News - Haberler
Ali Akay ile‘Delilik Gemisi’üzerine...
Ali Akay ile ‘Delilik Gemisi’ üzerine... Foucault’nun Deliliğin Tarihi kitabının ilk bölümünden yola çıkarak Delilik Gemisi (Ayrıntı Yayınları) isimli bir kitap kaleme alan Ali Akay, ders notlarını bir araya getiriyor. Felsefenin, sosyolojinin, psikoloji ve sanatın dehlizlerinde dolaşan açıklamalarla oluşan kitapta Akay, öğrencilerinin sözlerine de yer veriyor. Akay’la bir araya geldik ve çalışmasını konuştuk. Deliliğin günümüzdeki karşılığı, disiplinler arası ilişkiler ve hisler sohbetin merkezini oluşturdu. /Archive/2021/3/25/134626149-ic1.jpgFotoğraf: SEZA PAKER- Çok farklı disiplinlerde üretim yapıyorsunuz. Sizin için sosyolog da denilebilir, felsefeci de… Çağdaş sanat yazarı da, küratör de… Ayrıca akademisyensiniz de… Siz nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?Paris’te Sosyoloji, Siyaset ve Felsefe okudum; ama ilk olarak resim okumaya gitmiştim Paris’e. Akademi’ye giriş sınavlarında ilk sırada olmamama rağmen, yedekten kontenjan ile kazandım ve kabul ettiler beni Akademi’ye. Ama o sırada Zekeriya Bey (Sertel) bana Paris’te asıl Paris VIII Vincennes Üniversitesi’nin çok daha ilginç bir okul olduğunu söylemişti. Böylece, Paris VIII Vincennes Üniversitesi’ne kaydımı yaptırdım.15 yıl boyunca bu Üniversitenin sözünü ettiğim bölümlerinde öğrenci oldum. O dönemde akla gelecek en bilinen ve sonra da çok meşhur olacak hocalarla okumuş oldum. Akademiye gitmiş olsaydım, herhalde ressam olacaktım; ama Paris VIII Üniversitesi bana çok daha geniş imkanlar sağlamış oldu.Zaten sergilere ve bilhassa Modern ve Çağdaş sanat sergilerini izlemekteydim. Louvre, Beaubourg, galeriler vb. 1970’lerin ikinci yarısında ilk yazdığım yazılar ise tiyatro ve sinema yazıları oldu. Daha sonra felsefe ve sosyoloji üzerine yazılar yazmaya başladım ve İstanbul’a dönmeden evvel de sanat yazıları yazdım.1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nden Sosyoloji Bölümü’nden bir teklif adlım ve İstanbul’a geldim, Paris’ten, on beş yıl sonra. Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak başladım:Hemen o yıl Toplumbilim dergisini çıkarmak için girişimlerde bulundum (bugün bu dergi Teorik Bakış adı altında çıkmaya devam etmekte) ve Bağlam Yayınları bu dergiyi ve benim Deleuze ve Guattari çevirilerimi ve kitaplarımı yayınlamaya başladı.Bu dergi, sosyolojiyi sanat alanına doğru çekmeye başlayan bir dergi olarak tasarladığım bir dergiydi. “Sezgisel sosyoloji” kavramının içinde yer edindi benim için. Sosyolojinin kriziyle birlikte “sosyallikler analizi” üzerine çalışmalar ve dersler yapmaya başladım.Bu, aynı zamanda Postmodernizm ile kesişmekteydi. Toplumun homojenliğinden kopup heterojen gruplara ayrılması üzerine geliştirmeye başladığım “sosyallikler analizi” sanatlara da bulaşmaya başladığında, tanıştığım bir grup sanatçı ile arkadaş oldum (o sırada Megalopoller kavramı üzerine yazmakta ve dersler yapmaktaydım; bu kavram sermayenin merkez ve çevre arasındaki kaymasının ulus-devletlerden şehir merkezli yapılara dönmeye başladığı ile ilgiliydi.Bu yazılarımı 1980’lerin sonlarında ele almaya başlamıştım) ve arkadaş olduğum sanatçılarla beraber düşünmeye; sergi yazıları ve sonra da sergi küratörlüğü yapmaya başladım. 1990’ların ilk yarısında gelişti bütün bu aktiviteler.Bu anlamda, kendi akademik formasyonum çok disiplinli olduğundan “disiplinler-aşırı” kavramını geliştirmeye başladım. Dolayısıyla tek disipline bağlı kalmaktan çok uzaktım. Ve bu anlamda, uzmanlık alanım da yoktu.Daha sonra uzmanlık alanımın “sanat sosyolojisi” olduğu söylendi; ama ben hafifçe itiraz etmekteydim, çünkü “sanat ve sosyoloji” yaptığımı söylemekteydim.“Sanat sosyolojisi” değildi tam olarak yaptığım; çünkü bu iki alanı birbirlerine çekerek kendi iç yapılarını da yersiz yurtsuzlaştırmaktaydım, saptırmaktaydım ve beni ilgilendiren sosyolojiyi sanata doğru çekmekti, ama bir o kadar da sanatı, bilhassa çağdaş plastik sanatları sosyolojiye doğru çekerek ikisinin içeriklerini içlerinden bozmaktı niyetim.Bu nedenle, daha sonra “uzmanlık alanım” sorulduğunda, sıklıkla “ne diyeceğim?” diye düşünüyordum. Kendimi sosyolog, sanat eleştirmeni, küratör ve de felsefeci olarak adlandırmaktaydım yaptığım çalışmalarda. Kimi zaman biri kimi zaman diğerleri…Bu nedenden dolayı, birçok kitabımın ismi “sanat ve sosyoloji” olarak geçmekteydi. Sanat Tarihi de bu alana girdi bu şekilde. Bu süreç zarfında Mimar Sinan Üniversite’sinin adına bir ek daha eklenerek Mimar Sinan “Güzel Sanatlar” Üniversite’si olduğunda, işim biraz daha kolaylaşmıştı ve zaten Akademi’deydim.1992’den beri Resim Bölümü’nde doktora dersleri veriyorum. İki disiplin ile içli dışlı oldum ve de felsefeyle; çünkü zaten “sezgisel sosyoloji” kavramının kendisi felsefeden gelmekteydi. Otuz bir yıllık yeniden İstanbullu ve Parisli (ve birçok şehirli) akademik hayatımda zaman zaman sanatlar ve zaman zaman da felsefe ve sosyoloji öne çıktılar.Bir müddet, zamanımı alan küratörlük oldu (bilhassa 1995-2019 arasında yüzden fazla sergi küratörlüğü yapmışımdır). Şimdi son iki senedir daha az sergi yapıyorum ve felsefe ve sosyoloji üzerine çalışmalarım dersler dolayısıyla (bunların çoğu kitap olmaktalar) daha fazla zamanımı almakta.Çok disiplinli olduğumdan kendime tam olarak ne diyeceğimi ve kendimi nasıl sınıflandıracağımı bilemiyorum. Ama bağlı olduğum kurum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olduğundan dolayı resmi olarak Sosyoloji Profesörüyüm, 1998 yılından beri.Ve on sekiz yıldır da Sosyoloji Bölümü başkanlığı yaptım. Yani kurumsal olarak sosyoloji profesörüyüm, ama birden çok sıfat taşımaktayım. Felsefe, sosyoloji ve çağdaş sanatları zaten birbirlerinden ayırmıyorum. Bunların tarihleri de zaten yan yana gitmekteler.Komşuluk sadece disiplinlerin kendisinde değil aynı zamanda bizim üniversitede de komşu bölümler bunlar: Sosyoloji, Felsefe ve Sanat Tarihi ve tabii Resim. Bu dört alanda doktora öğrencilerim ve tez danışmanlıklarım oldu ve jürilere katıldım./Archive/2021/3/25/134644321-ic2.jpg- Foucault’nun Deliliğin Tarihi’nden yola çıkarak bir çalışma yapmak – Ön Söz’de de belirttiğiniz gibi - bir risk aslında. Neden bu riski göze aldınız?Riske girmek zaten kendi çalışma pratiğimde söz konusu, sanırım. Değişik disiplinler üzerinde çalışmak ve kırk küsur yıldır bu konular üzerine okumak, öğrenmek, uluslararası alanda sergilere ve bienallere gitmek ve bazılarında küratörlük yapmak bu riskin içinde. Şili’den, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine Güney Kore’den Taipe’ye kadar küratör olarak sergiler yaptım; sanatçıları bu yerlere götürdüm.Ayrıca ders verdiğim diğer ülkelere de baktığımızda Paris VIII’de Antropoloji Bölümünde, yine Paris’te Sanat Tarihi (INHA) bölümünde ve yine Berlin’de Humboldt Üniversite’sinde Sanat Tarihi Bölümü’nde ve de yine Paris Sorbonne’da Felsefe Bölümü ve de ABD’de New York’ta Fransız Edebiyatı Bölümleri’nde çalıştım, dersler verdim. Sadece, Mimar Sinan Güzel Aanatlar Üniversitesi’nde Resim ve Sosyoloji Bölümlerinde dersler yapmaktayım.Bu açıdan baktığımızda sürekli bir şekilde bu dallarda dolaştım durdum ve pratik ettim. Ders yapıp, öğrenci yetiştirdim. Foucault üzerine ilk kitabımı genç yaşlarımda yazdım, 20’li yaşlarımın sonlarındaydım.“İktidar ve Direnme Odakları” yıllar sonra ilk olarak kitap haline geldi, 1995 yılında ilk baskısını yapmıştı. Son baskısı 2016’da Doğu Batı Yayınlarınca yayınlandı. 2017 yılının ilk sömestrini New York Columbia Üniversitesi’nde geçirdikten sonra bu dersi (Delilik Gemisi) yapmaya başladım.Bir macera benim için doktora seminerlerim; her sene başka bir konuyu ele almaktayım yıllardır; dolayısıyla hem bildiklerim hem de yeni çalışma alanlarını öğreniyorum ve derste bunları anlatıyorum.Bu derste çok hedefli bir noktayı seçtim; bütün sömestr bir bölümü anlatmak çok zor olmayabilir; ama o bölümü yazarın yazdığının dışına çıkarak bir çeşit yapıbozumuna sokmak bir risk taşımaktadır. Konu bize çelme takabilir; o nedenle iyi hazırlamak gerekir. Tabii öğrencilerin bana katkısı çok büyüktür.Aynı öğrenciler bazen on yıl boyunca derse geldiklerini gördüğünüzde, onlara hep yeni şeyler anlatmak zorunluluğunu hissedersiniz; bu üniversitelerde ve bilhassa Türkiye’deki üniversitelerde ender yapılıyor, sanırım.Yıllar evvel Şerif Mardin, 2000’li yılların içinde, bunu duyduğunda bana “nasıl bu kadar sene aynı öğrencileri derse alıyorsun?” sorusunu sormuştu; ben de ona, “dersleri her sene değiştirdiğimi” söylemiştim (ne de olsa doktora öğrencileridir bunların büyük çoğunluğu, ama dışarından gelip dinleyenler de vardır).Ona yaptığım dersleri (o sıralarda, Emile Durkheim, Marcel Mauss, Gabriel Tarde, Gilbert Simondon, Etienne Sorriau, vb. üzerine dersler yapmaktaydım) sayınca, şakayla karışık: “Ben de geleyim o zaman bu derslere” demişti.Son dönemlerde ise “Dışarısının düşüncesi”, “Kant ve Aydınlanma nedir?”, “Savaş Ontolojisi”, “İbn Rüşd”, “Carl Sschimitt üzerine” ve “Perspektif Düşüncesi” vb. dersleri yaptım. Bu sene “belgesel ve kurgu” üzerine (sinema merkezli) bir ders yapmaktayım. Riskler birbirini izliyor.- Çalışmanızda sanata, sanat eserlerine sık sık atıfta bulunuyorsunuz. Bunun sebebi ne? Hislerin, bir düşünceyi daha anlaşılır kılması mı?Sosyal Bilimler uzunca bir zamandan beri affect ve emotion ile uğraşmakta; yani duygu/etki ile duygular üzerinden gelişmektedir. Toplumsal alanın tarihine bakıldığında Antik dönemden günümüze kadar insanların duyguları, tutkuları ile akıl birlikte ele alınmakta. Rasyonellik üzerine kurulu bir ekonomik (alt yapı) üzerinden gelişen araştırmalara duygular eklenmiştir. Foucault veya Deleuze gibi filozofların eserlerine baktığımızda, zaten onların sanatlara ne kadar yakın olduğunu görürüz. Derrida ve Lyoratd için de aynı şekildedir. Bunlar benim üniversitedeki hocalarım oldular. Bilhassa Gilles Deleuze ile yakınlığım düşünce düzeyinde de beni çok etkilemiş olduğu gibi kendimdekileri de onun düşüncesinde buldum.Her zaman karşılıklı bir şeyler geçmektedir; elektrik akımları gibi. Ama disipl (çırak öğrenci) olmadım; birden çok düşünürü karıştırarak çalıştım hep.Delilik Gemisi, Foucault’nun “Deliliğin Tarihi” kitabının ilk bölümü olarak çok ilginç bir giriştir. Bu alanı genişleterek hem Foucault’ya yeniden bir bakış hem de Foucault’nun bu kitabının bugün bize ne verebileceği üzerine düşündüm ve bu çalışmaya başladım.Uzun zamandan beri “anlaşılır” ve “hissedilir” arasında ikincisinin daha etki verici olduğunu düşünmekteyim. Anlaşılır olduğundan değil, sanat da çoğu kez anlaşılması zor bir daldır; ama daha etkili olduğunu düşündüğümden dolayı hissedilenin düşünceye daha yakın olduğunu düşünüyorum.- Foucault’nun Deliliğin Tarihi’nden, Ali Akay’ın Delilik Gemisi’ne… Aradan geçen altmış yılda, delilik mefhumu ile ilgili ne değişti? Postmodernizm bağlamında bu kavramın güncel tanımlamasını nasıl yaparsınız?Delilik kavramı değişmiş değil; ama delilere bakış değişti sanırım. 1968 nesli; deli, şizofren, psikotik, paranoyak vb. için haklar aramaktaydı. Akıl hastalarının daha insani şartlarda tedaviye ihtiyaçları olduğu vurgulanıyordu (Tosquelle’in, Foucault’nun, Cooper’ın, Laing’in, Basaglia’nın ve Guattari ile Oury’nin çalışmaları bu yöndeydi). Hatta bir anlamda proletaryanın ezilmişliğinin ve ikinci plana atılmışlığının yerini doldurduğu bile düşünülmekteydi.Bugün, genel olarak toplumsal alanda, onlara bakış artık bu yönde değil ve zaten normal insanlar bile hak arayanlar kategorisine girdiler. Hukuk zedelenmesi her yerde yaşanmakta. Onlara bakışın biraz değiştiğini gözlemliyorum. “Delilik Gemisi”kitabının, bir anlamda, deliliğe bakışı tekrar o dönemlere taşımak istencinde olduğunu söyleyebilirim.Bir de, ardından başka bir açıdan bakarsak, yönetenlerin konuşma tarzları, dilleri ve davranışları delice olmaya başlarsa ne yapacağız? sorusu bugüne gelmekte, içinde yaşadığımız 21’inci yüzyılda birçok yerde. ABD’de, Capitol’ü basan Trump taraftarlarının kıyafetlerine ve davranışlarına baktığımızda “cinnet toplumu” mensuplarını görmekten başka ne görebiliyoruz?İki türlü deli çıkıyor karşımıza; yönetenler ve yönetilenler. Nerden baktığımıza göre deli sevimli veya sevimsiz olabiliyor. Kimisi “çılgınlık yorumunda” kimisi ise “monomanyak” hala. Zaten deli nedir ki? Bazen normal insanlar “normalleşmiş” değillerse onlara deli demeye devam diyoruz./Archive/2021/3/25/134708039-kapakic3.jpg- Foucault’nun iktidar mefhumu ile ilgili çalışmaları biliniyor. Siz de çalışmanızda teoloji üzerinden örnekleri bolca kullanıyorsunuz. Gerek tarihsel bağlamda gerekse de günümüz toplumlarında teoloji ve iktidar arasında ne tür bir ilişki var?Uzun bir zamandan beri, Sosyal Bilimlerde, Marksist söylemin ekonomik ağırlıklı söyleminden (“son kertede belirleyici olan alt yapıdır”) çıktık. 1960’ların ikinci yarısından beri “üst-belirlenme (L. Althusser)” kavramıyla siyasi olanın belirleyici olduğu tezine yerleştik. Ve 1978-79 İran devriminden beri ilahiyat sosyal bilimlerin alanı içine girdi.Post-modernizm ile din arasındaki paralelliklerden çok söz edildi. 1970’li yılların sonundan itibaren Foucault’nun son dönem araştırmaları (1980’ler) Hristiyan teolojisiyle ilgiliydi. Foucault ruhun beden tarafından nasıl etkilendiğini ve beden pratiklerinin de “itiraf etme” pratiği ile nasıl bir öznelliğe dönüşmekte olduğunu ele almaktaydı.Tıbbın ve psikiyatrinin hukuk ile kesişmeye başladığı 19.yüzyıl siyasi söyleminin ardında yatan teolojik eğitimin insanı nasıl değerlendirdiği konusu birçok araştırmacının konusu oldu. Foucault bu anlamda, öznellik anlayışının başka bir yöne kaymasına ön ayak oldu diyebiliriz.İnsanın akılından ne geçer ve korkunç bir cinayetin müsebbibi haline girer. Bugün, saldırganlar nasıl oluyor da cana kıyabiliyorlar? Nasıl bir doktirnleşmedir ki, bu tip eylemler gerçekleştirilebiliyor; hatta yoldaki küçük bir tartışma önce kavga ve hatta cinayete dönüşebiliyor? İdeoloji kavramı bile burada yetersiz kalmaktadır.“Cinnet geçirmekte” olan toplumsal alanda yaşıyoruz. Kapitalizmin şizofreniyle ilişkisi siyasi ve ekonomik olan öğelerle birlikte işlediği kadar teoloji de günümüz kapitalizminin işleyiş tarzına eklenmiş durmakta. Sermayenin akışkanlığı da bu şizofrenin parçası olarak durmakta değil mi?Covid-19 salgınına kadar emek ve sermaye delice yer değiştirmektelerdi. Borsa da bu oynaklığı izlemekte değil mi? Fitzgerald’ın delilik nöbetleri ile 1929 krizi arasındaki bağ bu kadar açık değil miydi?Kitapta ele aldığım “çocuk Haçlı Seferleri” bir “cinnet durumu” değil mi? Aziz Francesco’nun “özel mülkiyet karşıtı” (tek hak hiçbir mülkiyete sahip olmama hakkıdır) ve fakir olma üzerine kurulu teolojik anlayışı “sol dindar” gruplarının veya Latin Amerika’daki özgürlük teolojyenlerinin anlayışından farklı mıdır?Ama her şeye rağmen Aziz Francesco’nun yaptığı uluslararası siyasetten başka bir şey değildi. Günümüzde Vatikan’daki Papa’nın Aziz Francesco’nun takipçisi olması (Fransisken), bunca özgürlük ve haktan yana tavır alması, ilahiyatı cinsel olarak da ileriye taşıması bugünün teolojik ile politik olanın kesişmekte olduğunu göstermez mi?- Diyorsunuz ki, “Akli dengesi her an bozuk olmayan bir insan, bir an için dengesini yitirme ihtimaline sahiptir.” Bu cümlenin kökeni Raskolnikov’a, belki daha da eskilere kadar gider bizce. Günümüz şiddet olayları bağlamında, bu sözü açmanızı istesek ne söylersiniz?Psikiyatri örnekleri bunları bize göstermekte, sanırım. Akıl bir dengeye oturmuş ise işlemekte. Ama bir de İbn Rüşd gibi aklın insanın için de değil ama dışında durduğunu ileri süren bir teolojik yaklaşım vardı ve buna karşı başka bir teolog Aquinaslı Thomas nerdeyse Kartezyen düşünceye yaklaşan bir şekilde insanın içinde akıl olduğunu öne sürecekti.“Akli dengesini kaybeden insan” lafı ilginçtir bana kalırsa. Akıl bir denge içindedir ve tutkudan da ayrı durmamakta sanki; öyle değil mi? Eğer akıl bir denge içinde işlemekteyse, tutkular tersine akla etki yapmakta; aklı almakta, yerinden etmekteler. Bu ani dönüşümler halinde olabilmekte değil mi?Birdenbire bir saldırı veya bugün Batı Avrupa’da “radikalleşmeye başlayan” Müslümanların teröre bulaşması bir an meselesi değil mi? “An” derken düşünen ve değişen akıl tarzından, muhakeme biçimlerinden söz etmekteyim tabii.Polis kayıtlarında temiz olarak duran birisi bir gün canlı bomba haline giriveriyor. İnsan cani haline dönebiliyor. Karısını öldüren adam “gözüm döndü” veya şuurumu kaybettim” diyebiliyor. Amerika’daki cinayet işleyen genç öğrenciler, okul basanlar vb.Evet, söylemiş olduğunuz gibi roman kahramanlarına kadar gidebilir sabit olmayan bu duygular ve eylemler. 19 yüzyılda Dostoyevski’nin hapisteyken suçluların psikolojisini takip ederek yazdığı “Suç ve Ceza’daki kahramanı genç öğrenci Raskolnikov cinayeti gerçekleştirebiliyor.Onun “ahlaki olarak bakıldığında, suç insan tarafından hoş görülebilir mi?” sorusu sonunda “vicdan azabı” ve kendi “itiraflarıyla” sonuçlanıyor. Ve ilginç bir şekilde Foucault’nun itiraflarla ilgilenmesi gibi Dostoyevski de kardeşine yazdığı mektupta bir “itiraf-romanı” yazmakta olduğunu belirtiyordu. Ve bu itirafın da kendi itirafı olduğunun altını çiziyordu.Romanı suçlunun ağzından dinletmek istiyor, ama sonra bundan vaz geçiyor. Burada da yine teolojinin içindeyiz. Tanrı ve kadın sevgisi bir bakıma Dante’den beri (Béatrice’ye olan Tanrısal aşkı) süregiden bir konu değil midir? Teoloji yakamızı bırakmıyor; insan ruhu teolojinin içinden geçmekte.- Çalışmanız, ders notlarının kayda alınması sonucu ortaya çıkıyor. Bu derslerde - sizin de kitapta yer verdiğiniz gibi - bazı öğrenciler kendi düşüncülerini dile getiriyor. Her ne kadar “öğretici” siz olsanız da illaki bu süreçte sizin de öğrendikleriniz olmuştur, diye düşünüyoruz. Biraz kişisel bir soru: Bu süreçte, kendinize dair neyi keşfettiniz?Elbette, beni başka yerlere çekmekteler sorularıyla, ben de bazen akışa bırakıyorum kendimi, bazen ise toparlanıp tekrar konuma dönüyorum; ama bu süreç aynı zamanda düşünme sürecidir. Hatta belki o sırada olmasa bile beni başka bir alana doğru çekip, daha sonra o konuyu da okumamı ve üzerine çalışmamı sağlamaktalar.Karşılıklılık ilkesi bir ders süreci. Öğreten değil düşündüren dersler yapılmalı. Hocayı da düşündürmeli. Düşündüren öğrencilerin ve hocanın birlikte düşünme eylemine Üniversite adı verilmekte, Orta Çağ’dan beri. Orta Çağ derslerinin skolastik sisteminde, Disputatio adlı tartışma dersi vardı ve zamanının siyasi olayları tartışılmaktaydı.Bugün “üniversiteye siyaset girmesin” denilmekte. Zaten üniversitenin en başından beri var olan işlevi böylece yok olmakta demektir. Biz modern zamanlarımızda artık üniversiteyi iş hayatına giden yolda bir tramplen zannetmeye başladık. İş hayatına giderken işe yarayacak araçların bulunduğu bir kurum olarak değerlendirmekteyiz en iyi anlamda, bir de daha kötüsü var.Ezberlenen bilgilerin gelecekte hiçbir işe yaramadığı bir üniversite kurumu var ki, bu artık eskiden beri var olduğu anlamında, üniversite olmaktan çıkmıştır. “Zamanın rayından çıkması” gibi üniversitenin de “çivisi çıkmış” hale girmekte olduğunu izliyoruz.- Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?Evet. Yeni kitap “Aydınlanma Nedir?” olacak; yine Foucault ve Kant’dan yola çıkan derslerden oluşan bir kitap bu. Ve ilk baskısı 1995’te yapılan “İstanbul’da Rock Hayatı” ve 2000 yılında yapılan “Kapitalizm ve Pop Kültür” yeni baskılarını yapacak. Çalışarak, “on line” ders yapmaya devam ederek ve film seyrederek zamanımı geçirmekteyim. Soner Sert1793 ve 1802 yıllarındaİstanbul Kıyıları
1793 ve 1802 yıllarında İstanbul Kıyıları Araştırmacı ve yazar Ahmet Can Uysal, “1793 ve 1802 yıllarında İstanbul Kıyıları adlı kitabıyla Boğaziçi’nin imar tarihinin izini süren önemli bir çalışmaya imza atıyor. /Archive/2021/3/25/134433572-ic1-.jpgBOSTANCIBAŞI DEFTERLERİNDEKİ İSTANBULBostancı Ocağı, Saray’ın muhafızları olup asayiş ve güvenliği sağlarlar. Padişah Haliç’te ya da Boğaz’da sandalla gezintiye çıktığında ona eşlik ederler.18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başına doğru Boğaziçi’nde yerleşim o derece artıyor ki o dönemde padişah olan III. Selim ve II. Mahmud’un dikkatini bu gezintiler sırasında Boğaziçi’ndeki yapılar çekiyor. Ve Bostancı Ağa’ya: “Şu kimin hânesidir?..” gibi sorular soruyor. Bostancıbaşı da: “Falan kullarının hânesi” diyerek padişahı bilgilendiriyor./Archive/2021/3/25/134441119-ic2.jpgYALI, HANE, CAMİ, ÇEŞME VE BOŞ ARSALAR…İşte bu soruları yanlış cevaplamamak için Bostancıbaşı bir defter düzenler. Böylelikle Tophane’den başlayan yolculukta Rumeli Kavağına, Üsküdar’dan başlayan yolculukta Anadolu Kavağına kadar süren yolculuk sırasında görülen yalı, hane, cami, çeşme ve boş arsaların kaydı tutulur.Bu çalışma, o dönemde İstanbul ve çevresindeki maddi kültür verilerinin saptaması için yapılmış biricik çalışmadır. Yazar, Boğaziçi yalılarını Bostancıbaşı defterlerinden hareketle saptamaya çalışmış.Kitapta dokuz yalının hikâyesi ayrıntılı olarak işlenmiştir. Bunlar arasında Esma Sultan, Hidiv İsmail Paşa, Sadullah Paşa yalılarını, Mediha Sultan Sahil Sarayını, Kıbrıslı Yalısı’nı sayabiliriz./Archive/2021/3/25/134450306-ic3.jpgİLK DEFTER KAYDININ TARİHİ 1793İlk defter kaydının tarihi 1793’tür. Defterlerin çevirisini ilk olarak 1952’de Reşat Ekrem Koçu yapmıştır. İkinci yayın Cahit Kayra ve Erol Üyepazarcıklı’nın 1992’de çıkardıkları “II. Mahmut’un İstanbul’u” adlı kitaptır. 2013’te Keçecizade ailesine ait nüshayı Murat Bardakçı “III. Selim Dönemine Ait Bir Bostancıbaşı Defteri” adıyla kitaplaştırmıştır.Ahmet Can Uysal’ın çevirmiş olduğu defter, bu alandaki son çeviridir. Uysal’ın yaptığı çalışma bu defterlerin günümüz Türkçesine çevrilmesi ile birlikte Boğaziçi’nin her semtinin kısa bir tarihsel anlatısıdır.Yazar, her Boğaziçi semti için defterlere bakarak Müslümanlara ve Gayrimüslimlere ait yapıları sayısal karşılıkları ile anlatmıştır.Boğaziçi semtlerini “Haliç Semtleri, Rumeli Yakası, Anadolu Yakası” adlı üç bölüme tayıran Uysal; Eminönü’nden, Eyüp’e, Kasımpaşa’ya, Tophane ve Beşiktaş’tan Sarıyer’e; Anadolu yakasında Üsküdar’dan Beykoz’a kadar bütün Boğaziçi semtlerini ayrı başlıklar halinde mimari yapılar bakımından değerlendirmiştir.Kitabın sonuna eklenen harita ve görsel malzeme ise kitabı ayrıca zenginleştirmiştir. Uysal, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde ve Millet Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunan nüshaları yayınlamış.Sonuç kısmında yine konuyu özetleyip İstanbul Boğaziçi’ndeki yerleşim haritalarını ve tıpkıbasımlarını veriyor. Böylelikle İstanbul’un bir dönemine ışık tutan önemli bir çalışmaya imza atmış oluyor.1793 ve 1802 yıllarında İstanbul Kıyıları / Ahmet Can Uysal / Hoşgörü Yayınları / 300 s. İhsan Tevfik28.İstanbul Caz Festivali'nin GençCaz konserleri başvurularıbaşladı
28. İstanbul Caz Festivali'nin Genç Caz konserleri başvuruları başladı İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 26 Haziran-13 Temmuz'da yapılacak "28. İstanbul Caz Festivali" kapsamında düzenlenen Genç Caz konserleri için başvurular başladı. İKSV'den yapılan açıklamaya göre, festival kapsamında 19 yıldır devam eden Genç Caz, Türkiye'de amatör veya yarı profesyonel olarak müzikle ilgilenen, 30 yaş altındaki genç müzisyen ve topluluklara festival programında yer alabilecekleri bir platform oluşturmayı amaçlıyor.Genç Caz müzisyenleri, şehrin farklı semtlerindeki parklarda ücretsiz gerçekleştirilen "Parklarda Caz" kapsamında müzikseverlerle buluşacak.Ayrıca bu yıl, ilk kez Genç Caz müzisyenlerinin katılımıyla bir derleme albüm hazırlanarak, Sony Music Türkiye ve İKSV etiketiyle dijital ortamda yayımlanacak.Genç Caz Seçici Kurulu'nda müzisyen Aycan Teztel, Cenk Erdoğan, müzik yazarı Leyla Diana Gücük, Kalben, Selen Gülün, Volkan Öktem, radyo programcısı Dr. Hakan Rauf Tüfekçi, yazar Yekta Kopan, Sony Music Türkiye Genel Müdürü Özden Bora ve İstanbul Caz Festivali Direktörü Harun İzer yer alıyor.Konserlere katılmak ve Sony Music Türkiye ile İKSV etiketli albümde yer almak isteyen müzisyenler ve topluluklar, "genccaz.iksv.org" adresinden ayrıntılı bilgiye ulaşabilir. Başvurular, 24 Mayıs'ta sona erecek. AAGalatasaray'da teknik direktör Fatih Terim’den’adalet’göndermesi
Galatasaray'da teknik direktör Fatih Terim’den ’adalet’ göndermesi PFDK'dan 2 maç ceza alan Fatih Terim, sosyal medyadaki profil fotoğrafını adalet terazisi yaptı. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’ndan 2 maç ceza alan Fatih Terim, sosyal medyadaki profil fotoğrafını adalet terazisi yaptı.Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu tarafından 2 maçlık men cezası alan Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim, sosyal medyadan aldığı cezaya gönderme yaptı. Terim, Twitter profil fotoğrafını değiştirip, adalet terazisi yaparak, 2 maçlık men cezasına tepki gösterdi.Fatih Terim, Çaykur Rizespor müsabakasında hakaretten dolayı PFDK’ya sevk edilirken, yardımcı antrenörü Ümit Davala ile birlikte 2 maçlık ceza almıştı. İHAAnadolu Efes Avrupa'daçok farklı
Anadolu Efes Avrupa'da çok farklı Anadolu Efes - Panathinaikos: 85 - 65 SALON: Sinan ErdemHAKEMLER: Robert Lottermoser, Saso Petek, Josip RadojkovicANADOLU EFES: Micic 21, Beaubois 13, Dunston 15, Simon 1, Larkin 13, Moerman 4, Sertaç Şanlı, 4, Singleton 6, Pleiss 8, AndersonPANATHİNAİKOS: Hezonja 14, Mitoglou 10, Sant-Roos 7, Papapetrou 6, Papagiannis 6, Mack, Bochoridis 7, Auguste 10, Kaselakis, White 3, Bentil 21’İNCİ PERİYOT: 24-21DEVRE: 43-333’ÜNCÜ PERİYOT: 60-49THY Avrupa Ligi'nin 31’inci haftasında Anadolu Efes, sahasında Yunanistan ekibi Panathinaikos'u 85-65 mağlup etti. DHAZiraat BankasıGenel MüdürüHüseyin Aydın'dan istifa iddialarına yanıt
Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın'dan istifa iddialarına yanıt Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın hem bankadan hem de Türkiye Bankalar Birliği Başkanlığı görevinden ayrılacağı iddialarını yanıtladı. Ziraat Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın'ın istifa ettiği iddia edilmişti. Odatv'ye konuşan Aydın, “İstifa etmiyorum ancak yarınki yönetim kurulu toplantısında görevimi bir başka arkadaşa devrediyorum. Olağan bir süreç” ifadelerini kullandı.Aydın, “Yeni göreviniz nedir” sorusuna ise, “Onun için ilerleyen zamanlarda açıklama yapılır” demekle yetindi. cumhuriyet.com.trSağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı: Artışsürüyor
Sağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı: Artış sürüyor Sağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı. Tabloya göre, 28 bin 731 kişiye vaka, bin 210 kişiye koronavirüs hasta (Covid-19) tanısı konuldu. 157 kişi daha yaşamını yitirdi. Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu'nun güncel verileri paylaşıldı.Türkiye'de koronavirüs nedeniyle 157 yurttaşın daha yaşamını yitirdiğini, 28 bin 731 kişiye vaka, bin 210 kişinin koronavirüs hastası olarak tespit edildiğini bildirdi. Koronavirüs nedeniyle 28 bin 731 kişi yaşamını yitirirken, koronavirüs vaka sayısı 3 milyon 120 bin 13'e yükseldi. Bugün iyileşen sayısı 19 bin 186 oldu. AĞIR HASTA SAYISI BİN 790Tabloya göre, toplam test sayısı 37 milyon 212 bin 928, toplam ağır hasta sayısı bin 790, toplam iyileşen sayısı 2 milyon 900 bin 829, bugünkü test sayısı 222 bin 753 olarak kayıtlara geçti.Türkiye'nin 25 Mart 2021 güncel koronavirüs tablosu şöyle:/Archive/2021/3/25/223000125-25-mart-korona-tablosu.jpg cumhuriyet.com.trİran,İsrail'e ait gemiyi vurdu iddiası
İran, İsrail'e ait gemiyi vurdu iddiası İsrail'in Kanal 12 televizyonu tarih belirtmeksizin İran'ın İsrailli şirkete ait bir kargo gemisini Umman Denizi'nde füzeyle vurduğunu ileri sürdü. Televizyonda yayınlanan habere göre, İsrail'e ait bir yük gemisi Tanzanya'dan Hindistan'a gittiği sırada Umman Denizi'nde saldırıya uğradı.CAN KAYBI YAŞANMADIHerhangi bir kaynağa dayandırılmayan haberde, söz konusu kargo gemisinin İran tarafından füzeyle hedef alındığı öne sürülürken, gemide hasar meydana geldiği fakat can kaybı yaşanmadığı belirtildi. HENÜZ AÇIKLAMA YAPILMADIHaberde, geminin rotasına devam ettiği ve Hindistan'a ulaşınca hasar tespiti yapılacağı kaydedildi. İddia edilen saldırının tarihine dair bilgi verilmezken, habere ilişkin İsrailli yetkililer henüz açıklama yapmadı. AAKılıçdaroğlu besicinin sıkıntılarınıdinledi: 'İthal et sokuyorlarsa, ucuza ithal yem de getirsinler'
Kılıçdaroğlu besicinin sıkıntılarını dinledi: 'İthal et sokuyorlarsa, ucuza ithal yem de getirsinler' CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kırıkkale’de besicinin sıkıntılarını dinledi. Çiftçi sorunlarını, “İthal et sokuyorlar, eğer bu ülkeye ithal et sokuyorlarsa o zaman kusura bakmasınlar ithal ucuz yem de getirsinler” diyerek anlattı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Kırıkkale’nin Hacılar Beldesi’nde bir çiftçinin ahırına girdi. Ahırda çiftçi Kılıçdaroğlu’na sorunlarını anlattı. Çiftçi, 69 liraya aldığı yemin 120 liraya çıktığını vurgulayarak, “Süt yemi 85 lira geçen yıl, şu anda 145 lira. Yemin yanına yaklaşılmıyor. Köylünün yemini, arpasını 1 lira 20 kuruştan topluyorlardı, şimdi 2 liradan arpa alınmıyor. Benim balyam bitti. Ben mağdurum” dedi.Çiftçi geçtiğimiz yıl etin fiyatlarında da artış olmadığını kaydederek, gübre fiyatlarından da dert yandı. “İthal et sokuyorlar, eğer bu ülkeye ithal et sokuyorlarsa o zaman kusura bakmasınlar ithal ucuz yem de getirsinler” diyen çiftçi, kendilerinin yanında kimsenin durmadığını söyledi. Kılıçdaroğlu, “Hakkınızı savunacağız, beraber çözeceğiz” diyerek çiftçiye destek verdi.'ETİMİZ PARA ETMİYOR'Çiftçi, Süt Birliği’nin litresi 2 lira 80 kuruştan süt aldığını, ancak sütün fiyatının markette arttığını anlatırken, “Bakkallardan kaç liraya aldığınızı görüyoruz. Bizim etimiz para etmiyor. Markete gidiyoruz, et 100 lira. Ben yapamıyorum, elimde tosunum kaldı 7 tane. (Kilosu) 33 liraya tosun kestirdim” dedi. Çiftçi, Ziraat Bankası’nın da kendisine kredi vermediğini ve başka bir bankadan çektiği kredi borcunun 200 bin lira olduğunu vurguladı. Çiftçi Kılıçdaroğlu’na 300 kiloluk kurbanını gösterdi.'AVM’Sİ VAR, DESTEK ONA'Kılıçdaroğlu’na derdini anlatan çiftçi, desteğin tarla sahiplerine ödenmesinden yakınırken, sıkıntıyı şu şekilde anlattı: “Tarım desteklerinin çiftçiye yapılmasını istiyoruz. Burada herkes bilir. Bu köyde en az 100 çiftçi 150-200 bin dönüm Sivas yöresinde çiftçilik yapıyor. Hiçbir tarım desteğinden faydalanamıyoruz. Tarla sahibine ödüyor. 7 bin dönüm arazisi var Bala’da, koyu da bir AK Partili. Ankara’da 2-3 tane petrol tesisleri var. Müteahhitlik yapıyor, AVM’si var. Bu kadar zengin adam. 3 yıl tarlasını ektim. Ortalama 40 ton mazot, 30 ton da gübre harcadım. Kör kuruş devlet desteği almadım. Bu sene üreteceğim ürün için en az 40 ton mazot yakacağım. 30 ton da gübre aldım. Hala kör kuruş devlet desteği alamadım. Hala tarla sahibine destek. Tarla sahibi nerede? Ankara’da mağazası var, İstanbul’da duraklı minibüsü var. Bunun yolunu bulsanız, ürüne ödese devlet. Ürünü kim yetiştiriyor, biz yetiştiriyoruz.” ANKAFahrettin Koca, Türkiye'de uygulanan Covid-19 aşımiktarınıaçıkladı
Fahrettin Koca, Türkiye'de uygulanan Covid-19 aşı miktarını açıkladı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, video konferans yöntemiyle toplanan Koronavirüs Bilim Kurulu sonrası açıklama yaptı. Koca, ''Türkiye’de şu ana kadar 14 milyon dozdan fazla aşı uygulandı'' ifadelerini kullandı. AYRINTILAR GELİYOR... cumhuriyet.com.trYeldana Kaharman’ınölümüyle ilgili haberlerin erişime engellenmesi haberlerine de engelleme
Yeldana Kaharman’ın ölümüyle ilgili haberlerin erişime engellenmesi haberlerine de engelleme Elazığ’da şüpheli şekilde yaşamını yitiren Kırgızistanlı gazeteci Yeldana Kaharman’ın, cinsel saldırıya uğradığı ve intihar ettiği iddiasının yer aldığı haber ve içerikler engellendi. Kırgızistanlı gazeteci Yeldana Kaharman’ın şüpheli bir şekilde ölümü birçok medya organında yer aldı.Kaharman’ın, cinsel saldırıya uğradığı ve intihar ettiği iddiasının yer aldığı haber ve içerikler, İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği’nin 11 Şubat 2020 tarih ve 2020/823 sayılı kararı ile erişime engellenmişti. YENİDEN ENGELLEMEİstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği’nin erişim engelleme ile ilgili yapılan haberler de kişilik hakları ihlali gerekçesiyle, Elazığ 1. Sulh Ceza Hakimliği‘nin 24 Mart 2021 tarih ve 2021/2326 sayılı kararı ile erişime engellendi./Archive/2021/3/25/212437522-yeldane.jpg cumhuriyet.com.tr