Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajans? - Haberler

Sunday, 11.17.2024, 09:43 PM (GMT)

News - Haberler

Kim demişyaramazım diye!

Kim demiş yaramazım diye! /Archive/2020/11/7/003832575-ic1.jpgOn yedi yıl kaldığım Berlin’den İstanbul’a döndükten sonra, yazar arkadaşlarıma kavuşma sevinci yaşarken, kitaplarında adlarını görüp yüz yüze geldiğim yeni yazarları da coşkuyla kucaklıyordum. Kitaplarında nasılsalar, beni içtenlikle karşılamalarında da öyleydiler.Aytül Akal’la ilk, Ankara’da, Prof. Dr. Sedat Sever’in başkanlığını yaptığı, kısa adı ÇOGEM olan Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Merkezi’nin düzenlediği açıkoturumda karşılaştım. Konuşma sırası ona gelince, yerinden kalktı, panoya doğru yürüdü. Renk uyumlu yalın giyimi kuşamı, saçının doğal yapısı, sözcükleri hakkını vererek kullanmasıyla tam bir aydınlanma simgesiydi.Aradan 21 yıl geçti. O gün karşılaşıp tanıştığımız Aytül Akal her ortamda aynıydı. Bugüne değin yazdığı 188 kitapla çocuk yazınını içerik, biçem, özgünlük yönünden düzeyli kılan yazarlardan biri olmuştu.Yıllarca çocuklara seslenmiş, 188’inci kitabı Kim Demiş Yaramazım Diye’de* ise, bu kez kendi yazarlık dünyasına, gençlere, çocuk yazınının yeni yazarlarına da sesleniyor.YAZAR OLMAKKitap kapağının sağ alt köşesinde ilginç bir açıklama var: “Sınıfın son susanı, çok yazanı Aytül Akal’ın okul anıları”. Akal’ın serüvenli öğrencilik yıllarının özeti bu uyarıda. Sözde çalışkan bir öğrenci değildir. Kendi hayal dünyasında öylesine gidip gelir. Hiçbir beklentisi de yoktur. Sınıfı geçsin, azar işitmesin, ceza almasın, yeter. Buna karşın Akal, derslerde hiç susmuyor: “Ya öğretmen ‘büyüklük bende kalsın’ deyip pes ederdi ya da ben ‘Eksi Çek’ alır davranış notumdan kaybederdim.”Özgeçmişinde de şöyle tanıtılıyor: “Sihirli değneğiyle dilekleri gerçeğe dönüştüren peri kızına özenen Aytül Akal, uzun yıllar boyunca çocukluk düşünü gerçekleştirmenin hayalini kurdu. İzmir Amerikan Kolejini bitirir bitirmez, edebiyatın peşine takıldı ve 1974’ten başlayarak, çeşitli dergilerde yazılar yazdı, röportajlar yaptı. Ama o ille de ‘kitap’ yazmak istiyordu.”Türkçe kitaplarındaki bütün soruları geçer, yalnızca metinle bağlantılı bir konuda düşüncelerini yansıtmayı öngören son soruyu yanıtlıyordum. Yazarlığının temeli bu yönüyle atılmıştır: “Eğer öğretmenim ödev yapmadığım için beni azarlayıp sınıfın önünde küçük düşürseydi, yazdığım öykülerle hiç ilgilenmeseydi yazar olabileceğim aklımın ucundan geçmeyebilirdi.”Okul yıllarını özeleştirel bakışla dile getirdiği 188’inci kitabı Kim Demiş Yaramazım Diye, Akal’ın susmayan savaşımının öyküsüdür. Öne çıkardığı her olayda, öğrencilere, yazı heveslilerine, ortada yazar diye dolananlara gerçeğin çanlarını çalar./Archive/2020/11/7/003846059-kapakic2.jpgYAPAN DA YIKAN DA…Eğitimin amacı, insana olumlu alışkanlıklar kazandırıp, onda toplumsal bütünleşme bilinci yaratmaktır. Okullar, bu amacın, insan yaşamının kaçınılmaz gereksinimi sayılarak kurulmuş olmalı. Aytül Akal, okulla ilişkisinin her evresinde bunun somut örneklerini veriyor. Daha okulu tanıma döneminde, susmayışıyla kendini haklı saydığı bir dönem yaşıyor. Kendinde var olan yetenekleri ortaya çıkaran öğretmenlerin sıcaklığıyla da, sıkça rastlandığı gibi, yeteneği köreltici öğretmenlerle de karşılaşıyor. Öğretmenin yapanıyla da karşılaşıyor yıkanıyla da. Tepkisel başkaldırısının temelinde bu uyumsuzluk var.İlk örneği kendimden vereyim. Altı yıllık Köy Enstitülerinin 4’üncü sınıfında Eğitim Psikolojisi, Eğitim Sosyolojisi gibi dersler vardı. Konu, eski kuşaklarla yeni kuşaklar arasındaki çatışmalardı.O günlerde Shakespeare’in Danimarka Prensi Hamlet adlı tragedyasını cebimde taşıyordum. Oyunun bir yerinde, Hamlet ne denli bunalmış olmalı ki, “Kör talih, dünyayı düzeltmek için mi yaratılmışım!” diye başkaldırır. Söz alıp bu olayın konuya inandırıcı bir örnek olacağını belirtmiştim. Hamlet’i okumadığı şundan belliydi ki, öğretmen, “Ulan!”a, ağza alınamayacak kaba bir sözcük de ekleyerek üstüme yürümüştü.Şiir de yazan Aytül Akal kompozisyonda sınıfına göre oldukça öndedir. Edebiyat derslerine, doğum iznine çıkan asıl öğretmenlerinin yerine geçici olarak başka bir öğretmen girer.Yeni öğretmen derse başlar başlamaz, “Kimin edebiyatı iyi?” diye bir soru yöneltir. Birkaç öğrenciyle birlikte, o güne değin edebiyattan hep yüksek notlar alan Aytül ayağa kalkar. Ardından kompozisyonu iyi olanları sorduğunda o daha yerine oturmamıştır. Öğretmen sanki onun kişiliğini çökertmek için girmiştir sınıfa. Ona aşağılayıcı bir bakış atarak, “Hmmm, göreceğiz bakalım!” der.Birkaç gün sonra kompozisyon notları okunur. Zar zor geçer not alanların notu bile Akal’ın notundan yüksektir. Öğretmen kâğıdını ona geri vermediği için Aytül nerelerden not kırıldığını da anlayamaz. Düş kırıklığına uğrar. Oysa onun yazma yeteneğinin ayrımına varan bir öğretmen, onun daha iyi yetişmesini sağlamak için ta Amerika’lardan yardımcı kitaplar bile getirtmiştir.KURUNTULAROysa Aytül Akal, içinin aydınlığını yaşarken, onu kuruntulardan kurtaracak dirence sahip bir öğrencidir. Yedinci sınıfta, arkadaşlarından kimi güzel piyano, kimi gitar çalar, kiminin sesi güzeldir şarkı söyler. O alandaki eksikliği Aytül’ü karamsarlığa sürüklemiştir:“Onlar sahnede şarkılarını söylerken, içimde tanımlayamadığım, kocaman, yıkıcı bir şeyin büyüdüğünü hissettim. Büyüdü, büyüdü, bedenime sığamaz oldu; bütün damarlarımı tıkadı, kalbimi ele geçirdi, ciğerlerimi yakmaya, midemi sıkıştırmaya başladı. Nefes alamıyordum.”Uzun sürmez bu. İçinde gerçeğin ışığı yanıverir: “Ne olmuş güzel sesim yoksa? Ne olmuş piyanoyu öyle güzel çalamayacaksam? Ben, kendi içimdeki yeteneği aramalı, onu beslemeliydim.”Yazarlık, iç arındırma gerektirir. Kapısı önyargılara, küçümsemeye, büyüklenmeye örtüktür. Aytül Akal 188’inci kitabıyla, çocukluktan ilk gençlik dönemine geçiş izlenimlerini yansıtarak, okuru iç arınıklığıyla yüzleştirmiş oluyor. Onu başararak on binlerce çocuğun düşlemler dünyasında, uçsuz bucaksız duygu şenlikleri yaratmıştır.Aytül Akal, Kim Demiş Yaramazım Diye, Redhouse Kidz Yayınları, İstanbul 2020, 121 s. Adnan Binyazar / Cumhuriyet Kitap Eki

Bu toprağın kadınları...

Bu toprağın kadınları... /Archive/2020/11/7/003454249-ic1.jpgFarsça ve Arapçanın ortak sözcüğüdür Zine; Anadolu’ya göçüp bu toprağın kadınlarına ad olurken, kâh ziynet (zinet) kavramındaki mücevher anlamını taşır, kâh zinde kavramındaki hayat anlamını. Her dilin son ünsüzü olan “Z”yi dille diş arasından sonsuzca çıkarabilmemiz ise hem hayat’a hem mücevhere yakışmış ve elbette kadın adı olmaya en uygun sözcük olmuştur.Zine’nin öykülerini ilgiyle okudum. Hepsi kadın, hepsi hayat. Bazısı çok yakın bazısı uzak coğrafyalardan. Kimi başında yazması, kimi sırtında astragan’ı, kiminin elinde ihanetin kırmızı şalı, kiminin kitabı ama hepsi kendi adının sahibi.HAKSIZLIĞA ÇIĞLIK!Seyman kalemini üçlü bir sacayağının harlı ateşinde ısıtan bir yazar. Sacayağının biri sendikacılığı, biri siyasetçiliği, üçüncüsü ise kadın hakları aktivistliğine adanmış yılları. Bu üçü de başkasına ses, haksızlığa çığlık, haksıza engel olan alanlar.Yaşar Seyman hepsi zorlu bu mücadele meydanlarından geçerken belli ki kalemini hep cebinde taşımış. İnce uçlu, renkli mürekkepli, insan sevgisiyle coşan, dost ihanetiyle kırılan bir kalem. Sendikacı Seyman haksızlığı görmüş, siyasetçi Seyman çözüm aramış, kadın hakları aktivisti Seyman dünya kadınları tanımış ve yazar Seyman “Ömür Yoldaşım” diyerek başlamış Zine’nin ilk öyküsünü, ömür yoldaşı kalemine adamış. “Onlar, elinde kalemi az olanlardır ama onlar kalemi doğru olana inananlardır” .Bu cümleler akla Şair’in dizelerini getiriyor: “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar ve kahreden ve yaratan onlardır” Doğrudur, onlardır bütün öykülerin başkişisi ve kitaba adını veren Zine’nin kız kardeşleridir. Burada ve dünyanın her yerinde aynı kadınlardır. Yazgının alınlarındaki çizgisi, ellerindeki aşiret simgesi kına kadar çıkmaz bir kalemle kazınmıştır.DİLSİZ ZİNE!Bu anı-öykülerde, anlatıcı da gözümüze dimdik bakar, anlatılan kadınlar da. Bazıları hâlâ kurtlarla koşar ama çoğu çoktan unutmuştur koşmayı. Kitaba adını veren Zine; bir dilsiz kadındır, laldır, konuşamaz, ağzından ses, dilinden söz çıkmaz. Adı bir ironi gibi Zine/hayat olsa da acının ve ölümün yoldaşıdır, çığlığını içine haykırır, utanır, üzülür ama direnir, hayata katılır. Konuşamaz ama dinler, söyleyemez ama alfabe öğrenir. Bu yüzdendir Zine öykülerdeki kadınların ortak adıdır.Yazar bir derin hafızadır. Her sözün ve nesnenin çağrışımıyla okuru peşine takar, Sim dağının ardındaki kentten gelen kadının sesiyle umutkondu semti’nde durur, Gülperçem’in dövmesinde anlam bulur, kekik satan Nine ile soluklanır. Mademki duydukları ve dinledikleri aklında bir dövme gibi kazılıdır alır kalemi, yazar./Archive/2020/11/7/003505889-kapakic2.jpgDÖVME!Dövme, aslında bir kadın süsü bir kadın imgesi, bir kadının sessizliğin içinden gelip sizinle konuşması değil midir. Kadının yürüyüşünün, gülüşünün, her deviniminin gözaltına alındığı coğrafyalarda dövme, ne denli güçlü bir varlık işaretidir. Asla silinmeyecek bir şekli deriye kazımaktır. Var olmak, görünür olmak ihtiyacının en güçlü dışa vurumudur. Dövme, insanın tarihi kadar eski ve her yerde aynı ihtiyacın karşılığıdır.Yaşar Seyman dövmeyi Ugandalı sendikacı İrma üzerinden anlatırken kadraja Gülperçem girer. Sevdiğinin adını iki göğsünün arasına kazdıran, inatçı, sevdalı Gülperçem. O, korkunç bir öfkenin kadınıdır. Kimliksizliğine ve yok sayılmasına duyduğu öfkeyle yaşar.Peki; “öfke” nedir; Seyman’ın kalemi hemen soyutlamaya, kavramı temellendirmeye girişir. “Ondaki öfkeyi sevmedim. Oysa öfkeyi severdim. İnsana dinamizm kazandırdığını düşünürdüm” der. Yazar; bunu her öykü de yapacak, konunun kendindeki izdüşümünü de yazacaktır. “Şükretmek, isyan, tutunmak, dünyayı değiştirmek, gerçekleştirmek” sorguladığı ve kendindeki karşılığını aradığı kavramlardır.YAMAN BİR İÇ HESAPLAŞMASeyman dinlediği kadınların öykülerine ve kendi gerçeğine aynı dikkatle bakar. Kapağında anı-öykü yazan Zine; yaman bir iç hesaplaşmadır ve kendi kalbinin üstündeki dövmeyi ifşa etmenin tam zamanıdır. “justitia vitrim regina (adalet erdemlerin kraliçesidir.)Edebiyatın yumuşak gücü, dövme yapılırken duyulan acıyı, gözükara Gülperçem’in hışmını, yakın tarihi olaylarını sisli bir dille anlatır sonra araya edebiyat girer, acıyı unutmaya davet eder. Okulsuz, elektriksiz bir köyde, 12 yaşında evlendirilen Gülbahar’ın acısı; derdini denize döken yaşlı kadının gözyaşına karışır, belki fonda “Sarı Gelin” duyulur. Hayat, edebiyata karışır, anılar okurun malı;, öyküler, edebiyat sosyolojisi için bir kanıt ve belge olur.‘YÜZ AKI BÜTÜN KADINLARI PARÇALADIK!’Öykü kadınlarının çoğunun zihni kıskançlıkla doludur. Yazar; “ruhları yaralı kadınlar” der onlara ve metni, eleştirel söylemle geliştirir. İletiyi finalde verir. “O parçaladığınız kadın bu akşam masamızda olsaydı dünyayı konuşuyor olurduk. Oysa biz ne yaptık, başarılı ve ses duvarını aşmış, Türkiye’nin yüz akı kadınlarından birini parçaladık. Yani yüz akı bütün kadınları parçaladık.”Öyküye dönüşmüş bütün bu anılar belli ki yazarın kişisel tarihinde dönüm noktaları, farkındalık eşikleridir, kendi kutup yıldızlarına selamlar gönderir. M. Luther King’ten R. Luxemburg’a, Montessori’den Beavoir’e bir portreler galerisi önümüzde açılır.Yaşar Seyman’ın Zine’si, bir balad, bir şarkı, bir mektup. Hüzünlü ama umutlu ve sevda dolu. Coşkuyla biriktirdiği anılar, tanıdığı insanlar, tanık olduğu olaylar... Orada, hem bir yazar kurgusu hem bir siyasetçinin insan algısı ve bir aktivistin coşkulu sesi var. Zine’ de bir hayatı okuyoruz öykü lezzetinde.Zine / Yaşar Seyman / Bilgi Yayınevi / 240 s. /2020. Çiğdem Ülker

‘Faust II‘, Filhelenizm ve Türk imgesi

‘Faust II‘, Filhelenizm ve Türk imgesi /Archive/2020/11/7/003116392-ic1.jpgGoethe, Antik dönemin güzellik idesini konulaştırabilmek amacıyla, ‘Klasik Walpurgis Gecesi’ adlı şölende Antik Yunan mitoloji kahramanlarını buluşturur. Mefisto, baygın Faust’u düşte Yunanistan’a götürür. Faust, Yunan topraklarında ayılır. Bu bölümde yazar, çağdaş düşünce birikimiyle, Antik dönemin düşünce dünyasını bütünleştirmeyi dener. Antik dönemi, Helena figürüyle; Orta Çağı ise Faust tipiyle simgeleştirir. Bu bütünleşmenin ürünü, büyüleyici yaratık Euphorion’dur. Euphorion figüründe güzellik, çağdaş düşünceyle birleşir.TÜRK İMGESİ VE EUPHORIONÖzellikle bu bölüm, Türk imgesi bakımından öne çıkmaktadır; çünkü Goethe, klasik güzelliği simgeleyen Helena ve gücü, yenilmezliği simgeleyen Euphorion figürlerini kullanarak, hem Yunan bağımsızlık başkaldırısını, hem de bu başkaldırıyı desteklemek amacıyla Yunanistan’a gelen İngiliz şair Lord Byron’ı yazınsallaştırmıştır. Bu bölüm, Faust II‘nin düşünsel zemini olarak da yorumlanabilir.Faust’ta ‘Türk’e yapılan dolaylı göndermeler, Faust II‘nin ‘Helena’ adlı bölümünde yer alan Euphorion figüründe görülebilir. Yazar açısından ‘Helena’ bir anlamda ‘Doğu’ya bakış’, Helen ‘klasik güzellik ülküsüne’ yöneliştir.‘Helena’ bölümünde Goethe tarihte bir gezinti yaparak, Antik söylence ve mitos birikimini, Orta Çağ ve yaşadığı dönem olan 18./19. yüzyılla ilişkilendirir. Yaklaşık 3000 yıllık bir tarih içerisinde Truva Savaşı, Haçlı Seferleri ve Türklerin Yunanistan’ı egemen olmaları gibi tarihsel gidişi önemli ölçüde etkileyen olaylar söz konusudur.Bu bölüm, aynı zamanda Yunanların Osmanlı boyunduruğundan kurtulmak için başlattıkları başkaldırıya yazılmış övgüdür; ‘genç halk’ diye nitelendirilen Yunanlar için ‘mucizevî çözüm’ bağımsızlıktır; Türk egemenliğinden kurtulmadır. Mitolojik kahraman Euphorion, ise, Goethe’nin ‘yüzyılın en büyük yeteneği’, ‘dönemin yeni şiirinin temsilcisi’ ve ‘anısı sürekli canlı tutulması gereken kişi’ diye nitelendirdiği İngiliz şair Lord Byron’ı simgeler.Romantik İngiliz şair Lord Byron, Nisan 1824’te, Osmanlı yönetimine başkaldıran Yunanlarla birlikte Osmanlılara karşı savaştığı sırada Yunanistan’ın Mesolongion kentinde ölür. Goethe bu denli değerli bulduğu Byron’a kendi deyimiyle, ‘sevginin ölümsüz anıtını‘ dikmek ister. Böylece kendisi gibi, ödünsüz bir filhelenist olan Byron’u kalıcılaştırmayı amaçlar.PELOP’UN ÜLKESİNDE...Daha fazla yerde sürünmek istemeyen kimdir? Goethe, Faust II’nin anılan bölümünde Euphorion’un ağzından Yunanlılar ve Yunanistan adına Byron’ı konuşturur: “Daha fazla yerde sürünmek istemiyorum / Bırakın ellerimi!” Helena ve Faust, öz-denetimli ve temkinli olması konusunda Eophorion’u uyarır: “Dur, kendini denetle (ölçülü ol)!”Euphorion durmadığı gibi, Yunan başkaldırısına destek ve katılım çağrısı yapar; konuyla ilgili bütün tarafları açık tavır olmaya özendirir, Goethe’nin anlatımıyla, “Gücünü ve istencini açığa vur!” der. Katılım ve destek isteğini yükseltmek amacıyla coşkusunu dillendirir: “Dışarıda uğuldar rüzgârlar, / Kükrer dalgalar!”Euphorion yerinde duramaz; adeta Goethe’nin Yunan başkaldırısından duyduğu heyecanı dışa vurur:“Daha yükseklere çıkmalıyım, / Daha uzaklara bakmalıyım./ Artık nerede olduğumu biliyorum/ Adanın tam ortasında Pelop’un ülkesindeyim.”/Archive/2020/11/7/003138548-kapakic2.jpgBYRON VE GOETHE’DEN YUNANLILARA ÇAĞRIGoethe, yapıta içkinleştirdiği güncelliği, Euphorion’un “Barış gününü düşlüyor musunuz?” sorusunda açığa vurur. Yunan halkının düşlediği ya da düşlemesi gereken ‘barış günü’, Osmanlı egemenliğinden kurtuluş ve sonrasıdır.Burada artık şair Byron açıkça Yunan başkaldırısına katılmakta ve Osmanlılara karşı savaşmaktadır. Yazar, şair Goethe, açıkça Yunanlıların kurtuluş savaşından yana tavır koymuştur. Byron ve Goethe, Euphorion’un ağzından Yunanlılara büyük bir coşkuyla çağrıda bulunurlar: “Düş görebilen, düşlesin. / Savaş, artık anahtar sözcük. / Zafer ise henüz çok uzak!”Goethe, Byron’ın heyecan ve atılganlığıyla tüm Yunan başkaldırıcılara, savaşçılara seslenir: “Bir tehlikeden öbürüne / Bu ülkenin doğurdukları / Sınırsız bir cesaretle özgür / Kanını akıtmaya hazır. / Artık bastırılamayan / Kutsal anlam, / Hepsi savaşçılara / Yarar sağlar”.Yunan savaşçılar sınırsız bir cesaretle ve özgürce canları pahasına ‘kutsal anlam’, bir başka deyişle, kurtuluş için savaşmalıdır. Zaten artık hiçbir şey bu kutsal anlamı, diyesi, kurtuluşu engelleyemez. Kutsal anlam, kurtuluştur, özgürlüktür ve bağımsız var olmadır! Dolayısıyla, herkes için yarardır.Euphorion, Türkler ve Yunanlar arasında denizde ve karada sürmekte olan muharebelere gönderme yaparak cesaretlendirici seslenişini sürdürür: “Duyun, top sesleri denizde gümlemekte, / ovada yankılanmaktadır / İki ordu toz ve dalgalarla boğuşmaktadır, / Sayısız zorluk, acı, eziyet ve ölüm buyruktur! / Ve artık bunu bilmeyen yoktur!”İÇTEN BİR FİLHELEN; BYRONYunan savaşçılar her türlü zorluğa, acıya eziyete katlanmalı, hatta ölümü bile göze almalıdır; çünkü bu savaş kurtuluş savaşıdır ve kurtuluşu isteyenler için bir buyruktur. Helena, Faust ve koro, Euphorion’a, diyesi, Byron’a sorar: “Ölüm senin için yazgı mıdır?” Byron, içten bir Filhelen, bir başka deyişle, inançlı ve kararlı Yunan sever olarak yanıtlar: “Uzaktan mı seyredeyim?/ Hayır! Ben kaygı ve sıkıntıları paylaşıyorum.”Gerçekten de Byron, Yunan başkaldırısını Avrupalı birçok Yunan yandaşı gibi, uzaktan izlemez; Yunan halkının ve başkaldırıcıların ‘kaygı ve sıkıntılarını’ bizzat, onlarla birlikte savaşarak paylaşır ve sonunda savaş sırasında Yunanistan’da ölür. Koronun söylediği yas şarkısı, hem Goethe‘nin Byron‘ı ölümsüzleştirme isteğinin anlatımıdır, hem de Byron’ın ölümüne yakılmış ağıttır: “Nerede olursan ol, yalnız değilsin!/ Ayrılmaz hiçbir gönül senden!”Byron gömütünde de yalnız değildir artık, hiçbir gönül ondan ayrılmayacaktır. Goethe, onu asla unutmayacak, unutturmayacaktır. Bir başka anlatımla: Byron artık unutulmayacaktır! O, Yunan başkaldırıcıların, Yunan halkının, Goethe ve Hugo gibi Avrupalı Yunan-severlerin yüreğinde yaşayacak, sürekli anılacaktır.Alıntıladığım bu bölümler Euphorion’un Byron’ı simgelediğini, Byron’ın da Yunanseverliği temsil ettiğini ve Goethe’nin yüreğinin Yunan başkaldırıcılar ve Yunan severlerle birlikte olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. Goethe’nin “olağanüstü adam” diye nitelendirdiği Lord Byron’a duyduğu hayranlığı mektuplarında görülür. Byron ise Goethe’yi “Almanya’nın edebiyatını yaratan, Avrupa yazınının yolunu aydınlatan şair” olarak adlandırır. Onur Bilge Kula

Düğme ve ilik!

Düğme ve ilik! /Archive/2020/11/7/002817097-kapakic1.jpgAlberto Manguel’in Okumanın Tarihi adlı kitabını okurken hiç bitmesini istemeyerek okudum. Ama bitmesini neden istemediğimi sorsalar o sırada söyleyemezdim. Manguel’in araştırmacılığına, yakası açılmadık kaynaklara ulaşma becerisine, onca ender bilgiyi merak edip bir araya getirişine hayranlık duyuyordum elbette ama bunun ötesinde ne vardı bilmiyordum. Ben de meraksız bir insan değilim ama bu derece - neredeyse - delice merakları olan, başka bir şey için değil, yalnızca merak ettiği için öğrenen insanları kıskanırım.İşte bu özenti duygusu içinde Okumanın Tarihi’ni bitirdiğim zaman elime Mustafa K. Erdemol’un Kitap Kokusu geçince hazine bulmuş gibi oldum. Merak ve araştırmacılık bakımından Erdemol, Manguel’i aratmadı ve Manguel’in kitabı gibi onunki de zaman zaman otobiyografik. Öyle olmak zorunda zaten çünkü merak gökten inmiyor, meraklı insanlar, o meraklarının gerisinde yatan ilk dürtüleri anlatmadan inandırıcı olamazlar. İkisi de ilk dürtülerin yakın aile çevresinden geldiğini anlatıyor.‘NİÇİN OKUYORUZ?’Kitap kokusu hiçbir koşulda kötü bir koku değildir, eskimiş, küflenmiş, kurtlanmış bile olsa kitap güzel kokar. Kitap kokusu adlı bir kitabı okumak için o özel kokunun anısı bile yeter.Ama niçin okuyoruz, bu soru hep kafamı kurcalayan bir sorudur. Aslında dünyada öykü anlatmadan yaşayan tek bir insan bile yoktur diye düşünürüm. Bir komşu ötekine, “Sizin kız ne yapıyor?” diye sorunca ona bir öykü anlatılacak, o da bir öykü dinleyecek demektir.Hayatında hiç öykü dinlememiş tek bir insan da yoktur. Yani insan sonuçta öykü anlatan ve öykü dinleyen bir varlıktır. Bu niçin böyledir? Öykü anlatmak ve dinlemek insan için niçin yaşamsal bir gereksinim olsun, insan öykü anlatmadan duramasın?Critical Inquiry dergisinin 2011 Kış sayısından, evrimci ya da Darwinci edebiyat eleştirisi diye bir eleştiri türünün varlığını öğrendiğim zaman heyecanlandım çünkü onların bu soruya bir yanıtları vardı ve aklıma çok yatan bir yanıttı: İnsanlar, diyorlardı, hayatta kalma, varlığını sürdürme gibi en temel güdüleri dolayısıyla okurlar, edebiyat (ve genel olarak sanat) insanlara, uyarlanımla (adaptasyonla) ilgili sorunlarını çözmelerine yarayacak bilgi sağlar.İnsan başka insanların, benzeri üretilmiş hayatlarına ortak olarak kendisinin ve başkalarının güdülenmeleri konusunda bilgi edinir. Tek başına bilgi edinmek de önemli değildir elbette, asıl önemlisi insanın bu bilgiyle ne yaptığıdır./Archive/2020/11/7/002833237-ic2.jpgİYİ İNSAN OLMAK!Bu sorular ve kaygılar açısından da Mustafa K. Erdemol’un kitapta anlattığı bir çocukluk anısı ilgimi çekti. Erdemol, Ferenc Molnâr’ın Pal Sokağı Çocukları’nı özellikle sonuna doğru ağlayarak okuduğunu söyledikten sonra benim için “onlar gibi olmak iyi insan olmak demekti” diyor. Kaç anne ya da baba iyi insan olmanın ne olduğunu çocuğuna nasıl anlatacağını bilebilir? Anlatsa bile, çocuğunu iyi insan olmaya özendirebilir?Size bir şey söyleyeyim mi, aslında iyi ile kötüyü birbirinden ayırmakta çocuklarının üzerine yoktur. Sekiz, dokuz aylık bebeklerle yapılmış bilimsel bir araştırmanın videosunu seyretmiş ve çok şaşırmıştım. Sekiz aylık bebelerde ahlâk duygusunun var olup olmadığı araştırılıyordu, iyilik “düşüncesi”nin var olduğu görülüyordu.Bilim adamları bunun “öğretilmiş” bir şey olamayacağını söylüyor, o zaman bu, diyorlardı, insanda evrimden kalma bir bilgidir. Demek ki sorun çocuğun bu bilgiye güvenini güçlendirmekte, ona iyiliğin iyi bir şey olduğunu göstermekte. Kitaplar bu işi ne de güzel başarır.‘KİTAP KOKUSU’NUN İLİKLERİ...Düğme ve ilik konusuna gelelim. Mustafa K. Erdemol, belli ki kitap merakının dalgasına binmiş, dalga kendisini nereye atarsa, gözü kara, oraya gidiyor. Kitaplar ve yazarlar için ne biliyorsa iştahla hepsini anlatmak istiyor. Onun bu coşkusu okura da bulaşmıyor diyemem ama okur dediğin kişi o kadar da hesapsızlığa gelir mi acaba?Belki de evrimci eleştirmenler haklı. Okur denen adam gerçekten de onlarca hatta yüzlerce tekil örnek yerine belli bir şekilde ilişkilendirebileceği ve belli bir örüntüyü tamamlayan şeyler anlatılsın ister, kıssadan hisse çıkarmak ister, düğme varsa ilik arar. Düğme almaya giden bir kadın bile bu olayı bir komşusuna anlatacağı zaman öyküsüne - bilmeyerek de olsa - anlamlı olabileceğini düşündüğü - kendi duyguları, düşünceleri gibi - ayrıntılar eklemeye çalışır.Ama haksızlık etmeyeyim, belki de Mustafa K. Erdemol’un kitabında ilik yok değil ancak onu biraz aramanız gerekiyor. Kitabı okurken mutlu bir yanılsama yaşadım, sanki dünya kütüphaneler, kitapseverler, kitap meraklıları, kitap koleksiyoncuları, kitap hırsızları, kitap okurları, tuhaf tuhaf huylara sahip kitap yazarlarıyla doluydu, başka da bir şey yoktu. Elbette, bir de “kitap kokusu” vardı. Bankalar, mahkemeler, şirketler, alışveriş merkezleri falan filan hiç yoktu.Kitap Kokusu / Mustafa K. Erdemol / Can Yayınları / 320 s. Ülker İnce

‘Şiir ve müzik insanın merhemi’

‘Şiir ve müzik insanın merhemi’ /Archive/2020/11/7/000409345-ic1.jpg- Öncelikle yeniden tebrik ediyorum. “Otuz beş yaşıma…” diye başlıyorsunuz kitabınıza. Cahit Sıtkı’yı anımsadığımız bu girişle birlikte şiirlerinizde çokça şaire, yazara, türkülere göndermeler ve onlardan alıntı var. Kitabın da bir bölümünü kadın yazarlara ithaf etmişsiniz. İncirin İçindeki Arı esinlenilen yazarlara bir armağan kitabı mı?Teşekkür ederim. Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü almak benim için çok anlamlı. Çok mutlu oldum. Otuz beş yaşın önemli bir eşik olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple Cahit Sıtkı Tarancı’ya da gönderme yaparak kitabımı kendi otuz beş yaşıma ve aslında her insanın kendi hayatında geçtiği ve unutamadığı o eşiğe de ithaf etmek istedim.RUHİ SU’DAN TURGUT UYAR’A...Şiirimde gelenekten besleniyorum. Halk şiirinden, müzisyen olmam, köklerim ve yetiştiğim Ruhi Su Vakfı sebebiyle halk türkülerinden ve birçok şairden çok etkilendim. Okulum onların dizeleri oldu. Günlük yaşantımda da sık sık dizeler geçiyor aklımdan. Hayatımı bir sarkaç gibi şiirden müziğe müzikten şiire gidip gelerek geçiriyorum. Bu nedenle şiirimde de onlara göndermeler, alıntılar var oldukça.“Turgut Uyar’ın Geyikli Gece’sinde konaklıyorum” diyorum mesela bir dizemde. Cemal Süreya’nın “Yalnızlık bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” dizesine “bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” olabilir sevmek de” diye sesleniyorum. Sonra bir şiirime bir Diyarbakır türküsü olan “kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı” sızıyor onun ardına “kolay değildi içimdeki Leyla’yı saklamak dizesini yazıyorum. Şiirimi besleyen damarlar benden önce yazılmış şiirler, söylenmiş türküler.GELİNCİK İNATLI KADINLARA…Kitabın ikinci bölümünün adı Gelincik İnadı… Bu bölümü sevdiğim kadınların bazılarına ithaf ettim. Aslında daha çoklar. Sevgi Soysal, Gülten Akın, Tezer Özlü, Duygu Asena, Sezen Aksu gelincik inadındaki kadınlar benim için. Bu onlara bir armağan olsun çok isterim. Çünkü onların ürettikleri hayatım boyunca armağan oldu bana. Kitaba adını veren İncirin İçindeki Arı şiirim şu dizelerle bitiyor“ne diyordu Aysel“ben o kadın olamadım”denemiş miydim?Asla”Toplumun dayattığı, kadına biçilen rollere karşı gelmiş, “o kadın” olmamış, gelincik inatlı bütün kadınlara armağan olsun çok isterim bu kitap./Archive/2020/11/7/000425220-kapakic2.jpg‘SÖZLÜ MÜZİK GELENEĞİNİN PARÇASIYIM’- Müzisyensiniz aynı zamanda. Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü mezunusunuz. Profesyonel müzik eğitiminize Ruhi Su Vakfı’nda başladığınızı belirtmiştiniz bir söyleşinizde. Şiirle müziğin arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Şiir yazarken müziğin ritmi size yardımcı oluyor mu?Şiirin kendine ait bir müziği var. Kendi şarkılarını ve şarkı sözlerini yazan biri olarak kendimi sözlü müzik geleneğinin bir parçası olarak görüyor, şiirlerimi yazarken de bazen içimden bazen dışımdan tekrar ediyorum dizelerimi. Şiirin müziğini bulmayı, en azından ona yaklaşmayı çok önemli buluyorum çünkü.Ataol Behramoğlu’ndan “Göre”, Şükrü Erbaş’tan “Bir Özlemin İzdüşümü”, Metin Altıok’tan “İzin Verin de”, Gülten Akın’dan “Kuş Uykusu” benim bestelediğim şiirlerden bazıları. Yine de buna rağmen benim şiirim bestelenebilir değil. En azından ben kendi şiirlerimi besteleyemiyorum. Şarkı sözleri yazıyorum onun yerine.Sezen Aksu kendi şarkı sözlerini paylaştığı kitabına Eksik Şiir adını vermişti. Çok sevmiştim. Benim için her şarkı sözü eksik bir şiir, her şiir gizli bir şarkı müziğini saklayan. Okuyucusu mutlak bulacak ve şiirin ritmi herkesin kalp atışı kadar farklı olacaktır bu sebeple.Yazarken de müzikler eşlik ediyor bana. Hatta bazı müzikler bana yazdırıyor bile diyebilirim. Ama yazarken sözsüz müzikleri tercih ediyorum. Müziğin ritmi, sözü hep dalgalandırır benim için.‘AŞKTANDIR BÜTÜN YARALAR’- Önceki kitaplarınızda hatta albümlerinizde yoğun bir aşk teması belirgin. Bu kitapta da bir dizede “Neye yarar aşk kendini aşmazsa” diyorsunuz. Aşk kendini nasıl aşabilir?Bu sorunun cevabı herkes için değişecektir. Yine de ben, aşkın kendisini aşmasının yolunun insanın kendisini aşmasından geçeceğine inanıyorum. Kitabımdaki şiirlerden biri olan Yanlışlar Kraliçesinde; “insan isterse taş olabilir / yemeden tadına bakabilir bir meyvenin / dokunmadan dokunabilir birine /o zaman ayrılık ayrılık değil / aşk değil aşk / bütün zamanlarda yaşarken kendimi / beden hapishane” diyorum.İnsanın dünya üstünde ve bir başkasında gördüğü ne varsa kendine aittir biraz da. Dünya bize, insan insana aynadır. Belki aynada gördüğünü severek aşar kendini aşk. Belki aşk da kendini aşamaz. Kendine eksilir. Kim bilir? Bense Furuğ Ferrruhzad dizesi gibiyim “ve aşktandır tüm yaralarım benimaşktan, aşktan, aşktan”.‘UMUT HER DAİM İNSANDA’- Son olarak, “İnanmak gerek insana” diyorsunuz bir dizede. Ben de Nâzım’a gönderme yaparak sorayım; Umut insanda mı?Elbet insandadır. Çünkü “yaratan, bizleri insan yarattı” Ruhi Su’nun dediği gibi. Bu sebeple yaratan da yaralayan da saran da insandır. Şiirin ve müziğin de insanın yarattığı bir merhem olduğuna inanıyorum dünya yaralarını usulca saran.“kuş kendi uçtu / balık kendi yüzdü / bana sen öğrettin her şeyi / sende başlar insan olmak” darken ben de ‘Umut sendedir’ diyorum aslında. Umut her daim insanda. Böyle dirilecektir İncirin İçindeki Arı…MEHTAP MERAL: 1983 yılında Ankara’da doğdu. Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümünden mezun olduktan sonra şiirlerini çeşitli edebiyat dergilerinde yayımladı. Yayımlanmış Kedi Mevsimi (Yasakmeyve Yayınları, 2010), Ses ve Toz (Yasakmeyve Yayınları, 2015) adlı iki şiir kitabı bulunuyor.İncirin İçindeki Arı / Mehtap Meral / Mona Kitap / 58 s. Mehmet Aman

‘Şiir, sabır veözenle yapılan bir kazı!’

‘Şiir, sabır ve özenle yapılan bir kazı!’ /Archive/2020/11/6/235929207-kapakic2.jpg- Belki Sessiz’den sonra Bile İsteye yayımlanana kadar geçen 11 yıllık bir süre var. Bile İsteye, bu 11 yılın harmanlandığı bir yapıt diyebilir miyiz?Her yazdığını yayımlayan biri değilim. Çok olanla, hızla ilgilenmiyorum. ‘Az’la ve ‘haz’la ilgiliyim daha çok. Koşar adım, çalakalem yapılacak bir edim değil şiir yazmak. Bir birikme ve biriktirme işi. Yaşantıda, duygusal-düşünsel bakışta, estetik beğenide, kültürel donanımda gelişme, dönüşme, başkalaşma şart. Beslenme alanlarını çoğullama.Şiir, bir kazı - derine ve dibe doğru - sabırla, titizlikle, özenle yapılan! Kendini özerk bir özne olarak kurmak da oldukça zahmetli hele ki bizimki gibi tutucu, baskıcı, ikiyüzlü, cehaletin ve şiddetin egemen olduğu güdük bir ülkede. İnsanı bezdiriyor, silkeliyor, hırpalıyor bu ülke.Yazan özne de toplumsal koşullarından bağımsız değil. Gündelik yaşantının yükü, zorunluluklar ve sorumluluklar, benim için dirimsel bir gereksinim olan okuma ve yazmaya, düşünmeye, imgelem alıştırmalarına, yaratmaya ayıracağım zamanı kısıtlıyor.Yazdıkları üzerinde fazlaca titizlenen, kılı kırk yaran bir yapım da var. Yayımlamadan önce çok oyalanıyorum. Sözcüklerin tarihsel, toplumsal, duygusal, düşünsel yüklerini, yan anlamlarını, mecazlı kullanımlarını, yarattıkları çağrışımları, sessel/ritmik uyumlarını, sözdizimini, biçim ve yapıyı, bütünselliği, anlamı yoğunlaştırmayı ve bu nedenle de eksiltmeyi önceliyorum.“Sanatın ekleme değil, çıkarma olduğunu günden güne daha iyi anlıyorum,” der ya Necatigil. Bir şiire bitti demek de çok kolay olmuyor benim için. Deneyimi ve onun biricikliğini yeniden kurma, onu iyi bir şiir kılma, bir zengin anlam alanı yaratma-nesnel gerçekliği bozup değiştirerek şiirsel gerçekliğe dönüştürme… Bir yapıt ortaya koyma… Edip Cansever’in “zamana zamanla bakmak” dediği. Onu yaptım tam da!/Archive/2020/11/6/235858551-ic1.jpgATAERKİL DİZGEYE DİRENEN KADINLAR- “Uzun kentlerin uzun erkekleri vardır Ömer” diye başladığınız bir bölüm var. “Memet” var, “Mustafa” var, “Koray” var, “Sebastian” var. Eril dile ve toplumsal cinsiyet rollerine bir gönderme mi?Seslenişler var şiirlerimde, evet, personalar. Aynı bölümde Dante, Said, Süleyman da var. Diğer bölümlerde Derrida var, Ada var, Gamze var, Zeyneb var. Memet, asker Memet ama Nazım’ın da Memet’i. Sebastian, örneğin, İngiliz romanlarında uşaklara sıklıkla verilen bir isim. Ada, kızımın ismi. Zeyneb, bu ülkedeki ilk şiir kütüphanesini var edenlerden bir dostum, türkülerin de Zeyneb’i ama. Her şiirde birden çok gönderme, anıştırma, çağrışım var.Elbette kadına özgürlük tanımayan, onu yok sayan, bedenini tehdit olarak algılayan, onu yağmalayan, öldüren başka Mustafa’lara, Koray’lara itirazım var! Öldürülen kadınların anısını yaşatmak için kurulan, her gün güncellenen dijital anıt, Anıt Sayaç, utancımız bizim. Anıt Sayaç, öfkemiz bizim.Kadın, toplumsal dizgenin de kültürel dizgenin de kurbanı. Maria Anna Mozart’ı değil de Wolfgang Amadeus Mozart’ı var kılıyor bu eril dizge. Ataerkil tüm yapıların cinsiyetçi ikili karşıtlıklara dayalı, ötekileştirici, sınıflandırıcı yapısı kadını siliyor, görünmez kılıyor. ‘Erk’eklerce oluşturulan, onların egemen olduğu bu sistem, kadını edilgen, sessiz, uyumlu, bağımlı kılmak istiyor.Fahriye Abla’yı Dıranas yazıyor. Bir de Fahriye Abla yazsa kendini, ondan dinlesek hikâyeyi neler olur’un peşindeyim ben. Bugün kendi sesini, bedenini, kimliğini sahiplenen, yazan, çizen, eyleyen kadın özneler, bu ataerkil dizgeye direniyor ve dayatılan toplumsal cinsiyet rollerine karşı kendi metinlerini üretiyorlar. Yazmak, insanı ayakta tutuyor./Archive/2020/11/7/000000879-ic3.jpg‘EYLEMİ HARLADIKÇA GÜZELDİR UMUT!’- Yer yer dünyanın gözden düştüğünü görüyoruz şiirlerinizde, bazen dallanıp budaklanana kadar bekleyen birini de. Karamsarlık da var, öfke de var ve ne olursa olsun yaşama tutunacak bir umut arayışı da var. Umut hep olmalı mı?Dünyaya gücenmeyenimiz mi var? Bir amansız toplama kampı, bir bataklık değil mi dünya? Çok olmadı mı dünyanın gözümüzden düştüğü? Dünyaya bakmak, onu okumak, dünyayı yeniden yazabilme olanağı da verir bize - bu sefer bir başka yazıyla. Umuttan bir yazıyla. Karamsarlıkla karılmış, öfkeyle yoğurulmuş bir yazıyla!Yorulmuş, aşınmış, içi boşaltılmış kavramlardan umut. İçinde yaşanılan toplum düzeninin değiştirilebileceğine, geleceğin yeniden kurulabileceğine olan umut, eylemlilik arzusu, bir gelecek tasarısı taşır. Eyleme bir ateş yaktıkça, eylemi harladıkça güzeldir umut. Göğsümüzün, aklımızın, kalbimizin sol yanıdır.Umar insan hep bir adil düzeni, bir güzel yarını, bir aydınlığı. Umdukça daha insan kalır. Umdukça harekete geçer. Uğraşır, didinir - bir başka yaşamın fitilini yakar. Güzele doğru bir değişimi, iyiye doğru bir dönüşümü fişekler.‘POETİK VE POLİTİK BİR KAVGAM VAR’- İmgelerinizde doğa unsurlarına sıkça yer veriyorsunuz. Ev ile bir sorun da gözlemliyoruz. Evden doğaya kaçış diyebilir miyiz?Doğa, o bilge! Yazma deneyimimi besleyen sonsuz bir kaynak. Bir suyun izlediği bitimsiz yol. Bir ağacın halleri. Toprağın devinimi. Çocukluğumdan beri kapalı mekânlardan sıkılırım. Yerleşikliği içselleştiremedim hiç. Evden çok kırlar, sokaklar, ara yollar, sapaklar, uzaklar çeker beni.“Evin içi tuzaklarla doludur.” (Sami Baydar) Geçmişimizdir ev. Geçip gidenler ve geçip gitmeyenlerdir. Çelişkiler yumağıdır. Evler, bizi sarar. Evler, bizi biçimler. Evler, bizi cezalandırır da. Evler, bizi boğar. Tekinsizdirler. Evler örter - perde çeker yaşananlara. En çok ortaya dökülmesi gerekenleri saklarlar.Evler benlik algımızı oluşturmada derin izler bırakır. Aidiyet duygusunu dayatır ki benim aidiyet duygusuyla, mülkiyet arzusuyla, iktidar kavgasıyla, ahlakçılıkla, kurulu düzenle, evlerin içinde olup bitenle, evlerin içinden evlerin dışına taşanlarla poetik ve politik bir kavgam var. Evlerden dışarıya sızan pası, irini, zehri söylüyorum. Dışardan, toplumsal yaşantıdan içeriye akan şiddeti ve kiri de…GONCA ÖZMEN: 1982 yılında Burdur’un Tefenni ilçesinde doğan Gonca Özmen, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Kuytumda (Hera Yayınları, 2000), Belki Sessiz (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2008) adlı iki şiir kitabı bulunuyor. Seçme şiirleri, The Sea Within (İçimdeki Deniz) adıyla 2011’de yılında İngiltere’de Shearsman Yayınevi’nce yayımlandı. Belki Sessiz, Almanya’da Elif de Verlag Yayınları’nca yayımlandı.Bile İsteye / Gonca Özmen / Kırmızı Kedi Yayınevi / 80 s. Mehmet Aman

Sergen Yalçın'dan ağır eleştiri: Amaçsızlar!

Sergen Yalçın'dan ağır eleştiri: Amaçsızlar! Süper Lig'in 8. haftasında deplasmanda Gaziantep FK'ye 3-1 yenilen Beşiktaş'ın teknik direktörü Sergen Yalçın, arzusuz ve isteksiz bir oyun oynadıklarını söyledi.Yalçın, maçın ardından düzenlenen basın toplantısında, takımın iki haftadır iyi oynadığını ama bugün işlerin yolunda gitmediğini belirtti./Archive%5C2020%5C11%5C6%5C222312857-gaziantep-fk-besiktas-fotograflar_2.jpgOyunun genelinden memnun olmadığına dikkati çeken Yalçın, şöyle konuştu:"Üzgünüz bizim için iyi bir oyun olmadı. İki haftadır iyi gidiyorduk ama bugün işler umduğumuz gibi gitmedi. Özellikle Welinton'un sakatlanması bizi oyunun tamamında çok büyük sıkıntıya soktu. Bireysel hatalar yaptık ve peşinden kırmızı kart geldi. İsteksiz ve arzusuz bir oyun vardı. Kesinlikle kazanma arzusundan uzak, amaçsız bir görüntü verdik. Bunu beklemiyorduk. Çünkü oynadığımız son 2 maçta takım iyi bir profil çizmişti. Maalesef bugün istediğimiz sonucu alamadık ve üzgünüz. İnşallah bunu telafi ederiz."Kaleci Ersin Destanoğlu'nun performansı hakkındaki soru üzerine Yalçın, "Geçen sezonu ne yazık ki mumla aratıyor. Ondan çok daya iyi oyunlar oynamasını bekliyoruz. Bugünkü kırmızı kart pozisyonunda çok daha erken çıkabilirdi. Performansında bir düşüş olduğunu düşünüyorum. Çok genç bir arkadaşımız zamanla toparlar." değerlendirmesinde bulundu.Sergen Yalçın, son iki haftada olgunlaşan ve profesyonel anlamda bir takım görüntüsü içinde oldularını anlatarak, şunları kaydetti:"İstatistik ve profesyonel anlamda çok yukarı giden bir takım vardı. Bu seviyede bu kadar basit goller yerseniz maç kazanmamız zorlaşır. Çok beklenti içinde olduğumuz futbolcular var maalesef onlar da performanslarının altında. Bu seviyede bu hataları kaldırmak biraz zor." AA

Kartal taklidi yaptı, Beşiktaşlılarıkızdırdı

Kartal taklidi yaptı, Beşiktaşlıları kızdırdı Gaziantep-Beşiktaş maçına ev sahibi ekibin teknik direktörü Sumudica damgasını vurdu. Kartal sevinci yapan ve Beşiktaş antrenörü Murat Şahin'le tartışan Rumen teknik adama kulüp başkanı Mehmet Büyükekşi'den uyarı geldi./Archive%5C2020%5C11%5C6%5C222314248-gaziantep-fk-besiktas-fotograflar_7.jpgGaziantep Futbol Kulübü Başkanı Mehmet Büyükekşi, Beşiktaş maçı sonrası yapıtığı açıklamada, maç esnasında her iki takımın yedek kulübelerinde çıkan gerginlik ile ilgili konuştu. Büyükekşi, maçın heyecanına bağlı olarak istenmeyen durumlar olabileceğini ifade ederek, bundan sonraki maçlarda teknik heyete dikkatli olmaları konusunda uyarıda bulunacaklarını söyledi.Gaziantep Futbol Kulübü Başkanı Mehmet Büyükekşi, 3-1 galip geldikleri Beşiktaş maçının ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Büyükekşi, "Maç esnasında böyle heyecanlı hareketler olabiliyor. Maçın heyecanını yaşayan her iki taraf bazı istenmeyen durumlara sebep olabiliyorlar. İnşallah bundan sonraki maçlarda teknik heyetimizin daha dikkatli olması için gerekli uyarıları yapacağız" dedi. DHA

Fenerbahçe baskette coştu!

Fenerbahçe baskette coştu! /Archive%5C2020%5C11%5C7%5C010924869-fenerbahce-beko-khimki-83-71_2.jpgSALON: Ülker Spor ve EtkinlikHAKEMLER: Juan Carlos Garcia, Saso Petek, Uros NikolicFENERBAHÇE BEKO: Brown 11, Westermann 3, Melih 4, De Colo 2, Pierre 16, Vesely 4, Eddie 16, Ali Muhammed 10, Ahmet 11, Ulanovas 6KHIMKI: Shved 10, McCollum, Timma 8, Karasev 5, Zaytsev, Monroe 11, Jerebko 12, Bertans 6, Mickey 191’İNCİ PERİYOT: 23-20DEVRE: 42-353’ÜNCÜ PERİYOT: 65-55Turkish Airlines EuroLeague 7’nci hafta maçında Fenerbahçe Beko, evinde Rusya'nın Khimki takımını konuk etti. Sarı-lacivertliler, Ülker Spor ve Etkinlik Salonu'nda oynanan mücadeleyi 83-71 kazandı. DHA

Beşiktaşsoyunma odasındaki ortak ses: Telafisi var

Beşiktaş soyunma odasındaki ortak ses: Telafisi var Süper Lig'in 8. hafta maçında Gaziantep FK, sahasında Beşiktaş'ı 3-1 mağlup etti. Maçın ardından Beşiktaş soyunma odasında sessizlik hakimdi. Başta Mensah ve Larin olmak üzere futbolcular teknik direktör Sergen Yalçın'a 'Telafi edeceğiz" sözü verdiler./Archive%5C2020%5C11%5C6%5C222314545-gaziantep-fk-besiktas-fotograflar_8.jpgBeşiktaşlı Bernard Mensah  ise değerlendirmelerde bulundu.Mensah'ın açıklamaları şöyle:"İlk yarıda topu orta sahada  gerektiği kadar tutamadık. İkinci yarıda kırmızı karta kadar iyi oynadık ama kırmızı karttan sonra istediklerimiz olmadı. Çok çalışmalıyız. Zorlu maçlar var önümüzde. Tüm puanlara talibiz. Çok çalışarak bu puanları almak istiyoruz." cumhuriyet.com.tr

İstanbul’da kritik koronavirüs toplantısı

İstanbul’da kritik koronavirüs toplantısı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, İstanbul’daki programı kapsamında, koronavirüs ile mücadelede aktif rol oynayan hastaneleri ziyaret etti. Esenyurt Necmi Kadıoğlu Hastanesi, Beylikdüzü Devlet Hastanesi ve Büyükçekmece Mimar Sinan Devlet Hastanesi’ne ziyaret gerçekleştiren Bakan Koca, hastanelerin başhekimlerinden ve yetkililerinden bilgi aldı. Programı kapsamında Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi de ziyaret eden Bakan Koca, burada bir toplantı gerçekleştirdi.Toplantıya bakan yardımcıları, genel müdürler, il sağlık müdürü ve saha koordinatörleri katıldı. Bakan Koca, salgının seyrine ilişkin konuşulan toplantıya ait fotoğrafı ise sosyal medya hesabından paylaştı. Bakan Koca, “İstanbul Salgınla Mücadele Toplantısı: Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde yapılan toplantıya bakan yardımcılarımız, genel müdürlerimiz, il sağlık müdürümüz ve saha koordinatörlerimiz katıldı. Salgının seyri, artan risk ve yeni hasta yüküne karşı yapılacaklar ele alındı” dedi. (İHA)




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter