Zülfü Livaneli: Cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz
Zülfü Livaneli: Dört yıldır Kaplanın Sırtında adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var.
Satır satır altı çizilerek okumak isteyeceÄŸiniz bir kitap gibi Zülfü Livaneli. "Dört yıldır Kaplanın Sırtında adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeÄŸi bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduÄŸumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum" diyor. Zülfü Livaneli'yle yüksek edebiyattan çok satanlara, Nazım Hikmet'ten YaÅŸar Kemal'e kadar, hem söyleÅŸtik, hem dertleÅŸtik...- Hewingway, insanları dinlemenin önemini ve özellikle yazarlığın kendini anlatmak deÄŸil dinlemek olduÄŸunu söyler. Oysa, birbirimizi dinlemediÄŸimiz hatta anlatmak için dinlediÄŸimiz bir dönemdeyiz. Dinlemeden anlatmaya çalışmak yaman bir çeliÅŸki deÄŸil mi?Evet. Hewingway haklı. Ä°nsanlara, size baÅŸka bir insanın hikâyesini anlatıyorum ve bunu okumanızı istiyorum diyoruz, kamuoyunun önüne çıkıyoruz. Dünyada yedi buçuk milyar insanın yedi buçuk milyar hikâyesi var. Dinlemeyi bildiÄŸiniz zaman en yüzeysel gördüğünüz insanın, bile ÅŸaşırtıcı hikâyeleri ortaya çıkıyor. Dinleyeceksiniz, göreceksiniz. Kulağınıza çalınan bir ÅŸey olduÄŸu zaman, irdeleyeceksiniz. - Herkes kendini ifade etmek istiyor sanki…Herkes kendini anlatıp ifade etmek istiyor ama kendini ifade iki bakımdan önemlidir. Birincisi, içini dökme isteÄŸi.. İçini dök tabii ama ne için? O iç ne kadar dünyaya açık ve ne kadar birikim barındırıyor? Nelerle içini dökeceksin. Genç romancılara bakıyorum güzel yazıyorlar 400-500 sayfa kitap az emek deÄŸil. Ama içinde bir ÅŸey yok. “Edebiyat Mutlulukturâ€da da söylediÄŸim gibi kitabın içinde bir nabız atmalı. Derler ya “Tanrı insanı çamurdan yaptı sonra içine can üfledi.†O üfleme olmadan kitap canlanamaz. İçinde bir zemberek kurulu olmalı. ZembereÄŸi çalışmayan saat nasıl durursa o da duruyor. Gözlemlerini anlatıyor, sıkıntılarını anlatıyor, arkadaÅŸlarıyla kahvede iliÅŸkilerini anlatıyor. Tamam da peki bundan bize ne?- Okumayan mı? Okutamayan mı? Suçlu kim?Medya çağında yaşıyoruz. Medya o kadar önemli ki. Medya insanların düşünmesini ÅŸartlıyor. Ä°nsanlar artık obezliÄŸin zararlarını anladılar, öğrendiler peki ya ruh obezliÄŸine ne olacak? Ãœzerimize milyonlarca bilgi, görüntü akıyor ve içimizi kirletiyor. Bunu ayırt edecek olan var, olamayan var. Ä°nsanlar gördüğüne, okuduÄŸuna inanıyor, peÅŸinden gidiyor. Özellikle Batı dünyasında medya hep tek tarzdaki yazarları ortaya çıkarıyor. Bu kaliteli, bunu okuman lazım ÅŸeklinde. Peki o yazarlar ideolojik olarak uygunsa ki Amerikada’da birçok böyle isim biliyorum. Ä°deolojiye uygun ama yazdığını okutamıyor. Sonra okuyucuya “sen anlamıyorsun, bu yüksek edebiyat†diyorlar. Böyle bir ÅŸey olabilir mi? Bütün insanlık Dickens, Tolstoy, Balzac, Stendhal, Dostoyevski’yi anlamış, seni mi anlamayacak. Sen o kadar yükseksin ki dünyanın üzerinde kimse seni anlamayacak. (gülüyor) Böyle bir ÅŸey olabilir mi? Bir konsere gittiÄŸimde piyanist bana dinletmek zorunda. Onun maharetini görmeliyim, hayran olmalıyım. EÄŸer çalamıyorsa çıkar giderim konserden. Ya da kitabı okuyamıyorsam bırakırım. Borges der bunu çok da doÄŸru söyler. “Dünya o kadar güzel okunacak kitaplarla dolu ki, eÄŸer bir kitap kendini okutamıyorsa bırakın, vakit kaybetmeyin†der. Aynı fikirdeyim. Yazarın birinci meselesi okutmaktır. Maharet eksikliÄŸi var. Peki ne maharetin var? Dil mi? Konu mu? Kurgu mu? Hayır anlamazsınız. Bu yüksek edebiyat. - Peki Bestseller (çoksatanlar) konusunda ne düşünüyorsunuz?Bizim ülkemizin bu konuda bir farkı var. MesleÄŸimiz gereÄŸi tüm dünyayı, geliÅŸmeleri takip ediyoruz. New York Times’ın çok satanlar listesine bakın. Bir tane edebiyat ismi göremezsiniz. Aynı ÅŸey Almanya ve Fransa’da da geçerlidir. Türkiye’de öyle deÄŸil. Dünyadaki tüm yayıncılarımla ülkemizin çok satanlar listesini paylaÅŸtım. Her zaman Sabahattin Ali, Saramago, Zweig, Sait Faik, Orwell ve de Türkiyenin önemli yazarlarının hepsi olur. Kitap rafa çıkınca beÄŸenilirse devam ediyor, beÄŸenilmezse sönüyor, gidiyor. Biz gerçekten çok özel bir okur kitlesine sahibiz. Dünyada anlatıyorum, ÅŸaşırıyor insanlar. Bizim içimizde çok geliÅŸmiÅŸ bir Avrupa ülkesi var. Öyle düşünün. Ne var ki dünyada da Türkiye’de de yetenekli bir yeni yazarın adını duyurması çok zor. Okurlar genellikle bildikleri yazarlara yoÄŸunlaşıyor. Bunu aÅŸmamız gerekiyor.- Bir kitabın çok satar olması…Bir kitabın çok satar olması ille de kalitesiz olduÄŸunu göstermez, ille kaliteli olduÄŸunu da göstermez. Kitap kendisi içinde deÄŸerlendirilir. Çok satan olup olmadığı hiç önemli deÄŸildir. Sabahattin Ali’nin sürekli listede olmasını düşünün. Kötü yazar mı diyeceÄŸiz bu büyük isme. Yabancı dile çevrilme konusu da böyle. Sait Faik dünyada bilinmiyor diye deÄŸersiz bir yazar mı? Dünyanın gördüğü en büyük hikâyecilerden biridir.- Nitelikli eserin anahtar kelimeleri sadelik, derinlik ve zenginlik midir?Her yiÄŸidin yoÄŸurt yemesi farklıdır. Herkes baÅŸka türlü yapar bunu. Mesela George Orwell büyük bir yazardır. DoÄŸru. Ve 1984 ÅŸu an dünyanın geldiÄŸi noktayı anlatması bakımından en popüler kitap. Peki. Biz bu kitabı biliyoruz ama Orwell’in kendisinin de “buradan aldım†dediÄŸi “Yevgeny Zamyatinâ€in “Biz†kitabını biliyor muyuz? Orwell, Biz kitabından esinlenmiÅŸtir. Ama Zamyatin yanlış zamanda Rus, Orwell ise Ä°ngiliz. Bu bir vitrin meselesi. Arka çekmecelerde neler var görmüyoruz.- Gerçek edebiyatın kapitalist diktatörlük için için tehlikeli olduÄŸunu söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız?Aslında bütün totaliter rejimler için geçerli. Her zaman da öyle oldu. Pir Sultan Abdal†neden asıldı? O kadar ÅŸair neden idam edildi? Saray mensubu divan ÅŸairi “Nef’i†bile idam edildi. Niye dünyanın her yerinde, her rejiminde bu kadar yazar kıyımı yapıldı? Sovyetler BirliÄŸi’nde de Gorki’ye neler yapıldığını çok iyi biliyoruz. Ä°ktidarlar, yazarların kendi istedikleri tarzda yazmasını istiyorlar. Sözün gücünün farkındalar. Kapitalist dünya da kendine uygun yazar istiyor. Sistemi yıkmak isteyen, sömürüyü anlatan, isyana çağıran yazar ister mi? Tabii ki istemez. Artık Florida’ya çalışmaya giden mevsimlik tarım işçilerinin korkunç yoksulluÄŸunu anlatan "Gazap Ãœzümleri" gibi romanlar yazılmıyor ya da vitrine konmuyor. - Peki Nâzım Hikmet? Nâzım Hikmet sadece komünist olduÄŸu için deÄŸil, yüreÄŸi bir çocuk kadar masum, heyecanlı bir büyük ÅŸair olduÄŸu için herkes tarafından ezilmek istendi. Her kesimdeki orta zekâlı kurnazlar bu dâhiyi yok etmeye çalıştılar. Sadece burada da deÄŸil. Sovyetler BirliÄŸi’nde piyesi yasaklandı, takip edildi. Bu konudaki dertleÅŸmelerini Abidin ve Güzin Dino aktardılar bana. Nâzım Hikmet’in kiÅŸisel trajedisi çok büyük ama bir de şöyle bir ÅŸansı oldu: Sovyetler BirliÄŸi kültür konusunda çok üstündü. Dünyada bir iletiÅŸim ağı vardı. O aÄŸ Nâzım’ı Küba’ya da götürdü, baÅŸka ülkelere de. Dünyadaki tüm sol yazarlar birbirleriyle irtibat halindeydi. Picasso’nun Guernica tablosunu da o aÄŸ meÅŸhur etti. Åžimdi yapılsaydı ortaya çıkamayabilirdi. Kendim için de söylüyorum. Bir müzisyen olarak ben ya da genç bir arkadaşımız bugün “Karlı Kayın Ormanıâ€nı bestelese belki de yaygınlaÅŸmayacaktı. Belki insanlar eskiden beri bildiÄŸi için geliyor böyle. Bugünün moda akımları içinde belki kaybolacaktı. Gerçi ben o dönemde de moda dışındaydım. O zaman da arabesk vardı. (gülüyor) Bir kitle oluÅŸtu aslında ve o kitle hâlâ duruyor.  - Günümüzde trendlerin etkisinde aynı konularda eser üretmek iyi yazmanın önüne geçmiÅŸ durumda. Farklı görünmeye çalışan yazarlar sanki birbirlerini ve kendilerini tekrarlıyorlar. Halbuki farklı görünmeye çalışmak sıradanlığın göstergesi deÄŸil mi? Evet tabii. Biçimsel farklılık yaratmaya çalışmak hiçbir ÅŸey ifade etmez. YaÅŸar Kemâl de çok söylerdi. Çok önemlidir. “Her roman kendi biçimini getirir†derdi. Çok doÄŸrudur. Roman, hikâye konunuz gelir, her konu da yazarın büyüklüğüne göre gelir. Yazmaya baÅŸladığınız zaman gerçekten kendi biçimini getiriyor. Ben kalkıp da Seranad’ı kadın aÄŸzından yazayım diye düşünmedim, öyle geldi kendiliÄŸinden. DiÄŸerleri de aynı ÅŸekilde./Archive/2021/3/20/003525537-cmt27-zulfu-y12.jpg- Peki romanın niteliÄŸini neye baÄŸlayacağız? Bence romanın dili, kurgusu, anlatımı, ilginç fikirler; bütün bunlar var ama bir de olmazsa olmazı var: O da karakter yaratmak. Deneysel romanlar hariç tabii. Karakter yaratacaksınız. Mesela biz Raskolnikov’u kardeÅŸimiz kadar iyi tanıyoruz. Tolstoy’un, Faulkner’in kahramanlarını tanıyoruz. Åžimdi birçok kitap karakter yoksunu. Karakter yaratamıyor. Kitabı okuyup bitirdiÄŸinizde aradan bir süre geçtiÄŸinde karakterin adını bile hatırlamıyorsunuz.- Paul Auster romanları için de aynı eleÅŸtiriyi yapıyorsunuz?Paul Auster ilginç, emeÄŸine saygı duyarım ama bir tane hatırladığımız karakteri yok. Karakter olmayan kitap nasıl canlanacak, nasıl yürüyecek? O yüzden de iÅŸ bol bol belagat haline geliyor. Son dönem yazarları belagate çok düştü. Uzun ve komplike cümleler. Ondan daha kolayı yok ki. Mesele “prose†dediÄŸimiz ÅŸiirsel metne varabilmek. Åžairane deÄŸil, buzdağının üstü gibi, altındaki yazılmamış dağı duyuran ÅŸiir. Hewingway’in, Knut Hamsun’un kısa kısa cümlelerle yarattığı ÅŸiir. Bunlar aşılamamış noktalar. Bunlardır iÅŸte esas büyük olan.- Süssüzlük en büyük süstür. Bayıldım. Hayatın her alanında da sadelik, abartmamak en büyük gerçek deÄŸil mi?Zaten hiçbir ÅŸeyi abartmamanız gerekiyor. Lenin’in bir sözü vardır. “DoÄŸru bir düşünceyi bile abartırsanız absürde varır†der. Gerçekten öyledir. Kitapta da abartmamak gerekir. Ä°nsan hayatının çok çeÅŸitli yönleri var. Ama siz bunlardan birini abarttığınız, öne çıkardığınız zaman diÄŸer yönler gölgede kalmış olur. Mesela, her insanın cinselliÄŸi yok mu? Var. Sadece ona odaklanırsanız seks kitabı olur. Ya da sadece cinayete odaklanırsanız polisiye olur. Bir denge içinde ele almak lazım. Sadelik de öyle. Sadelik çok önemlidir. Ortaokul çaÄŸlarımda Nurullah Ataç’ın bir denemesinde okumuÅŸtum. “Süssüzlükten safi süs olmuÅŸ japon vazoları†diyordu. Yani süssüzlükten bir süs yaratılmış. Öyle ince bir denge ki. Sanat ölçüdür. Metafor bile kliÅŸe ve ölçüsüz kullanılırsa yazıyı bozar. Birisinin ellerinin soÄŸuk olduÄŸunu anlatacaksanız "buz gibiydi" kliÅŸesine düşmeden daha incelikli bir metafor bulmalısınız.â€Â - Mutluluk tanımınızı istesem...MutluluÄŸun tarih boyunca birçok tanımı yapılmış -Hegel’in mutluluk kavramı çok ilginçtir- Bence mutluluk süreklilik içeren bir kavram deÄŸildir. Mutlu anlar var hayatta. Sürekli bir mutluluk mümkün olabilir mi? Mümkün deÄŸil. Mutlu anlar yaÅŸarsınız. Bu mutlu anların o sırada farkında olursunuz ya da olmazsınız ama sonrasında hatırladığınızda sizi hep mutlu eder. Mutlu anlar, mutsuz anlar, iniÅŸler, çıkışlar hepsi insana dair.Eski bir mesel vardır. PadiÅŸahın kızı hastalanmış, demiÅŸler ki dünyadaki en mutlu adamın gömleÄŸinin bulunması gerekiyor. Ancak o gömleÄŸi giydirirsek sultanımız ölümden kurtulur. PadiÅŸah ferman salmış, her yerde en mutlu adam aranıyormuÅŸ. Aramış, taramışlar en sonunda bir daÄŸ başında bir çoban bulmuÅŸlar. Dünyanın en mutlu adamına gidiyoruz diyerek ulakla haber yollamışlar. GitmiÅŸler, görmüşler ama adamın gömleÄŸi yok! (kahkahalar) Ne kadar güzel deÄŸil mi? Ben bayılırım halk hikâyelerine. En büyük gerçek onlardadır. Kapitalist dünyada malla, mülkle, daha fazlayı isteyerek mutlu olamazsın. Ne kadar çoksan o kadar azsın, ne kadar azsan o kadar çoksun. Bu materyalist mutluluÄŸun kimseye faydası yok.- YaÅŸar Kemal’in hayatınızda yeri çok büyük. YaÅŸar Kemal’den neler öğrendiniz?YaÅŸar Kemal’den çok ÅŸey öğrendim. Bir kere edebiyat, sanat modalarına kapılmamayı, para ve şöhret için çalışmamayı (ki bunu da Arif Dino öğütlermiÅŸ genç Kemal’e) ve kendini adamayı öğrendim. Gerçekten kendini adamazsan, saÄŸlığını koruyamazsan iyi kitap yazamıyorsun. YaÅŸar AÄŸabey “roman yazmak için kendine arap atı gibi bakman lazım†derdi. Hakikaten öyle. Fiziki enerji düşüklüğü bile kitabınızı etkiliyor. Köke, özüne girip bakmak gerekiyor. Çok önemli. Onunla, yurtdışında Andrej Wajda'nın “VadedilmiÅŸ Toprak†filmini seyretmeye gittik. Çıktık sinemadan. YaÅŸar abi “Orhan Kemal daha iyisini yaptı†dedi. “Orhan Kemal film mi çekti?†dedim. “Yok ya’’ dedi "romanı Bereketli Topraklar Ãœzerinde. Biri roman, biri film olarak anlatmış. Sonuçta insanı anlatmıyorlar mı? Orhan Kemal daha iyisini yaptı†Önce böyle ÅŸaşırtırdı ama çok haklıydı. Sonuçta insanlar baÅŸka tekniklerle hikâye anlatıyor. - Sayfamızda mutlaka yemek kültürüne dair sorular soruyorum. Sizin de sofra muhabbetleriniz muhteÅŸem. Dost sofralarınız biraz anlatır mısınız?Dostlar sofrası geleneÄŸi aslında bizim aileden baÅŸlar. Babam çok birikimli bir savcıydı. Dedem de hakimdi. Hem geleneksellikten, Anadolu’dan, hem de hukuktan, Osmanlı’nın son döneminden gelen insanlardı. Her akÅŸam aile sofrasında bunlar anlatılırdı. Menkıbeler, hikayeler, kıssalar. Çünkü bizim doÄŸu toplumu kıssa yoluyla düşünür. Mesnevi örneÄŸin, hep kıssalarla doludur. Dolayısıyla çok alışkınım sofra kültürüne. Sofrada maksat yemek deÄŸil, muhabbet. YemeÄŸi de hapur küpür yemeyeceksin. Laf lafı açar, muhabbet muhabbeti açar, insanlar birbirinden öğrenir, sofralar böyle olduÄŸu zaman güzeldir. Bu tabii biraz farklı, biraz daha Avrupa kültürü. Kadınla erkeÄŸin birlikte sosyalleÅŸebildiÄŸi ÅŸarapla da ilgili bir durum yemeÄŸi uzun uzun yemek. Ben yemeÄŸi bir dostlar sofrası olarak anlıyorum. Ama hakim dedem hacıydı, yemekte asla konuÅŸturmazdı. Aynı ÅŸeyi 2000 yılında Aynaroz’a gittiÄŸimde yaÅŸadım. Manastırlarda kalıyordum. Günde iki kere yemek yiyorlardı. Sabah 8 ve akÅŸam 5. Tahta masalara oturuluyor, yemekler dağıtılıyor, baÅŸ rahip baÅŸlayın dediÄŸi zaman herkes başını öne eÄŸiyor ve birbiriyle göz göze gelmeden yemeklerini yiyorlardı. Çünkü o anda vücutlarının bir zevkini tatmin ettiklerini düşünüyor ve günah iÅŸlediklerine inanıyorlardı. Aslında Ä°slam dininde de biraz öyle. Pek fazla zevk almayacaksın yemekten. - Yemek yapıyor musunuz? Eskiden çok güzel bulgur pilavı yapardım. Abidin Dino çok severdi onlara kuÅŸbaşı et, mantar, biber sote yapardım çok severlerdi. Biraz Macar yemeÄŸi tarzındaydı. Son dönemlerde pek yapmıyorum. Ama YaÅŸar Kemal yemek yapmayı çok severdi, zevk alırdı bundan. Bazı erkekler çok sever, asla mutfağı eÅŸine bırakmaz. Fransız kültür bakanı Jak Lang karısını mutfaÄŸa sokmaz mesela.- SaÄŸlıklı beslenme konusunda özel bir ilginiz olduÄŸunu duydum. Bizimle paylaÅŸacağınız tüyolar var mı?Var ama Ebrucum şöyle var. Ben saÄŸlıklı beslenmeye son yıllarda baÅŸlamış deÄŸilim. Evde de söylüyorum. 20’li yaÅŸlarımdan beri vücudumun bazı istediÄŸi ve istemediÄŸi ÅŸeyler var. Mesela ben 7 sene vejetaryen yaÅŸadım. Sonra baktım sosyal hayatta çok zorlanıyorum mecburen uzlaÅŸma yaptım. oldum. Etin iyi bir ÅŸey olmadığını biliyorum. Kırmızı ÅŸarap, badem, bitter çikolata tavsiye ediyorlar ya zaten bunlar benim alışkanlıklarım. Doktorlar söylemeden vücudum biliyor. 75 yaşına geldim iÅŸte böyle gidiyoruz.(gülüyor)- Yeni roman ne zaman?Dört yıldır “Kaplanın Sırtında†adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeÄŸi bu kitaba verdim. Yurtdışında ve Osmanlı arÅŸivinde araÅŸtırmalar yaptım. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduÄŸumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, bu kadar emek verdiÄŸim, kaynaklara dayandırdığım romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum. Bu kadar sert bir kutuplaÅŸma ve cahiliye ortamında gerçek eleÅŸtiri olmaz. Romanı böyle bir ortamda çıkarmak istemedim. Benim kamplara baÄŸlı düşünmediÄŸimi, kendi kafamla düşünmeye önem verdiÄŸimi bilirsin. Ä°ngiltere’de 8. Henry mi haklıydı Cromwell mi diye bir tartışma yüzünden insanlar birbirine girmez, öğrenciler dövüşmez. Komik gelir.Bu yüzden yine aklımda yıllardır geliÅŸtirdiÄŸim, hatta ilk bölümlerini yazdığım bir kısa roman, bir novella fikri vardı. Çok severim bu formatı, Son Ada, EngereÄŸin Gözü formatı. Biliyorsun Ebrucum çocukluÄŸumdan beri Hewingway hayranıyım bir deniz hikayesi yazmak isterdim. Dolayısıyla “Balıkçı ve OÄŸlu†adında bir novella yazdım. Ä°lginç ve güzel bir hikaye olduÄŸunu sanıyorum, özel bir dille anlatmaya çalıştım. Herhalde Nisan sonu Mayıs başında Ä°nkılap yayınlayacak. Bir de Cumhuriyet Yayınları benden bir kitap istedi. 1970’li yıllardan buyana Cumhuriyet’de çıkmış yazı dizilerimi topluyorum, baÅŸka yazılar da olacak. Tam içinde olmasak da hepimiz Cumhuriyetçiyiz. - Kitabı metalaÅŸtıran piyasa, edebiyatı “popüler edebiyat “ve “yüksek edebiyat “olarak ikiye ayırdı. Büyük okura sabun köpüğü kıvamında kitaplar sunulurken, az kiÅŸinin okuduÄŸu kimsenin okumadığı “gerçek edebiyat†sanılan kitaplar varoldu. Halbuki önemli olan nitelikli eserlerin halkta karşılığının bulacağına güvenmek, iyi bir uslupta anlatmak ve okurun ruhuna sızmak deÄŸil mi?Bu benim ısrarla savunduÄŸum bir görüş. Geçen yıl Serenad Amerikada yayımlandığında, New York’da Amerikan basınına anlattım, sonra ve Columbia Ãœniversitesi’nde konuÅŸtum. Ä°nsanlar pek farkında deÄŸiller. Edebiyat dediÄŸimiz ÅŸey bir taneydi. Edebiyat vardı bir de, daha eÄŸlendirici diyebileceÄŸimiz piyasa kitapları. Åžimdi ise ürün çeÅŸitlendirme adı altında ayrımlar yaptılar. Söz sanatları korkutucudur. Sözden korkar rejimler. Bütün rejimlerin yazarlar üzerindeki baskıları düşünün. Dünyadaki tüm totaliter rejimlerin yazarların üzerindeki baskıları sözün gücünden korkmalarından ileri geliyor. Çünkü söz güçlüdür.... Biz her ÅŸeye sınıfsal olarak bakmayı öğrendik. Öyle de yazdık. YaÅŸar Kemal de, Nazım Hikmet de. Sait Faik de, Orhan Veli de herkes bu görüşle yazdı. Ancak, postmodernizmde sınıf deÄŸil kimlik önemlidir. Bir örnek veriyorum. Mecidiyeköy’de yaÄŸmurlu bir gün, evlerde temizliÄŸe giden yorgun bir kadın, otobüs durağında bekliyor, üç otobüs deÄŸiÅŸtirip eve gidecek, orda da kocası ve çocukları için çalışacak. Geçim derdinde, hayattan bezmiÅŸ bir kadın. Ãœstünde yıpranmış bir pardesü ve başında türban var. Önünden lüks bir araba geçiyor, üzerine çamur sıçratıyor. Bu kadın türbanlı, arabanın içindeki kadın da türbanlı. Åžimdi bu kadın nasıl bakacak ona? Bu benden mi diye mi düşünecek? Yoksa ben emekçiyim, o patron diyerek, sınıf farkıyla mı bakacak? Bence ikincisi doÄŸrudur birincisi çarpıtma. Onun isyanını, onun emeÄŸinin sömürülmesine karşı çıkmasını, sendikalaÅŸmasını, hakkını almasını engellemek için bir oyun. Edebiyat da bu oyunun içine girdi maalesef. Herkes küçük burjuva dünyasında oynuyor ve dil oyunu yapıyor. Batı basını da buna gerçek, onun dışındakilere de popüler edebiyat diyor. O zaman bakalım dünyanın en çok okunan yazarları Charles Dickens, Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, YaÅŸar Kemal popüler edebiyat mı? Bütün bunları reddedip birkaç Amerika ya da Londra barında ajanlar, eleÅŸtirmenler edebiyatı kendi aralarındaki bir oyuna çevirdiler. Bilinçli bir tercih bu. - Türk sanatçı çevresi içinde bu geçerli deÄŸil mi?Tabii. Eskiden ünlü olmuÅŸ, adı duyulmuÅŸ, kitlesini yaratmış yazar, ressam, ÅŸair, müzisyenler var elbette. Ancak son 20-30 yılda yeni çıkmış, adını yeni duyduÄŸumuz, sınıf mücadelesi içinde, bir derdi olan ve kendini büyük kitlelere kabul ettirmiÅŸ bir tek sanatçı var mı? Ne oldu bu mücadeleye? Åžimdilik kazanan taraf diÄŸerini ezdi geçti.- Günümüzde edebiyat en büyük kurtarıcımız hatta terapimiz diye düşünüyorum. Satırlaralarında bir çok cevap bulabiliriz. Katılır mısınız?Edebiyat kurtarıcıdır. En azından benim hayatımı kurtarmıştır. Birçok insanın da hayatını kurtardığını biliyorum. Edebiyat olmazsa olmaz.. Edebiyat dediÄŸimiz zaman içine, destanları, epopeleri hepsini koyalım. Destanı olmayan halk yok. Homerosu, Dede Korkut’u biliyoruz tabi ama Finlilerin Kalevala destanı, Çerkezlerin Nart destanını, Kürt destanlarını biliyor muyuz? Kırgızların Manas destanı 1 milyon dizeden oluÅŸuyor. MüthiÅŸ bir ÅŸey. Kısacası insan hikayesiz, söz sanatsız yaÅŸayamıyor. Dolayısıyla kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa hikayeler aktarılıyor. Bu da bence insanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi. Biz hikaye anlatan ve hikaye dinleyen bir yaratığız. - Siz bir Rönesans insanısınız. Ve kendinizi sanatın bir çok farklı alanında en iyi ÅŸekilde ifade ediyorsunuz. Halbuki bu durum küçük aydın kesim tarafından ülkemizde çok da hoÅŸ karşılanmıyor. Neden sürekli kalıplara sokulmaya çalışılıyoruz? Sanat farklı kollardan oluÅŸan bütün deÄŸil midir?Ben Rönesans insanı tanımını bilmeden bu yollara girdim. Böyle bir iddiam da yok. Müzikte kendimi ifade ettim ama benim çocukluÄŸumdan beri en büyük tutkum edebiyattı. Müzikle amatör olarak uÄŸraşıyordum ama tesadüfen müzik beni içine çekti. Dolayısıyla içimden gelen hikayeleri neden yazmayayım? Ben bu konuda cesur davrandım. Rahmetli Onat Kutlar arkadaşımız Türkiye’nin en iyi, en geliÅŸmiÅŸ, en ince zevklerine sahip kiÅŸilerindendi. MüthiÅŸ bir hikaye yazarı olmasının yanı sıra sinemadan da çok iyi anlardı. Bir gün sinema ve film yapmak üzerine sohbet ediyoruz. Dedim ki†Onat, yapsana bir film. Senden iyi kim yapabilir?†dedim “Yok, yapamam cesaret edemem, beni parçalarlar†dedi. O küçük aydın çevresi “ha ÅŸimdi de film mi yapıyor†derlerdi çünkü. Ben film yaparken de dediler biliyorum. Nasıl laflar çıktı. Birçok alanda eser vermek zayıflatan bir ÅŸey sanıldı. Oysa DoÄŸu ve Batı medeniyetlerindeki isme baktığımız zaman Nietszche, Ömer Hayyam gibi filozofların ÅŸair, müzisyen, hatta bilim insanı olduÄŸunu görürüz. Platon da ÅŸiir yazmıştır. Ayrıca meslekler saymak marifet deÄŸil. Politikacı, diplomat, milletvekili, müzisyen, senarist, yazar vs. O zaman Yahya Kemal’i örnek alalım. Yahya Kemal ÅŸair ama aynı zamanda Madrid Büyükelçimiz deÄŸil miydi? Fikir yazıları da vardı, milletvekili de oldu. Ona ÅŸair, denemeci, diplomat, politikacı, düşünür mü diyeceÄŸiz? Kendi alanlarında bir yere gelmiÅŸ insanlar büyük bir kıskançlıkla o konumu korumak isterler. Kendilerini riske atmazlar. Bense kendimi uçuruma fırlatmaya pek meraklıyım. Sık sık yaparım bunu, içimden öyle gelir. Ama uçuruma aşık olanın kanatları olmalı tabii.Â
Ebru D. DedeoÄŸlu
Read more:
https://www.turkish-media.com/forum/topic/672225-zulfu-livaneli-cahiliye-ortaminda-gercek-elestiri-olmaz/