aÄŸlama†diye… Henüz gece deÄŸildi ama hava karanlıktı, kesintisiz bir inilti yükseliyordu. Annelerimiz kızlarını yolcu ederken aÄŸlamıyor, inliyorlardı. Bir benim annem taÅŸ kesilmiÅŸ gibi dikiliyordu. Tuttular erkek gibi tıraÅŸ ettiler, saçlarımdan geriye küçük bir perçem kaldı. Aslında babamla ikisi yollamak istememiÅŸti ama benim tek arzumdu cepheye gitmek! Åžimdi müzede asılı duran ÅŸu afiÅŸler: ‘Yurdun seni çağırıyor!’, ‘Ya sen cephe için ne yaptın?’ beni çok etkiliyordu mesela. Ya ÅŸarkılar? ‘Ayaklan, büyük ülke… Ölümüne mücadeleye hazırlan…’ (Ä°kinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın neredeyse marşı haline gelen ‘Kutsal Savaş’ (SvyaÅŸennaya Voyna) adlı vatanseverlik ÅŸarkısının sözleri). Yolda hayrete düşmüştük: Öldürülenler peronlarda yatıyordu. Bu artık savaşın ortasındayız demekti… Fakat gençlik iÅŸte, ÅŸarkılar söylüyorduk. Hatta neÅŸeli bir ÅŸeyler. Mâniler. Çatışmaların bitimine yakın bütün ailem savaşıyordu. Babam, annem, kız kardeÅŸim demiryollarına girmiÅŸlerdi. Cephenin peÅŸi sıra ilerliyor, yolları tamir ediyorlardı. Bizim ailede herkes zafer madalyası aldı: babam, annem, kardeÅŸim ve ben…â€- Galina Dmitriyevna Zapolskaya, santralci: Bölüğümüz, savaşın daha ilk haftalarda sıçradığı Borisov kentinde konuÅŸlanmıştı. Yirmi kız vardık. Hepimiz yurdumuzu savunmaya hazırdık. Önceden savaÅŸ kitaplarını sevmezdim hiç, aÅŸk kitapları okurdum. Al sana! Cihazların başında sabah akÅŸam, günlerce otururduk. Askerler bize yemek getirirdi, atıştırır, oturduÄŸumuz yerde biraz uyuklar, sonra tekrar kulaklıkları takardık. Saçımızı yıkamaya vaktimiz yoktu, o yüzden bizimkilerden rica etmiÅŸtim: “Kızlar, örgülerimi kessenize…†/Archive/2021/3/7/221710554-17-.jpg- Yelena Pavlovna Yakovleva, başçavuÅŸ, hemÅŸire: Askerlik ÅŸubesine gidip duruyorduk… Bir geliÅŸimizde, artık komiser bizi neredeyse kovacaktı: ‘Bari herhangi bir uzmanlığınız olsa. HemÅŸire olsanız, ÅŸoför… Hangi iÅŸ gelir ki elinizden? SavaÅŸta ne yapacaksınız?’ Biz bunu hiç düşünememiÅŸtik. SavaÅŸmak istiyorduk, o kadar. Bizi cepheye deÄŸil hastaneye gönderdiler. Kırk bir yılıydı, aÄŸustos ayının sonu… Okullar, hastaneler, kulüpler yaralılarla doluydu. Ama ÅŸubat ayında ben hastaneden ayrıldım, kaçtım, firar ettim denebilir. Evraksız, hiçbir ÅŸeysiz sıhhiye trenine atladım. Bir küçük not bıraktım sadece: ‘Nöbete gelmeyeceÄŸim. Cepheye gidiyorum.’ O kadar…- Vera Danilovtseva, çavuÅŸ, keskin niÅŸancı: “O gün randevum vardı… Uça uça gittim… SevdiÄŸim çocuÄŸun bana ilan-ı aÅŸk edeceÄŸini düşünüyordum ama o üzgün geldi: ‘Vera, savaÅŸ baÅŸlamış! Bizi derslerden alıp doÄŸruca cepheye yolluyorlar,’ dedi. Askeri lisede okuyordu. E tabii ben de kendimi derhal Jeanne d’Arc rolünde hayal ediverdim. TüfeÄŸi omuzlayıp cepheye gitmekten aÅŸağısı kurtarmazdı beni. Birlikte olmalıyız! Birlikte olalım yeter! Hemen askerlik ÅŸubesine koÅŸtum; sert bir ÅŸekilde kestirip attılar: ‘Şimdilik sadece tıbbi personel gerekiyor. Onun da altı aylık öğrenim süresi var.†Altı ayda kafayı yiyebilirdim! Âşıktım âşık… Beni bir ÅŸekilde okumam gerektiÄŸine ikna ettiler. Peki, okurum, ama hemÅŸirelik deÄŸil… Silah kullanmak istiyorum! SevdiÄŸim çocuk gibi ateÅŸ etmek. O kadar ki birlikte öleceÄŸimizi hayal ederdim. Aynı muharebede…Tiyatro enstitüsü öğrencisiydim. Aktris olmayı hayal ediyordum. Ä°dolüm Larisa Reissner’di (1895-1926: Rusya iç savaşına katılmış Polonya kökenli devrimci, gazeteci, ÅŸair, yazar).â€- Anna Nikolayevna Hroloviç, hemÅŸire: “ArkadaÅŸlarımın hepsi de benden büyüktü, hepsini cepheye çağırdılar… Yalnız kalınca, beni almadılar diye feci aÄŸlamıştım. Bana, ‘Daha okuman lazım, ufaklık,’ dediler.Fakat okuma faslı uzun sürmedi. Cepheye bizi fabrika ÅŸefleri uÄŸurladı. Yazdı. Hatırlıyorum, tüm vagonlar bitkilerle, çiçeklerle doluydu. ArmaÄŸanlar getirmiÅŸlerdi bize. Benim payıma müthiÅŸ lezzetli bir ev kurabiyesi ve güzel bir kazak düşmüştü. Peronda Ukrayna hopakını (Ukrayna halk dansı) nasıl coÅŸkuyla oynamıştım! Yolculuk günlerce sürdü… Bir istasyonda kızlarla kovaya su doldurmak için indik. Bir de ne görelim? PeÅŸ peÅŸe geçen katarlar hep genç kızlarla doluydu. Åžarkı söylüyorlardı. Kimi başörtüsünü, kimi kepini sallıyordu bize. Anladık ki savaÅŸacak erkek kalmamış, hepsi helâk olmuş… Ya da esir düşmüşler. Åžimdi onların yerine biz gidiyoruz. Annem bana bir dua yazmıştı. Madalyonumun içine koymuÅŸtum onu. Ä°htimal, faydası oldu ki eve dönebildim. Muharebelerden önce madalyonumu öperdim…†/Archive/2021/3/7/221737913-18-.jpg- Antonina Grigoryevna Bondareva, muhafız bölüğü teÄŸmeni, kıdemli pilot: “Daha ben yedinci sınıftayken bizim oraya uçak gelmiÅŸti, otuz altı yılında. O zaman bu görülmemiÅŸ bir ÅŸeydi. Hemen duyurular baÅŸladı: ‘Genç kızlar ve delikanlılar, uçaÄŸa!’ Hemen havacılık kulübüne yazıldım. Havacılık kulübünü dereceyle bitirdim, paraşütle atlamada iyiydim. SavaÅŸtan önce evlenmeye de vakit buldum, bir kız doÄŸurdum. Savaşın ilk günlerinden itibaren havacılık kulübümüzde birtakım düzenlemeler baÅŸladı: Erkekleri askere alıyorlardı, yerlerine biz kadınlar geçiyorduk. Kursiyerlere ders veriyorduk. EÅŸim cepheye ilk gidenlerden biri oldu. Elimde bir fotoÄŸraf kaldı. Kızımla baÅŸ baÅŸa kalmıştık, devamlı kamplarda kalıyorduk. Nasıl bir yaÅŸantımız mı vardı? Lapasını yedirip kapıyı üstüne kilitlerdim, sabah dörtten itibaren uçuÅŸta olurduk. AkÅŸam dönerdim, yemiÅŸ mi yememiÅŸ mi belli deÄŸil, üstü başı o lapaya bulanmış. AÄŸlamıyordu bile artık, sadece yüzüme bakıyordu. Gözleri eÅŸiminkiler gibi iri iri… Kırk bir yılının sonuna doÄŸru bana vefat kâğıdını yolladılar: Kocam Moskova önlerinde ölmüştü. Kızımı seviyordum ama onu eÅŸimin yakınlarına bırakmak zorunda kaldım. Ve cepheye gitmek için baÅŸvuruda bulundum… Son gece… Bütün gece kızımın karyolası önünde dizlerimin üzerinde durdum…â€/Archive/2021/3/7/221535603-12-.jpg- Serafima Ä°vanovna Panasenko, asteÄŸmen, motorize piyade taburu saÄŸlık memuru: “On sekizimi doldurmuÅŸtum… Nasıl mutluydum, bayram ediyordum. O sırada çevremde herkes “SavaÅŸ!!†diye feryat ediyordu. Ä°nsanların aÄŸladıklarını anımsıyorum. Hatta dua edenler bile vardı. Alışılmadık bir durum… Ä°nsanlar sokaklarda dua ediyor, haç çıkarıyordu. Okulda bize tanrının olmadığı öğretilmiÅŸti oysa. Ya tanklarımız, güzel uçaklarımız neredeydi? Geçit törenlerinde hep görürdük onları. Gurur duyardık! Komutanlarımız neredeydi Sonra nasıl kazanırız diye kafa yormaya baÅŸladı insanlar. SaÄŸlık memurluÄŸu-doÄŸum hekimliÄŸinde okuyordum. Hemen, ‘SavaÅŸ çıktı madem, cepheye gitmeli,’ diye düşündüm. Babam kıdemli komünisttir, siyasi kürek mahkûmu (1917 öncesi devrimci faaliyetleri yüzünden kürek cezası almış mahkûm). Bize çocukluÄŸumuzdan itibaren vatanın her ÅŸey demek olduÄŸunu, vatanı korumak gerektiÄŸini öğretmiÅŸti. Tereddüt etmedim: Ben gitmeyeyim de kim gitsin? Gitmeliyim…â€- Tamara Ulyanovna Ladınina, er, piyade: Annem trenin yanına geldi koÅŸarak… Sert kadındı. Bizi hiç öpmez, asla övmezdi. Ama bu kez geldi, tuttu başımı, öpüyor, öpüyor. Gözlerimin içine bakıyor… Uzun uzun… Annemi bir daha hiç göremeyeceÄŸimi o an anladım. Her ÅŸeyden vazgeçip, sırt çantamı teslim edip eve dönmek istedim. Acıdım herkese… Nineme… Küçük erkek kardeÅŸlerime… O sırada emir geldi: ‘Açıl!! Vagonlara bin!..’ Uzun süre el salladım…/Archive/2021/3/7/221835288-6-.jpg- Mariya Semyonovna Kaliberda, uzman çavuÅŸ, muhabereci: Beni muhabere alayına aldılar… Bana kalsa asla muhabereye gitmezdim, katiyen, çünkü bu iÅŸin de savaÅŸa dahil olduÄŸunu anlamıyordum. Bir gün tümen komutanı yanımıza geldi, sıraya geçtik. MaÅŸenka Sungurova adında bir kız vardı bizde. Ä°ÅŸte o MaÅŸenka öne çıkıp ÅŸey dedi: ‘Komutan yoldaÅŸ, izin verirseniz bir sözüm olacak. Er Sungurova kendisini muhabere görevinden azat edip silah kullanılan bir yere göndermenizi rica eder.’ Anlarsınız iÅŸte, hepimiz aynı ÅŸekilde hissediyorduk. UÄŸraÅŸtığımız ÅŸeyin, muhaberenin çok önemsiz olduÄŸunu, hatta bizi küçük düşürdüğünü sanıyorduk, en önde olmamız gerekirdi. Generalin yüzündeki tebessüm hemen silindi: ‘Sevgili kızlar! Siz herhalde cephedeki rolünüzü iyi anlamamışsınız, sizler bizim gözümüz kulağımızsınız. Muhaberesiz ordu kansız insan gibidir.’ Dayanamayıp ilk söz alan yine MaÅŸenka Sungurova oldu: ‘General yoldaÅŸ! Er Sungurova bütün emirlerinizi yerine getirmeye sapına kadar hazırdır!’ Savaşın sonuna kadar ‘Sap’ diye seslendik ona. (...) Kırk üç yılının haziran ayında Kursk Çıkıntısı’nda bize alay bayrağı verdiler. O zaman alayımız, yani Altmış BeÅŸinci Ordu Yüz Yirmi Dokuzuncu Müstakil Muhabere Alayı yüzde seksen kadınlardan oluÅŸuyordu. Bir fikriniz olması için anlatmak isterim… Ruhlarımızda olup biteni anlamanız için ki bizim o halimize benzer insanlar herhalde bir daha hiç gelmeyecek dünyaya. Hiçbir zaman! Öyle saf, öyle samimi... Öyle inanmış! Alay komutanımız bayrağı alıp da, ‘Bayrağın altına toplan! Yere çök!’ diye emrettiÄŸinde dünyalar bizim olmuÅŸtu. Öylece durup aÄŸladık, herkesin gözleri yaÅŸlıydı.†/Archive/2021/3/7/221849381-19-.jpg- Lyubov Arkadyevna Çarnaya, asteÄŸmen, ÅŸifreci: “İkinci çocuÄŸumu bekliyorum… Hamileyim ve iki yaşında bir oÄŸlum var. SavaÅŸ baÅŸladı. Kocam cephede. Annemle babamın yanına gittim ve… Anlarsınız ya? Kürtaj oldum… Aslında o zamanlar yasaktı… Ama nasıl doÄŸursaydım? Ä°nsanların gözleri hep yaÅŸlı… SavaÅŸ! Ölümün ortasında nasıl doÄŸurursun? Åžifreleme kursunu bitirdim, cepheye yolladılar. ÇocuÄŸumun, onu doÄŸurmayışımın intikamını almak istiyordum. Kızımın… Bir kızım olacaktı… Ön hatta göndersinler istedim. Karargâhta tuttular…â€- Valentina Pavlovna Maksimçuk, uçaksavar topçusu: “Şehri terk ediyorduk… Topluca… Bin dokuz yüz kırk bir yılı, yirmi sekiz haziran öğle vakti biz, Smolensk Pedagoji Enstitüsü öğrencileri, matbaanın avlusunda toplanmıştık. Krasnoye ÅŸehri yönünde hareket ettik. Kırk kilometre mesafeden, tüm göğü sarmış gibi görünüyordu. Belli ki on, yüz ev deÄŸil, bütün Smolensk yanıyordu… Tiril tiril yeni bir elbisem vardı, fırfırlı. Arkadaşım Vera pek beÄŸenirdi. Düğününde hediye edeceÄŸime söz vermiÅŸtim ona. Evlenmek üzereydi. SavaÅŸ birdenbire baÅŸladı. Siperler yolumuzu gözlüyordu. EÅŸyalarımızı yurttaki memura teslim ediyorduk. Elbise ne olacak? ‘Al, Vera,’ dedim ÅŸehri terk ederken. Almadı. ‘Söz verdiÄŸin gibi düğünümde hediye edersin,’ gibi bir ÅŸey söyledi. O elbise o kızıltının içinde yandı gitti. Beni oradan sıhhiye birliÄŸine gönderdiler. Yerlere rasgele serilip yatıyorduk. Hastalanan çok oldu. Yüksek ateÅŸ. Üşüme. Yattığım yerde aÄŸlıyordum. Tam o sırada hoparlörden ses geldi: ‘Ayaklan, büyük ülke…’ Bu ÅŸarkıyı o zaman ilk kez duymuÅŸtum. ‘İyileÅŸir iyileÅŸmez, derhal cepheye gideceÄŸim†diye düşündüm. Cepheye gider gitmez birliÄŸimle beraber kuÅŸatmanın ortasına düştüm. Günlük besinimiz iki peksimetten ibaretti. Öldürülenleri gömmeye vakit bulamıyorduk, sadece kum döküyorduk üstlerine. Yüzlerini kepleriyle örtüyorduk… Sırtımızda mermi taşıdığımızı hatırlıyorum, topları çamurun içinden sürüklediÄŸimizi. AÄŸlamıyorduk artık, aÄŸlamak da güç ister, tek dileÄŸimiz uyumaktı. Uyumak ve uyumak. Nöbetteyken hiç durmadan volta atıp yüksek sesle ÅŸiir okurdum. DiÄŸer kızlar ÅŸarkı söylerlerdi, yığılıp kalmamak ve uyumamak için…†/Archive/2021/3/7/221901053-20-.jpg- Lyubov Ä°vanovna Lyubçik, niÅŸancı takımı komutanı: “Annemle beni cephe gerisine tahliye ettiler… Saratov’a… Üç ay tornacılık eÄŸitimi aldım. Günde on iki saat tezgâh başında dikiliyorduk. Açtık. Aklımızda sadece bir ÅŸekilde cepheye ulaÅŸmak vardı. Ä°yi kötü beslenebilirdik orada. Peksimetle ÅŸekerli çay veriyorlarmış. YaÄŸ veriyorlarmış. Kız arkadaşımla askerlik ÅŸubesine gittik ama fabrikada çalıştığımızı söylemedik. Almazlardı yoksa. Böylece kaydımızı yaptılar. Ryazan Piyade Meslek Okulu’na gönderdiler. Oradan makineli tüfek mangası komutanı olarak mezun ettiler. Makineli tüfek ağırdır, sırtında taşırsın. At gibi. Geceleri. Nöbette en ufak sesi yakalamaya çalışırsın. VaÅŸak misali. Her hışırtıya kulak kesilirsin… SavaÅŸta, nasıl derler, yarı insan yarı hayvansın. Öyle… BaÅŸka türlü hayatta kalamazsın. Yalnız insan olursan saÄŸ çıkmazsın. Kafanı koparırlar! SavaÅŸta kendinle ilgili bir ÅŸeyi aklında tutman gerekir. Bir ÅŸeyi iÅŸte… Ä°nsanın henüz tam insan olmadığı zamana ait bir ÅŸeyi hatırlamalısın… Pek okumuÅŸ biri sayılmam, basit bir muhasebeciyim, ama bunu bilirim. VarÅŸova’ya kadar gittim ben… Hep de yürüyerek, piyadeler savaşın, nasıl derler, proletaryasıdır. Karnımızın üzerinde sürünerek vardık oralara resmen… BaÅŸka bir ÅŸey sormayın bana… SavaÅŸ kitaplarını sevmem. Kahramanlık hikâyelerini… Hasta hasta, öksüre öksüre, uykusuz, pis, kılıksız ilerliyorduk. ÇoÄŸunlukla aç… Ama kazandık!â€- Anna Ä°vanovna Belyay, hemÅŸire: “Bombardıman… YaÄŸdırıyorlar da yaÄŸdırıyorlar tepemize bombaları. Birinin inlediÄŸini duyuyorum: “Yardım edin… Yardım edin…†Ama kaçıyorum… Birkaç dakika sonra aklım başıma geliyor, omzumdaki ilaç çantasını hissediyorum. Bir de utanç… Ya korku nereye gitti! Geri dönüyorum koÅŸarak: Yaralı bir asker inliyor. Yarasını sarmak için atılıyorum. Sonra ikinciye, üçüncüye… Çatışma gece bitti. Sabaha taze kar yaÄŸdı. Altında ölüler… BirçoÄŸunun elleri yukarı dönük… Gökyüzüne… Bana mutluluk nedir diye soracak olursanız, ölüler arasında canlı bir insan buluvermek derim…†/Archive/2021/3/7/221912975-21.jpg- Olga Vasilyevna Korj, süvari bölüğü sıhhiyecisi: “İlk kez bir ceset görüyordum… Başında dikilip aÄŸlamaya baÅŸladım… O sırada bir yaralı, “Bacağımı sar!†diye bana seslendi. Bacağı kopmuÅŸ, paçasından sarkıyor. Paçayı kesiyorum, “Koy bacağımı! Yanıma koy,†diyor. Koyuyorum. Bilinçleri yerindeyse kollarını bacaklarını bıraktırmazlar. Yanlarında götürürler. Ölüyorlarsa birlikte gömülmeyi isterler. KuÅŸatma sırasında nasıl gömüyorlardı insanları dersiniz? Oracığa, oturduÄŸumuz daracık sipere gömüveriyorlardı, bitti gitti. Küçük bir tepecik kalıyordu geriye. Arkadan Almanlar ya da tanklar geliyorsa, o tepecik de ezilip gidiyordu. Sırf toprak, iz bile kalmıyordu geride. Birçoklarını da ormana, aÄŸaç altlarına gömdüler… MeÅŸelerin, huÅŸların altına… Ben hâlâ ormana gidemem. Özellikle yaÅŸlı meÅŸe ve huÅŸların olduÄŸu ormanlara… Oturamam oralarda…â€- Mariya Petrovna Smirnova (Kuharskaya), sıhhiyeci: “Kırım’da doÄŸup büyüdüm… Savaşın baÅŸlarında, ilk günlerindeydik; radyodan çekilmekte olduÄŸumuzu duydum… KoÅŸa koÅŸa askerlik ÅŸubesine gittim, ret cevabı aldım. Yirmi sekiz temmuzda çekilen birlikler bizim Slobodka’dan geçti, onlarla birlikte celpsiz halde cepheye gittim. Ä°lk yaralı gördüğümde bayılmıştım. Sonra geçti. Bir askeri sürüklemek için kurÅŸunların ortasına kendimi ilk attığımda öyle bir bağırıyordum ki çatışma gümbürtüsünü bastırmaya çalıştığım sanılabilirdi. Sonraları alıştım. On gün sonra yaralandım. Vücuduma saplanan mermi parçasını kendim çıkardım, yaramı kendim sardım… (...) Sırtımıza üniforma dayanmıyordu: Yenisini verirler, birkaç gün sonra kana bulanır. Sıcak çatışmadan çıkardıklarımın sayısı toplam dört yüz seksen birdir. Bir gazeteci saymıştı: Koca bir niÅŸancı taburu ediyormuş… Kendimizin iki-üç katı ağırlığındaki erkekleri taşıyorduk. Ãœstelik yaralılar daha da ağır olur. Sadece kendisini deÄŸil, silahını, sırtındaki kaputu, çizmelerini de taşırsın. Yüklenirsin seksen kiloyu, götürürsün. Bir hücum boyunca böyle beÅŸ-altı sefer… Bu arada kendin kırk sekiz kilosundur, balerin kilosu. Åžimdi inanamıyorum… Kendim de inanamıyorum…â€/Archive/2021/3/7/221737913-18-.jpg- Nina Vladimirovna Kovelenova, uzman çavuÅŸ, niÅŸancı bölüğü sıhhiyecisi: “Beni cepheye almıyorlardı… Yaşım on altı daha, on yediye çok var. Askerlik ÅŸubesine gittim. Annem yollamıyor. Askerlerin kimi peksimet, kimi ÅŸeker saklardı benim için. Korur kollarlardı. KatyuÅŸamız (BM-13 adlı Sovyet yapımı çok namlulu roketatara Ä°kinci Dünya Savaşı’nda askerler tarafından verilen ve giderek yaygınlaÅŸan takma ad. KatyuÅŸa adının savaÅŸ- tan önce popüler olan aynı adlı ÅŸarkıdan geldiÄŸi sanılıyor) olduÄŸunu bilmiyordum, muhafazada arkamızda duruyormuÅŸ. Birden ateÅŸ etmeye baÅŸladı. Göğüs göğüse çarpışmalar… Ne kalmış aklımda? Bir kütürtü duyulduÄŸunu hatırlıyorum… Çarpışma baÅŸlar baÅŸlamaz hemen bu kütürtüyü duyarsın; kıkırdaklar kırılır, insan kemikleri çatırdar. VahÅŸi hayvanlara has çığlıklar… Erkekler birbirlerini boÄŸazlardı. Ölümüne vururlardı. Ölümüne kırarlardı. Süngüleri birbirlerinin ağızlarına gözlerine indirirlerdi… Kalplerine, karınlarına… Tarif etmem zor… Kısacası, kadınlar erkekleri böyle bilmez onları evlerinde böyle görmemiÅŸlerdir. Ne kadınlar ne çocuklar. Ä°nsan dehÅŸete kapılıyor resmen… SavaÅŸtan sonra eve, Tula’ya döndüm. Geceleri bağırır dururdum. Kendi çığlığımdan uyanırdım…†/Archive/2021/3/7/221948724-23-.jpgSAVAÅžTA HAYATIN ALELADE(!) ANLARISvetlana Aleksiyeviç’in Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabında ana vurgularından biri de yalnızca ölümün deÄŸil, yaÅŸamın da ne kadar büyük emek istediÄŸi. Her bir sayfada apaçık ortaya koyduÄŸu gibi savaÅŸ; yalnızca çatışma ve idam, mayın döşeme ve temizleme, bombalar ve patlamalar, göğüs göğüse kapışmalar demek deÄŸil. Bu iÅŸin bir de “alelade†(!) anları var! Tüm ezberleri bozarak hatta öyle güçlü imliyor ki savaÅŸta hayatın yarısından çoÄŸu alelade yaÅŸantıdan ibaret o derece!Peki nedir o alelade yaÅŸantının elementleri? demiÅŸti hastabakıcı Aleksandra Ä°osifovna MiÅŸutina’nın dilinden şöyle aktarıyor yanıtı:“Çamaşır da yıkanır harp zamanı, lapa da kaynatılır, ekmek de piÅŸirilir, mutfak kazanları temizlenir, atlara bakılır, arabalar tamir edilir, tabutlar yontulur ve çivilenir, posta dağıtılır, çizmelere taban çakılır, tütün taşınır. Sıradan kadın iÅŸleri savaÅŸta daÄŸ gibi yığılır. Önden ordu, peÅŸinden “ikinci cephe†ilerler: çamaşırcılar, aşçılar, oto tamircileri, postacılar…â€Ä°Ã§lerinden biri yazara, “Biz kahraman deÄŸiliz, sahne arkasındaydık çünkü,†diye yazmış. Sahne arkası! Sahne neler oluyordu sahi? Anlatıyorlar, hem de nasıl! /Archive/2021/3/7/222000662-24-.jpg- Ä°rina Nikolayevna Zinina, er, aşçı: “Binbaşı bizi teker teker çağırıp elimizden hangi iÅŸlerin geldiÄŸini sordu.Biri diyor: ‘İnek saÄŸarım.’ DiÄŸeri: ‘Evde patates haÅŸlardım, anneme yardım ederdim.’ Beni çağırdı: ‘Sen?’‘Çamaşır yıkarım’. ‘İyi kızsın sen, belli. KeÅŸke yemek piÅŸirmesini bilseydin’. ‘PiÅŸiririm’. Bütün gün yemek piÅŸirirdim, gece bir gelirdim askerlerin çamaşırları birikmiÅŸ. Nöbet de tutardım. Seslenirlerdi bana: ‘Nöbetçi! Nöbetçi!’. Cevap verecek gücüm olmazdı. Ses çıkaracak halim bile kalmazdı…â€- Aleksandra Semyonovna Masakovskaya, er, aşçı: “Ben hiç ateÅŸ etmedim… Askerlere lapa piÅŸiriyordum. Bunun için madalya verdiler bana. Lafını bile etmem: SavaÅŸtım mı ki? Lapa kaynattım, asker çorbası. Kazanları, karavanaları sürüklerdim. Ağır mı ağır… Komutan, hatırlıyorum da kızardı: “Ah ÅŸu karavanaları bir tarayabilsem… SavaÅŸtan sonra nasıl çocuk doÄŸuracaksın sen?†Bir keresinde tuttu sahiden de hepsini taradı. Kasabanın birinde daha ufak karavanalar bulmamız gerekti. Ön hattan gencecik askerler gelirdi istirahata. Zavallıcıklar, hepsi pis, periÅŸan, bacakları, kolları donmuÅŸ.â€- Mariya Stepanovna Detko, er, çamaşırcı: “Tüm savaşı çamaşır teknesinin başında geçirdim. Elde yıkardık. Astarı pamuklu ceketler, asker gömlekleri… Beyaz gömlekler, ÅŸu kamuflaj için giydikleri, kana bulanırdı, kıpkırmızı olurdu… KurumuÅŸ kan siyahı. Ä°lk suyla çıkaramazsın, su kırmızı ya da siyaha keser… Yensiz gömlekler, bütün göğsü açıkta bırakan delikler, paçasız pantolonlar. Gözyaşıyla yıkar, gözyaşıyla durularsın. Asker gömlekleri daÄŸ gibi yığılır… Ceketler… Aklıma gelince bugün bile kollarım sızlar. Pamuklu ceketler kışın ağırlaşır, üzerlerindeki kan donar çünkü. Bugün de sık sık rüyama girer… Kara bir daÄŸ ÅŸeklinde…â€- Anna Zaharovna Gorlaç, er, çamaşırcı: “Bizler askerleri giydirir, kıyafetlerini yıkar ütülerdik, iÅŸte buydu kahramanlığımız. At sırtında gider, nadiren trene binerdik, atlar perperiÅŸan, Berlin’e kadar yayan gittik desem yeridir. Ne gerekiyorsa yapıyorduk iÅŸte: Yaralıların taşınmasına yardım ediyor, Dinyeper’e mermi yetiÅŸtiriyorduk çünkü araçla taşımak imkânsızdı; kucağımızda birkaç kilometre taşıyarak ulaÅŸtırıyorduk. Zeminlik kazıyor, köprü kuruyorduk… Bir keresinde etrafımız kuÅŸatıldı; herkes gibi ben de koÅŸtum, ateÅŸ ettim. Öldürüp öldürmediÄŸimi bilemem. KoÅŸuyor, bir yandan da ateÅŸ ediyordum, herkes gibi. Çok az ÅŸey hatırlayabildim sanırım. Oysa ne çok ÅŸey gelmiÅŸti başıma! Hatırlarım yine… Sen yine gel…â€- Natalya Muhametdinova, er, fırıncı: “Benim hikâyem kısa… BaşçavuÅŸ sordu: ‘Küçük kız, kaç yaşındasın sen?’. ‘On altı, ne oldu ki?’. ‘Şöyle ki biz reÅŸit olmayanları almıyoruz’. ‘Ne isterseniz yaparım. Ekmek bile piÅŸiririm’. Aldılar…†/Archive/2021/3/7/222012990-25-.jpg- Zoya Lukyanovna Verjbitskaya, inÅŸaat taburu manga komutanı: “Biz inÅŸaatçıydık… Demiryolları, dubalı köprüler, kazamatlar kurardık. Cephe yanımızdaydı. Fark edilmemek için geceleri kazardık toprağı.AÄŸaç keserdik. Mangamdaki kızların hemen hemen hepsi gencecikti. Birkaç erkek vardı içimizde, çatışmalara katılamayan. AÄŸaçları nasıl mı taşırdık? Hep birlikte kaldırır götürürdük. Koca manga bir aÄŸacı... Ellerimizde kanlı nasırlar çıkardı… Omuzlarımızda…â€- Mariya Semyonovna Kulakova, er, fırıncı: “Öğretmen okulu mezunuyum… Diplomamı aldığımda savaÅŸ baÅŸlamıştı. Atamadılar bizi. On sekizimdeydim. Bizi askerlik ÅŸubesinde topladılar, “cephe fırınlarında çalışacak kadınlara ihtiyaç var†dediler. Çok ağır bir iÅŸtir bu. Sekiz demir fırınımız vardı. Yıkılmış bir kasaba ya da ÅŸehre geldiÄŸimizde fırınları kurardık. Fırını kurdun odun gerekir, yirmi-otuz kova su, beÅŸ çuval un. On sekizinde kızlar yetmiÅŸ kiloluk un çuvallarını taşırdık. Ä°ki kiÅŸi tutar götürürdük. Yahut kırk somun ekmeÄŸi sedyelere yüklerlerdi. Ben kaldırmazdım mesela. Gece gündüz fırın başındaydık, gece gündüz. Bir tekne yoÄŸurur diÄŸerine giriÅŸirdik. Bombalar yaÄŸar, biz ekmek piÅŸirirdik…â€- Yelena Nikiforovna Ä°yevskaya, er, levazımcı: “Savaşın dört yılını tekerlek üzerinde geçirdim… Verilen adreslere gidiyordum: Åžukina ÇiftliÄŸi, Kojuro ÇiftliÄŸi. Ön hattaki bir askerin olmazsa olmazı tütün, sigara, çakmaktaşıdır. Bunları depodan alır yola koyulurduk. Kamburumuz çıkarak taşırdık. Sipere kadar atla gidemezsin, Almanlar duyabilir. Sırtında taşıyacaksın. Kamburun çıkarak, cancağızım…â€- Mariya Alekseyevna Remneva, asteÄŸmen, postane görevlisi: Yaşım on dokuzdu… Vladimir Oblastı’nın Murom kentinde yaşıyordum. Kırk bir yılının ekiminde bizi otoyol inÅŸasına gönderdiler. Muhabere okuluna, posta hizmetleri kursuna gönderildim. Kurs bitiminde kendimi hareket ordusuna baÄŸlı Altmışıncı NiÅŸancı Tümeni’nde buldum. Alay postanesinde subaydım. Ön hattakilerin mektup aldıklarında nasıl aÄŸladıklarını, zarfları nasıl öptüklerini gözlerimle görüyordum. Birçoklarının yakınları ölmüştü ya da düşman iÅŸgalindeki bölgelerde yaşıyordu. Yazamazlardı. Bu yüzden Bir Yabancı rumuzuyla mektuplar kaleme alıyorduk biz: ‘Sevgili asker, bu mektubu sana yabancı bir kız yazıyor. Düşmanı eziyor musun? Ne zaman zafer kazanıp eve döneceksin?’. Geceleri oturup böyle ÅŸeyler uyduruyorduk… SavaÅŸ boyunca bu tür yüzlerce mektup yazmışımdır… /Archive/2021/3/7/222034990-26-.jpgALEKSÄ°YEVİÇ’İN Ä°TÄ°RAFI!Birkaç sene içinde daha yüzlerce hikâyeyi not etmiÅŸ yazar Svetlana Aleksiyeviç. SavaÅŸ âlemi, bilmediÄŸi bir yönüyle gitgide daha da ÅŸaşırtmış onu. Öyle ya bu kitabı yazmaya baÅŸlayana kadar düşünmemiÅŸ, merak etmemiÅŸti; insan boyundan alçak siperlerde, çıplak toprak üzerinde, ateÅŸ başında uyumak, çizme ve kaputla gezmek, hiç gülememek, dans edememek ne demekti onlar için? Yazlık elbise giyememek? Pabuçlardan, çiçeklerden uzak düşmek… Ne de olsa yaÅŸları on sekiz-on dokuzdu!Yaygın kanıya uygun olarak savaÅŸta kadın yaÅŸantısına yer olmadığını düşündüğünü, kadın gibi yaÅŸamanın imkânsız, neredeyse yasak olduÄŸunu düşündüğü itiraf ediyor Vasilyeviç. Tüm bu süreç içinde cephedeki kadınlarla yaptığı konuÅŸmalar ve incelediÄŸi sayısız raporlar, belgeler sonucunda ise çok kısa bir süre içinde ne kadar yanıldığını anlıyor da anlıyor! /Archive/2021/3/7/221929881-22-.jpgKADIN DOÄžASI VE GÃœZELLÄ°K!Fark ettiÄŸi bir ÅŸey de; kadınlar neden bahsederlerse etsinler, bu ölüm bile olsa, varlıklarının yok edilemez bir parçasını teÅŸkil eden güzelliÄŸi hep hatırlıyorlardı. Naif genç kızlık hilelerinden, küçük sırlarından, savaşın “erkekçe†yaÅŸayışı ve iÅŸleri ortasında ne olursa olsun kendileri kalma arzularından neÅŸe ve keyifle bahsediyorlardı. DoÄŸalarına ihanet etmek istememiÅŸlerdi. Onu da özlüyorlardı hem de nasıl!Ãœzerinden kırk yıldan fazla bir süre geçmesine karşın kimi ÅŸaşırtıcı detaylar, tonlar, renk ve sesler dahi belleklerindeydi. Dünyalarında gündelik hayatla varoluÅŸ iç içe geçmiÅŸti. Savaşı yaÅŸamdan bir kesit olarak anımsıyorlardı. Ä°nsani olan, özü itibariyle gayriinsani olana galebe çalıyordu:- Y. Yermakova, muhabereci: “Piyade A. Strotseva, tabutun içinde yatarken nasıl da güzeldi… Gelin gibi… (...) Madalya alacağım ama sırtımda eski püskü bir asker gömleÄŸi… Gazlı bezden bir yaka diktim. Ne de olsa beyaz… O an kendimi öyle güzel zannediyordum ki. Bir aynacık da yoktu ki elimde bakınayım. Neyimiz varsa bombardımanda gitmiÅŸti…â€- Anna Galay, tüfekçi: “GüzelliÄŸim savaÅŸta kaldı, ne acı… En iyi yıllarım orada geçti. Yanıp kül oldu. Sonra zaten çabucak yaÅŸlandım…â€- Mariya Nikolayevna Åželokova, çavuÅŸ, muhabere mangası komutanı: “Toprağın içinde yaşıyorduk…Köstebekler gibi… Yine de elimizde birkaç süs kalıyordu. Mevsim baharsa bir dal getirir koyuverirdik köşeye. İçimiz açılırdı. Kızlardan birine evinden yün elbise göndermiÅŸlerdi. Aslında elbise giymek yasaktı ama yine de imrenmiÅŸtik. Ben küpelerimi bir köşeye saklamıştım, geceleri takıp öyle uyuyordum… ÃœsteÄŸmen pek yakışıklıydı. Bizim kızların hepsi birazcık âşıktı ona. SavaÅŸta askere, yalnızca askere ihtiyaç olduÄŸunu söylerdi bize. Askere ihtiyaç vardı… Bizlerse güzel olmak istiyorduk hâlâ…â€- Nadejda Vasilyevna Alekseyeva, er, telgrafçı: “Bir vagon verdiler bize… Yük vagonu… Biz on iki kızız, kalanlar hep erkek. Tren on-on beÅŸ kilometre gidip duruyor. On-on beÅŸ kilometrede bir kör hatta giriyoruz. Ne su var, ne tuvalet… Erkekler molada ateÅŸ yakar, bitlerini silkeler, kurutur. Ya biz ne yapalım? Bir binanın arkasına saklanıp orada soyunuyoruz. Bir örgü kazağım vardı, her milimetresine, her ilmeÄŸine bitler sinmiÅŸti. Attım kazağı, kaldım bir elbiseyle. SaÄŸ olsun bir istasyonda yabancı bir kadın bana bir bluzla, eski ayakkabılarını verdi. Uzun süre trenle gittik, sonra uzun uzun yürüdük. Yürürken devamlı aynaya bakıyordum: Bir yerim donmuÅŸ mu diye. AkÅŸama doÄŸru yanaklarımın donduÄŸunu gördüm. Ne aptalmışım… Yanaklar donunca bembeyaz olur diye duymuÅŸtum. Benimkiler al aldı. Hep donuk kalsalar diye düşünmüştüm. Ertesi gün kararmışlardı…†/Archive/2021/3/7/221634774-15-.jpg- Anastasiya Petrovna Åželeg, onbaşı, balon pilotu: “Güzel kızlarımız çoktu… Bir gün hamama gittik, içinde bir de kuaför var. Eh, birbirimizden göre göre hepimiz kaÅŸlarımızı boyattık. Komutan verdi bize zılgıtı: ‘SavaÅŸmaya mı geldiniz, baloya mı?’.- Stanislava Petrovna Volkova, asteÄŸmen, istihkâm takımı komutanı: “Bana iki ömür sürmüşüm gibi geliyor bazen, birini erkek, diÄŸerini kadın olarak… Harp akademisine girer girmez askeri disiplinle tanıştık: Tek duyduÄŸumuz: “KonuÅŸmayı kes!â€, “Muhabbeti kes!†AkÅŸamları azıcık oturmaya, bir ÅŸeyler iÅŸlemeye can atarsın… Kadınsı bir ÅŸeyleri hatırlamaya… Katiyen izin verilmezdi. Bir saat istirahat hakkımız vardı, onda da mektup yazardık; serbest dikilmek, konuÅŸmak mümkündü. Ama öyle gülüşmeler, baÄŸrışmalar yasaktı. Sanırım ben bunlara hiç alışamadım. Bir keresinde cephede ne oldu… Çizmelerim ayağıma üç numara büyüktü; yamulmuÅŸlardı, toz içlerine iÅŸlemiÅŸti. Ev sahibi kadın iki yumurta vermiÅŸti bana: ‘Yolluk yaparsın, pek çelimsizsin, kırılıp gideceksin,’ diyerek. Gizlice, ona göstermeden o iki yumurtayı kırdım, küçücüklerdi, çizmelerimi temizledim. Karnım da açtı tabii ama kadınca kaygılar üstün geldi, o güzel olma isteÄŸi. O kaputlar insanın tenini nasıl keser bilseniz, nasıl ağırdır, nasıl erkek iÅŸi, kemer filan, her ÅŸey. En sevmediÄŸim ÅŸey de kaputun sürtünüp boynumu kesmesiydi, bir de ÅŸu çizmeler. Adım atışımız deÄŸiÅŸiyordu, her ÅŸey deÄŸiÅŸiyordu… Mahzun olduÄŸumuzu hatırlıyorum. Hep mahzunduk…â€- Mariya Nikolayevna Stepanova, binbaşı, niÅŸancı kolordusunda muhabere komutanı: “Şehrin birinde bizi sıraya sokup hamama götürdüler. Erkekleri erkek bölümüne, bizi kadın bölümüne. İçerideki kadınlar bastılar çığlığı, herkes bir yerini örtüyor: “Askerler geliyor!†diyerek. Kız mıyız erkek miyiz ayırt etmek mümkün deÄŸil ki: BaÅŸlarımız tıraÅŸlı, üzerimizde askeri üniformalar. Bir seferinde de tuvalete gidelim dedik, kadınlar polis çağırdılar. ‘E, nereye gidelim?’ diye sorduk polise. Bu defa o baÅŸladı kadınlara bağırmaya: ‘Kız bunlar yahu!’. ‘Ne kızı be, bildiÄŸin asker iÅŸte…’â€. /Archive/2021/3/7/221141340-3-.jpg- Bella Ä°saakovna EpÅŸteyn, çavuÅŸ, keskin niÅŸancı: “İkinci Beyaz Rusya Cephesi’nde Albay ilk karşılaÅŸmamızda bize dedi ki: ‘Bakın kızlar, mademki savaÅŸmaya geldiniz savaşın ama baÅŸka iÅŸlerle uÄŸraÅŸmak yok. Etrafınız erkek dolu, kadın yok. Åžeytan bilir nasıl izah edeceÄŸiz size bazı ÅŸeyleri. SavaÅŸ bu, hatunlar, savaş…’ Daha bebe olduÄŸumuzun farkındaydı. Bir Alman kasabasında bizi geceyi geçirmemiz için bir ÅŸatoya yerleÅŸtirdiler. Dolaplar tıka basa güzel kıyafetlerle dolu. Kızlar kendilerine birer elbise seçti. Ben de sarı bir tane beÄŸendim, bir de sabahlık ama o kadar güzel bir sabahlık ki anlatamam, uzun, hafif… Tüy gibi! Yatma vakti geldi, hepimiz felaket yorgunuz. Giydik o elbiseleri, yattık. HoÅŸumuza gidenleri giyip hemen uyuduk. Ben elbisenin üzerine bir de sabahlığı geçirmiÅŸtim… BaÅŸka bir seferinde terk edilmiÅŸ bir ÅŸapka atölyesinde kendimize ÅŸapkalar seçtik; az da olsa takabilmek için bütün gece oturarak uyuduk. Sabah kalktık… Son bir kez aynaya baktık… Ve çıkardık, tekrar asker gömleklerimizi, pantolonlarımızı giydik. Yanımıza hiçbir ÅŸey almazdık. Yolda bir iÄŸne bile ağırlık yapar. Kaşığını koncunun içine geçirir gidersin, o kadar…â€- Sofya Konstantinovna Dubnyakova, sıhhiyeci: “Ladoga Gölü’nün buzları üzerinde koÅŸuyoruz… Hücuma geçmiÅŸiz. Birden ÅŸiddetli bir ateÅŸe maruz kaldık. BaÅŸlarda ölümden korkarsın… ÅžaÅŸkınlık ve merak iç içedir. Sonra ne biri kalır ne diÄŸeri yorgunluktan. Devamlı gücünün sınırındasındır. Sınırının da ötesinde. Sonuna kadar kalan tek ÅŸey ölümden sonra çirkin olma korkusu. Kadınca bir korku… Mermi paramparça etmesin de ne olursa olsun… Bilirim çünkü nasıl olduÄŸunu… Kendim topladım paramparça bedenleri…â€- Aleksandra Semyonovna Popova, muhafız bölüğü teÄŸmeni, pilot: “Alayımız tamamen kadınlardan oluÅŸuyordu… Cepheye kırk iki yılının mayısında geldik… Bünyelerimiz o kadar deÄŸiÅŸim göstermiÅŸti ki savaÅŸ sırasında kadınlıktan çıkmıştık. Kadınlara has ÅŸeyler… Aybaşı filan kalmamıştı… SavaÅŸtan sonra doÄŸuramayanlar oldu. Hepimiz sigara içerdik. Deri ceketler, pantolonlar, asker gömlekleri giyerdik, kışın bir de kürklü ceketler. Ä°ster istemez yürüyüşümüz, hareketlerimiz de erkeksi bir hal almıştı. SavaÅŸ bittiÄŸi zaman bize haki elbiseler diktiler. Birdenbire kız olduÄŸumuzu hissettik…†/Archive/2021/3/7/221332964-8-.jpg- Klara Vasilyevna Gonçarova, er, uçaksavar topçusu: “SavaÅŸtan önce askerlikle ilgili her ÅŸey hoÅŸuma giderdi… Erkekçe ÅŸeyler… Havacılık okuluna giriÅŸ kurallarını yollamaları için baÅŸvuruda bulunmuÅŸtum. Ãœniforma yakışıyordu üzerime. Düzeni, netliÄŸi, kesik komuta sözcüklerini seviyordum. Okuldan cevap geldi: “Önce liseyi bitirin.†On altı yaşındaydım. Pantolondan bugün bile nefret ederim, ormana dahi pantolonla gitmem. Mantar toplamaya, yemiÅŸ toplamaya… Sıradan, kadınsı bir ÅŸey giymeyi çok istiyordum…â€- Mariya Nesterovna Kuzmenko, uzman çavuÅŸ, silah tedarikçisi: “Bizimkisi erkek alayıydı, sadece yirmi iki kadın vardı. Sekiz Yüz YetmiÅŸinci Uzak Menzil Bombardıman Alayı. Ağır kaldıra kaldıra kadınlıktan çıktık… Biyolojik ritmimiz bozuldu… Çok korkunç! Bir daha hiç kadın olmayacağını düşünmek korkutucu…â€- Appolina Nikonovna Litskeviç-Bayrak, asteÄŸmen, istihkam-mayın tarama takım komutanı: “SavaÅŸta aÅŸkı ve çocukluÄŸumu düşünmemeye çalışırdım. Ölümü de. Hayatta kalmak için çok yasaklar koymuÅŸtum kendime. Özellikle de ÅŸefkati, ince ÅŸeyleri yasaklamıştım. Bunları düşünmeyi, aklıma getirmeyi... Erkek gibi tıraÅŸ edilmiÅŸtim, pantolon ve asker ceketi giyiyordum, erkeksi tavırlar edinmiÅŸtim, kısacası yeniyetmelere benziyordum. Bazen köye at sırtında girerdim, o zaman cinsiyetim hiç anlaşılmazdı, ama kadınlar seziyordu, dikkatle bakıyorlardı bana. Kadın içgüdüleri… MüthiÅŸ! Kırk altı senesinin yılbaşında bana on metre kırmızı saten verdiler. Güldüm: ‘Ne yapayım sateni? Terhis olunca kendime kırmızı elbise dikerim. Zafer elbisesi,’ dedim. İçime doÄŸmuÅŸ gibi… Kısa süre sonra terhis emrim geldi… Âdettendi, bana da taburumuzda veda töreni düzenlediler. Kutlamada subaylar ince dokuma büyük mavi bir ÅŸal hediye ettiler bana. Trende ateÅŸim çıktı. Yüzüm ÅŸiÅŸti, aÄŸzımı açamıyordum. Yirmilik diÅŸlerim çıkıyordu… SavaÅŸtan dönüyordum…†/Archive/2021/3/7/221849381-19-.jpgÖLÃœMÃœN YANI BAÅžINDA SEVMEK!Kitabında sevgiden, insanın savaÅŸtaki yegâne kiÅŸisel tecrübesinde de söz ediyor Vasilyeviç. KonuÅŸtuÄŸu cephedeki kadınların ölüme kıyasla sevgiden daha üstü kapalı söz etmelerinein kendisi için sürpriz olduÄŸunu belirtiyor. Nihayet zafere ulaÅŸtıklarında; bir zamanlar onlar için barış ve savaÅŸ olarak ikiye bölünen hayat, ÅŸimdi de savaÅŸ ve zafer olarak ikiye ayrılıyordu. Yine iki farklı dünya, iki farklı yaÅŸam. Nefret etmeyi öğrenmiÅŸlerdi, ÅŸimdi yeniden sevmeyi öğrenmeleri gerekiyordu. UnutulmuÅŸ duyguları anımsamaları. UnutulmuÅŸ kelimeleri. SavaÅŸ insanı olmaktan çıkmalıydılar… Sahi orada, ölümün yanı başında nasıldı sevgi?- Sofya Krigel, uzman çavuÅŸ, istihkâmcı: “Birinci Beyaz Rusya Cephesi’ne geldik… Yirmi yedi kız. Cepheye gitmeden önce yemin etmiÅŸtik: AÅŸkla meÅŸkle iÅŸimiz olmayacak. SaÄŸlam çıkarsak, savaÅŸtan sonra yaÅŸayacağız yaÅŸayacağımızı. SavaÅŸtan önce kimselerle öpüşmemiÅŸtik bile. Cephede aÅŸk yasak gibi bir ÅŸeydi, komutanlar öğrenirse âşıklardan birini baÅŸka birliÄŸe sevk ediyorlar, basbayağı ayırıyorlardı. Biz aÅŸkımızı gizler, saklardık. Çocukluk yeminlerimizi tutamadık... Sevdik… Sanırım âşık olmasaydım savaÅŸtan saÄŸ çıkamazdım. Canımı kurtardı. AÅŸk kurtardı beni…â€- Anastasiya Leonidovna Jardetskaya, onbaşı, sıhhiyeci: “EÅŸim… Ä°yi ki burada deÄŸil, iÅŸe gitti. Kesin emri var… AÅŸkımızdan söz etmeyi sevdiÄŸimi biliyor… Kendime bir gecede sargı bezinden gelinlik diktiÄŸimi anlatmayı… Kendim diktim. Bir ay boyunca sargı bezi biriktirmiÅŸtik kızlarla. Ganimetten… Gerçek bir gelinliÄŸim olmuÅŸtu! FotoÄŸrafı bile var: O gelinlik ve çizmelerle; gerçi çizmeler görünmüyor ama anımsıyorum giydiÄŸimi. Kemeri de kendime eski bir kepten çırpıştırmıştım… Åžahane olmuÅŸtu.â€- Mariya Selivesterovna Bojok, hemÅŸire: “EÅŸimle cephede tanıştık, kur yapıyordu bana. Duymak dahi istemiyordum: ‘Hayır, olmaz, savaÅŸ bitsin o zaman konuÅŸuruz bunları.’ Cephede evlenen bir arkadaşım vardı, demiÅŸtim ki kıza: ‘Sana çiçek vermemiÅŸ. Kur yapmamış. Hemen evleniverdin. Böyle aÅŸk mı olur?’ SavaÅŸ bitti… Göz göze geliyor, bittiÄŸine, hayatta kaldığımıza bir türlü inanamıyorduk. Ä°ÅŸte ÅŸimdi yaÅŸayacağız… Åžimdi seveceÄŸiz… Gel gör ki unutmuÅŸuz bu iÅŸleri, beceremiyoruz.â€
Gamze Akdemir
Read more:
https://www.turkish-media.com/forum/topic/669472-kadin-yok-savasin-yuzunde/