Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 04.20.2025, 08:21 AM (GMT)

News - Haberler

Edebiyatçılar ve Atatürk

Edebiyatçılar ve Atatürk Taylan Özbay; Edebiyatımızın Ustalarının Gözünden Atatürk ve Devrimin Yönü’nde; Yakup Kadri, Sait Faik, Orhan Kemal, Orhan Veli, Halikarnas Balıkçısı gibi kimi büyük şair ve yazarlarımızın Atatürk’e, Kurtuluş Savaşına ve Devrimlere dair yazdıklarını kapsamlı bir incelemeyle ve nesnellikle aktarıyor. /Archive/2021/3/16/125918750-kapakic.jpg Taylan Özbay’ın çalışması ilginç, güzel ve yararlı. Yakup Kadri, Sait Faik, Orhan Kemal, Orhan Veli, Halikarnas Balıkçısı gibi kimi büyük şair ve yazarlarımızın Atatürk’e, Kurtuluş Savaşına ve Devrimlere dair yazdıklarını kapsamlı bir incelemeyle derlemiş ve nesnellikle aktarmakta.Seçiminin, konuyla ilgili görüşleri kamuoyunca fazla bilinmeyen yazarları içerdiğini, örneğin bu nedenle Attilâ İlhan gibi yazarların çalışma dışı kaldığını belirtmekte.Dikkati çeken başka bir özellik, işgal yıllarına, Kurtuluş Savaşına, en azından Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık edebilmiş yazarların seçilmesi ki kanımca çok isabetli; bu seçim Taylan Özbay’ın yapıtını bir “sözlü tarih” araştırması düzlemine taşımakta.Seçilen* yazarların hiçbiri tarihçi değil, ama hepsi kendi yaşadıklarından yola çıkarak tarihsel olaylara dair önemli tanıklıklar dile getiriyorlar.Bu bağlamda örneğin Aziz Nesin’in o hınzır kaleminden dile gelen anılar, dönemin toplumsal yapısına ışık tutmasıyla çok ilginç (s.45-67).İnsan ruhunun derin katmanlarına vakıf bir yazar olan ve Atatürk’ü yakından tanıyan ve ona “bir insan” olarak bakabilen Yakup Kadri’nin, önderin şahsını hiçe sayan özverili ama hüzünlü yapısına dair çözümlemesi önemli (s.35, s.41); “Atatürk mesut bir adam değildi…”TOPLUMSAL SORUMLULUKYapıtın konusu yazarların bir ortak özelliği de hepsinin toplumsal sorumluluk taşımaları. Aralarında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Melih Cevdet Anday gibi bilinçli sosyalistler; Orhan Veli, Ceyhun Atuf gibi aydınlanmacı şairler; Oktay Akbal gibi, Atatürk’e gönülden bağlananlar, Halikarnas Balıkçısı gibi devrim yıllarında sille yemişse de Atatürk’e akıl yoluyla bağlı kalanlar var.Toplumsal sorumlulukları büyük ölçüde yaşadıklarından kaynaklanıyor. “Atatürk yaşam demektir” der Oktay Akbal, bu kuşak için, çünkü çoğu ölümü görmüştür. Kurtuluş savaşını destekleyen ama devrimlerden nefret eden bağnaz bir babanın oğlu Aziz Nesin, küçücükken okula Cumhuriyet sayesinde gidebildiğinin farkındadır.Bu kolaj o yılları yaşamamış bizlere işgalin yakıcı zilletini, yere serilmiş bir halkı yeniden ayağa kaldırabilen bir büyük adamın her koşulda saygı ve hayranlık uyandıran niteliğini; büyük adamın ölümünden itibaren, Cumhuriyetin nasıl kendi kendine ihanet ettiğini gözler önüne sermekte./Archive/2021/3/16/125932485-ic2.jpgSAİT FAİK: “MUSTAFA KEMAL, ‘İNSANOĞLU’DUR”Tüm yazarların buluştuğu noktayı, Taylan Özbay, çalışmasının sonunda kendi görüşünü de katarak pekiştir: Devrim bir defalık bir olay değildir, bir süreçtir; Cumhuriyet devrimi temelinde bir “aydınlanma” devrimidir ve yüzü sola dönüktür; Atatürk’ün ölümünden beri Cumhuriyet sağa kaymakta, kendi kendine ihanet etmektedir. Gerçek bir aydınlanmacının yüzü ister istemez sola dönecektir. Zira kapitalizm bir siyasal/ekonomik iktidar olarak -hele günümüzde- toplumun en bağnaz kesimleriyle iş birliğine girerek gücünü sürdürmektedir.Bu kitabı gençler okumalı, nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzu kavrayabilmek için.Bu kitabı günümüz edebiyatçıları de okumalı. Öğreneceğimiz çok şey var içinde, özellikle işgal yılları, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında sıradan insanların yaşam deneyimlerine dair. Ayrıca edebiyatçı olarak beni, Sait Faik’in Atatürk tanımı çok etkiledi: “Mustafa Kemal ‘insanoğlu’dur.” (s.80).*Seçime tek itirazım, erkeklerle sınırlı olmasıdır. Aynı kuşaktan örneğin bir Mina Urgan dahil edilebilirdi; hatta edilmeliydi.Edebiyatımızın Ustalarının Gözünden Atatürk ve Devrimin Yönü / Taylan Özbay / Telgrafhane Yayınları / 220 s. / 2020. Erendiz Atasü

‘İnsan yeniden ikinci plana itilebilir!’

‘İnsan yeniden ikinci plana itilebilir!’ Cengiz Taşçı İnsanlığın geçmişi ile geleceğini birlikte düşünme olanakları yarattığı kitabında; çelişkiler içinde bir “varlık” olarak ele aldığı insanın gelişimi ve teknolojinin evrimini, dinin, bilimin, ahlakın, hukukun, sanatın, felsefenin, siyasetin gelişimiyle birlikte değerlendiriyor. Teknolojinin oyun kurucu yapısını ortaya koyuyor. Ve felsefenin, dinin, siyasetin, hukukun, ahlakın ve eğitimin çözümlemeleri için temel bir soruya yanıt arıyor: “Özgür irade var mı?” /Archive/2021/3/16/125603848-kapak.jpgÖNCESİNİ SORGULAYAN BİR OTOPSİ!- ‘İnsanlığın sonu’ndan neleri kastettiğinizi açar mısınız?Kitapta 100 yıl ya da 1000 yıl sonra ne olacak türünden, sonrasını irdeleyen “gelecekçi (fütürist)” bir anlayıştan çok, öncesini sorgulayan bir “otopsi” anlayışı hakim.İnsanın gelişimi ve teknolojinin evrimini, dinin, bilimin, ahlakın, hukukun, sanatın, felsefenin, siyasetin gelişimiyle birlikte değerlendirdim. Göbeklitepe’yi tüm bu bileşenlerin kesiştiği, hepsinin çocukluğunu el ele yaşadığı çok özel bir yer olarak ele aldım. Uygarlık bileşenlerinin Göbeklitepe’den sonraki gelişmelerini irdeledim.Bu arada teknolojinin her dönemde nasıl belirleyici bir aktör olduğunu göstermeye çalıştım. Eleştirilere rağmen bir yandan da insanı rahat ettiren ve yeni çalışma alanları yaratan bir endüstriden bahsediyoruz. İyi ve kötü sonuçlarını tartışmamız gerekiyor./Archive/2021/3/16/125628550-ic2.jpgÖZGÜR İRADE!- İnsanlık ve yaşam! ‘Hangi insanlık ve nasıl bir yaşam?’ diye sorsam...İnsanın ve yaşamın anlamı birlikte değişiyor. Kitapta, bilgisayarların-algoritmaların keskin / tutarlı gerçeklik algısı karşısında, anlam (sanal gerçek) peşinde koşan insanın zorunlu olarak çelişkilerle dolu yaşamı vurgulanıyor. Felsefenin, dinin, siyasetin, hukukun, ahlakın ve eğitimin çözümlemeleri için yanıtlanması gereken temel soruya yanıt aranıyor, “Özgür irade var mı?”.Öte yandan teknoloji bilimsel olarak tanımlanmış olguların doğada olmayan şekilde yeniden üretilmesini sağlarken, hem gerçekliğin daha ileri boyutlarda anlaşılmasını sağlıyor, hem de yeniden üretilmesini ve değiştirilmesini...Böylece bir yandan gerçekliği sanallaştırıyor. İnsan gittikçe daha çok şeyin farkına varıyor, öte yandan onca bilginin içinde kendine yabancılaşıyor. Şimdilik buna verilen isim post-truth.SANATIN, EDEBİYATIN GELECEĞİ- İnsanlığın geleceğinde edebiyatın, şiirin, sanatın rolü nedir sizce?İnsanla birlikte sanat-edebiyat da var olacak, ama geleceğin ileri teknoloji çağlarında eski önemini koruyacak mı, ondan şüpheliyim. İnsan, iş yaşamında ve giderek yaşamının her alanında algoritmalara uyuyor. Şimdiden üst-insanın (post-human) tasarımları üzerinde çalışılıyor. Hayal gücünün gerçeği aştığı yerde sanat olur, altında kalırsa kölesindir…Fütürist filmlerin en temel karakterleri akıllı robotlar ve siborglar. Bu filmlerde sanat yaşamın kendisi görünümünde, insan bedenleri, robotlar, taşıtlar, mimari, şehirler estetiğin en üst seviyesinde.Sanattaki tartımın gittikçe daha matematik / teknik bir şey olduğu anlaşıldıkça, ilgi insan yaratıcılığından yapay zekânın yaratıcılığına yönelecektir. Böyle bir atmosferde insan değersizleşebilir. Buna “insanı biricik yapan bir ruhu var” diye itiraz edenler olabilir.Bugünden bakınca sanatın ve edebiyatın adil olduğunu zannedebiliriz. Ancak Antik Yunan Dönemi’nin eserlerine bakın. Tanrılarla konuşan kralların ruhu var fakat halk satir korolarıyla temsil ediliyor. İnsan yeniden benzer şekilde ikinci plana itilebilir.Kitap, böyle bir geçiş noktasında olabileceğimizi haber veriyor ve Göbeklitepe’den Bereketli Hilal’i seyreder gibi geçmiş ve gelecek günleri düşünme ve çözüm üretme olanağı sağlıyor.‘İNSAN ÇELİŞKİLER İÇİNDE BİR VARLIK’- İnsanı, doğasını, bilinci hangi yönleriyle ele alıyor, çözümlüyorsunuz?İnsanın doğa durumunu tek başına, iyi, kötü, hayvan, kul, birey vb. olarak indirgeyici bir şekilde ele almadım. Onu evrimle ortaya çıkmış bir nitelik, kendi doğrularını üretmeye çalışan çelişkiler içinde bir “varlık” olarak ele aldım. Böyle bakınca, fizik kurallarının doğayı üretirken insanı da ürettiğini, insanın kendinden önceki her şeyle bir bağı olduğunu görüyorsunuz.Doğa yasalarının seçim yapmak için ahlaki / dini / ideolojik bir gerekçesi yoktur. Peki ya tarih? Tarihi insan yaptığına göre, gelişmeleri insani ya da etik saymak mümkün mü? Tarih yapımında bilinç mi gerçekler mi etkili, Hergel mi Marks mı haklı?Devrimler sadece kralı devirdiği için iyi olabilir mi? Yoksa, yeni yönetimlerin Kohlberg’in tanımladığı ahlakın aşamalarından bir üst düzeye çıkmasını da kriterlere eklemeli miyiz? Güçlü yapay zekânın ortaya çıkmasıyla tarihin yönü nasıl seyredecek? Bunları kitabımda uzun uzun tartıştım./Archive/2021/3/16/125644644-ic3.jpg‘YAPAY ZEKÂ, ORGANİK ZEKÂNIN YERİNİ TUTABİLİR’- Soru net; yapay zekâ, organik zekânın yerini tutabilir mi?Evet. Evrim nasıl organik zekâyı üretebildiyse, güçlü yapay zekâyı da üretebilir. Yapay zekâ bize göre yapay, doğa açısından her şey doğal. Belki de insan nesli akıllı bir yapay zekâ yaratmak için bir ara formdur.- İnsanlığın ‘Belki de sona doğru ilerliyoruz” tespitinde bulunduğunuz uygarlık serüveninde hangi anlara özel bir önem vererek ortaya koyuyorsunuz?İş gücünün yapay zekâya aktarılması yaşamda büyük bir devrim yaratır. Nitekim, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet”in bir arada yaşanabilmesi, ancak insan emeğinin temel alınmadığı yüksek teknolojik bir yaşamla mümkün olabilir. Postmodern parçalanmış çoklu gerçeklik yerine, birbiriyle çeşitli düzeylerde bağı olan biricik şeylerin göreli gerçekliğinin kabul görmesi, anlam/değer arayışına temel olabilir.Tüm bunlar bilgi üretiminin ve paylaşımının en üst düzeyde olduğu bir toplum inşasını gerektirir. Böyle bir toplumda eşitsizliğin kaynağı mülkiyet paylaşımı değil, bilgi paylaşımı ile ilgili olacaktır. En yüksek düzeyde veri paylaşımı, en yüksek düzeyde denetim ve gözetim toplumu demektir. İnsanın özgür ve mutlu hissettiği bir denetim. Aşk gibi…Bu ütopyanın karşısında ise şimdiki gerçekler duruyor. İnsanın karşısına koyarsanız, algoritmalar kolayca insan düşmanı olabilirler. İşinizi elinizden alabilirler. Hem size kolaylık sağlarlar hem de sizinle ilgili bilgi toplayıp paylaşabilirler. Yine bir gözetim ve denetim toplumu, ancak bu defa siz hedeftesiniz?Algoritmaların belirlediği gerçeklik içinde robotlaşmaya mahkûm olabiliriz. Evet, teknolojiden bahsediyorsak, o bizi daima hizaya sokmaya ve denetlemeye çalışacaktır. İnsanın Sonu mu? / Cengiz Taşçı / Doruk Yayınları / 512 s. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna; Gorki!

Büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna; Gorki! Maksim Gorki, ‘Artamonovlar’ adlı yapıtında, küçük bir fabrikayla başlayıp işini büyüten eğitimsiz ama güçlü ve girişimci büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna uzanan üç kuşaklık öyküsünü anlatır. /Archive/2021/3/16/125331052-ic3.jpgKeskin gözlemciliği, capcanlı karakterler yaratma yeteneği ve Rus toplumunun alt sınıflarına ilişkin bizzat deneyime dayanan derin bilgisiyle döneminin en önemli edebi kişiliklerinden biri olan Maksim Gorki, devrimden sonra da 1917 öncesi döneme ilgisini kaybetmeyen Sovyet yazarlarındandır.Gorki 1925 yılında yayımlanan, en etkileyici ve en dramatik romanı olarak nitelenen Artamonovlar’da, devrim öncesi Rus kapitalizminin yükseliş ve çöküşünü işler.Toprak köleliğinin kalkmasından sonra özgürlüğüne kavuşan İlya Artamonov kendi işini kurar ve oğullarına çok çalışma ve alçakgönüllülük gibi değerleri aktarmaya çalışır.Gorki bu aile destanında Artamonovlar’ın küçük bir fabrikayla başlayıp işini büyüten eğitimsiz ama güçlü ve girişimci büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna uzanan üç kuşaklık öyküsünü anlatır./Archive/2021/3/16/125339505-ic2.jpgMAKSİM GORKİ (1868-1936): Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan yazar, Nijni Novgorod’da doğdu. Edebiyatta sosyalist gerçekçi yaklaşımın öncüsü kabul edilir. Küçüklüğü Astrahan’da geçti. Beş yaşındayken babası ölüp, annesi yeniden evlenince Nijni Novgorod’a dönerek, orada anneanne ve dedesi tarafından büyütüldü.İlk romanı Foma Gordeyev 1899’da, Rus devrimci hareketine adadığı Ana adlı romanı ise 1906’da yayımlandı. 1906’da Rusya’dan ayrılarak, yedi yıl boyunca siyasi sürgün yaşamı sürdü.1921-28 yılları arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, ama daha çok İtalya’da yaşayan Gorki, 1928’den itibaren aralıklarla SSCB’yi ziyaret etti ve 1932’de kesin dönüş yaparak ölümüne dek orada yaşadı.Yazarın önemli yapıtları arasında, 1913-23 yılları arasında yayımladığı Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim’den oluşan üçlemesiyle, Küçük Burjuvalar (1902), Tolstoy’dan Anılar (1919) ve Artamonovlar (1925) sayılabilir.Artamonovlar / Maxim Gorki / Çeviren: Ayşe Hacıhasanoğlu / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 352 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Bir kadavranın hatıra defteri

Bir kadavranın hatıra defteri Kitaplarında ailesine ve sonra da eşinin hikâyesine yer veren, hatıralarını roman ve anlatı biçiminde okurla paylaşan Jean-Louis Fournier, Son Beyaz Saçım’ın ardından Otopsim’le bu yoldan ilerlemeyi sürdürüyor. Yazar bu kez kendisinden “kayıtsız” ve “heyecanlı” bir ölü gibi bahsederken benliğini bir kadavra hâline getirip otopsisine tanık oluyor. Gövdesini bilime takdim eden, kendisini “kum saatinde zaman geçirirken gören” ve bunu yeniden ışığa kavuşma fırsatı diye niteleyen bir cesetle karşı karşıyayız. Otopsim, bir kadavranın hatıra defteri; yaşadıklarının hikâyeleştirilmiş Z Raporu. Fournier, kendisini zihni canlı kalan bir ölü gibi düşünüp seslendiği okura ve tıp öğrencisi Égoïne’e yaşamından kesitler sunuyor. /Archive/2021/3/16/125131756-ic3.jpgEdebiyatta her şey mümkün; tamamen kurguya dayalı bir metin kotarabilirsiniz ya da onun içine hayatınızdan parçalar koyabilirsiniz. Yaşamda hiç olmayacak şeyleri ana unsur hâline getirebilirsiniz veya yaşamınızı baştan aşağı satırlara dökebilirsiniz. Bunlara fantastik öğeler veya dramatik anlar da katabilirsiniz.Kitaplarında ailesine ve sonra da eşinin hikâyesine yer veren, hatıralarını roman ve anlatı biçiminde okurla paylaşan Jean-Louis Fournier, Son Beyaz Saçım’ın ardından Otopsim’le bu yoldan ilerlemeyi sürdürüyor. Yazar bu kez kendisinden bir ölü gibi bahsederken benliğini bir kadavra hâline getirip otopsisine tanık oluyor.“ÖLÜM HİKÂYESİ”Otopsim, Fournier’nin kendisini “kayıtsız” ve “heyecanlı” bir ölüye benzettiği, hatta öyle kabul ettiği bir kitap. Roman deseniz değil, anlatıya çalan ve denemeyi andıran bir metin.Öğrencilerin ve onlara rehberlik eden profesörlerin elleri gövdesinde gezinen yazar, onlarla birlikte kendisini keşfettiğini düşünüyor. Buna, hiçbir şey saklayamayacak durumda olmayı hayal etme de diyebiliriz:“Hayatımı fıkralar anlatıp kıvırtmacalarla durumu kurtararak ve soytarı kılığına bürünerek geçiren, her şeyi içinde saklayan ben, bu defa hiçbir şeyi saklayamayacağım. Bir otopsi bir striptizden de beter.”Gövdesini bilime takdim eden, kendisini “kum saatinde zaman geçirirken gören” ve bunu yeniden ışığa kavuşma fırsatı diye niteleyen bir cesetle karşı karşıyayız. Daha çok ondan bir şeyler öğrenecek gençler için geçerli bu. Fournier de gençlerden bir şeyler öğreneceğini düşünüyor.Yazarın bahsettiği sessiz bir öğrenme; masada sere serpe yatanın konuşamayacağı, karşısındakinin ise işitemeyeceği bir paylaşım: Orada özgeçmiş, kitaplar ve kelimeler yok. Keskin bir ışık, sivri uçlu metaller ve “ölüm öyküsü” (curriculum motris) söz konusu, bir de hareketsiz gövdede kilitli kalan anılar var. Bedene dokunan öğrenci bunları hissedebilirse ne âlâ:“Tıpkı birkaç eski taş parçasıyla geçmişin yapılarını yeniden kuran arkeologlar gibi o da benden kalan parçalarla bütünü yeniden kurgulayabilecek. Mikroskopla inceleyeceği kemiklerim, saçlarım, hücrelerim ona benim hikâyemi anlatacak…”Kimi zaman çocukça muziplikler kimi zaman kaybedilmiş eşe dair nostaljik cümleler barındıran o hikâyeyi Fournier’den dinliyoruz: İsa’yla arkadaş olan ama bunu fazla ileri götürmeyen, annesine şakalar yapan, önüne geleni güldürmeye çalışırken kendisi derinlere dalan, günaha çağrıların günden güne büyüdüğünü hisseden ve hayatını sıkıcı olmamak için çalışmakla geçiren bir yazarın öyküsü bu.Öğrencinin gövdenin belli bölümlerine teması bir hatırayı tetikliyor; eller, bacaklar, gözler vd. Fournier’ye bir şeyler çağrıştırıyor: Ortak hareket etmeye başlayan gövde ile zihin, birbirine yeniden sinyal gönderiyor. Bu, tıpkı öğrencinin kadavrayla kurduğu ilişki gibi./Archive/2021/3/16/125157787-kapakic2.jpgSAÇMALIKLARDAN PARA KAZANMAKFournier’nin anlattığı ölüm hikâyesi, içinde hayattan epey parça barındırıyor. Dolayısıyla ikisi arasındaki sınır çizgisi çok ince ve tam üzerinde hatıralar bulunurken ameliyathanenin tavan lambasından gelen güçlü ışık onları aydınlatıyor,Fournier de ışıktan yararlanıp kendisini inceleyen öğrenciyi çözümlüyor:“Elleri avının üstündeki atmacalar gibi etrafımda dört dönüyor. Bana ne yaparsa yapsın, ister kessin, biçsin, çizip yarsın, parçalara ayırsın, derimden parça alsın, derimi yüzsün, içimi boşaltsın, kısaltsın, didik didik etsin... Égoïne’in hareketleri inanılmaz zarafette.”“Ölüm hikâyesi”, Fournier’nin hayal gücünü zorlayarak kotardığı bir metin. İçinde adı konmamış bir aşk da bulunuyor hayal kurmayı neredeyse sonlandırıp onu yaşamaya mecbur bırakacak ifadeler de…Gövdesiyle ilgilenen öğrenci, görmediğini sansa da Fournier onun bütün hareketlerinin farkında. Hatta en ufak mimik ve jestten geç kızın ruh hâlini çözümleyebilecek kadar iyi bir gözlemci bu kadavra:Yaşarken kendisini bu kadar etraflıca incelememişken düştüğü boşluktan olsa gerek küçücük bir ayrıntıyla bile ilgileniyor:“Var olmak için daima başkalarına ihtiyaç duydum. Kişilik bölünmesinden rahatsızdım. Kendimi kendi içimde, artık tanımaz olduğum bir bende kaybolmuş buluyordum. Bedenim artık bana ait olmaktan çıkmış gibiydi. Çok kısa sürüyordu, dehşet verici biçimde nahoş bir histi.”/Archive/2021/3/16/125118491-ic1.jpgFournier, sözcüklerin ve hayal gücünün olanaklarından yararlanarak okuru, bazen fantastik bazen de masalsı yanı ağır basan rüyalara benzer anların içine atıveriyor. Daha doğrusu bunların büyük bir bölümü, üzerinden uzun zaman geçtikten sonra düş izlenimi veren yaşanmışlıklar.Yazar bu hatıraları, zaman zaman çektiği ya da prodüksiyonunda görev aldığı filmlere de benzetirken bir sahnede yani yaşamının bir ânında, taşkın, aşırı, haddini bilmez, ayrıksı, öfkeli ve fevri yılların ardından yaşlılıktan memnun olduğunu ve morukluğun tadını çıkardığını belirtiyor.Sonra yine küçük bir anekdot geliyor: “Küçükken sınıfta söylediğim saçmalıklar için cezalandırıldım, büyüyüp de bunları yazdığımda para kazanacaktım.”Vakti zamanında dünyanın merkezinde ve filmin başrol oyuncusu olduğunu sanıp çocukça şeyler yapan Fournier, sonra kenara ittiği ya da tepeden baktığı dünyayı yorumluyor.Genel toplama bakınca Fournier’nin Otopsim’de, bir ölü için her şeyin durduğu ama onunla yüz yüze gelenlerin hâlâ zamanla yarıştığı anlara dair öngörülerde bulunduğunu görüyoruz. Yazar, kadavraya dönüştürdüğü bedeni aracılığıyla sınırda gezinip öğrenme ve keşfin sonlanmayacağını anlatmaya çabalıyor.Otopsim, bir kadavranın hatıra defteri; yaşadıklarının hikâyeleştirilmiş Z Raporu. Fournier, kendisini zihni canlı kalan bir ölü gibi düşünüp seslendiği okura ve tıp öğrencisi Égoïne’e yaşamından kesitler sunuyor.Otopsim / Jean-Louis Fournier / Çeviren: Aysel Bora / Yapı Kredi Yayınları / 126 s. Kaan Egemen

Romaİmparatorluğuçökerken…

Roma İmparatorluğu çökerken… Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nin 7. cildinde Edward Gibbon’ın odak noktası Anadolu ve Ortadoğu. İstanbul’u, Kudüs’ü, Suriye’yi, Antakya’yı vs. ele geçiren haçlıların buralarda kurdukları krallıklarda neler yaptıklarını ve sonunda nasıl kaybettiklerini irdeliyor Gibbon. Ayrıca Katolik ve Ortodoks bölünmesine değiniyor ve yıkımın eşiğine iyice yaklaşan Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu taht kavgalarını, iç savaşları da masaya yatırıyor. 7. cildin son noktasını ise II. Murat’ın İstanbul’u kuşatmasıyla koyuyor. /Archive/2021/3/16/124940788-ic.jpgRoma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nin 7. cildinde Edward Gibbon’ın odak noktası Anadolu ve Ortadoğu. Haçlı seferlerini oluşturan saikler üzerinden ilerleyen Gibbon, Avrupalıların Anadolu ve Ortadoğu’da yaptıkları savaşların detaylarını aktarıyor.İstanbul’u, Kudüs’ü, Suriye’yi, Antakya’yı vs. ele geçiren haçlıların buralarda kurdukları krallıklarda neler yaptıklarını ve sonunda nasıl kaybettiklerini irdeliyor.Gibbon bu noktada ayrıca Katolik ve Ortodoks bölünmesine kısaca değiniyor ve yıkımın eşiğine iyice yaklaşan Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu karmakarışık durumu, taht kavgalarını, iç savaşları da masaya yatırıyor.Gibbon son iki bölümü Osmanlı ve Moğol imparatorlarına ayırıyor. Cengiz Han ile başladığı bu yolculuğa Timur ve Osmanlılar ile devam ediyor. Hem Cengiz’in hem de Timur’un Uzak Asya’dan Avrupa’nın içlerine kadar uzayan muazzam imparatorluklarını, bu imparatorların sosyal, askerî ve idari yaklaşımlarını da irdeleyerek gözler önüne seriyor.Osmanlıların kuruluşu ve ilerleyişini ilk dört sultan üzerinden anlatmaya başlayan Gibbon, Timur ile Bayezid’i savaşa sürükleyen süreç ve Osmanlıları Fetret Devri’ne sokan savaşları hakkında detaylıca bilgi verdikten sonra Bayezid’in oğullarının iç savaşlarını farklı kaynaklar ışığında inceliyor. 7. cildin son noktasını ise II. Murat’ın İstanbul’u kuşatmasıyla koyuyor.Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi (7. Cilt) / Edward Gibbon / Çev.: Asım Baltacıgil / İndie Kitap / 464 s. Cumhuriyet Kitap Eki

‘Casusluğun Estetik Tarihi’

‘Casusluğun Estetik Tarihi’ Peter Szendy’nin ‘Üstdinleme: Casusluğun Estetik Tarihi’ kitabı Orpheus’un ayak izlerinden Öteki’nin kulağına; bir işitsel gözetim arkeolojisi. /Archive/2021/3/16/124552010-ic.jpgPeter Szendy, ‘Üstdinleme: Casusluğun Estetik Tarihi’nde Filistin Eriha’dan yola çıkıp, modern öncesi Avrupa’nın gizli kalmış dehlizlerine dalarak hükmetme ve iktidar tekniklerinin dinleme pratikleriyle ilişkisini sinema, opera ve edebiyattan örneklerle tartışırken, dinleme ile casusluk arasındaki yapısal yakınlığın sınırlarını araştırıyor.Üstdinleme bir anlamda, günümüz toplumlarının duyma ve işaretleme biçimlerini irdeleyen işitsel bir gözetim arkeolojisi çalışması. Müzikolog ve besteci Tolga Tüzün’ün gürültünün güçle ilişkisini gözler önüne serip, iktidar ve sesin işgalci nesne olma niteliğine işaret eden sunuş yazısıyla sunuluyor.Franz Kafka’nın kendisini sürekli tehdit altında hisseden ve yuvasının hâkimiyetini kaybedeceği korkusuyla her sese ve gürültüye kulak kesilmiş bir insansı yaratığı anlattığı yarım kalmış öyküsü “Yuva” da bu kitap için Şeyda Öztürk tarafından yeniden çevrilmiş.Üstdinleme: Casusluğun Estetik Tarihi / Peter Szendy / Çev.: H. İlksen Mavituna / Tellekt / 200 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Devasa bir kara deliğin saatte yaklaşık 177 bin kilometre hızla uzayda yol aldığıkeşfedildi

Devasa bir kara deliğin saatte yaklaşık 177 bin kilometre hızla uzayda yol aldığı keşfedildi Dünya'dan 230 milyon ışık yılı uzakta devasa bir kara deliğin saatte yaklaşık 177 bin kilometre hızla galakside yol aldığı ortaya çıktı. Sonuçları "Astrophysical Journal" dergisinde yayımlanan Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezinden araştırmacıların çalışmasında, süper kütleli kara deliklerin evrendeki hareketleri incelendi.Çalışma kapsamında 10 uzak galakside araştırma yapan bilim insanları, galaksilerden birindeki kara deliğin hareket ettiğini belirledi.Dünya'dan 230 milyon ışık yılı uzakta bulunan "JO437+2456" adlı galaksinin merkezinde, kütlesi güneşin 3 milyon katından büyük olan devasa bir kara deliğin saatte yaklaşık 177 bin kilometre hızla hareket ettiğini tespit eden bilim insanları, bu hareketin nedenine ilişkin teoriler ortaya koydu.Bilim insanları, hareketin, bir süper kütleli kara delikten iki süper kütleli kara deliğin doğmuş olmasından ya da iki kara deliğin birleşerek yeni bir kara delik oluşturmasından kaynaklanmış olabileceğini kaydetti.Öte yandan bilim insanları, kara deliğin, gezegen ya da gök cismi etrafında dönmeyen ancak kütlelerinin eşit ya da birbirine yakın olması nedeniyle birbiri etrafında dönmesi durumu olarak tanımlanan "ikili sistem"e sahip olma ihtimali üzerinde de duruyor. AA

‘Gözüm kanlandı’deyip geçmeyin: Nedeni kalıcıkörlük yapabilen‘glokom’olabilir!

‘Gözüm kanlandı’ deyip geçmeyin: Nedeni kalıcı körlük yapabilen ‘glokom’ olabilir! Özellikle 40’lı yaşlardan sonra görmede keskinliğin azalması, bulanıklık ve gözde kızarıklık gibi belirtiler de normal şikayetler olarak görülüp dikkate alınmadığı için kalıcı körlüğün temel nedenlerinden biri olan glokom hastalığının tanısında geç kalınıyor. Risk grubunda yer alan kişilerin rutin muayeneye başlamaları çok önemli diyen Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Can Üstündağ, bu hastalığa karşı uyarıyor. Halk arasında “karasu” hastalığı olarak bilinen ve göz tansiyonu olarak tanımlanan glokomun çeşitli türleri bulunuyor. Ancak en sık görüleni 40 yaş sonrası ortaya çıkan ‘açık açılı’ glokom. Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Can Üstündağ, “Hiçbir yakınması olmasa bile 40 yaşından itibaren herkesin yılda bir kez göz muayenesi yaptırması gerekiyor. Ailesinde glokom hikayesi olanlar başta olmak üzere, risk grubunda yer alan kişilerin rutin muayeneye başlamaları çok önemli” dedi.Göz içi sıvısını dışarı boşaltmaya yarayan kanallarda tıkanıklıklar oluşması gözde basıncın yükselmesine neden oluyor. Yükselen göz içi basıncı görme sinirine zarar veriyor. Sonuç olarak kalıcı görme kaybına yol açabilen glokom hastalığı gelişmiş oluyor. 40 yaş üstündeki her yüz kişiden 2’sinde açık açılı glokoma rastlanıyor. Bu oran 70 yaş üzerinde yüzde 5’e ve 80 yaşından sonra ise yüzde 7,3’e yükseliyor. Glokomun bu türü genellikle belirti vermeden ilerliyor. Daha nadir görülen dar açılı ya da kriz tipi glokomlarda ise ağrı, ışığa bakıldığında renkli hareler, yükselen göz tansiyonuna bağlı şiddetli göz ağrısı, görmede bulanıklık, mide bulantısı ve kanlanma olabiliyor. Belirtilerin de kimi zaman yaşa bağlı sorunlar olarak görülüp önemsenmediğini kaydeden Prof. Dr. Can Üstündağ, “Oysa bu belirtiler durumun ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Çünkü hızlıca tedaviye başlanmazsa kalıcı görme kaybı gelişebiliyor. Erken belirti vermeyen açık açılı glokomda ise görme alanı yavaş yavaş daraldığı için kişi genellikle hastalığın farkında olmuyor. Görme kaybı geliştiğinde glokom tedavisi maalesef yeniden görmeyi sağlamıyor” diye konuştu./Archive/2021/3/16/131906664-16151875313.jpgHER YIL GÖZ MUAYENESİ ŞARTÜstündağ, yıllık göz muayenesinin aksatılmaması gerektiğini vurgulayarak, şu uyarılarda bulunuyor: “Her hastalıkta olduğu gibi glokomda da bir risk grubu var. Ailesinde glokom hikayesi olanlar, düşük ya da yüksek tansiyon hastaları, miyop sorunu olanlar, göz yaralanması geçirenler, uzun süreli kortizon kullananlar, migreni olanlar ve diyabet hastaları bu grupta yer alıyorlar. Bu kişilerin her yıl göz muayenesi olması gerekiyor. Risk grubunda olmayan kişilerin de yıllık göz muayenelerine 40 yaşından sonra başlamaları çok önemli.”  cumhuriyet.com.tr

“Antibiyotikler, mikroorganizmalarda dirençoluşturabilir”

“Antibiyotikler, mikroorganizmalarda direnç oluşturabilir” Türkiye’de antibiyotiğin kişi başına kullanım oranının oldukça yüksek olduğunu aktaran Uzman Diyetisyen Eda Balcı, antibiyotiklerin hangi gıdalarda bulunduğu, nasıl tespit edildiği ve vücuttan atılıp atılmadıklarına yönelik bilgiler verdi. Balcı, “Antibiyotikler, mikroorganizmalarda, özellikle patojen olanlarında direnç oluşturabilirler. İnsanlarda antibiyotik alerjisi oluşturabilirler” dedi. Beslenme ve Diyetetik Bölümü Arş. Gör. Eda Balcı, antibiyotiklere dair önemli açıklamalarda bulundu. Antibiyotiklerin, insan ve veteriner hekimliğinde hastalıkları önlemek, tedavi etmek veya gıda amacı ile bakılan hayvanlarda büyümeyi arttırmak için kullanılan, antimikrobiyal etki gösteren doğal, yarı sentetik ve sentetik bileşikler olduğunu ifade eden Balcı, “Gıda güvenliğini tehdit eden birçok faktör vardır. Bu faktörler insan sağlığının bozulmasına, hastalıkların meydana gelme olasılığında artışa neden olmaktadır. Bu faktörlerden biri de özellikle hayvansal gıdaların üretiminde bilinçsizce ve kontrolsüzce kullanılan antibiyotiklerdir.” dedi.''ANTİBİYOTİK KALINTISI OLAN GIDALAR KANSER YAPIYOR''“Antibiyotikler, özellikle hayvanlardan elde edilen gıdalar olmak üzere insan ve hayvan sağlığı ile çevreye verdiği zararların yanı sıra ülke ekonomisine de zarar vermektedir. Antibiyotik kalıntısı içeren hayvansal ürünler nedeniyle, insanlar kanser gibi birçok ciddi hastalık ile karşı karşıya kalmaktadır” diyen Balcı, hayvanlarda antibiyotik kullanımının, bu hayvanlardan elde edilen süt, et ve yumurta gibi gıda maddelerinde antibiyotik kalıntılarına neden olduğu konusunda uyardı."DİRENCİ YOK EDİYOR"Dünya Sağlık Örgütünün yaptığı bir açıklamada, bu antibiyotik kalıntılarının vücutta fazla olmasının, hastalık yapıcı bazı bakterilerin antibiyotiklere karşı direncini arttırdığını, böylelikle de enfeksiyon etkeni olan bu bakterilerin yok edilemediğini belirttiğini ifade eden Balcı, “Antibiyotikler, mikroorganizmalarda, özellikle patojen olanlarında direnç oluşturabilirler. İnsanlarda antibiyotik alerjisi oluşturabilirler. Penisilin ile mastitis tedavisi gören ineklerin sütlerini tüketen penisiline duyarlı kişilerde alerjiler meydana gelmiştir. Sütlerde bulunan antibiyotik kalıntıları, süt ürünlerinin üretiminde kullanılan starter kültürlerin üremesini engelleyerek bunun sonucunda ekonomik kayıplara neden olabilmektedir” diye konuştu.Gıdalarda antibiyotik kalıntılarını tespit etmek için çeşitli yöntemlerin önerildiğini de sözlerine ekleyen Balcı, konuşmasını şu şekilde sonlandırdı:“Bu yöntemler kimyasal ve mikrobiyolojik yöntemlerdir. Günümüzde bu yöntemlerden rutin olarak en çok kullanılanlar mikrobiyolojik olanlardır. Meydana gelebilecek hastalıkları önlemek için; hayvan yetiştiricilerinin antibiyotik hakkında bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Uygun ve doğru bilgi paylaşımını geliştirerek bu konuda farkındalık arttırılmalıdır. Biyolojik kontrol önlemleri alınmalı, antibiyotiğe alternatif yöntemler eliştirilmelidir. Hayvanlara verilen antibiyotik miktarının azaltması aşılama, probiyotik ve prebiyotik uygulamaların dahil edilerek hayvanların korunması sağlanmalıdır.” DHA

Diyabet ile ilgili bu yanlışlar tedavinizi geçiktirebilir

Diyabet ile ilgili bu yanlışlar tedavinizi geçiktirebilir Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Ethem Turgay Cerit, diyabet ile ilgili doğru bilinen yanlışları anlattı. Diyabet yani şeker hastalığı konusunda toplumda doğru bilinen ancak yanlış olan inanışlar hastaları yanlış yönlendirerek tedavi sürecinde olumsuzluklara yol açıyor. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Ethem Turgay Cerit, diyabet ile ilgili doğru bilinen yanlışları anlattı.İşte diyabet ile ilgili doğru bilinen yanlışlar:"Diyabeti olan kadınlar hamile kalamaz ya da kalmamalı."YANLIŞ! Sıkı bir diyabet kontrolü ve günümüzün modern gebelik takip yöntemleri sayesinde, tıpkı diyabeti olmayan kadınlar gibi, diyabetli kadınların da sağlıklı bir bebeğe sahip olma şansı vardır. Ancak önemli olan diyabetik kadınların diyabetleri kontrol altında iken ve planlı bir şekilde gebe kalmalarıdır."Diyabeti olanlar meyve, tatlı, çikolata kesinlikle yememeli."YANLIŞ! Sağlıklı beslenme sebze, meyve, yağsız kırmızı etler, tavuk eti ve balık gibi pek çok yiyeceği doğru miktar ve biçimde tüketmek anlamına gelmektedir. Diyabetliler de sevdikleri yiyecekleri beslenme düzenine nasıl dahil edeceklerini öğrenerek herkes kadar yemeklerden keyif alabilirler. Önemli olan doğru miktar ve biçimde tüketmektir."Diyabet hastaları kangren olur."YANLIŞ! Damarlarda sertleşme ve takibinde tıkanmaya yol açabilecek kolesterol yüksekliği, yüksek tansiyon, sigara gibi pek çok neden bulunmaktadır. Diyabet de nedenlerden birini oluşturmaktadır.  Ancak her diyabet hastasında damar tıkanıklığı ve kangren meydana gelecek diye bir şey söz konusu değildir. Eğer kan şekeri ve az önce sayılan diğer risk faktörleri de kontrol altında ise damar tıkanıklığı için bir zemin oluşmaz."Bazı bitkisel ürünler diyabeti tamamen ortadan kaldırır."YANLIŞ! Diyabetin tedavisinde etkisi net ve açık olarak gösterilmiş herhangi bir bitkisel ürün bulunmamaktadır. Aksine bazı bitkisel ürünlerin böbrek ve karaciğer gibi hayati organlarımız üzerinde ciddi yan etkileri de olabilir.  "Diyabeti olanlar obezite hastası olur."YANLIŞ! Genel olarak obezitenin insülin direnci üzerinden tip 2 diyabet ile ilişkisi vardır ancak diyabet sebepleri arasında obezite dışında birçok faktör daha bulunmaktadır. Genetik faktörler, kullanılan ilaçlar, geçirilmiş pankreas hastalıkları gibi sebepler nedeniyle obezite olmadan da tip 2 diyabet gelişebilir. Bunun yanında vücutta insülin yokluğu ile giden tip 1 diyabetli hastalar çoğunlukla normal ya da düşük kiloludur."İnsülin bağımlılık yapar."YANLIŞ! İnsülin kullanımı bağımlılık yapmamaktadır. Tip 1 diyabetli hastalarda insülin üretimi hiç olmadığı için insülin kullanımı zorunludur. Ancak Tip 2 diyabetli hastalarda başta insülin kullanımının zorunlu olduğu bir durum olsa bile, takipte diyabet kontrol altına alındığında insülin kesilip hap şeklinde kullanılan ilaçlar ile tedaviye devam edilebilmektedir.  cumhuriyet.com.tr

Beşiktaş10 yıl sonra finalde

Beşiktaş 10 yıl sonra finalde Ziraat Türkiye Kupası Yarı Final mücadelesinde Başakşehir’i uzatmalarda bulduğu golle 3-2 mağlup eden Beşiktaş, tam 10 yıl sonra finale yükseldi. Ziraat Türkiye Kupası Yarı Final mücadelesinde Başakşehir’i uzatmalarda bulduğu golle 3-2 mağlup eden Beşiktaş, tam 10 yıl sonra finale yükseldi.Ziraat Türkiye Kupası Yarı Final mücadelesinde Başakşehir’i konuk eden Beşiktaş, Aboubakar ve Vida’nın ilk yarıda bulduğu gollerle 2-0 öne geçmiş ancak Deniz Türüç ve Giuliano’nun golleriyle 90 dakika 2-2 beraberlikle tamamlandı. Siyah-beyazlılar ilk uzatma devresinde dakikalar 102’yi gösterdiğinde Larin’in ayağından bulduğu golle skoru 3-2’ye taşıdı ve karşılaşmadan galibiyetle ayrılarak finale yükseldi. Yarın oynanacak olan Antalyaspor-Alanyaspor mücadelesinin kazananıyla finalde karşı karşıya gelecek. Son olarak 2010-2011 sezonunda Türkiye Kupası’nda finale yükselmeyi başaran Beşiktaş, finalde penaltı atışları sonucunda o zamanki ismi İstanbul Büyükşehir Belediyespor olan Başakşehir’i eleyerek kupayı kazanmayı başarmıştı. İHA

TRT'den konser programına sansür iddiası

TRT'den konser programına sansür iddiası Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin solistleri ve orkestrasından oluşturulan Operet Gecesi adlı program TRT tarafından sansürlendi. TRT 2'de yayımlanan konser programında bazı eserlerin sözlerinin içinde “şarap ve şampanya” olduğu gerekçesi ile yayımlanmadığı iddia edildi. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin solistleri ve orkestrasından oluşturulan Operet Gecesi adlı program TRT tarafından kaydedildi. İddiaya göre, 15 Mart saat 19:00 da TRT 2 kanalında yayımlanan konser programında bazı eserlerin sözlerinin içinde “şarap ve şampanya” olduğu gerekçesi ile yayımlanmadığı iddia edildi.''SANSÜRÜ REDDEDİYORUZ''TOBAV Genel Merkezi tarafından yapılan açıklamada, ''Özü sözü insan TRT sansüre tam gaz devam. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin solistleri ve orkestrasından oluşturulan Operet Gecesi adlı program TRT tarafından kaydedildi. Ancak 15 Mart saat 19:00 da TRT 2 kanalında yayımlanan konserde bazı eserlerin konser programından sözlerinin içinde “şarap ve şampanya” olduğu gerekçesi ile yayımlanmadığı belirtilmiştir. Umarız gerçek gerekçe bu değildir. Kaldı ki hangi sebeple olursa olsun böyle bir sansürü reddediyoruz'' denildi.Yayınlanmayan eserler şöyle:-Yarasa opereti: Eisenstein-Falke düet-Yarasa opereti: Orlowsky arya-Yarasa opereti: Şampanya şarkısı-Kontes Mariza : Marizanın aryası/Archive/2021/3/16/225039277-tobav.jpg cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter