Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 04.21.2025, 01:17 PM (GMT)

News - Haberler

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 31 Ocak 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları

Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 31 Ocak 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/1/31/032201382-aya1.jpg/Archive/2021/1/31/032209570-dayanisma1.jpg cumhuriyet.com.tr

Dijital platformlarda 10’ar dakikalık dizi dönemi!

Dijital platformlarda 10’ar dakikalık dizi dönemi! Pandemi ile dijital platformun ağırlığı kendini iyice hissettiriyor. Pandemi ile dijital platformun ağırlığı kendini iyice hissettiriyor. Bu platformlardan Gain’in konuşulan ve uyarlama olmayan yapımlarından mini dizi “Terapist”i büyütecimize aldık. Zeynep Dadak’ın yönetmenliğindeki filmin senaryo ekibi, O.F.İ.S-Ortak Fikir Sanat-Elçin E. Karaahmet, Süleyman Karahmet, Özgür Yamacı ve Derya Debrişan’dan oluşuyor. Önemli karakterleri ise Muhammet Uzuner, Murat Kılıç, Zeynep Camcı, Çağdaş Onur Öztürk, Dolunay Soysert ve İlayda Alişan canlandırıyor. Richard Schenkman’in yönettiği Man from Earth/Dünyalı türü Terapist’in de büyük çoğunluğu tek plan ve tek kamerayla tiyatral çekilmiş.Ve yine örneğine ABD yapımı Monk (TR’de Galip Derviş adıyla uyarlanmıştır) gibi dizilerde de rastlayacağınız, toplu terapi seansındaki danışanlarından birinin işlediği cinayeti, psikiyatristin, “flasback”ler ve beyin fırtınası ile çözme çabası işlenmiş.SIRA DIŞI KARAKTERLERZeynep Camcı’nın doğallığı, Dolunay Soysert’in ağdalı oyunculuğu gibi her bir oyuncu temiz iş çıkarmış. Ve film, bu güçlü oyunculukların lokomotifinde, sıra dışı karakterlerin yakası açılmadık sırlarıyla ilerliyor.Her ne kadar Terapist, uyarlama bir film değilse de ABD filmlerinden fazlaca etkilenmiş(!).Çağdaş Onur Öztürk’ün canlandırdığı ve terapiste danışanlardan, doktor karakterinin “Annem de içiyor, sabahtan ona içki alıyor, onu evin bir köşesinde sızmış buluyordum” betimlemesini, memleketimdeki annelere uyarlarken zorlandım!Altını bezleyen iş insanı karakteri gibi (Murat Kılıç), kamyon şoförlerine otostop çekerek onlarla seks yapma fantezisini anlatan üniversite öğrencisi (İlayda Alişan), Türkiye’de yapılacak olası bir toplu terapi için fazlaca cesur.Belki de filmin büyüsü, cinayeti aydınlatmaya çalışırken her biri birbirinden ilginç karakterlerin yakası açılmadık, yok artık dedirten öykülerinde gizli. Emel Seçen

OsmanlıResimleri Müzesi!

Osmanlı Resimleri Müzesi! Devlet Resim Heykel Müzesi, yıllar içinde önce Mimar Sinan Üniversitesi’nde sonra da Milli Saraylar bünyesinde olduğu için Cumhurbaşkanlığı’na bağlanıp 7 yıl restore edildikten sonra yeniden açıldı. Osmanlı dönemi resimleri müzesinin içeriğinde resimleri kadar içinde yer aldığı “Veliaht Dairesi” de gezilmeyi hak ediyor. “Milli Saraylar Resim Müzesi” açıldı diye bir haber ilişti gözüme, nasıl atladık derken Milli Saraylar, Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı tabii, Cumhuriyet gazetesini de davet edecek değiller ya, 15 Ocak’ta kendi aralarında açmışlar, ama tanıtımını da yapmamışlar. Aslında bu müze yeni değil, en eski haliyle bildiğimiz Devlet Resim Heykel Müzesi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı iken binası da eskimiş, bakımsız kalmış, kapanmış, hatırlarsanız resimleri kayboldu dedikoduları da dolaşmıştı. Sonra Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nda yeniden toparlanıp açılmış, resim koleksiyonu bir süre Dolmabahçe Sarayı’nda sergilenmiş, sonra eserler bir antrepoya taşınmış, beklemiş. 2014’ten bu yana Dolmabahçe Sarayı bahçesindeki “Veliaht Dairesi”nin bir bölümünü 7 yıl süren çok ayrıntılı bir restorasyon süreci sonunda çağdaş bir müze tasarımıyla hazırlayıp “Cumhurbaşkanı’nın teşrifleriyle” açmışlar!“Şahsımın Müzesi” ya, kapıdaki görevlinin söylemesiyle Sayın Cumhurbaşkanı, “Herkes görsün diye 15 Şubat’a kadar da ücretsiz olsun” demiş. Okullar da yarıyıl tatilindeyken Osmanlı dönemi ve resimleri hakkında bilgi edinmeleri için çocuklarınızı da götürebilirsiniz, gerçi çok fazla değil ama resimlere konu olmuş saraylı kadınların kılık kıyafetleri, sergiyi gezen kadınların kılık kıyafetleriyle karşılaştırılamayacak kadar Batılı. Başka müze ve sergilerde hiç rastlamadığım siyah çarşaflı genç kadınlar bile gördüm gezenler arasında; işin içinde saray ve Osmanlı olunca izleyicisi de farklılaşıyor.O DÖNEMİN ESERLERİ“Tematik bütünlük içinde 11 bölümden oluştuğu” belirtilen müze, iki kat üzerine değişik salonlarda sergilenen 500’ü aşkın yağlıboya resimlerden oluşuyor. Bu resimlerin bir kısmı anonim, yani ressamı belirsiz, bir kısmı İstanbul hayranı ve saraya beğendirip tablo satmak isteyen oryantalist yabancıların, ki içlerinde en ünlüsü Rus ressam Ayvazovski ve İtalyan Zonaro, bir kısmı da bildiğimiz yaver ressamlar Şeker Ahmet Ali Paşa, Osman Nuri Paşa, Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza gibi dönemin ünlü Osmanlı ressamları. 19. ve 20. yüzyılda yaşamış ressamların eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı sultanlarının o dönemde resme karşı bir tavırları ve alerjileri yok. Hatta soyağacı kütükleri, padişah resimleri, özellikle poz verilip yaptırılmış portreler, (ki çoğu Topkapı Sarayı’ndan getirtilmiş) Batı ve Rus saraylarında gördüklerimi aratmıyor. Padişahların hemen hepsinin portreleri var. Bunları daha önce Topkapı Sarayı’nda görmüş olmalıyım, tanıdık geliyor. Mimar Sinan Üniversitesi kendi koleksiyonundaki bazı tabloları da haklı olarak yeni açılacak müzesi için geri almış. Dolayısıyla buraya neredeyse sadece Osmanlı saray resimleri kalmış.AYVAZOVSKİ SALONUEn çok etkilendiğim salonun İstanbul âşığı, sık sık şehrimize gelmiş ve kalmış ünlü Rus ressamın adını alan Ayvazovski Salonu (eski Tören Salonu) olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Ressamın denize olan sevgisi, İstanbul Boğazı ve deniz manzaralarında iyice belirginleşiyor. Devasa boyutlu tablolarından görmeye değer ciddi bir koleksiyon sergileniyor. Bu nedenle müzenin Rus müşterileri de çok.Osmanlı saray yaşamını gösteren tabloların da sosyolojik önemi var. Hele biri çok etkileyici; sultanlardan birinin tahttan indirilme sahnesi: Beş bürokratın önünde hayli düşünceli bir yüz ifadesiyle dinliyor yüzüne karşı okunan fermanı. Bu resim bir fotoğraftan bakılarak yapılmış./Archive/2021/1/31/031026784-manset2-kulturmaxrnk.jpgFATİH SULTAN MEHMET TABLOLARISultanların veliahtlarına resim dersi aldırdıkları, atölyeler açtırdıkları ve hatta bazılarını Batı’ya yolladıklarını da görüyoruz. Onun dışında ressamların çoğu asker kökenli, Harbiye’den çıkma. Şaşırtıcı değil, o dönem, Batı’da da resim sanatı askerlerin elinde. Fotoğraf olmadığı dönemde harita subaylığı ve askeri bilgi için kullanılmış. Dolayısıyla savaş resimleri de hayli yaygın. Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine özel bir bölüm ayrılmış. Kadırgaların Haliç’e nasıl geçtikleri sahnesi çok etkileyici. Zonaro imzalı. Ressamın bir başka çok ünlü resmi de yine Fatih Sultan Mehmet’in tarih kitaplarından ezbere bildiğimiz iki portresi, ki biri gül kokladığı.  KOLEKSİYONER SULTANSultan Abdülaziz döneminde Paris’teki Goupil Galerisi’nden bol bol resim alınmış. Çoğunlukla natürmort ve manzara resimleri. Böylece ilk koleksiyoner Abdülaziz olmuş. Sultanlar dışında Mustafa Kemal Atatürk’ün de büyük boy bir resmi yer alıyor. Evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak, neyse ki unutulmamış, koridorun bir kenarına yerleştiriliverilmiş bir tek resimle de olsa anılmış. Keşke bu kadar belli edilmeseydi Atatürk alerjisi, özel bir odada sergilenseydi, tek de olsa, o güzelim resmi!  Binanın tavan süslemeleri ise inanılmaz! Herhalde 7 yıl bunun için geçti, altın varaklar, desenler, o kadar süslü ki gezerken uzunca bir süreyi de sadece tavanlara ve kristal avizelere bakmak için ayırmalı. Bu arada sallanırsanız deprem oldu zannetmeyin, bina neden bilmem, arada bayağı sallanıyor! Görevlilere sordum, ahşap diye dediler.../Archive/2021/1/31/030951206-manset-kulturmaxrnk.jpgBinadaki en büyük resim ise bir av sahnesi, Fransız ressam Felix-Auguste Clement’in “Çölde Av” resmi, büyük salonlardan birinin bir duvarını boydan boya kaplıyor. Kanlar içinde bir karacayı yırtıcı kuşlar parçalarken av köpekleri dinlenmede. GÜVENLİK ZAYIFOrtalıkta dolaşan görevliler sadece güvenlikçi, fotoğraf çekilmesi yasak, bunu denetliyorlar. Bu arada Covid konusunda yeterli önlemin alınmamış olduğunu da söylemeliyim. İstiklal Caddesi’nde alışveriş yapmaya kalkın, her dükkâna girişinde ateşiniz ölçülüyor. Müzeye girişte galoş giyiyorsunuz ama İBB otobüsüne binerken sorulan HES kodunu ya da dükkâna girerken ölçülen ateşinizi kimse merak etmiyor! Ev hanımı titizliğinde aman halılar kirlenmesin, yüzlerce kişinin gezeceği yere halı döşeme fikri kimden çıktıysa? Resimler hakkında bilgi almak için elektronik rehberlik sistemi uygulandığını ise sonradan öğreniyorum, kimsede yoktu, belki de Covid yüzünden elden ele dolaşmasın diye kaldırdılar. Broşür yetersiz. Kitap varmış, onu da görmedim. Benim anlattıklarımla yetineceksiniz! Aklınızda olsun, pazartesi hariç 09.00-16.00 arası gezebilir, çıkışta deniz manzaralı kafede oturup çeşitli çayların tadına bakabilirsiniz, güzel havalarda bahçesi de çok keyifli olacaktır. Ne de olsa saraydasınız!   Yazgülü Aldoğan

Başkentteşehir merkezindeki 6 hastanenin kapatılmasıgündemde: Ankara’ya katkısıyok

Başkentte şehir merkezindeki 6 hastanenin kapatılması gündemde: Ankara’ya katkısı yok Ankara’da Etlik Şehir Hastanesi’nin açılmasıyla birlikte 6 hastanenin daha kapatılacağı ileri sürüldü. Kapatılacağı konuşulan hastaneler arasında, Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi, Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Etlik Zübeyde Hanım Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi, Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin olduğu belirtilirken, söz konusu hastanelerin kapatılması sonucu şehir hastaneleri için kentteki 12 hastane de faaliyetlerine son vermiş olacak. Ankara’da 121 sivil toplum kuruluşundan oluşan ve Türkiye genelinde şehir hastaneleri uğruna kapatılan devlet hastanelerinin yeniden açılması için çalışan Hastanemi Açın Platformu’nun sözcüsü Dr. Beyazıt İlhan, “Şehir hastanelerinin finansman şekline karşıyız ama hiç olmazsa onlar açılıyor diye şehir merkezindeki hastaneler kapatılmasın” dedi. Eskişehir’deki devlet hastanesinin yıkıldığını da anımsatan İlhan, “Belli ki eski hastanelerin alanlarını ticari alana çevirmek için bir çaba var. Bizim de mücadelemiz olmasaydı muhtemelen Ankara’da Zekai Tahir Burak Hastanesi’nin bulunduğu yerler ticari alanlara dönüşmüş olacaktı” ifadelerini kullandı.  ‘YOLLAR AYRI PARA’Türkiye’de yeni hastanelerin bir ihtiyaç olduğunu ve eski hastanelerin de yenilenmesi gerektiğini söyleyen İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü:“Şehir hastanelerinin yapımındaki plansızlık nedeniyle hastanelere ulaşımın sağlanması için yollar da yapılması gerekti. Ankara’da şehir hastanesinin yolları için 800 milyon lira harcandı. Bursa’da şehir hastanesi için raylı sistem ihalesi yapıldı ve yaklaşık 1 milyar 200 milyon lira para harcanacak. Hastanenin maliyetinin ötesinde yine paralar harcanıyor. Öte yandan, kapatılan Numune Hastanesi örneğinde gördük. ‘Bir kısmını yoğun bakım için açalım’ denildi, 750 bin lira harcandı. Her yönden yurttaşların zarar gördüğü bir durumla karşı karşıyayız.” KARAKOÇ: EN FAZLA 50 YATAK ARTACAKAnkara Tabip Odası Başkanı Ali Karakoç şehir hastanelerinin yatak kapasitesi bakımından Ankara’ya çok fazla bir katkısı olmayacağına dikkat çekerek, “Bu hastaneler kapatılırsa, Ankara’da yeni şehir hastanesinin açılmasıyla yatak kapasitesi sadece 10 ila 50 yatak arasında artacak. Ama 25 yıl boyunca kira garantisi, 10 yıl boyunca işletme garantisi verilecek. Özellikle kira garantileri de dolar endeksli” dedi. Şehir hastanelerine konum bakımından ulaşımın da zor olduğunu vurgulayan Karakoç, “Kapatılacağı söylenen hastaneler ulaşması kolay yerlerde. Ayrıca devasa olmadığı için hastane içi ulaşımı da kolay. Bu, hastalar için de sağlık çalışanları için de önemli. Ayrıca şehir hastanelerinin çoğunda sağlık çalışanlarının çalıştığı yerlerde camlar açılmıyor. Havalandırması sağlıksız bir ortam var” dedi. Sarp Sağkal

Sinirlioğlu’na‘atama’formülü

Sinirlioğlu’na ‘atama’ formülü Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde 2016 yılından bu yana “Daimi Temsilciliği” görevini yürüten ve yaş haddinden emekli olan büyükelçi Feridun Sinirlioğlu, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı’na atanarak yeniden BM Daimi Temsilciliği’ne getirildi. Sinirlioğlu, 30 Ocak itibarıyla 65 yaşını doldurduğu için yaş haddinden emekliye ayrılıyordu. Feridun Sinirlioğlu’nun BM Daimi Temsilciliği’ne devam etmesi için “Cumhurbaşkanı başdanışmanlığı” formülü üretildi. Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla Sinirlioğlu, önce Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı’na atandı ve emekli olması sebebiyle kendisine yeniden “büyükelçi” unvanı verilerek Türkiye’nin BM Daimi Temsilciliği görevine getirildi. Sinirlioğlu, son dönemde en uzun süre BM Daimi Temsilciliği görevini üstlenmiş olan diplomat olacak.  Hüseyin Hayatsever

Rektör kendini dekan atadı

Rektör kendini dekan atadı Prof. Dr. Arif Özaydın, Gaziantep Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından rektör olarak atanmasıyla birlikte kendisini güzel sanatlar fakültesine (GSF) vekâleten dekan olarak atadı. Kamu yönetimi bölümünden mezun olan ve ekonomi alanında çalışmalar yapan Prof. Özaydın, “Ben de memnun değilim bu durumdan. Vekâleten idare ediyorum. Ben güzel sanatlar fakültesinin sadece dekanıyım. O işlerden anlamam” dedi. Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın’ın ataması, 24 Eylül 2020 tarihinde yapıldı. Göreve başladıktan sonra kendisini güzel sanatlar fakültesine vekâleten dekan olarak atayan Prof. Özaydın, dekanlık görevi için üniversitede profesör bulunmadığını savundu. Prof. Özaydın, “Geldiği zaman atanır. Bir doçent var, onu yardımcım yaptım. İşleri o yürütüyor. Ben anlamam o işlerden, kalkıp da sanat dersine girmem” dedi. Öte yandan üniversitenin sitesinde GSF’deki resim bölümünün akademik kadrosunda bir profesörün olması dikkat çekti.Kamu yönetimi bölümünden mezun olan Prof. Özaydın, “işi ehline verme” taraftarı olduğunu belirterek “Ben öğrenciyken iktisadi idari bilimler fakültesi dekanlığını bir mühendis yaptı. Acı ve vahim bir şeydi. Ben de mecbur kaldığım için yapıyorum dekanlığı, yoksa hayatta yapmam. Bana teklif edilse de yapmam. Sizin bildiğiniz bir profesör varsa atayalım” diye konuştu. Güzel sanatlar fakültesi için profesör ilanı verilmemesini, devletin kadrolarının dolması sözleriyle savunan Özaydın, mart ayı itibarıyla profesör ilanı için başvuracaklarını kaydetti. Çağatan Akyol

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda Berat Albayrak’ın 3 bakan yardımcısından 2’si gitti: Albayrak dönemine tırpan

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda Berat Albayrak’ın 3 bakan yardımcısından 2’si gitti: Albayrak dönemine tırpan Bakan yardımcıları Osman Dinçbaş ile Bülent Aksu görevden alındı. Bakan yardımcısı Nureddin Nebati ise yerinde kaldı. Nebati’nin Pensilvanya’daki FETÖ lideri Gülen ile fotoğrafı uzun süre tartışılmıştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan sosyal medya hesabı üzerinden istifa eden Berat Albayrak’ın döneminde görev yapan 3 bakan yardımcısından 2’si görevden alındı. Türkiye Varlık Fonu’nda Albayrak’tan boşalan başkanvekilliğine ise Hazine ve Maliye Bakanı yerine, yönetim kurulu içerisinden atama yapılması dikkat çekti. GÜLEN İLE FOTOĞRAFBakan yardımcıları Osman Dinçbaş ile Bülent Aksu görevden alındı. Böylece Albayrak dönemindeki 3 isimden 2’si gitti. Diğer bakan yardımcısı Nureddin Nebati ise yerinde kaldı. Nebati, daha önce AKP milletvekili olarak görev yapmıştı. Nebati’nin Pensilvanya’da FETÖ lideri Fethullah Gülen ile fotoğraf çektiren AKP’liler arasında yer alması kamuoyunda uzun süredir tartışma konusu.Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yapıyor. Berat Albayrak’ın istifasıyla boşalan başkanvekilliği görevine Prof. Dr. Erişah Arıcan’ı atadı. Arıcan, yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyordu. Erdoğan, daha önce olduğu gibi başkanvekilliğine, Hazine ve Maliye Bakanı’nı değil, yönetim kurulu içerisinden bir ismi getirmiş oldu. Başkanvekilliğine Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın getirilmesi beklentisi vardı. Arıcan, aynı zamanda Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı olarak da görev yapıyor. Prof. Dr. Erişah Arıcan’ın Berat Albayrak’ın tez danışmanlığı ortaya çıkmıştı. Görevden alınan Dinçbaş’ın yerine de Cengiz Yavilioğlu getirildi. Eski AKP Erzurum Milletvekili olan Yavilioğlu, AKP Ekonomi İşleri Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Yavilioğlu, 2015-2018 yılları arasında da Maliye’de bakan yardımcısı olarak görev yapmıştı. Naci Ağbal döneminde bakan yardımcısı olan Yavilioğlu, Albayrak’ın bakanlığa geldiği 2018’de bu görevden ayrılmıştı. Görevden alınan Bülent Aksu’nun yerine de Şakir Ercan Gül atandı. Gül, daha önce TMSF Başkanı olarak görev yapmıştı.DİĞER ATAMALARKonya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’na Mahmut Sami Şahin atandı. Şahin, son yerel seçimlerde AKP’den Karaman Belediyesi başkan adayı olmuştu. Karayolları Genel Müdürlüğü’nde genel müdür yardımcısı Mehmut Tutaş ile 6 bölge müdürü görevden alındı. 7 bölge müdürü atandı. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürü Cengiz Erdem görevden alındı. Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu ve Yürütme Kurulu Başkanlığı’na Prof. Dr. Abdulkadir Balıkçı getirildi. Balıkçı, geçen yıl içerisinde bu göreve getirilmişti. Atama kararı yeni çıktı. Kurumun yürütme kurulu üyeliklerine de Kadim Budak ve Prof. Dr. İbrahim Dincer atandı. Budak, HAVELSAN ve TÜBİTAK’ta görev yapmıştı. Dinçer de TÜBİTAK’ta görev almıştı.KREDİ TARTIŞMASIZiraat Bankası’nın Çukurova Grubu’na “Turkcell” için vergi cenneti Virgin Adaları üzerinden 1.6 milyar dolar kredi verdiği ortaya çıkmıştı. Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Bülent Aksu’nun Turkcell ve Eximbank’ın yönetim kurullarında görev yaptığını Cumhuriyet duyurmuştu. Aksu’nun bu gelişmelerin ardından görevden alınması dikkat çekti. Mustafa Çakır

BoğaziçiÜniversitesi’nin direniştarihi

Boğaziçi Üniversitesi’nin direniş tarihi Boğaziçi Üniversitesi, dışarıdan rektör atanmasıyla bir kez daha AKP iktidarının hedefi haline geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla AKP’li Melih Bulu’nun üniversiteye rektör olarak atanması, Boğaziçili akademisyenlerin, öğrencilerin ve kamuoyunun büyük tepkisine neden oldu. Yapılan eylemler gerekçe gösterilerek öğrencilerin evleri basıldı. Öğrenciler kötü muameleye maruz kaldı. Ancak Boğaziçili akademisyenler, öğrenciler yılmadan mücadeleye ve ses yükseltmeye devam ediyor. Kurulduğu 1971 yılından bugüne hep direnişin, özgürlük talebinin akademideki kalelerinden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi’nin tarihinde yer eden önemli öğrenci direnişleri ise şöyle:- 27 Şubat 1976 tarihinde okuldaki not ve averaj sistemini, hazırlık ve ara sınıflarda okuyan öğrencilerin sene sonu not ortalamasının altında kalmasını, okuldan atılmaları, protesto etmek için Boğaziçili öğrenciler boykot başlattı. Boykot 39 gün sürdü. 7 Nisan 1976’da Boğaziçi Üniversitesi Yönetim Kurulu, öğrencilerin taleplerini kabul ederek okuldan atılan öğrencilerin geri dönmesini sağladı.- Üniversite hocaları tarafından anlatılan bir anekdota göre 12 Eylül darbesinden sonra askeri yönetim üniversiteye rektör atadı. Rektörün önemli icraatlarından biri de hocaların kılık kıyafetlerine “çekidüzen” vermekti. Rektör, üniversitede karşılaştığı sosyoloji bölüm başkanı Prof. Dr. Faruk Birtek’i sakallı görünce “Hocam, sakalınızı kesin!” emrini vermeye kalktı. Birtek, elleriyle sakalını avuçladı ve şöyle dedi: “Sayın hocam, bu sakallar çok rektör gördü!”- 6 Şubat 1988’de Boğaziçili öğrencilere Gaziantep’i tanıtmak üzere bir program düzenlendi. Programa katılan 75 öğrenci, İslami Hizmetler Vakfı Genel Müdürü’nün konuşma yapması üzerine toplantıyı terk etti. Öğrenciler, o günlerde tepkilerini “Dini oyunlarına alet olmayacağız” diyerek gösterdi.- 2 Ağustos 1990’da ise Irak’ın Kuveyt’i işgaline Boğaziçililer tepkisiz kalmadı. Kampusta yaptıkları protesto yürüyüşleriyle “savaşa hayır” diye haykırdılar.- 4 Ekim 1990’da gazetemiz yazarı Doç. Dr. Bahriye Üçok’un suikastla katledilmesi üzerine Boğaziçi Üniversitesi’nde 139 akademisyen imzaladıkları bildiri ile saldırıyı kınadı. Bildiride, “Bu gibi cinayetler özgür düşünceye, laikliğe olan inancımızı sarsamaz” ifadesi yer aldı.- 25 Mayıs 1993’te Boğaziçili kadın öğrenciler kadınlara yönelik şiddeti ve çocuk istismarını protesto etmek için İstiklal Caddesi’nde kitlesel yürüyüş düzenledi.- 10 Mart 1992’de ise öğrenciler, Zonguldak’taki maden faciasında ölen işçilerin ölümünü protesto etmek için rektörlüğü işgal etti. İlk kez bir helikopter, üniversite kampusunun içerisine indi. Ama o dönemde üniversite yönetimi, öğrencilerine müdahale edilmesine izin vermedi. Öğrencilerin işgali üç gün sürdü. Üç günün ardından özel harekât tarafından müdahale edilerek öğrenciler gözaltına alındı. Öğrenciler yaklaşık dört ay tutuklu kaldı.- 21 Temmuz 2004’te de öğrenciler bu kez Munzur için isyandaydı. Tunceli Vadisi’ne yapılacak barajı protesto eden öğrenciler, “Küresel şirketler için her şey paradır” diyerek tepkilerini dile getirdi.-  21 Haziran 2017, Erdoğan tarafından seçimlere bile girmeden atanan rektör Prof. Mehmed Özkan protesto edildi.  Seyhan Avşar

Kar altında hayaletlerin peşinde

Kar altında hayaletlerin peşinde On gün sonra eve kapanalı bir yıl olacak. Hoş, yaz aylarında kendimizi sokağa attık, kafelere, restoranlara gittik, Işık’la, Kıymet’in yazlık bahçelerinde mehtap keyfi yaptık ama o kadarı parantez sayılır. On gün sonra eve kapanalı bir yıl olacak. Hoş, yaz aylarında kendimizi sokağa attık, kafelere, restoranlara gittik, Işık’la, Kıymet’in yazlık bahçelerinde mehtap keyfi yaptık ama o kadarı parantez sayılır. Bu parantezi saymazsak Covid’i dışarıya kilitleyip evin içinde özgürce yaşadık. Sosyal yaşamın dışında kalmanın eksikliğini hissettik pek tabii ama yakınmıyorum. Gene de dikkatli olup büyük laf etmemek gerek. Çünkü bazen şeytan dürtüyor, insan aklında olmayan şeyi yapmaya kalkışabiliyor. GÜZEL MELUSİNA...Kar altında, ıssız sokaklarda hayaletlerin peşine düşmek de öyle bir şey. Şeytan dürttü. Eksi 9 derecede, esintisiz bir havada yağmakta olan kar altında masalsı bir atmosfere bürünen Stockholm sokaklarında hayaletlerin peşine düşme düşüncesi çok kışkırtıcı gelince dayanamadım. Biraz da okuduklarımın etkisinde kalmış olmalıyım. Okuduklarıma göre, bizim Södermalm semtinde çok hayalet varmış. Gece yarısı çıkıyorlarmış. Karar vermiştim, keşif için gece yarısına doğru 300-400 metre mesafedeki Van der Nootska Malikanesi’ne doğru yola çıktım. Heyecanlıydım.Van der Nootska Palatset, İsveç ordusunda albaylığa kadar yükselmiş bir Hollandalı tarafından 1670’te yaptırılmış dört katlı gösterişli bir malikane. Şimdi içinde kimse yaşamıyor. Özel davetler için kiralanabiliyor. Yaz aylarında öğle yemeği servisi de var. Şakir ve Refik’le her yaz mutlaka birkaç kez öğle yemeğinde malikanenin sakin bahçesinde otururuz. O yüzden yabancısı sayılmam. Okuduğuma göre 1800’lerde burada yaşayan Fransız güzeli Prenses Melusina, cumartesi günleri gece yarısından sonra bambaşka biri olarak ortaya çıkıveriyormuş. Belden aşağısı yılanmış. O günlerde Stockholm’de herkes bunu konuşuyormuş. Geçmişiyle ilgili dedikodular da ayyuka çıkmış. Güzel Prenses Melusina, Fransa’da aşk trafiğinin, ihanetlerin fazlaca olduğu bir çevrenin içindeymiş. Bir gün tehlikeli bir durumdayken soylu sınıfından biri tarafından kurtarılmış. Raimund av Poiton adlı zengin adam, bu fırsatı değerlendirip Melusina’ya evlenme teklifinde bulunmuş. Prenses, biraz da minnettarlık duygusuyla teklifi kabul etmiş ama sırrını kimseyle paylaşmayacağı yolunda adamdan söz almış. Ne var ki adam sözünü tutmayıp Melusina’nın sırrını arkadaşlarına anlatmış. Prenses de bunun üzerine adamı terk edip Stockholm’e gelmiş. Geldiğinden beri de cumartesi geceleri Van der Nootska Malikanesi’nde görülüyormuş. Ben belki pencereden kar yağışını seyrederken görürüm diye umutlanmıştım. Malikanenin iki cephesini de gözledim. Tamamen karanlık binanın ikinci katında, sokak lambasının ışığında güzel bir siluet görür gibi oldum. Sanki baktığımı görünce hemen kayboldu. Giriş kapısının karşısında bir süre bekledim ama dışarıya da çıkmadı. Belki çıktı da ben görmedim. Ne de olsa hayalet. KANLI MEYDAN...Güzel Melusina’yı göremeyince şansımı Gamla Stan’daki (Eski Şehir) Stortorget’te denemek istedim. Aslında burada şansım daha az. Stortorget’in hayaletleri 8-9 Kasım gece yarısı geliyorlarmış. Ama 500 yıl önceki kanlı geceyi çok yoğun düşünenlere de görünebiliyorlarmış. Hikâyesi gerçek ve çok trajik. Belgeselleri var ve şimdi sinema filmi yapılıyor. Gamla Stan’ın pastel renkli, bazıları hafif yana yatmış tarihi binaları, kar yağışı altındaki ıssız sokakları, gece yarısı sokak ışıklarıyla romantik pitoresk bir tabloya benziyor. Turist yok, gürültü hiç yok. İsveçliler evlerine çekilmiş. Gamla Stan’ın tarih kokan ruhuyla bütünleşiyorum. O da şehir tacizcilerinden bıkmış. Şehri büyüten, gökdelenlere izin veren, nüfusu artıran belediyecilerden, politikacılardan yaka silkiyor. Çok iyi anlaşıyoruz. Huzura teslim olup sokaklar bitmesin, yol uzasın istiyorum. Yol boyunca 8 Kasım 1520 gecesini hatırlayalım. Danimarka Kralı Kristian II, 1520’nin ilk günlerinde, 20 bin askeriyle İsveç’e girip Stockholm’e yönelir. Amacı, İsveç, Norveç ve Danimarka’nın bir çatı altında toplandığı Kalmar Birliği’nden ayrılmak isteyen İsveçlileri ezmektir. Yol boyunca önüne çıkan İsveç güçlerini bertaraf ede ede dokuz ayda Stockholm’e ulaşır. Stockholm’ü hemen teslim almaz. Yetkili kişilerle masa başında pazarlığa oturur. Pazarlıklar uzun sürer. Bu arada herkesin niyetini anlar. 8 Kasım gecesi yemek salonundan bazıları dışarıya çıkarılır. Geriye kalanlar da kapı kilitlenerek içeride mahsur bırakılır. Dışarıya çıkarılan çok sayıda soylu ve  birkaç papaz meydanda katledilir. Kılıçla ya da baltayla başları gövdelerinden ayrılanların cesetleri meydanda yığılmaya başlar. İdamlar ertesi güne uzar. Öğle saatlerinde başlayan hafif yağmur kan gölüne dönen meydanı temizlemeye başlar ama kanlar yağmurla sokaklara yayılır. Bu katliamla Kalmar Birliği kurtarılmıştır ama sadece üç yıl daha. 1523’te Gustav Vasa, bağımsız İsveç devletini kuracaktır. Anlatıldığına göre, 1520’den sonra her yıl 8 Kasım gecesi katledilenlerin hayaletleri Büyük Meydan’da görülüyormuş. Bu gece konsantre olup hayaletleri görmeye çalışacağım. Göremezsem artık 8 Kasım’[email protected] Osman İkiz - Stockholm

Bir tutam Cava bilgeliği...

Bir tutam Cava bilgeliği... Bir veda partisi için toplanmıştık dünyanın birçok ülkesinden, farklı kültür ve dillerden birçok kadın... Bir veda partisi için toplanmıştık dünyanın birçok ülkesinden, farklı kültür ve dillerden birçok kadın... Ortak nokta, çocuklarımızın aynı okulda olmasıydı. Çeşit çeşit yemek ve tatlıların olduğu masada yüce bir dağı andıran, ihtişamıyla diğer yemeklerin güzellik ve lezzetini gölgede bırakan bir yemek vardı ki insanın o güzelim şekli bozmaya eli varmazdı... Cakarta’dan ayrılacak olan Norveçli ev sahibimiz veda konuşmasının ardından “Nasi Tumpeng” adlı yemeğe ilk kaşığı attı, aslında pasta gibi kesti, sonra da hepimiz sıraya girerek dillere destan bu yemekle tabaklarımızı doldurup sohbete koyulduk.HER MALZEMENİN BİR ANLAMI VARTepsinin ortasında koni şekli verilmiş sarı pirinç pilavı etrafında çeşitli sebzelerden garnitür, balık, et parçaları, yeşillik olan görkemli pilav bir Endonezya klasiği, “Nasi Tumpeng”. Cakarta’da yaşadığımız sürece çeşitli vesileyle karşımıza daha çok çıkacaktı... Her türlü bayram, tören, düğün, nişan, doğum günü, arkadaş-komşu buluşmalarının vazgeçilmeziydi. Rengârank görüntüsüyle iştahları kabartsa da aslında yalnızca yemek değil, onun ötesinde derin felsefi anlamlarla yüklü başlı başına bir hayat dersi olduğunu zamanla öğrendim. İçindeki her malzemenin bir anlamı, mesajı vardı. Bu yemek adeta Endonezya’nın bir aynasıydı... On yedi bin adayla dünyanın en büyük takımada ülkelerinden olan Endonezya’nın, 300 farklı dil konuşan etnik grubuyla haliyle bir o kadar farklı çeşitte yerel mutfağı olması kaçınılmaz! Bunlara bir de ülkedeki farklı dinleri, her dinin belirli yiyecek yasaklarını, geçmişte ülkeden gelip geçen tüccarların taşıdıklarını, hükümranlık süren ülkelerin beslenme alışkanlıklarını da eklersek resmi tam görürüz... Hollanda’dan Çin’e, Portekiz’den Hindistan’a ait tatlar orada buluşup kaynaşmıştır.Ülkeyi temsil edecek bir yemek seçimine gelince hükümet bir hayli zorlanmış, sonunda Ekonomi ve Turizm Bakanlığı 2012’de Tumpeng’i içerik, şekil ve sunumuyla geleneksel Endonezya yemeğinin simgesi olarak seçmiştir. Dağ şeklindeki pirinç pilavı bambudan yapılmış 65-80 cm. boyutunda tampah adlı hasır işi bir tabakta muz ağacı yaprakları üstünde ve yapraktan yapılmış süslerle sunulur. Beyaz ve sarı renkte iki türü olan Tumpeng’in sarı olanı Tumpeng Kuning, zerdeçal, hindistancevizi sütü, limon otu, defne yaprağı, ıhlamur yaprağı, karanfil, kakule ve tarçın kaynatılan suya pirincin salınmasıyla yapılır. Beyaz olana zerdaçal konulmaz. Yanında yedi tür yan yemekle servis edilmelidir. Bazı kaynaklar 7 çeşit yoksa bile inanca göre çeşit tek rakamda olmalıdır diyor. Buradaki asıl nokta çeşidin 3 temel elementi temsil etmesidir. 1- Karada yaşayan hayvanları tavuk, yumurta, sığır eti. 2- Balık. 3-Sebzeler; lahana, havuç, çalı fasulyesi, ıspanak gibi..Garnitürlerden tavuk (tercihen horoz) zerdeçal ve hindistancevizi sütüyle pişirilir, yumurtalar haşlanır, balık kızartılır, haşlanmış bütün sebzeler rendelenmiş hindistancevizi ile karıştırılır.GÜN IŞIĞINA ATIFEndonezya’nın en küçük ama en kalabalık adası Cava’da günlük yaşama hâlâ atalardan kalan bilgelikler yön verir, rehberlik eder. Tumpeng içinde sakladığı gizli anlamlarla bu rehberlerden biridir. Sözlük anlamı “Kişi, güvenli bir yaşam sürmek için Tanrı’ya özenle dua etmelidir” şeklinde çevrilmiştir. Bu bağlamda malzemelerden bazılarına yüklenen anlamlara bakalım: Servis tabağındaki muz yaprakları güvenle iş yapma anlamına gelir, yapraktan üçgen şeklinde katlanarak yapılan süsler güneşin sembolüdür. Pilav ve garnitürlerin dizilişi rastgele değil anlamlıdır, gün ışığına göre ayarlanır. Horoz, güneşin doğuşunu simgelediği için doğuya yerleştirilir, günün ve insan hayatının başlangıcını temsil eder. Horoz pişirmek, horozun sembolize ettiği kötü alışkanlıktan kaçınmak olarak yorumlanır.Güneye sebze salatası ve batıya pişmiş sebzeler, tatlı patates sotesi konulur. Hindistancevizi rendesi ile tatlandırılan karışık haşlanmış sebzenin felsefi anlamı kişinin sosyal bir yaşama ve komşularıyla iyi ilişkilere sahip olmasıdır. Ispanak, Cava tarımında zenginliğin geleneksel semboludur. Karışımdaki ıspanak kişinin geleceğe yönelik çatışmalardan uzak, güvenli ve huzurlu yaşam beklentilerini içerir. Çalı fasulyesi, kişinin uzun yaşam beklentisini ve bir şey yapmadan önce iyi düşünmesini ifade eder. Bu arada hayvan bazlı yiyecekler kuzey tarafa yerleştirilir. Durgun suda da yaşayabilen kedibalığının anlamı insanın hayatın her türlü zorluklarına kendini hazırlaması gerektiğidir. Suyun dibinde yaşayan kedibalığı mütavezılığın sembolüdür.Küçük balıklar ise bir arada durmalarına atıfla; insan daimi yalnız yaşayamaz ve başkalarına ihtiyaç duyar. Ailesi, komşuları ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır mesajını taşımaktadır. Cava halkının yaşamındaki önemi göstermek için pirinç ana malzeme olarak tam ortadadır. Temel besin kaynağı pirinç, ekmeğin yerini tutar. Pirinç hayatı sürdürmeye yarayan enerji kaynağıdır, pirinç tanrısı Devi’ye dua törenleri vardır. Haşlanmış yumurta, kabuğu ile yer alır. Yumurta, yaşamın başlangıcıdır. Tanrı insanı eşit olarak yaratmıştır, farklı olan karakter ve davranışlardır. Yemeden hemen önce soyulması gereken kabuk ise kişinin yapmak istediği tüm eylemi sembolize eder. Plan dikkatlice yapılmalı ve iyi sonuç almak için plana uyulmalıdır. YÜZYILLAR ÖNCESİNE DAYANIYORTumpeng, Cava halk kültürünün bir ifadesi, ilişkilerin sembolüdür. Tumpeng geleneğinin tarihine ilişkin net bir bilgi olmasa da 5. ve 15. yy. arasında başladığına inanılıyor. O sürece ilişkin Cava Krallığı’nda Hinduizm etkisinin izleri görülüyor. “Dağ”ın Hinduizmde hayatın başlangıcı olan kutsal bir yer, dünya ile cennet arasındaki portal olması, pirincin dağ şeklinde yapılması gibi...Eski Cava dinlerine göre de dağ kutsaldır. Tanrı’nın dağların doruğunda yaşayarak dünyayı yönettiğine inanılır. Tumpeng’in felsefesi, Endonezya’nın coğrafi konumuyla özellikle çok sayıda yanardağın bulunduğu, Cava Adası’yla çok ilgilidir. Dağın eteklerinde bereketli topraklarda yaşayan insanlar koni şeklindeki pirinç pilavı ile kutsal dağları sembolize etmiştir, tüm yan yemekler de çevreye bir teşekkür niteliğindedir. Tumpeng, insanların Tanrı’ya minnetinin, birliktelik ve uyumun bir göstergesidir. Törenlerde dua ettikten sonra grubun lideri en tepeyi keserek saygı ve minnet göstergesi olarak önce en yaşlılara verir. Endonezya Sağlık Bakanlığı dağ şeklindeki tören yemeğini dengeli beslenmeye örnek göstermiştir. Evde hazırlanması zor olan Tumpeng, artık modaya uyarak sipariş üzerine hazırlanır hale gelmiş. Bir expatın veda partisinin baş yemeği olması Tumpeng’in misyonunun devam ettiğinin kanıtıdır. Verdiği mesajlar evrenseldir.(Widya Mandala Surabaya Katolik Üniversitesi’nden Ignasius Radix A.P. Jati makalesinden faydalanılmıştır.)[email protected] Gülseren Tozkoparan Jordan Endonezya (Cakarta)

Günlerin getirdiği...

Günlerin getirdiği... Eskiden beri çok kalabalık ortamlardan hoşlanmam, hep uzağında durmaya çalışırım. Eskiden beri çok kalabalık ortamlardan hoşlanmam, hep uzağında durmaya çalışırım. Bu kez, bu alışkanlığımın pandemi sürecini sorunsuz atlatmama ne denli yardımcı olduğunu anlatamam size. Kalabalık çarşılara, kafelere, caddelere alışmış insanlar bu dönemi ciddi sorunlarla atlatmaya çalışıyorlar. Bense hayatımdan gayet memnun, daha da az insanla muhatap olmamak için henüz kuşlar bile uykularındayken erkenden sokağa çıkıyor, marketlerin pastane bölümlerinden, sıcak hamurlu şeylerin hepsinden örnekler toplayarak Rotterdam sokaklarında dolanıp eve geri dönüyorum.ERASMUS KENTİ...Şehirde yaşadığım ev aslında merkezin çok yakınlarında bir yerde. Maas Nehri üzerine kurulmuş ikinci önemli köprü olan, Erasmus Köprüsü’nün ayaklarının dibinde oturuyorum. Erasmus’u bilirsiniz tabii. 1466’da Rotterdam’da doğmuş ve Rotterdamlılar da kendisini çok sevmiş, ünlü bir filozof/düşünür. Tam ismi de Desiderius Erasmus Roterodamus, yani Rotterdamlı Erasmus.O da diğer çağdaşı tanınmış isimler gibi yerinde duramamış. Rotterdam, Anwers, Oxford, Brugge derken hayatı Basel’de son bulmuş. Erasmus Üniversitesi, Erasmus Köprüsü, Erasmus Caddesi derken ismine bildiğiniz gibi bir de burs konmuş ve dünyanın dört bir yanından öğrenciler, bu bursla Rotterdam başta olmak üzere pek çok yerde eğitim görebilmekte.Rotterdam, Amsterdam’dan sonra ülkenin ikinci büyük şehri. Bu iki şehrin insanları, futbol takımı taraftarları nedense birbirlerini hiç sevmezler. Her biri kendi şehrinin ilk sırada geldiğini iddia eder. Bir ara nefret öyle boyutlara geldi ki iki şehrin iki ünlü takımı Ajax ve Feyenoord taraftarları yine iki şehir arasındaki kırsal bir alanda randevulaşarak birbirlerine girdiler. O zamanlar Utrecht’te yaşıyordum ve bu şehre yakın sayılabilecek bir yerdeki bu meydan muharebesinde bir taraftar yaşamını yitirmişti. Şimdiki gibi, teknoloji çok gelişmiş değildi o günlerde, doğal olarak da taraftar grupları arasında ispiyoncu bulunmadığından, polis olayı muharebe bittikten sonra haber almış, geri kalan birkaç kişiyi gözaltına alabilmişti.Aslında Feyenoord futbol takımı, Türkiye’deki Beşiktaş’la büyük benzerlikler taşıyor. Ülkenin 3. büyük futbol kulübü. Kendilerine soracak olursan kuşkusuz en büyüğü. Geçmişte Hollanda’da çıkardığımız Pandora isimli dergi için Akaretler’deki BJK merkezinde, kulüp başkanı Fikret Orman ile söyleşi yapmıştım. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, Türkiye’nin iki en büyük kulübü olduğunun yazılıp çizildiğini, Beşiktaş Başkanı olarak ne düşündüğünü sormuştum. Orman, hiç tereddüt etmeden Beşiktaş’ın birinci en büyük kulüp olduğunu söylemişti.GÖZLER AŞIDAHollanda şu an İngiltere’den gelen yeni versiyonuyla Covid-19 salgını, 9 Şubat’a kadar uzatılan yeni ve sıkılaştırılmış önlemler, diğer yandan 3. dönemini yaşayan ve dümende liberal Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi - VVD’nin olduğu koalisyondaki skandallardan sonra hükümetin istifası ile uğraşıyor... Mart ayında yapılacak genel seçimlere kadar VVD’li Başbakan Mark Rutte, geminin dümeninde olmaya devam edecek. Hollanda’da AstraZeneca, Pfizer/Biontek ve Moderna aşılarından yeteri kadar sipariş verilmiş durumda. Bu aşılar parça parça gelmeye başladı ve nisan sonuna kadar aşıların yapılması tamamlanacak. Aşılar da kategorilere ayrıldı. Hangi marka aşı hangi yaş grubuna vurulacak, o bile belirlendi. Mehmet Emin Alkanlar/ Hollanda(Rotterdam)

Teksasütopyasıtersine döndü

Teksas ütopyası tersine döndü Bundan bir süre önce gene bu sayfalarda yazmıştım, Kaliforniyalılar her yıl yüz binleri bulan sayılarda Teksas’a taşınıyorlar diye. Bundan bir süre önce gene bu sayfalarda yazmıştım, Kaliforniyalılar her yıl yüz binleri bulan sayılarda Teksas’a taşınıyorlar diye. Kaliforniya gibi ABD’nin en iyi iklimi olan, en zengin, yüksek teknoloji eyaletinden yazları 40 derecelerden aşağı düşmeyen kurak bir eyalete niye taşınsın sorusuna pek çoklarının yanıtların arasında şunlar öne çıkıyordu: Yüksek gelir vergileri, uçuk ev fiyatları, benzin, gıda fiyatları... Örneğin Kaliforniya’da milyar dolarlık evler, Teksas’ta bir kaç yüz bin dolara alınabilir, artan para ile gelecekte daha rahat bir hayat geçirilirdi. Hal böyle iken Teksas’ı bir ütopya olarak gören bir Kaliforniyalı olan Brett Alder de büyük bir umutla Teksas eyaletinin başkenti Austin’e yerleşenler arasına katıldı... Kendisi deneyimli ve üst düzeyde bir satış yöneticisidir. Ailesiyle birlikte Kaliforniya’nın en güney kenti San Diego’daki 186 metrekarelik evlerinden, Austin’deki iki kat daha büyük yüzme havuzlu bir eve taşınırlar. Ancak Alder derin hayalkırıklığı yaşar. Beklentisinin aksine Austin’i, San Diego’dan daha çok pahalı bulan Bay Alder, yazların dayanılmaz sıcağından en az iki ay daha serin yerlere gitme zorluğu nedeniyle daha ucuz koşullu hayat hayalini tam gerçekleştirememiştir. Ayrıca elektrik, su, bahçe işlerinin pahalılığı, nemli havadan, kışların ayazından ve alerjik havadan da şikâyetçidir...Kaliforniyalı Alder, Austin yöre halkını da “kaba, saygısız ve çok kötü şoförler” olarak nitelendiriyor. Üç çocuğunu yöredeki ilkokuldan almış, çünkü ona göre ilkokul küçük çapta bir askeri akademi gibi yönetiliyormuş... Alder’e göre, Teksas bir muhafazakâr ters ütopya imiş, yani distopya. Hayal edilenin tam tersi bir yer. Sonunda kendine Kuzey Kaliforniya’da San Francisco’da bilgisayar parçaları yapan bir şirkette iş bulmuş ve geldiği eyalete geri dönmüş. Yaşam bazen insanın istediği gibi sonuç vermiyor, ama elbette denemek gerekiyor. Kalabalığı takip ederek sürüye katılmak yerine insanın kendi beklentileri ile bulduklarını karşılaştırması da önemli bir olgu olsa gerek. Alder, kısa süren Teksas serüvenini “pahalı bir deneyim” olarak [email protected] Tevfik Dalgıç ABD (Dallas)




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter