Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 04.28.2025, 12:48 AM (GMT)

News - Haberler

Araştırmaların, eğitimin uzaktan yapılmasınıöneren yazıda 'yüz yüze'ye ara sinyali

Araştırmaların, eğitimin uzaktan yapılmasını öneren yazıda 'yüz yüze'ye ara sinyali Okulların yaz dönemi dahil açık kalacağı konuşulurken ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıda, yapılan araştırmaların “yüz yüze eğitim-öğretime ara verilmesinin göz önüne alındığının” vurgusunu yapması dikkat çekti. Ankara İl Milli Eğitim Müdürü Turan Akpınar tarafından ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıda, öğrenci, öğretmen ve okul yöneticilerinin katılımı ile yüz yüze yapılması planlanan araştırmaların, “virüsün etkilerinden korunmak amacı ile yüz yüze eğitim-öğretime ara verilmesi de göz önüne alınarak” çevrimiçi ortama taşınmasında sakınca bulunmadığı belirtildi. Okulların yaz dönemi dahil açık kalacağı belirtilirken ve uzaktan eğitime ilişkin açıklama yapılmamışken, resmi yazıda “yüz yüze eğitim-öğretime ara verilmesinin göz önüne alındığının” vurgulanması soru işaretleri yarattı.Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), liselerde 8 Mart’ta başlayan sınavların 3 hafta içinde bitirileceğini açıklamış, bu kapsamda “sınavların bu hafta içinde bitirilmesini” istemişti. İkinci döneme ait sınavların da 29 Mart-16 Nisan arasında tamamlanması öngörülüyordu ancak MEB, sınav tarihlerinde önceki gün değişikliğe gitti. Bakanlıktan yapılan açıklama ile lise hazırlık, 9, 10 ve 11. sınıfların 29 Mart’ta başlayacak sınavları 3 Mayıs’a ertelendi. 12. sınıflar ise değişiklikten muaf tutuldu. ORTAOKULLARDA DA ERTELEMEMEB, ortaokullarda 5, 6 ve 7’nci sınıf öğrencilerinin 26 Mart Cuma gününe kadar yapılamayan sınavlarının da 3 Mayıs gününden itibaren yapılacağını açıkladı. Bakanlıktan illere gönderilen yazıda, “Yüz yüze eğitime devam eden okul ve sınıflarda sınavlar okul ortamında yapılacaktır. Yüksek ve çok yüksek risk gruplarındaki illerde ortaokul 5, 6 ve 7. sınıflarda 26 Mart’a kadar yapılamayan sınavlar, 3 Mayıs gününden itibaren yapılacak şekilde planlanacaktır. İlkokul 4. sınıflar ile ortaokulların 8. sınıflarında sınavlar, yüz yüze yapılmaya devam edilecektir. İllerin risk gruplarının değişmesi durumunda sınavlar da 3 Mayıs’tan önce okul ortamında yapılabilecektir” denildi. Sefa Uyar

Cumartesi Anneleri eyleminin 700’üncühaftasında gözaltına alınan 46 kişi yargıçkarşısında

Cumartesi Anneleri eyleminin 700’üncü haftasında gözaltına alınan 46 kişi yargıç karşısında Bugün hâkim karşısına çıkacak olan 46 kişi içinde yer alan Cumartesi Anneleri/İnsanları’ndan Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun, Hasan Ocak’ın ağabeyi Ali Ocak ve İHD Kayıplar Komisyonu üyesi Sebla Arcan dava öncesi Cumhuriyet’e konuştu. YARGILANMAK İSTENEN KAYIPLAR MÜCADELESİBesna Tosun: 700. haftada çok sert müdahaleye maruz kaldık. Darp edildik, saatlerce ters kelepçeyle gözaltı araçlarında bekletildik. Küfürlere, hakaretlere maruz kaldık. Bu müdahaleden sonra darp raporlarımızla ve olay anına ait görüntülerle birlikte hepimiz ayrı ayrı suç duyurusunda bulunduk. Bizim yaptığımız suç duyuruları takipsizlikle sonuçlandı. Ama iki buçuk yıl sonra toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkımızı kullandığımız için hakkımızda dava açıldı. Ben bunun 46 kişiye karşı açılmış bir dava olduğunu düşünmüyorum. Burada yargılanan Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi. Aslında burada yargılanmak istenen kayıplar mücadelesi.YENİ DÖNEMİN ŞARTLARINA UYGUNAli Ocak: Demokratik bir hakkın kullanılmasını suçlamanın, saldırganlıklarını gizlemenin başka yolunu bulamadıkları için bu yolu deniyorlar. 26 yıllık ‘adalet’ talebine verecekleri bir cevapları olmadığı için, adalet ve hukuk arayanları susturmak istiyorlar. 700. hafta, gözaltında kaybetmelere karşı yürütülen mücadelenin önemli bir noktasıydı. Ya bu talebe, küçük de olsa bir yanıt verilecekti, ya da akıllarınca susturmak için saldıracaklardı. İkincisine başvurdular. Zaten geçmişte bu tür suçuları işleyenler, artık yeni iktidarın da ortağı olduklarından dolayı, yeni dönemin şartlarına da uygundu. ‘İDDİANAME HUKUKİ METİN DEĞİL’Sebla Arcan: Biz 699 hafta boyunca orada anayasal hakkımızı kullandık. Sessiz oturmamız kanuna aykırı değildi. Bu nedenle bu duruma itiraz edilemedi, yasal bir takip de yapılamadı. Her yüzlü buluşmamız çok büyük kalabalıklarla gerçekleşirdi. Sorun yaşanmıyordu. 700. haftada da böyle bir şey beklemiyorduk. Belli ki emir geldi, yasakladılar. Polisin haklarımızı ihlal eden talimatlarına uymamamız yurttaşlık görevimiz. Dağılmadık ve darp edildik. Suç duyurularımız karşılıksız bırakıldı. Ama hak ihlaline uğrayan bizlere anayasal hakkımızı kullandığımız için dava açıldı. İddianame hukuki metin niteliğini taşımıyor. Adalet dağıtması gereken, kayıpların faillerini yargılaması gereken yargı makamların bizleri yargılaması bu ülke adına büyük utanç. YARGILAMA ÇAĞLAYAN’DAGözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak için 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Lisesi önünde her hafta oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri, 25 Ağustos 2018’deki 700. hafta buluşmasında polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Gözaltına alınan ve haklarında “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla dava açılan 46 kişinin yargılanmasına İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlanacak. Zehra Özdilek

İşveren, sendikayaüye olan işçilerin e-devletşifrelerini alarak istifaya zorluyor

İşveren, sendikaya üye olan işçilerin e-devlet şifrelerini alarak istifaya zorluyor Öztek Tekstil ve ST Giyim işyerleri, TEKSİF’te örgütlenmeye başlayan yaklaşık 600 civarında işçiyi tehdit ederek, “Sendikaya üye olursanız, işyerini kapatırım” dedi. Adıyaman’da, uluslararası bir giyim firması içinde üretim yapan iki fabrikada sendikaya üye olan işçiler işverenleri tarafından tehdit edildi. TEKSİF Sendikası Genel Teşkilatlandırma ve Eğitim Sekreteri Ersin Çelik, “Mücadelemiz hem sahada hem de hukuki boyutta devam edecek” dedi. İşçiler, Türk-İş’e bağlı TEKSİF Sendikası’na üye oldu. TEKSİF, Adıyaman’da faaliyet gösteren Öztek Tekstil ile ST Giyim’de yasalara aykırı hareket edildiğine dikkat çekti. Aynı işverene ait iki ayrı işyeri olan fabrikalardan Öztek Tekstil’de 330 kişi, ST Giyim’de de 265 kişi çalışıyor. Fabrikalardan birisinin dünyaca ünlü İspanyol Inditex grubuna ait Zara ve diğer markalara, diğer işyerinin de savunma sanayii için üretim yaptığına işaret eden TEKSİF, şu bilgileri verdi:“İşveren Zara’dan ve savunma sanayiinden sipariş alabilmek için, işçi haklarına saygı duyacağını taahhüt etmesine rağmen buna uymuyor. Çalışanlar, işyerlerinde kötü çalışma koşullarına karşı anayasal haklarını kullanarak Türk-İş’e bağlı sendikamıza üye oldu. Ancak işveren çalışanların sendikaya üye olduğunu öğrenir öğrenmez yasadışı yollara başvurmaya başladı. İşveren, sendikalaşma sürecinde işyerlerinin tabelalarını söktü, ardından da çalışanları sendikaya üye olmaları halinde fabrikaları kapatmakla tehdit etti. ‘Sendikalı olursanız sizleri ekmeğinizden ederiz’ dediler.”ORMAN KANUNUEmekçilerin sendikadan istifa etmeleri için baskı ve tacize maruz kaldıklarına, iftira ve hakarete uğradıklarına dikkat çeken sendika temsilcileri, “Çalışanların ellerinden zorla e-Devlet şifreleri alınarak sendikadan istifa ettiriliyor. İşçiler, asgari ücretin altında zor şartlarda, kuralsızca çalıştırılıyor. Yasal olmamasına rağmen zorla fazla mesaiye bırakılıyorlar. Fazla mesai ücretleri de bankaya yatırılmıyor, elden veriliyor. SGK primi eksik yatırılıyor, devletten vergi kaçırılıyor” iddiasında bulundu. TEKSİF Sendikası Genel Teşkilatlandırma ve Eğitim Sekreteri Ersin Çelik, Öztek ve ST Giyim’de resmen “orman kanunları” uygulandığını savundu. “Bu düzen böyle gitmeyecek” diyen Çelik, “Ancak bilinmelidir ki bizler burada haksız bir şekilde tehdit edilen, baskı gören emekçi kardeşlerimizle birlikte birlik ve beraberlik içinde mücadelemize dimdik devam edeceğiz. Mücadelemiz hem sahada hem de hukuki boyutta devam edecek” dedi. Çelik, “Alın teriyle emek mücadelesi veren insanların ekmekleriyle oynamak, bir insanlık suçudur. Siz yapawrsanız yapın, ne bizleri de Öztek ve ST Giyim emekçilerini de yıldıramayacaksınız. Öztek ve ST Giyim emekçisi sendikasına kavuşacak, başka yolu yok” diye konuştu. Mustafa Çakır

KESK,çalışma hakkıve ihraçların iadesi talebiyleİstanbul’dan Ankara’ya yürüyor

KESK, çalışma hakkı ve ihraçların iadesi talebiyle İstanbul’dan Ankara’ya yürüyor Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK); hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik, özgürlük, çalışma hakkı ve ihraçların iadesi talebiyle İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş başlattı. HDP milletvekilleri Musa Piroğlu’nun ve Züleyha Gülüm’ün destek verdiği yürüyüş öncesi KESK üyeleri, Şişli’de ve Kadıöy’de bir araya gelerek açıklama yaptı. “KHK’ler gidecek, biz kalacağız”, “Çalışma hakkı gasp edilemez” yazılı yelekleri giyen KESK üyeleri, “Korkmuyoruz, yılmıyoruz, itaat etmiyoruz” sloganı attı. KESK üyeleri adına açıklama yapan KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik yürüyüşlerini “Artık yeter haykırışı” olarak nitelendirdi. Bozgeyik, sefalete mahkûm edilen tüm kamu emekçileri için yürüdüklerini belirterek, “Çocuklarına bir ekmek götürmek için inşaatlarda, tehlikeli işlerde çalışırken işçi cinayetine kurban verdiğimiz ihraç arkadaşlarımızı hatırlatmak için yürüyoruz. Bu vahşi, ahlaksız, vicdansız sömürü düzenine daha fazla dayanamayarak intihar eden emekçilerin vasiyetlerini yerine getirmek için yürüyoruz. Yaşamlarını yitirdikten sonra AKP’ye bağlı OHAL komisyonu tarafından işlerine iade edilen arkadaşlarımızın anılarına bağlılığımızın ifadesi olarak yürüyoruz. Anayasanın 49. maddesiyle güvenceye alınan çalışma hakkımız, işimiz ve geleceğimiz için yürüyoruz. Haksız, hukuksuz şekilde elimizden alınan işimiz iade edilinceye, mücadelemiz devam edecektir” diye konuştu.  Çağatan Akyol

Yunanistan nasıl kuruldu, 200 yılönce neler yaşandı?

Yunanistan, 25 Mart'ta Yunan halkının Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmasının 200'üncü yıldönümünü kutluyor. Bu yılın kutlama törenlerine, aralarında Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD'nin de olduğu çok sayıda ülkeden temsilci katılıyor.Habere Gitmek için Tıklayın

E-5’te meydana gelen kazada ortalık savaşalanına döndü: 5 kişi yaralandı

E-5’te meydana gelen kazada ortalık savaş alanına döndü: 5 kişi yaralandı E-5 karayolu Yenibosna mevkiinde iki otomobilin karıştığı kazada araçlardan biri ters dönerken diğeri bariyerlere çarparak durabildi. Savaş alanına dönen kazada 5 kişi yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Kaza, saat 23.00 sıralarında Bahçelievler Yenibosna mevkii E-5 Avcılar istikametinde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre sürücüsünün ismi öğrenilemeyen 34 CRN 745 plakalı otomobil ile başka bir sürücüsünün ismi öğrenilemeyen 34 KYC 79 plakalı otomobil çarpıştı. Çarpışma sonucu meydana gelen kazada 34 CRN 745 plakalı araç ters dönerken diğer araç da bariyerlere çarparak durabildi. E-5 Karayolu savaş alanına döndü.Savaş alanına dönen kazada 5 kişi yaralandı. Kazanın olduğunu gören sürücüler durumu polis ve sağlık ekiplerine haber verdi. Olay yerine gelen sağlık ekipleri kazada yaralanan vatandaşları hastaneye kaldırdı. Kazaya karışan araçlar çekici ile kaldırılana kadar E-5 Avcılar istikametinde yoğunluk oluştu. Araçların kaldırılmasından sonra trafik akışı da normale döndü. Kazanın çıkış nedeni ise araştırılıyor. cumhuriyet.com.tr

Şentop,İstanbul Sözleşmesi ve yeni anayasaya ilişkin sorularıyanıtladı

Şentop, İstanbul Sözleşmesi ve yeni anayasaya ilişkin soruları yanıtladı TBMM Başkanı Mustafa Şentop, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin, "Uzlaşılan noktalarda yoğunlaşmak, onlar üzerinden hareket etmeye çalışmak lazım. Bir çözüm yolu bulunabilir." dedi. TBMM Başkanı Mustafa Şentop, gündeme dair canlı yayında önemli açıklamalarda bulundu.Filistinli yetkililerden yaklaşık iki ay içinde İsrail'deki cezaevlerinde yer alan Filistinli mahkum ve tutuklulara aşı yapılmadığına ilişkin iki ayrı mektup aldığını söyleyen Şentop, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle bu konuda istişarelerde bulunduğunu belirtti.Şentop, daha sonra İsrail Meclis (Knesset) Başkanı Yariv Levin'e, İsrail'deki hapishanelerde Filistinli mahkum ve tutuklulara da aşı yapılmasına, bunun insani bir mesele olduğuna dair mektup gönderdiğini bildirdi.Yeni anayasa yapma konusunda öncelikle bir niyet olması gerektiğini dile getiren Şentop, "Uzlaşılan noktalarda yoğunlaşmak, onlar üzerinden hareket etmeye çalışmak lazım. Bir çözüm yolu bulunabilir." diye konuştu.Siyasi partilerin anayasa konusundaki öngörülerinin somut olarak maddelere döküldüğünde anlaşılabileceğini belirten Şentop, "2011'de başlayan Anayasa Uzlaşma Komisyonu sürecinde aslında önümüze bütün siyasi partilerin nasıl bir anayasa öngördüklerini ortaya koyan metinler çıktı. Yani tam bir anayasa metni, bütün siyasi partilerin önerileri olarak karşımıza çıktı. Bence yeni anayasa tartışması ciddiye alınmalı. Sonuç olur, olmaz. Sonuç almak mutlaka hedef olmalı samimi olarak ama somut bir metin ortaya çıkmalı." ifadelerini kullandı.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Meclisin devre dışı kaldığı iddiasını kabul etmediğini vurgulayan Şentop, şunları söyledi:"Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde parlamentonun yapısıyla yürütmenin yani cumhurbaşkanının mensubu olduğu siyasi partinin ilişkisi tek seçenek olarak karşımıza çıkmıyor. Parlamenter sistemde vatandaşa tek bir oy hakkı veriliyor. Bu tek oy hakkıyla hem yürütmeyi hem de parlamentoyu belirlemesi isteniyor. Daha doğrusu tek oyla parlamentoyu belirliyorsunuz. Hükümet onun içinden çıkıyor. Halbuki yeni sistemde vatandaşa iki oy hakkı tanınıyor. Hükümeti ayrı bir oy kullanarak belirleme, parlamentoyu ise yine ayrı bir oy kullanarak belirleme hakkı tanınıyor. Dolayısıyla vatandaşın, bu sistemde cumhurbaşkanını bir siyasi partiden seçip, cumhurbaşkanının mensubu olduğu siyasi partiyi parlamentoda çoğunluk yapmama hakkı var. Oyunu Cumhurbaşkanına verir, parlamentoda ise oyunu onun partisine vermeyebilir. Böyle bir durumda parlamentoda farklı bir çoğunluk yapısı ortaya çıkabilir. Bu durumda yürütmeden tamamen bağımsız bir çalışma imkanı tanınıyor. Önceki sistemde ise böyle bir seçenek yoktu. Orada mecburen yürütmenin, hükümetin kontrolünde bir yasama süreci var. Başka bir seçenek yok."Bazı milletvekillerinin, soru önergelerinin cevaplanmadığı eleştirilerine yanıt veren Şentop, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin başladığı 27. Yasama Dönemi'nde soru önergelerinin cevaplanma oranının, önceki yasama dönemlerinin tamamından daha yüksek olduğunu kaydetti."Parlamento aşaması, sadece bir izin aşamasıdır"Türkiye'nin, İstanbul Sözleşmesi'nden Cumhurbaşkanı Kararı ile çekilmesi ile TBMM'nin devre dışı bırakıldığı eleştirilerine ilişkin Şentop, Anayasa'ya göre, uluslararası bir anlaşmanın kabul edilme ve yürürlüğe konulmasının; "imzalanma", "onaylanmasının uygun bulunması" ve "onaylanma" şeklinde üç adımı olduğunu aktardı.Meclisin imzalanan bir anlaşmayı kanunla uygun bulduğunu anlatan Şentop, şöyle konuştu:"Daha sonra cumhurbaşkanının onaylaması aşamasına geçiliyor. Cumhurbaşkanı onayladıktan sonra yürürlüğe giriyor. Meclisin kanunla uygun bulması şu anlama geliyor: 'Bu onaylamanın bir mahzuru yoktur. Bu anlaşma onaylanabilir.' Daha teknik bir ifadeyle, onaylama izni veriyor. Ama mesela cumhurbaşkanı onaylamayabilir veya onaylayabilir. Onayladıktan sonra onayını geri çekebilir. Parlamento aşaması, sadece bir izin aşamasıdır. Onaylamayı zorunlu kılan bir aşama değildir. Yeni de değil, 1963'te çıkan 244 Sayılı Bazı Andlaşmaların Yapılması İçin Cumhurbaşkanına Yetki Verilmesi Hakkında Kanun var. Yani 1963'ten bu yana aslında bu böyle oluyor. Onlarca örnek var. Mevzuat ve uygulama bu şekilde. Yani Bakanlar Kurulu kararıyla vazgeçilmiş bir anlaşma için sonra tekrardan bir kanun çıkarılmasının 1963'ten bu yana bir örneği yok." cumhuriyet.com.tr

Türk Tiyatrosunun en büyük yazımakinesi!

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Türk Tiyatrosunun en büyük yazı makinesi! Usta tiyatro araştırmacısı, yazar, çevirmen, yönetmen, kültür tarihçisi Prof. Dr. Özdemir Nutku (12 Ocak 1931- 8 Kasım 2019) yapıtlarıyla varlığını sürdürmeye devam ediyor... Suda Ayak İzleri 1,2 - Anılar ve İzdüşümleri (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları); yazın tarihimizde Ahmet Midhat, Şemseddin Sami gibi yazı makinelerinin yanına ismi eklenebilecek, üretkenliği, kültürümüze, dilimize katkılarıyla, düşünsel ve sanatsal kimliğini bu denli yetkince bileştiren az sayıda aydınımızdan biri olan öğretmenimizin, şimdilik yayımlanan son ürünü. Nutku’nun sanat yaşamını paylaştığı, güzel Türkçe’nin peşine takılıp şiir tadında okunan ve sürprizler sunan bir anılar yumağı. 1200 sayfa olarak yayımlanan anılar, tiyatro tarihimizin 70 yıllık geçmişine ayna tutuyor. /Archive/2021/3/24/172339167-ic1.jpgRÖNESANS ÇAĞININ ÇALIŞKANLIĞIYLAÖzdemir Nutku öğretmenimiz üretmeye devam ediyor: Suda Ayak İzleri-I-II-/Anılar ve İzdüşümleri (T.İş Ban. Yayını, 2021). Bu yapıt, öğretmenimizin çalışkanlığının şimdilik son ürünü. Anılar ne denli öznel olursa olsun, Shakespeare’in benzetmesiyle, tarihe tutulan bir ayna, yaşamla hesaplaşmanın anlatısı, öğretmenimizin deyişiyle, “Anılar, ölüme karşı yaşamayı seçmektir”.Tiyatromuzda anılarını yayımlanan ilk sanatçı, Ahmet Fehim Efendi’dir. Vakit gazetesinde, “Sahnede Elli Sene”( 8 Temmuz-17 Eylül 1926) başlığıyla yayımlanan anıları, ancak 1977 yılında Ahmet Fehim Bey’in Hâtıraları adıyla kitaplaşır.H. Fahri Ozansoy’dan V. Rıza Zobu’ya, Haldun Dormen’den Gülriz Sururi’ye, Mücap Ofluoğlu’ndan Muhsin Ertuğrul’a, Nedret Güvenç’ten Dame Ninette de Valois’ya, Cahit Irgat’tan Macide Tanır’a Kemal Bekir’den, Ferhan Şensoy’a, Suphi Tekniker’e, Umur Bugay’dan Yücel Erten’e nice sahne sanatçımız anılarıyla bizleri büyülü dünyalarıyla buluşturdular. Tiyatro tarihimizi zenginleştiren bu anılar için sanatçılarımıza ne denli teşekkür etsek az…Ülkemizde ilk kez, Osmanlı tiyatrosunun ünlü tiyatro sanatçısı, Mardiros Mınakyan’a, sanat yaşamının 50. yılında (1912), jübile düzenlenir, “maarif nişanı” verilerek ödüllendirilirken bir jübile kitabı da yayınlanır. Sanatlarıyla, ustalıklarıyla alanlarında seçkinleşen kimi sanatçılarımız için jübileler düzenlenip armağan yapıtlar yayınlansa da bu güzel gelenek yaygınlaşamadı…/Archive/2021/3/24/172348604-kapakic2.jpgSuda Ayak İzleri anı yapıtıyla sanat yaşamını bizlerle paylaşan, tiyatromuzun, tiyatro tarihimizin en çalışkan evlatlarından birisi olan Prof. Dr. Özdemir Nutku (12 Ocak 1931- 8 Kasım 2019), yazmak eylemine şiirle başlar: Eller (1950). Ülkemizde, tiyatro bilim dalının ilk akademisyenlerinden olan, büyük emeklerin ürünü, 150’ye yakın yapıta imza atan Özdemir Nutku öğretmenimizin yazdığı 60 kadar tiyatro araştırması, sahne sanatları tarihimizin de başyapıtlarını oluşturur...Gerçekte, Özdemir Nutku, bir tiyatro araştırmacısı mı, bir yazar mı, çevirmen mi, yönetmen mi, bir kültür tarihçisi mi sorularını sormanın tam yerindeyiz diyorum. Çünkü onu yakından tanıyıp birlikte çalışmanın bizlere kazandırdıklarıyla, bu soruların ortak yanıtı evettir...İnsanüstü bir çalışma temposu içinde, tiyatro sanatına olan tutkusuyla, çalışmak eyleminin hakkını, diline, kültürüne ödeyen bu güzel insan, bir öğretim üyesi olarak derslerinde bizlere öğrettiği gibi, bence tiyatromuzun "Rönesans İnsanı"dır...Dünya Tiyatrosu Tarihi’nden tiyatro sanatımızın hâlâ tam olarak bilemediğimiz şenlikler dünyasına, canlandırma sanatına uzanan araştırmalarıyla, IV. Mehmet'in Edirne Şenliği (1972), Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri (1978) özgün araştırmalar olarak, bugün de birincil kaynaklarımızdır...Tiyatro ve Yazar (1960), Ö. Nutku'nun yayımlanan ilk tiyatro incelemesi olurken Oyun Yazarı (1965) ile tamamlanan, oyun yazımına, dramaturgiye ilişkin bilgiler, Tiyatro Enstitüsü'ndeki oyun yazma seminerlerinin sonuçlarını da yansıtırlar.../Archive/2021/3/24/172358010-ic3ic8-.jpgTürkiye'de, sahneye ilişkin ilk bilgileri, halkevlerinin Anadolu'ya, tiyatro sanatını yaygınlaştırma çabalarında buluruz. Sahne sanatına, oyuncunun sahnedeki konumuna, rejiye, dekora ilişkin bu temel bilgileri, ilk kez, Muhsin Ertuğrul'un Yedigün'deki bir dizi yazısından öğrenen Anadolulu tiyatro sevdalıları, Tiyatro Yönetmeninin Çalışması’na(1974) [Sahne Bilgisi (1990)] değin usta çırak ilişkisine dayanan bilgilerle yetinerek öğrenmişler, çalışmışlardır.Tiyatro sanatının öğretilebilirliği adına, ülkemizdeki ilk sahneleme teknikleri kitabı olan bu çalışma, bugün de alanında tek örnek araştırma / yayın olarak önümüzde durmaktadır...Batı'da, sahneleme tekniklerinden konuşma tekniklerine, mimikten, rol çalışmasına, makyaja değin yayımlanmış uzmanlık kitaplarına uzak yaşayan tiyatro dünyamız, bu yapıtın ardılını yaratamamanın eksikliği içindedir...Tiyatro sanatını, Türkçe düşünerek yaşayan bizler için, yabancı terimlerle boğuşmak olağan bir eylemdi. 1966 yılında, Haldun Taner ve Metin And ile birlikte hazırladıkları Tiyatro Terimleri Sözlüğü’nü Gösterim Terimleri Sözlüğü'ne (1983) dönüştüren Nutku, dil ile düşünce arasındaki bağı, bu "meslek erbabına" öğretirken Türkçe’ye katkısı yadsınamaz “çalışkan” bir dilbilimcidir de…/Archive/2021/3/24/172406010-ic4.jpgOyunculuk Tarihi (1995) gibi özel bir incelemeyi, Türkçe’de yine ilk kez gerçekleştiren Nutku’nun önemli çalışmalarından birisi de içeriğiyle çocuk ve oyun kavramlarını bütünleş-tiren, yaratıcı dramanın temel araçlarını irdeleyen Oyun, Çocuk, Tiyatro (1998) kitabıdır.Bu çalışmanın öncelinin Zeynep'in Tiyatro Kitabı'nda (1983) okul tiyatrosuna yönelen Nutku'nun, bu kitabıyla da çocuk eğitimindeki bir boşluğu doldurduğuna inanıyorum. Yazımın sınırları içinde birçok yapıtının adını olsun anmadığımı biliyorum.Ancak özgün araştırmaları yanında, öğretmenimizin özellikle Shakespeare’in oyunlarını, dilimizde, Türkçemizde yeniden canlandırmasını kısaca da olsa değerlendirmeden geçmek istemiyorum./Archive/2021/3/24/172417104-ic5.jpgNUTKU, SHAKESPEARE VE SÖYLEV!Öğretmenimiz Ö. Nutku’nun, tiyatro tarihinin en çok çevrilen yazarı W. Shakespeare’in, 29 oyununu çevirerek Türkçe oyun dağarcığımıza yaptığı büyük katkı, dilimizde, Shakespeare’den yapılan bir çeviri rekorudur.Bu çevirilerinde öncelikle Türkçe sahne dilini düşünerek dilimizin zenginleşmesi için didinen Nutku, bu çabasını, hazırladığı Shakespeare Sözlüğü [2013] ile de taçlandırmıştır.Shakespeare’i tanımak ve tanıtmak amacıyla, iğneyle kuyu kazarcasına yapılan bu çalışma, sadece Shakespeare’e ilişkin bir araştırma ya da özel bir sözlük olarak görülmemeli, değerlendirilmemelidir.Bertolt Brecht’ten Christopher Marlowe’a, George Tabori’den Thomas Bernhard’a, yaptığı çevirileri sahnelerimize kazandıran öğretmenimiz, tiyatro öğretimimize yaptığı özgün araştırmaları yanında, tiyatro öğrencilerinin, genç yaşlı bütün sahne sanatçılarımızın okumaları gereken Margret Dietrich’in, Oyuncu: Yönetmenin Elinde Yaratıcı Bir Özne ya da Araç (1985) ile Martin Esslin’in, Dram Sanatının Alanı (1996), yapıtlarını da çevirerek bizlere armağan etmiştir.Yazdığı ve uyarladığı oyunlar içinde büyük önderimiz Mustafa Kemal’in Söylev’ini sahnelerimiz için çok değerli bir katkı olarak görüyor, özellikle gençlik tiyatrolarınca sahnelenmesini önemsiyor ve öneriyorum./Archive/2021/3/24/172426401-ic6.jpgÖzdemir Nutku'nun, Ankara Deneme Sahnesi’nden günümüze, yüze yakın oyunu DTCF Tiyatro Bölümü’nden Güzel Sanatlar Fakültesi Deneme Sahnesi’nde, Devlet Tiyatrolarımızın sahnelerinde uyguladığı, Midas'ın Kulakları (Güngör Dilmen), Söylev (Ö. Nutku), Kırık Testi (H.V. Kleist), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (Haldun Taner), Resimli Osmanlı Tarihi (Turgut Özakman), Lysistrata (Aristofanes) rejilerinin belleğimde ayrı bir yeri var.Ülkemizin ilk Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nün / Deneme Sahnesi’nin, bir eğitim kurumu olarak tiyatro sanatını yüceltmede, sanatçılarını yetiştirmede hepimizden çok bu çalışkan insanın, Özdemir Nutku’nun büyük payı var.Suda Ayak İzleri, güzel bir Türkçe’nin peşine takılıp şiir tadında okunan, hep sonrasını merak ettiğiniz bir yaşamdan, size sürprizler sunan anılar yumağı.Robert Kolej’de başlayan tiyatro sevgisinden Ankara’ya, DTCF İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne (1952-1956), Ankara Palas’ta ünlenen bir caz piyanistine, Mavi dergisinden Değişim’e, şairlerin, öykücülerin dünyasına; Almanya’nın batısından doğusuna, tiyatro eğitimiyle geçen üç buçuk yıl (1956-1959), Muhsin Ertuğrul’un önerisiyle Tiyatro Enstitüsü’nde / Tiyatro Bölümü’nde başlayan akademik yaşam…Yazılarıyla, uygulamalarıyla, tiyatro sanatının bütün güzellik-lerini yaşadığı Ankara / Sanat yılları… Yurtdışı gezileri, fakülte arkadaşları, doçentlik günleri, DTCF’de yine bir cadı kazanı kaynıyor, muhbir vatandaşlar, sıkıyönetim soruşturmaları…Yeni bir fakültede, yeni bir tiyatro bölümü kurmak heyecanıyla İzmir’e geliş (1976). Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, “Oyunculuk, Dramatik Yazarlık, Sahne Tasarımı” sanat dallarından oluşan, ülkemizde ilk kez denenen bir tiyatro öğretimi… Öğretmenimizin öncülüğünde, çok genç, çalışkan bir kadronun emekleriyle güzelleşen öğretim yılları…/Archive/2021/3/24/172440807-ic7.jpgTÖS VE İZMİR ŞEHİR TİYATROSUBaşlangıçta 2000 sayfayı bulan, yayın değerleri adına Suda Ayak İzleri’nin editörünce 1200 sayfaya indirilen anılar, tiyatro tarihimizin 70 yıllık geçmişine ayna tutuyor. Okurların heyecan duyarak okuyacaklarına inandığım anılarda, yarım kalan iki çalışmayı, hep bir iç acısı olarak anımsayacağım:Fakir Baykurt’un önerisiyle, Tös Tiyatrosu… Tiyatro sanatını Anadolu’ya taşımak ereğiyle yola çıkan öğretmenlerin örgütlü sesi, Türkiye Öğretmenler Sendikası Tiyatrosu’nun kuruluş heyecanı… Ve birbuçuk yıl sonra noktalanışı…İzmir Şehir Tiyatrosu’nun kuruluşu ve “Kamyon Tiyatrosu” uygulamaları (1989-1992).İzmir adına sevinirken tiyatro sanatının gücünü kullanmayı bilmeyen “siyaset “erbabı”nın gözlüklerinin bozuk çıkması…Bütün çırpınışların, emeklerin sokağa atılması…Gösteri kamyonunun dolmuş yapılması!...Evet!... Bu bir alaysılama bile olamaz!...Şu günlerde İzmir yeniden Şehir Tiyatrosu’na kavuşmanın heyecanını yaşıyor…Dileğim tiyatro sanatına bakan yetkililerin gözlüklerinin numaraları bozulmaz!/Archive/2021/3/24/172358010-ic3ic8-.jpgANILAR ANILARI ÇAĞRIŞTIRIYORAnılar, anıları çağırıyor. Bugün, değerli öğretmenimiz Özdemir Nutku'yu düşündükçe, belleğimin dehlizlerinde, puslu karanlıklarda beliren, kopuk kopuk, ilginç görüntüler birbiriyle buluşuyor... Üniversite yıllarım gözümün önünde canlanıyor...Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenciyim (1967). Türkiye, üniversite gençliğinin, üniversite ve ülke sorunlarıyla boğuştuğu sancılı yılları yaşıyor.Özdemir Nutku'yu, doçent temsilcisi olarak, bir boykot sonrasında, fakülte sorunlarının tartışıldığı toplantıdan anımsıyorum. İzmir Eğitim Enstitüsü’nde(1979) çalışırken, okulu-muzda verdiği konferans sırasında yakından tanışıyoruz. Beni görüşmek için GSF’ne çağırıyor.1980 yılı sonunda zorla bulunan uzman kadrosuyla Güzel Sanatlar Fakül-tesi’ndeyim. Göreve başladığım ilk gün, Ö. Nutku öğretmenimin odasına, Muhsin Ertuğ-rul’un, Vakit gazetesinde çıkan, Darülbedayi’nin Karadeniz turnesini (Haziran 1925) anlatan anılarının çeviriyazısı dosyasıyla giriyorum. Edebiyattan tiyatro tarihine, onlarca dergide, onlarca makale, kitap… Benim için de çok verimli yıllar.Muhsin Ertuğrul’un anıları, Benden Sonra Tufan Olmasın’ı (1989), Özdemir Nutku öğretmenimiz ve Murat Tuncay arkadaşımla birlikte yayına hazırlama evresindeki benzersiz bir çalışma deneyi… Suat Taşer ustamızın, heyecanla, “Muhsin Bey’in anılar masasında bugün ne var arkadaşlar?” diye, gür sesiyle bize seslenişi. Acılar, sevinçler içinde yıllar birbirine karışıyor.Yazın tarihimizde Ahmet Midhat, Şemseddin Sami vb. yazı makinelerinin yanına eklenecek nice ad biliyoruz. Ancak çalışkanlığıyla, üretkenliğiyle, kültürümüze, dilimize olan katkılarıyla, düşünsel ve sanatsal kimliğini bu denli güçle birleştiren çok az aydınımızın, yazarımızın olduğunu, hele sanatçı kimliğini düşünsel bir boyuta taşıyanının çok çok az olduğunu, bugün daha iyi biliyorum!..Özdemir Nutku’yu tanımanın, onunla uzun yıllar çalışmanın onuruyla, anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Efdal Sevinçli

London’dan bir tutunamayan!

London’dan bir tutunamayan! Usta Amerikalı yazar Jack London’ın, Büyük Dünya Savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında gelişen, klasikleşmiş yarı otobiyografik yapıtı Martin Eden (Can Yayınları); genç ve eğitimsiz bir gemicinin kendisini eğitirken verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve düş kırıklıklarını anlatır. /Archive/2021/3/24/172046528-ic1.jpgMartin Eden, ünlü Amerikalı yazar Jack London’ın yarı otobiyografik yapıtıdır. Genç ve eğitimsiz bir gemicinin kendisini eğitirken verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve hayal kırıklıklarını anlatan roman, edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir.Romanın yazıldığı dönem büyük dünya savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında hayatta kalmak için işçi sınıfın günde on yedi saat çalıştığı dönemdir. Martin kenevir fabrikasında çalışırken günde on saat karşılığında bir dolar alıyordu. Makinelerin başında sekiz yaşında çocuklar vardı, Fabrikalar bir deri bir kemik kalmış çocuklarla doluydu. Çocuklar gıdasızlıktan kemik insancıklar olmuşlardı. Bu çocuklar haftada iki dolar almak için altmış saat çalışmak zorundaydılar.Kendi sınıfındaki kızların âşık olduğu, arkadaşları arasında da lider olarak sivrilen işçi Martin Eden, bir gün hiç tanımadığı Arthur’u, onu döven bir adamın elinden kurtarır. Arthur’un kurtuluşu onun esareti olur. Arthur minnet borcunu ödemek için Martin’i evine yemeğe davet eder.Ömründe görmediği kadar lüks bir eve adımını atan Martin, kendisine ilgi gösteren üniversite okumuş Arthur’un kız kardeşi Ruth’a âşık olur. Âşık olduğu kızla aralarında hem yaş hem de sınıf farkı vardır. Martin ilk kez kendisini bir insan karşısında yenik hisseder. Hayali Ruth’un ailesindeki gibi giyinip onlar gibi konuşmaktır… İlkokuldan sonra devam edemediği eğitimine, bozuk konuşmasına, en önemlisi de cahilliğine lanet okur içinden./Archive/2021/3/24/172101996-ic2-.jpgAÇLIĞA AŞKLA MEYDAN OKUMAK!Hayatındaki en önemli dileği âşık olduğu kıza yakışır bir erkek olarak kendisini yetiştirmektir. Kendisine meslek ararken yazar olmaya karar verir. O da dünyanın gören gözü duyan kulağı olacaktı. Bu ihtişamlı mesleği sayesinde sevdiği kıza kavuşacaktır.Jack London gerçek hayatta da yaratıcı olmak için bu uğurda katlandığı zorlukları gözünde büyütmemiştir. London tüm yapıtlarını yazarken edebi alanda Kipling’in izini sürmüştür çünkü Kipling nesnelerin derinliğine iner.Edebiyat ve düşünce dünyasına yepyeni ufuklar açardı. Onun yazar olduğu dönemde Amerikan yazarları Emerson’u örnek almak zorundaydılar; her şeyi iyi yanından ele alıp gerçeklerden kaçmak. İçin. Jack London ise Gorki’nin Rusya’da yaptığını ülkesinde yapmak istiyordu. Fransa’da Maupassant, İngiltere’de Kipling neyse Amerika’da Jack London öyle biri olmalıydıMartin Eden’i yazarken yazar romanın taslağı üzerinde çok az düzeltme yapar. Brissenden Martin Eden’e bir gün amaçlarını gerçekleştirdiğinde boşluğa düşmemesi için sosyalizme bütün gönlüyle bağlı kalmasını öğütler. Böylece sosyalizm başarıya ulaştığında hayata bağlı kalmak için bir nedeni olacaktır.Martin Eden yayımlandığında tüm basın susar. Eser hakkında çıkan yazılarda Martin Eden’in edebi bir yapıt olmadığını kanıtlar niteliğinde yazılar yazarlar eleştirmenler. Öyle ki Jack London Martin Eden yapıtının hakkında bir tek övgünün bile yazılmamış olmasına çok üzülür ve bu konudaki görüşünü şöyle açıklar:“Martin Eden’de bireyciliğe saldırmak istedimse de pek beceremedim sanıyorum; çünkü bir eleştirmen çıkıp da bunu farkına varamadı” der. Şimdi yaşıyor olsaydı eserinin başarısı karşısında mutluluğunu ifade edecek kelime bulamazdı.Martin’in, onu aşağılayan topluma kendisini kabul ettirmesinin bir aracıdır aynı zamanda Ruth. Bu düşüncelerle Ruth’un evinden çıktığı o gün adından başka kendisine tanıdık gelen hiçbir özelliği kalmamıştır Martin’in.Bu yanılgısının bedelini canıyla ödeyeceği aklına gelmez. Aşağılık kompleksinden kurtulmadığı için kendi sınıfındaki insanları da küçümser. Kıt olanaklarıyla üç yıl günde on beş saat yazı yazarak kendisini eğitir ve Ruth’la nişanlanmayı başarır. Ruth’un ailesi kızlarının kadınlığının farkına varması için Martin’le sevgili olmasına izin verirler.Ruth’un Martin’den beklediği tek şey bir işe girip düzenli bir kazanç edinmesidir. Onun Martin’e örnek olarak gösterdiği kişiler yoksulluk içinde mücadele ederek zengin olmuş insanlardır. Kafasındaki mutluluk anlayışı da anne ve babası gibi ruhsuz bir hayat yaşamaktır.Bu gerçekleri bir türlü göremeyen Martin, kendi yolunda açlığa meydan okur. Sevdiği kız içinse o istediği şekle sokabileceği bir hamurdan başka bir şey değildir. İnsanın aşk için bile olsa kişiliğinden ödün vermesinin bir başka tanımı da insanın kendisine yabancılaşmasıdır.Yapıtın Dünya Klasikleri arasına girmesini sağlayan başat öğelere değinecek olursam: aşk, nefret, aşağılık duygusu, ideolojiler, mücadele, azim, yenilgi, başarı, mutsuzluk, mutluluk, amaçsızlık, varoluşsal boşluk, amaçsızlık, yalnızlık… gibi, insanı içten içe sarsan kavramların ete kemiğe bürünüp belleğimizde silinmez izler bırakmasıdır./Archive/2021/3/24/172119137-ic3.jpgLONDON’IN SOSYALİZMİ VE EDEN MANİFESTOSU!Jack London, yirmili yaşlardan önce yazar bireyci liberal görüşü benimsediğini ancak yirmili yaşlarının sonrasında gördüklerinden ve yaşadıklarından dolayı sosyalist görüşü benimsediğini dile getirir. Yaşadıklarından dolayı çağdaş sosyalizm öğretisini merak etmiştir. Martin Eden’da da ideolojilere farklı bir pencereden bakar.Zenginler değil ama “Yoksullar yoksullara verecek şey bulurlar” saptamasını hayat verdiği kahramanlar aracılığıyla vurgular. İflas etmiş bir toplumun çarpıklıklarını insanlara göstermeyi kendisine dert edinmiştir. Devrimleri insanların değil, ihtiyaçların doğurduğuna inanır.İnsanların Martin Eden yapıtında olduğu gibi bir dilim ekmek karşılığında makineleştiğini, sosyal sınıflar arasındaki ayrımın adaletsiz ücret dağılımından kaynaklandığını gördüğü için de Marx’ın Komünist Manifesto’suyla tanışmış ve benimsemiştir.Tüm yapıtlarında ve eylemlerinde açıkça sanayiye, sömürüye, greve, boykota, kadınlara oy hakkı verilmesi için savaşmıştır tek başına.Ayrıca salt Marx’ın değil, Darwin’in, Nietzsche’nin ve Herbert Spencer’in düşünceleriyle aydınlatmıştır düşünce dünyasını. Nietzsche’den farklı yaklaşır üstün insan olma olgusuna. Nietzsche sosyalizmi zayıf ve güçsüz insanların yönetimi olarak tanımlar, Jack London ise sosyalizmi üstün insanların yönetimi olarak görür.Yazara göre üstün insan değerlerinden ödün vermeden güçlüklerin üstesinden gelen, köle yığınlarına sahip çıkan, kitleleri eğiterek yönetebilen, sürüye değil, kendisine dâhil olan insandır.London tüm yapıtlarında hayatın çıplak gerçeklerini, insanı ölüme götüren isyanları, hayal kırıklıklarını, çıkar uğruna dökülen kanları, ekmek parası uğruna dökülen terleri, ziyan olan hayatları, yok olan yaşama sevincini, insanları ekmek dilimleri gibi bölen adaletsizlikleri işler.Bu yüzden Martin Eden Nietzsche’nin üstün insan felsefesine karşı bir iddianame niteliğindedir.Yazar Martin Eden yapıtında da, “İnsan, insan olduğu için değil, karnı doyduğu için insandır.” Saptamasını hiçbir yanılgıya mahal bırakmadan dile getirmiştir.Acıma kavramına şöyle bakar Jack London: “Acımak; aç köpeğin önüne kemik atmak değildir; acımak, köpek kadar acıkmış bir insanla kemiğini paylaşmaktır.”Jack London’ın Martin Eden yapıtında ihtişamlı hayatların özünde barındırdığı kofluğu, riyakarlığı, geçiciliği… gözler önüne sermeyi ne kadar çok sevdiğini bilinçli bir okuyucu hemen fark eder. Yapıtın en çarpıcı yanıysa sistemin kendisine benzetemediği insanı başarılı olsa da yaşatmadığı gerçeğini tokat gibi yüzümüze vurmasıdır./Archive/2021/3/24/172132809-ic5.jpgDENİZİN BIÇKIN ÇOCUĞU MARTIN’IN YANILGILARI!Martin’in bir başka yanılgısı da yazın dünyasını gözünde fazla büyütmesidir. Okumuş ve aydınlanmış insanların dünyasında kötülük ve aşağılanmanın, en önemlisi eşitsizliğin, sömürünün olmadığına inanır.Yazın dünyasındaki kapitalist sömürüyle tanışınca yürekten sarsılır. İçini öfke ve kin kaplar özellikle editörlere karşı. Kendisi bir lokma ekmek bulmazken yayıncılar onun yazdıklarından geçinir. Martin çok geçmeden yayıncıların yazınsal ürünlere sadece ticari bir meta olarak baktıklarını öğrenir.Onu dergiler konusundaki yanılgılardan kurtarmak isteyen tek dostu Brissenden’in uyarılarını da dikkate almaz. Şartlanmış bakış açısının başlı başına bir körlük olduğunu ancak yaşayarak öğrenecektir. (Zengin bir sosyalist şair olan Russ Brissenden Amerikalı şair George Sterling’den başkası değildir.)Ruth’un evinde tanıdığı Brissenden, Martin’i çok sever. Onun yoksulluğunu kabullenir. Ona göre gerçek bir yazar bir yapıtını yayıncılar için değil kendisi için yazmalıdır. Yayıncılar duygunun ve sevginin düşmanlarıdır.Martin bir gün nişanlısı Ruth’a yazdığı şiiri dostu Brissenden’e okur. Brissenden’in yorumu şöyle olur: “Sen de tuttun bu muazzam “Aşk Şiirlerini” şu yoluk, kuru dişiye yazdın!” (s.304)Ve ekler: “Bana anlatamazsın. Biliyorum ben. Güzellik seni incitiyor. Bu senin için de edebi bir acı, iyileşmeyen yara, ateşten bir bıçak. Ne diye dergilerle kendi kendini aldatacaksın. Bırak hedefin güzellik olsun. Ne diye altın sikke haline getiresin güzelliği? Dergileri bin sene okusan da içinde gerçek bir dize göremezsin. Şöhreti ve parayı bir kenara bırak, yarın derhal tayfa yazıl, bin gemiye ve denize dön. (s.304)Jack London’ın yapıtlarının en belirgin bir başka özelliği de hiç kuşkusuz düşünce genişliği / derinliği ve olgunluğudur. Hayatını yaşadığı gibi anlatmayı seven yazar, şiir gibi sonsuz sınırlar içinde ele alıyor insan ruhunu Martin Eden’de olduğu gibi.Günlerce haftalarca dergilere öykülerini şiirlerini satmak için açlıkla mücadele eden Martin Eden, öykülerini satamadığını anlayınca artık yazmamaya karar verir. Tam da o zaman edebiyat dünyası kapılarını ona açar. Kısa bir süre sonra da hem ünlü hem de zengin olur. Ona kapısını kapatan başta sevgilisi Ruth olmak üzere herkes ona geri döner.Martin Ruth ile arasındaki aşkın gerçek olmadığını anladığı anda hiç olmadığı kadar yalnız hisseder kendisini. Ruth’u hayalindeki gibi sevdiğini, aslında onu hiç tanımadığını fark eder. Varoluşsal boşluk ve anlamsızlık hayatla onun arasına girer./Archive/2021/3/24/172137605-kapak.jpgJACK LONDON: “MARTIN EDEN BENDİM!”O basit insanların yüreklerindeki cömertliği aşağıladığı için kendisini de aşağılar. Bu yüzden kendisine zor günlerinde yardım eden dostlarının hayallerini tek tek gerçekleştirir. Bireyciliğe duyumsadığı nefret yaşama sevincinin önüne geçer. Gideceği adres mavi dalgalar olacaktır; çünkü o denizlerin bıçkın çocuğudur; en önemlisi de deniz ona hiç ihanet etmemiştir. O da hayattan aldığı yaraları sarmak amacıyla kendisini mavi denizin kucağına bırakır.Kırk yıllık kısa ömrüne elliden fazla kitap ve dünya edebiyatına başyapıtlar kazandıran Jack London’ın Martin Eden’e dair görüşlerini anımsarsak yapıtı daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Jack London kendi yapıtı hakkında bu açıklamayı yapmıştır:“Martin Eden için neden biraz üzülmeyeyim? Martin Eden bendim. Martin Eden bir bireyci idi bense sosyalist. İşte bu nedenden ben yaşamaya devam ediyorum. Ve işte bu nedenden Martin Eden öldü. Bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. Martin Eden başkalarının ihtiyacının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. Hayalleri kaybolduğunda uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz.”Evet, hepimiz yaşamak için hayallerimize sahip çıkalım. Bedriye Korkankorkmaz

‘Özgür iradeyle gelinen nokta hiçde parlak değil!’

‘Özgür iradeyle gelinen nokta hiç de parlak değil!’ Bir yanda Gezi direnişinin son günlerinde fiziksel bir travma yaşayıp yaşamı altüst olan aktivist bir avukat; diğer yanda 12 Mart’ın karanlık günlerinde cuntanın gazabından kurtulmak için ülke dışına kaçmaya çalışan bir gerilla... Ve onları birleştiren bir günlük... Tüm bunların ötesinde, bir kıyı kasabasında kendini ele vermeye başlayan, yaşama ve evrene dair kadim bir gizem... Burak Eldem’in Tavuskuşu Güncesi (Doğan Kitap), ürpertici labirentleriyle “gerçeklik” kavramını sorgulatan sarsıcı bir roman. /Archive/2021/3/24/171751200-ic1.jpg‘MİTOLOJİ VE JUNG FELSEFESİ TUTKUM’- Romanlarınızda efsanelerden, dinlerden, mitolojiden yararlanıyorsunuz. Onları eksene alıyorsunuz. Tavuskuşu Güncesi’nde yine aynı kaynaklardan beslenseniz de olay örgüsünde ağırlıklı olarak 12 Mart dönemi, Fatsa direnişi, Gezi direnişi gibi yakın tarihimizin politik olaylarından yararlanıyorsunuz.Hafızalarda bu kadar taze olayları bilimkurgu ya da fantastik sayılabilecek bir roman örgüsüne oturtmak sizin için zor oldu mu?Mit, sembol ve arketipler, insanoğlunun kolektif bilinçdışında binlerce yıldır birikmiş, paylaşılan kültürün belki de en çarpıcı unsurlarını içeriyor ve bu anlamda uçsuz bucaksız bir derya.Kendimi bildim bileli hem bu deryayla, hem de onunla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu düşündüğüm Jung psikolojisiyle yakından ilgileniyorum.Bu nedenle, romanlarıma o kaynaktan su taşımayı çok sevdiğimi söyleyebilirim. Diğer romanlarım Seni Tılsımlar Korur ve Günbatımı Fandango’da da aynı esintilerden yararlanmıştım. Elbette bu bana özgü bir durum değil; günümüz yazarlarının bir çoğu aynı deryadan farklı biçimlerde destek alıyor anlatılarını oluştururken.Tavuskuşu Güncesi’nde böylesi renkler taşıyan bir hikâyeyi anlatırken, bunun zeminine yakın geçmişin "reel" kesitlerini içeren bir doku yerleştirdim.12 Mart, Fatsa ve Gezi, geçen elli yılın belirleyici kırılma noktaları olmakla kalmıyor. Toplumsal bellek ve yaşadığımız dönemin resmi üzerinde bugün hâlâ süreğen durumdaki güçlü etkilere sahip. Bu dokudan oluşan zeminle, onun üzerinde akıp giden fantastik hikâyeyi kaynaştırmakta hiç zorlanmadım. Umarım, okurlar da keyif alırlar.- Metin karakteri hepimizin çok yakından tanıdığı insanlardan izler taşıyor. Bir karakteri yaratırken çevrenizdekilerden, tanıdığınız insanlardan esinlendiğiniz oluyor mu?Roman karakterleri genellikle bellekte kalmış anı ve gözlemlerden de belli oranda beslenerek biçimlenirler ve yazarın düşgücüyle son biçimini alan kurmaca figürleridir. Benim romanlarım için de geçerli bu durum.Tavuskuşu Güncesi’nin ana karakteri avukat Metin, tanıdığım birkaç avukat dostumun her birinden küçük kesitlerin bir araya gelmesiyle iskeleti oluşmuş, kompozit bir kahraman. Ama elbette o iskeletin üzerinde bütünüyle benim kurguladığım bir özgeçmiş ve kişilik var.İlk romanım Seni Tılsımlar Korur’daki Eser'le birlikte, oluştururken en çok heyecanlandığım ve keyif aldığım karakter diyebilirim Metin için./Archive/2021/3/24/171805294-ic2.jpg‘KARŞITLIKLAR KESKİNLEŞECEK!’- İnsanları gerektiğinde koruyup kollayan, onlara kadim bilgileri öğreten Gözcüler gerçekten var olsaydı bugün nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?Muhtemelen böyle bir dünya olmazdı, içinde yaşadığımız. Ama Tavuskuşu Güncesi’ndeki dünya, başlangıcıyla ilgili fantastik spekülasyon dışında, tümüyle içinde yaşadığımız ve "bildiğimiz dünya". İnsanlarıyla, kurumlarıyla, siyasi otoriteleriyle, yaşanan acılarıyla...Yani pek de öyle insanlara bilgi aktaran ya da koruyup kollayan Gözcü'ler yok. Tam tersine, doğal akışın sürmesi ve hayatın akışını insanların "özgür irade"sinin belirlemesi gibi bir eğilim var. Zaten romanda sorgulanan da, bu özgür iradeyle binlerce yıllık tarih içinde gelinen noktanın pek de parlak olmaması.- Tavuskuşu Güncesi’ndeki gibi iki karşıt grubun varlığı gerçekte de sürüyor aslında. Mesela iyiler-kötüler gibi. Siz bu grupları ne olarak tanımlardınız?Mevcut resmin böylesi bir çift kutupluluktan daha karmaşık olduğunu düşünüyorum ama bir yönüyle haklısınız, bunu çağrıştıran bir gerilim ve çekişmeye de indirgenebilir durum.En azından, belli insani değerler üzerinden bakarak ayrışmanın taraflarını belirleme ihtiyacı duyuyoruz hepimiz zaman zaman. Ben buna vicdanlılar - vicdansızlar eksenini önerebilirim belki. Adalet ve sağduyu kavramlarını yitirmiş olanlarla, bu değerleri yaşatmaya çalışanların gerilimi gibi.Ya da bireysel çıkarları her şeyin üzerinde tutup, onları korumak için her türlü zorbalığa başvurabilecek olanlarla, bireyin mutluluğuna engel getirmeyen kolektif çıkarları gözetenler arasındaki gerilim de diyebiliriz. Bakış açısına ve durduğumuz noktaya göre farklı eksenlerdeki çift kutupluluklara işaret edebiliriz.Ama sonuçta bir şey çok net: Dünya artık böyle devam edebilecek gibi değil ve bu yüzden karşıtlıklar daha da keskinleşecek. Nereye kadar? Hiçbir fikrim yok.- Ezoterik metinleri, kadim bilgileri, sembolleri seviyorsunuz ve onlardan ilham alıyorsunuz. Nasıl başladı bu merakınız?Mitoloji benim çok eski tutkum. Aslına bakarsanız, erozyona uğrayıp izleri büyük oranda silinmiş kadim kültürlerden kalan tortuları kurcalamaya, kendimi bildim bileli ilgi duyuyorum.Diğer yandan, Jung'un dediği gibi, mit ve sembol külliyatındaki unsurların birçoğunun ortak bilinçaltımızı oluşturduğuna ve hepimizin farkında bile olmaksızın zaman zaman o kaynaktan güçlü etkiler aldığımıza inanıyorum.Hiçbiri boş yere, laf olsun diye üretilmemiş; her birinin altında farklı anlam ve yorumların bulunabileceği, son derece zengin bir kaynaktan söz ediyoruz. Bir yazar için görmezden gelinemeyecek kadar güçlü ve ışıltılı malzeme içeriyor yani. Bu nedenle benim için de çok değerli.‘MESAJ KAYGIM HİÇ OLMADI’- Tavuskuşu Güncesi’yle vermek istediğiniz bir mesaj var mı?"Mesaj" gibi bir kaygım hiç olmadı. Kurmaca yapıtların birincil ve vazgeçilmez işlevinin okura güzel zaman geçirtmek olduğuna inanıyor ve öncelikle onu sağlamaya çalışıyorum. Bunu yaparken, eğer her bir okurun kafasında bazı soru işaretleri yaratmayı ve meraklandırmayı da başarabilmişsem, ne mutlu bana.Elbette belli bir dünya görüşüm var, "taraf" olduğum eksenler var. Bunlar ister istemez anlatının içinde kendini hissettirebiliyor bazen ama "mesaj" gibi bir amaç asla yok. Asıl mesaj, okurun kitabı bitirdikten sonra hissettikleridir diye düşünüyorum. Umarım bu anlamda okurun zihninde iz bırakmayı becerebilmişimdir.Burak Eldem / Tavuskuşu Güncesi / Doğan Kitap / 512 s. / 2021. Alin Kayalar




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter