Ali Akay ile ‘Delilik Gemisi’ üzerine...
Foucault’nun Deliliğin Tarihi kitabının ilk bölümünden yola çıkarak Delilik Gemisi (Ayrıntı Yayınları) isimli bir kitap kaleme alan Ali Akay, ders notlarını bir araya getiriyor. Felsefenin, sosyolojinin, psikoloji ve sanatın dehlizlerinde dolaşan açıklamalarla oluşan kitapta Akay, öğrencilerinin sözlerine de yer veriyor. Akay’la bir araya geldik ve çalışmasını konuştuk. Deliliğin günümüzdeki karşılığı, disiplinler arası ilişkiler ve hisler sohbetin merkezini oluşturdu.
/Archive/2021/3/25/134626149-ic1.jpgFotoÄŸraf: SEZA PAKER- Çok farklı disiplinlerde üretim yapıyorsunuz. Sizin için sosyolog da denilebilir, felsefeci de… ÇaÄŸdaÅŸ sanat yazarı da, küratör de… Ayrıca akademisyensiniz de… Siz nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?Paris’te Sosyoloji, Siyaset ve Felsefe okudum; ama ilk olarak resim okumaya gitmiÅŸtim Paris’e. Akademi’ye giriÅŸ sınavlarında ilk sırada olmamama raÄŸmen, yedekten kontenjan ile kazandım ve kabul ettiler beni Akademi’ye. Ama o sırada Zekeriya Bey (Sertel) bana Paris’te asıl Paris VIII Vincennes Ãœniversitesi’nin çok daha ilginç bir okul olduÄŸunu söylemiÅŸti. Böylece, Paris VIII Vincennes Ãœniversitesi’ne kaydımı yaptırdım.15 yıl boyunca bu Ãœniversitenin sözünü ettiÄŸim bölümlerinde öğrenci oldum. O dönemde akla gelecek en bilinen ve sonra da çok meÅŸhur olacak hocalarla okumuÅŸ oldum. Akademiye gitmiÅŸ olsaydım, herhalde ressam olacaktım; ama Paris VIII Ãœniversitesi bana çok daha geniÅŸ imkanlar saÄŸlamış oldu.Zaten sergilere ve bilhassa Modern ve ÇaÄŸdaÅŸ sanat sergilerini izlemekteydim. Louvre, Beaubourg, galeriler vb. 1970’lerin ikinci yarısında ilk yazdığım yazılar ise tiyatro ve sinema yazıları oldu. Daha sonra felsefe ve sosyoloji üzerine yazılar yazmaya baÅŸladım ve Ä°stanbul’a dönmeden evvel de sanat yazıları yazdım.1990 yılında Mimar Sinan Ãœniversitesi’nden Sosyoloji Bölümü’nden bir teklif adlım ve Ä°stanbul’a geldim, Paris’ten, on beÅŸ yıl sonra. Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak baÅŸladım:Hemen o yıl Toplumbilim dergisini çıkarmak için giriÅŸimlerde bulundum (bugün bu dergi Teorik Bakış adı altında çıkmaya devam etmekte) ve BaÄŸlam Yayınları bu dergiyi ve benim Deleuze ve Guattari çevirilerimi ve kitaplarımı yayınlamaya baÅŸladı.Bu dergi, sosyolojiyi sanat alanına doÄŸru çekmeye baÅŸlayan bir dergi olarak tasarladığım bir dergiydi. “Sezgisel sosyoloji†kavramının içinde yer edindi benim için. Sosyolojinin kriziyle birlikte “sosyallikler analizi†üzerine çalışmalar ve dersler yapmaya baÅŸladım.Bu, aynı zamanda Postmodernizm ile kesiÅŸmekteydi. Toplumun homojenliÄŸinden kopup heterojen gruplara ayrılması üzerine geliÅŸtirmeye baÅŸladığım “sosyallikler analizi†sanatlara da bulaÅŸmaya baÅŸladığında, tanıştığım bir grup sanatçı ile arkadaÅŸ oldum (o sırada Megalopoller kavramı üzerine yazmakta ve dersler yapmaktaydım; bu kavram sermayenin merkez ve çevre arasındaki kaymasının ulus-devletlerden ÅŸehir merkezli yapılara dönmeye baÅŸladığı ile ilgiliydi.Bu yazılarımı 1980’lerin sonlarında ele almaya baÅŸlamıştım) ve arkadaÅŸ olduÄŸum sanatçılarla beraber düşünmeye; sergi yazıları ve sonra da sergi küratörlüğü yapmaya baÅŸladım. 1990’ların ilk yarısında geliÅŸti bütün bu aktiviteler.Bu anlamda, kendi akademik formasyonum çok disiplinli olduÄŸundan “disiplinler-aşırı†kavramını geliÅŸtirmeye baÅŸladım. Dolayısıyla tek disipline baÄŸlı kalmaktan çok uzaktım. Ve bu anlamda, uzmanlık alanım da yoktu.Daha sonra uzmanlık alanımın “sanat sosyolojisi†olduÄŸu söylendi; ama ben hafifçe itiraz etmekteydim, çünkü “sanat ve sosyoloji†yaptığımı söylemekteydim.“Sanat sosyolojisi†deÄŸildi tam olarak yaptığım; çünkü bu iki alanı birbirlerine çekerek kendi iç yapılarını da yersiz yurtsuzlaÅŸtırmaktaydım, saptırmaktaydım ve beni ilgilendiren sosyolojiyi sanata doÄŸru çekmekti, ama bir o kadar da sanatı, bilhassa çaÄŸdaÅŸ plastik sanatları sosyolojiye doÄŸru çekerek ikisinin içeriklerini içlerinden bozmaktı niyetim.Bu nedenle, daha sonra “uzmanlık alanım†sorulduÄŸunda, sıklıkla “ne diyeceÄŸim?†diye düşünüyordum. Kendimi sosyolog, sanat eleÅŸtirmeni, küratör ve de felsefeci olarak adlandırmaktaydım yaptığım çalışmalarda. Kimi zaman biri kimi zaman diÄŸerleri…Bu nedenden dolayı, birçok kitabımın ismi “sanat ve sosyoloji†olarak geçmekteydi. Sanat Tarihi de bu alana girdi bu ÅŸekilde. Bu süreç zarfında Mimar Sinan Ãœniversite’sinin adına bir ek daha eklenerek Mimar Sinan “Güzel Sanatlar†Üniversite’si olduÄŸunda, iÅŸim biraz daha kolaylaÅŸmıştı ve zaten Akademi’deydim.1992’den beri Resim Bölümü’nde doktora dersleri veriyorum. Ä°ki disiplin ile içli dışlı oldum ve de felsefeyle; çünkü zaten “sezgisel sosyoloji†kavramının kendisi felsefeden gelmekteydi. Otuz bir yıllık yeniden Ä°stanbullu ve Parisli (ve birçok ÅŸehirli) akademik hayatımda zaman zaman sanatlar ve zaman zaman da felsefe ve sosyoloji öne çıktılar.Bir müddet, zamanımı alan küratörlük oldu (bilhassa 1995-2019 arasında yüzden fazla sergi küratörlüğü yapmışımdır). Åžimdi son iki senedir daha az sergi yapıyorum ve felsefe ve sosyoloji üzerine çalışmalarım dersler dolayısıyla (bunların çoÄŸu kitap olmaktalar) daha fazla zamanımı almakta.Çok disiplinli olduÄŸumdan kendime tam olarak ne diyeceÄŸimi ve kendimi nasıl sınıflandıracağımı bilemiyorum. Ama baÄŸlı olduÄŸum kurum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Ãœniversitesi olduÄŸundan dolayı resmi olarak Sosyoloji Profesörüyüm, 1998 yılından beri.Ve on sekiz yıldır da Sosyoloji Bölümü baÅŸkanlığı yaptım. Yani kurumsal olarak sosyoloji profesörüyüm, ama birden çok sıfat taşımaktayım. Felsefe, sosyoloji ve çaÄŸdaÅŸ sanatları zaten birbirlerinden ayırmıyorum. Bunların tarihleri de zaten yan yana gitmekteler.KomÅŸuluk sadece disiplinlerin kendisinde deÄŸil aynı zamanda bizim üniversitede de komÅŸu bölümler bunlar: Sosyoloji, Felsefe ve Sanat Tarihi ve tabii Resim. Bu dört alanda doktora öğrencilerim ve tez danışmanlıklarım oldu ve jürilere katıldım./Archive/2021/3/25/134644321-ic2.jpg- Foucault’nun DeliliÄŸin Tarihi’nden yola çıkarak bir çalışma yapmak – Ön Söz’de de belirttiÄŸiniz gibi - bir risk aslında. Neden bu riski göze aldınız?Riske girmek zaten kendi çalışma pratiÄŸimde söz konusu, sanırım. DeÄŸiÅŸik disiplinler üzerinde çalışmak ve kırk küsur yıldır bu konular üzerine okumak, öğrenmek, uluslararası alanda sergilere ve bienallere gitmek ve bazılarında küratörlük yapmak bu riskin içinde. Åžili’den, Avrupa’nın çeÅŸitli ülkelerine Güney Kore’den Taipe’ye kadar küratör olarak sergiler yaptım; sanatçıları bu yerlere götürdüm.Ayrıca ders verdiÄŸim diÄŸer ülkelere de baktığımızda Paris VIII’de Antropoloji Bölümünde, yine Paris’te Sanat Tarihi (INHA) bölümünde ve yine Berlin’de Humboldt Ãœniversite’sinde Sanat Tarihi Bölümü’nde ve de yine Paris Sorbonne’da Felsefe Bölümü ve de ABD’de New York’ta Fransız Edebiyatı Bölümleri’nde çalıştım, dersler verdim. Sadece, Mimar Sinan Güzel Aanatlar Ãœniversitesi’nde Resim ve Sosyoloji Bölümlerinde dersler yapmaktayım.Bu açıdan baktığımızda sürekli bir ÅŸekilde bu dallarda dolaÅŸtım durdum ve pratik ettim. Ders yapıp, öğrenci yetiÅŸtirdim. Foucault üzerine ilk kitabımı genç yaÅŸlarımda yazdım, 20’li yaÅŸlarımın sonlarındaydım.“İktidar ve Direnme Odakları†yıllar sonra ilk olarak kitap haline geldi, 1995 yılında ilk baskısını yapmıştı. Son baskısı 2016’da DoÄŸu Batı Yayınlarınca yayınlandı. 2017 yılının ilk sömestrini New York Columbia Ãœniversitesi’nde geçirdikten sonra bu dersi (Delilik Gemisi) yapmaya baÅŸladım.Bir macera benim için doktora seminerlerim; her sene baÅŸka bir konuyu ele almaktayım yıllardır; dolayısıyla hem bildiklerim hem de yeni çalışma alanlarını öğreniyorum ve derste bunları anlatıyorum.Bu derste çok hedefli bir noktayı seçtim; bütün sömestr bir bölümü anlatmak çok zor olmayabilir; ama o bölümü yazarın yazdığının dışına çıkarak bir çeÅŸit yapıbozumuna sokmak bir risk taşımaktadır. Konu bize çelme takabilir; o nedenle iyi hazırlamak gerekir. Tabii öğrencilerin bana katkısı çok büyüktür.Aynı öğrenciler bazen on yıl boyunca derse geldiklerini gördüğünüzde, onlara hep yeni ÅŸeyler anlatmak zorunluluÄŸunu hissedersiniz; bu üniversitelerde ve bilhassa Türkiye’deki üniversitelerde ender yapılıyor, sanırım.Yıllar evvel Åžerif Mardin, 2000’li yılların içinde, bunu duyduÄŸunda bana “nasıl bu kadar sene aynı öğrencileri derse alıyorsun?†sorusunu sormuÅŸtu; ben de ona, “dersleri her sene deÄŸiÅŸtirdiÄŸimi†söylemiÅŸtim (ne de olsa doktora öğrencileridir bunların büyük çoÄŸunluÄŸu, ama dışarından gelip dinleyenler de vardır).Ona yaptığım dersleri (o sıralarda, Emile Durkheim, Marcel Mauss, Gabriel Tarde, Gilbert Simondon, Etienne Sorriau, vb. üzerine dersler yapmaktaydım) sayınca, ÅŸakayla karışık: “Ben de geleyim o zaman bu derslere†demiÅŸti.Son dönemlerde ise “Dışarısının düşüncesiâ€, “Kant ve Aydınlanma nedir?â€, “SavaÅŸ Ontolojisiâ€, “İbn Rüşdâ€, “Carl Sschimitt üzerine†ve “Perspektif Düşüncesi†vb. dersleri yaptım. Bu sene “belgesel ve kurgu†üzerine (sinema merkezli) bir ders yapmaktayım. Riskler birbirini izliyor.- Çalışmanızda sanata, sanat eserlerine sık sık atıfta bulunuyorsunuz. Bunun sebebi ne? Hislerin, bir düşünceyi daha anlaşılır kılması mı?Sosyal Bilimler uzunca bir zamandan beri affect ve emotion ile uÄŸraÅŸmakta; yani duygu/etki ile duygular üzerinden geliÅŸmektedir. Toplumsal alanın tarihine bakıldığında Antik dönemden günümüze kadar insanların duyguları, tutkuları ile akıl birlikte ele alınmakta. Rasyonellik üzerine kurulu bir ekonomik (alt yapı) üzerinden geliÅŸen araÅŸtırmalara duygular eklenmiÅŸtir. Foucault veya Deleuze gibi filozofların eserlerine baktığımızda, zaten onların sanatlara ne kadar yakın olduÄŸunu görürüz. Derrida ve Lyoratd için de aynı ÅŸekildedir. Bunlar benim üniversitedeki hocalarım oldular. Bilhassa Gilles Deleuze ile yakınlığım düşünce düzeyinde de beni çok etkilemiÅŸ olduÄŸu gibi kendimdekileri de onun düşüncesinde buldum.Her zaman karşılıklı bir ÅŸeyler geçmektedir; elektrik akımları gibi. Ama disipl (çırak öğrenci) olmadım; birden çok düşünürü karıştırarak çalıştım hep.Delilik Gemisi, Foucault’nun “DeliliÄŸin Tarihi†kitabının ilk bölümü olarak çok ilginç bir giriÅŸtir. Bu alanı geniÅŸleterek hem Foucault’ya yeniden bir bakış hem de Foucault’nun bu kitabının bugün bize ne verebileceÄŸi üzerine düşündüm ve bu çalışmaya baÅŸladım.Uzun zamandan beri “anlaşılır†ve “hissedilir†arasında ikincisinin daha etki verici olduÄŸunu düşünmekteyim. Anlaşılır olduÄŸundan deÄŸil, sanat da çoÄŸu kez anlaşılması zor bir daldır; ama daha etkili olduÄŸunu düşündüğümden dolayı hissedilenin düşünceye daha yakın olduÄŸunu düşünüyorum.- Foucault’nun DeliliÄŸin Tarihi’nden, Ali Akay’ın Delilik Gemisi’ne… Aradan geçen altmış yılda, delilik mefhumu ile ilgili ne deÄŸiÅŸti? Postmodernizm baÄŸlamında bu kavramın güncel tanımlamasını nasıl yaparsınız?Delilik kavramı deÄŸiÅŸmiÅŸ deÄŸil; ama delilere bakış deÄŸiÅŸti sanırım. 1968 nesli; deli, ÅŸizofren, psikotik, paranoyak vb. için haklar aramaktaydı. Akıl hastalarının daha insani ÅŸartlarda tedaviye ihtiyaçları olduÄŸu vurgulanıyordu (Tosquelle’in, Foucault’nun, Cooper’ın, Laing’in, Basaglia’nın ve Guattari ile Oury’nin çalışmaları bu yöndeydi). Hatta bir anlamda proletaryanın ezilmiÅŸliÄŸinin ve ikinci plana atılmışlığının yerini doldurduÄŸu bile düşünülmekteydi.Bugün, genel olarak toplumsal alanda, onlara bakış artık bu yönde deÄŸil ve zaten normal insanlar bile hak arayanlar kategorisine girdiler. Hukuk zedelenmesi her yerde yaÅŸanmakta. Onlara bakışın biraz deÄŸiÅŸtiÄŸini gözlemliyorum. “Delilik Gemisiâ€kitabının, bir anlamda, deliliÄŸe bakışı tekrar o dönemlere taşımak istencinde olduÄŸunu söyleyebilirim.Bir de, ardından baÅŸka bir açıdan bakarsak, yönetenlerin konuÅŸma tarzları, dilleri ve davranışları delice olmaya baÅŸlarsa ne yapacağız? sorusu bugüne gelmekte, içinde yaÅŸadığımız 21’inci yüzyılda birçok yerde. ABD’de, Capitol’ü basan Trump taraftarlarının kıyafetlerine ve davranışlarına baktığımızda “cinnet toplumu†mensuplarını görmekten baÅŸka ne görebiliyoruz?Ä°ki türlü deli çıkıyor karşımıza; yönetenler ve yönetilenler. Nerden baktığımıza göre deli sevimli veya sevimsiz olabiliyor. Kimisi “çılgınlık yorumunda†kimisi ise “monomanyak†hala. Zaten deli nedir ki? Bazen normal insanlar “normalleÅŸmiş†deÄŸillerse onlara deli demeye devam diyoruz./Archive/2021/3/25/134708039-kapakic3.jpg- Foucault’nun iktidar mefhumu ile ilgili çalışmaları biliniyor. Siz de çalışmanızda teoloji üzerinden örnekleri bolca kullanıyorsunuz. Gerek tarihsel baÄŸlamda gerekse de günümüz toplumlarında teoloji ve iktidar arasında ne tür bir iliÅŸki var?Uzun bir zamandan beri, Sosyal Bilimlerde, Marksist söylemin ekonomik ağırlıklı söyleminden (“son kertede belirleyici olan alt yapıdırâ€) çıktık. 1960’ların ikinci yarısından beri “üst-belirlenme (L. Althusser)†kavramıyla siyasi olanın belirleyici olduÄŸu tezine yerleÅŸtik. Ve 1978-79 Ä°ran devriminden beri ilahiyat sosyal bilimlerin alanı içine girdi.Post-modernizm ile din arasındaki paralelliklerden çok söz edildi. 1970’li yılların sonundan itibaren Foucault’nun son dönem araÅŸtırmaları (1980’ler) Hristiyan teolojisiyle ilgiliydi. Foucault ruhun beden tarafından nasıl etkilendiÄŸini ve beden pratiklerinin de “itiraf etme†pratiÄŸi ile nasıl bir öznelliÄŸe dönüşmekte olduÄŸunu ele almaktaydı.Tıbbın ve psikiyatrinin hukuk ile kesiÅŸmeye baÅŸladığı 19.yüzyıl siyasi söyleminin ardında yatan teolojik eÄŸitimin insanı nasıl deÄŸerlendirdiÄŸi konusu birçok araÅŸtırmacının konusu oldu. Foucault bu anlamda, öznellik anlayışının baÅŸka bir yöne kaymasına ön ayak oldu diyebiliriz.Ä°nsanın akılından ne geçer ve korkunç bir cinayetin müsebbibi haline girer. Bugün, saldırganlar nasıl oluyor da cana kıyabiliyorlar? Nasıl bir doktirnleÅŸmedir ki, bu tip eylemler gerçekleÅŸtirilebiliyor; hatta yoldaki küçük bir tartışma önce kavga ve hatta cinayete dönüşebiliyor? Ä°deoloji kavramı bile burada yetersiz kalmaktadır.“Cinnet geçirmekte†olan toplumsal alanda yaşıyoruz. Kapitalizmin ÅŸizofreniyle iliÅŸkisi siyasi ve ekonomik olan öğelerle birlikte iÅŸlediÄŸi kadar teoloji de günümüz kapitalizminin iÅŸleyiÅŸ tarzına eklenmiÅŸ durmakta. Sermayenin akışkanlığı da bu ÅŸizofrenin parçası olarak durmakta deÄŸil mi?Covid-19 salgınına kadar emek ve sermaye delice yer deÄŸiÅŸtirmektelerdi. Borsa da bu oynaklığı izlemekte deÄŸil mi? Fitzgerald’ın delilik nöbetleri ile 1929 krizi arasındaki baÄŸ bu kadar açık deÄŸil miydi?Kitapta ele aldığım “çocuk Haçlı Seferleri†bir “cinnet durumu†deÄŸil mi? Aziz Francesco’nun “özel mülkiyet karşıtı†(tek hak hiçbir mülkiyete sahip olmama hakkıdır) ve fakir olma üzerine kurulu teolojik anlayışı “sol dindar†gruplarının veya Latin Amerika’daki özgürlük teolojyenlerinin anlayışından farklı mıdır?Ama her ÅŸeye raÄŸmen Aziz Francesco’nun yaptığı uluslararası siyasetten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. Günümüzde Vatikan’daki Papa’nın Aziz Francesco’nun takipçisi olması (Fransisken), bunca özgürlük ve haktan yana tavır alması, ilahiyatı cinsel olarak da ileriye taşıması bugünün teolojik ile politik olanın kesiÅŸmekte olduÄŸunu göstermez mi?- Diyorsunuz ki, “Akli dengesi her an bozuk olmayan bir insan, bir an için dengesini yitirme ihtimaline sahiptir.†Bu cümlenin kökeni Raskolnikov’a, belki daha da eskilere kadar gider bizce. Günümüz ÅŸiddet olayları baÄŸlamında, bu sözü açmanızı istesek ne söylersiniz?Psikiyatri örnekleri bunları bize göstermekte, sanırım. Akıl bir dengeye oturmuÅŸ ise iÅŸlemekte. Ama bir de Ä°bn Rüşd gibi aklın insanın için de deÄŸil ama dışında durduÄŸunu ileri süren bir teolojik yaklaşım vardı ve buna karşı baÅŸka bir teolog Aquinaslı Thomas nerdeyse Kartezyen düşünceye yaklaÅŸan bir ÅŸekilde insanın içinde akıl olduÄŸunu öne sürecekti.“Akli dengesini kaybeden insan†lafı ilginçtir bana kalırsa. Akıl bir denge içindedir ve tutkudan da ayrı durmamakta sanki; öyle deÄŸil mi? EÄŸer akıl bir denge içinde iÅŸlemekteyse, tutkular tersine akla etki yapmakta; aklı almakta, yerinden etmekteler. Bu ani dönüşümler halinde olabilmekte deÄŸil mi?Birdenbire bir saldırı veya bugün Batı Avrupa’da “radikalleÅŸmeye baÅŸlayan†Müslümanların teröre bulaÅŸması bir an meselesi deÄŸil mi? “An†derken düşünen ve deÄŸiÅŸen akıl tarzından, muhakeme biçimlerinden söz etmekteyim tabii.Polis kayıtlarında temiz olarak duran birisi bir gün canlı bomba haline giriveriyor. Ä°nsan cani haline dönebiliyor. Karısını öldüren adam “gözüm döndü†veya ÅŸuurumu kaybettim†diyebiliyor. Amerika’daki cinayet iÅŸleyen genç öğrenciler, okul basanlar vb.Evet, söylemiÅŸ olduÄŸunuz gibi roman kahramanlarına kadar gidebilir sabit olmayan bu duygular ve eylemler. 19 yüzyılda Dostoyevski’nin hapisteyken suçluların psikolojisini takip ederek yazdığı “Suç ve Ceza’daki kahramanı genç öğrenci Raskolnikov cinayeti gerçekleÅŸtirebiliyor.Onun “ahlaki olarak bakıldığında, suç insan tarafından hoÅŸ görülebilir mi?†sorusu sonunda “vicdan azabı†ve kendi “itiraflarıyla†sonuçlanıyor. Ve ilginç bir ÅŸekilde Foucault’nun itiraflarla ilgilenmesi gibi Dostoyevski de kardeÅŸine yazdığı mektupta bir “itiraf-romanı†yazmakta olduÄŸunu belirtiyordu. Ve bu itirafın da kendi itirafı olduÄŸunun altını çiziyordu.Romanı suçlunun aÄŸzından dinletmek istiyor, ama sonra bundan vaz geçiyor. Burada da yine teolojinin içindeyiz. Tanrı ve kadın sevgisi bir bakıma Dante’den beri (Béatrice’ye olan Tanrısal aÅŸkı) süregiden bir konu deÄŸil midir? Teoloji yakamızı bırakmıyor; insan ruhu teolojinin içinden geçmekte.- Çalışmanız, ders notlarının kayda alınması sonucu ortaya çıkıyor. Bu derslerde - sizin de kitapta yer verdiÄŸiniz gibi - bazı öğrenciler kendi düşüncülerini dile getiriyor. Her ne kadar “öğretici†siz olsanız da illaki bu süreçte sizin de öğrendikleriniz olmuÅŸtur, diye düşünüyoruz. Biraz kiÅŸisel bir soru: Bu süreçte, kendinize dair neyi keÅŸfettiniz?Elbette, beni baÅŸka yerlere çekmekteler sorularıyla, ben de bazen akışa bırakıyorum kendimi, bazen ise toparlanıp tekrar konuma dönüyorum; ama bu süreç aynı zamanda düşünme sürecidir. Hatta belki o sırada olmasa bile beni baÅŸka bir alana doÄŸru çekip, daha sonra o konuyu da okumamı ve üzerine çalışmamı saÄŸlamaktalar.Karşılıklılık ilkesi bir ders süreci. Öğreten deÄŸil düşündüren dersler yapılmalı. Hocayı da düşündürmeli. Düşündüren öğrencilerin ve hocanın birlikte düşünme eylemine Ãœniversite adı verilmekte, Orta Çağ’dan beri. Orta ÇaÄŸ derslerinin skolastik sisteminde, Disputatio adlı tartışma dersi vardı ve zamanının siyasi olayları tartışılmaktaydı.Bugün “üniversiteye siyaset girmesin†denilmekte. Zaten üniversitenin en başından beri var olan iÅŸlevi böylece yok olmakta demektir. Biz modern zamanlarımızda artık üniversiteyi iÅŸ hayatına giden yolda bir tramplen zannetmeye baÅŸladık. Ä°ÅŸ hayatına giderken iÅŸe yarayacak araçların bulunduÄŸu bir kurum olarak deÄŸerlendirmekteyiz en iyi anlamda, bir de daha kötüsü var.Ezberlenen bilgilerin gelecekte hiçbir iÅŸe yaramadığı bir üniversite kurumu var ki, bu artık eskiden beri var olduÄŸu anlamında, üniversite olmaktan çıkmıştır. “Zamanın rayından çıkması†gibi üniversitenin de “çivisi çıkmış†hale girmekte olduÄŸunu izliyoruz.- Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?Evet. Yeni kitap “Aydınlanma Nedir?†olacak; yine Foucault ve Kant’dan yola çıkan derslerden oluÅŸan bir kitap bu. Ve ilk baskısı 1995’te yapılan “İstanbul’da Rock Hayatı†ve 2000 yılında yapılan “Kapitalizm ve Pop Kültür†yeni baskılarını yapacak. Çalışarak, “on line†ders yapmaya devam ederek ve film seyrederek zamanımı geçirmekteyim.
Soner Sert
Read more:
https://www.turkish-media.com/forum/topic/673419-ali-akay-ile-delilik-gemisi-uzerine/