Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 04.20.2025, 11:45 PM (GMT)

News - Haberler

BoğaziçiÜniversitesiöğrencilerinin tutuklanmasıiçin suçvasfıdeğiştirildi

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin tutuklanması için suç vasfı değiştirildi Yargı reformu çalışmaları sürerken Boğaziçi öğrencileri Kâbe figürlü görsel nedeniyle tutuklandı. Emniyet’te, tutuklama gerektirmeyen “dini değerleri aşağılama” iddiasıyla ifadeleri alınan öğrencilere yöneltilen suçlama, savcılık tarafından “kin ve düşmanlığa tahrik” olarak değiştirildi. Hukukçular “Eylem suçlamaya uymuyor” dedi. Hukukçu Altıparmak, ortada bir suç olmadığını söyledi. Avukat Ülgen, tutuklamanın silah olarak kullanılmasının anayasaya aykırı olduğunu vurguladı. Ülgen, “Melih Bulu’dan bu karara tepki beklerdik” dedi. Öğrencilerin avukatları, yargının talimatla hareket ettiğini savundu.Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın duyurduğu “yargı reformu” çalışmaları devam ederken Boğaziçi Üniversitesi’nde sergi açan 2 üniversite öğrencisi Kâbe figürlü görsel nedeniyle tutuklandı. 2 öğrenci hakkında ise ev hapsi kararı verildi. Emniyetteki ifadeleri, “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” suçlamasıyla alınan öğrenciler, savcılık tarafından, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama” suçundan mahkemeye sevk edildi. Soruşturma sürecinde suç vasfının değiştirilmesine tepki gösteren hukukçular, suçlamanın tutuklama kararı çıkması için değiştirildiğine dikkat çektiler.MELİH BULU’DAN TEPKİ BEKLERDİKHUKUKÇU KEREM ALTIPARMAK:Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. Maddesi’ne göre üst sınırı 2 yıldan az olan suçlarda tutuklama veremezsiniz. O suçu ne kadar ağır işlemiş olurlarsa olsunlar 216/3’ten tutuklama verilemezdi. Tutuklanan öğrencilerin eyleminin ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama’ suçuna uyması mümkün değil. ‘Dini değerleri aşağılama’ suçundan tutuklama veremeyecekleri için diğer suçtan tutuklama verdiler. İstanbul Valiliği’nin açıklamasında Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübü’nde ‘LGBTİ bayrağı ele geçirildi’ ifadesi var. LGBTİ bayrağından ne suçu olacak? Ayrıca polisler aramayı ne şekilde yaptı? Polisin arama işlemine kim refakat etti? Arama usulüne uygun yapıldı mı? Bunları henüz bilmiyoruz. Son olarak ben bir hukukçu olarak herhangi bir suç görmüyorum.”HUKUKÇU CELAL ÜLGEN:Bilindiği gibi daha önce internete düşen bir ses kaydında Egemen Bağış, ‘Her cuma bir ayet sallıyorum, Bakara makara’ demişti. Bağış’ın sözlerine AKP’lilerden hiçbir tepki gelmediği gibi kutsal değerlerin aşağılandığı yönünde bir soruşturma da yapılmamıştı. Gene çok sayıda kutsal kitap ve Kâbe resimlerinin pasta yapıldığı, çeşitli törenlerde kesildiği internet medyasında bolca yer almaktadır. Boğaziçili öğrenciler hakkında tutuklama kararı verilmesi ve tutuklamanın peşin infaz şeklinde kullanılması anayasaya ve Ceza Muhakemesi Kanunu’na aykırıdır. Bu öğrencilerin tutuklanması tutuklanmanın bir silah olarak kullanıldığının göstergesidir. Boğaziçili öğrenciler tutuklanarak geniş bir toplumsal kesimin önüne atılmıştır. Bu çocukların tutuklanmasına atanan rektör Melih Bulu’nun tepki göstermesini beklerdik.‘YARGI YİNE DİRENMEDİ’Boğaziçili öğrencilerin avukatı Ayşe Özdemir, tutuklamaya itiraz edeceklerini açıkladı. Avukat Ali Turgut ise Emniyet’te ifade sonrası öğrencilerin bırakılacağının söylendiğini belirterek, “Saat ilerledikçe sosyal medya trolleri devreye girdi ve tutuklamanın taşları döşendi. Gece 04.00’te Emniyet’e Boğaziçi Üniversitesi özel güvenlik görevlileri getirilerek hukuka aykırı teşhis işlemi yapıldı. Bu, tutuklamayı sağlayacak delil yaratma çabasıydı. Ertesi gün savcılıkta bir anda suç değiştirildi. Bunun adı talimat almaktır. Başsavcılıktan sonra hâkimlik de görevini yapmak yerine tutuklama kararı verdi. Sonuç olarak, gece vakti bir talimat geldiğini ve bu talimata yargının hiçbir ayağının direnmediğini görüyoruz” dedi.KUCAKLAYICI SERGİ YAPTIKNöbetçi 8. Sulh Ceza Hâkimliği’nde savunma yapan öğrenciler, yöneltilen suçlamaları reddettiler. Öğrencilerden D.D. ifadesinde, “Rektörlük olaylarında bir sergi düzenlendi. Anonim eserler de geliyordu. Her gün farklı yerlere asıyorlardı. Son gün haberim oldu. Orada üç yüz tane resim olduğu için içeriğini bilmiyordum. Özellikle seçilmiş bir eser yoktur, gönderilen her şeyi sergiledik” dedi.SERGİNİN MANEVİ KISMI GÖZDEN ÇIKARILIYORSavunmasında, “Sergimizin manevi kısmının gözden çıkarıldığını düşünüyorum” diyen öğrenci H.K. “Sergimizin asıl amacı bütünleyici ve kucaklayıcı olmasıdır, biz bu soruşturma nedeniyle çok üzgünüz. Biz eserleri toplamak ve sanatçılara ulaştırmaya çalıştık. Ancak hakkımızda bu şekilde soruşturmalar yapıldı. Bizim amacımız çok farklıydı” ifadelerini kullandı.POLİSLE KARŞI KARŞIYA GELMEMEK İÇİN AÇTIKS.N.B ise savunmasında serginin kin ve nefreti uyandıracak bir sergi olmadığına dikkat çekerek, “Göstermiş olduğunuz resimdeki şahıs benim. Ancak orada ‘şahmeranımız kayıp, nerede, çaldınız, hesap vereceksiniz’ şeklinde bir konuşma yapmadım. Bu tutanağı kabul etmiyorum. Belirtilen suçlamaları kabul etmiyorum. Polisle karşı karşıya gelmemek için açtığımız bir sergidir. Ancak kesinlikle kimseye kin ve nefret uyandıracak bir paylaşımda bulunmadım. Sergimizde bunun aksine insanların kendilerini daha rahat ifade edebilmeleri ve kucaklayıcı sergidir. Bu suçlamaların üzerimize atılı bulunmasının üzerimizde çok kötü etkileri olmaktadır. Ev hapsi ile sonuçlanırsa, maddi olarak kaybım olacaktır, zor duruma düşme durumum vardır” dedi.ESERİN ÖNÜNDE DURDUĞUM İÇİN...Öğrencilerden S.C.U. ise savunmasında özetle şunları söyledi: “Birtakım eserlerin taşınmasına yardımcı oldum ancak söz konusu eserlerin asılmasında herhangi bir katılımım yoktur. Sadece eserin önünde bulunduğumdan dolayı suçlanmaktayım, ancak eserin önünde durmam, asma işlemine katıldığımı göstermez. Eser hakkında görüşlerimi sorarsanız bu bayrağın anlamlarını bile bilmiyorum, sergi rektör atanmasına karşı olarak düzenlenmiştir.” Seyhan Avşar

GaziantepÜniversitesi Rektörükendini hem güzel sanatlar fakültesi dekanlığına hem de spor bilimleri fakültesi dekanlığına atadı

Gaziantep Üniversitesi Rektörü kendini hem güzel sanatlar fakültesi dekanlığına hem de spor bilimleri fakültesi dekanlığına atadı Kendini güzel sanatlar fakültesi dekanlığına atayan Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın’ın spor bilimleri fakültesinin de dekanlığını yaptığı ortaya çıktı. Kendisini güzel sanatlar fakültesine dekan olarak atayan Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın’ın Spor Bilimleri Fakültesi’nde de dekan olarak görev yaptığı ortaya çıktı. Rektörlük görevinin yanı sıra 2 fakültenin dekanlığına da bakan Özaydın, dekanlıktan ücret almadığını belirterek, “Hamallık yaptığım bu iş” dedi.AKP döneminde, üniversite sayısı hızla artarken akademik kadroların yetersizliği nedeniyle eğitim kalitesi aynı hızla düştü. Liyakatlı kadro yetersizliği yaşayan üniversitelerden biri de Gaziantep Üniversitesi. Kadro yetersizliği nedeniyle Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın’ın kendisini Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dekan olarak atadığını Cumhuriyet duyurmuştu. Özaydın’ın yine kadro eksiği nedeniyle kendisini Spor Bilimleri Fakültesi’ne de dekan olarak atadığı ortaya çıktı.İMZALARI ATIYORUMRektör olmasının yanı sıra 2 fakültenin de dakanlığı görevine bakan Prof. Özaydın, “işler aksamasın” diye dekanlık görevlerini üstlenmek zorunda kaldığını savundu. Özaydın, güzel sanatlar fakültesinde, söz konusu tarihte dekanlık görevini üstlenecek profesör bulunmadığını ve idari işlerin aksamaması için vekaleten dekanlık görevini üstlendiğini belirterek “Fakültenin Resim Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ayhan Özer hocamızı idari ve akademik işlemlerin yürütmesi amacıyla dekan yardımcısı olarak görevlendirdim. Ayhan Hocamız dekanlık görev alanıyla ilgili işlemleri takip etmekte ben de imzaları atmaktayım” dedi.ÜÇ PROFESÖR VARDekanlık görevini sadece profesörlerin yapabileceğini dile getiren Özaydın’ın dekan olduğu Spor Bilimleri Fakültesi’nin kurulunda 3 profesörün yer alması dikkat çekti. Özaydın, spor bilimleri fakültesindeki dekanlığına ilişkin açıklama yapmadı. Çağatan Akyol

Rektörlükten habersiz harçlarıikiye katladılar

Rektörlükten habersiz harçları ikiye katladılar Selçuk Üniversitesi’nde 16 Ocak 2020 tarihinde yabancı dil bölümlerinin ikinci öğretim harç ücreti 513 lira 50 kuruş olarak belirlendi. Üniversite, pandemi nedeniyle uzaktan eğitim ile faaliyete devam etmesine rağmen 25 Ağustos 2020’de yabancı dil bölümlerinin ikinci öğretim harç ücretinin 558 liraya yükseltildiğini açıkladı. Yine yabancı dil bölümünün ikinci öğretiminin önümüzdeki bahar dönemindeki harç ücretleri de 2021 başlangıcında açıklanarak 1116 lira olarak belirlendi. Bu durumda 4 ay aralıkla harç ücretlerine 2 kat oranında zam yapılarak bir sene içerisinde 2 kere zam yapılmış oldu. Selçuk Üniversitesi öğrencileri, tek dönem için 1116 lira ücret istenmesine tepki gösterdi. Öğrenciler, change.org internet sitesi üzerinden kampanya başlattı. Kampanya sayfasında, “Öğrenci işleri bir seferliğe mahsus ödeyin diyor. Okulumuzun rektörlüğü bu zamdan haberinin olmadığını söylüyor” ifadeleri yer aldı. Çağatan Akyol

AraştırmacıUslu’ya göre seçimde farklıadaylarçıkma olasılığıyüksek

Araştırmacı Uslu’ya göre seçimde farklı adaylar çıkma olasılığı yüksek İbrahim Uslu, siyasette erken seçim tartışmalarını değerlendirdi: Ülkenin sorunları derinleştikçe, iki ortak arasındaki fikir ayrılığı da çoğalıyor. Uzlaşamazlarsa erken seçim kaçınılmaz olur. Tahminim, 2021 içinde olabileceği yönünde. - İktidar ortakları bazı konularda fikir ayrılıkları yaşıyor. Fikir ayrılıkları derinleşirse, uzlaşamazlarsa ortaklık sürdürülemeyebilir ve erken seçim kaçınılmaz olur. Tahminim 2021 içinde bir erken seçim olabileceği yönünde.- “Bağımsız seçmen” diye geçen seçmen profili var. Farkındalık ve bilgi seviyeleri yüksek. Bir karar veriyorlar ve seçimde oy kullanıyorlar. Oran neredeyse yüzde 25. Genç kuşaklar sisteme katıldıkça seçmenin oranı da artıyor.- Benim kızım da Z kuşağı. Yunan mitolojisiyle daha çok ilgileniyor, siyasetçilerin 15-20 yıl önce ne yaptıkları hiç ilgisini çekmiyor.. Siyasetçilerimiz Z kuşağını anlamıyor. Zamanla anlayacaklar, anlamayan oy alamayacak..- MHP’nin milliyetçilikten uzaklaştığını, Saadet Partisi’nin dinden uzaklaştığını iddia ettiğinizde tabanları ne kadar ikna olabilecekse, CHP’nin Atatürkçülükten uzaklaştığını iddia ettiğinizde de tabanı ancak o kadar ikna edersiniz.- Uzun zamandır Muharrem İnce bu görüşlerini dile getiriyor ama o süreç boyunca CHP tabanında bir kopma, bağların zayıflaması gibi bir reaksiyon gözlemlemedik. Bundan sonrası için de pek ihtimal vermiyorum.- Davutoğlu’nun AK Parti’nin Bahçeli ya da 28 Şubatçılar tarafından vesayet altına alındığı gibi söylemleri AKP tabanının bir kısmının kafasını karıştırabilir veya MHP’ye karşı olumsuz bir tutum içine girilmesine sebep olabilir.- Bugün Türkiye’de siyasetin dili, seçim dönemlerinde aşina olduğumuz sertlikte... Seçim sürecine girdik mi? Benim gördüğüm, erken seçim beklentilerine neden olan ve erken seçimin sürekli konuşulmasına sebep olan faktör, iktidar ortaklarının tutumları ve bazı eylemleri. Ağustostan bu yana Sayın Bahçeli, üç kez İYİ Parti’ye “evine dön” çağrısı yaptı. Sayın Erdoğan bir hafta içinde 4-5 ayrı görüşme yaptı. HÜDA PAR, DSP, BBP ile görüştü, Saadet Partisi ile birkaç görüşme yaptı. Seçim 2023’te olacaksa ittifakı büyütme gibi çalışmalara neden ihtiyaç duyulsun? Zaten güçlü bir ittifak var, parlamentoda yeterince güçlü bir şekilde temsil ediliyor. Herhangi bir siyasal risk taşımıyor, birkaç milletvekili istifa eder de azınlığa düşeriz kaygıları yok. O zaman neden parlamentoda milletvekili dahi olmayan, yüzde 1’in altında oylar almış çok sayıda partiyle görüşülür? Ya da neden İYİ Parti, oraya getirilmeye çalışılır? Dolayısıyla sebebini açıklayamadığımız çok sayıda görüşme olunca erken seçim sinyali olarak değerlendiriliyor.  - Ya siz? Ben de bunların erken seçim sinyali olacağını değerlendirenler arasındayım. Benim senaryom biraz daha farklı. Erken seçim olduğunu düşünenler çoğunlukla şöyle diyor: İktidar, bir siyasal pragmatizmle tıpkı 2018’de olduğu gibi baskın bir erken seçim yapacak. Ben, Cumhur İttifakı’nın sürdürülememesi durumunda buna gideceğini düşünenlerdenim. Çünkü siyasal pragmatizme baktığınızda erken seçimi gündeme getirecek bir tablo ortaya çıkmıyor. Ekonomik meselesini halledememiş bir ülkeden bahsediyoruz. Fiyat artışlarını kontrol altına alamayınca zabıta yöntemleriyle bunu yapmayı deneyen bir hükümetten bahsediyoruz. Ayrıca işsizliğin çözülememesi gibi seçmenin canını yakan çeşitli ekonomik meseleler var.  - “Cumhur İttifakı’nda sorun olursa” dediniz. Böyle bir opsiyon mu görüyorsunuz? Bazı konularda fikir ayrılıkları yaşıyorlar. HDP konusunda fikir ayrılığı hâlâ ortada duruyor. MHP, iki kez “HDP kapatılsın” diye çağrıda bulundu. “Eğer kapatılmazsa kendimiz Yargıtay Başsavcılığı’na başvuru yapacağız” dedi. İkincisi seçim kanunu konusunda fikir ayrılığı var. Hükümet daraltılmış bölgeyi savunurken Bahçeli “Olmaz” dedi, ayrıca ittifak içindeki her partiye baraj uygulanması gibi yeni bir öneri getirdi. AKP’nin buna cevabını henüz duymadık. Zaten görüştüğü yüzde 1’in altında oya sahip partilerin ittifaka girebilmesi için ittifaka dahil bütün partilere baraj uygulama fikrinin uygulanmaması gerekiyor.  - Takvim konusunda bir şey söyleyebilir misiniz? Eğer fikir ayrılıkları derinleşirse, uzlaşamazlarsa ortaklık sürdürülemeyebilir. O zaman erken seçim kaçınılmaz olur.  - AKP, ortaklığın bozulmasını göze alabilir mi? Diyelim ittifak dağıldı. Bugünden yarına erken seçime gidilmeyecektir. Eminim ki AKP, yasalar çıkarabilmek için muhalefetle uzlaşı arar, belli kanunların geçebilmesi için ikna etmeye çalışır. Bizim alışık olmadığımız Fransa’daki gibi cohabitation (birlikte yaşama) gibi evreler var. Hemen erken seçime gitmiyor, yasaları çıkarmaya çalışıyor. Türkiye bunu ilk kez deneyimleyebilir. - Muhalefet neden uzlaşsın ki? Tabii iktidarın erken seçim yol haritasıyla gitmesi lazım. Şu reform yasalarını çıkaralım diyecek, karşılığında da seçimi şu tarihte yapalım diyebilir.  - Ya Cumhur İttifakı bütünlüğünü korursa? O zaman erken seçime gitmek için bir sebep görmüyorum.  - Peki, Cumhur İttifakı’nın bütünlüğü korunsun diye HDP kapatılır mı? Orada AKP alternatif bir öneri getirdi. Kapatma dışında partilere uygulanabilen başka cezalar da var. Mesela kamu yardımlarından men edilmesi gibi. MHP bir açıklama yapmadı bu teklif karşısında. Partilerden birinin bir adım atması gerekiyor ki biz nasıl bir mutabakata vardıklarını ya da varamadıklarını anlayalım.  - Erken seçim olursa kafanızdaki tarih? Benim tahminim 2021 içinde bir erken seçim olabileceği yönünde. Hem bu iki konudaki fikir ayrılıkları hem de AKP’nin getireceği hukuk reformunda doğabilecek fikir ayrılıkları... Benim gördüğüm ülkenin sorunları derinleştikçe, iki ortak arasındaki fikir ayrılıkları çoğalıyor. 2017’den bu yana bu kadar sık tartıştıklarına şahit olmamıştık. Bir de bundan önce tartışmalar pek de kamuoyu önünde yapılmazdı.   - Bir yandan partilerin içinde de kaynamalar var. Son olarak cuma günü CHP’den üç milletvekili istifa etti. Millet İttifakı’nı ayakta tutmak için büyük çaba harcayan Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi yaralayan bir gelişme midir bu? Çok etkileyeceğini düşünmüyorum açıkçası. Bugün başlayan bir süreç değil. Muharrem İnce, uzun zamandır CHP içinde bir genel başkanlık yarışı içinde. CHP, daha büyük bir krizi olağanüstü kongre toplama sürecinde yaşamıştı. O süreçten sonra şunu gözlemledik. Bu süreçler CHP tabanını etkilemiyor. Seçmen “Bunlar yine kendi aralarında tartışıyorlar, partiden uzaklaşayım” demedi. Tıpkı İYİ Parti’de olduğu gibi. İhraçlar, istifalardan sonra İYİ Parti oylarını yüzde 25 artırdı.  - CHP’de tartışmaların Atatürkçülük üzerinden yapıldığını hatırlatalım. Muharrem İnce de böyle başladı ve son istifalar... CHP’nin “dostlarını” sevmeyen ulusalcı tabanından bu çerçevede bir kayma olmaz mı? Şu an için bunun sinyallerini görmüyoruz. Parti kurulduktan sonra nasıl bir kadro ve söylemle hareket edeceği ve siyasetin o günkü koşulları o partinin geleceğini etkileyen faktörler. Öyle bir iddia ile ortaya çıktılar ki ben bu iddianın çok ikna edici olduğunu düşünmüyorum. Şimdi mesela MHP’nin Türk milliyetçiliğinden uzaklaştığını, Saadet Partisi’nin dinden uzaklaştığını iddia ettiğinizde onların tabanı buna ne kadar ikna olabileceklerse, CHP’nin Atatürkçülükten uzaklaştığını iddia ettiğinizde de tabanı ancak o kadar ikna edersiniz. CHP’nin üst yönetimine ve teşkilatlarına baktığımızda Atatürk’ten uzaklaşma emaresi görmüyorsunuz. Uzun zamandır Muharrem İnce bu görüşlerini dile getiriyor ama o süreç boyunca CHP tabanında bir kopma, bağların zayıflaması gibi bir reaksiyon gözlemlemedik. Bundan sonrası için de pek ihtimal vermiyorum. Ama çok iyi bir ekip kurar, İspanya’daki Podemos hareketi gibi yine Tony Blair’in Üçüncü Yol’u gibi yeni bir söylemle siyaset sahnesine girer, teorik olarak ilgi çekebilir.  - Peki, gerek İYİ Parti, gerek CHP içinden çıkan muhalefetin bir “Saray Operasyonu” olduğuna inanıyor musunuz? Ben bu komplo teorilerine çok fazla itibar etmiyorum, çünkü hem Muharrem İnce hem Ümit Özdağ’ın tutumlarına baktığınızda aslında ilk günden itibaren genel başkanlık yarışına girmiş, iddiaları olan siyasetçiler olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla bu tür siyasetçileri uzun zaman bir yerde tutamıyorsunuz, çünkü gerçekleştirmek istedikleri iddiaları var ve önünde sonunda bir adım atıyorlar. Ama sonuç konusunda eğer yeni parti kurarlarsa, kurulduğunu ve seçmen tepkisini görmeden bir değerlendirmeyi erken bulurum.  - Millet İttifakı, HDP’nin eşbaşkanlarının defalarca dile getirdiği gibi ilişkinin adını koymasını bekliyor musunuz? Beklemiyorum, çünkü seçim olmadan isim koymanın bir anlamı da yok. İttifak dediğimiz, seçimden önce seçime birlikte girmeyi isteyen partiler kendi aralarında bir protokol imzalıyorlar ve bu protokolü götürüp Yüksek Seçim Kurulu’na veriyorlar. YSK de karar veriyor ve bu partileri oy pusulası içinde aynı kutunun içine yerleştiriyor. Bu tamamen seçimle ilgili bir şey. Birincisi ortada seçim yok. İkincisi, zaten son genel seçimde Millet İttifakı ve HDP bir ittifak yapmadı. Yerel seçimlerde bir seçim işbirliği yapıldı sadece. Seçim ittifakı ve seçim işbirliği karıştırılınca Türkiye’de ittifakların kalıcı ve rutin zamanlarda da var olan bir siyasi mekanizma olduğu düşünülmeye başladı. Hatta partiler de böyle düşünmeye başladı. Ortada seçim yokken “Hadi ittifak yapalım” çağrısını gerçekten anlamıyorum.  - Diyelim bu yıl erken seçim var... Peki, diyelim erken seçim kararı alındı. Hangi parti tek adayla ya da kendi adayıyla çıkma önerisinde bulunacak bilmiyoruz. Millet İttifakı’ndaki partiler daha önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde işbirliği yapamadılar biliyorsunuz, sadece parlamentoda birlikte hareket ettiler. Dolayısıyla şu anda verilecek bir ittifak sözünün bir anlamı yok. Diyelim ki Meral Hanım’ı ittifak aday göstermek istiyor, HDP, Meral Hanım’ın cumhurbaşkanlığını destekleyecek mi? Nasıl olacak bu? Hatırlayın, İYİ Parti’nin belediye başkanlarının olduğu yerlerde HDP seçmenleri gidip İYİ Partili adaylara oy vermediler. Dolayısıyla şimdi ittifak çağrısı yapmak beşik kertmesi yapmaktan farklı değil. Çocuklar büyüdüklerinde anlaşıp anlaşamayacaklarını bilmiyoruz.  - Sizce Millet İttifakı bir lideri mi aday gösterir, yoksa İstanbul seçimlerinde olduğu gibi yepyeni bir isimle mi tanışırız? Hakikaten bunu tahmin etmenin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Bence partiler de bunu bilmiyorlar, üzerinde uzlaşılması en zor şey. Yine farklı adaylarla çıkma olasılığı da bence diğer seçeneğe göre daha yüksek.  - Geçen seçimlerden önce “Muhalefet ortak adayla gidemezse Tayyip Erdoğan’ın yüzde 52 ile seçimi kazanacağını” söylemiştiniz. Öyle de oldu. Şimdi yine mi aynı “hata”yı yapacaklar, yoksa artık Erdoğan aynı noktada mı değil?  Şu an orada değil. Kamuoyu desteği yüzde 50’nin altına düşmüş görünüyor. Öyle olunca seçim ilk turda bitmeyecekmiş gibi duruyor. Tabii yarın seçim olmadığı için bunu da bir seçim tahmini olarak düşünmeyin lütfen. Seçim atmosferi içine girildiğinde yapılan tahminler daha sağlıklı oluyor çünkü. Sadece şunu söyleyebilirim, partiler içinde kendi adayımızla çıkalım diyenlerin sesi, ortak adayla çıkalım diyenlere oranla daha gür. Hatta liderler arasında bir fikir birlikteliği olduğunu düşünmüyorum. /Archive/2021/2/1/030937413-ibrahim-uslu-29012021-12.jpgYENİ İTTİFAKLAR SÜRPRİZ OLMAZ- Cumhurbaşkanı’nın Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk’ü ziyareti epey akıl karıştırdı. Saadet Partisi Millet İttifakı’ndan kopar mı? Parti içinde bunu isteyen bir grubun varlığından söz edebilir miyiz? İşin doğrusu zannetmiyorum. Saadet Partisi seçmen kitlesi aradan geçen 20 yıla rağmen, parti küçülmüşken, yüzde 1’lere düşmüşken dahi AK Parti’ye gitmemeyi bir tutum olarak benimsemiş bir kitle. Yıllar önce gidebilirdi ama son 20 yıldır kelimenin tam anlamıyla Saadet Partisi’nde direniyor. AKP’ye bilinçli bir biçimde oy vermeyen bir seçmen kitlesi... Günün birinde “Biz aslında boşuna direnmişiz, AKP’nin yanına gidiyoruz” dendiğinde ben bu seçmen kitlesinin buna çok da olumlu tepki vereceğini düşünmüyorum. “O zaman ben 20 yıldır niye direniyorum arkadaş” sorusunun cevabını parti yönetimi veremez. Bunu hesaba katacaklarını düşünüyorum.  - Üçüncü bir ittifak bloku bekliyor musunuz?  Bu kadar çok sayıda iddialı parti ve liderin olduğu bir sistemde, yeni ittifakların ortaya çıkması hiç de sürpriz olmaz. Mesela şu ana kadar hem iktidara hem de muhalefete karşı eleştirel söylemleri olan Sarıgül ve İnce hangi ittifak içerisinde yer alacak? Kuruluş söylentileri ortalıkta dolaşan muhafazakâr Kürt partisi ve bunun dışında konuşulan diğer Kürt partileri nereye dahil olacak? Yeni ittifakların oluşması beni hiç şaşırtmaz./Archive/2021/2/1/030932647-ibrahim-uslu-29012021-17.jpgZ KUŞAĞI, SİYASETÇİLERİN 20 YIL ÖNCE NE YAPTIĞIYLA İLGİLENMİYOR- Bugün seçim olsa karşımıza nasıl bir tablo çıkar?  Şu an Cumhur İttifakı 50’nin biraz altında görünüyor. Seçimin olmadığı bir dönem, pandemi zamanı kısıtlı koşullarda yapılan araştırmalarda hata oranının yüksek olduğunu düşünürsek yüzde 50-50 dengesinden söz edebiliriz.  - Kararsızların oranında artış var mı? Ben kararsız olduğunu düşünmüyorum. Aslında çok politik bir seçmenimiz var bizim. Yüzde 15’lik bir apolitik seçmen söz konusu. Onlar zaten sandığa gitmiyor. Bir kısmı kanaatini açıklamıyor. Bir de en önemlisi literatürde “bağımsız seçmen” diye geçen seçmen profili var. Onlar kendilerini bir parti kimliğiyle tanımlamıyorlar. Bunlar siyaseti yakından takip ediyorlar, farkındalık ve bilgi seviyeleri yüksek. Seçim döneminde bir karar veriyorlar ve o yönde oy kullanıyorlar.  - Ne kadar oranları? Neredeyse yüzde 25. Genç kuşaklar sisteme katıldıkça bağımsız seçmenin oranı da artıyor. Son Amerikan seçimlerinde de en çok onlar konuşuldu. Bu seçmen kitlesinin bir kriterler seti var. Takım tutmayan ama NBA maçı izleyenler gibi.  - Kriterler setinde neyi önceliyorlar, demokrasi mi, ekonomi mi, özgürlük mü? Farklı profillerin farklı beklentileri var. En önemli konu ekonomi, hukuk devleti, demokrasi, temel haklar ve özgürlükler, eğitim sistemi gibi faktörler ön plana çıkıyor. Demografik özelliklerine göre kriterler seti farklılaşabiliyor. Buna göre oy veriyorlar... Kararsız değil onlar, duruşları gereği seçim yokken “Ben şu partiye oy vereceğim” demiyor, bağımsız çünkü. Z kuşağı geldikçe bağımsız seçmen miktarına daha fazla rastlayacağız. Parti aidiyetleri yok.  - Yani Cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken “SSK’nin başında bulunduğu zaman hastalarımızın ne hale düştüğünü Z kuşağı bilmiyor” dedi. Z kuşağı bununla ilgilenmiyor anladığım kadarıyla... Mayaların efsaneleriyle daha fazla ilgilenebilir. Benim kızım da Z kuşağı. Yunan mitolojisiyle daha çok ilgileniyor, siyasetçilerin bundan 15-20 yıl önce ne yaptıkları hiç ilgisini çekmiyor. Anlamakta zorlandıkları şey bu zaten. “Bunlar genç, bilmezler, anlatırsak ikna olurlar”. Umurlarında değil. Siyasetçilerimiz Z kuşağını anlamıyor. Zamanla anlayacaklardır. Anlamayan oy alamayacak.  - Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki polemik gündemdeydi. Bir “Tek adamcağız” sözü vardı örneğin. “CHP diye bir parti yok” dedi. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na karşı öfkeli dilinin altında ne var? Çünkü Millet İttifakı’nı bir arada tutan en önemli aktör. Orada bir zaaf yaratması gerekiyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun referandum sürecinden bu yana bir performansı var. Uzlaştırıcı, herkesle konuşabilen bir konumu var. Öyle olunca orada zaaf yaratmadan tespihin imamesi gibi o kopmadan geri kalanı etkileyemiyorsunuz. “CHP yoktur” demek... 20 yıllık bir partinin 100 yıllık bir partiye “Siz yoksunuz” demesinin siyasi gerçeklikle ilgisi yok. Sistem içindeki en kurumsal, tabanıyla bağı en güçlü, siyasi duruşu, ilkeleriyle en net partidir. “Yok” dediğinizde yok edemiyorsunuz ama yok etmek istediğiniz anlaşılıyor. Bence bu tarz değerlendirmeler, ittifakın güçlenmesini ve saldırılara karşı dirençli olmasını sağlıyor. - Devlet Bahçeli “Serok Ahmet” diyerek eleştiri oklarını sık sık Ahmet Davutoğlu’na yöneltiyor. Yanılmıyorsam DEVA’nın oyu Gelecek’ten fazla. Peki, neden hedefte daha çok Davutoğlu var? Davutoğlu’nun AK Parti’nin Bahçeli ya da 28 Şubatçılar tarafından vesayet altına alındığı gibi söylemleri AKP tabanının bir kısmının kafasını karıştırabilir veya MHP’ye karşı olumsuz bir tutum içine girilmesine sebep olabilir. Benim gördüğüm Sayın Davutoğlu, AKP’yi, MHP ve Vatan Partisi gibi partilerle işbirliği yapmakla suçlayıp, ideolojik olarak eleştirdiği için Sayın Bahçeli de Davutoğlu’na karşı öfke dili kullanıyor. ERDOĞAN MI, BABACAN MI?- Bazı anketlerde “ekonomik sorunları kim çözer” diye soruluyor, “Erdoğan” cevabı çıkıyor. Nasıl oluyor? Doğru ama orada bir şeyi atlıyorlar. Cumhur İttifakı’nın oy oranı yüzde 50’lerin biraz altındayken “Erdoğan bu sorunu çözer” diyenlerin oranı yüzde 38... Dolayısıyla kendi seçmenlerinin önemli bir kısmı aslında Erdoğan’ın ekonomik sorunları çözemeyeceğini düşünüyor. Oysa DEVA Partisi’ne oy vereceğini söyleyenlerin neredeyse tamamı Ali Babacan’ın ekonomik sorunları çözeceğine inanıyor. Acaba hangi liderin durumu daha iyi? Bu tabloya bakıp “Seçmen muhalefete güvenmiyor” demek bir istatistik illüzyonu. Muhalefetten kim çözer bilmiyorum. Çünkü ekonomi kadrolarını bilmiyorum örneğin. Bunları bilmeden nasıl bilebilirim ekonomiyi yönetip yönetemeyeceğini? Ama Sayın Erdoğan için biliyoruz. Çözüp çözemeyeceğini değerlendirebiliriz.NEDEN DR. İBRAHİM USLU? Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamladı. 1993-1995 yıllarında ABD’de doktora seminerlerine katıldı. İstanbul Üniversitesi’nde sosyal politika doktorası yaptı. Kuruluşundan başlayarak 15 yıl boyunca AKP’yle çalıştı, siyaset araştırmalarında adını sıkça duyduğumuz ANAR’ın genel müdürlüğünü yaptı. Şu anda CHP’ye “seçmen profilleri ve oylar” ile ilgili veri analizi konusunda kurumsal hizmette bulunuyor. Siyasette HDP’nin kapatılması üzerinden hesap yapmaya, ittifaklar ve yoğun biçimde de erken seçim konuşmaya başlanınca bize de Uslu’ya sormak kaldı...  İpek Özbey

Gıda enflasyonunun faturasıesnafaçıkarıldı. Market baskınıyla ucuzluk aranıyor

Gıda enflasyonunun faturası esnafa çıkarıldı. Market baskınıyla ucuzluk aranıyor Son bir yılda yaklaşık yüzde 40 artan üretim maliyetleri düşmeden gıda fiyatlarının da düşmeyeceği belirtildi. Ucuzluk için üreticiyi doğrudan tüketiciyle buluşturacak bir yasa çıkarılması öneriliyor. Yüksek gıda fiyatlarına karşı ya “market baskını” ya da gıdayla hiç alakası olmayan PTT gibi kurumların devreye sokulmasının “önlem” olarak gösterilmesi, tepkilere yol açtı.Zincirin ilk halkasındaki üreticiyle son halkasındaki tüketici kaybederken, suçlanan da sadece esnaf oluyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gıda fiyatlarındaki artış ile ilgili esnafı uyararak, “Eğer bu süreci böyle devam ettirecek olursanız çok ağır cezalar sizleri bulabilir” dedi. Oysa esnafın da zincirin son halkalarında yer aldığına dikkat çeken tarım uzmanları, “ortada bir suçlu varsa onun da yanlış politikalar uygulayan hatta herhangi bir tarım politikası olmayan hükümet” olduğunu söylüyor.Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) Başkanı Şemsi Kopuz, “Sorun market, pazar ve toptancı hallerinde baskınlar yapılarak çözülmeye çalışılıyor. Devlet girdi maliyetlerini düşürmedikçe gıda fiyatları düşemez” dedi. Tarım uzmanı ve eski ÇiftçiSen Başkanı Abdullah Aysu ise, “Suçu esnafa atmak göz boyamaktır. ‘Bakın ben bir şeyler yapıyorum’ demektir. Tarımla hiç ilgisi olmayan PTT’yi görevlendirmek yerine, üreticiyi doğrudan tüketiciyle buluşturacak bir yasa çıkarıp, bunun pratiği uygulanmalı. Tarım mutlak surette desteklenmeli. Piyasayı regüle edecek kurumlar inşa edilmeli. Bunlar yapılırsa sorun önemli ölçüde çözülecektir” diye konuştu.‘KENDİMİZE YETEBİLMELİYİZ’Aysu, Türkiye’de çiftçiliğin ortadan kaldırılıp, gıdadaki kontrolün şirketlerin eline verilmesinin de yüksek fiyatlarda önemli bir rol oynadığını anlattı. Birçok ülke, kuraklık nedeniyle hububat ürünlerinde verim kaybı yaşadığı için, kendine yeterliliği öne çıkarıp, ihracatına kısıtlama koyuyor. Yani bu ürünleri ithal etme kolaylığına kaçan Türkiye, ülkelerin korumacılık politikalarından dolayı istese de ithalat yapamıyor. Ancak hal böyleyken, çiftçinin desteklenip de yurtiçindeki tarımsal üretimin artırılmasına yönelik hiçbir adım yok. Aysu, “Aksine, şirketleri memnun etmek için ihracatçı ve ithalatçı firmaları destekliyoruz, ülkede tüketime yetecek üretim yokken, ihracatın önünü açıyoruz. Tercihimiz, öncelikle kendine yetebilmek olmalı” diyor.‘HALKI KORUYUN’TMMOB Gıda Mühendisleri Odası’ndan yapılan açıklamada da gıda enflasyonunun sebebinin yanlış üretim ve ekonomi politikaları olduğuna dikkat çekilerek şöyle denildi: “Ülkeler kendi üretimlerini ve stoklarını artırır ve ihracat yasakları ile korumacılık önlemlerini sıkılaştırırken, ülkemizde yerli üretimi artırmaya yönelik adımlar henüz atılmadı. Yönetici konumunda bulunanlar, tercihlerini halktan yana kullanmalı.”ONLİNE GIDADA MAĞDURİYET!Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Genel Başkanı Bendevi Palandöken, “Online gıda alışverişlerinde ne yazık ki çok sayıda mağduriyet yaşanıyor” dedi. Palandöken, “Özellikle soğuk havalarda artan yoğunluk nedeniyle siparişler geç teslim edilirken, vatandaşlara eksik veya hatalı ürünler gönderilebiliyor. Hızlı tüketim malları ve market alışverişlerini online tercih eden vatandaşlarımız uygulamaları kullanırken daha dikkatli olmalı. Verilen siparişler, seçilen ürün ve markalar, fatura vb. gibi dokümanlar dikkatli bir şekilde incelenmeli” diye konuştu. Palandöken, şöyle devam etti: “2020’de online alışveriş harcamaları önceki yıla göre yüzde 85 arttı. Araştırmalara göre ise son zamanlarda online market alışverişleri 5 kat artış gösterdi. Vatandaşlarımız uygulamalar üzerinden gıda ürünleri sipariş ederken görselde seçtikleri ürün yerine benzer ya da farklı ürünler, seçilen markanın dışında daha pahalı ya da daha ucuz markalar gönderilebiliyor. Hatta sipariş listesindeki bazı ürünler ücreti ödendiği halde stokta tükendiği gerekçesiyle gönderilmiyor. Yerine sipariş listesindeki diğer ürünlerin miktarlarında değişiklik yapılarak faturaya yansıtılıyor.”PTTAVM’DEN DAVAÖte yandan PttAVM’nin 10 litresini 176.89 TL’den sattığı yağları, üretici olan Helvacızade’nin 145.90 TL’ye sattığı ortaya çıkınca PttAVM, şirket ile ilgili hukuki yollara başvurduğunu açıkladı. Gamze Bal

Taşerondan kadroya geçen işçiler sayesinde artış6 ayda 123 bin 311 oldu

Taşerondan kadroya geçen işçiler sayesinde artış 6 ayda 123 bin 311 oldu Türkiye’de çalışanların sadece yüzde 14.40’ını oluşturan sendikalı işçi sayısı 6 ayda 123 bin 311 artarak, 2 milyonun üzerine çıktı. Yeni sendikalı olan işçilerin önemli bölümü Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (Türk-İş) seçerken, konfederasyonun üye sayısı 1.1 milyonun üzerine çıktı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca hazırlanan “İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2021 Ocak Ayı İstatistikleri” yayımlandı. Taşerondan kadroya geçen işçilerin asıl işin girdiği işkolundaki sendikalara üye olabilmeleri ile birlikte sendikaların üye sayılarında “deprem” yaşandı. Özellikle sağlık, büro-eğitim, belediye işyerlerinde büyük değişiklik gerçekleşti. Geçen temmuz ayına göre, toplam işçi sayısı 14 milyon 251 bin 655’ten 14 milyon 371 bin 96’ya çıktı. Toplam sendikalı işçi sayısı da 1 milyon 946 bin 165’ten 2 milyon 69 bin 476’ya yükseldi. Sendikalaşma oranı da yüzde 13.66’dan yüzde 14.40’a çıktı. Üç büyük işçi konfederasyonunda sıralama ise yine değişmedi. En fazla üyeye sahip işçi konfederasyonu olan Türk-İş’in üye sayısı 6 ayda 1 milyon 21 bin 952’den 1 milyon 131 bin 749’a çıktı. Hak-İş’in üye sayısı 687 bin 790’dan 711 bin 295’e yükselirken, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) üye sayısı da 190 bin 659’dan 193 bin 866’ya çıktı.BELEDİYELERDE DEĞİŞİMBelediyelerde örgütlü bulunan sendikaların üye sayılarında ise dikkat çeken değişiklikler yaşandı. Bunda işkolu değişiklikleri de etkili oldu. En fazla üyesi bulunan sendika olan Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’in üye sayısı geçen temmuz ayına göre 309 bin 600’den 238 bin 666’ya indi. DİSK’e bağlı Genelİş’in üye sayısı ise aynı dönemde 109 bin 46’dan 114 bin 68’e çıktı. Türk-İş’e bağlı Belediye-İş’in üye sayısı 106 bin 281’den 97 bin 760’a indi. Dikkat çeken artışın yaşandığı bir diğer işkolu ise “ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar işkolu” oldu. Türk-İş’e bağlı Tez-Koopİş’in üye sayısı 76 bin 766’dan, 107 bin 823’e yükseldi. İşkolundaki Türk-İş’e bağlı bir diğer sendika olan Koop-İş’in üye sayısı da 71 bin 594’ten 104 bin 308’e çıktı. Metal işkolunda Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası’nın üye sayısı 197 bin 299’dan 209 bin 529’a yükseldi. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’in üye sayısı da 29 bin 849’dan 30 bin 699’a çıktı. “İnşaat” işkolunda Türk-İş’e bağlı Yol-İş’in üye sayısı 45 bin 941’den 50 bin 301’e yükseldi. Mustafa Çakır

BarışAğabey’e selam olsun, saygıve teşekkürle anıyoruz

Barış Ağabey’e selam olsun, saygı ve teşekkürle anıyoruz 1 Şubat 1999’da dünyadan giden, uğurlanırken İstanbul trafiğinin durduğu, Barış Ağabey’e selam olsun, saygı ve teşekkürle anıyoruz. Hele destur! “İnsanın öğrenmesi gereken ilk dil, tatlı dildir” der Dede Korkut torunu, yediden yetmiş yediye Evliya Çelebi oğlu, Tomris Hatun’un adam olacak çocuğu, çağcıl Anadolu dervişimiz, ozanımız, bizden öte bizden ziyade daha neyimiz neyimiz, diğer adıyla Barış Ağabey, Manço. “Barış der”, “Barış’a sorar isen”, “Barış’tır adım” diyerek kendisi de söyler zaten şarkılarında, halk şiirimizdeki geleneği sürdürerek buna deyim, deyiş, ata ana sözlerimizi de (kimini yapı bozumuyla) ekleyerek. “Olayın hepsi bizim halkımızda, toplumumuzda var, tarihimizde, geçmişimizde, kültürümüzde. İnanılmaz zengin bir Türk kültürü var, bunu benim söylemem abes, herkes bunu biliyor. Çok canlı, yaşayan bir halk kültürümüz var bizim. Ben oradan elimi daldırıp daldırıp çıkarıyorum. Benim kafam devamlı bunlarla meşgul zaten. Bir gün Sarı Çizmeli Mehmet Ağa oluyor bir gün Halil İbrahim Sofrası oluyor” der TRT’de 1988’de. Tek niyeti ve gayreti “yâd-ı cemil” olmaktır, olmuştur da. MÖ 4000’den (bildiğimiz), MS 2000’lere elbette önce matematiksel ve güzel Türkçemizle dosdoğru, müzik dilinin olanaklarıyla en çok türkülerimiz sayesinde dimdik ulaşan Türk kültürünün kazıcı, yeniden yaratıp aktarıcılarının başını çeken en andığımız dünya insanlarımızdan değil midir?YAZ DOSTUMNane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman, içine hatmi çiçeği, tutam zencefil, biraz tarçın... Defteri kalemi al, iyi yaz. Barış’a sorar isen bildiğimizi de ekmeğimizi de bölüşürüz biz, suyu içeriz aynı tastan, kalbimiz kırıksa selam alıp veririz gönül dağından. Kimi batı, kimi doğu, kuzey güney hepsi doğru, herkesin var beş parmağı. Bizim yolumuz da bize doğru, hiç döner miyiz? Ezgisi, güftesi, TV programları ile çocuğundan yaşlısına, toplumuna tane tane anlatır Barış Ağabey, ona göre bu dünyadan nitelikli geçmek neyse yollarını. Sağlıklı ve erdemli yaşamak, kendini bilerek ölmek. Her yanımız altın gümüş taş olsa, dalkavuklar etrafta el pençe divan dursa, sapa kulpa kapağa itibar eder miyiz?MÜZİKLE EĞİTİMİdeolojik yönelimleri bir yana koyup toprağına, dünyaya, yaşama bütüncül yaklaşır Barış Manço. Değer değerdir, hangi kaynaktan olursa olsun. Müziği duyuşsal ve bilişsel eğitimde bir araç, bir değer aktarım yolu olarak kullanmamız için iyi bir örnek. Küçük de severek eşlik eder büyük de dinler söyler, kuşaklar arası uzaklığı kapatır şarkılarını deneyimlemek. Kimsesiz cenazesini ceketiyle kaldıran Kul Ahmet’e Ahmet Bey deyip sonunda hakkını verebilen de bizimdir Sultan Süleyman da Gülpembe, Süper Babaanne, Arkadaşım Eşek de. Yeter ki söylensin iyi, güzel, nedir bilinsin doğru. Anadolu Rock diyoruz, çağdaş halk âşıkı diyoruz, bir şeyler diyoruz ya... pek kabul etmez bunları, kendi deyimiyle “ağır Türk müziği”dir onun yaptığı. Yine de demeden geçemeyeceğiz, ozan-baksı geleneğinden âşıklık sanatına değişe dolaşa ulaşan upuzun çizgide, dünya müzik formlarından da yararlanarak ürettikleriyle çığır açıcı oldu. Sürekli birlik beraberliğe vuran kucaklayıcı kalbiyle. Unutmayacağız. İstanbul trafiğinin durduğu insan cenazesinde... Selam sevgi sana, Barış Ağabey. Sanata evet. Nurduran Duman

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta Sanatta bu hafta YENİPERFORM’NDA ŞUBAT OYUNLARIDijital sahne YeniPerform’nda Ferdi Çetin’in yazdığı Yeşim Özsoy’un yönettiği ve Kübra Balcan, Yaman Ceri, Meral Çetinkaya, Banu Fotocan, Ahmet Ayaz Yılmaz’ın rol aldığı Terk Edilmiş Kıyılar // Negatif Fotoğraflar, 5, 19 ve 26 Şubat’ta saat 21.00’de zoom söyleşi (5 şubat) ise saat 22.00’de gösterilecek. Oyun, bir kadının daha önce hiç gerçekleşmemiş bir aile yemeğini hayal etmesi üzerine odaklanıyor. Ferdi Çetin ve Yeşim Özsoy’un yazdığı Yeşim Özsoy’un tek kişilik performansı House of Hundred 12 Şubat Cuma akşamı dijital sahnede olacak. Yarı otobiyografik, gerçek ile kurgunun iç içe geçtiği oyun, Özsoy’un kendi kişisel tarihinden yola çıkarak oluşturduğu hikâyeleri ele alıyor.'KURAKLIĞIN AYAK SESLERİ'Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nın arşivinden derlenen çalışmalarla “Kuraklığın Ayak Sesleri” sergisi, Trump Art Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor. Endonezya’dan İran’a, Brezilya’dan Belçika’ya kadar dünyanın dört bir yanından derlenen eserlerden oluşan sergi, küresel iklim değişikliği ve azalan su kaynaklarıyla birlikte gelen kuraklık ve susuzluk krizinin gelecekteki en önemli sorunlardan biri olduğunun altını çiziyor. Öznur Oğraş Çolak

Bale, bedenle müziğin uyum sanatı

Bale, bedenle müziğin uyum sanatı “Parmak ucunuzda tüy gibi yükselin, sonra bir müddet o şekilde durmaya çalışın ve ileriki safhada ise yürümeye geçin. Parmaklarınız, kanasa bile yapın.” BALE, SPOR DEĞİL, SANATTIR!Tartışma bile kabul etmeyecek bir konu nerelere çekiliyor. “Bale ve antrenör”, yani Türkiye Dans Sporları Federasyonu “Bale Antrenörlüğü” programı açtı ve buna ilk tepkiyi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi verdi: “Sırf bir federasyona para kazandırmak için baleyi spor dalı saymak, baleyi tüm köklerinden koparıp yok etmek anlamına gelir. Devlet verdiği bu onayı derhal iptal etmeli” dedi. Bale ülkemizde nasıl başladı? Elbette Cumhuriyet kazanımlarının bir değeriydi. Atatürk’ün, Meclis’e sunduğu önerge ile Ankara’da bir konservatuvar kurulmasına karar verildi. Yıl 1935, ünlü besteci Prof. Paul Hindemith Türkiye’ye geldi ve konservatuvar çalışmaları başladı. Tiyatro ve Opera Bölümü için Prof. Carl Ebert, Almanya’dan getirildi. 1936 yılında eğitime başlandı ve resmi olarak ilk Devlet Konservatuarı 1940 tarihinde başlamış oldu. Bale ise dünyaca ünlü İngiliz dansçı ve koreograf Dame Ninette de Valois tarafından, 6 Ocak 1948 yılında İstanbul Yeşilköy’deki Pansiyonlu İlkokulu’nda “Yeşilköy Bale Okulu” adıyla başladı ve sonrasında 1 Ekim 1950 yılında Ankara’ya taşınan okul, Ankara Devlet Konservatuvarı’na bağlı bir bölüm haline geldi.İLK TEMSİL ÇEŞMEBAŞI1965 yılında Dame Ninette de Valois’nın koreografisini gerçekleştirip sahneye koyduğu, Ferit Tüzün’ün altı bölümden oluşan “Çeşmebaşı Balesi”, dünya prömiyerini yaptığında “ilk fantastik Türk balesi” olarak tarihe geçti. Türk balesinden bir Meriç Sümen geçti; Rengin Taş; Sait Sökmen, Merih Çimenciler, hangi birini sayalım? Buralara gelmek sanatçılar için hiç kolay değil. Ama bizim ülkemizin, bale sanatını icra edenlerin giydikleri kostümden, sergiledikleri yorumlara kadar eleştirmekten öteye gitmeyen zihniyeti şimdilerde, balenin kıyımına hazırlanıyor. Bir balerin ya da balet onca acılara ve akıttığı tere, yaklaşık 15 sene, temsile göre 8-9 saat düzenli çalışma karşılığında acaba yaklaşık 56 saatlik antrenör eğitimi ile bırakın bunu uygulamayı, estetiği ve balenin değerini nasıl kazandırabilir? Kim ya da kimler olacak bu antrenörler?SİNEMADA BALE2018 yılında yönetmenliğini Ralph Fiennes’in yaptığı “Beyaz Karga” filminde Soğuk Savaş döneminde, sanatını icra edemeyecek duruma gelen ünlü balet Rudolf Nureyev’in hayatını, kendisi gibi bu uğraş ve bu emeklerden geçmiş Ukraynalı dansçı, balet Oleg Ivenko canlandırmıştı. Yine aynı yıl gösterime giren Yuli’de modern balenin oluşumunu ilk siyahi Kübalı Balet Carlos Agosta oynamıştı, yönetmeni ise bir kadındı, Bollain. Burada da Küba Ulusal Bale, Houston Bale, Amerikan Bale Tiyatrosu, ardından Londra Kraliyet Balesi’nde siyahi Romeo olan ilk balet unvanı alan sanatçının neler yaşadığına tanıklık ediliyordu. 2010 yapımı, Natalie Portman’a ilk Akademi Ödülü’nü kazandıran Siyah Kuğu filmi ise uzun süre akıllardan çıkmadı. Natalie Portman’ın filmin neredeyse tümünde bedeninin sadece üstü kullanıldı, bale sahnelerinin tümünde dublör kullanılarak bir filmde en uzun süre dublör kullanılan film oldu. Çünkü baleyi, hiçbir sanatçı bale eğitimi almadan yapamaz! Parmak ucunda durmak, jump, bacak açmak ve bunları müzikle uyumlu hale getirmek spor yapmakla eş değil. Türkiye’de ise bir Hülya Aksular varken sanatçının yaşamını sinemaya taşımak yerine baleyi spor antrenörlerine teslim etmek hangi düşüncenin ürünü olabilir? Bale elbette bedeni çalıştıran bir etkinliktir ama ne futboldur ne halter! Bale; estetik, zerafet, incelik, sanatsal duyum ve müzikle uyum, ruh dinginliği, sahne yatkınlığıdır. Bırakın antrenörler, para için bile olsa başka dallarda serpilsinler. Güzel sanatların ve sporun izleyeni de farklıdır, bırakın bale onu izleyen, anlayan ve yapanlara kalsın! Emel Seçen

Hülya Aksular:‘NeÇılgınca... ne cahilce... ne haince...’

Hülya Aksular: ‘Ne Çılgınca... ne cahilce... ne haince...’ Hülya Aksular: “Bale sanatını, sanatların tamamını, çocuk ve gençlerin eğitimlerini, evlatlarının geleceği için didinen anne ve babaların umutlarını, emeklerini kişisel rant için kullanmaya yeltenen zatlara da şaşkınlıkla karışık öfkem büyük oluyor.” Bir kuğu gibi parmak ucunda dans etmek, kim istemez... O güzel kostümlerle, kollar havada uçar gibi dans etmeği herkes ister. Bu iş bu kadar kolay olsaydı herkes balerin, balet olurdu. Günlerdir tartışılıyor: Bale spormuş ve Türkiye Dans Sporları Federasyonu 56 saatlik bir “bale antrenörlüğü” programı açmış. Akıl tutulması yaşıyoruz. Bu ülkede sanat ile ilgili yasaklar, sansürler dışında yaşamadığımız bir bu kalmıştı. Yani birisi 56 saatte bale öğrenecek ve sonra öğretecek, buna kargalar bile gülmez. Yıllarını bu sanata vermiş, hâlâ onlarca balerin yetiştiren ve günde sekiz saat ders veren Hülya Aksular’ın görüşüne başvurduk:Aksular, Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nden sınıf atlayarak mezun oldu. 1983 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne tayininin ardından 18 yaşında oynadığı Kuğu Gölü Balesi ile bu rolü oynayan en genç başbalerin unvanına sahip oldu. Yurtiçi ve yurtdışında altmışın üzerinde karakter yorumladı. 1986’dan bugüne Almanya’nın birçok şehrinde, İsviçre, İtalya, İspanya, Kanarya Adaları, Japonya, Rusya, İsveç, Norveç, Danimarka, Bulgaristan, Makedonya’da dans eden Aksular, dünyaca ünlü Nureyev ile Uyuyan Güzel Balesi’nde aynı sahneyi paylaştı. Aksular 1993-1996 yıllarında en iyi balerin seçildi.Bu özgeçmiş böyle uzayıp gidiyor. Tüm başarıların arkasında uzun bir hayat var. Bu sanata adanmış kocaman bir yürek var. Öyle kolay değil yani.- “Bale spor mu, sanat mı?” diye bir tartışma var. Siz ne söyleyeceksiniz?Aklıselim bir şekilde çözüleceğini umduğum için bu durumu ülkemizin bir sıkıntısı olarak görmek istemiyorum. Cumhuriyetin kurduğu Türk balesini, devlet konservatuvarlarının bale ve modern dans akademik çalışmalarının tamamını, senesi sınırlanamaz eğitimle oluşan pratikleri ve araştırmalarıyla ömürlerini veren öğretmenlerimizi, sanat kurslarının bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığı’nı, bu kurs kapsamında verilen eğitimin sonunda ancak başarılı olabilenlerin aldığı belge için çabalayan onca çocuğu ve emeği hiçe sayan bu hareketi de görmezden gelemeyiz.- Türkiye Dans Sporları Federasyonu sizce neden böyle bir şey yaptı?2001 yılında Türkiye Jimnastik Federasyonu bünyesinde branş olarak kurulan, sonrasında genel kurul kararıyla toplum danslarını içine katarak bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmeye başlayan federasyon yaptı demek yanlış olur. Bağımsızlığını ilan ettiğinden bu yana federasyon ve yönetim kurulu başkanı olan Tolga Han neden yaptı, sorusuna odaklanırsak bir sonuca varabiliriz sanki. Dansçılık dönemini, branşının eğitmeni olduğunu biliyorum. Ama bale sanatını, çocuk ve gençlerin eğitimlerini, evlatlarının geleceği için didinen anne ve babaların umutlarını, emeklerini kişisel rant için kullanmaya yeltenenlere de şaşkınlıkla karışık öfkem büyük oluyor.- 56 saatlik “bale antrenörlüğü” programına ne diyorsunuz?Açıklamalarından dinledim: Federasyonun 2007 tarihinde toplanan genel kurulu baleyi trajikomik bir şekilde spor dalı branşları içerisine katma kararı veriyor. İki ay sonra Resmi Gazete’de ana statüsü spor dalı olarak tanımlanıyor. 2020 Eylül ayında ise 56 saatlik “Sportif Bale..ne demekse? Bale ve Modern Dans Antrenörlüğü, Bale Hekimliği, Bale ve Modern Dans” branş kurslarının onayını ve bale yarışmalarının Federasyon tarafından yapılması Gençlik ve Spor Bakanlığı’na sunuluyor, kanaatimce bakanımıza ulaşmadan onay alınıyor. Federasyonun aynı zamanda yönetim kurulu başkanı sitelerinde, hepimize yolladığı ses ve video kayıt çırpınışlarında “bu yeni değil” ibaresine değiniyor zaten. İnanamayacaksınız ama bilirkişi olarak bakanlık onayına istinaden “bale spordur!” bile diyor ısrarla. Peki, yaptıkları bu listelenen uydurulmuş başlıkların tarih boyunca dünyada geçerliliği var mı, diye bakmadan birkaç kişi tarafından sessizce yapılan hadsiz adım neden şimdi hayata geçirildi?- Tamamen çıkar üzerine mi kurulu?T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İDOB sanatçılarının, erdemiyle hayatta kalmaya çalışan kursların, uzun yıllar eğitim alan bale öğrencilerinin, bale eğitmenlerinin, sanatçı çalıştırıcılarının çabalarını ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı hiçe sayarak bilinçsizce atılan bu adımın çıkarcılıktan uzak iyi niyet olduğunu düşünmek zor gerçekten. Tolga Han, yarışması yapılan her şey spordur diyor. Bale yarışmaları TDSF tarafından yapılabilsin diye herhalde. Dünyada, Türkiye’de yapılan yarışmalardan, kazanılan başarılardan habersiz sanki. Bale yarışmasına katılabilmek için sporcu olmaya gerek yok, balerin olmak, başarılı olmak yeterli zaten. Kurulan sistem işlesin diye bale spordur diyor! Ne çılgınca ne cahilce ne haince. Aslında ben bu bilmezliğin kendi kendini yok edeceğinden emin olduğumdan sessizce izliyordum. Mümkün mü böyle bir sistemin işleyebilmesi? Ama içimin susmadığı anlarda oldu tabii... Sosyal medya paylaşımları arasında bale sanatının düşürüldüğü durumun altını çizmek için bale sanatı gibi çok zor olduğunu bildiğimiz spor dallarının hırpalandığını da görüyorum ve hakikaten çok üzülüyorum. Sporun her dalı önünde saygıyla eğildiğimi söylemek isterim. Bale spor değildir, sanattır elbette ama sporu ışığıyla sanata dönüştüren büyük isimler olduğunu da unutmamak gerekir.- Bale eğitimi ne kadar sürer?Bale kursu öğrencileri dört yaşından itibaren 14 yıllık bir süreci tamamlamak için eğitim alıyorlar. Konservatuvarlarda 10 yaş itibarıyla eğitimleri başlıyor; sanatçı da olsalar, eğitmen de. Öğrenim süreci bitmiyor. Benim hâlâ sürdüğü gibi.- Bale eğitimini bu işi bilmeyen kişiler nasıl verebilir bilmiyorum ama, sonuçları çocuklar için ciddi sorunlar açar?Veremezler! Öznur Oğraş Çolak

İçmonolog zihinsel sağlığışekillendiriyor

İç monolog zihinsel sağlığı şekillendiriyor Sürekli tekrarlayan negatif içsesi daha olumlu bir şeye nasıl dönüştürebiliriz? Psikolog Ethan Kross, iç monoloğunuzun zihinsel sağlığı şekillendirdiğini söylüyor. Ve ipuçları veriyor. Herkesin kafasının içinde sürekli konuşan, akıl veren, muhasebe yapan bir içses var. Soru şu: Bu içses sizi ne kadar etkiliyor? Bilim insanları bu iç monologların neden kimilerine yarar sağlarken başkalarının yaşamlarını darmadağın ettiğini, kişinin kendisiyle iletişim kurmasının doğru ya da yanlış yolları olup olmadığını ve eğer varsa içsesi biraz daha yüksek olanlara çözüm getirebilecek yöntemlerin olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Michigan Üniversitesi Duygu ve Benlik Denetimi Laboratuvarı’nın kurucusu ve yöneticisi Ethan Kross bu alanda uzun yıllara dayanan çalışmalarını ve bulgularını bir kitapta topladı: Chatter: The Voice in Our Head and How to Harness It. (Gevezelik: Kafamızın içindeki ses. Onu nasıl daha iyi kullanırız?) Kross, belli bir dozda olumsuz duyguların insanlara iyi geldiğini, ancak bu doz aşıldığında da oluşabilecek tersliklerin bir ölçüde giderilebileceğini belirtiyor. Kross, sıkıntıya düştüğümüzde bunun MRI taramalarına da yansıyan duygusal etkileri yanında, fiziksel sonuçları da olduğunu-iç monologların insanlara yarardan çok zarar verebileceğini gösteren bir yığın araştırma bulunduğunu söylüyor. Örneğin; yanlış bir iç monolog hızlı yaşlanmaya bile neden olabiliyor.MESAFELİ İÇSEL KONUŞMAAncak bu durum hiç konuşmamanın daha iyi olacağı anlamına da gelmiyor. Kross, “Duygularımızdan tümden kaçınmak iyi bir şey değil, bunun yerine araya mesafe koymak daha yerinde olabilir. İnsanlar mesafe koymayı kaçınmak ya da bastırmak olarak anlıyorlar, oysa ben bunu geri adım atıp duruma daha geniş bir açıdan bakma becerisi olarak değerlendiriyorum” diyor. Bir araştırmaya göre, insanlar kendileriyle dakikada 4 bin sözcüğe eşdeğer bir hızla konuşuyorlar (bir kıyaslama yapacak olursak, bir liderin ulusa sesleniş konuşması yaklaşık 6 bin sözcük). Öyle olunca, içsesi dinlemenin yorucu olmasına şaşmamalı. Ancak insanları felce uğratan içses, engelleyici de olabilir. 2010 tarihli bir araştırma, içsel deneyimlerin dışarıdakileri sürekli gölgede bıraktığına işaret ediyor. Kross da kendine odaklı tekrarlı olumsuz düşünmenin (ruminatif düşüncenin) bizleri etkisi altına alıp en mutlu anımızı bile mahvedebileceğine dikkat çekerek içseslerini kısabilenlerin daha mutlu olduklarını belirtiyor.ALET ÇANTASIKross kitabında içsesin kısılmasına yardımcı olabilecek “alet çantası” adını verdiği yöntemlere odaklanıyor. Deneyler “mesafeli içsel konuşma” adını verdiği yöntemin duygusal bakış açısı edinmenin en doğrudan ve hızlı yolu olduğunu gösteriyor. Kişinin kendisiyle farklı biriymiş gibi konuşması insanı yalnızca sakinleştirmekle kalmayıp daha iyi bir izlenim bırakmasına ve sözgelimi bir iş görüşmesinde daha başarılı olmasına da yardımcı oluyor. Kross’un öteki yöntemlerinin bir bölümü zaten biliniyor: Dokunmanın gücü (kollarla birini sarmalamak); doğanın gücü (bir ağaca sarılmak); dağda yürüyüş, ya da bir sanat yapıtı karşısında zaman geçirmek gibi şaşkınlık verici etkinlikler de farklı bir bakış açısının edinilmesine yardımcı oluyor. Günlük tutmak kimilerine yararlı olurken “ödünleyici denetim” adını verdiği ve daha çok çekidüzen vermek olarak bilinen dışta düzenin yaratılması da içsel düzeni etkiliyor. Araştırmalar ritüellerin ve kişinin uğurlu olduğunu düşündüğü kimi eşyanın da (nazar boncuğu gibi) yararlı olabileceğini, sahte ilaçların (plasebo) içsesin yatıştırılmasında tıpkı fiziksel rahatsızlıklardakine benzer bir etki yarattıklarını gösteriyor. Kitabını pandeminin patlak vermesinden önce tamamlayan Kross, yayımlanışının “insanın yaşamında bir kez tanık olabileceği pandemi, siyasal belirsizlik ve yaygın grup düşüncesinin hep birlikte yaşandığı” bir döneme denk geldiğini belirtiyor. Bugüne dek en çok alıntılanan yazısında, içses için genelde “dev bir megafon” işlevi gören sosyal medyanın yansımalarını araştırıyor ve Facebook’un titizlikle gezinilmesi gereken bir alan olduğuna dikkat çekiyor.GEÇİCİ UZAKLAŞMAPandemi konusunda kimilerinden daha karamsar bir tablo çizen Kross, bunun uzun erimde ruhsal sağlığımızı derinden etkileyeceğine inanıyor ve bunalımla kaygı belirtilerinin şimdiden görülmeye başlandığını belirtiyor. Pandemi kaygısı çekenlere en çok “geçici uzaklaşma” yöntemini öneren Kross, bunun kişinin ileriye bakıp kendisini gelecekte görmesini gerektirdiğini söylüyor. Araştırmalar zorlu bir deneyimden geçenlere, hemen ertesi gün değil de 10 yıl sonra o konuda ne düşünecekleri sorulduğunda sorunların anında geçici bir niteliğe büründüğünü gösteriyor. Kross, bunun bir zamanda yolculuk biçimi -bir tür Tardis*- olduğuna inanıyor.*Tardis (Time And Relative Dimension In Space/Uzaydaki Zaman ve Göreli Boyut); İngiliz bilimkurgu dizisi Dr. Who’daki uzay ve zamanda herhangi bir yere gidebilen zaman makinesi.Why your most important relationship is with your inner voiceThe Guardian Rita Urgan

Türkiye cüzamıTürkân Saylan sayesinde yendi

Türkiye cüzamı Türkân Saylan sayesinde yendi Küresel bazda yılda 208 bin 619 yeni vaka görülürken, bir enfeksiyon hastalığı olan cüzam, Prof. Türkân Saylan’ın mücadelesi ile Türkiye’de yok denecek kadar azaldı. Deri ve sinirleri tutan bir enfeksiyon hastalığı olan cüzam (lepra), Prof. Dr. Türkân Saylan’ın mücadelesi ile günümüzde yok denecek kadar azaldı. Türkiye’de kayıtlı hasta sayısı 544. Uzmanlar, hastalıkta erken tanı, doğru tedavi ve rehabilitasyonun önemli olduğunu vurguladı.“Hansen basili” adı verilen bir mikroorganizmanın yol açtığı, deri, çevresel sinirler, göz ve testisler başta olmak üzere çok sayıda sistemi ve organı etkileyebilen bulaşıcı bir hastalık olan cüzam, hastanın sakat kalmasına yol açabiliyor. Cüzamın erken bebeklikten çok yaşlılığa kadar her yaşta ortaya çıktığı biliniyor. Dünyada her gün yaklaşık 600 kişinin yakalandığı cüzam hastalığı, tedavi edilebildiği gibi erken evrelerde tedavi sakatlığı önleyebiliyor. Hastalığın, tedavi edilmeyen vakalarla yakın ve sık temas sırasında burundan ve ağızdan damlacıklar yoluyla bulaştığı, belirtilerinin ortaya çıkmasının uzun yıllar alabileceği tahmin ediliyor.HER YIL 3-4 VAKA31 Ocak Dünya Cüzam Günü nedeniyle açıklama yapan Cüzamla Savaş Derneği Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, “Cüzam hastalığı deyince ilk aklımıza gelen Prof. Dr. Türkân Saylan, uzun yıllar, ülkemizde, hastalıkla mücadele etti, çok yönlü çalışmaları ile hastalığı yok denecek seviyeye getirdi” dedi. İstanbul Lepra Hastanesi’nin pandemi döneminde uzun süre Covid-19 hastalarına yönelik hizmet verdiğini, bugünlerde 2020 yılında yeni tanı konan üç kişi, hastalığı tekrarlayan diğer üç kişi ve rehabilitasyon gereksinimi olanlara sağlık hizmeti sunduğunu kaydeden Yüksel, şöyle devam etti: “Prof. Dr. Türkân Saylan, geçmişte, hastaları sadece ilaçla tedavi etmemiş, aynı anda düzeltici cerrahi, ortopedik ayakkabı, sosyal rehabilitasyon programları ile de desteklemiştir. Son yıllarda ortopedik ayakkabı atölyesi kapanmış, hastalar çok zor duruma düşmüştür. Ayak sakatlıkları fazla olan LEK’lerin kendi ayaklarına uygun yapılan ortopedik ayakkabılar ile sokağa çıkma şansı olan hastalar, bu konuda yeni çareler aramaktadırlar. Prof. Dr. Türkân Saylan’ın 1976 yılında kurduğu Cüzamla Savaş Derneği çalışmalarını halen sürdürmektedir. Başta Prof. Dr. Türkân Saylan olmak üzere, bu konuda emek veren, kaybettiğimiz sağlıkçıları saygı ve minnetle anarken, yaşayanlara teşekkürü borç biliriz.” Sibel Bahçetepe




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter