News - Haberler
Sanatısanatçılar yönetemeyecek
Sanatı sanatçılar yönetemeyecek Kültür Bakanlığı, kurumlara gönderdiği bir yazıyla Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürlüğü’nün ve Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürlüğü’nün atama, tayin, görev değişikliği, görevlendirme yetkilerini elinden aldı. Sanatçıların tepkileri üzerine bakanlıkta konuyla ilgili tartışmalar yaşandığı belirtilirken bakanlık yetkililerinden yetki alınmasının “sehven†yapıldığı ve kısa süre içerisinde kurumların özerkliğini koruyacak şekildi durumun düzeltileceği öğrenildi. Kültür Bakanlığı’nca DT ve DOB genel müdürlüklerine gönderilen yazıya göre iki kurumun elinden atama, tayin, görev değişikliği, görevlendirme gibi yetkileri alınarak bakanlığa devredildi. Ancak DT, 5441 sayılı yasa kapsamında, DOB ise 1309 sayılı yasa kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı tüzelkişiliği olan özerk kurumlardı. Sanatçılarla yapılan sözleşmelerden kurum içinde gerçekleştirilen atamalara kadar pek çok konuda sorumluluk genel müdürlüklerdeydi. Bakanlığın gönderdiği yazıyla, kurumların yasalarla özerk olarak belirlenen tüzelkişiliği tanınmayarak yetkileri elinden alınmış oldu. Bakanlığın üst düzey yetkililerinden edinilen bilgiye göre söz konusu durum bakanlık içinde de tartışmaya neden oldu. Yapılan yetki devrinin “sehven†yapıldığını belirten yetkililer, sivil toplum kuruluşlarının etkisiyle konunun bakanlıkta yeniden gündeme geldiğini ve DT ile DOB’den konuyla ilgili görüş alındığını belirtti. Yapılan bu hata karşısında yeni bir düzenleme yapılacağı ve bu düzenlemede de DT ve DOB’nin özerkliğinin korunacağı öğrenildi.DETİS’TEN DÜZENLEMEYE TEPKİÖte yandan Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nden (DETİS) yapılan yazılı açıklamada, söz konusu düzenlemeye tepki gösterildi. Yazıda, “Zaten bir süre önce DT’nin kritik önem taşıyan bazı makamlarına bakanlıkça çeşitli kurumlardan kişiler atanmıştır. Bunlardan bazıları personel daire başkanı, idari mali işler genel müdür yardımcısı, hukuk müşavirliği ve tüm hukuk bürosudur. Yapılan yetkisizleştirme ve etkisizleştirme hamlesi ile DT ve DOB genel müdürlükleri fiilen ortadan kaldırılmıştır†ifadelerine yer verildi. Sanatın özerkliğine dokunulamayacağı kaydedilen açıklamada, “ ‘Sanat kurumlarını sanatçıların yönetmesine gerek yoktur’ cümlesi, cahil ve çarpık bir zihnin ürünüdür. Telafisi mümkün olmayan bir gaflet, dalalet ve hıyanettir! İvedilikle bu yanlıştan dönülmesini ümit ediyoruz†çağrısı yapıldı. Sarp SağkalÖzel ve devlet okullarıöğrencileri arasındaki makas açılıyor
Özel ve devlet okulları öğrencileri arasındaki makas açılıyor Özel okullar, canlı dersler, yüz yüze eğitim ve telafi programlarıyla öğrencilerine daha verimli eğitim ortamı sunarken, devlet okullarında okuyan öğrenciler o kadar şanslı değil. Teknolojik açıdan gerekli olanaklara sahip çocuklar bile çeşitli nedenlerle öğrenim kaybına uğruyor. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nce il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıyla özel okullara 7. ve 11. sınıfları için de destekleme kursları açma izni verildi. Yazıda, “Okulların bazı sınıflarında yüz yüze eğitim faaliyeti başlatılmış olup, yüz yüze eğitim faaliyetine başlayamayan özel okulların 7. ve 11. sınıflarında okuyan öğrenciler de kurumların kurucuları ve öğrenci velilerinin istemeleri halinde destekleme ve yetiştirme kursları ile takviye kurslarına başlayabileceklerdir†denildi. Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, “Bu yazı ile özel okullar fiili olarak 2 sınıfta daha yüz yüze eğitime başlamış olacak. MEB tüm öğrencilerin eğitim hakkından sorumludur, eğitimde eşitsizlik yaratacak adımlar atamaz, kararlar alamaz†dedi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın salgının başından bugüne tek bir öğrencinin bile eşitsizlik yaşamaması için gereken önlemleri alması gerektiğine dikkat çeken Aydoğan şunları söyledi: “Milyonlarca öğrencimiz hâlâ uzaktan eğitime erişemiyor. Erişebilen öğrencilerimizin yüzde 60’ından fazlası ise cep telefonu ile uzaktan eğitime ulaşmaya çalışıyor. Yüz yüze eğitim seyreltilmiş ve aşamalı olarak gerçekleştiği için tüm öğrencilerimiz için ulaşabildikleri ders saati sayısı azaltıldı, müfredat seyreltilmedi, öğrenciler tüm kazanımlardan sorumlu ve sınavlar gerçekleşmeye başladı. MEB, özel okullarda eğitime erişim sorunu yaşamayan bir öğrenci ile eğitime erişimi olmayan veya yalnızca EBA TV’den ulaşabilen öğrencileri seçmeye, elemeye, rekabete dayalı sınavlara zorluyor. Alınan her karar, yaşama geçirilmeyen önlemler ise kamu okulları açısından eşitsizliği, yaşanılan sorunları her geçen gün daha da derinleştiriyor.’’DERSLER GEÇ SAATTEEğitim-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, özel okulların Milli Eğitim Bakanlığı’nın atamadığı adımları gerçekleştirdiğini belirterek “Öğrencilerini yüz yüze eğitime çağırdılar, canlı derslere başladılar, öğrencileri arasında uzaktan eğitime erişemeyen öğrenci olmadı. Halen yüz yüze eğitime başlatılamayan ara sınıflar ortada dururken özel okulların tüm sınıflar düzeyinde başlaması, bilgisi eksik kalanlar için telafi eğitimleri vermesiyle öğrenciler arasındaki makas daha da açıldı’’ dedi. Yıldırım, salgın dönemindeki eğitim sürecinde özel ve devlet okulları arasındaki farkları şöyle sıraladı: “Tüm öğretmenler EBA ve EBA dışındaki platformlardan canlı ders anlatımını sürdürüyor ama bu öğretim yöntemi derslerin anlaşılmasında ve kazanım haline dönüşmesinde yeterli değil. Ev ortamları uygun olmayabiliyor.- Özel okullarda zaman daha iyi kullanılıyor. Konular ve dersler üs üste bindirilmeyerek zaman verimli kullanılıyor. - Özel okullardaki çocukların anne babaları dışardan eğitim desteği alabiliyor. Eve özel öğretmen çağırılıyor, çocuklar kursa yollanıyor. - EBA’da 8.30’dan 20.30’a kadar ders var. Akşam geç saatlerdeki dersler verimliliği engelliyor. - Devlet okullarındaki sınıflar daha kalabalık, bire bir ilişki daha zor kurulabiliyor.GERİ KALDILAR...Çocuğu bir devlet ilkokulunun ikinci sınıfında öğrenim gören bir veli, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: ‘’21 Eylül’de okulların açılmasıyla çocuklarımız uzaktan eğitim almaya başladı. İlk haftalarda online eğitimde sıkıntı yaşamış olsak da öğretmenimizin yardımlarıyla haftada 5 gün 30 ders canlı ders yaptık. Pandemide okulların kapanmasıyla devlet okulunda okuyan çocuklar ilk defa öğretmenleriyle aktif ders yapamaya başladı. Bu düzene alıştık, her şey yolunda derken 12 Ekim’de yüz yüze eğitim başladı. Biz yaklaşık 1 aydır devletin bize göndermeme imkânı sunulduğu halde sadece çarşamba günler canlı ders alabiliyoruz. İlk 2 hafta hiçbir çocuğumuz yüz yüze eğitime katılmadı. Ailelerimizde kronik rahatsızlığı olanlar var ve sınıf mevcudu kadar imza toplayıp okul yönetimine teslim ettik. Fakat bakanlıktan yazı gelmediği için hâlâ çocuklarımız online eğitim almıyorlar. Öğretmenimiz sınıfa 2 veya 3 çocuğa ders anlatıyor. Çocuklarımız derslerden geri kalıyor.’’ Figen AtalayIrak'tan Samsun'a yolcu taşıyan otobüsŞanlıurfa’da devrildi: 32 yaralı
Irak'tan Samsun'a yolcu taşıyan otobüs Şanlıurfa’da devrildi: 32 yaralı Kaza, saat 04.30 sıralarında Şanlıurfa-Viranşehir karayolunun 60’ıncı kilometresinde meydana geldi. Irak’tan Samsun'a yolcu taşıyan Talha Hasan yönetimindeki 36 164 plakalı yolcu otobüs Dağyanı mevkisinde kontrolden çıktı. Sürücü Hasan'ın direksiyon hakimiyetini kaybettiği otobüs, şarampole yuvarlandı. Takla atarak yuvarlanan otobüsü gören diğer sürücüler, 112 Acil çağrı Merkezine ihbarda bulundu.Kaza ihbarının ardından olay yerine çok sayıda ambulans, sağlık, jandarma, polis, UMKE ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Can pazarının yaşandığı kazada aralarında kadınların da bulunduğu 32 kişi yaralandı. Devrilen otobüsün altında kalan yaralıların çıkarılması için UMKE, itfaiye ve jandarma ekipleri büyük çaba harcadı.Sağlık ekipleri yaralılara ilk müdahaleyi olay yerinde yaparken, UMKE ve jandarma ekipleri Arapça konuşarak yardımcı oldu. İlk müdahaleleri yapılan yaralılar daha sonra ambulanslarla kent merkezindeki hastanelere kaldırdı. Jandarma ve polis ekipleri, bölgede geniş güvenlik önlemleri alırken, kurtarma çalışmaları nedeniyle, karayolu kısa süreliğine trafiğe kapatıldı. Kaza ile ilgili soruşturma sürdürülüyor. DHAABD Başkanlık Seçimleri: Trump Beyaz Saray'dan ayrılmayıreddederse ne olur?
ABD'de seçim sonuçlarının netleşmesi ve Demokrat Parti adayı Joe Biden'ın kazanmasının ardından yaklaşık dört gün geçti. Ancak Başkan Donald Trump, bugüne kadarki geleneklerin aksine henüz rakibini arayarak yenilgiyi kabul etmiş değil. Trump, Beyaz Saray'dan ayrılmayı reddederse ne olur?Habere Gitmek için TıklayınApple kendiürettiği M1çipiyleçalışan ilk Mac bilgisayarlarıtanıttı
Apple kendi ürettiği M1 çipleriyle çalışan ilk Mac bilgisayarları tanıttı. Apple M1 işlemcilerin pil ömrü, hızlı uyanma ve iOS uygulamalarını çalıştırma gibi avantajlara sahip olduğunu söylüyor.Habere Gitmek için TıklayınMeksika’da polis, kadın cinayetlerini protesto eden gruba ateşaçtı
Meksika'nın Cancun kentinde polis, iki kadının öldürülmesini protesto eden gruba ateş açtı, dört kişi yaralandı. Bölge valisi, ateş açılmamasını emrini dinlemeyen emniyet müdürünü açığa alırken polisin iddia ettiği gibi plastik mermi değil, gerçek mermi kullanıldığını açıkladı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.Habere Gitmek için TıklayınAlbayrak'ın istifasıve ekonomi yönetimindeki yeni görevlendirmeler nasıl yorumlanıyor, siyasi kulislerde hangi senaryolar konuşuluyor?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın, Hazine ve Maliye Bakanlığı'ndan istifası, siyasi kulislerde kabine değişikliği, erken seçim ve sistem değişikliği senaryolarını gündemin ön sıralarına taşıdı.Habere Gitmek için TıklayınJoe Biden: Trump'ın yenilgiyi kabul etmemesi utançverici
Seçilmiş ABD Başkanı Joe Biden, ABD Başkanı Donald Trump'ın seçim yenilgisini kabul etmemesinin utanç verici olduğunu söyledi.Habere Gitmek için TıklayınBaşyapıtlarıyla Bulgakov...
Türkçe Haberler En Son BaÅŸlıklar BaÅŸyapıtlarıyla Bulgakov... /Archive/2020/11/11/010855294-ic1.jpgUSTA Ä°LE MARGARITAMihail Bulgakov’un yaÅŸamının son günlerine dek üzerinde çalıştığı, uzun süre yasaklanmış ancak ölümünden yıllar sonra 1966’da o da katı bir sansürden geçerek yayımlanabilen dev romanı Usta ile Margarita, 20’inci yüzyıl edebiyatının baÅŸyapıtları arasında yer alır.Keskin yergili bir mizahla dolu fantastik bir roman olan Usta ile Margarita, Can Yayınları tarafından, SSCB döneminde kitaptan çıkarılan 80 sayfayı da içeren eksiksiz çevirisiyle sunuluyor.Acımasız bir sistem eleÅŸtirisini derin bir felsefi tartışmaya dönüştü¬rerek insan kadar eski iyi-kötü tartışmasını irdeleyen Usta ile Margarita, iki ayrı öyküyü yan yana getirir. Bunlardan biri XX. yüzyılda Moskova’da, diÄŸeri Pontius Pilatus’un 26-36 yılları arasındaki valiliÄŸi döneminde Yahuda’da geçer./Archive/2020/11/11/010910340-ic2.jpgRomanın baÅŸkiÅŸisi, Prof. Woland kılığına girmiÅŸ olan Åžeytan’dır.1930'lu yıllarda Moskova'da sıcak bir bahar günü… Günbatımına yakın saatlerde Åžeytan, iyi giyimli ve yabancı görünümlü bir beyefendi kılığında ÅŸehre iner ve kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtır.Moskova’ya inen Åžeytan, seçkin aydın çevrelerinin ikiyüzlülüğünü ve yozluÄŸunu gözler önüne seren çılgınca oyunlara baÅŸvurur.Onun garip maiyetiyle birlikte geliÅŸini, Sovyet baÅŸkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler.Onun karşısındaysa akıl hastanesine kapatılan, baskı altındaki bir romancı, yani “Usta†vardır...Onun garip maiyetiyle birlikte geliÅŸini, Sovyet baÅŸkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler.Bulgakov’un Usta ile Margarita’yı bitirememekten korkuyordu ve bir taraftan da böbreÄŸindeki hastalık nedeniyle saÄŸlığı gittikçe kötüleÅŸiyordu. Uykusuzluk çekiyor ve kendini halsiz hissediyordu.1934 tarihli bir mektupta arkadaşına ÅŸunları yazıyordu: “Yalnızlık korkusu; ÅŸimdiye kadar hiç böyle berbat bir ÅŸey yaÅŸamamıştım ya da bir başıma kalma korkusu desem daha doÄŸru. Bu o kadar midemi bulandırıyor ki bir bacağımı kesmelerini tercih ederim.â€Yapıtının müsveddesine de şöyle bir not düşmüş: “Ölmeden önce bitir.â€/Archive/2020/11/11/010925700-ic4.jpgUsta ile Margarita’nın anlatısı çoÄŸu yerde trajik ve dokunaklı olsa da her ÅŸeyden önce Bulgakov eÄŸlence hissi uyandırmanın peÅŸinde.Sovyet yaÅŸam tarzına yönelik keskin bir hiciv, dinsel bir alegori, komik bir fantezi olduÄŸu kadar, dokunaklı bir aÅŸk öyküsü de olan kitabı özellikle yazıldığı koÅŸullar dikkate deÄŸer kılıyor. Ne de olsa Stalin rejiminin en karanlık günlerinde, gecenin bir vakti insanların ortadan kaybolduÄŸu bir dönemde yazıyordu.Bu arada Stalin, Bulgakov’la aynı Ahmatova’yla olduÄŸu gibi kiÅŸisel olarak ilgileniyordu. Bazılarına göre Stalin’le olan iliÅŸkisi Bulgakov’un tutuklanmasını ve yargılanmasını engellemiÅŸti. Ama aynı zamanda saklamadan yapmak istediÄŸi çalışmaları da engellemiÅŸti.Bulgakov bundan hareketle hiçbir ÅŸeyin göründüğü gibi olmadığı alacakaranlıkta kalmış bir dünya yaratır ve fantastik, doÄŸaüstü ve kötücül olan ne varsa bunları günlük hayatın sıradan olayları gibi ele alır./Archive/2020/11/11/011004871-ic5.jpgGENÇ BÄ°R DOKTORUN ANILARIBirinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev’de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesinin küçük bir köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük bir rol oynadı.Rusya yeni bir devrime ve iç savaÅŸa doÄŸru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı.Devrim, büyük ÅŸehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye giriÅŸir.Zor bir doÄŸum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaÅŸabilmek için ÅŸiddetli bir kar fırtınasına raÄŸmen göze alınan bir yolculuk, aÄŸrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş…Korku içinde yaptığı ilk ameliyatıyla genç bir kızın hayatını kurtaran genç doktor, baÅŸka bir gün morfin kullanmaya baÅŸlamış meslektaşını kurtarmaya çalışır. Fakat trajik ve dehÅŸet verici görünen her ÅŸey Bulgakov’da yaÅŸamın ciddi mizahıyla anlatılır.Bulgakov’un yaÅŸamının bu ilk doktorluk dönemini anlatan “Bir Doktorun OlaÄŸanüstü Serüvenleriâ€, “Genç Bir Köy Hekiminin Hatıralarıâ€, “Ben Öldürdüm†ve “Morfin†adlı öyküleri Türkçede ilk kez bu kitapta bir araya geliyor./Archive/2020/11/11/011023777-ic6.jpgMORFÄ°NDr. Bomgard ÅŸehre atanalı birkaç ay olmuÅŸtur ki, taÅŸradaki eski yerine gönderilen arkadaşı Dr. Polyakov intihar eder. Ölmeden önce arkadaşına bıraktığı günlükte Polyakov, ölümüne sebep olan amansız bağımlılığı aÄŸrıları için aldığı morfinin hayatını nasıl ele geçirdiÄŸini ve sonunda gerçekle bağını nasıl yitirdiÄŸini satır satır anlatmıştır.Morfin, Rus edebiyatının yasaklı ustası Bulgakov’un savaÅŸ sonrası dönemdeki morfinmanlık deneyiminden yola çıkarak yazdığı sarsıcı bir öykü./Archive/2020/11/11/011035308-ic7.jpgKOL MANÅžETÄ°NDE NOTLARKol ManÅŸetinde Notlar’daki, keskin, sert ve neÅŸeli diliyle Kiev ve Moskova’nın günlük hayatının bir panoramasını çizen öykülerinde Bulgakov, Rusya’nın tarihin akışını deÄŸiÅŸtiren döneminde yaÅŸanan her ÅŸey var:İç savaşın insanları birbirinden ayıran, kuÅŸkulara sürükleyen, herkesin bir taraf seçmek zorunda olduÄŸu günlerinden, BolÅŸevikler tarafından Yeni Rusya iktidarının kurulduÄŸu, yeni eÄŸitim, yeni ekonomi, yeni kültür gibi sayısız yeniliÄŸin ortaya çıktığı günlere kadar her ÅŸey.Öykü derlemesine adını veren Kol ManÅŸetinde Notlar, genç yazarın bu kıtlık ve bürokrasi günlerinde mesleÄŸe nasıl atıldığını, gazete yazarlığından tiyatro oyunu ve roman yazarlığına uzanan sürecini yetkin bir hicivle sunuyor./Archive/2020/11/11/011057371-ic8.jpgTEATRAL BÄ°R ROMAN (SÄ°YAH KAR)Sergey Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi Bağımsız Tiyatro'da sahnelenmek üzere neredeyse rasgele bir ÅŸekilde seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuÄŸun akıl almaz girdabında bulur.Bağımsız Tiyatro'nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle yarışırken, yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun sahnelenme ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov, içinden nasıl çıkacağını bilemediÄŸi bir kaosun ortasına düşmüştür.Ãœstat ile Margarita'yla tanınan Mihail Bulgakov, yayımlanmadan önce adıyla sansüre takılan Teatral Bir Roman (Siyah Kar)'da bir oyun yazarı olarak tecrübelerinden yola çıkıyor ve dönemin tiyatro dünyasının perde arkasını tüm çıplaklığıyla sunuyor./Archive/2020/11/11/011109245-ic9.jpgMOLIERE EFENDIEbeyle konuÅŸurken, “Hiçbir kadın yüzyıllar boyunca bir benzerini dünyaya getiremeyecek,†diyor Molière Efendi'nin anlatıcısı, “düşünün ki, üç yüz yıl sonra, uzak bir ülkede, Bay Poquelin'in oÄŸlunu ellerinizde tuttuÄŸunuz için anımsayacağım sizi.â€Mihail Bulgakov, 17. yüzyılın en büyük Fransız oyun yazarı Molière'i, deneysel bir biyografi olarak nitelendirilebilecek bu kitapla onurlandırırken hiçbir ayrıntıyı atlamıyor, her ÅŸeyi anımsıyor.Asıl adı Jean-Baptiste Poquelin olan Molière'in tiyatroya adanmış zorluklarla dolu hayatını, ona duyduÄŸu yakınlığın da etkisiyle, büyük bir sıcaklıkla aktarıyor Bulgakov. Böylece, aralarındaki yüzyıllara raÄŸmen, kelimeler sayesinde buluÅŸuyor iki üstat. Bu buluÅŸma, ÅŸair Özdemir Ä°nce'nin pürüzsüz Türkçesiyle daha da zenginleÅŸiyor. Yapıt, Sabri Gürses'in Rusça aslından yaptığı karşılaÅŸtırmayla tamamlanarak Everest Yayınları'nın dünya klasikleri dizisindeki yerini alıyor./Archive/2020/11/11/011134917-ic10.jpgKIZIL MOSKOVA“Moskova’yı en son bundan en çok altı ay önce görmüş olanlar ÅŸimdi kenti tanıyamazlar; Yeni Ekonomi Politikası (Moskova halkı artık kısaca NEP diyor buna) öylesine deÄŸiÅŸtirdi onu. Adım adım baÅŸladı bu… az az…SaÄŸda solda tahta perdeler kaldırıldı, arkalarından uzun bir aradan sonra tozlu, donuk dükkân vitrinleri görünmeye baÅŸladı. BoÅŸaltılmış yapıların derinlerinde lambalar yanıyor, onların ışığında hayat kıpırdıyor:Çiviler çakılıyor, mıhlanıyor, tamiratlar yapılıyor, içleri malzeme dolu sandıklar, kutular açılıyor. Yıkanıp temizlenmiÅŸ vitrinler aydınlatılmış. Sergilerin üzerinde yuvarlak, güçlü lambalar yanıyor ya da vitrinlerin çevresinde parlak ışıyan borular var.Yoksul düşmüş Moskova’nın bunca malı hangi gizli hazinelerden çıkardığını anlamak olanaksızdır. Ama bulmuÅŸ ve hepsini bol bol aynalı vitrinlere boÅŸaltmıştı, tezgâhlara yığmıştı.â€/Archive/2020/11/11/011155495-ic11.jpgBulgakov’un 1920’lerde yazdığı öykü ve köşe yazılarının temel konusu kültür ve insan iliÅŸkileridir. Rusya’nın yönetimini ele geçirmiÅŸ olan BolÅŸeviklerin ülkenin ekonomisini, güvenliÄŸini ve kendi iktidarlarını ayakta tutmaya çalıştığı bu dönemde, yeni bir kültür de ortaya çıkmaya baÅŸlar.Bürokraside, orduda, sanat kurumlarında eski kültürle yeni kültür karşı karşıya gelmiÅŸ ve bu karşılaÅŸma çoÄŸu kez ürkütücü ve gülünç durumlara yol açmıştır.Bulgakov’un sivri dilini tutmadığı ve tutarsızlıkları alaya aldığı, derin gözlem yüklü bu metinler yönetimle neden anlaÅŸmazlıklar yaÅŸadığını da berrak bir ÅŸekilde sergiler./Archive/2020/11/11/011215589-ic12.jpgKÖPEK KALBÄ°Bulgakov, Köpek Kalbi'nde sokak köpeÄŸi Åžarik'in öyküsünü anlatır.Dünya çapında bir bilim insanı olan Profesör Filipoviç, evine götürüp beslediÄŸi Åžarik'i ameliyat ederek, er bezlerini ve hipofiz bezini adi bir suçlununkilerle deÄŸiÅŸtirir. Köpek arsız, yüzsüz, ÅŸehvet düşkünü ve kaba saba bir insana dönüşür.Åžarik insan haliyle profesörün hayatını cehenneme çevirse de Sovyet bürokrasisinde kendine bir konum edinebilecektir.Komünistlerin küçük burjuva deÄŸerlerinin üstünde yeni bir Sovyet insanı yaratma ideallerini hicveden Köpek Kalbi, Bulgakov'un en çok tartışılan yapıtlarından./Archive/2020/11/11/011227713-ic13.jpgÖLÃœMCÃœL YUMURTALAR1917 Rus Devrimi'ni izleyen çalkantılı yıllar yeni bir Sovyet gerçekliÄŸini ortaya koyarken, dâhi zooloji profesörü Persikov da canlı organizmaların üreme hızlarını artıran ve onları devleÅŸtiren yeni bir "kızıl" ışın keÅŸfeder.O sıralarda Sovyet cumhuriyetlerindeki bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın patlak verince, Persikov'un henüz test edilmemiÅŸ buluÅŸu bu soruna bir çare olarak görülür…Zira bilimde ilerleme ve bu sayede düşmanlarla rakipleri geride bırakma, Stalin döneminin yol gösterici ilkesidir… Stalin'in iktidara geldiÄŸi 1924 yılında yazılmasına karşın 1928'de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin kötüye kullanılmasının sonuçlarına iÅŸaret eden parlak bir sistem eleÅŸtirisidir./Archive/2020/11/11/011247573-ic14.jpgÅžEYTANNAMEGogol, hicvini korku unsurlarından yoÄŸurmuÅŸtu; eserleri her türlü garabetin meskeni, yaÅŸam alanına dönmüştü. Cinler ve ÅŸeytanlar korkutup kaçan figürler deÄŸil, ana kahramanları olmuÅŸtu. Gogol'den sonra evsiz kalan üç harflilere baÅŸlarını sokacakları yapıtlar veren de Bulgakov idi.Bir akrabalık bağını takip etmemizi mümkün kılan da, her türlü gotik zevatın hem Gogol hem de Bulgakov'un eserlerinde korkuturken güldürmesiydi. Hâlâ daha olanca ağırlığıyla küçük insanlarını ezen meÅŸhur devlet bürokrasisiyle toplumsal bellekler bu iki ismin eserlerinde hesaplaÅŸtılar.Åžehre sessiz sedasız gelen müfettiÅŸ ile, ÅŸehre sessiz sedasız gelen ÅŸeytanın gözler önüne serdikleri aynıydı. En kalabalık halleriyle Mir gorod'ta arz-ı endam eden kahramanların, neÅŸe ve enerjilerinden bir ÅŸey kaybetmeden kendilerini Ãœstat ile Margarita'da bulması tesadüfi deÄŸildi.Tıpkı Ölü Canlar'm Çiçikov'unun yolculuÄŸuna Sovyet Moskova'sında devam etmesi gibi. Biri diÄŸerinin yıllardan ve akımlardan süzülmüş tezahürüydü.Gogol'un mirası birisine kalmışsa, o da Bulgakov'dur./Archive/2020/11/11/011304588-kapakk.jpgMÄ°HAÄ°L AFANASYEVİÇ BULGAKOV: 1891’de Kiev’de doÄŸdu. Genç yaÅŸta doktorluÄŸu bırakarak kendini tümüyle yazarlığa verdi.Ä°lk romanı Beyaz Muhafız (1925), komünist bir kahramana yer vermediÄŸi gerekçesiyle Sovyet resmî çevrelerince büyük tepkiyle karşılandı.Sovyet toplumunu eleÅŸtiren yergili fantezilerin yer aldığı Åžeytanî’de (1925) resmî çevrelerin eleÅŸtirisine uÄŸradı. Bulgakov aynı yıl sözde bilim üstüne bir yergi niteliÄŸindeki Köpek Kalbi’ni yazdı.1930’a gelindiÄŸinde, yapıtlarının yayımlanması yasaklanmıştı. Buna karşın Bulgakov, 1930’larda iki önemli yapıt daha verdi. Moskova Sanat Tiyatrosu’nun perde arkasını acımasızca yeren yarıda kalmış özyaÅŸamöyküsel romanı Teatral Bir Roman ve göz kamaÅŸtırıcı bir fantezi olan Usta ile Margarita.1940’ta Moskova’da ölen Bulgakov’un eserleri, Stalin’in ölümünün ardından, 1950’lerin sonlarına doÄŸru gittikçe saygınlık kazandı. Cumhuriyet Kitap Eki'Modern Japon Edebiyatının DoÄŸuÅŸu ve Shiga Naoya'
'Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya' /Archive/2020/11/11/010244079-ic1.jpgKapılarını yüzyıllarca dünyaya kapalı tutan Japonya'nın ticari ilişkiler yoluyla dışa açılması toplumun genelini, kültürünü ve dilini de etkiledi.Eşzamanlı yaşanan dil devrimi ve çeviri faaliyeti sayesinde Batı edebiyatıyla tanışan Japon yazarlar farklı akımların etkilerini eserlerinde yansıttı.Bu geçiş döneminde dünyaya gelen Shiga Naoya’nın öyküleri de yaşanan değişimin birer aynası. Sade fakat eşsiz şiirsel anlatımı ve üstün gerçekçiliğiyle kısa zamanda ün kazanan Shiga, edebiyat çevrelerince “Japon dilinin ilahı†ve “Japon öykü sanatının piri†ilan edilir.Öyküyü yürekte biriken korku, üzüntü, kızgınlık, pişmanlık gibi yoğun duygulardan çıkış olarak gören Shiga için yazmak, ruhsal arınma anlamına gelir.Parlak yeteneğine karşın Shiga’nın amacı öyküyü bir araç olarak kullanarak ruhsal olgunluğu tamamlamak, evrensel aydınlanmaya ulaşabilmekti. Belki de bu ayrıksılığı nedeniyle “Japon edebiyatının anavatanı†olarak anılır.Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya’da yazarın öykülerinden bir derleme yapan Oğuz Baykara, hem yazarın yaşamı hem de onu inşa eden kültürel geçmiş ve modern Japon edebiyatının doğuşu hakkında yetkin bir çalışmaya imza atıyor.Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya / Oğuz Baykara / Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi / 332 s. Cumhuriyet Kitap EkiBirİzlanda polisiyesi
Bir İzlanda polisiyesi /Archive/2020/11/11/005936315-ic1.jpgİntihar girişimi gerçekleştirmeyi tasarlayan birine yardım etmek ya da bir kişiyi kasten intihara teşvik etmek suç teşkil eder mi? Arnaldur Indrıdason’un 2005’te, “Reykjavik Polisiyeleri†başlığı altında yayımlanan Sırlar Şehri adlı roman ile Türk okurunun tanıdığı dedektif Erlendur, yedi yıl ortalardan kaybolduktan sonra bu kez Hipotermi’yle yeniden karşımızda. Ama bu sefer kaybolmamak üzere geri geldiği açık.Arnaldur Indrıdason romanları Kuzey polisiyelerinin kendine özgü bütün özelliklerini barındırıyor. Nedir bu özellikler? Gizem dolu cinayetler, derinlikli karakter betimlemeleri, toplumsal sorunlar karşısında takınılan gerçekçi duruş ve kasvetli, soğuk mekanlar…Arnaldur Indrıdason’un yeni romanı Hipotermi’ye gelene kadar yayımlanan Sesler, Sular Çekildiğinde ve Kutup Soğuğu romanları, kahraman-okur beraberliğimizin uzun soluklu olacağını kanıtlıyor.Indrıdason’un Dedektif Erlendur’u sadık polisiye okurlarının yakından tanıdığı Kuzeyli meslektaşları gibi “cool†ama son derece kibar ve çoğu polisiye roman kahramanına benzer şekilde özel hayatı problemlerle dolu bir dedektif.O, bir soruşturma sürecinde sizi sorgulamaya geldiğinde kapı dışarı edebileceğiniz naiflikte olmakla beraber bacadan girerek sorularının yanıtını alıncaya kadar peşinizi bırakmayacak inatçılıkta bir adam.ÖLÜMDEN SONRA YAŞAMHikâyeye bakarsak...Yazar, Hipotermi romanında macerayı gizemli ve büyük sorulardan birini takıntı haline getirmiş bir kadın üzerine kurmuş: "Ölümden sonra yaşam var mıdır ve eğer varsa ölen biri ölüm sonrası gidilen bu yer her neresiyse oradan bize bir şey söyleyebilir mi veya bir işaret gönderebilir mi? ".Bir bankada çalışan ama yönetimden kaynaklanan sorunlar nedeniyle tımarhaneye dönmüş iş yerinde çok bunalan Karen, çocukluk arkadaşı Maria’nın daveti üzerine hafta sonunu dinlenerek geçirmek için arkadaşının, Thingvellir Ulusal Parkı'nda bulunan Sandkluftavatn Gölü kıyısındaki yazlık evine gelir. Ancak gelir gelmez evde kötü bir sürprizle karşılaşır: Maria’nın cesedini tavana asılmış halde karşısında durmaktadır.Dedektif Erlendur ne evde ne de kadının vücudunda herhangi bir mücadele izine rastlar. Erlendur soruşturmasını ilerletirken Maria’nın önce bir deniz kazasında babasını, bu kayıptan iki yıl gibi kısa bir süre sonra kanser hastalığı nedeniyle annesini kaybettiğini ve bu kayıpların onda korkunç bir travmaya neden olduğunu öğrenir.Öğrendiklerinden vardığı olası bir sonuç, genç kadının çok güçlü bir bağlılıkla sevdiği annesinin kaybının yol açtığı ağır depresyonun üstesinden gelemediği için intihar etmiş olabileceğidir.Sonrasındaki günlerden birinde Karen, Maria’nın kendi isteği ve kararıyla intihar ettiğine dair kuşkuları olduğunu söylemek ve bu kuşkularının temeli olan, arkadaşına ait bir ses kaydını vermek için dedektifi ziyaret eder.Söz konusu kayıt, Maria’nın bir medyumla beraber annesinin ruhunu çağırmak amacıyla gerçekleştirdiği bir seansın kaydıdır. Karen, Maria’nın her zaman ölümden sonra bir yaşam olup olmadığını merak ettiğini, bu konuyu yoğun bir biçimde araştırdığını ancak annesinin ölümüyle beraber takıntı haline getirdiğini de açıklar.Üstelik bu araştırmalar teoride kalmamış, Joel Schumacher'in bilinen filmi Çizgi Ötesi’nde filminde gerçekleştirilen deneylere benzer bir deney gerçekleştirmeye kadar varmıştır./Archive/2020/11/11/005947924-kapakic2.jpgDENEY!Romana adını veren "Hipotermi deneyi" kapsamında bir grup tıp fakültesi öğrencisi bir arkadaşlarının vücut ısısını belli bir seviyenin altına düşürerek kalbini durdurmuşlar ve onu klinik olarak öldürmüşlerdir. Bu esnada soğuk tüm organları korumuştur. Ekip daha sonra defibrilatör yardımıyla kalbin tekrar çalışmasını ve "ölen arkadaşlarının dirilmesini" sağlamıştır.Maria'nın yaşarken, ölümden sonra bir hayat varsa ve annesi de bu yaşamı sürdürmek üzere belli bir yere gitmişse kendisine mutlaka bir mesaj göndereceğine ve annesinden beklediği o işaretin de kütüphanesinde bulunan Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde" kitabı aracılığıyla kendisine ulaşacağına inandığı bilinen bir durumdur.Erlendur kaydı dinlediğinde tuhaf ve güçlü bir dürtünün kendisini ele geçirdiğini hisseder ve Maria hakkında daha fazla bilgi edinmeye, ailesini ve arkadaşlarını daha yakından tanımaya, yaşamının neden o yazlık evde, bir ilmikte son bulduğunu araştırmaya koyulur.Araştırmalarını derinleştirip Maria’nın hayatını didikledikçe gerçeğin göründüğü gibi olmadığını anlar. İntiharla ilgili bir teorisi vardır fakat elinde çok az ipucu olduğu için kuramını açıklamakla zayıf temellere dayalı bir suçlama yapmaya kalkışmanın çelişkisi ve sıkıntısı içinde gerçeği ortaya çıkarmaya yönelir.Hipotermi romanı yazarın diğer romanları gibi tek bir cinayet üzerine kurulmuş olay örgüsüyle yavaş tempoda ilerleyen, kuzeyli yapıtların pek çoğunda görmeye alışık olduğumuz şiddet dolu sahneler barındırmayan ama sürükleyicilik ve gizem çizgisinden asla ödün vermeyen tipik bir Arnaldur Indrıdason romanı.Hipotermi / Arnaldur Indridason / Çeviren: Gamze Bulut / Doğan Kitap / 309 s. Çağatay Yaşmut