Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Tuesday, 04.22.2025, 04:08 AM (GMT)

News - Haberler

Covid-19 aşısının 10 milyon dozluk sevkiyatının ikinci bölümüİstanbul Havalimanı'na geldi

Covid-19 aşısının 10 milyon dozluk sevkiyatının ikinci bölümü İstanbul Havalimanı'na geldi Covid-19 ile mücadelede Çin'den sipariş edilen 10 milyon dozluk aşıların ikinci sevkiyatının ikinci bölümü, İstanbul Havalimanı'na getirildi. 10 milyon dozluk Çin aşısının 3.5 milyon dozluk ikinci bölümü İstanbul’a getirildi.3,5 milyon dozluk aşıyı taşıyan THY uçağı İstanbul Havalimanı'na indi. Koronavirüsle mücadele kapsamında Çin'den sipariş edilen CoronaVac aşılarının 10 milyon dozluk ikinci sevkiyatının ilk bölümü olan 6.5 milyon doz aşı hafta başında Türkiye'ye getirilmişti. DHA

Buket Uzuner: 78 kuşağıinatçıgururlu insanlarız, vazgeçmiyoruz

Buket Uzuner: 78 kuşağı inatçı gururlu insanlarız, vazgeçmiyoruz Düşünce ve İfade Özgürlüğünü alan yazar Buket Uzuner Cumhuriyet’e konuştu: “ İddia ediyorum ki, 1980 darbesi dünyanın amacına en fazla ulaşmış askeri darbesidir- o darbe memleketin en iyi yetişmiş, en zeki evlatlarını yemiş, bitirmiştir. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Şunu da eklemeden geçmeyeceğim: biz 78 kuşağı inatçı, gururlu ve umutlu insanlarız; yani yazmaya, çizmeye, konuşmaya, iyinin yanında dayanışmaya devam ediyoruz. Vazgeçmiyoruz. Bu anlamda Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır verdiği ödül, bu direnmenin de sembolik bir desteğidir.” Türkiye Yayıncılar Birliği’nin bu yılki Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nün sahibi olan yazar Buket Uzuner, “Biz 78 kuşağı inatçı, gururlu ve umutlu insanlarız; yani yazmaya, çizmeye, konuşmaya, iyinin yanında dayanışmaya devam ediyoruz. Vazgeçmiyoruz. Bu anlamda Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır verdiği ödül, bu direnmenin de sembolik bir desteğidir” diyor ve ekliyor: “Şunu asla unutmamamız gerekiyor: eğer özgür düşünce ve bunun ifadesine katlanamayan kişi ve sistemler tarih boyunca yasakla, sansür ve cezalarla fikirleri ve gerçekleri yok edebilselerdi, bugün dünya dönmüyor, Pir Sultan ve Nâzım şiirleri dillerde dolaşmıyor veya tıp ve eczacılık bilimi, aşılar ve ilaçlar hayat kurtarmıyor olacaktı...” Uzuner’le hem ödülünü, hem de insanlığın geleceğiyle ilgili öngörülerini konuştuk.Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından bu yıl size verilen Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü ile ilgili sosyal medyada yaptığınız açıklama bir hayli üzgün olduğunuz gösteriyordu. Ödül konuşmanıza ayrıca değineceğim ama ilk tepkinizi sosyal medyadan verdiğiniz için oradan başlayalım. Ödülün size verildiğini duyduğunuz ilk anda aklınızdan neler geçti?Ödülün bu yıl bana verileceğini öğrendiğimde hem büyük onur duydum hem de çok üzüldüm. Onur duydum, çünkü hayatım boyunca düşüncelerine karşı olduğum kişilerinki dâhil, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan, hiçbir maddi veya manevî çıkar için bundan vazgeçmemiş, engeller karşısında da direnmiş biriyim. Aynı ödülü 1996 yılında Yaşar Kemal’in de alması da benim için önemli. Türkiye Yayıncılar Birliği, dünya yayıncılığı içinde şeffaf ve saygın bir yere sahip. Bunu ödülü veren kişi veya kurumun itibarının, ödülü de etkilediğini hatırlatmak için söylüyorum. Mesela, Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olduğu yıllarda verilen Atatürk Barış Ödülü’nü, Atatürk’e duyduğu saygıyı özellikle belirtmesine karşın, bir diktatörün verdiği ödülü alamayacağı gerekçesiyle reddeden Mandela geliyor aklıma.   /Archive/2021/1/28/182235153-3a172d32-8975-4787-ba58-0d1460cbf39826601032.jpg“5.yüzyılda matematik ve bilim dehasıyla bağnazları korkuttuğu için yasaklanan ve öldürülen İskenderiyeli kadın felsefeci ve bilimci Hypathia’nın dediği gibi: ‘Düşünmek insanın hakkıdır. Düşünme hakkını koru. Yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir.’ Çünkü düşünmeyen ve düşündüklerini ifade edemeyen insanın aklı ve ruhu ölür, tamamen bir eşyaya dönüşür. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır düşüncelerini yazarak ifade eden yazar ve yayıncılara ödül vermesi aslında şu anlama gelmektedir: Ey Halkımız, bugün bu yazarlara, yayıncı, çevirmen, gazeteci veya sanatçılara uygulanan sansür yani susturma cezası yarın senin veya çocuğunun da başına gelebilir, bak o zaman hiç konuşamazsın, şimdi haklarına sahip çık.”EN ÇOK GAZETECİ HAPSEDEN ÜLKE OLDUKNeden üzüldünüz?Üzüldüm, çünkü Türkiye’de kuşaklar boyu süren bu düşünce ve ifadenin yasaklanma çilesi, Allah aşkına, ne zaman bitecek? diye dertlendim. Tıpkı Osmanlı Dönemi’nde fikirleri ve ifadeleri yüzünden sürgünlerde süründürülen Tevfik Fikret ve Namık Kemal gibi onlarca şair (aralarında zindana atılan şair büyük dedem de var) Cumhuriyet Dönemi’nde Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, 70’lerde Sevgi Soysal’lar, Ataol Behramoğlu, Zülfü Livaneli, Ahmed Arif gibi bugün de aynı nedenlerle sürgünde yaşamak zorunda kalan onlarca yazar, gazeteci, sanatçı, mesela Aslı Erdoğan gibi şiddetle adı bile yan yana gelmemiş yetenekli ve zeki insanlar var. Bakın sadece yüzde birini saydığım bu yazar ve şairlerin işleri ve emekleriyle kültürümüz nasıl zenginleştirdiklerini bir düşünelim. Bu insanlar olmasaydı edebiyat ve sanat dünyamızın nasıl kuraklaşacağını hayal edebilirsiniz. Bakın 1986 yılında “müstehcen”  unsurlar içerdiği iddiasıyla yazar Pınar Kür’ün “Asılacak Kadın” adlı romanının basımı durdurulmuş ve hakkında toplatma kararı verilmişti. Yazar ve yayıncısı Erdal Öz hakkında dava açılmış; iki buçuk yıl süren davanın sonunda "sanat eserlerinin pornografik eserlerle aynı türden bir değerlendirmeye tabi tutulamayacağı" gerekçesiyle hem kitap hem de yazarı ve yayıncısı beraat etmişti. O süreçte ben kendi ülkemde hâlâ yaşanan bu 19. Yüzyıla bile yakışmayan yasağına ve severek okuduğum Pınar Kür’ün ne kadar incinmiş olduğuna üzülüyordum. Aradan yüzyıl geçti. Benim içine doğduğum 20. yüzyıl bitti. Biz bu yüzyılda –verilen rakamlara bakarak- hapishanelerde en çok gazeteci ve yazarı olan ülkelerden biri olduk. Yüzlerce yazar, gazeteci ve akademisyen sürgünde, memlekete hasret yaşıyor. Ve 2020’de bu kez benim bir kitabım sansürlendi. Ben de onu soracaktım... 34 yıldır satılan ve okunan kitabınızın bugün sakıncalı bulunmasını neye bağlıyorsunuz?“Ayın En Çıplak Günü” adlı öykü kitabım 34 yıl önce yayımlandı ve bugüne kadar ülkemizin tanınmış üç farklı yayınevi tarafından 19 kez yeni baskı yaptı. Bu yaklaşık 60 bin adet kitap etse, en az 120 bin yetişkin insanın bu kitabı okuduğunu varsayabiliriz. Kitabın içinde çocuklar için sakıncalı bulunduğu ifade edilen “Bir erkeğin Bilinçaltı Tutkusu” adlı öykü de dâhil, kitap zaten çocuklar için yazılmamış ve kitabın ne kapağında ne de başka bir yerinde de kitap çocuklara tavsiye edilmemiştir. Bir kere daha söylüyorum, yetişkinler için 34 yıl önce yazılan ve yayımlanan bir kitap, çocukların ahlakî değerlerini korumak için 2021 yılında içinde edebiyatçı bulunmadığı söylenen (eğer varsa lütfen açıklasınlar?) bir kurul tarafından yasaklanmış yani sansürlenmiştir. Şunu özellikle açıklamak isterim ki; 34 yıldır “Ayın En Çıplak Günü” adlı kitabın “Bir Erkeğin Bilinçaltı Tutkusu” öyküsünü okuduğu için ahlakî bir çürümeye veya muzır sayılacak bir şiddet davranışı görüldüğüne dair bir hastane veya hapishane kaydına rastlanmamıştır. Çocuklara gelince, onların bir yetişkin kitabı olarak bunu okuduğuna dair zaten kayıt yoktur. Müstehcenliğe ve ahlak konusuna gelince: “İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu’nun 2018 raporuna göre, son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Cinsel suçların yüzde 46'sının çocuklara karşı işlendiği, çocuğun cinsel istismarında Türkiye'nin dünya listesinde 3. sırada olduğu belirtildi.”  Gördüğünüz gibi, resmi raporlarda kitapların suç işleyenine rastlanmamış ama kitapların suçluları ve hainleri anlattığı sık sık görülmüştür. Daha da bir şey demiyorum. 78 KUŞAĞI İNATÇI, GURURLU İNSANLARIZKonuşmanızda 21. yüzyılı çok daha farklı hayal ettiğinizi söylediniz. Neydi hayalleriniz ve neden bu hayaller gerçekleşemedi sizce?Benim dahil olduğum 78 kuşağı, bir yandan Timur Selçuk, Cem Karaca dinler, Nazım Hikmet, Can Yücel, Gülten Akın ve Neruda, Seferis şiirleri okur, Sartre, Simone de Beauvoir, Nietzsche (artık ne kadar anlıyorsak?) tartışır, gerçeküstü ve fantastik sanat akımlarından etkilenir ve 1 Mayıs mitinglerine katılırken, bir yandan da Kubrick’in “Space Odyssey 2001” (Uzay Destanı) filmi ve içinde bizzat uzaylı bir melezin karakter olduğu Uzay Yolu dizisiyle büyümüş, lise yıllarındayken insanın aya ilk kez ayak bastığı o çok heyecanlı ânı yaşamış, zaman makinası mizahı Geleceğe Dönüş filmine uzun uzun gülmüş bir yaş kuşağıdır. Ayrıca bizden önceki kuşağın efsanesi John Lennon ile insanlığın sınırları yıkıp, tüm inanç ve ırkları kucakladığı bir dünya hayalini yüksek sesle özgürce ifade edebildiğini görmüş, biz de Pink Floyd’un “The Wall” albümüyle duvarların yıkılmasını haykırmış gençlerdik. Bizim kuşağın hayallerini anlatabilmek için şimdi genç olanlara bunları açıklamak zorundayım; çünkü bizler bitmekte olan 20. yüzyılın, gelecek için teknolojik olarak bambaşka olanak, olasılık ve şanslar getirmekte olduğuna inanmış bir kuşaktık. Elbette aramızda siyasi olarak nostaljik hayaller kuranlar da vardı ama onlar daima olur. Bizler çoğunlukla tıpkı ailelerimiz gibi bedava devlet okullarında dünya standartlarında matematik, fen (sayısal) dil (Türkçe dahil sözel) eğitim aldığımız için şimdikinden farklı olarak okuduğumuzu anlar, istatistikleri de kavrayabilirdik. Bunu şimdikileri küçümsemek için değil, Türkiye’nin geldiği durumun altını çizmek için söylüyorum. Kısacası bizler, 21.yüzyılda Türkiye’nin hukuk ve adalet, düşünce ve ifade özgürlüğü, kadın, çocuk, azınlık ve hayvan hakları, çevre hakları: (su, toprak, hava, tohum, ağaç etiği uygulaması) ve daha eşitlikçi özgür-çağdaş eğitim alanlarında özenilecek bir demokrasiye sahip olacağına gerçekten inanıyorduk. “Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü”ne ihtiyaç duymayan çağdaş uygarlık hedefine ulaşmış bir Türkiye düşlüyorduk. Üstelik bunu başaracak iyi eğitimli, erdemli, yurtsever, idealist ve cesur genç bir insan gücümüz de vardı. Fakat, iddia ediyorum ki, 1980 darbesi dünyanın amacına en fazla ulaşmış askeri darbesidir- o darbe memleketin en iyi yetişmiş, en zeki evlatlarını yemiş, bitirmiştir. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Şunu da eklemeden geçmeyeceğim: biz 78 kuşağı inatçı, gururlu ve umutlu insanlarız; yani yazmaya, çizmeye, konuşmaya, iyinin yanında dayanışmaya devam ediyoruz. Vazgeçmiyoruz. Bu anlamda Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır verdiği ödül, bu direnmenin de sembolik bir desteğidir.İNSAN TÜRÜNÜ YOK EDECEKBir edebiyatçı olarak “İnsan Uygarlığı’nın geldiği bu noktayı neye bağlıyorsunuz ve sizce uygarlık olarak nereye doğru evriliyoruz?BU- Bu sorunuza edebiyatçı olarak yanıtım çok sevdiğim ve ustalarım saydığım, önemli kadın yazarlar Ursula Le Guin ve Margaret Atwood ile astro-biyolog Carl Sagan ve tarihçi Yuval Noah Harari’ninkine benziyor ve uyuyor. Bence, dünyada sadece tek bir uygarlık vardır o da “İnsan Uygarlığı”dır. Bu uygarlığı bize dikte edildiği gibi sadece erkekler kurmamıştır, çünkü bu ne fiziksel ne zihinsel ne de manevî olarak mümkündür. Fakat dünya binlerce yıldır sadece erkekler tarafından, eril ihtiyaçlar, eril değerler, eril estetik ve tamamen eril bakış açısıyla yönetilmektedir. Kadınlarla beraber çocuklar, hayvanlar, börtü böcek, toprak, su ve hava erkeklerin sanki malıymış gibi kabaca, sevgisiz ve saygısızca kullanılmaktadır. Bu bir çeşit türcülüktür ve türcülük de ırkçılık gibi kötüdür, insanlığa daima felaket getirmiştir. Artık bu sistemin çürüdüğünü görüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Şimdi sorunuza bir biyolog olarak yanıt vermeye çalışacağım ki, farklı yollardan benzer bir noktaya varacağız. Gülmeyin, artık bilim ve sanatın zannedildiği kadar uzak olmadığı kabul ediliyor, çok şükür. Şu anda geldiğimiz duruma ve verilere bakarak, Homo sapiens’in (bu tanım dişi-insanı da kapsıyor) aç gözlülüğü nedeniyle dünya adlı gezegenin tüm tabiat kaynaklarını sadece kendi çıkarına kullanarak önce insan-dışı canlıları, daha sonra kendi türünü yok edeceği şeklinde yorumlayabilirim. /Archive/2021/1/28/182314043-cdb93199-6c58-4616-8186-1e59a0a434b526601035.jpg"Kendi halkına ihanet edenler sonunda er veya geç yenilir, Franco gibi cezasını çekmeden ölen ve kendilerini kahramanlık anıtlarına gömdürtenler bile gelecek kuşaklarca kemikleri mezardan çıkartılıp, tarihten silinirler. Daha Ekim 2019’da diktatör Franco’nun anıt mezardaki kemikleri İspanyol hükümetinin kararıyla çıkartılıp, kendi aile mezarlığına taşınıverdi. Görecek “güzel günler”den umudu kesmemek şart."CHAPLİN’İN DİKTATÖR FİLMİNİ İZLEYİNBiraz ürkütücü bir yorum...İnsanın kendini dünyanın (tabiatın) efendisi sanarak oluşturduğu bencil tüketim sistemi sonucu yaşanan iklim değişikliği felaketlerine bakarak bu teorinin hiç de fantastik bir kurgu olmadığı âşikar. Eğer, insan (Sapiens) kendi türünü yok ederse, evrim için kısa ama bizler için uzun bir zaman sonra Homo neanderthal ve Homo sapiens’ten sonra bir “Homo cyborg” türünün bizim yerimizi alacağını öngörmekteyim. Çoktandır metallerle donanmaya başladı zaten bedenlerimiz. Kalp pili, diş implantı, kobalt krom veya titanyumdan imal edilen kalça protezi nedir? İnsan denen canlıdan büyük umutsuzluğa kapıldığım zamanlar, yarı makine olan insan belki bizden daha ahlaklı ve vicdanlı olur, diye düşündüğüm bile oluyor? Neden şaşırdınız? Kuzum Allah aşkına, dünyanın başına belâ olmuş Hitler’inden Mussolinisi’ne Sezarlar’dan Hanlara Sultanlara ve günümüzdeki diktatörlerin zulmüne etten kemikten insanlığın çoğunluğu binlerce yıldır “gönüllü kölelik” yapmıyor mu? Bana inanmıyorsanız, Etienne de La Boétie’ın 16. yüzyılda yazdığı “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” kitabını ve Nazım Hikmet’in “Akrep Gibisin Kardeşim” şiirini yeniden okuyun, Charlie Chaplin’in “diktatör” filmini  tekrar izleyin. UMUDU KESMEMEK ŞARTDünya çok tuhaf zamanlardan geçiyor ve ‘tek adam’ rejimlerinin farklı coğrafyalarda hakim olduğunu görüyoruz. Yine de buna karşı çıkmak mümkün. Trump’ın da benzeri bir rejimi hayal ettiği ama son seçimle birlikte alaşağı edildiği şu günlerde sizce umut var mı biraz da olsa?Ben tarihçi değilim ama tarihe bakarak insanlığı ve dünyayı anlamaya çalışmanın önemini öğrendim. Dünya ve insanlık daima tuhaf zamanlardan geçiyor ve bu gezegen yok olana dek de geçecek gibi… Yine mi Sayborg? Yok, aslında biraz gülün istiyorum, çünkü mizah beynin oksijenidir, gereklidir. Kaldı ki, bizim kültürümüz güçlü bir mizah geleneğine sahiptir. Son yıllarda mizahtan uzaklaştırıldık ama asla vaz geçmeyin! Sanırım Charlie Chaplin söylemişti: “diktatörler gülmeye düşmandır.” diye. Hiç unutmayın, kendisinin ve kültürünün zayıf yanlarıyla alay edebilen insan güçlüdür, Mizah zekâ işidir. Şunu da hatırlatmak isterim, Paris’te önceleri “köylü bir İspanyol” diye hor görülen Picasso, ünlü ve önemli resmi “Guernica”da  İspanya’nın faşist lideri general Franco’nun, kendi öz halkını dostu Naziler’e  bombalatmasını anlatıyordu. Fakat kendi halkına ihanet edenler sonunda er veya geç yenilir, Franco gibi cezasını çekmeden ölen ve kendilerini kahramanlık anıtlarına gömdürtenler bile gelecek kuşaklarca kemikleri mezardan çıkartılıp, tarihten silinirler. Daha Ekim 2019’da diktatör Franco’nun anıt mezardaki kemikleri İspanyol hükümetinin kararıyla çıkartılıp, kendi aile mezarlığına taşınıverdi. Görecek “güzel günler”den umudu kesmemek şart.ATEŞ ROMANI PROMETHEUS’A Aynı konuşmada çevreye dair endişelerinizi de dile getiriyorsunuz. Biz Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünden bile yoksunuz ve maalesef bunlarla mücadele etmek zorundayız ama gezegenin çok daha acil meseleleri var, değil mi? “Tabiat Dörtlemesi” adı altında topladığım romanlar, aslında ülkemizin ve dünyanın en büyük ve en acil sorunu ekolojik krize, tarımdan gıdaya, kuraklık, susuzluk, hava kirliliği, toprak kaybı ve çölleşmeye doğru “iklim değişikliği”ne dikkat çekmek için 15 yıldır yazdığım kitaplar. Deminden beri “Homo sapiens” diye dilime dolayıp, galiba sizi bezdirdiğim insan denen canlı, aynı zamanda “Homo Narrans” yani hikâye anlatan canlıdır. Biz insanlar destanları, masalları, mitleri, türküleri böyle kurduk, çünkü hayatı ve gerçekleri bir hikâyenin içinde daha iyi anlıyor ve kavrıyoruz. O nedenle son yıllarda adına “iklim-kurgu” denen, tabiatla ilişkili roman ve öykülerin arttığı ve bunlar sayesinde iklim ve çevre meselesinin ciddiyetine insanların/ okurların dikkatini çekmenin önemli olduğuna inanıyorum. Üstelik artık bunlar bilim-kurgu da değil, çünkü iklim değişikliği artık sonuçlarıyla herkesin farkında olduğu bir realite. “Su”, “Toprak” ve “Hava”dan sonra şimdi güzeller güzeli Mardin’de geçen “Ateş” adlı romanı yazmaktayım. Romanın asıl karakteri kuraklık, upuzun süren rekor sıcak yazlar ve ateşin kültürümüzdeki aydınlık, bilgi, ocak, aile, şifa, aşk ve isyan sembolleri… Ateş romanını Prometheus ile onun gerçek dünyadaki yansıması olan namuslu gazeteci, yazar, şair ve bilim insanlarına ithaf edeceğim./Archive/2021/1/28/182400292-c14da47b-b7fd-4fde-a79a-a88fe01689fb26601020.jpg"Kızlarımıza ve her yaştan kadınlarımıza adına “Kız Neşesi” dediğim, sadece dişi insana vergi o içlerindeki büyük enerji ve güç kaynağını asla ama asla öldürmemelerini öğütlerim. Dünyadaki ne tüm felaketlerden sonra insanlığın devamını, çocukların ve yaşlıların hayatta kalmasını, her koşulda hayatı düzene sokup, çekip çevirebilen, yeni yaşamlarla geleceği bereketlendiren, esirgeyen, koruyan, taş kaynatıp çorba, ot ezip merhem, ninni söyleyip uyku veren ve bu dünyanın en zor işlerini her yaşta cıvıl cıvıl neşesi, kız kardeş dayanışmasıyla başaran kadının tükenmez enerjisi “Kız Neşesi”dir. O sizin yüreğinizdir. Sakın onu ne babanızın ne kocanızın ne ağabeyinizin veya oğlunuzun öldürmesine izin vermeyin."KIZ NEŞESİNİ KAYBETMEYİN!Greta Thunberg’e de atıfta bulunuyorsunuz. Henüz 16 yaşında bir genç kız... Onunla tanışma fırsatınız olsa bu genç kıza ve tüm genç kızlara belki, neler söylemek isterdiniz?Greta Thunberg ile tanışmadım ama sosyal medyadaki hesabından onu takip ediyor ve bazen kendisine mesaj yolluyorum. Yaptıkları dışında ayrıca bir yazar için çok ilginç bir karakter kendisi. “Ateş” romanında da genç çevreci Ayperi’nin sevdiği bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Onunla tanışmadım ama benim Türkiye’deki okurlarımın çoğu genç ve kadın. Aslında size tüm yayıncıların bildiği bir sır vereyim; Türkiye’de roman okurlarının çok ama çok büyük kısmı kadınlar. Anadolu ve büyük şehirlerde durum tamamen böyle. Kitap kulüplerinde mesela 1/80 erkek oluyor. Özellikle ülkemizde belli bir yaştan sonra erkekler roman ve kadın yazar okumazlar. İstisnaları tenzih ederim. Şunu demeye çalışıyorum, ben Türkiye’deki genç kız okurların bir kısmıyla özellikle sosyal medya ve okul imza-söyleşileri sayesinde iletişim içindeyim. Pandemi nedeniyle artık dijital platformlardan buluşsak da iletişimimiz sürüyor. Onların da çoğu donanımları ve cesaretleriyle Greta’dan hiç eksik değiller. Koşullar elverdiğinde spordan bilime, sanattan matematiğe dünya çapında dereceler alıyorlar ama başarıları nedense tek sesli basında pek yer bulmuyor. Kızlarımıza ve her yaştan kadınlarımıza adına “Kız Neşesi” dediğim, sadece dişi insana vergi o içlerindeki büyük enerji ve güç kaynağını asla ama asla öldürmemelerini öğütlerim. Dünyadaki ne tüm felaketlerden sonra insanlığın devamını, çocukların ve yaşlıların hayatta kalmasını, her koşulda hayatı düzene sokup, çekip çevirebilen, yeni yaşamlarla geleceği bereketlendiren, esirgeyen, koruyan, taş kaynatıp çorba, ot ezip merhem, ninni söyleyip uyku veren ve bu dünyanın en zor işlerini her yaşta cıvıl cıvıl neşesi, kız kardeş dayanışmasıyla başaran kadının tükenmez enerjisi “Kız Neşesi”dir. O sizin yüreğinizdir. Sakın onu ne babanızın ne kocanızın ne ağabeyinizin veya oğlunuzun öldürmesine izin vermeyin. Emrah Kolukısa

42 gündür kayıp olan kadının cesedi ormanlık alanda bulundu, kızımesaj paylaştı:‘Bu kez benim annem’

42 gündür kayıp olan kadının cesedi ormanlık alanda bulundu, kızı mesaj paylaştı: ‘Bu kez benim annem’ Samsun’da 42 gündür kayıp olan Arzu Aygün’ün cansız bedeni bulundu. Erkek arkadaşı Muharrem Coşkun cinayeti itiraf etti. Aygün’ün kızının “Yine bir kadın cinayeti ama bu sefer benim annem” paylaşımı yürekleri dağladı. Samsun’da 42 gündür kayıp olan 35 yaşındaki 2 çocuk annesi Arzu Aygün’ün cesedi erkek arkadaşı Muharrem Coşkun’un itirafı üzerine çuval içinde naylona sarılmış ve çürümüş halde Terme ilçesindeki ormanlık alanda bulundu. Coşkun, Sulh Ceza Hâkimliği’nce, ‘Tasarlayarak kasten öldürme’ suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi.Atakum’da 17 Aralık’ta evden çıkan Aygün, bir daha geri dönmedi. Aygün’ün yakınları Denizevleri Polis Merkezi’ne giderek kayıp başvurusunda bulundu. Kayıp Büro Amirliği, Aygün’ü bulmak için çalışma başlattı. Aygün’ün ailesi ise uzaktan akrabaları olan Muharrem Coşkun’un “eşimden ayrıldım” diyerek kızlarını kandırdığını belirtti. Polis ekipleri, Aygün ile bir süre birlikteliği bulunduğu öne sürülen Coşkun dahil, 5 kişinin ifadesine başvurdu. Coşkun ifadesinde, “En son Atakum’da görüştük sonra bir daha görmedim. Telefonunu ve bir flash bellek verip yanımdan ayrıldı” dediği öğrenildi.İTİRAF ETTİPolis ekiplerince ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılan Muharrem Coşkun, savcılığa giderek Aygün’ü tabanca ile vurarak öldürdüğünü ve cesedinin Kozluk Mahallesi’nde olduğunu söyledi. Coşkun, ifadesinde “Olay günü beraber Terme sahiline gezmeye gittik. Aramızda kıskançlık yüzünden tartışma çıktı. Arabadan indik, o sıra tartışmamız alevlendi. Ben de üzerimdeki tabancayla ateş ettim. Kaç el ateş ettiğimi bilmiyorum. Sonra yere düştü. Ben de panik oldum. Öldüğünden emin olunca da gurbetçilerin yazlıklarının olduğu alana çuvala koyup attım. Böyle olmasını istemezdim. Pişmanım” dedi. Bunun üzerine bölgeye sevk edilen ekipler, Aygün’ün cansız bedenine ulaştı. Coşkun, ifadesinin ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ölümünün ardından Aygün’ün kızının “Yine bir kadın cinayeti ama bu sefer benim annem” yazarak paylaşım yapması sosyal medyanın gündemine oturdu. Samsun’da bir programa katılan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk da “Katilin en ağır cezayı alması için bakanlık olarak bütün hukuki süreci takip edeceğiz” dedi. Aygün ile katil zanlısı Coşkun’un olay günü kavgalarına tanık olan Sündüz Bayrak Kul o anları anlattı. Kul, “Biz kızımla birlikte kavga ederlerken gördük, sonra arabanın içinde gördük. Sürekli buraya geliyorlardı, biz sivil polis zannediyorduk, meğerse katilmiş” dedi. Cemil Ciğerim

Aile hekimleri: Zatürree aşısıbitince tartışanlar oldu,şiddet artabilir

Aile hekimleri: Zatürree aşısı bitince tartışanlar oldu, şiddet artabilir Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB), ocak ayı aile hekimleri anketine göre, her yedi aile hekiminden 1’i koronavirüse yakalandı. Türkiye’de ocak ayında günde ortalama 9 bin 511 vaka görüldü. Ankette ayrıca her dört aile sağlığı biriminden birinde ebe ve hemşire olmadığı, her 10 birimden birinde de doktor olmadığı belirtildi. Anket verilerini yorumlayan TTB Aile Hekimliği Kolu Başkanı Dr. Emrah Kırımlı, “Bu kadar sayıda vakayla açılma dönemine girmemiz bizi endişelendiriyor” ifadelerini kullandı. Aile sağlığı merkezlerinin aşılamaya hazırlığını yorumlayan Kırımlı, “Aile hekimlerinin yüzde 15’i soğuk zincirlerinin yeterli olduğunu söylüyor. Bekleme alanlarının yüzde 15’inin yeterli olduğu söyleniyor” bilgisini paylaştı. Kırımlı, her dört birimden birinde ebe ve hemşire olmadığını her 10 birimden birinde doktor olmadığını kaydetti.‘AŞI YAPARKEN COVİD-19 OLDUK’Aile hekimlerine “Günde kaç kişiye aşı yapabilirsiniz” sorusunu yönelttiklerini belirten Kırımlı, “‘Zatürree aşılarını yaparken Covid-19 olduk bu nedenle fazla kişiye aşılama yapmayı düşünmüyoruz’ dendi. Ayrıca ‘Zatürree aşısında her gün 150 kişiyi aşılarken, aşı bitince kavga edenler oldu’ bilgisini paylaştılar. ‘Aşı tükenince hasta bizden biliyor’ diyorlar” dedi. Kırımlı, olumsuz koşullara karşın aile hekimlerinin günlük 500 bin kişiyi aşılayabileceklerini belirtti. cumhuriyet.com.tr

TTB Genel Sekreteri Bulut: Sağlıkçıların yüzde 25’i hâlâaşılanamadı

TTB Genel Sekreteri Bulut: Sağlıkçıların yüzde 25’i hâlâ aşılanamadı Sağlık Bakanlığı'nın aşı sırasını kaçıranın en son aşamada aşı olacağı açıklamasına TTB'den tepki geldi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, "İzinli ya da başka bir çalışmaya katılmış olanlara ‘Sıranızı kaçırdığınız için sizi en alta, 4. aşamaya alıyoruz.’ Böyle bir uygulama olamaz." dedi. Sağlık Bakanlığı, koronavirüs aşı sıralamasında, aşı sırasını kaçıranların en son aşamada aşı olabileceğini açıkladı. Sağlık çalışanlarının aşılanma sürecinin tamamlandığının söylenmesine karşın, bunun gerçek olmadığını belirten Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, “Sağlık çalışanlarının yüzde 25’ine henüz aşı yapılamadı. Örneğin, çalışan izinliydi ya da bir çalışmaya katılmıştı ve aşı sırası geldiğinde olamadı. Ona diyorlar ki: ‘Sıranızı kaçırdığınız için sizi en alta, 4. aşamaya alıyoruz.’ Böyle bir uygulama olamaz. Biz bunu Sağlık Bakanlığı’na bildirdik. Olumlu bir dönüş gelmedi. Tabip odalarıyla da görüştük, il sağlık müdürleriyle bu konuda konuşmalarını istedik. Sağlık çalışanı ve 90 yaş üstü kişilerin aşısını yapacaksak tam olarak yapmamız gerekiyor” dedi.Bulut, 65 yaş üstü yurttaşların nüfusunun eldeki aşının 3 katına yakın olduğunu belirterek “Yani siz 9 milyona yakın kişiyi aile sağlığı merkezlerinde 3.5 milyon dozla aşılamaya çalışacaksınız. Bu da insanların ‘Komşuma aşı sırası geldi, bana niye gelmiyor’ gibi sorular sormasına neden olacak. Aşı miktarını getirirken 1. aşamanın toplamına yetecek bir sayı gelmeliydi. Aksi takdirde ASM’lerde buna bağlı olarak şiddet artar” uyarısında bulundu. Sarp Sağkal

Hakkındaki FETÖsoruşturmasıtakipsizlikle sonuçlanan Mustafa Beldağ’ın‘korunduğu’iddia edildi

Hakkındaki FETÖ soruşturması takipsizlikle sonuçlanan Mustafa Beldağ’ın ‘korunduğu’ iddia edildi Firari FETÖ savcısı Zekeriya Öz’ün bir dönem yakınında bulunan daha sonra “Sultan” ismiyle gizli tanık olan firari Aytaç Ocak’ın iddialarının üzerine gidilmediği ortaya çıktı. FETÖ soruşturmalarıındaki “Sultan” isimli gizli tanık adıyla 16 Mart 2016 yılında ifade verdi. İfadesinde Ordu’lu işadamı Mustafa Beldağ’ın FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasında yer aldığını iddia etti. Beldağ’ın yapılan toplantılarda kendisinin gençlik arkadaşı olan İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili tarafından korunduğunu, başına bir şey gelmesi halinde ise bu başsavcı vekili tarafından kollanacağını söylediğini aktardı. Beldağ, hakkında ise bu ifadelerden 2 yıl sonra soruşturma açıldığı ancak soruşturmanın Anayasa Mahkemesi’ne atanan İrfan Fidan’ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olduğu dönemde takipsizlik verilerek kapatıldığı ortaya çıktı. Cumhuriyet’e konuşan Beldağ, İrfan Fidan’ın ortaokul yıllarından beri arkadaşı olduğunu ancak kendisinin FETÖ soruşturmasında Fidan’ın bir müdahalesi olmadığını savundu. Adliye koridorlarında takipsizlik kararını veren savcının, “Bazı pislikleri temizledim” diyerek başsavcı vekilliği için koltuk beklentisiniz dile getirdiği konuşuluyor.ÖZ’ÜN SAĞ KOLUAytaç Ocak’lı FETÖ firarisi dönemin özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün sağ koluydu. Ocaklı’nın, Öz’ün iş adamlarıyla tanışmasını sağladığı ve Öz’ün yurt dışına çıkmasını organize ettiği iddialar arasındaydı. Ocaklı daha sonra “Sultan” ismi ile gizli tanık yapıldı. Verdiği ifadelerle iş adamlarının, polis ve yargı mensuplarının yurtdışı bağlantılarını anlattı. Sultan kod adıyla verilen ifadeler her gün bir gazetede haberleştirildi. ‘BU HUSUS ARAŞTIRILSIN’Aytaç Ocaklı 16 Mart 2016 ise verdiği ifadelere ek bir ifade daha vermek istediğini belirtti. İfadesinde,  “İlk ifadem de siz görevlilere Öner Ocak ve Mustafa Beldağ isimli örgüt yöneticilerinden bahsettim. Eksik bilgi kalmaması açısından bazı öğrendiklerimden bahsetmek istiyorum. Mustafa Beldağ himmet paralarının koordinasyonunun yanı sıra eski SSBC yapısındaki ülkelerde buralardaki toplantılarda ve sohbetlerde kendinin okul ve gençlik arkadaşı olan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığındaki bir başsavcı vekilinin olduğunu, kendisiyle ilgili dosyalara bu suretle ulaştığını, başına bir şey gelirse de bu şahıs tarafından kollanacağını söylemekteydi. Bu hususun siz tarafından araştırılmasını istiyorum” dedi. 7 AYDA TAKİPSİZLİKOcaklı’nın ifadesinde belirttiği iş adamı “Mustafa Beldağ’ı koruduğunu” iddia edilen başsavcı vekili hiç araştırılmadı.  Beldağ hakkında ise gizli tanık beyanından 2 yıl sonra 2018 yılında, “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturma açıldı. Ancak kısa bir süre sonra şu an halen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nda görevli bir savcı tarafından Beldağ hakkında takipsizlik kararı verildi.‘FETÖ’NÜN ÇATI YÖNETİMİYLE BİR KEZ GÖRÜŞTÜ’Kararda gizli tanık “Sultan” mahlalı şahsın FETÖ/PYD lehine ikili oynadığı anlaşılınca yurtdışına kaçan Aytaç Ocaklı olduğu, Ocaklı’nın ifadesine itibar edilemeyeceği belirtildi. Beldağ’ın 17/25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk operasyonlarından önce FETÖ’nün çatı yönetiminde olan iki isimle sadece bir kez görüştüğü öne sürüldü.  VAHİM İDDİALARHakkında takipsizlik kararı verilen Mustafa Beldağ’ın ortaokul yıllarından beri İrfan Fidan’ın arkadaşı olduğu öğrenilirken adliyede koridorlarında ise Mustafa Beldağ hakkında takipsizlik kararını veren savcıya yönelik bir iddia dolaşıyor. Bu savcının, “Bazı pislikleri temizledim”  diyerek koltuk beklentisini dile getirdiği  konuşulurken, bazı kaynaklar ise savcının uğradığı baskı sonucu takipsizlik kararı verdiğini savundu.Gizli tanığın ifade verdiği 16 Mart 2016 tarihinde Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'ndan sorumlu başsavcı vekili olarak görev yapan İrfan Fidan, 26 Temmuz 2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na getirilmişti.  HSK Genel Kurulu tarafından 27 Kasım 2020’de Yargıtay üyeliğine seçilen Fidan, 23 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla  Anayasa Mahkemesi üyesi olmuştu. ‘İRFAN FİDAN BENİ UYARDI’İddialara ilişkin gazetemize konuşan Mustafa Beldağ, “17-25 Aralık öncesi ülkenin yüzde 80’inin FETÖ ile bağlantısı bulunmaktaydı. İrfan Fidan benim ortaokul yıllarından beri arkadaşımdır. İrfan, beni 17-25 Aralık sonrası arayarak, FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu konusunda uyardı. Sadece beni değil birçok kişiyi uyardı. Zaten hakkımdaki takipsizlik kararını okuduysanız İrfan Fidan’ın beni koruması gereken bir husus yoktur. Hakkımda ifade veren Sultan kod adlı kişiyi hiç tanımam. Ama bu insanın Ukranya’da ticaret yapan FETÖ’cü olmayan ya da yollarını ayıran insanlar hakkında beyanlarda bulunduğunu duydum” dedi.CEVAPSIZ KALAN SORULAR-Mustafa Beldağ hakkında soruşturma açılması için neden gizli tanık ifadesinin üzerinden 2 yıl geçmesi beklendi? -Aytaç Ocaklı’nın ifadesine itibar edilmediyse Ocaklı’nın ifadesiyle bugüne kadar kaç kişiye soruşturma açıldı ya da kaç soruşturma davaya dönüştü? -Mustafa Beldağ hakkındaki takipsizlik belgesinde soruşturmanın 2018 yılında açıldığı belirtiliyor. Takipsizlik kararı ise Temmuz 2018’de verilmiş. Bu kadar önemli bir soruşturma nasıl bu kadar çabuk sonuçlandırıldı?-Aytaç Ocaklı gibi bir isim nasıl oldu da firar edebildi? Seyhan Avşar

CHP Genel Başkan YardımcısıGökçen hakkında hazırlanan iddianame kabul edildi

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçen hakkında hazırlanan iddianame kabul edildi CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen hakkında “21 Soruda FETÖ’nün Siyasi Ayağı” kitapçığı nedeniyle hazırlanan iddianame kabul edildi. Gökçen’in “iftira” suçunu işlediği ve söylemlerin “cumhurbaşkanına fiili saldırı” kapsamında olduğu öne sürüldü. Gökçen, “Gülünç iddianame” tepkisini gösterdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen hakkında “21 Soruda FETÖ’nün Siyasi Ayağı” kitapçığı nedeniyle hazırlanan iddianamede “cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı” suçu kapsamında cezalandırılmasının istendiği ortaya çıktı. Gökçen, “Bu suçlamayla kendilerini daha da gülünç duruma düşürüyorlar” tepkisini gösterdi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 11 Şubat’ta TBMM’de yaptığı konuşmaları içeren “FETÖ’nün Siyasi Ayağı” kitapçığına, 2020’nin ekim ayında, mahkeme kararı ile basım, dağıtım ve satış yasağı getirilmiş ve kitapçığın toplatılmasına karar verilmişti. CHP Sözcüsü Faik Öztrak, 18 Ocak’ta MYK’nin en genç ve milletvekili olmayan iki isminden biri olan Gökçe Gökçen’e dava açıldığını duyurmuştu. Gökçen’e, kitapçık nedeniyle 7 ayrı suçlamayla 3 ayrı dava açıldığı öğrenildi. Bu kapsamda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu tarafından Gökçen hakkında hazırlanan iddianamede, mağdur olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gösterildi. Ceza istenen maddelerin ise “İftira” ve “Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı” olarak belirlenmesi dikkat çekti. Söz konusu iddianamenin, Ankara 18. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildiği ancak henüz duruşma tarihi verilmediği; soruşturma sırasında ise Gökçen’in ifadesinin alınmadığı öğrenildi.5 YILDAN AZ OLMAYACAKİddianamede, Gökçen’in, “kitapçık yoluyla işlenen suçlardan” yayımcı sıfatıyla sorumlu olduğu belirtildi. Kitapçıkta, “Cumhurbaşkanı’nın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün siyasi ayağı olduğu, devleti FETÖ’ye teslim edenin Cumhurbaşkanı olduğu, Erdoğan’ın orduya kumpas kurma talimatı veren asıl kişi olduğu ve devletin namusu ve mahremi olan Kozmik Oda’nın açılması talimatını bizzat verdiği” gibi ifadelerinin yer aldığı belirtildi. Bu kapsamda, Gökçen’in “iftira” suçunu işlediği ve iftira içeren söylemlerin Türk Ceza Kanunu (TCK) 310. maddesi ile düzenlenen “Cumhurbaşkanına fiili saldırı” kapsamında da olduğu öne sürüldü. TCK 310. maddenin “cumhurbaşkanına fiili saldırı” suçunu düzenleyen ikinci fıkrası, hakaret dışında kalan tüm hareketleri kapsarken, ilgili suça ilişkin cezanın yarı oranında artırılması öngörülüyor. Bu suretle verilen cezanın ise 5 yıldan az olamayacağı kaydediliyor.‘BASKIYI ARTIRIYORLAR’İddianameyi değerlendiren Gökçen, her üç gençten birinin işsiz olduğunu, özgürlüklerin baskılandığını, kadınlara cins kırımın uygulandığını belirterek “Devleti yönetenler, gençlerin isyanına kulak vermek yerine biz gençlere ve kadınlara baskısını artırıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticileri ve örgütlerimiz, halkın sorunlarına samimiyetle çözüm sunduğu, umutsuzluğa karşı bambaşka bir Türkiye’nin mümkün olduğunu gösterdiğimiz için baskı görüyoruz” dedi. Hakkındaki iddianameyi “trajikomik” olarak niteleyen Gökçen, “Saraylardan halka ve bizlere ahkâm kesenler, vaktinde ‘Ne istediler de vermedik’ diyenler, partimizin ‘FETÖ’nün Siyasi Ayağı’ kitapçığı nedeniyle hakkımda açılan 3 davada, 7 ayrı suçlamayla hapisle cezalandırılmamı istiyor. 29 yaşında bir siyasetçiden ciddi ciddi cumhurbaşkanına fiili saldırı suçu ve en az beş yıl hapis cezası çıkarmaya çalışıyorlar. Milyonlarca gencin baskılara karşı özgürlük ve eşitlik talebinin siyasette ve yönetimde yer bulacağı güne kadar özgürlük ve demokrasi mücadelemden bir adım geri atmayacağım” diye konuştu. Sefa Uyar

İngiltere Büyükelçisi Dominick Chilcott:‘Kıbrıs’ta formül dikte etmek bize düşmez’

İngiltere Büyükelçisi Dominick Chilcott: ‘Kıbrıs’ta formül dikte etmek bize düşmez’ İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott, Kıbrıs sorununun çözümü için ‘Kıbrıs’ta formül dikte etmek bize düşmez’ yorumunda bulundu. İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott, Kıbrıs sorununun çözümü için son dönemde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) gündeme getirdiği “iki devletli çözüm” formülüyle ilgili “İki tarafa neyin üzerinde uzlaşmaları gerektiğini söylemek bize düşmez” dedi. Adadaki garantör ülkelerden biri olarak Türk ve Rum taraflarının çözüm için ortak zemin bulmalarına yardımcı olmaya çalışacaklarını belirten Chilcott, “Kıbrıs’ta adadaki iki toplumu da memnun edecek ve tarafların üzerinde anlaşacağı bir çözümün, Doğu Akdeniz’deki jeostratejik tabloyu daha iyi bir hale getireceğine inanıyoruz” diye konuştu. Chilcott, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın almasıyla ilgili görüşünün sorulması üzerine “Burada tutumumuz çok açık. Türkiye’nin gelecekte uluslararası savunma sanayi işbirliği için Rusya’yı değil, NATO müttefiklerini ve bir İngiltere Büyükelçisi olarak İngiltere’yi tercih etmesini umuyoruz” diye konuştu. Hüseyin Hayatsever

AKP’li eski yönetimin borçlarınedeniyle Atakum Belediyesi’nin ek hizmet binasıhaczedildi

AKP’li eski yönetimin borçları nedeniyle Atakum Belediyesi’nin ek hizmet binası haczedildi AKP’li eski yönetimin borçları nedeniyle kapısı sürekli icra memurlarınca çalınan CHP’li Atakum Belediyesi’nin bu kez de ek hizmet binası haczedildi. Samsun İcra Mahkemesi tarafından satışına karar verilen Atakum Belediyesi ek hizmet binasında icra memurları tespit yaparak haciz işlemi uyguladı. Göreve geldiği günden bu yana hacizle karşı karşıya olduklarını belirten Başkan Cemil Deveci, “Ben 30 yıllık avukatım, böyle bir şeyle karşılaşmadım. İcra memuru kimseye sormadan geliyor ve tespit yapıyor. Mahkeme de icra memurunun raporuna dayanarak, bizim itirazlarımızı ve sunduğumuz belgeleri kale almadan karar veriyor. Kamu binasını satacaksanız buyurun belediye’nin hizmet verdiği binayı satın. Ben çadırda hizmet ederim” dedi. Cemil Ciğerim

Özgeçmişi Boğaziçi’nin profesörlük kadrosu için yetmeyen rektör Bulu zorda

Özgeçmişi Boğaziçi’nin profesörlük kadrosu için yetmeyen rektör Bulu zorda Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinden Esra Mungan, Rektör Bulu’nun özgeçmişinin profesörlük kadrosuna yetmediğini belirtti. Mungan, “Yardımcı bulamayan Bulu ile çalışabilecek kişiler bile geri çekildi” dedi. Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve hocalarının, AKP'li Prof. Dr. Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla rektör olarak atanmasına karşı eylemleri devam ediyor. Atanmasının üzerinden 3 hafta geçmesine rağmen Bulu, kendisine bir rektör yardımcısı bulamadı. Eylemliliklerinin devam edeceğini belirten Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinden Esra Mungan, “Melih Bulu, önden 400-500 Boğaziçili akademisyen arasından birlikte çalışacağı birkaç kişiyi tespit etmiştir. Şaşırtıcı olan bütün üniversitede bir ihtimal bu kişi ile çalışacak kişiler bile kendilerini geri çekti. Bu olup bitenler kabul edilemez ve senato ilkeleri çok güçlü dile getirilince rektör yardımcısı olabilecek kişiler de çekindi. Boğaziçi’ni temsil eden kişiler zaten kategorik olarak Bulu’yu reddediyor” dedi. Normal şartlarda kamu üniversitesinde bir yere rektör olunduğu zaman o üniversitenin profesör kadrosuna oturmak gerektiğini belirten Mungan, “Çünkü kadro üniversiteye ait. Bulu, bir vakıf üniversitesinden paraşütle buraya indi. Boğaziçi Üniversitesi’nin profesörlük kriterleri çok nettir. Bulu’nun özgeçmişi bizim üniversitenin profesörlük kadrosu için yetmiyor. Rektör oldu ama kadroya oturamıyor. Bu durumu nasıl çözecekler bilmiyorum” dedi. Mungan, “400-500 akademisyenli bir üniversitede herkes farklı düşünebillir. Akademisyenler belirli şeylerde aynı yerde duramayabiliyorlar. Ama buradaki kişinin üniversitenin profesörlük kriterini dahi yerine getirmemesi muazzam bir tek vücutluk yarattı. Herkes kesin olarak Bulu’nun istifa etmesini istiyor ya da atama kararı geri çekilsin” dedi. Prof. Dr. Bulu’nun baştan itibaren Boğaziçi’nin ilkelerine saygılı olacağını belirttiğini anımsatan Mungan, “Ancak Bulu, hafta sonu yaptığımız forumlardan rahatsız olduğunu bildirmiş. Bu, Boğaziçi kültürünü hiç kavramadığını gösteriyor” dedi.ÖĞRENCİLERİN ÇADIRLARINI YIKTIRDIÖğrenciler, önceki gün Melih Bulu’nun moderatörlüğünü yaptığı girişimcilik temalı toplantıya rektörlük binasının hemen önündeki direniş çadırından “Kayyım rektör istemiyoruz” sloganlarıyla dahil olmuştu. Sloganlar Bulu’nun canlı bağlantısı sırasında duyulmuştu. Bunun üzerine, çadırlar özel güvenlik görevlileri tarafından yıkılarak, rektörlük binasının önüne şerit çekildi. Boğaziçi Dayanışması’nın Twitter hesabından yapılan paylaşımda, “Kayyımın, öğrenciyle emekçileri çatıştırma çabalarına rağmen kayyımlık etrafındaki ablukayı dağıttık, çadırlarımızı kurduk” ifadeleri kullanıldı. Öğrenciler kırılan çadırları rektörlük binası önünde sergiledi. Seyhan Avşar

TBMM Deprem Komisyonu’ndaşeriat uyumlu sukuk sistemiönerildi

TBMM Deprem Komisyonu’nda şeriat uyumlu sukuk sistemi önerildi İslami yaşam tarzının her alanda yaygın kılınmak istendiği ülkede bir adım da Meclis’te atıldı. TBMM Deprem Komisyonu’nda, kentsel dönüşümün finansmanı için faizin yasak olduğu İslami finans ile genellikle “şeriat uyumlu” tahviller olarak da adlandırılan “sukuk” uygulaması önerildi. Deprem Komisyonu’nda, kentsel dönüşümün finansmanına ilişkin sunum yapan akademisyenler, bu maliyetin karşılanması için faizin yasak olduğu İslami finans ile genellikle “şeriat uyumlu” tahviller olarak da adlandırılan “sukuk” uygulamasını önerdi. Yatırımcının faizsiz sabit getiri elde etmesini amaçlan Sukuk, genellikle “şeriat uyumlu” tahviller olarak adlandırılan finansal sertifikalar olarak biliniyor.TBMM Deprem Komisyonu'nda, uzmanların sunumlarına devam edildi. İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Seyfettin Erdoğan, hemen hemen tüm ülkelerin son zamanlarda temel finans kaynaklarının başında İslami finansal enstrümanlarının geldiğini belirterek Türkiye için de faizin yasak olduğu “İslami finans”ı önerdi. Erdoğan, “Türkiye’de kentsel dönüşümün ve depreme karşı alınacak bütün tedbirlerin bütün altyapı harcamalarını kısa dönemde ulusal kaynaklarımızla karşılama şansımız yok. Bunun için de İslami finans temel bir çözüm. İslami finansman ile kentsel dönüşümü finanse etmek için bizim önerdiğimiz model ‘modifiye sukuk’ uygulamasıdır” dedi.AHLAKA AYKIRI İŞ OLMAZİslami finansın özelliklerine ilişkin yöneltilen soru üzerine temel parametreleri anlatan Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayfer Gedikli ise bu yolla aşırı riskin bertaraf edildiğini kaydederek, “Mesela aşırı risk barındıran kumar gibi bir iş, İslami fonu kesinlikle kullanamaz. Bir de toplum açısından fayda sağlayacak olan projeleri yapma mecburiyeti vardır İslami finansta. Örneğin, ahlaka mugayir (aykırı) bir işe giremezsiniz. Mesela toplum açısından çok fayda sağlamayan, çevreyi kirletecek bir proje İslami fon tarafından fonlanabilecek bir iş değil” diye konuştu.MHP’Lİ VEKİLDEN KATAR SAVUNMASIMHP’li Lütfi Kaşıkçı, İslami finans üzerinden Katar ile yapılan anlaşmaları savundu. Kaşıkçı, “Finansın kaynağı Batı’dan geliyorsa sıkıntı yok ama bu finans kaynağı Ortadoğu’dan veya Müslüman ülkelerden, İslam ülkelerinden geldiği zaman hep böyle üzerine tereddütle gidilmiş. Yıllarca yine birçok konuda olduğu gibi aslında bize ‘Cambaza bak’ yapılmış. Katar’ın Türkiye’deki yatırımları... Keşke daha fazla yatırım yapılsa, orada daha büyük ölçekte bir para var” dedi. Sefa Uyar

Cumhuriyet GençYazın sizlerle

Cumhuriyet Genç Yazın sizlerle Cumhuriyet'in gençler için, gençlerle beraber hazırladığı "Cumhuriyet Genç Yazın" okurlarımızla buluştu. ÖYKÜUNUTULMUŞ ESKİ UÇURTMAHARUN YETKİNKOCAELİ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİVakit öğleyi bir hayli geçmişti. Akdeniz’in boğucu yaz sıcağının kendini iyiden iyiye hissettirdiği vakitlerdi. Zorunlu olmadıkça insanlar evlerinden dışarı çıkmıyor, bu kavurucu güneşe maruz kalmak istemiyordu. Sıcaklığın getirdiği bir bezginlik duygusu bu vakitlerde insanları bir iki saatliğine uyumaya itiyor ta ki güneşin batışıyla hafif bir serinliğin başlayacağı zaman dilimine dek.Gözlerimden uyku akıyordu. Ama yapmam gereken bir dünya iş varken uyumak istemiyordum. Aklımda yaklaşan final sınavları, okumam gereken kitaplar ve yapmam gereken bunca şey varken, zaten bu pek mümkün gözükmüyordu. Önce hangisini yapmaya başlayayım diye düşünmeye çalışarak kendimi kandırıyor ve gittikçe daha da azalan bir istekle her seferinde önce başka birinden başlayacağımı düşünerek kendimi oyalıyordum. Günlerdir bu hal böyle sürüp gidiyordu. Her seferinde başka bir şeye biraz başladıktan sonra sıkılıp bırakıyordum. Bu düşüncelerle kıvranıp durmam ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Kavurucu sıcağı hissettiğimde uzun süredir hareketsiz kaldığımı ve güneşin bir süredir üzerime vurduğunu anladım. Daha fazla dayanamayarak kalktım. Soğuk bir duş kendime gelmeme yardımcı olur diyerek banyoya ilerledim. On dakikalık rahatlatıcı serinliğin ardından kendime gelmiş ve uykum kaçmıştı. Saçlar nasılsa hemen kuruyacağından kurutmaya gerek yoktu.YÜZÜNE BAKMAMIŞTIMHer şeyden uzaklaşmak için dama çıktım. Bir sandalyeye oturup etrafı izlemeyi düşünürken köşede duvar dibinde unutulmuş olan eski uçurtmaya takıldı gözlerim. Uzun zaman önce, çocukken yaptığım gibi uçururum diye almıştım. Ama bir daha dönüp yüzüne bakmamıştım bile. Güneşte kalmaktan naylonunda yer yer eriyip delinmeler olmuş. Hızlıca elden geçirirsem sıkıntısız uçabilirdi. Terazisini yani ipin uçurtmaya bağlanırken dengede taşıyabilsin diye iple oluşturulmuş üçgeni kontrol ettim. Sağlamdı.Uçurtmak için doğru yeri ve rüzgâr yönünü anlamak için bir esinti çıkmasını bekledim. Bir iki ufak esintide ne kadar denediysem de uçurtma bir türlü havalanamadı. Ümidim kırılmak üzereydi ama inadımdan bırakamıyordum. Birden daha yükseğe çıkarsam daha kolay uçurabilirim düşüncesi geldi aklıma. Ama damda çıkabileceğim tek yükseklik merdivenin sahanlığının üstünü kapatan çatıydı ve eğimli olmasından dolayı oldukça riskliydi. İnadım ağır bastı ve çatıya çıktım.Uygun rüzgârı bekleyip uçurtmayı saldım. Nihayet uçurtma yavaş yavaş yükseldi. Kontrolü kaybetmemeye dikkat ederek elimdeki ip makarasından dikkatli bir şekilde ip veriyordum. Normalde, uçurtmayı uçurmadan önce ip sonuna kadar açılır ve sağlamlığı ya da herhangi bir kopukluk olup olmadığı kontrol edilirdi ama ben bir anlık düşünce ile bu işe giriştiğimden her şey şansa kalmıştı.Uçurtma yükseldikçe daha güçlü bir rüzgârın etkisine maruz kaldığından dengede tutmak biraz zorlaşıyordu. Neyse ki çocukluğumda bildiğim o numaraların bazılarını unutmamışım. Zaman zaman ipi çekip bırakarak rüzgârın uçurtmayı sürüklemesini engelliyordum. Bir süre sonra yeterli yüksekliğe ulaştığında uçurtma oyuncak bir araba boyutunda gözüküyordu. Sanki rüzgârda usul usul süzülen benmişim gibi içimi büyük bir mutluluk kapladı. Çocukluğumdan belli uçurtma uçurmanın bana verdiği hazzı başka hiçbir şeyde bulamamıştım. Sanki ben de uçurtmayla birlikte hayat akışında karşılaştığım tüm o fırtınalardan uzaklaşıp rüzgârda çok çok uzaklara doğru salınıyordum. Her zaman başımı alıp gitme isteği doğuyordu içimde ama bağlarım ve iplerim varken gidemiyorum. Belki de uçurtma gibi iplere rağmen gitmeli insan. Süzülmeli çok çok uzaklara. Korkmamalı karşılaşacağı rüzgârlardan.Uçurtmamı seyre dalmışken bir ayak sesi ve sevinç çığlığı duydum. Kafamı çevirince küçük kardeşimin geldiğini ve uçurtmaya bakakaldığını gördüm. Şaşkınlığını atlatıp yanıma geldi ve biraz korkarak da olsa uçurtmanın ipini ona verdim. Elinden kayıp gitme ihtimaline karşın da makaraya sıkı sıkı yapışmıştım. Onun yaşadığı sevinç görülmeye değerdi. Ben her ne kadar uzun süredir uçurtma uçurmamış olsam da küçükken çok fazla deneyimlemiştim. Ama kardeşim ilk defa bir uçurtma uçuruyordu ve yaşadığı sevinci anlatabilmek mümkün değildi.Kardeşimin sevinci bana küçükken uçurtma uçurmak için güneşte durmaktan tenimin nasıl yandığı ve zaten esmer olan tenimin iyice karardığı zamanları hatırlattı.Düşüp ölmekten korkan ve bu yüzden uçmaya cesaret edemeyen küçük bir kuşun o korkuyu yenip ilk defa uçtuktan sonra hissettiği o muhteşem coşkuyla tekrar tekrar uçmak istemesi gibi kardeşim de ilkin uçurtmayı tutmaktan korktu. Ben tutamam elimden kayar gider diyordu. İkna etmek biraz zor olsa da sonunda beni kırmadı aldı ipi eline. Ve o ilk an muhteşemdi. Ruhu ve kalbi zaten göklerde uçmakta olan minik bir beden ve halihazırda göklerde olan bir nesne karşılaşmıştı. Bir eli uçurtmanın ipinde, bir eli ellerimde olan kardeşim, uçurtma sanki onu da göklere doğru çekecekmiş gibi sıkı sıkı sarılmıştı ellerime.Ne zamana kadar öyle durduk bilmiyorum. Gözlerim kardeşim ve uçurtma arasında mekik dokumaktan yorulmuş olmalı ki kendime geldim. Kardeşim çoktan alışmış ve elimi bırakmıştı. Bense düşüncelere dalıp gitmiştim. Hani tarifi imkânsız bazı anlar vardır. Çok mutlu olacağın bir şey olmasa ya da ortada bir sebep bile olmasa da için öyle huzurla doludur ki zamanın hükümranlığı kalksın da sonsuza dek o anda kal istersin. İşte birkaç saatlik zaman diliminde hissettiğim bu huzur hiç bitmesin istiyordum.NİHAYET ELİMDEYDİGüneş ardında kızıllıklar bırakarak batmak üzereydi. Yine akşam oluyordu. Kardeşimi artık uçurtmayı indirme vaktinin geldiğine ikna etmek biraz zaman alsa da sonunda o da kabul etti. Uçurtmanın ipini çekip yavaştan makaraya sarmaya başladım. Uçurtma zannettiğimden daha uzağa gitmişti. On dakika aralıksız ip sardıktan sonra nihayet uçurtma elimdeydi. Kuyruğunu ana gövdeye sarıp güneş görmeyecek bir yere kaldırdım.Biraz daha güneşin artık iyice azalan kızıllığına bakarak oyalandım. Bu birkaç saatlik dilimde tüm endişe ve sorumluluklarımı bir kenara bırakıp bambaşka bir âlemde olmanın yerini hatırıma gelen sorumluluklarımın yarattığı tedirginlik almaya başladı. Uçurtmayı ipinden çekip yere indirmiş olsam da onunla beraber göklere çıkan ruhumun bir ipi yoktu ki geri çağırayım. Düşünmesem ya da düşünmek istemesem de bir günü daha heba etmenin can sıkıcı tedirginliği üzerime çörekleniyordu.Aklım yaklaşan sınavlarda ve ruhum göklerde süzülürken ayağa kalkıp eve gitmeye karar verdim. Ayağa kalkınca yanımda oturan kardeşimi fark ettim. Kendi dünyama o kadar dalmıştım ki kardeşimin de orada olduğunu unutmuşum. Bana bakan meraklı gözlerini görünce içim bir hoş oldu.Belki bazı sorumluluklarımı yapmamıştım ama kardeşimle harika birkaç saat geçirmiştim. Bu bile dünyalara bedeldi. Elimi uzatıp yanaklarını sıktım ve sanki azıcık sıksam zarar görecek narin ve minik parmaklarından yakaladım.Zihnimdeki sisleri dağıtıp mutlu bir gülümseme eşliğinde eve doğru yürümeye başladık.---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ŞİİRÜRKEK DAĞALİ YÜCELANADOLU ÜNİVERSİTESİBulutların arasına gizlenmişKükreyen koca dağlarÜzerinde şanına yakışmayan ürkeklikTitriyorDeğil zemheri ayındanBelki bir ejderha korkusuBelki şairin diline düşme korkusu.***O dağlar kiHaramilere meydan okumuşSer vermiş, yol vermemiş,O dağlar kiKöroğlu’nu basmış bağrınaTeslim etmemiş zalim Bolu beyine,Ah! EylememişFerhat’ın Şirin’i için açtığı kazma yaralarına,Kartallara, kurtlara yuva olmuşArşa dayanmış ulu dağlar***O dağlarPerde çekmiş penceresineİğne iplik dikiş atmış eteğineKorkuyor şairin elindenKelimelerin maskaralığındaMısradan mısraya atılma endişesindeEn acayip, önemsiz kelimelerin arasındaAnlamsız bir harf olmakYa da bir noktalama işareti.KorkuyorDüşerse şairin dilineSerde ne yükseklik kalır ne şan.---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------DENEMEAŞK, DERİN BİR DOSTLUKLA BAŞLARMUTLUHAN YILMAZANKARA ÜNİVERSİTESİ BİLGİSAYAR VE ÖĞRETİM TEKNOLOJİLERİ EĞİTİMİSabahın erken saatleriydi. Uykudan uyanmış, Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan” kitabını büyük bir heyecanla elime almıştım. Geceden kalan bölümleri çok beğenmiş, uykumdan biraz daha izin istemiş fakat o izni alamamıştım.Aslında bu sıralar çok yoğunum bir yandan okul dersleriyle, sınavlar ve projelerle meşgul oluyorum. Bir yandan da uzaktan eğitim sürecinin hazırlıklarını yerine getiriyorum. Gündelik hayatım bu uğraşlarla geçiyor. Yeni bir şey öğrendiğimde heyecanlanıyor, ruhumun ve zihnimin hâlâ öğrenmeye açık, diri, canlı olduğunu anlıyorum. Zaten beni akademik kariyere yönlendiren de bu duygu idi. Yeni bir şey öğrendiğimde heyecanlanmamı sağlayan duygu...Sabahın mahmurluğu ile okuduğum sayfaların birinin son paragrafında tutuk kalmıştım. Aniden kendimi, okuduğum sözün derinliğini irdelemekte buldum.BU BİR KLİŞEYDİŞöyle yazıyordu:“Muhakkak ki aşk, derin bir dostlukla başlar.”Bu sözün ne olduğunu sabahın mahmurluğu ile pek anlayamamış olacağım ki gün içinde kendimi sürekli irdelemeye çalışırken buldum. İlginç...Sabahleyin ulaştığım sonuç, iki kişinin birbirini sevmesi, ahbaplık kurması sonucunda aşkın başladığı idi. Ama bu bir klişeydi. Bu tanımlamayı kabul etmemiş olacağım ki gün içinde aynı sözle tekrar ilgilendim. İlkin kendime dostluk nedir diye sordum. Bana göre dostluk, bir insanla özdeşleşmektir, ona derin ve karşılıksız bir güven, sevgi, muhabbet beslemektir.Kimseyle kurulamayacak bir bağın, ilişki ortamının, zemininin kurulmasıdır.Sözün anlamını yeniden keşfediyordum. Bana göre o sözle anlatılmak istenen, daha aşk serüveni başlamadan, karşınızdaki insana duyumsadıklarınızdı. Yani onu tamamen tanımadan, doğru düzgün iki laf etmeden, edemeden, arkadaşlık/aşk serüvenini başlatmadan, belleğinizdeki izlenimleriyle soyut anlamda onunla yalnız kalmak, kimseye anlatmadığınız, anlatamayacağınız şeyleri onunla paylaşmak, onu içselleştirmekti. Evet, bunu kendimden biliyorum. Kimseyle paylaşamayacağınız şeyleri, zihninizde kurguladığınız sevgiliye anlatabiliyor, onunla sonsuz paylaşım içine girebiliyor, derin bir güven bağı oluşturuyorsanız; evet, aşk ondan sonra başlar...İzlenimlerin zihninizdeki kurgulamaya rehber olduğu bu süreçte, sevgiliyle derin bir dostluk ikliminde yaşar, bu süreçten artakalanlarla aşkın başlayıp başlamayacağına karar verirsiniz.Henüz âşık olmamışlar; isterseniz bunu deneyebilirsiniz.-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ŞİİRKIRMIZI IŞIKÖZGÜR MUSTAFA KÖKİZMİR DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİKelimeler arasında gezinirken tıkılı kaldım,Sağ köşede görünen köprüye bakarken ben.Üstünde kırmızı bir ışık,Umudu temsil ediyor, hüznü.Bir ışık beklerken kırmızıda yakalandım.Hissettin mi bir ağaç gibi döküntüyü?Diyorum ya şimdi çözdüm örüntüyüYalanı temsil ediyor, üzüntüyüÜç paralel çizgiyi aşmaya çalışırken babaHak ettik mi anlatsana bana?Üstümde kırmızı bir ışıkKiri temsil ediyor, gürültüyü.------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------İKNAENVER TUNA ORMANCI ALAŞEHİR SELAHATTİN-ZUHAL BARUTÇUOĞLU ANADOLU LİSESİBugün hava yazdan kalma,Pencereden bahar giriyor.On altı yaşında bir genç,Odasının buğulu camından;Güneşe göz kırpıyor..Ekmeğin, suyun ve her şeyin,Bütün canlılara yeteceği bir dünyada,Neden savaşlar,Neden açlıktan ölenler,Neden göz yaşları acaba?Birisi bana anlatsın.İkna olmam ki...Gece rahat yatağında,Nasıl uyur bir insan?Başkalarının acılarından,Mutluluk devşirenler bilmem ki!.. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter