News - Haberler
2020 Mart ayından bu yana 192 motokurye hayatınıkaybetti
2020 Mart ayından bu yana 192 motokurye hayatını kaybetti Pandemi dönemde artan paket servis talebini karşılamak için yoğun mesai saatleriyle çalışan motokuryeler, yorgunluk ve sağlıksız çalışma koşullarından dolayı ölüme mahkûm edildi. 2019 yılında 19 motokurye hayatını kaybederken 2020 yılının mart ayından bu yana bu sayının 192 olduğunu belirten Turizm, Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası (TEHİS) Genel Sekreteri Ferhat Zorbay, yaralanan ve çalışma yeteneğini kaybeden motokuryelere dair net bir rakam bulunmadığını da söyledi. Motokuryelerin çoğunluğunu pandemi döneminde işsiz kalan komi ve aşçıların oluşturduğunu aktaran Zorbay, “Bu insanlar yağmurda ve karda saatlerce direksiyon başındaydı ve büyük mobbing altında sipariş yetiştirmeye çalışırken hayatlarını kaybettiler” dedi. Kayıtlı çalışan olarak 100 bin motokurye bulunduğunu hatırlatan Zorbay, pandemi ile birlikte kayıtsız çalışmanın arttığını ve bu sayısının kayıt dışı çalışanlarla birlikte 900 bini bulduğunu söyledi. Eğlence ve hizmet sektöründe 913 bin kayıtlı işçi bulunduğunu hatırlatan Zorbay, bu işçilerin 62 bininin pandemi döneminde işten çıkarıldığını belirtti ve şu anda 851 bin kayıtlı işçi bulunduğunu aktardı. Kayıt dışı çalışan işçilerle birlikte bu rakamın üç milyonu bulduğunu aktaran Zorbay, restoran ve kafelerin açılması ile birlikte bu işçilerin sadece yüzde 20’sinin işbaşı yapabildiğini söyledi. Daha önce 15 işçi çalıştıran küçük işletmelerin mekânlar açılınca en fazla iki veya üç işçi ile çalışmaya devam ettiğini aktaran Zorbay, zincir restoranlarda da ise bu oranının yüzde 5-10 arasında olduğunu vurguladı. Ali Can PolatFerhanŞensoy:‘Ülkenin en büyük derdiülkeyi yönetenler’
Ferhan Şensoy: ‘Ülkenin en büyük derdi ülkeyi yönetenler’ Ferhan Şensoy, “Biz bugün aşağılık kompleksiyle boğuşan siyasilerle uğraşıyoruz. Muhalefetin her türlüsünden korkuyorlar, muhalif izleyicimiz de buna dahil“ ifadelerini kullandı. Ferhan Şensoy, kocaman bir dünya demek benim gibi bir tiyatro sevdalısı için. Ferhan Şensoy, bir tiyatro okulu demek benim gibi öğrenciliği hiç bitmeyen oyuncular için. Ferhan Şensoy, aklımızdan geçen ama bir türlü dile getiremediklerimizi cesurca sahneden söyleyen duyarlı bir sanatçı demek ülkesini seven her yurttaş için. Ferhan Şensoy, bu ülkede var olan ve adaleti savunan, durmadan yazan, sürekli üreten kocaman bir yürek demek, ülkenin aydınlık yanı için...Pandeminin başından beri Bodrum Yalıkavak’taki köy evinde yaşayan usta sanatçıyı arayıp “Konuşalım mı” diye sorduğumda, “Olur” dedi buruk bir sesle. “İyi misiniz” diye sorduğumda ise “Ülkem gibi” dedi ve ekledi: “Yazıyorum, yazıyorum... Kitaplarımı bitirmem lazım.”Yazıyorum dediğinde sevindim çünkü umudunu kaybetmemişti ve tam tersi umut olmaya devam ediyordu yazarak. Ülkenin koronavirusten sonra en büyük derdinin ülkeyi yönetenler olduğunu söyleyen Ferhan Şensoy ile Ortaoyuncular’ı, tiyatronun gidişatını, kaybettiği dostlarını ve yeni projelerini konuştuk.- Sizin iyi bir takipçiniz, filmlerinizi izlemiş ve tüm oyunlarınızı seyretmiş iyi bir tiyatro seyircisi olarak bir yıldır tiyatroya gidemediğim için mutsuzum. Hayatı tiyatro ve yazmak olan siz, tiyatronuzu, sahnede olmayı ne çok özlemişsinizdir. Duygu ve düşüncelerinizi merak ediyorum.Pazar günü sokağa çıkmak yasak! Kitap yazmak yasak değil. Perde açamamak elbette üzüyor beni, sahneye çıkmayı özledim. Bunun dışında eve kapanmakla ilgili bir sorunum yok. Son yıllarda sokağa çıkmayı da unuttum, çıkasım yok! Gördüğüm şeyler beni mutsuz ediyor. Geriş’e evimize çekildik. Benim boş durmak gibi bir durumum olamaz. Masamın üstü kitap olmayı bekleyen dosyalarla dolu. Bin yıl yaşayacak değilim. Her yazarın ardında bıraktığı bitmemiş dosyaları vardır. Ben ölünce eşim Elif’im toparlayacak dosyalarımı.- Ortaoyuncular’ın bu yıl 41. yılı, kimler geldi kimler geçti. Gökyüzünden sizi seyreden son yıldız da Rasim Öztekin oldu maalesef. Koskocaman bir hayat Ortaoyuncular ve sizde saklı onca anı. Öztekin ile unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?Erken göçtü Kavuklu Rasim. Sanki hissetmiş gibi kavuğunu da erken devretti. Kalbiyle ilgili sıkıntıları vardı ama çok dikkat ediyordu kendine. Levent Ünsal’ın kaybını atlatamadan Rasim’in birdenbire göçmesi çok üzdü hepimizi. Say say bitmez anılarımız... Hangisini yazsam diğerine haksızlık! Özgeçmişlerle ilgili bir kitapta anlatılacak Rasim.- Beyoğlu’nda onlarca tiyatro vardı, hepsi kapandı, sadece Ortaoyuncular kaldı. Hiç geçmişte aklınıza gelir miydi, Beyoğlu’nda bir tane tiyatro kalacağı, sanata bu kadar sansür uygulanacağı, sanatçıların sebepsiz yargılanacağı?Ben Ayfer Feray Tiyatrosu’ndayken Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üstünde kırk tiyatro vardı. Şimdi sadece Ortaoyuncular var Ses-1885’te. Geçmişte de tiyatro ve genel anlamda sanat birçok baskıyla, sansürle karşılaştı. Benim tiyatrom yakıldı, gece bekçisi hayatını kaybetti. O an orada bulunmaktan başka kabahati yoktu. Korkunç bir şeydi. Yine de işlerin hiçbir dönem bu kadar pespayeleştiğini görmedim. Metin Akpınar’ı gözaltına almak nedir? Müjdat Gezen’i sorgulamak nedir? Bu çaresizliktir, korkudur! Ayıptan da öte ayıptır!- Neden sanattan bu kadar korkuyorlar?Korkmamaları için somut bir sebep yok. Sanatçı muhalif olur. Bunu daha önce de söylemiştim; benim dünya görüşümde yandaş sanatçı diye bir kavram olamaz. Ferhangi Şeyler’de sataşmadığım lider yok. Oto-sansür sevmem, sahnede dilimin kemiği yoktur. Yıllarca Özal’a demediğimi bırakmadım. Demirel’e, Deniz Baykal’a... Birçoğu gelip oyun izlediler, gülerek ayrıldılar. Erdal İnönü gizli gizli bilet alıp izlerdi, 500 koruması falan yoktu. İnsanın gelişmişlik düzeyini gösteren önemli unsurlardan biri de kendisiyle ilgili şakalara, eleştirilere karşı tavrıdır. Biz, bugün aşağılık kompleksiyle boğuşan siyasilerle uğraşıyoruz. Muhalefetin her türlüsünden korkuyorlar, muhalif izleyicimiz de buna dahil. ‘MASKELİ TİYATRO BENİ RAHATSIZ EDİYOR’- Yeni mevsime yeni projeleriniz, oyunlarınız var mı?Levent Ünsal kardeşimizin vefatı dolayısıyla Şahları Da Vururlar’ı oynayamadık. Levent’in yeri doldurulamaz tabii ama bir şekilde oynayacağız Şahları Da Vururlar’ı. Sahnede olur, internet üzerinden olur, bilemiyorum. Maskeli tiyatro fikri beni rahatsız ediyor. Aralıklı oturma düzeni komedinin mantığına aykırı! Dirsek dirseğe oturmazsa gülmez izleyici. Bu kuralı bütün Ortaoyuncular ekibi bilir. Yeni projeleri pandemi süreci belirleyecek. Ortaoyuncular’ın genç bir takımı var, hepsini ben yetiştirdim. Tiyatro müdürümüz bile Nöbetçi Tiyatro’dan. Benim hiç anlamadığım internetsel şeyler yapıyorlar. Ben interfluğ’yum, Elif’le çalışıyorlar. Elif çok deneyimli; 25 yıldır Ortaoyuncular’da. Hem sahnede hem yayınevinde çok sorumluluk üstleniyor. Onlar internet aleyhisselamla uğraşırken ben kitaplarımı yazmakla meşgulüm. Derdeste çıktı, Ferdeste’yi bitirmek üzereyim. Belki sonra üçüncü otobiyografik romana otururum; Nezle Olmuş Dolmakalem!‘BAŞIMI KAŞIYACAK VAKTİM YOK’- Pandemi öncesi tiyatroya büyük ilgi vardı, neredeyse her mahallede küçük oda tiyatroları... Sizinle aynı binada bile gençler tiyatro yapıyordu. Yeni nesil tiyatrocuları nasıl buluyorsunuz?1970’li yıllarda Beyoğlu’nda bir sürü tiyatro vardı, şimdi Ortaoyuncular var, oynayamıyoruz. Pazar sokağa çıkmak yasak, pazartesi 14.00’te oyna diyorlar. Bu kurallarla tiyatro nasıl yapılacak bilemiyorum. Sürekli söylüyorum; benim başımı kaşıyacak vaktim yok! Sürekli yazı masasında oturduğumdan yürümeyi unuttum. Tiyatroya gideyim, oyun izleyeyim... Buna zamanım yok. Yeni nesil tiyatrocuları tanımıyorum. Öznur Oğraş ÇolakGalatasaray’da milli takımlarına giden oyuncuların sorunsuz dönmesi için endişeli bekleyiş
Galatasaray’da milli takımlarına giden oyuncuların sorunsuz dönmesi için endişeli bekleyiş Beşiktaş’ın derbide Fenerbahçe ile berabere kalmasıyla son 4 haftada kaybettiği 8 puana rağmen şampiyonluk umutlarını sürdüren Galatasaray’da milli takımlarına giden 11 oyuncunun sakatlık yaşamadan dönmesi dört gözle bekleniyor. Daha önce milli aralarda önemli oyuncuları sakatlanan ve koronavirüse yakalanan Sarı-Kırmızılılarda, bir kez daha aynı endişe yaşanıyor. Galatasaray’da, bu kez dikkat çeken konu, giden futbolcuların büyük bölümünün Hatayspor maçıyla başlayacak periyotta ilk 11’de kritik görevler üstlenecek olması... SAVUNMA ALTERNATİFSİZ Sarı kart cezalısı Marcao ile Luyindama’nın yokluğunda stopere geçecek Donk, ilk kez Surinam Milli Takımı’na gitti. Stoperde oynaması gündeme gelen Etebo, Nijerya forması giyecek. Oynamadığı dönemde yokluğu hissedilen Taylan Antalyalı, ilk defa A Milli Takım için ter dökecek; Emre Kılınç da Ay-Yıldızlı kadroda yer alıyor. Norveç formasıyla, Türkiye’ye rakip olacak Linnes ise kırmızı kart cezalısı Yedlin’in yerine sağ bekte görev alacak. Geçmişte Kongo Milli Takımı’nda 2 kez ağır sakatlık yaşayan Luyindama da ülkesinin kadrosuna davet edildi. HÜCUMDA YÜKSEK RİSKGalatasaray, Mısır Milli Takımı’na giden Mustafa Muhammed’in, Hatay maçıyla ilk 11’e girecek Cezayirli Feghouli’nin, golleriyle kritik puanlar kazandıran Nijeryalı Onyekuru’nun, Fatih Terim’in vazgeçilmezi konumundaki Portekizli Gedson Fernandes’in ve Hollanda formasıyla bugün Ay-Yıldızlılara rakip olacak Babel’in Florya’ya sorunsuz dönmesi için bekleyişte. 2 YILDIZ İSTANBUL’DA KALDIMuslera, Uruguay; Falcao, Kolombiya kadrosuna davet aldı ancak Güney Amerika elemeleri ertelendiği için iki yıldız İstanbul’da kaldı. Cumhur Önder Arslan46ülkeden 1590 sporcunun katıldığıturnuvadaşampiyonluğa ulaştılar
46 ülkeden 1590 sporcunun katıldığı turnuvada şampiyonluğa ulaştılar Ülkemizde düzenlenen Uluslararası Turkish Open Tekvando Turnuvası’nda kızlarımız madalyaları toplayarak gurur kaynağımız oldu. Tüm kategorilerde 46 ülkeden 1590 sporcunun yer aldığı turnuvada Çağrı Kızıl Tekvando Spor Kulübü, gençler kategorisinde 7 madalya alıp şampiyon olurken bayrak taşıyıcılığı geleneğini sürdürdü. Geçen yıl açtığı bayrakla tüm dünyada adından “Bayrak Kız” diye söz ettiren Selen Gündüz yine altın kazandı. Selen, bu başarısı ile bizlere olimpiyat hedefine adım adım yaklaştığını gösteriyor. Avrupa Kulüpler ve Dünya Başkanlık Kupası Şampiyonu milli sporcu Meryem İyin bu kez 49 kiloda gümüş madalya kazandı. Varsın olsun. Yine zirvede kaldı, ülkemize çok önemli puanlar getirdi. Turnuvada öne çıkan diğer sporcular 42 kiloda Canan Gündüz ve Elif Sude Akgül oldu. Bu ikili tüm maçlarını farklı alarak finale çıktılar, finalde ise kendi takım arkadaşlarıyla beraber oynamanın gururunu yaşadılar. Başarı emek ister, alın teri ister. Kızlar sizlerde potansiyel var. Ufkunuz açık. Her birinizi kocaman alkışlıyorum. İŞTE KÜRSÜYE ÇIKANLAR42 kg. genç kadınlar: 1. Canan Gündüz, 2.Fatmanur Öner, 44 kg. genç kadınlar: 1. Elif Sude Akgül, 2. Zeynep Duru Kaya, 46 kg. genç kadınlar: 1. Selen Gündüz 2. Şeyma Köseoğlu, 49 kg. genç kadınlar: 2. Meryem Elif İyin‘GURURLUYUZ’Şampiyon takımın hocası Çağrı Kızıl başarıda büyük pay sahibi. Bu sporcuları öyle yetiştirmek hiç kolay bir iş değil. Çağrı Hoca bakın neler söylüyor: “2019’da Yunanistan’da kazandığımız Avrupa Şampiyon Kulüpler kupasının ardından yine böyle önemli bir turnuvada hem madalya rekoru kırıp hem şampiyon olmak gurur verici. Mutluyuz.” Hilmi TürkayEkoturizm rantın diğer adıolmasın
Ekoturizm rantın diğer adı olmasın Çanakkale halkı artan kırsala göç ve ekoturizmin kötüye kullanılması nedeniyle doğa katliamı korkusu yaşıyor. Son zamanlarda birçok kıyı alanında olduğu gibi Kuzey Ege kıyılarında da başlayan ve “ekoturizm” adı altında yürütülen projeler Çanakkale bölgesinde yaşayan yerel halkı ve sivil toplum örgütlerini de tedirgin etti. Uygulamaların, mevzuat da atlanarak 1/100.000 ölçekli çevre planlarında tanımlanmış ekoturizm ilkeleriyle çeliştiğini dile getiren Assos Dostları Sivil Girişim Grubu’nun verdiği bilgiye göre, Çanakkale 18 Mart Köprüsü’nün gündeme gelmesiyle bölgeye ulaşımın kolaylaşacağı öngörüsü, bölgeyle ilgili rant beklentilerini artırdı. Geçen yıl, salgının metropollerdeki yaşam biçimlerini riskli duruma sokması da kentlerden kırsala tersine göç hareketini ivmelendirdi. Kuzey Ege bu hareketin odağı durumuna geldi.Bölgeye yönelik arazi rantı baskısı hem kamu yönetimini hem de siyasi karar mekanizmalarını, korunması gereken bölgeyi yaygın olarak yapılaşmaya açmaya zorluyor. Bölgeyi son dönemde en fazla tehdit eden yapılaşma türüne ise hiç hak etmediği halde “ekoturizm” sıfatı yakıştırılıyor. Böylece madencilik faaliyetlerinden büyük zarar gören Biga Yarımadası, şimdi de doğa katliamı ve köylüleri mülksüzleştirme hareketi ile karşı karşıya.SİTE TİCARETİEkoturizm başlıklı yeni bir yapılaşma türünün adı son 6-7 yıldır 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarında geçmeye başladı. Konu turizm mevzuatındaki “kırsal turizm“ terimi ile ilgili gibi gösteriliyor. Oysa bu yeni kavram ile tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasının koşulları tarif ediliyor. Türkiye’de an itibarı ile turizm, tarım veya imar mevzuatlarında ekoturizmin tanımı yapılmış değil. Turizm mevzuatında “kırsal turizm tesisleri” tarif ediliyor. Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin tanımına göre ekoturizm, doğayı ve kültürel kaynakları anlayarak korumayı destekleyen, düşük ziyaretçi etkisi olan ve yerel halka sosyo-ekonomik fayda sağlayan, bozulmamış doğal alanlara çevresel açıdan sorumlu seyahat ve ziyaret olarak tanımlanıyor. Türkiye’de ise konu site ticaretinin yeni adına dönüşmüş durumda.ENDİŞELERÇevre dostlarının dikkat çektiği olumsuzluklar ve riskler özetle şöyle:- Mülkiyetin çok hızlı bir biçimde el değiştirme sürecine girmesiyle yerel halkın yaşadığı bölgeden uzaklaşmak zorunda kalması,- Yerel aile işletmelerinin yerlerini bölge dışından gelen ve bölgeye yabancı olan büyük işletmecilerin almasıyla bölgenin sosyal dokusu bozuluyor.- Bölge karekterine uymayan ve birbirine bakarak çoğalan imar faaliyetleri, bazı gayrikanmenkul pazarlama şirketlerinin “ekoturizm imalı proje” tanıtımlarıyla teşvik ediliyor.- Bu alanlar ağırlıklı olarak ikinci mesken/yazlık amaçlı “toplu konut siteleri” olarak tasarlanıyor.- An itibarıyla yalnız Çanakkale’de, gerçekte çoğunluğu toplu konut projesi alanına dönüştürülmek istenen 400 kadar alan için “sözde ekoturizm” plan önerisi yapılmış durumda.- Rant projesi yapılacak alan için Tarım Bakanlığı ve ilgili birimlerce arazinin mutlak tarım alanı niteliği marjinal tarım alanı olarak değiştiriliyor. Bu, “Artık tarımsal anlamda gözden çıkarılabilir” anlamına geliyor.- İmar planı onaylanan projelerden bilinen yaklaşık 15’i yapı ruhsatı alarak inşaat çalışmalarına başladı ya da başlamak üzere. Olcay BüyüktaşMansur Yavaştan Sinan Aygün’le ilgiliçarpıcıaçıklama: Beni görevden aldırtmak istedi
Mansur Yavaştan Sinan Aygün’le ilgili çarpıcı açıklama: Beni görevden aldırtmak istedi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Manşur Yavaş, katıldığı KRT TV canlı yayınında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Yavaş, davalık olduğu Sinan Aygün’ün kendisini görevden aldırtmak istediğini ifade etti. Mansur Yavaş KRT TV’de Gürkan Hacır'ın moderatörlüğündeki 'Şimdiki Zaman' programında TOGO Kuleleri yüzünden davalık olduğu Sinan Aygün'ün rüşvet iftirasıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kendisine tuzak kurulduğunu ifade eden Yavaş "Beni görevden aldırtmak istedi, ilk defa burada söylüyorum. 'Büyükşehir Belediyesi bizden rüşvet istiyor' deyip bir tezgâh kurdular. İnşallah beni 'Böyle söyledi, bana iftira attı' diye iddia eder de onla da mahkeme görüşürüz" diye konuştu.Yavaş bir soru üzerine açıklamalarını, "İzin verin bunu zamanında açıklayalım. Ben gayet açık konuşuyorum. Versin beni mahkemeye böyle bir niyetim yoktu diye. Ben de ispat edebilirsem ederim edemezsem de tazminatını veririm. Bu kadar net konuşuyorum" şeklinde sürdürdü.YAVAŞ’TAN GÖKÇE’YE: PSİKOLOJİ BOZUKMansur Yavaş, AKP tarafından tasfiye edilen ABB'nin eski Başkanı Melih Gökçek ile ilgili de çok sert açıklamalarda bulundu. Gökçek’le ilgili “Psikolojisi ya da ruh sağlığı bozuk, sürekli tweet atıyor ve ben muhatap almıyorum” diyen Yavaş, Neden görevden alındığı da belli değil zaten Baktı ki belediyede işler yolunda, sürekli tweet atıyor 'çapsız şöyle, çapsız böyle' diyor. Şahsımı hedef aldığı için gidip şikâyet ediyorum, savcı ise siyasetçi AİHM kararları gereğince buna katlanmalıdır diyerek takipsizlik veriyor. Herhangi bir şahıs AKP'li belediye başkanına 'çapsız' dediği için aynı savcı hemen dava açıyor. Ben hukukçuyum, hukukla oynamasınlar ben ayrıcalık istemiyorum" dedi. cumhuriyet.com.trDikkatçağrılarıyapan Koca’ya AKP kongresi tepkisi:“Ülke kıpkırmızıoldu!”
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Dikkat çağrıları yapan Koca’ya AKP kongresi tepkisi: “Ülke kıpkırmızı oldu!” Eski CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt, açıklanan son koronavirüs verilerinin ardından Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya AKP kongresini işaret ederek tepki gösterdi. Bozkurt, “Biz dikkat ediyoruz da asıl siz dikkat etmelisiniz. Yarın kongreniz var” dedi. Fahrettin Koca’nın son güncel koronavirüs verilerini paylaşırken sosyal medyadaki, “Vaka ve kayıp sayıları hayatımızı, sağlımızı, çaba göstererek kazandığımız serbestliği tehdit ediyor. Geri dönüş yolumuz tedbirdir” ifadelerine Eski CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt tepki gösterdi.Bozkurt, Twitter’dan yaptığı paylaşımda AKP’nin düzenleyeceği kongreyi işaret ederek Koca'ya, “Biz dikkat ediyoruz da asıl siz dikkat etmelisiniz. Yarın kongreniz var” ifadelerini yöneltti.Bozkurt açıklamasını, “Sadece Diyarbakır’dan”14 otobüs yola çıktı” deniyor. Tabii ülkenin her yerinden de... Ülke kıpkırmızı oldu. 2 doz aşı ancak nüfusun yüzde 10’una yapılabildi” şeklinde sürdürdü./Archive/2021/3/24/003757701-bozkurt.jpgAKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Şubat'ta Rize İl Kongresi’nde "Salgının olduğu bir dönemde kongre yapıyoruz ve Rize'de salon lebalep dolu" sözleri nedeniyle muhalefetin tepkisini çekmişti. cumhuriyet.com.trYARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap!
YARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap! Sayı 1623! YARIN yayınlanacak 1623’üncü sayımızın kapağında; usta tiyatro araştırmacısı, yazar, çevirmen, yönetmen, kültür tarihçisi Prof. Dr. Özdemir Nutku (12 Ocak 1931-8 Kasım 2019) yer alıyor. Suda Ayak İzleri 1,2 - Anılar ve İzdüşümleri; yazın tarihimizde Ahmet Midhat, Şemseddin Sami gibi üretkenliği, kültürümüze, dilimize katkılarıyla, düşünsel ve sanatsal kimliğini yetkince bileştiren aydınlarımızdan Nutku’nun, şimdilik yayımlanan son ürünü. Tiyatro tarihimizin 70 yıllık geçmişine ayna tutan bir anılar yumağı. Efdal Sevinçli’nin yazısı... YARIN! /Archive/2021/3/23/182714040-1623-kitap-kapak-ic-.jpg- Sayı 1623! YARIN yayınlanacak 1623’üncü sayımızın kapağında; usta tiyatro araştırmacısı, yazar, çevirmen, yönetmen, kültür tarihçisi Prof. Dr. Özdemir Nutku (12 Ocak 1931-8 Kasım 2019) yer alıyor. Suda Ayak İzleri 1,2 - Anılar ve İzdüşümleri; yazın tarihimizde Ahmet Midhat, Şemseddin Sami gibi üretkenliği, kültürümüze, dilimize katkılarıyla, düşünsel ve sanatsal kimliğini yetkince bileştiren aydınlarımızdan Nutku’nun, şimdilik yayımlanan son ürünü. Sanat yaşamını paylaştığı, güzel Türkçe’nin peşine takılıp şiir tadında okunan ve sürprizler sunan bir anılar yumağı. 1200 sayfa olarak yayımlanan anılar, tiyatro tarihimizin 70 yıllık geçmişine ayna tutuyor. Efdal Sevinçli’nin yazısı...- Alev Coşkun; yalancı, saptırmacı, alternatif bir tarih yaratmak isteyenlere karşı savaşan bir Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olan Sinan Meydan’ın; Yüzyılın Kitabı - Yüzyılın Lideri, Atatürk Etkisi ve Hafıza: Yakın Tarihin Kitabı serisinin dördüncü kitabı; Yakın Tarih İçin Pusula kitabını merceğe alıyor. Yine belgelere dayalı ve kaynak niteliğindeki kitabında Sinan Meydan; yakın tarihin tartışma yaratan 50 konusu üzerinde, 50 ufuk açıcı inceleme sunuyor.- Barış Doster; yetkin, üretken bir Cumhuriyet tarihçisi olan Prof. Dr. Tülay Âlim Baran’ın yayına hazırladığı ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın simge fotoğraflarını çeken Etem Tem’in öyküsünü anlatan ‘Tarihe Tanıklık Eden Bir Objektiften Kurtuluş Savaşı: Etem Tem’in Hatıraları’nı inceliyor.- Emin Adnan; deneyimli gazeteci ve yazar Mehmet Bican’ın, “dinin politik araç olarak kullanılması”nı merkeze alan, Adnan Menderes’ten başlayarak Demirel, Evren, Özal, Çiller, Erbakan, Ecevit ve 28 Nisan dönemlerini kapsayan araştırması Adım Adım İrtica’yı değerlendiriyor.- Nurbanu Kablan; ‘Bir Yıldız Kanatırsa Geceyi’ ile ‘Ay Doruklarda Üşüyorum’ kitapları ve anılar merkezinde şair Hasan Uğur Taşçı’yı yazıyor.- Bu sayımıza özel hazırladığımız Klasikler Dosyası kapsamında; ustaların ölümsüz yapıtlarını yeni dizilerle okurlarla buluşturan kimi yayınevlerinin seçkilerine de yer veriyoruz.Bu kapsamda;- Sevda Fidan; Marcel Proust’un 1905’te yazdığı ve ilk cildi 1913’te yayımlanan yarı otobiyografik romanı Kayıp Zamanın İzinde’den hareketle değerlendirdiği, Proust ve Annesi - Psikanalitik Bir Kayıp Zamanın İzinde Okuması’nı değerlendiriyor.- Nilüfer Altunkaya; Can Yayınları’nın, Ann Radcliffe, Mary Shelley, Emily Brontë, Jane Austen, Daniel Defoe, Honoré de Balzac, Gustave Flaubert ve Charlotte Brontë’nin yapıtlarından oluşan ilk sekiz kitabı okurlarla buluşturduğu Klasik Kadınlar dizisini...- Masum Gök; Kırmızı Kedi Yayınevi’nin, Franz Kafka’dan Lev Tolstoy’a, H.G. Wells’ten Fernando Pessoa’ya, Tevfik Fikret’ten Hüseyin Rahmi Gürpınar’a, Victor Hugo’dan Friedrich Nietzsche’ye, Ahmet Hâşim’den Ferîdüddin Attâr’ın rubailerine usta yazarların ölümsüz yapıtlarının yer aldığı Klasikler dizisini...- Aslı Güneş; bugüne kadar Dostoyevski’den Puşkin’e, Tolstoy’dan Balzac’a, Flaubert’den Fitzgerald’a, London’dan Goethe’ye, Hugo’dan Turgenyev’e, Gogol’den Austen’e, Dickens’tan Zweig’a klasik yapıtları okurlarla buluşturan Doğan Kitap Klasikler serisini tanıtıyor.- Bedriye Korkankorkmaz; Jack London’ın, Büyük Dünya Savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında gelişen, işçi sınıfının günde on yedi saat çalıştığı bir dönemde, genç ve eğitimsiz bir gemicinin verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve düş kırıklıklarını anlattığı klasikleşmiş yarı otobiyografik yapıtı Martin Eden’i inceliyor.- Sadık Usta; Kafka Kitap’ın Büyük Fikirler serisini irdeliyor.- Nevnihal Erdoğan; Hikmet Temel Akarsu’nun üç perdelik müzikal oyunundan kitaplaştırılan Felekleri Temaşa-Takiyüddin & Dar-ü’r Rasad-ül Cedid’i inceliyor. Yapıt, 16. yüzyılın sonlarında İstanbul’da kurulan fakat bağnazlığa yenik düşerek havaya uçurulmuş Takiyüddin’in rasathanesinin başına gelenleri anlatıyor.- Batuhan Sarıcan; erkek egemenliğin, homofobiye, ırkçılığa, şiddete karşı kalemini sivrilten Édouard Louis’in cesur anlatısı Babamı Kim Öldürdü’yü inceliyor.- Alin Kayalar; Burak Eldem ile ürpertici labirentleriyle “gerçeklik” kavramını sorgulatan sarsıcı romanı Tavuskuşu Güncesi’ni konuşuyor.- Y. Bekir Yurdakul; Kulaktan Kulağa köşesinde, Alex Nogues’in ‘Aylaklar Kumsalı’nı merceğe alıyor.- Emek Yurdakul; dört yeni çocuk kitabını tanıtıyor: Neon Leon (Jane Clark-Britta Teckentrup), Küçük Siyah Bir Şey (Reza Dalvand), Rengini Değiştirmek İsteyen Kurt (Orianne Lallemand), Pibalu Gezegeni’ne Dönüş (Emre Şimşek).- Vitrindekiler farklı alanlardan yetkin kitap önerileriyle sizleri bekliyor.- Mustafa Başaran’ın hazırladığı Bulmaca köşemizde ise düşün serüveni sürüyor.İyi okumalar…EditördenUnutmayın her gün Cumhuriyet, her Perşembe Cumhuriyet Kitap okunur!Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… Cumhuriyet Kitap EkiDevrimin yürekli düşünürü; Ceyhun Atuf Kansu! BarışDoster'in yazısı...
Devrimin yürekli düşünürü; Ceyhun Atuf Kansu! Barış Doster'in yazısı... Geçtiğimiz yıl doğumunun 100’üncü yıl dönümünü kutladığımız büyük edebiyatçı ve düşünürümüz Ceyhun Atuf Kansu’nun anısına son iki yıl içinde; Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyet’i, Kemalizm’i, devrimciliği, halkçılığı, yurtseverliği anlattığı bir dizi kitap yayımlandı. Kitapların dördü Kansu’nun politik yazılarından oluşuyor, biri çocuk kitabı. Farklı tarihlerde, farklı dergi ve gazetelerde çıkmış, ama kitap olarak basılmamış yapıtlarını, oğlu gazeteci ve yazar Işık Kansu yayıma hazırladı. /Archive/2021/3/23/133620618-ic1.jpg(Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Külebi ve çocuklarla / Işık Kansu Belgeliği)Tarihin ve talihin güzel, anlamlı bir armağanı olsa gerek, 2019 yılı, büyük edebiyatçı ve düşünürümüz Ceyhun Atuf Kansu’nun 100. doğum yıl dönümüydü. Bir diğer ifadeyle Kansu, ömrünü adayacağı Cumhuriyet’in ilk adımının atıldığı, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yıl, 1919’da doğmuştu. Bu nedenle Cumhuriyet Kitapları ve Telgrafhane Yayınları’nca Kansu anısına bir dizi kitap yayımlandı.AYDIN BİR DOKTORKansu soyadı, Cumhuriyetçilerin, Kuvayı Milliyecilerin, Kemalistlerin, yurtseverlerin, devrimcilerin iyi bildiği, saygı duyduğu bir soyadı. Cumhuriyet’in temelinde emeği olan, Cumhuriyete kol kanat geren bir aile Kansu’lar. Ceyhun Atuf Kansu’dan başka, babası Nafi Atuf Kansu, Şevket Aziz Kansu, Mazhar Müfit Kansu, ağabeyimiz ve ustamız Işık Kansu, ilk aklımıza gelenler…Ceyhun Atuf Kansu, İstanbul’da doğmuş. Eğitimci olan annesi Müfdale Hanım’ı küçük yaşta yitirmiş. Erzurum Milletvekili olan babasıyla birlikte, 1921’de Ankara’ya gitmiş. Ankara Gazi Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş. Ankara Numune Hastanesi’nde çocuk hastalıkları doktoru olmuş.Altındağ’da, gecekondu mahallesindeki çocuklara sağlık hizmeti götürmüş. Turhal’a gidip, Şeker Fabrikası’nın çocuk doktorluğunu yapmış. 11 yıl sonra döndüğü Ankara’da, Etimesgut’taki Şeker Fabrikası’nda doktorluğa devam etmiş.İlk şiirini lise öğrencisiyken yazan, şiirleri yanında denemeleri, öyküleri, çocuk kitaplarıyla da öne çıkan Kansu, çocuk doktorluğuyla ilgili kitaplar da yazmış. Aramızdan ayrıldığı 1978 yılına dek, hem edebiyat ve fikir alanında çok sayıda ürün vermiş hem doktorluğa devam etmiş hem de Ankara Radyosu’nda Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Türkçe üzerine konuşmalar yapmış./Archive/2021/3/23/133638820-ic2.jpg(Fotoğraf: Metin Atuf Kansu, Işık Kansu Belgeliği)KARŞILIKSIZ VE SINIRSIZ HALK SEVGİSİCeyhun Atuf Kansu’nun şiirlerinde, denemelerinde, çocuk kitaplarında, dil, kültür, sanat ve siyaset üzerine yazdıklarında en dikkat çeken unsur, karşılıksız ve sınırsız halk sevgisi. Atatürk’e, Türk Devrimi’ne, yurdumuza, ulusumuza duyduğu sadakat. Katıksız Atatürkçülük. İdeolojik berraklık. Politik tutarlılık.59 yıllık ömrüne çok ve de çeşitli yapıtlar sığdıran, çalışkan, üretken bir yazar Ceyhun Atuf Kansu. Hekimliği de toplumcu şairliği, yazarlığı da. Şiirleri, yazıları özellikle toplumun sorunlarına, halkın özlemlerine, Kurtuluş Savaşı, Atatürk Devrimi ve Cumhuriyet’e, yurtseverlik, halkçılık ve bağımsızlığa odaklanıyor.Bu duyarlılık, şiirlerinin, yazılarının, kitaplarının adına da yansıyor: Yurdumdan, Bağımsızlık Gülü, Sakarya Meydan Savaşı, Devrimcinin Takvimi, Ya Bağımsızlık Ya Ölüm, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Ağacı bunlardan bazıları…/Archive/2021/3/23/133655008-ic3.jpgOĞLU IŞIK KANSU YAYIMA HAZIRLADISon iki yıl içinde Ceyhun Atuf Kansu’nun art arda beş kitabı çıktı. Kitapların dördü politik yazılarından oluşuyor, biri çocuk kitabı. Kansu’nun farklı tarihlerde, farklı dergi ve gazetelerde çıkmış, ama kitap olarak basılmamış yapıtlarını, oğlu Işık Kansu yayıma hazırladı.Yurdumuzu Şen Edeceğiz; incelemelerinden oluşuyor. Alt başlığı, “Atatürkçülüğün El Kitabı”. Kansu’nun tümceleri yalın, açık. Örneğin, “Sevgili Öğretmenim Atatürk” başlıklı ilk makalesi şöyle başlıyor: “Devrim önderleri, devlet kurucular, gerçek yurt yöneticileri bir öğretmene benzerler. İnsanlığın devrimci tarihinin dersliğinde ve kendi uluslarının yaşama okulunda yeni bir şeyler öğretirler. Siyasal eylemlerini, öğretiyle besleyip doğrularlar”./Archive/2021/3/23/133713023-kapakic4.jpg(Ceyhun Atuf Kansu, Ankara, Konur Sokak'taki evinin balkonunda / Işık Kansu Belgeliği)TUTARLI VE YÜREKLİ DÜŞÜNÜR“Kemalizmi Anlamak”, denemelerden oluşuyor. Kitabın alt başlığı, içeriğini ve ruhunu da anlatıyor. “Devrimcinin kan damarı, halkın yüreğine bağlıdır”. Kitap; ulusçu olmayan bir solculuğun da, solcu olmayan bir ulusçuluğun da ülkemizde başarı şansı olmadığını açık biçimde ortaya koyuyor.Cumhuriyetin kuruluş felsefesini, Kemalizm’in antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, ulusal egemenlikçi, halkçı, laik, devrimci özünü büyük bir kararlılık, tutarlılık ve yüreklilikle anlatıyor: “Kemalizm’in bağımsızlık birimi ulus, devrim birimi halktır. Atatürk; öncelikle bir devrimci, Kurtuluş Savaşı devrimcisi, Orta Çağ yıkıcısı, halk yönetimi devrimcisi, temel yapı devrimcisi, dünya devrimcisidir”./Archive/2021/3/23/133733241-ic5.jpg(Orhan Duru, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ceyhun Atuf Kansu, Bilge Karasu - 1965 / Fotoğraf: Muzaffer Erdost- Işık Kansu Belgeliği)KURTULUŞ SAVAŞI VE KÖYLÜLER“Kurtuluş, Uyanış, Direniş” kitabı da denemelerden oluşuyor ve çok önemli bir soruyla başlıyor: “Kurtuluş Savaşı nedir?”. Kurtuluş Savaşı felsefesini, ilkelerini, koşullarını anlatan Kansu; Atatürk ve Türk Kurtuluş Savaşı’nı, “kurtuluş savaşlarının babası” olarak tanımlıyor.En dikkat çeken makalelerden biri de; “Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Köylüler”. Şu saptaması da çok önemli: “Ulusal kurtuluş savaşlarının evrensel iki gerçeği vardır: Bu savaşların vurucu, savaşçı gücü yurtsever aydınlarla birlikte, köylülerdir. Ve bu köylüler, bağımsızlıkla birlikte toplumsal bir değişim, gerçek bir kurtuluş adına savaşmaktadırlar”.“Bağımsızlık Devrimcisi” kitabı, denemelerden oluşuyor. Bölüm başlıkları; Devrimcilik, Bağımsızlık, Uygarlık, Kurtuluş, Uluslaşma, Halkçılık. İlk makalesinde Kurtuluş Savaşı’nı anlatırken şöyle diyor Ceyhun Atuf Kansu: “İstanbul monarşi, Ankara ulusun kurtuluşu peşindedir… Bu alanda iki kılıç gibi çatışmaktadırlar... İstanbul Ankara’yı asi ilan ederken, Ankara İstanbul’u tanımamış, yasa dışı, halk dışı ilan etmiştir”.“İyi İnsan Mehmet Ali” ise sevimli, bilgilendirici bir çocuk kitabı. Harf karakteri büyük, resimli, kolay okunan, öğretici bir kitap. İyi insan olmanın, dürüstlüğün, temiz yürekliliğin, açık bilinç sahibi olmanın önemini, erdemini anlatıyor.* Yurdumuzu Şen Edeceğiz / Ceyhun Atuf Kansu / Cumhuriyet Kitapları / 95 s. / 2020.* Kemalizmi Anlamak / Ceyhun Atuf Kansu / Telgrafhane Yayınları / 155 s. / 2020.* Kurtuluş, Uyanış, Direniş / / Ceyhun Atuf Kansu / Telgrafhane Yayınları / 101 s. / 2019.* Bağımsızlık Devrimcisi / / Ceyhun Atuf Kansu / Telgrafhane Yayınları / 265 s. / 2018.* İyi İnsan Mehmet Ali / / Ceyhun Atuf Kansu / Cumhuriyet Kitapları / 48 s. / 2019. Barış Doster‘Madam Bovary benim!’Ülkerİnce'nin yazısı...
‘Madam Bovary benim!’ Ülker İnce'nin yazısı... Gustave Flaubert’e Madam Bovary’nin kim olduğunu sormuşlar, “Benim,” demiş. Nasıl olur da erkek bir yazar kendini romanının “kadın” kahramanıyla özdeşleştirir? Bu ne gizemli bir şey. Ben de şimdi, “Madam Bovary, Marki de Sade’dır,” diyeceğim ama açıklamayı size bırakmayacağım. /Archive/2021/3/23/133432932-ic1.jpgZaman zaman dönüp, çeşitli nedenlerle daha önce okuduğum eski romanları, kitapları okuyorum. Bazen yeniden okuduğum metinlerin, o metinlerden aklımda kalan şeylerle neredeyse hiçbir ilişkisinin bulunmadığını görüyorum. Jean Cocteau, “Bir kitabı yeniden okuduğum zaman daha önce hiç okumamış olduğumu anlıyorum,” demiş.Madam Bovary’yi yeniden okurken bana da aynı şey oldu, acaba ben bu romanı gerçekten yıllar önce okumuş muydum yoksa yalnızca taşralı bir doktorun güzel karısının ihanetinin öyküsü olduğunu bildiğim için mi kitabı okuduğumu sanıyorum, diye kuşkuya düştüm. Yeniden okuduğuma göre bari o zaman okurken başka bir soruya da yanıt bulmaya çalışayım, dedim: Bu roman niçin edebiyat tarihinin önemli yapıtlarından biri ve niçin evrensel?ÇOCUK KALMIŞ KADINLARBu arada, müzik notalarını ne kadar iyi okuyorsa kitapları da en az o kadar iyi okuduğuna tanık olduğum büyük piyanist İdil Biret’le sohbet ederken, nasıl oldu bilmem, kafamdaki bu soru birden ağzımdan çıktı, İdil Biret hiç duraksamadan, “Evrensel bir roman çünkü dünyada çocuk kalmış kadın o kadar çok ki,” dedi.Birkaç gün sonra evde bazı fotokopiler, basılı metinler arasında iki sayfalık bir metin buldum. İskenderiye Dörtlüsü’nün yazarı Lawrence Durrell’ın konuşmalarının toplandığı Lawrence Durrell Conversations adlı bir kitaptan alıntılanmış bir bölümün kopyasıydı.O alıntıda L. Durrell’a, Marki de Sade’dan sık sık yaptığı alıntıların anlamı soruluyor. Durrell’ın verdiği yanıttaki “çocuk” sözcüğü birden dikkatimi çekti, bunun üzerine metni sonuna kadar ciddi olarak okudum.Durrell, “Marki de Sade, cahilliği ve acımasızlığıyla, çağımızın en tipik insan örneğidir,” diyor. Sonra ekliyor: “Ben onu hem bir kahraman hem de bir cüce olarak görürüm. Freud çok doğru bir kararla onu çocuk özneler galerisine yerleştirmiştir çünkü Sade çocuktur,” diye eklemiş.Pekiyi, çocuk olması ne anlama geliyor? Durrell onu da tanımlamış: “O bir mızmızlanma şampiyonudur, gelmiş geçmiş mızmızların en büyüğüdür; evet, çağdaş insan gibi çocuk kalmıştır: acımasızdır, isteriktir, budaladır, hepimiz gibi kendi kendisinin celladıdır. O bizim ruhsal hastalığımızın somutlaşmış halidir.”İNSAN NİÇİN ÇOCUK KALIR?Görüldüğü gibi burada Durrell “ruhsal bir hastalık”tan söz ediyor ve bunu çağdaş insanın hastalığı olarak niteliyor. Nedir bu hastalık? Onu da açıklamış: Cahillik (bilgisizlik), acımasızlık (benmerkezcilik, başkalarıyla kendini özdeşleştirememe, onların acılarına kapalı olma), çocuksuluk, bilinçsizlik, isteriklik ve (akılsızlık anlamında değil ama akılcı davranamama anlamında.) aptallık.İnsan niçin çocuk kalır, dahası “çağdaş insan” niçin çocuk kalmış olsun, bunun yanıtını da yine Marki de Sade için “O bir cücedir” diyen Durrell veriyor: “O [Marki de Sade] bir cüceyse … manevi sorumluluklar yönünde yol alamadığı için cücedir.”Bir çocuk manevi sorumluluk diye bir şey bilmez, gerçekten de, yalnızca isteklerini ve gereksinimlerini bilir, rahatını bilir. “Manevi sorumluluk” derken Durrell’ın ne kadar önemli bir şeyden söz ettiğini anlamak için de sorumluluk duygusu yokluğunun sonuçlarının neler olabileceğini bir an düşünmek gerekiyor./Archive/2021/3/23/133451978-ic2.jpgÇAĞLARIN HASTALIĞISorumluluk sahibi olmakla olmamak arasındaki farkın ne büyük bir fark olduğunu görüyorsunuz! En yakın çevresinden, ailesinden başlayarak, ülkesine, başka insan hemcinslerine, doğal çevreye ve hatta geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluk duymayan insan ne korkunç bir şeydir. İşte o yüzden bu tür bir insan için Durrell, “acımasızdır, isteriktir, budaladır … kendi kendisinin celladıdır,” demiş.Durrell buna hastalık derken kurtulunması gereken bir şey olduğuna da işaret etmiş oluyor elbette. Ancak “çağın” sözcüğüne karşı çıkacağım, onun yerine keşke “çağların hastalığı” deseydi çünkü bir yandan günümüzde bu hastalığın en şiddetli biçimiyle hüküm sürdüğünü görüyorum, bir yandan da Flaubert’in kahramanı Emma Bovary’nin sorununun tam da bu olduğundan eminim. Emma sorumluluk duygusuna sahip bir kadın olsaydı, kasaba doktoru olan kocasını, ün ve para uğruna, bilmediği bir ameliyatı yapmaya zorlayabilir, onu rezil eder miydi? Sorumluluk duygusu olan insan bu kadar benmerkezli, bilinçsiz, acımasız, aptal ve isterik olabilir miydi?Flaubert de, Durrell’dan neredeyse yüz yıl önce, hiç değilse bu roman temelinde, çağının hastalıklarından birinin bu olduğunu söyler gibidir.Örneğin, o dönem Fransa’sında burjuva kadınlar çocukları olunca hemen bir dadı, bir sütanne tutar, çocuklarını kendileri emzirmezler. Sonuçta çocuğun ne beslenmesinden ne de hastalık ya da sağlığından sorumludurlar, hatta eğitiminden bile tam anlamıyla sorumlu değillerdir. Paraları vardır ama sorumlulukları yoktur. Çocuğun eğitimini de özel öğretmenlere devrederler.Flaubert romanının bir kahramanı olan kasabanın eczacısına, “… anneler çocuklarını yetiştirmelidir. Bu, Rousseau’nun fikridir, belki zamanımız için biraz yenidir,” dedirtirken böyle bir soruna parmak basmak istemiş olabilir pekâlâ.Emma Bovary’nin istekleri vardır, ün ister, zenginlik ister, aşk, heyecan ister ve bunları elde etmek için denemediği şey kalmaz, kendisine sevgililer bulmaktan tutun da kendini dine vermeye kadar, her şeyi dener. Hepsi bozgunla sonuçlanır, hayatı bozgunlarla, mutsuzluklarla geçmiş acınası ve bazen de gülünç bir kişiliktir.Romanı okuyanlar bilirler (ya da okuyacak olanlar da görecektir) roman, çok anlamlı bin bir ayrıntıyla, gözlemle, kişilik çözümlemesiyle doludur, toplumsal hayat betimlemeleriyle doludur. Böyle olduğu için de elbette çok farklı yorumlara açıktır. Ancak burada ben, günümüzün bunalımı açısından en anlamlı bulduğum yanını vurgulamak istedim.Madam Bovary’nin kim olduğu sorulduğunda Gustave Flaubert, “Benim,” dediği zaman, eminim ki, “Evet, Madam Bovary bir kadın ama bir erkek de olabilirdi,” demek istedi. Çocuk kalmış kadınlar varsa çocuk kalmış erkekler de çok çünkü. Hem de tarih boyu koca koca ülkeleri yönettiklerine tanık olduk. Ülker İnceKafka’dan Kafka’ya
Kafka’dan Kafka’ya Monokl’un kırmızı serisinde Maurice Blanchot, Kafka’yı hiç görülmedik bir halde okurunun karşısına çıkarıyor. /Archive/2021/3/23/133254650-ic.jpgMonokl’un kırmızı serisinde Maurice Blanchot, Kafka’yı hiç görülmedik bir halde okurunun karşısına çıkarıyor.“Yazmak gececil şeydir; kendini karanlık güçlere bırakmak demektir, aşağıdaki bölgelere inmek, kendini saf olmayan kucaklaşmalara teslim etmektir. Bütün bu ifadeler Kafka için dolaysız bir hakikati barındırır.Karanlık büyülenmeyi, arzunun iç karartıcı parıltısını, her şeyin radikal ölümle son bulduğu geceleyin zincirlerinden boşanan şeyin tutkusunu çağrıştırır. Peki, aşağının güçleriyle neyi anlar Kafka? Bunu bilmiyoruz.Ama git gide, canlı şeylere susamış ve her türlü hakikati güçten düşürmeye muktedir olarak, sözcükleri ve hayaletimsi bir gerçekliğin yaklaşmasıyla sözcüklerin kullanımını birbirine bağlayacaktır.İşte bu yüzden son yıl arkadaşlarına yazmayı dahi neredeyse bırakacak ve özellikle de kendinden söz etmeyecektir:‘Doğru, hiçbir şey yazmıyorum ama gizleyecek bir şeyim olduğundan değil. Her şeyden önce, bunu kendime son yıllarda stratejik nedenlerle bir yasa bellediğim için, sözcüklerime de mektuplarıma da güvenmiyorum; kalbimi pekâlâ insanlarla paylaşmayı istiyorum ama sözcüklerle oynayan ve onu dilleri sarkık, mektupları okuyan hayaletlerle paylaşmak istemiyorum.’Dolayısıyla sonucun kesin bir şekilde şu olması gerekirdi: artık yazmamak. Oysa sonuç bambaşkadır: ‘Benim için yazmak en zorunlu ve en önemli şeydir.’Ve Kafka, bizlere bu zorunluluğun nedenlerini göstermekten, hatta onları farklı mektuplarında yinelemekten geri kalmadı: eğer yazmayacak olursa delirecekti. Yazmak deliliktir, onun deliliğidir ama bu delilik onun aklıdır…Kendinden kaçmayı isteyerek kendi saplantısına daha da batan kör uyanıklığıyla edebiyat; eğer varoluş varoluştan çıkma olanaksızlığıysa, varlık her zaman varlığa geri itilen şeyse, dipsiz derinlikte olan şey çok da dipteyse, hâlâ uçurumun temeli olan uçurumsa, kendisine karşı çarenin olmadığı çareyse, varoluş saplantısının tek tercümesidir.” Maurice BlanchotKafka’dan Kafka’ya / Maurice Blanchot / Çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu / Monokl Kitap / 240 s. Cumhuriyet Kitap Eki