Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajans? - Haberler

Monday, 11.18.2024, 03:36 PM (GMT)

News - Haberler

Atatürk sevgisi katlanarak büyüyor

Atatürk sevgisi katlanarak büyüyor Tiyatro oyuncusu, seslendirme sanatçısı Arda Aydın’ın bir buçuk sene önce sahnelemeye başladığı “İlelebet... Bir Atatürk Hikâyesi” oyununun yarattığı etki, bu süre zarfında sınırları aştı. Yoğun ilgi gören oyun için Arda Aydın ve Biraderler Yapım ekibi, Almanya ve Kanada’da turne yaptı. Türkiye’de ise birçok şehirde perde açtı. Pandemi araya girmese turneler ABD ve İngiltere’de devam edecekti... Geçen yıl nisan ayında söyleşi yaptığımız Aydın, oyunun hedefini “Atatürk’ün insani yönünü ortaya koymak” olarak açıklıyordu. Bugün konuştuğumuz sanatçı, bu hedefinden fazlasına da ulaştıklarını şu sözlerle anlattı: “Oyunun ilgiyle karşılanacağını biliyordum ve fakat bu kadar kulaktan kulağa yayılabileceğine, Atatürk olgusuna, düşüncesine, fikrine bu kadar merak olabileceğine pek ihtimal vermiyordum. Tam tersi oldu. Fazlasıyla merak edildi, ilgi gösterildi ve oyunun adı Amerika kıtasına kadar ulaştı.” Peki, seyircinin bu ilgisi ülkenin içinde bulunduğu şartlara, gündeme bağlı olarak mı gelişti? Geri dönüşlerde buna göre bir değişiklik oluyor mu? Aydın, bu tür değişimleri kendisinin de beklediğini ama öyle bir şey olmadığını belirtti. Sanatçı, “Ülke gündemi Atatürk’e olan ilgiyi sadece artırıyor. Bundan kastım, olumsuz bir şey olduğu zaman Atatürk’e ve onun değerlerine sığınmak, sarılmak elbette alışageldiğimiz bir durum, fakat olumlu şeyler olduğu zaman da bu ilgi yine artıyor, yani her iki şekilde de ilgi çoğalarak, katlanarak büyüyor” diye konuştu.FARKLI BAŞLANGIÇ...Türkiye’de Atatürk’e dair yapılmış tek kişilik en büyük prodüksiyon olan oyun, “Atatürk günümüzde yaşasaydı derdini nasıl anlatırdı” sorusundan hareketle yazıldı. Oyunda, 1924- 1933 yılları arasında yapılan devrimler, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı dokuz yıllık dönem ele alınıyor. Bu tarih aralığından öncesi ve sonrası çok fazla kaleme alınmış ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkenin, en sağlam temellerinin atıldığı, devrim yıllarına ait yaşanmış ve anlatılmamış hikâyeler var. Arda Aydın, tek kişilik performansında oyunu her seferinde değişik bir başlangıçla oynadığını dile getirdi. Aydın, “Oyunun akışı içindeki bazı sahneleri daha dramatize ettim zaman içinde, bazı sahneleri anlatmaktan ve oynamaktan vazgeçip onun yerine günümüze daha çok vurgu yapan, zaten metnin ilk yazılmış halinde bulunan bazı sahnelerden eklemeler yaptım” dedi.‘BUNUN TARİFİ YOK’“İlelebet... Bir Atatürk Hikâyesi”, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde dün Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde yine kapalı gişe sahnelendi. Arda Aydın’ın 10 Kasım’la ilgili de bir mesajı var: “Oyunun içinde Atatürk’ün kendi ağzından söylediği çok güzel bir laf var: ‘Beni sevmek değil asla söylemek istediğim; beni anlamak, unutmamak.’ Evet, onu sevmek zorunda değiliz ama kendi adıma bire bir tanışmadığım, hiç karşılaşmadığım, karşılıklı tek kelime konuşmadığım bir insana duyduğum sevginin tarifini yapmakta zorlanıyorum. Türk insanının belki de ortak paydada buluştuğu yegâne his Atatürk sevgisi. 10 Kasım’a dair söyleyebileceğim şey de saat 9’u 5 geçe bir durup düşünmek gerektiği.”‘PANDEMİYLE DİJİTALE YÖNELDİK’Pandemi sürecinden en çok etkilenen sektörler arasında, zaten öncesinde de sıkıntılar yaşayan özel tiyatrolar geliyor. Biraderler Yapım’ın bu süreçten nasıl etkilendiğini sorduğumuz Aydın, şöyle konuştu: “Elbette sahneye dair yaptığımız işler dolayısıyla çok etkilendik. Çocuk Genç Sanat Tiyatro (ÇGST) adı altında bir birimimiz var, bu birimde çocuk oyuncular ve sanatçıları atölye programlarıyla yetiştirmeye ve geliştirmeye çalışıyoruz, bu da çok etkilendi. Aslında burada herkesin kendi derdine düştüğü bir durum var, yani özel tiyatroların sahneye çıkamamak, oyun oynayamamak, salonu olanların salon giderlerini karşılayamamak gibi dertleri mevcut. Fakat bizim en çok etkilendiğimiz zaman, çocukların atölyelere devam edemediği zamandı. Bir yandan da ÇGST birimi bir sosyal girişim, yani herhangi bir gelir beklentisi olmayan, bir maddi kazanç elde etmeyen bir oluşum. Hiçbir kazancı olmamasına rağmen en çok takıldığım nokta bu oldu. Onun dışında tabii ki bu geçen zamanda ‘İlelebet… Bir Atatürk Hikâyesi’ ve ‘Biraderler Cabaret’ oyunlarımızı dijital platformlar için İzmir ve Antalya gibi yerlerde oynadık. Sürecin başından itibaren dijitale çok sıkı bir çalışmayla evrildiğimiz için bu tür dijital platformlara video içerikler hazırladık. Yeni eğlenceli ve kaliteli içerikler bunlar ve şu anda birçok platformda halihazırda yenileri de çekilmek üzere yayımlanmaya devam ediyor.” Orhun Atmış

Sanatısanatçılar yönetemeyecek

Sanatı sanatçılar yönetemeyecek Kültür Bakanlığı, kurumlara gönderdiği bir yazıyla Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürlüğü’nün ve Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürlüğü’nün atama, tayin, görev değişikliği, görevlendirme yetkilerini elinden aldı. Sanatçıların tepkileri üzerine bakanlıkta konuyla ilgili tartışmalar yaşandığı belirtilirken bakanlık yetkililerinden yetki alınmasının “sehven” yapıldığı ve kısa süre içerisinde kurumların özerkliğini koruyacak şekildi durumun düzeltileceği öğrenildi. Kültür Bakanlığı’nca DT ve DOB genel müdürlüklerine gönderilen yazıya göre iki kurumun elinden atama, tayin, görev değişikliği, görevlendirme gibi yetkileri alınarak bakanlığa devredildi. Ancak DT, 5441 sayılı yasa kapsamında, DOB ise 1309 sayılı yasa kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı tüzelkişiliği olan özerk kurumlardı. Sanatçılarla yapılan sözleşmelerden kurum içinde gerçekleştirilen atamalara kadar pek çok konuda sorumluluk genel müdürlüklerdeydi. Bakanlığın gönderdiği yazıyla, kurumların yasalarla özerk olarak belirlenen tüzelkişiliği tanınmayarak yetkileri elinden alınmış oldu. Bakanlığın üst düzey yetkililerinden edinilen bilgiye göre söz konusu durum bakanlık içinde de tartışmaya neden oldu. Yapılan yetki devrinin “sehven” yapıldığını belirten yetkililer, sivil toplum kuruluşlarının etkisiyle konunun bakanlıkta yeniden gündeme geldiğini ve DT ile DOB’den konuyla ilgili görüş alındığını belirtti. Yapılan bu hata karşısında yeni bir düzenleme yapılacağı ve bu düzenlemede de DT ve DOB’nin özerkliğinin korunacağı öğrenildi.DETİS’TEN DÜZENLEMEYE TEPKİÖte yandan Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nden (DETİS) yapılan yazılı açıklamada, söz konusu düzenlemeye tepki gösterildi. Yazıda, “Zaten bir süre önce DT’nin kritik önem taşıyan bazı makamlarına bakanlıkça çeşitli kurumlardan kişiler atanmıştır. Bunlardan bazıları personel daire başkanı, idari mali işler genel müdür yardımcısı, hukuk müşavirliği ve tüm hukuk bürosudur. Yapılan yetkisizleştirme ve etkisizleştirme hamlesi ile DT ve DOB genel müdürlükleri fiilen ortadan kaldırılmıştır” ifadelerine yer verildi. Sanatın özerkliğine dokunulamayacağı kaydedilen açıklamada, “ ‘Sanat kurumlarını sanatçıların yönetmesine gerek yoktur’ cümlesi, cahil ve çarpık bir zihnin ürünüdür. Telafisi mümkün olmayan bir gaflet, dalalet ve hıyanettir! İvedilikle bu yanlıştan dönülmesini ümit ediyoruz” çağrısı yapıldı. Sarp Sağkal

Özel ve devlet okullarıöğrencileri arasındaki makas açılıyor

Özel ve devlet okulları öğrencileri arasındaki makas açılıyor Özel okullar, canlı dersler, yüz yüze eğitim ve telafi programlarıyla öğrencilerine daha verimli eğitim ortamı sunarken, devlet okullarında okuyan öğrenciler o kadar şanslı değil. Teknolojik açıdan gerekli olanaklara sahip çocuklar bile çeşitli nedenlerle öğrenim kaybına uğruyor. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nce il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıyla özel okullara 7. ve 11. sınıfları için de destekleme kursları açma izni verildi. Yazıda, “Okulların bazı sınıflarında yüz yüze eğitim faaliyeti başlatılmış olup, yüz yüze eğitim faaliyetine başlayamayan özel okulların 7. ve 11. sınıflarında okuyan öğrenciler de kurumların kurucuları ve öğrenci velilerinin istemeleri halinde destekleme ve yetiştirme kursları ile takviye kurslarına başlayabileceklerdir” denildi. Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, “Bu yazı ile özel okullar fiili olarak 2 sınıfta daha yüz yüze eğitime başlamış olacak. MEB tüm öğrencilerin eğitim hakkından sorumludur, eğitimde eşitsizlik yaratacak adımlar atamaz, kararlar alamaz” dedi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın salgının başından bugüne tek bir öğrencinin bile eşitsizlik yaşamaması için gereken önlemleri alması gerektiğine dikkat çeken Aydoğan şunları söyledi: “Milyonlarca öğrencimiz hâlâ uzaktan eğitime erişemiyor. Erişebilen öğrencilerimizin yüzde 60’ından fazlası ise cep telefonu ile uzaktan eğitime ulaşmaya çalışıyor. Yüz yüze eğitim seyreltilmiş ve aşamalı olarak gerçekleştiği için tüm öğrencilerimiz için ulaşabildikleri ders saati sayısı azaltıldı, müfredat seyreltilmedi, öğrenciler tüm kazanımlardan sorumlu ve sınavlar gerçekleşmeye başladı. MEB, özel okullarda eğitime erişim sorunu yaşamayan bir öğrenci ile eğitime erişimi olmayan veya yalnızca EBA TV’den ulaşabilen öğrencileri seçmeye, elemeye, rekabete dayalı sınavlara zorluyor. Alınan her karar, yaşama geçirilmeyen önlemler ise kamu okulları açısından eşitsizliği, yaşanılan sorunları her geçen gün daha da derinleştiriyor.’’DERSLER GEÇ SAATTEEğitim-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, özel okulların Milli Eğitim Bakanlığı’nın atamadığı adımları gerçekleştirdiğini belirterek “Öğrencilerini yüz yüze eğitime çağırdılar, canlı derslere başladılar, öğrencileri arasında uzaktan eğitime erişemeyen öğrenci olmadı. Halen yüz yüze eğitime başlatılamayan ara sınıflar ortada dururken özel okulların tüm sınıflar düzeyinde başlaması, bilgisi eksik kalanlar için telafi eğitimleri vermesiyle öğrenciler arasındaki makas daha da açıldı’’ dedi. Yıldırım, salgın dönemindeki eğitim sürecinde özel ve devlet okulları arasındaki farkları şöyle sıraladı: “Tüm öğretmenler EBA ve EBA dışındaki platformlardan canlı ders anlatımını sürdürüyor ama bu öğretim yöntemi derslerin anlaşılmasında ve kazanım haline dönüşmesinde yeterli değil. Ev ortamları uygun olmayabiliyor.- Özel okullarda zaman daha iyi kullanılıyor. Konular ve dersler üs üste bindirilmeyerek zaman verimli kullanılıyor. - Özel okullardaki çocukların anne babaları dışardan eğitim desteği alabiliyor. Eve özel öğretmen çağırılıyor, çocuklar kursa yollanıyor. - EBA’da 8.30’dan 20.30’a kadar ders var. Akşam geç saatlerdeki dersler verimliliği engelliyor. - Devlet okullarındaki sınıflar daha kalabalık, bire bir ilişki daha zor kurulabiliyor.GERİ KALDILAR...Çocuğu bir devlet ilkokulunun ikinci sınıfında öğrenim gören bir veli, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: ‘’21 Eylül’de okulların açılmasıyla çocuklarımız uzaktan eğitim almaya başladı. İlk haftalarda online eğitimde sıkıntı yaşamış olsak da öğretmenimizin yardımlarıyla haftada 5 gün 30 ders canlı ders yaptık. Pandemide okulların kapanmasıyla devlet okulunda okuyan çocuklar ilk defa öğretmenleriyle aktif ders yapamaya başladı. Bu düzene alıştık, her şey yolunda derken 12 Ekim’de yüz yüze eğitim başladı. Biz yaklaşık 1 aydır devletin bize göndermeme imkânı sunulduğu halde sadece çarşamba günler canlı ders alabiliyoruz. İlk 2 hafta hiçbir çocuğumuz yüz yüze eğitime katılmadı. Ailelerimizde kronik rahatsızlığı olanlar var ve sınıf mevcudu kadar imza toplayıp okul yönetimine teslim ettik. Fakat bakanlıktan yazı gelmediği için hâlâ çocuklarımız online eğitim almıyorlar. Öğretmenimiz sınıfa 2 veya 3 çocuğa ders anlatıyor. Çocuklarımız derslerden geri kalıyor.’’ Figen Atalay

Irak'tan Samsun'a yolcu taşıyan otobüsŞanlıurfa’da devrildi: 32 yaralı

Irak'tan Samsun'a yolcu taşıyan otobüs Şanlıurfa’da devrildi: 32 yaralı Kaza, saat 04.30 sıralarında Şanlıurfa-Viranşehir karayolunun 60’ıncı kilometresinde meydana geldi. Irak’tan Samsun'a yolcu taşıyan Talha Hasan yönetimindeki 36 164 plakalı yolcu otobüs Dağyanı mevkisinde kontrolden çıktı. Sürücü Hasan'ın direksiyon hakimiyetini kaybettiği otobüs, şarampole yuvarlandı. Takla atarak yuvarlanan otobüsü gören diğer sürücüler, 112 Acil çağrı Merkezine ihbarda bulundu.Kaza ihbarının ardından olay yerine çok sayıda ambulans, sağlık, jandarma, polis, UMKE ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Can pazarının yaşandığı kazada aralarında kadınların da bulunduğu 32 kişi yaralandı. Devrilen otobüsün altında kalan yaralıların çıkarılması için UMKE, itfaiye ve jandarma ekipleri büyük çaba harcadı.Sağlık ekipleri yaralılara ilk müdahaleyi olay yerinde yaparken,  UMKE ve jandarma ekipleri Arapça konuşarak yardımcı oldu. İlk müdahaleleri yapılan yaralılar daha sonra ambulanslarla kent merkezindeki hastanelere kaldırdı. Jandarma ve polis ekipleri, bölgede geniş güvenlik önlemleri alırken, kurtarma çalışmaları nedeniyle, karayolu kısa süreliğine trafiğe kapatıldı. Kaza ile ilgili soruşturma sürdürülüyor.  DHA

ABD Başkanlık Seçimleri: Trump Beyaz Saray'dan ayrılmayıreddederse ne olur?

ABD'de seçim sonuçlarının netleşmesi ve Demokrat Parti adayı Joe Biden'ın kazanmasının ardından yaklaşık dört gün geçti. Ancak Başkan Donald Trump, bugüne kadarki geleneklerin aksine henüz rakibini arayarak yenilgiyi kabul etmiş değil. Trump, Beyaz Saray'dan ayrılmayı reddederse ne olur?Habere Gitmek için Tıklayın

Meksika’da polis, kadın cinayetlerini protesto eden gruba ateşaçtı

Meksika'nın Cancun kentinde polis, iki kadının öldürülmesini protesto eden gruba ateş açtı, dört kişi yaralandı. Bölge valisi, ateş açılmamasını emrini dinlemeyen emniyet müdürünü açığa alırken polisin iddia ettiği gibi plastik mermi değil, gerçek mermi kullanıldığını açıkladı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.Habere Gitmek için Tıklayın

Başyapıtlarıyla Bulgakov...

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Başyapıtlarıyla Bulgakov... /Archive/2020/11/11/010855294-ic1.jpgUSTA İLE MARGARITAMihail Bulgakov’un yaşamının son günlerine dek üzerinde çalıştığı, uzun süre yasaklanmış ancak ölümünden yıllar sonra 1966’da o da katı bir sansürden geçerek yayımlanabilen dev romanı Usta ile Margarita, 20’inci yüzyıl edebiyatının başyapıtları arasında yer alır.Keskin yergili bir mizahla dolu fantastik bir roman olan Usta ile Margarita, Can Yayınları tarafından, SSCB döneminde kitaptan çıkarılan 80 sayfayı da içeren eksiksiz çevirisiyle sunuluyor.Acımasız bir sistem eleştirisini derin bir felsefi tartışmaya dönüştü¬rerek insan kadar eski iyi-kötü tartışmasını irdeleyen Usta ile Margarita, iki ayrı öyküyü yan yana getirir. Bunlardan biri XX. yüzyılda Moskova’da, diğeri Pontius Pilatus’un 26-36 yılları arasındaki valiliği döneminde Yahuda’da geçer./Archive/2020/11/11/010910340-ic2.jpgRomanın başkişisi, Prof. Woland kılığına girmiş olan Şeytan’dır.1930'lu yıllarda Moskova'da sıcak bir bahar günü… Günbatımına yakın saatlerde Şeytan, iyi giyimli ve yabancı görünümlü bir beyefendi kılığında şehre iner ve kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtır.Moskova’ya inen Şeytan, seçkin aydın çevrelerinin ikiyüzlülüğünü ve yozluğunu gözler önüne seren çılgınca oyunlara başvurur.Onun garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler.Onun karşısındaysa akıl hastanesine kapatılan, baskı altındaki bir romancı, yani “Usta” vardır...Onun garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler.Bulgakov’un Usta ile Margarita’yı bitirememekten korkuyordu ve bir taraftan da böbreğindeki hastalık nedeniyle sağlığı gittikçe kötüleşiyordu. Uykusuzluk çekiyor ve kendini halsiz hissediyordu.1934 tarihli bir mektupta arkadaşına şunları yazıyordu: “Yalnızlık korkusu; şimdiye kadar hiç böyle berbat bir şey yaşamamıştım ya da bir başıma kalma korkusu desem daha doğru. Bu o kadar midemi bulandırıyor ki bir bacağımı kesmelerini tercih ederim.”Yapıtının müsveddesine de şöyle bir not düşmüş: “Ölmeden önce bitir.”/Archive/2020/11/11/010925700-ic4.jpgUsta ile Margarita’nın anlatısı çoğu yerde trajik ve dokunaklı olsa da her şeyden önce Bulgakov eğlence hissi uyandırmanın peşinde.Sovyet yaşam tarzına yönelik keskin bir hiciv, dinsel bir alegori, komik bir fantezi olduğu kadar, dokunaklı bir aşk öyküsü de olan kitabı özellikle yazıldığı koşullar dikkate değer kılıyor. Ne de olsa Stalin rejiminin en karanlık günlerinde, gecenin bir vakti insanların ortadan kaybolduğu bir dönemde yazıyordu.Bu arada Stalin, Bulgakov’la aynı Ahmatova’yla olduğu gibi kişisel olarak ilgileniyordu. Bazılarına göre Stalin’le olan ilişkisi Bulgakov’un tutuklanmasını ve yargılanmasını engellemişti. Ama aynı zamanda saklamadan yapmak istediği çalışmaları da engellemişti.Bulgakov bundan hareketle hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı alacakaranlıkta kalmış bir dünya yaratır ve fantastik, doğaüstü ve kötücül olan ne varsa bunları günlük hayatın sıradan olayları gibi ele alır./Archive/2020/11/11/011004871-ic5.jpgGENÇ BİR DOKTORUN ANILARIBirinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev’de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesinin küçük bir köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük bir rol oynadı.Rusya yeni bir devrime ve iç savaşa doğru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı.Devrim, büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir.Zor bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş…Korku içinde yaptığı ilk ameliyatıyla genç bir kızın hayatını kurtaran genç doktor, başka bir gün morfin kullanmaya başlamış meslektaşını kurtarmaya çalışır. Fakat trajik ve dehşet verici görünen her şey Bulgakov’da yaşamın ciddi mizahıyla anlatılır.Bulgakov’un yaşamının bu ilk doktorluk dönemini anlatan “Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri”, “Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları”, “Ben Öldürdüm” ve “Morfin” adlı öyküleri Türkçede ilk kez bu kitapta bir araya geliyor./Archive/2020/11/11/011023777-ic6.jpgMORFİNDr. Bomgard şehre atanalı birkaç ay olmuştur ki, taşradaki eski yerine gönderilen arkadaşı Dr. Polyakov intihar eder. Ölmeden önce arkadaşına bıraktığı günlükte Polyakov, ölümüne sebep olan amansız bağımlılığı ağrıları için aldığı morfinin hayatını nasıl ele geçirdiğini ve sonunda gerçekle bağını nasıl yitirdiğini satır satır anlatmıştır.Morfin, Rus edebiyatının yasaklı ustası Bulgakov’un savaş sonrası dönemdeki morfinmanlık deneyiminden yola çıkarak yazdığı sarsıcı bir öykü./Archive/2020/11/11/011035308-ic7.jpgKOL MANŞETİNDE NOTLARKol Manşetinde Notlar’daki, keskin, sert ve neşeli diliyle Kiev ve Moskova’nın günlük hayatının bir panoramasını çizen öykülerinde Bulgakov, Rusya’nın tarihin akışını değiştiren döneminde yaşanan her şey var:İç savaşın insanları birbirinden ayıran, kuşkulara sürükleyen, herkesin bir taraf seçmek zorunda olduğu günlerinden, Bolşevikler tarafından Yeni Rusya iktidarının kurulduğu, yeni eğitim, yeni ekonomi, yeni kültür gibi sayısız yeniliğin ortaya çıktığı günlere kadar her şey.Öykü derlemesine adını veren Kol Manşetinde Notlar, genç yazarın bu kıtlık ve bürokrasi günlerinde mesleğe nasıl atıldığını, gazete yazarlığından tiyatro oyunu ve roman yazarlığına uzanan sürecini yetkin bir hicivle sunuyor./Archive/2020/11/11/011057371-ic8.jpgTEATRAL BİR ROMAN (SİYAH KAR)Sergey Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi Bağımsız Tiyatro'da sahnelenmek üzere neredeyse rasgele bir şekilde seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuğun akıl almaz girdabında bulur.Bağımsız Tiyatro'nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle yarışırken, yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun sahnelenme ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov, içinden nasıl çıkacağını bilemediği bir kaosun ortasına düşmüştür.Üstat ile Margarita'yla tanınan Mihail Bulgakov, yayımlanmadan önce adıyla sansüre takılan Teatral Bir Roman (Siyah Kar)'da bir oyun yazarı olarak tecrübelerinden yola çıkıyor ve dönemin tiyatro dünyasının perde arkasını tüm çıplaklığıyla sunuyor./Archive/2020/11/11/011109245-ic9.jpgMOLIERE EFENDIEbeyle konuşurken, “Hiçbir kadın yüzyıllar boyunca bir benzerini dünyaya getiremeyecek,” diyor Molière Efendi'nin anlatıcısı, “düşünün ki, üç yüz yıl sonra, uzak bir ülkede, Bay Poquelin'in oğlunu ellerinizde tuttuğunuz için anımsayacağım sizi.”Mihail Bulgakov, 17. yüzyılın en büyük Fransız oyun yazarı Molière'i, deneysel bir biyografi olarak nitelendirilebilecek bu kitapla onurlandırırken hiçbir ayrıntıyı atlamıyor, her şeyi anımsıyor.Asıl adı Jean-Baptiste Poquelin olan Molière'in tiyatroya adanmış zorluklarla dolu hayatını, ona duyduğu yakınlığın da etkisiyle, büyük bir sıcaklıkla aktarıyor Bulgakov. Böylece, aralarındaki yüzyıllara rağmen, kelimeler sayesinde buluşuyor iki üstat. Bu buluşma, şair Özdemir İnce'nin pürüzsüz Türkçesiyle daha da zenginleşiyor. Yapıt, Sabri Gürses'in Rusça aslından yaptığı karşılaştırmayla tamamlanarak Everest Yayınları'nın dünya klasikleri dizisindeki yerini alıyor./Archive/2020/11/11/011134917-ic10.jpgKIZIL MOSKOVA“Moskova’yı en son bundan en çok altı ay önce görmüş olanlar şimdi kenti tanıyamazlar; Yeni Ekonomi Politikası (Moskova halkı artık kısaca NEP diyor buna) öylesine değiştirdi onu. Adım adım başladı bu… az az…Sağda solda tahta perdeler kaldırıldı, arkalarından uzun bir aradan sonra tozlu, donuk dükkân vitrinleri görünmeye başladı. Boşaltılmış yapıların derinlerinde lambalar yanıyor, onların ışığında hayat kıpırdıyor:Çiviler çakılıyor, mıhlanıyor, tamiratlar yapılıyor, içleri malzeme dolu sandıklar, kutular açılıyor. Yıkanıp temizlenmiş vitrinler aydınlatılmış. Sergilerin üzerinde yuvarlak, güçlü lambalar yanıyor ya da vitrinlerin çevresinde parlak ışıyan borular var.Yoksul düşmüş Moskova’nın bunca malı hangi gizli hazinelerden çıkardığını anlamak olanaksızdır. Ama bulmuş ve hepsini bol bol aynalı vitrinlere boşaltmıştı, tezgâhlara yığmıştı.”/Archive/2020/11/11/011155495-ic11.jpgBulgakov’un 1920’lerde yazdığı öykü ve köşe yazılarının temel konusu kültür ve insan ilişkileridir. Rusya’nın yönetimini ele geçirmiş olan Bolşeviklerin ülkenin ekonomisini, güvenliğini ve kendi iktidarlarını ayakta tutmaya çalıştığı bu dönemde, yeni bir kültür de ortaya çıkmaya başlar.Bürokraside, orduda, sanat kurumlarında eski kültürle yeni kültür karşı karşıya gelmiş ve bu karşılaşma çoğu kez ürkütücü ve gülünç durumlara yol açmıştır.Bulgakov’un sivri dilini tutmadığı ve tutarsızlıkları alaya aldığı, derin gözlem yüklü bu metinler yönetimle neden anlaşmazlıklar yaşadığını da berrak bir şekilde sergiler./Archive/2020/11/11/011215589-ic12.jpgKÖPEK KALBİBulgakov, Köpek Kalbi'nde sokak köpeği Şarik'in öyküsünü anlatır.Dünya çapında bir bilim insanı olan Profesör Filipoviç, evine götürüp beslediği Şarik'i ameliyat ederek, er bezlerini ve hipofiz bezini adi bir suçlununkilerle değiştirir. Köpek arsız, yüzsüz, şehvet düşkünü ve kaba saba bir insana dönüşür.Şarik insan haliyle profesörün hayatını cehenneme çevirse de Sovyet bürokrasisinde kendine bir konum edinebilecektir.Komünistlerin küçük burjuva değerlerinin üstünde yeni bir Sovyet insanı yaratma ideallerini hicveden Köpek Kalbi, Bulgakov'un en çok tartışılan yapıtlarından./Archive/2020/11/11/011227713-ic13.jpgÖLÜMCÜL YUMURTALAR1917 Rus Devrimi'ni izleyen çalkantılı yıllar yeni bir Sovyet gerçekliğini ortaya koyarken, dâhi zooloji profesörü Persikov da canlı organizmaların üreme hızlarını artıran ve onları devleştiren yeni bir "kızıl" ışın keşfeder.O sıralarda Sovyet cumhuriyetlerindeki bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın patlak verince, Persikov'un henüz test edilmemiş buluşu bu soruna bir çare olarak görülür…Zira bilimde ilerleme ve bu sayede düşmanlarla rakipleri geride bırakma, Stalin döneminin yol gösterici ilkesidir… Stalin'in iktidara geldiği 1924 yılında yazılmasına karşın 1928'de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin kötüye kullanılmasının sonuçlarına işaret eden parlak bir sistem eleştirisidir./Archive/2020/11/11/011247573-ic14.jpgŞEYTANNAMEGogol, hicvini korku unsurlarından yoğurmuştu; eserleri her türlü garabetin meskeni, yaşam alanına dönmüştü. Cinler ve şeytanlar korkutup kaçan figürler değil, ana kahramanları olmuştu. Gogol'den sonra evsiz kalan üç harflilere başlarını sokacakları yapıtlar veren de Bulgakov idi.Bir akrabalık bağını takip etmemizi mümkün kılan da, her türlü gotik zevatın hem Gogol hem de Bulgakov'un eserlerinde korkuturken güldürmesiydi. Hâlâ daha olanca ağırlığıyla küçük insanlarını ezen meşhur devlet bürokrasisiyle toplumsal bellekler bu iki ismin eserlerinde hesaplaştılar.Şehre sessiz sedasız gelen müfettiş ile, şehre sessiz sedasız gelen şeytanın gözler önüne serdikleri aynıydı. En kalabalık halleriyle Mir gorod'ta arz-ı endam eden kahramanların, neşe ve enerjilerinden bir şey kaybetmeden kendilerini Üstat ile Margarita'da bulması tesadüfi değildi.Tıpkı Ölü Canlar'm Çiçikov'unun yolculuğuna Sovyet Moskova'sında devam etmesi gibi. Biri diğerinin yıllardan ve akımlardan süzülmüş tezahürüydü.Gogol'un mirası birisine kalmışsa, o da Bulgakov'dur./Archive/2020/11/11/011304588-kapakk.jpgMİHAİL AFANASYEVİÇ BULGAKOV: 1891’de Kiev’de doğdu. Genç yaşta doktorluğu bırakarak kendini tümüyle yazarlığa verdi.İlk romanı Beyaz Muhafız (1925), komünist bir kahramana yer vermediği gerekçesiyle Sovyet resmî çevrelerince büyük tepkiyle karşılandı.Sovyet toplumunu eleştiren yergili fantezilerin yer aldığı Şeytanî’de (1925) resmî çevrelerin eleştirisine uğradı. Bulgakov aynı yıl sözde bilim üstüne bir yergi niteliğindeki Köpek Kalbi’ni yazdı.1930’a gelindiğinde, yapıtlarının yayımlanması yasaklanmıştı. Buna karşın Bulgakov, 1930’larda iki önemli yapıt daha verdi. Moskova Sanat Tiyatrosu’nun perde arkasını acımasızca yeren yarıda kalmış özyaşamöyküsel romanı Teatral Bir Roman ve göz kamaştırıcı bir fantezi olan Usta ile Margarita.1940’ta Moskova’da ölen Bulgakov’un eserleri, Stalin’in ölümünün ardından, 1950’lerin sonlarına doğru gittikçe saygınlık kazandı. Cumhuriyet Kitap Eki

'Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya'

'Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya' /Archive/2020/11/11/010244079-ic1.jpgKapılarını yüzyıllarca dünyaya kapalı tutan Japonya'nın ticari ilişkiler yoluyla dışa açılması toplumun genelini, kültürünü ve dilini de etkiledi.Eşzamanlı yaşanan dil devrimi ve çeviri faaliyeti sayesinde Batı edebiyatıyla tanışan Japon yazarlar farklı akımların etkilerini eserlerinde yansıttı.Bu geçiş döneminde dünyaya gelen Shiga Naoya’nın öyküleri de yaşanan değişimin birer aynası. Sade fakat eşsiz şiirsel anlatımı ve üstün gerçekçiliğiyle kısa zamanda ün kazanan Shiga, edebiyat çevrelerince “Japon dilinin ilahı” ve “Japon öykü sanatının piri” ilan edilir.Öyküyü yürekte biriken korku, üzüntü, kızgınlık, pişmanlık gibi yoğun duygulardan çıkış olarak gören Shiga için yazmak, ruhsal arınma anlamına gelir.Parlak yeteneğine karşın Shiga’nın amacı öyküyü bir araç olarak kullanarak ruhsal olgunluğu tamamlamak, evrensel aydınlanmaya ulaşabilmekti. Belki de bu ayrıksılığı nedeniyle “Japon edebiyatının anavatanı” olarak anılır.Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya’da yazarın öykülerinden bir derleme yapan Oğuz Baykara, hem yazarın yaşamı hem de onu inşa eden kültürel geçmiş ve modern Japon edebiyatının doğuşu hakkında yetkin bir çalışmaya imza atıyor.Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya / Oğuz Baykara / Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi / 332 s. Cumhuriyet Kitap Eki

BirÄ°zlanda polisiyesi

Bir İzlanda polisiyesi /Archive/2020/11/11/005936315-ic1.jpgİntihar girişimi gerçekleştirmeyi tasarlayan birine yardım etmek ya da bir kişiyi kasten intihara teşvik etmek suç teşkil eder mi? Arnaldur Indrıdason’un 2005’te, “Reykjavik Polisiyeleri” başlığı altında yayımlanan Sırlar Şehri adlı roman ile Türk okurunun tanıdığı dedektif Erlendur, yedi yıl ortalardan kaybolduktan sonra bu kez Hipotermi’yle yeniden karşımızda. Ama bu sefer kaybolmamak üzere geri geldiği açık.Arnaldur Indrıdason romanları Kuzey polisiyelerinin kendine özgü bütün özelliklerini barındırıyor. Nedir bu özellikler? Gizem dolu cinayetler, derinlikli karakter betimlemeleri, toplumsal sorunlar karşısında takınılan gerçekçi duruş ve kasvetli, soğuk mekanlar…Arnaldur Indrıdason’un yeni romanı Hipotermi’ye gelene kadar yayımlanan Sesler, Sular Çekildiğinde ve Kutup Soğuğu romanları, kahraman-okur beraberliğimizin uzun soluklu olacağını kanıtlıyor.Indrıdason’un Dedektif Erlendur’u sadık polisiye okurlarının yakından tanıdığı Kuzeyli meslektaşları gibi “cool” ama son derece kibar ve çoğu polisiye roman kahramanına benzer şekilde özel hayatı problemlerle dolu bir dedektif.O, bir soruşturma sürecinde sizi sorgulamaya geldiğinde kapı dışarı edebileceğiniz naiflikte olmakla beraber bacadan girerek sorularının yanıtını alıncaya kadar peşinizi bırakmayacak inatçılıkta bir adam.ÖLÜMDEN SONRA YAŞAMHikâyeye bakarsak...Yazar, Hipotermi romanında macerayı gizemli ve büyük sorulardan birini takıntı haline getirmiş bir kadın üzerine kurmuş: "Ölümden sonra yaşam var mıdır ve eğer varsa ölen biri ölüm sonrası gidilen bu yer her neresiyse oradan bize bir şey söyleyebilir mi veya bir işaret gönderebilir mi? ".Bir bankada çalışan ama yönetimden kaynaklanan sorunlar nedeniyle tımarhaneye dönmüş iş yerinde çok bunalan Karen, çocukluk arkadaşı Maria’nın daveti üzerine hafta sonunu dinlenerek geçirmek için arkadaşının, Thingvellir Ulusal Parkı'nda bulunan Sandkluftavatn Gölü kıyısındaki yazlık evine gelir. Ancak gelir gelmez evde kötü bir sürprizle karşılaşır: Maria’nın cesedini tavana asılmış halde karşısında durmaktadır.Dedektif Erlendur ne evde ne de kadının vücudunda herhangi bir mücadele izine rastlar. Erlendur soruşturmasını ilerletirken Maria’nın önce bir deniz kazasında babasını, bu kayıptan iki yıl gibi kısa bir süre sonra kanser hastalığı nedeniyle annesini kaybettiğini ve bu kayıpların onda korkunç bir travmaya neden olduğunu öğrenir.Öğrendiklerinden vardığı olası bir sonuç, genç kadının çok güçlü bir bağlılıkla sevdiği annesinin kaybının yol açtığı ağır depresyonun üstesinden gelemediği için intihar etmiş olabileceğidir.Sonrasındaki günlerden birinde Karen, Maria’nın kendi isteği ve kararıyla intihar ettiğine dair kuşkuları olduğunu söylemek ve bu kuşkularının temeli olan, arkadaşına ait bir ses kaydını vermek için dedektifi ziyaret eder.Söz konusu kayıt, Maria’nın bir medyumla beraber annesinin ruhunu çağırmak amacıyla gerçekleştirdiği bir seansın kaydıdır. Karen, Maria’nın her zaman ölümden sonra bir yaşam olup olmadığını merak ettiğini, bu konuyu yoğun bir biçimde araştırdığını ancak annesinin ölümüyle beraber takıntı haline getirdiğini de açıklar.Üstelik bu araştırmalar teoride kalmamış, Joel Schumacher'in bilinen filmi Çizgi Ötesi’nde filminde gerçekleştirilen deneylere benzer bir deney gerçekleştirmeye kadar varmıştır./Archive/2020/11/11/005947924-kapakic2.jpgDENEY!Romana adını veren "Hipotermi deneyi" kapsamında bir grup tıp fakültesi öğrencisi bir arkadaşlarının vücut ısısını belli bir seviyenin altına düşürerek kalbini durdurmuşlar ve onu klinik olarak öldürmüşlerdir. Bu esnada soğuk tüm organları korumuştur. Ekip daha sonra defibrilatör yardımıyla kalbin tekrar çalışmasını ve "ölen arkadaşlarının dirilmesini" sağlamıştır.Maria'nın yaşarken, ölümden sonra bir hayat varsa ve annesi de bu yaşamı sürdürmek üzere belli bir yere gitmişse kendisine mutlaka bir mesaj göndereceğine ve annesinden beklediği o işaretin de kütüphanesinde bulunan Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde" kitabı aracılığıyla kendisine ulaşacağına inandığı bilinen bir durumdur.Erlendur kaydı dinlediğinde tuhaf ve güçlü bir dürtünün kendisini ele geçirdiğini hisseder ve Maria hakkında daha fazla bilgi edinmeye, ailesini ve arkadaşlarını daha yakından tanımaya, yaşamının neden o yazlık evde, bir ilmikte son bulduğunu araştırmaya koyulur.Araştırmalarını derinleştirip Maria’nın hayatını didikledikçe gerçeğin göründüğü gibi olmadığını anlar. İntiharla ilgili bir teorisi vardır fakat elinde çok az ipucu olduğu için kuramını açıklamakla zayıf temellere dayalı bir suçlama yapmaya kalkışmanın çelişkisi ve sıkıntısı içinde gerçeği ortaya çıkarmaya yönelir.Hipotermi romanı yazarın diğer romanları gibi tek bir cinayet üzerine kurulmuş olay örgüsüyle yavaş tempoda ilerleyen, kuzeyli yapıtların pek çoğunda görmeye alışık olduğumuz şiddet dolu sahneler barındırmayan ama sürükleyicilik ve gizem çizgisinden asla ödün vermeyen tipik bir Arnaldur Indrıdason romanı.Hipotermi / Arnaldur Indridason / Çeviren: Gamze Bulut / Doğan Kitap / 309 s. Çağatay Yaşmut




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter