Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 04.20.2025, 01:52 PM (GMT)

News - Haberler

Leman'dan Boğaziçi kapağı: Bundan sonrasıbizde

Leman'dan Boğaziçi kapağı: Bundan sonrası bizde Mizah Dergisi Leman, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini #Bundansonrasıbizde ifadeleriyle destek verdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrencilerin Cumhurbaşkanlığı kararıyla rektörlüğe atanan AKP Milletvekili aday adayı Prof. Dr. Melih Bulu'ya karşı protestolar bugün de devam etti. Gün içinde çok sayıda öğrenci gözaltına alınırken polis kampüse girerek öğrencilere müdahale etti. Gözaltına alınan öğrenciler otobüslerle kampüsten çıkartılarak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine destek çığ gibi büyüyor. Mizah Dergisi Leman, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini, #Bundansonrasıbizde diyerek kapağına taşıdı.İşte Leman'ın yayınlanacak kapağı:/Archive/2021/2/2/010229777-272238630x936.jfif cumhuriyet.com.tr

BoğaziçiÜniversitesiöğrencilerinden biri: "Tekme yedim karnıma nefesim kesildi, insanlığından utansınlar"

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden biri: "Tekme yedim karnıma nefesim kesildi, insanlığından utansınlar" Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atadığı AKP'li Melih Bulu'yu öğrencilerin protesto eylemleri sürerken akşam saatlerinde polis müdahale etti. Onlarca öğrenci gözaltına alınırken Boğaziçili bir öğrenci, polisler tarafından karnına tekme atıldığını ve nefessiz kaldığını belirterek "Artık bunların insanlığından utanması lazım" diye sitem etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atadığı AKP'li Melih Bulu'yu öğrencilerin protesto eylemleri sürerken akşam saatlerinde polis müdahale etti. Onlarca öğrenci gözaltına alınırken Boğaziçili bir öğrenci, polisler tarafından karnına tekme atıldığını ve nefessiz kaldığını ileri sürerek "Artık bunların insanlığından utanması lazım" diye sitem etti.AKP'li Bulu'yu istifaya çağrısı için akşam saatlerinde Güney Kampüsü'ne gelen öğrenciler, polis barikatlarıyla karşılaştı. Öğrencilerin eylemine polis müdahale etti. Onlarca öğrenci gözaltına alındı. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden biri, polisin müdahale sırasında karnına tekme attığını, bu nedenle nefessiz kaldığını belirtti. Polislerin müdahalesine tepki gösteren öğrenci, "Artık bunların insanlığından utanması lazım. Tekme yedim karnıma, nefesim kesildi. Arkadaşlarımdan yardım istedim. Onlar beni arkaya doğru attılar, haklı olarak. Birkaç saniye nefes alamadım. Kendimi şurada çamurların üzerine attım, sonrasını hatırlamıyorum, orası yok bende. Bunların insanlığından utanmaları lazım" dedi. cumhuriyet.com.tr

Kılıçdaroğlu: "Rektör Melih Bulu görevinden ayrılıp buçirkin duruma son vermelidir"

Kılıçdaroğlu: "Rektör Melih Bulu görevinden ayrılıp bu çirkin duruma son vermelidir" CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerin gözaltına alınmasına ilişkin, "Üniversitelerini, liyakati ve adaleti savundukları için gençlerin gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınması kabul edilemez... Rektör Melih Bulu görevinden ayrılıp bu çirkin duruma son vermelidir" diyerek istifa çağrısında bulundu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Kemal Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerin gözaltına alınmasına ilişkin, "Üniversitelerini, liyakati ve adaleti savundukları için gençlerin gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınması kabul edilemez... Rektör Melih Bulu görevinden ayrılıp bu çirkin duruma son vermelidir" diyerek istifa çağrısında bulundu.Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrencilerin gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınmasının "kabul edilemez" olduğunu söyledi. Sosyal medya hesabından öğrencilerle dayanışma mesajı paylaşan Kılıçdaroğlu, Bulu'ya istifa çağrısı yaptı. Kılıçdaroğlu'nun öğrencilerle dayanışma mesajı şöyle: "Üniversitelerini, liyakati ve adaleti savundukları için gençlerin gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınması kabul edilemez. Rektör Melih Bulu görevinden ayrılıp bu çirkin duruma son vermelidir. Asla aşağı bakmayacağız. Haksızlığa boyun eğmeyen Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleriyle 'asla aşağı bakmayacağız' diyen gençlerimizle ve aileleriyle beraberiz."Üniversitelerini, liyakati ve adaleti savundukları için gençlerin gece yarısı operasyonuyla gözaltına alınması kabul edilemez... Rektör Melih Bulu görevinden ayrılıp bu çirkin duruma son vermelidir. #AslaAşağıBakmayacağız— Kemal Kılıçdaroğlu (@kilicdarogluk) February 1, 2021Haksızlığa boyun eğmeyen Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleriyle #AslaAşağıBakmayacağız diyen gençlerimizle ve aileleriyle beraberiz.— Kemal Kılıçdaroğlu (@kilicdarogluk) February 1, 2021 cumhuriyet.com.tr

Pangea Kitaplığı’ndan bir‘İlk’!

Pangea Kitaplığı’ndan bir ‘İlk’! İlk, Pangea Kitaplığı’nın ilk öykü kitabı ve ilk öykü seçkisi. İthaki Yayınları’nın Bilimkurgu Kulübü ile ortaklaşa yürüttüğü bu projede hem bilimkurgu alanında yıllardır eser veren yazarlar hem de türe yabancı ama edebiyatta deneyimli isimler yan yana geliyor. /Archive/2021/2/2/002853444-ic.jpgİlk, Pangea Kitaplığı’nın ilk öykü kitabı ve ilk öykü seçkisi. İthaki Yayınları’nın Bilimkurgu Kulübü ile ortaklaşa yürüttüğü bu projede hem bilimkurgu alanında yıllardır eser veren yazarlar hem de türe yabancı ama edebiyatta deneyimli isimler yan yana geliyor.Seçkinin bir diğer özelliği tematik bir öykü derlemesi olması. “Başlangıç” teması ekseninde kurgulanan bu öyküler özellikle spekülatif kurgu konusuna meraklı okurları bambaşka dünyalara götürebilecek derinlikte.Derlemede yer alan tüm yazarlar telif gelirlerini, erken yaşta kaybettiğimiz bilim insanı Özgen Berkol Doğan’ın adını yaşatma amacıyla kurulmuş bilimkurgu kütüphanesine bağışlayarak bu türün daha geniş kitlelere ulaşması için önemli bir adım attılar.BİLİMKURGU İYİ Kİ VAR!Derlemede yirmi bir öykü yer aldığını belirten Bülent Somay; hiçbirinin ‘kısa öykü’ türünün kestirmesine sapmadığına, bir ‘ilginç fikir’ + bir ‘şaşırtmaca’ = kısa öykü şablonuna sığınmadığına dikkat çekiyor:“Ortaya attıkları ilginç fikirleri karşılarına alıp hesaplaşıyorlar, didikliyorlar, kurcalıyorlar; gerçek insanların bu fikirlerin gerçek olduğu bir dünyada nasıl yaşayabileceğini soruyorlar kendilerine. Hikâye anlatıyorlar. Masalcı dedeler ve nineler olma yoluna çıkıyorlar; yani edebiyattaki en zor işe kalkışıyorlar”.Afşin Kum, Arzu Uçar, Aşkın Güngör, Burak Albayrak, Cem Akaş, Çağrı Mert Bakırcı, Feyza Hepçilingirler, Fuat Sevimay, İsmail Yamanol, Kadire Bozkurt, Mehmet Berk Yaltırık, Murat S. Dural, Müfit Özdeş, Onur Çalı, Onur Güzeldiyar, Öznur Babur, Pınar Duman, Selim Bektaş, Selim Erdoğan, Tuğrul Sultanzade, Volkan Yalçın derlemede yer alan yazarlar.İlk / Yayına Hazırlayan: Burak Albayrak / İthaki Yayınları / 248 s. / 2021. Cumhuriyet Kitap Eki

Unutulmuşbir klasik: 'ElfdiyarıKralı’nın Kızı'

Unutulmuş bir klasik: 'Elfdiyarı Kralı’nın Kızı' İthaki Yayınları’nın on kitaplık mini serisi “Unutulmuş Fantastik Klasikler”den yayımlanan ve Klasik fantastik edebiyatın doğum ânına şahit olmak isteyenlerin kaçırmaması önerilen kitabında Dunsany; “bir Elf ile bir insanın umutsuz birlikteliği” temasını incelikle işliyor. /Archive/2021/2/2/002428009-ic3.jpgİthaki Yayınları on kitaplık bir mini seri olan “Unutulmuş Fantastik Klasikler”e Elfdiyarı Kralı’nın Kızı ile devam ediyor. Britanyalı yazar Edward John Moreton Drax Plunkett, henüz edebiyat dünyasında “fantazi edebiyatı” diye bir kavram yokken 1905 ile 1919 arasında fantazi öyküleri kaleme almış ve dönemin en iyi yazarlarından biri olarak ün salmıştı. Kendisinden sonra gelen Neil Gaiman, Arthur C. Clarke, Gene Wolfe, H.P. Lovecraft ve J. R. R. Tolkien (özellikle Silmarillion’ı yazma aşamasında) gibi yazarları derinden etkileyen Dunsany’nin en ünlü eseriyse Elfdiyarı Kralı’nın Kızı.Hikâye, Erl lordunun halkının oluşturduğu meclisin artık “bir büyü lordu” tarafından yönetilmek istediğini söylemesiyle oğlu Alveric’i, Elfdiyarı Kralı’nın kızını getirmesi için Elf topraklarına yollamasıyla başlıyor./Archive/2021/2/2/002517024-ic2.jpgSONSUZU KADAR MUTLU YAŞAMAK MI?Bir cadının Elf kılıçlarına karşı koyabilsin diye yaptığı büyülü kılıcı kemerine takıp Elf topraklarına yollanan Alveric, zamanın normal dünyadan katbekat yavaş aktığı topraklarda prensesi bulmak ve gönlünü almak için mücadele eder. Büyülü kılıcının gücüyle Elf muhafızları yener ve prenses de onunla birlikte gelmek isteyince birlikte Alveric’in memleketine dönerler.Normalde günümüz fantastik eserlerinde hikâye burada sona erer genelde. “Sonsuza kadar mutlu” yaşarlar. Fakat Elfdiyarı Kralı’nın Kızı günümüzden doksan altı yıl önce yazılmasına rağmen farklı bir yol izliyor. Mutlu mesut eve dönüyorlar, evet; fakat insanları, havası, canlıları ve hatta “zamanı” dahi farklı olan bir diyardan gelen Elf prensesi, insanlar arasında, insanların toprağında ve onların hızlı geçen “zamanı”nda yaşayabilecek miydi?Aslında birçok okur bu tarz fantastik kitapların mutlu sonuna geldiğinde bu soruyu soruyor olsa gerek. “Peki ya şimdi ne olacak?” Ed Brubaker’ın Incognito adlı çizgi romanda işlediği konuyla bir paralellik bile bulunabilir hatta bu tarz hikâyelerde. “Süper kahramanlığımızı yaptık, kötü adamdan dünyayı kurtardık, peki şimdi ne yapacağız?”İşte, Lord Dunsany daha çok bu konu üzerine eğiliyor ve okurların Tolkien’in eserlerinde (örneğin Beren ile Luthien) genellikle görmeye alışık olduğu “bir Elf ile bir insanın umutsuz birlikteliği” temasını incelikle işliyor./Archive/2021/2/2/002538134-ic1.jpgEDEBİYATTA KENDİNE AİT BİR KRALLIK YARATTIBabil Kitaplığı’nda Dunsany’nin Yann’ın Ülkesi eserine de yer veren ünlü yazar Jorge Luis Broges, Dunsany için “Lord Dunsany, edebiyatta kendine ait bir krallık yarattı,” diyor ve bu söz belki de fantastik edebiyatın en önemli öncülerinden olan Dunsany adına bugüne (2020’ye) kadar söylenmiş en doğru söz olabilir.Çünkü yüzden fazla esere hayat veren Dunsany’nin arkasında bıraktığı krallığın engin topraklarını George Martin, J. R. R. Tolkien ve Robert E. Howard gibi usta isimler daha da genişlettiler, birçok kıtada toprağı bulunan bir krallık oldu bu adeta. Ve 18. Dunsany Baronu’nun kurduğu bu krallık birçok medeniyete ve efsaneye yol verdi.Elfdiyarı Kralı’nın Kızı, klasik fantastik edebiyatın doğum ânına şahit olmak isteyenlerin kaçırmaması gereken bir mücevher.Elfdiyarı Kralı’nın Kızı / Lord Dunsany / Çeviren: Cihan Karamancı / İthaki Yayınları / 224 s. Ömer Ezer

Felaketten sonra yaşamak!

Felaketten sonra yaşamak! Amerikan edebiyatı açısından Norman Mailer, Philip Roth, Saul Bellow, Bernard Malamud gibi isimlerle birlikte anılan, 20. yüzyılın ikinci yarısının erkeksi, dilini sansürlemeyen, tartışmalı konulara girmekten ve pot kırmaktan çekinmeden biri William Styron... Yazarın insanları tedirgin edecek cüretkârlığına Sophie’nin Seçimi iyi bir örnek. /Archive/2021/2/2/002015904-ic1.jpgSophie’nin seçimi insanın kurban kılındığında bile yaşayıp yaşayamayacağıdır: Felaketten sonra yaşanabilir mi? Amerikan edebiyatı açısından Norman Mailer, Philip Roth, Saul Bellow, Bernard Malamud gibi isimlerle birlikte anılan, 20. yüzyılın ikinci yarısının erkeksi, dilini sansürlemeyen, tartışmalı konulara girmekten ve pot kırmaktan çekinmeden biri William Styron... Yazarın insanları tedirgin edecek cüretkârlığına Sophie’nin Seçimi iyi bir örnek. Sophie’nin Seçimi Styron’un ustalık yapıtı ve yazdığı son roman. ABD’de 1979’da yayımlandı.Romanda Styron, romanın anlatıcısı Stingo lakaplı genç yazar adayı karakterinde bir bakıma kendini ele almış ve Stingo hakkında yazdığı her şey doğrudan Styron’un hayatını anımsatır, Nat Turner referansları dahil.II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, 1947’de yaşanır olaylar ama roman 1979’a doğru kaleme alındığından pek çok ayrıntıyı tarihsel değişikliklerle bize aktaran bir bilinç de söz konusudur. Bir zamanlar neler yaşandığını ve düşünüldüğünü hatırlarken anlatıcı açıklamalar da yapar, düzeltmeler de getirir.On altı bölümlük romanın pek çok bölümü bağımsız roman olabilecek boyutta ve adeta William Styron’un Amerikan edebiyatındaki komşularına nazire olarak yazılmış.Parodisini yaptığı ya da göndermede bulunduğu yazarlardan benim yakalayabildiklerim arasında Truman Capote, Philip Roth, Thomas Wolfe, James Baldwin gibileri bulunuyor. Ayrıca Freud’dan başlayan ve bir romanda görmeye pek alışık olmadığımız çok kapsamlı bir psikanaliz dökümü de mevcut.Romanın başında New York’ta bir yayınevindeki çalışma hayatının bağnazlığına ve sıkıcılığına uyamaması nedeniyle kovulan güneyli Stingo’nun Manhattan’dan çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı Brooklyn’e geçerek ilk romanını yazmak için yalnız insanların kaldığı bir pansiyona yerleşmesini okuruz.Yazar adayı genç adam tüm roman boyunca bir benzerinin, dengesiz de olsa yüksek enerjili Yahudi dehası Nathan’ın, pansiyondaki komşusu güzeller güzeli Polonyalı Sophie’yle tutkulu ve fırtınalı bir ilişki sürdüren o cazip adamın yerine geçmeye çalışır ama talih bu iki adamı farklı yönlere götürecek, Stingo hayatı yaşamak yerine daha çok hayatı iyisiyle ve kötüsüyle yaşayanların anlattıklarının kaydını tutan biri olabilecektir./Archive/2021/2/2/002052966-kapakic2.jpgAma bu hayat ne hayattır: Sophie Avrupa’yı kasıp kavuran Nazi çılgınlığına kapılmış, soykırım kapsamında insanların imhasının sistematik olarak gerçekleştirildiği kamplarda - üstelik Yahudi değil yüksek Alman kültürü almış bir Katolik olmasına rağmen - mahkûm olmuş, tüm ailesini kaybetmiş güzel bir kadın olarak, hayatını artık Amerikan hafifliğinde yaşamak isterken bir anda dünyanın en cazip âşığıyla en sert sorgucusu arasında gidip gelen, ruh hali durmadan değişen bir adam olan Nathan’a tutulmuştur.Stingo için yazılacak romanlar ve sevilecek kadınlar vardır ama sadece arkadaşlarının, çılgınlığın pençesindeki Nathan’ın ve Avrupa’nın yıkımında bambaşka bir hayatı geride bırakan Sophie’nin marazî ilişkisinin tanıklığını yapacaktır.Styron’un yazdığı bir New York romanıdır ama aynı zamanda bir soykırım romanıdır da. Bir yazarın yazma mücadelesini de barındırır, bir yeniyetmenin fantezilerle dolu aşk arayışını da. Amerika’nın damarlarındaki ırk ilişkilerini de irdeler, Avrupa’nın bağrında ortaya çıkmış Nazi canavarlığını da. Avrupa’da olanların Amerika’da da olabileceğini gösterir sanki. Siyahlar, Güneyliler, Yahudiler, Kadınlar, Katolikler, Naziler hakkındaki tüm önyargılar, nefretler, küçümsemeler karakterlerin farklı ruh halleriyle dile getirdikleri bölümlerde büyük bir iştahla canlanır ama kısa sürede yazarın maharetiyle okurun dimağında eriyip gider./Archive/2021/2/2/002134121-ic4.jpgStyron’un romanı kolay lokma değildir, her okurun midesi kaldırmayabilir. Ahlakçı tüm yaklaşımları tepetaklak eder, basit bir drama şeklinde insanlık suçlarını vermek yerine dobra diliyle karakterlerinin bilinçlerinin neredeyse psikanalizini yapar, tüm karmaşık yapısıyla ortaya koymaya çalışır.Üstelik her yeni bölümle bambaşka gerçekleri ortaya çıkararak okurun o ana kadar düşündüğü her şeyi buruşturup çöpe atmasını sağlar: Okurun gözünde sadece bu açıdan bile yazdığı roman çok büyük bir yapıt, kendisi de çok mahir bir yazar olacaktır.Sophie’nin seçimi literatürde çok basit bir ikileme indirgenir ama bana kalırsa sorun sadece Sophie’nin seçimi değildir, insanın kurban kılındığında bile yaşayıp yaşayamayacağıdır: Felaketten sonra yaşanabilir mi?Sophie'nin Seçimi / William Styron / Çeviren: Kerem Sanatel / Doğan Kitap / 736 s. Mert Tanaydın

Büyülübir isyanöyküsü

Büyülü bir isyan öyküsü Delilah S. Dawson’ın “Lila Bowen” mahlasıyla yazdığı, dört kitaplık fantastik “Gölge” serisinin ilk cildi Akbabaların Ağıdı; hem içindeki hem de dış dünyadaki canavarlarla karşılaşıp hesaplaşan genç bir kahramanın mücadelesini anlatıyor. /Archive/2021/2/2/001413714-ic1.jpgYurt dışında çizgiromanları ve Star Wars romanlarıyla tanınan, hem genç hem de yetişkin okur kitlesine yönelik eserleri bulunan Lila Bowen’in (Delilah S. Dawson) Akbabaların Ağıdı, bu iki kitlenin kesiştiği daha büyük bir fantastik edebiyat kitlesine hitap ediyor.Robert Jordan ve Scott Lynch gibi çağdaş Amerikan fantastik edebiyatının önde gelen isimlerden biri olan Patrick Rothfuss’un, “Farklı dünyalar, tuhaf büyüler, eşsiz karakterler görmek için fantastik kurgu okuyanlardansanız, bu kitabı okumak boynunuzun borcu, çünkü tıpkı benim gibi sizin de daha önce böyle bir şey görmediğinize bahse girerim,” dediği bir romanla karşı karşıyayız.EŞSİZ VE YALNIZ!2000’li yılların spekülatif edebiyat türlerinde çoğunluktan farklı olan, azınlığı ya da alternatifleri, ötekileri temsil eden, sessizlerin sesi haline gelen kahramanlar daha fazla yer kaplıyor. Elbette bu yaklaşımın ilk, önemli ve kalıcı adımlarını Ursula K. Le Guin’in eserlerine kadar götürmemiz mümkün.Akbabaların Ağıdı ile başlayan “Gölge” serisinin kahramanı Nettie de neredeyse her özelliğiyle çevresindekilerden farklı olan, ten rengiyle, kökeniyle, ailevi durumuyla, cinsel kimliğiyle, görünüşüyle, içinde yaşadığı toplumun gözünde bir “yabancı” ve Rothfuss’un anlatmaya çalıştığı biçimde “eşsiz” ve tam da bu yüzden yalnız ve daima mücadele edip baş kaldırmayı hayat tarzına çevirmek zorunda kalan bir karakter./Archive/2021/2/2/001529012-ic2.jpgWESTERN UNSURLU BİR KURGUBir yanıyla epey farklı bir fantastik kurgu bu, çünkü “western” unsurlarının çok yer kapladığı, zaman ve mekân olarak kendimizi tanıdık bir Vahşi Batı ortamında hayal ederek okuduğumuz bir öykü sunuyor bize yazar. Diğer yandan, ergenlikten çıkmaya çalışan genç bir kahramanın nasıl ve hangi açılardan “farklı” olduğunu, onunla birlikte çözmeye çalışıyoruz.Birçok fantastik roman gibi burada da bir aidiyet ve kimlik bunalımı öyküsüyle karşılaşıyoruz ve yine birçok nitelikli eserdeki gibi burada da kahramanımızın kendi kimliğinin farkına varması, benliğini bulması için hem içindeki hem de dış dünyadaki canavarlarla karşılaşıp hesaplaşması gerekiyor.TOPLUMSAL FANTASTİK!Gerçek anne babasını tanımayan Nettie, yanında büyüdüğü kişilerin istismarına uğruyor. Ona köle gibi davrananlardan alacağı intikam macerasına ilk adımlarını atarken, kendi içinde de değiştiğini, büyüdükçe etrafındakilerden farklılaştığını görüyor ve bir yandan bu elle tutulur gizemi çözmeye çalışırken bir yandan da karşısına çıkan büyülü ve doğaüstü durumlarla baş etmeye uğraşıyor.Kendini kurtarmak için elinden geleni yaparken ve sayfalar ilerledikçe serüvenden serüvene koşarken, aslında onun da başkalarının kurtarıcısı olup olmayacağını da görmeye başlıyoruz.Akbabaların Ağıdı, bir madalyonun ikiden fazla yüzü olabileceğini anlatan, gerçek dünyamızı ilgilendiren toplumsal sorunların fantastik unsurlarla, büyülü bir dünyada örülerek yüzümüze vurulduğu bir büyüme öyküsüne sahne oluyor.Akbabaların Ağıdı / Lila Bowen (Delilah S. Dawson) / Çınar Yayınları / M. Boran Evren / 408 s. Ilgın Uzunservi

Selçuk Baranöykülerini hatırlamak

Selçuk Baran öykülerini hatırlamak Öykülerinde, yarattığı karakterlerden hareketle ruhsal çözümlemelere girişen, ön plana çıkardığı bireyin hem aile ve sosyal çevresi hem de toplum içindeki konumunu işleyen Baran, gerek Türkiye’deki dönüşüm zamanlarını (1960’lar ve 1970’ler) gerek edebiyattaki değişimi metinlerine yansıtmıştı. /Archive/2021/2/2/000952372-ic1.jpgÖykücülükte bir dönüm noktası olan, yalnızca öyküleriyle değil; tiyatro ve radyo oyunları, mektupları ve günlükleriyle de adından söz ettiren, adına öykü ödülü verilen bir isim Selçuk Baran.Yaşanan toplumsal olayların kişilerin yaşamına, aileye ve sosyal ortama etkilerini öykülerine katan Baran, “insanın, insanlar arasındaki yalnızlığını” anlatmayı yeğlemişti: Yabancılaşmalar, travmalar, tıkanışlar, kabuk bağlayan veya bağlamayan yaralar, huzursuzluk ve uyumsuzluklar da bu anlatıma dâhildi.Bu noktada, Baran’ın öykülerinde kadınlar bir boy öndeydi; şehirde, köyde, kasabada, zengin ya da dar gelirli, özgür veya kısıtlanmış kadınlara öykülerinde rastlamak mümkündü. Susan, susturulan kadınların sesi olmuştu bir bakıma. Toplumsal kalıpları, kendisine biçilen rolleri ve sıkıştırıldığı hayatı reddeden kadınlarla yüzleştirmişti bizi yazar. Sadece kadın karakterlere dair ruhsal çözümlemeler yapmadı Baran; erkekler de öykülerde bir sıkışmışlığın ve huzursuzluğun ete kemiğe bürünmüş hâliydi.Bütün bu atmosferler ve ruhsal çözümlemelerle birlikte, doğa ve mekân da Baran’ın öykülerinde önemli iki unsur olarak karşımıza çıkmıştı. Her türlü doğa olayı ve mekân (o mekânda tınlayan her şarkı), Baran’ın karakterlerinin ruh hâllerini etkileyip davranışlarına yön verirken okurun da metne dâhil olmasını sağlıyordu.“Okurla bağ kuramadığını” düşünüp başarısız olduğunu söyleyerek ani bir kararla yazmayı bırakan Baran’ın okurla yeniden buluşan metinlerine yönelmek en iyisi./Archive/2021/2/2/001015544-ic2.jpgKAPILAR VE HAYATLARBaran’ın iki kitabı yeniden yayımlandı. İlki 1984’te okurla buluşan Tortu, öteki 1989 tarihli Yelkovan Yokuşu.Beş öykünün yer aldığı Tortu; arayışın, eskiye özlemin, sevginin büyüklüğünün, hayal kırıklıklarının, köpüren öfkelerin, yaşla birlikte yol alan hüznün anlatımıyla çevrili. Bir erkeğin, bir kadının hayatını değiştirmesi ve buna tanık olan kız kardeş var öykülerde, terse uçmayan kuşlar misali geri gelmeyecek zamanın yarattığı şaşkınlık ve acı da…Bilinmeze açılan kapıların önünde bekleyip sonra bir yolculuğa çıkanlarla da buluşturuyor okuru Baran; yeni hayatın getirebileceği tedirginliği yaşayanlar, geri dönememe korkusuna kapılanlar ve gitmenin coşkusunu duyumsayanlar hep o kapının önünde.Ardından bir başka kapının önüne geliveriyoruz; bir konağın duvarlarının dışında ayrı, içeride ayrı bir hayat sürüyor. En önemli mesele, içeriye alışıp dışarıyı geride bırakmak. Bir anlatıcı, karşısında dikilen heybetli hayata, kente ve konağa bakıp düşünüyor:“Her şey çok büyüktü. Kentin büyüklüğü, yüksek yapılar, geniş yollar beni şaşırtmamıştı. Ama buradaki büyüklük, kocamanlık kentin boyutlarını aşmaktaydı. Kentin yüksek yapıları, geniş yollarıyla karşılaştırdığımda beliren bu oransızlık beni bahçeden içeri girdiğimiz ilk andan başlayarak sıktı, boğdu. Sanırım, o andan sonra da hep sıkıldım, hep boğuldum. Ama bunun çok sonra farkına varacaktım. Kavuştuğum, gördüğüm, sahip olduğum onca önemli şeye, zenginliğe karşın hep boğuldum, hep sıkıldım. O ilk andan sonra hiçbir şey sevinç dolu şaşkınlıklara yol açmadı, yüreğim mutlulukla kabarmadı. Hiçbir şey olağanüstü, güzel, eşsiz gelmedi bana; yalnızca sürekli bir olağandışı durumu yaşadım. Gördüklerime, tanıdıklarıma, yaptığım işe, her şeye yabancıydım, ilgisizdim. Sık sık duyduğum şaşkınlık, hayranlıktan değil, bir türlü yenemediğim yabancılığımdan ileri geliyordu.”Bu ve buna benzeyen iki mesele, Baran’ın öykülerinde kâh bir anlatıcının kendisine ve etrafındakilere dair çözümlemelerle kâh sınıfsal bir ayrımla ortaya çıkıyor. Bazen de kadın-erkek ilişkisinde veya eşitsizliğinde… Kitaba adını veren “Tortu”nun anlatıcısı, kendisinden yola çıkarak bu iki hayatın sınırını çiziyor: “Benimkisi böyle bir hayat işte. Dibe çökmüş bir hayat. Bunun için ağır. Bunun için hüzünlü. Ama benim hayatımdır; benim, bizim hayatımız. Yaşanan bir hayat belki bir örnek olabilir. Belki duyan birinin işine yarar. Olur ya…”/Archive/2021/2/2/001040810-ic3.jpgGEÇEN VAKİT VE BÜYÜK SUSKUNLUKLARYelkovan Yokuşu’nda ise yaşlılık, zaman ve yaşama tutunma temaları öne çıkıyor. Yalnızlığı ve umutsuzluğu, yine bazı öykülerin fonuna yerleştiriyor Baran.“Hayat tecrübesi”yle açılan kapıdan hatırlama, unutma ve arayış giriyor. Uzun konuşmalar, yanıtsız bırakılan sorular ya da tatmin etmeyen yanıtlar, olgunluk çağında çocuklaşmalar da cabası.Hiçliğin yüceltilişinden gerçekliğe ani dönüşün yanı sıra yalnızlıkla bocalayan karakterlerle buluşturuyor okuru Baran.Arka planda tambur sesinin yer aldığı ve kimi zaman içli bir şarkının söylendiği mekânlarda, anlatılan hayatlardan çıkarılan ve çıkarılmayan dersler de var. Bununla birlikte konuşkan; içindeki her şeyi ortalığa saçıp tükendiğini hisseden karakterler ve sorular da çıkıyor karşımıza:“Bitti, dedim o zaman nedense. Bitti işte, hepsi tükendi. Belleğimi ne kadar zorlasam, yirmi yıl önceki söğüt ağacını, (köprünün hemen orada, suyun başında göğe tutunmak üzere boy vermiş sanki), bu kente ilk geldiğimde eski bir İstanbul evinin demir parmaklıklı penceresine sıralanmış sardunya saksıları arasında gezinen kediyi, tablasında taşıdığı yoğurt tepsileriyle bir ihtiyarın yokuştan inişini, otuz beş yıl önce pencereden sarkıp seyrettiğim yeni yeşillenmiş ağaçlar üzerine inen nisan yağmurunu duyuyorum. İçime işlemiş binlerce şey... Ama hepsi eski; eskiden, taa eskiden kalma. Yani bitmiş, tükenmiş bir yaşamdan arta kalanlar denilebilir mi? İlgisizliğimi bile tüketen ben... Biten, tükenen ne? Gençliğim mi? Oysa zaman güneşli bir tarladır. Öyle olmalıydı. Nereden bakarsan bak, her şeyi görebilirsin; uzaktır biraz belki, işte hepsi o kadar ama.”Küçük gevezeliklerin ardına gizlenen büyük suskunluklar, hayatı anlayıp anlatmanın bir yolu oluveriyor kimi karakterler için. Bir evliliği, yolculuğu, olmamış yaşamları, son bulan şeyleri veya bir tutsaklıktan ötekine geçişi aktarmaya yarıyor bu sessizlikler.Tüm kitaplarındaki gibi Tortu ve Yelkovan Yokuşu’nda da Baran’ın anlatımına özgü bir hüzün, umutsuzluk, şiirsellik ve anlık mutluluklarla yoğrulmuş öyküler bulunuyor. Bir başka deyişle yaşamın içinden dışına, dışından içine taşıyor okuru Baran. Öykülerdeki karakterler, benliklerindeki kalabalıkta boğulurken kalabalığın ortasında kendilerini yalnızlaştırıyor. Bu da Baran’ın bireyi anlatımındaki bir başarı ve okurla kurduğu bağ olarak çıkıyor karşımıza.Tortu / Selçuk Baran / YKY / 98 s. / 2020.Yelkovan Yokuşu / Selçuk Baran / YKY / 100 s. / 2020. Kaan Egemen

İzmir’de 4.8 büyüklüğünde deprem!

İzmir’de 4.8 büyüklüğünde deprem! İzmir’in Karaburun ilçesi açıklarında 4.8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. İzmir’in Karaburun ilçesi açıklarında 4.8 büyüklüğünde deprem meydana geldi. İzmir merkez ve bazı ilçelerinden hissedilen depremde ilk belirlemelere göre herhangi bir olumsuzluk yaşanmadı.Afet ve Acil Durum Yönetimi Deprem Dairesi Başkanlığı verililerine göre saat 23.46'da Karaburun açıklarında Richter ölçeğine göre 4.8 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Yerin 6.36 kilometre altında meydana gelen deprem İzmir merkez olmak üzere birçok yerden hissedilidi. Kısa süreli paniğe neden olan depremde ilk belirlemelere göre, can ve mal kaybı yaşanmadı. DHA

‘Yarın’ların‘umut’luşarkılarıve 1970’ler

‘Yarın’ların ‘umut’lu şarkıları ve 1970’ler 70’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük - “Görecek günler var daha” adlı kitabında, 70’lerin müziğine toplumsal değişimin ve siyasetin aynasından bakıyor Derya Bengi. Devamında ise “A’den Z’ye, Abba’dan Zülfü’ye” uzanarak koca on yılın birikimini anılarla, öykülerle, plaklarla dile getiriyor. /Archive/2021/2/2/000657390-kapakic1.jpgDerya Bengi’nin 50’li yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük - “Şimdiki Zaman beledir” ve 60’lı Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük adlı kitapları epey ilgi çekmişti. Giderek bir piyasa hâlini alan “nostalji dünyası”nın neredeyse ilk ve özgün bir fikirle derlenip toplanmış, kapsayıcı bir hâliydi çünkü Bengi’nin kitabı.Bir yandan dönemin toplumsal meseleleri akıp giderken sayfalar arasında diğer yandan bu toplumsal olayların üstünde dönen bir dünyanın şarkılı türkülü resmini çiziyordu Bengi. 1950’ler, 1960’lar Türkiyesi’nin toplumsal ritmi üzerine müziğin o kendine has dünyasının ritmini yediriyordu. Bir anlamda 1950’ler ve 1960’lar Türkiyesi’ni müzikle okuyordu.Siyasal ve kültürel boyutlarıyla, bu rengârenk dönemin perde önünden ve perde arkasından anılar da çıkıyordu elbette gün yüzüne ve bu anılar gazete sayfaları arasından kendini gösteriyordu okura. Belki kimsenin bir daha dönüp yüzüne bakmayacağı tozlanmış gazete ve dergi sayfaları, bugünün okuru için de anlam kazanıyordu böylelikle./Archive/2021/2/2/000712030-ic2.jpgDÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İSTEYEN GENÇLERİN TEMPOSUO günlerin bakışına, mizacına, lisanına, sesine sadık kalmaya çalışıyordu ayrıca yazar. Dahası; dünyayı değiştirmek isteyen gençlerin, yeni bir tempo tutmaya başlamış hayatın heyecanına ortak olmaya çalışıyordu.Tam da bu nedenle Bengi’nin ortaya çıkardığı kitaplar, müzikle yazılmış bir toplumsal tarih çalışmasıydı. Bu toplumsal tarihin akışı ise gündelik hayatın tarihiyle veriliyordu.Kitaplara verilen sözlük formu ise meseleleri derli toplu bir hâle getirmenin ötesinde; kitabın, o günleri açıklayabilmede önemli bir rehber olacağı ironisini daha en baştan hissettiriyordu.Yazının hemen başında da bahsedildiği gibi içerik ve bu içeriği ele alış şekli böylesine özgün olunca kitaplar da okurun radarına hemen takıldı…İki askerî darbenin arasına sıkışmış ve bir tanesine giden yolun tozunu atmış, toplumsal anlamda bu çok değerli zamanı okuma girişiminden sonra bu bir adım ötesinin resmiyle geliyor okur karşısına Bengi: 70’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük - “Görecek günler var daha”.Derya Bengi bu kitabında da ilk ikisinde izlediği haritanın izinden gidiyor. Kitabın ‘Sunuş’ yazısında Bengi, “Bu sazlı cazlı sözlük, 70’lerin müziğine toplumsal değişimin ve siyasetin aynasından bakıyor” diyerek, çalışma boyunca ne yapmaya uğraşacağını açıklıkla dile getiriyor.Devamında ise kitabın, “A’den Z’ye, Abba’dan Zülfü’ye” uzanarak koca on yılın birikimini anılarla, öykülerle, plaklarla dile getirdiğini söylüyor.UMUDUN ON YILI!Derya Bengi, 1950’lerin ve 1960’ların sazlı cazlı söküğünü yaparken, dönemleri özetleyecek şarkılar olarak “Şimdiki zaman beledir” ve “Dünya durmadan dönüyor”u seçmişti; kitapların alt başlığı, şarkıların sözlerinden alınmıştı. Belirlediği on yılların hızlı değişimini anlatabilmek için iki şarkı da dönemlerinin özeti gibiydi âdeta.1970’leri ise “umut”un on yılı olarak anlatıyor Bengi. 68 Kuşağı’nın taşıdığı “yarın” beklentisi ve “güzel günler” temennisi, 1970’lerin adını “umut” koymamızda bize yardım ediyor.Yine Derya Bengi’nin ‘Sunuş’ yazısından devam edersek…Yılmaz Güney’in sinemada “Umut” dediğini söylüyor Bengi. Pınar Kür’ün “Yarın… Yarın…” romanı devrin, güzel günler temennisini yarınlarda aradığının edebiyat cephesinden bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor âdeta.Meselenin müzik cephesine gelindiğindeyse Orhan Gencebay sahne alıyor bu kez; “Biz görmesek de görecekler var o mutlu yarınları” derken Gencebay, bir kitlenin, büyük bir kitlenin hislerine tercüman oluyordu.Aynı şekilde Ali Rıza Binboğa ise bugün bile herkesin yüzünde tebessüm uyandıran şarkısında “Yarınlar benim, yarınlar senin, yarınlar onun, yarınlar bizim” diyordu. Devamını herkes biliyor: “Yarınlarda, yarınlarda mutlu günler var…”/Archive/2021/2/2/000734749-ic3.jpgUZAKLAŞAN HÜRRİYET!Dönemin “yarınlar umudu”nu şöyle okuyor yazar: “60’lı yıllarda toplum ‘hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında’ olduğu inancıyla bugüne sarılıyor, ’70’li yıllarda [aslında] ne kadar uzak olduğunu’ yavaş yavaş sezerek yarına sığınıyordu sanki…”Tam da bu nedenle 1970’leri anlatan şarkı olarak “Görecek günler var daha”yı seçmiş Bengi. Sabahattin Ali’nin şiirinden alınarak dönemin bir başka kült ismi Edip Akbayram tarafından bestelenerek seslendirilen şarkı, Bengi’nin çizdiği çerçeveyle dönemin özeti niteliğinde karşımıza çıkıyor.Öte yandan 1980’e uzanan dönemin tüm gerilimini üzerinde taşıyan bir zaman dilimi 1970’ler. Sayfalar arasında dolaşırken bunun izlerini görmek de mümkün ancak Bengi daha çok 1970’lerin içinde kalmak istemiş. 1980’e uzanan o gerilimli damarı belirginleştirmeye çalışmamış.Görülen o ki “Sazlı Cazlı Sözlük” çalışamasının devamı gelecek. 1980 süreci, diğer on yıllık süreçte daha net ortaya çıkacaktır.Şarkıları, icracılarını, filmleri, gazeteleri, dergileri, edebiyatçıları ve dönemi birbiriyle konuşturma uğraşı aslında Bengi’nin yaptığı “Sazlı Cazlı Sözlük”leriyle.Bu hâlâ konuştuğumuz ve aslına bugünlere nasıl geldiğimizi özetleyen dönemlere kim “dün” diyebilir? Yakın tarihin gündelik akışıyla birlikte bir popüler kültür okuması aynı zamanda Derya Bengi ile ortak olduğumuz bu sözlük serüveni. Bu serüvende sıra 1970’lerin şimdi…70’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük / Derya Bengi / Yapı Kredi Yayınları / 398 s. Baran Çağsu

Edebi bir liman; Sevgi Saygı!

Edebi bir liman; Sevgi Saygı! Fantezinin düşünce, ifade ve hatta bir dil olabileceğini çağdaş edebiyatın içinde farklı türler aracılığıyla işledi. Polisiye, fantastik ya da bilimkurgu... Dileyen dilediği edebi limana yanaşabilir Sevgi Saygı’yı okurken. /Archive/2021/2/2/000217004-ic1.jpg“Bir başka dünya var ama o da bu dünyada.”(Patrick White’ın Solid Mandala kitabında kullandığı Yeats düsturu.)İyi bir fantazya mimarisi, gerçeküstü öğeler, gizemle örülmüş kurgular ve hafızamıza yuva yapmış karakterler. Sevgi Saygı, fantastik üslubun belli biçimlerle sınırlı olmadığını ustalıkla yansıtan bir yazar. Duvarlarında yontma resimler olan mağaralardan yürüyüp geçmiş, sözlü halk hikâyelerine kulak kabartmış, peri masallarına bulanmış, bilimkurgunun tozunu yutmuş bir isim. İmkânsız olanla ilgilenen, saklı ya da görünmez olanın büyüsüne başını yaslamış, senarist ruhlu bir kalem.Fantezinin düşünce, ifade ve hatta bir dil olabileceğini çağdaş edebiyatın içinde farklı türler aracılığıyla işledi. Polisiye, fantastik ya da bilimkurgu... Dileyen dilediği edebi limana yanaşabilir Sevgi Saygı’yı okurken./Archive/2021/2/2/000238519-ic2.jpgGÖRKEMLİ GEÇİŞLER: PERİ EFSA VE GEZGİNFantezinin gerc¸ekligˆe kars¸ı kendine o¨zgu¨ bir tavrı vardır. Kısıtlamalar ve sınırlar konusunda co¨mert davranır, onları ihlâl eder ve hayal gu¨cu¨ne dayalı olayların dıs¸sal gerc¸ekligˆe gec¸is¸ine izin verir. Görkemli bir geçiştir bu. Konuya, karaktere, mekâna ya da türün kendisine dair iz bırakan bir geçiş.Sevgi Saygı’nın 2013’te Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nden (FABİSAD) hikâye dalında aldığı GİO ödülü, fantastik edebiyatta bıraktığı izlerden yalnızca biri. Onun metinlerini okurken, normal akışıyla giden bir hayatın içindeki gerçekle hayali adeta birbirine yapıştırıyor, bazen hangisinden hangisine geçtiğinizi, hatta geçtiğinizi bile anlamıyorsunuz. Sevgi Saygı’nın ON8’den yayımlanan iki romanı Peri Efsa ve Gezgin, bu görkemli geçişin en iyi örneklerinden./Archive/2021/2/2/000258018-kapak.jpgYÜZLEŞMELER VE MUCİZEBazen havalı bir şef edasında fantastik edebiyatın tüm doğrularını mutfağında pişiren bir yazarın; bazen de fantazyanın sınırlarında dolaşan ve parlak bir gerilim atmosferinin orta yerinde masayı devirip giden asi bir ruhun iki romanı. Fevkalade akıcı bir anlatım. Sabırsız bir gezgin. Sırlarla dolu bir köşk.Peri Efsa... 2. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da bir köşkte doğuyor Efsa. Hitler’in 53. yaş gününde. Gürbüz bir erkek kardeşin, kimsenin yaşamasını beklemediği “çirkin” ikizi olarak… Sevilen çocuk Sermet, korkulan çocuk Peri Efsa. Birbirine tutkuyla bağlı, ama birbirinden Ay ve Güneş kadar farklı. Peri Efsa’nın şaşırtan, etkileyen ve korkutan yetenekleri, yüzleşmelere ve mucizeye açılan bir kapı.Gezgin... Adsız bir gezgin o. Kar fırtınası yüzünden yolundan alıkonmuş motosikletli bir kadın. Yoluna çıkanlar, sert mizaçlı biri olarak hatırlıyor onu. Ne nereden geldiğini biliyorlar, ne de nereye gittiğini. Bir akşam konaklayabileceği bir yer ararken, o garip köye varıyor. Ve yalnızca bir geceliğine misafir olacağını sandığı, ama bütün kışı geçirmek zorunda kalacağı o garip eve…HEP HARİKALAR DİYARI DEĞİLDİR FANTASTİK!Masallardaki devler, bulutlara kadar uzanan bitkiler, tavs¸anların dahi konus¸abildigˆi harikalar diyarı... Fantastik denilince akla gelen kavramın ic¸erigˆi kavranması zor bir genis¸ligˆe ulaşabilir. Ve her zaman “harikalar diyarı”yla açıklanamaz fantastik olan. Zihnin bir oyunu, bir büyü, büyülenme, bir yokluk, yoksunluk, zihnin sınırlarını aşan bir gerçeklik, bazen de gerçeğin ta kendisi. Belki de... kadim zamanların içinden geçip gelmiş bir yazarın, insan zihnine çektiği ince bir çizgi:“Go¨zu¨mu¨n o¨nu¨nde bir gelincik tarlası vardı... Nereden hatırlıyorum bu tarlayı? Ne zaman go¨rdu¨m? Sıcagˆın kokusunu bile duyuyorum. Sanki bir gelincik tarlasının ortasında uzanmıs¸ım gibi... Ben hic¸ gelincik tarlasına uzanmadım ki...”Peri Efsa / Sevgi Saygı / ON8 Kitap / 400 s.Gezgin / Sevgi Saygı / ON8 Kitap / 260 s. Halil Türkden

Ünlüisimlerden Boğaziçiliöğrencilere destek: "Aşağıya bakmayacağız"

Ünlü isimlerden Boğaziçili öğrencilere destek: "Aşağıya bakmayacağız" Öğrencilerin gözaltına alınmasına ve sürece birçok siyasetçilerin ve yurttaşyarın yanı sıra ünlü isimler de tepki gösterdi. AKP'li Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'ne atanmasına yönelik yapılan eylemler sürüyor. Eylemlere karşı yüzlerce polis bu akşam üzeri Güney Kampüs'e girdi. Müdahale sonrası çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.  Polisin Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini, "Aşağı bak, toplu gezmek yok" diyerek gözaltına almasının ardından sosyal medyada #AşağıBakmayacağız etiketi ilk sıralarda yer aldı. Sinema ve dizi oyuncuları Hazal Kaya, Bülent Emrah Parlak, Rıza Kocaoğlu ile şarkıcı Derya Köroğlu da sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla yaşananlara tepki gösterdi.   /Archive/2021/2/2/000646265-hazal1.jpg/Archive/2021/2/2/000646780-emrah1.jpg/Archive/2021/2/2/000645749-riza1.jpg/Archive/2021/2/2/000645437-derya1.jpg cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter