Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 04.02.2025, 06:28 AM (GMT)

News - Haberler

CHP’li Gamze Akkuşİlgezdi, sözleşmeli sanatçıalımına tepki gösterdi

CHP’li Gamze Akkuş İlgezdi, sözleşmeli sanatçı alımına tepki gösterdi CHP’li Gamze Akkuş İlgezdi, kadrolu yerine sözleşmeli sanatçı ve sanat emekçisi alımına tepki gösterdi. CHP’li Gamze Akkuş İlgezdi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kadrolu yerine sözleşmeli sanatçı ve sanat emekçisi alımına tepki gösterdi.Bakanlığın orkestra ve korolar için 124, Devlet Tiyatroları’nın 119, Devlet Opera ve Balesi’nin 77 sözleşmeli sanatçı ve sanat emekçisi alımı yapacağını belirten İlgezdi, şöyle devam etti: “Kadrolu sanatçı istihdamı yerine sözleşmeli alım yapan bakanlık konservatuvar mezunu sanatçılara asgari ücrete yakın bir maaşı reva görüyor. Sözleşmeler 11 ay 29 gün olduğu için sanatçılar tazminat da alamayacak, bir sonraki yıl sözleşmenin yenilenmesine de bakanlık ya da genel müdürlük karar verecek.” Konuyu TBMM gündemine taşıyarak bu tür çalıştırılan sanatçı sayısını ve iki kesim arasındaki maaş farklarını soran İlgezdi, uygulamanın mağduriyet yaratacağını vurguladı. Erdem Sevgi

Salgın süresi uzadıkça, sorunlarıkatlanarak büyüyen esnaf isyan ediyor

Salgın süresi uzadıkça, sorunları katlanarak büyüyen esnaf isyan ediyor Küçük esnafın nabzını tutan “Türkiye Geleneksel Kanalın Nabzı: REM Esnaf Barometresi”nin Ocak 2021 sonuçları, özellikle salgındaki ikinci dalga nedeniyle artan kısıtlamalarla büyük sorunlar yaşayan bu kesimin güncel endişelerini çarpıcı şekilde gösterdi. Bu açıdan en dikkat çekici sonuç, esnafın özellikle ekonomik desteklerle ilgili düşüncelerinde ortaya çıktı. Buna göre esnafın yüzde 75’i salgın kapsamında alınan ekonomik önlemleri “yetersiz” ve “kesinlikle yetersiz” buluyor. “Kesinlikle yetersiz” bulanların oranı yüzde 32. Buna karşın yüzde 10’u “yeterli”, yüzde 2’si “kesinlikle yeterli” diyor. Rapora göre bu anket döneminde esnaf yeni destek paketleri beklediği yönünde görüş bildirdi.Esnafın geçen ocak ayında yaşadığı sorunlar, en çok “Ticaret Endeksi”ni etkiledi. Aralık 2020’ye göre 5.7 puan azalan endeks 7.3 puana düştü. Böylece Ocak 2020’den bu yana en düşük seviyesine geriledi. Bu endeks Nisan 2020’de 35.8 puana kadar çıkmıştı.SATIŞLAR DÜŞTÜGeçen dönem temizlik, ekmek, kişisel bakım kategorilerinde pozitif ayrışan satışların, Ocak 2021’de yerini sert düşüşe bırakması, endeksin en düşük seviyesine gerilemesinin temel nedeni oldu. Buna karşın “Güven Endeksi” önceki aya göre 1.4 puan arttı ve 8.2’ye çıktı. Gelecek dönem ekonomik beklentilerdeki olumlu hava, endeksin artmasının temel nedeni oldu. Ancak bu endeks Ağustos 2020’de 20.4 puana kadar çıkmıştı.Ayrıca salgın süresi tahmininde aşağı yönlü beklentiler güçlense de hâlâ toplumun yüzde 56’sı 12 aydan daha uzun süreceğini düşünüyor.FATURALARDA ‘KAYDA DEĞER’ İNDİRİM TALEBİTürkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, son zamanlarda döviz kurlarında gerçekleşen düşüşün elektrik ve doğalgaz faturalarına yansıtılmasını talep etti. Palandöken, salgının devam eden etkileri nedeniyle daha çok evde kalan vatandaşların ve sıkıntıda olan esnafın, elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemediğini belirterek “Yaklaşık bir yıldır süren pandemi koşullarında, vatandaşın ve esnafın yükünü bir nebze de olsa hafifletmek için elektrik ve doğalgaza kayda değer bir kış indirimi yapılmalı” dedi. cumhuriyet.com.tr

Teksas’ı‘bağımsızlık’karanlıkta bıraktı

Teksas’ı ‘bağımsızlık’ karanlıkta bıraktı Alışılmadık bir felaket yaşıyor Teksas. Resmi adı Uri olan kış fırtınası eyaletin “felaket bölgesi” ilan edilmesine yol açtı. Aslında bu uzun zaman görülmeyen bir kar yağışını beraberinde getirmiş de olsa felakete yol açan elektrik kesintileri oldu. Milyonlarca insan elektriksiz yaşıyor. Isınmak için evlerinde mangal yakanlardan çok sayıda kişinin karbonmonoksit zehirlenmesi yaşadığı, bazılarının öldüğü bildiriliyor. Bir daha belirtelim, doğrudan doğruya kardan, fırtınadan değil, elektriksizlikten yaşanıyor felaket. Dünyanın süper gücü ABD’nin önemli bir eyaletinde, elektrik kesintileri neden giderilemiyor, neden bu kadar uzun sürüyor soruları geliyor akla tabii. Ama bu soruları ülkenin idari bölünmüşlüğünden haberdar olmayanlar sorabilir. Teksas eyaletinin bazı alanlarda bağımsız olmasının sonucudur bu kesintiler. Kendi elektrik şebekesine sahip ülkedeki tek eyalettir Teksas. Bu tür koşullara hazırlıklı olmayı zorunlu kılan federal düzenlemelerin dışındadır. Teksas’ın elektrikteki bağımsızlığı yabana atılacak gibi değil, düşünün tüm ABD’de üçe bölünmüş bir elektrik ağı vardır. Doğu’da, Batı’da bir de sadece Teksas’ta. Bu arada Teksas’ta kışın değil yazın elektrik daha fazla harcanır, yaygın klima kullanımı yüzünden.Eyalette yıllardır bağımsızlık için uğraş veren kurumlar, kişiler var bilindiği gibi. Yani Teksas ABD’ye tam olarak entegre olmamış, olmayı istememiş bir eyalettir. Elektrikte bağımsız olmak bu isteklere mi bağlıdır bilemem ama bu durum geçen yüzyılın başlarında yaşanan bir gelişmeyle ilgili. Thomas Edison’un, 1882’de Manhattan’da ülkenin ilk elektrik santralını kurmasından bir on yıl kadar sonra Teksas’ta küçük üretim tesisleri açıldı, eyalete elektrik getirildi. Diğer eyaletler arasında böyle bir öncülüğü var.TEKSAS UZAK DURDUBirinci Dünya Savaşı sırasında, ABD kamu kuruluşları kendi aralarında bağlantı kurmaya başladı. Ama Teksas bundan uzak durdu. Örneğin 1935’te Başkan Franklin D.Roosevelt, Federal Güç Komisyonu’nu eyaletler arası elektrik satışlarını denetlemekle görevlendiren Federal Enerji Yasası’nı imzaladığında Teksas bunu da kabul etmedi. Nedeni o dönem elektrik için gerekli olan kömüre, doğalgaza, petrol kaynaklarına sahip olmasıydı. Federal hükümetle bunu paylaşmaya yanaşmadığı ortada.Tüm Teksas’a elektrik sağlayan Texas Elektrik Güvenilirlik Konseyi de (ERCOT), (öncülünden söz etmeyelim şimdi) 1970 yılında kuruldu. Ama eyaletler arası elektrik iletimini düzenleyen Federal Enerji Düzenleme Komisyonu’nun yetki alanının dışında tuttu kendini. ERCOT Teksas’ın şebeke güvenilirliğini kendi ulusal standartlarına uygun olarak yönetmekle görevlendirilmiş, kâr amacı gütmeyen bir organizasyon.Teksas elektrikte bağımsız oldu ama zamanı geldi Meksika’dan bile elektrik ithal etti. 2011’de yaşanan kesintiler sırasında gerçekleşti bu, anımsıyoruz.Yani bugün yaşadığı felaket, Cumhuriyetçilerin kalesi olan eyaletin en azından bazı alanlarda “bağımsız” kalma ısrarının bir sonucudur. Bu seferki pahalıya patladı gibi görülüyor. İki durum çıkabilir ortaya uzun vadede; sadece enerjide değil başka alanlarda da ABD’den bağımsız olunması halinde elektrik dahil her hizmeti, zor durumda kalındığında uluslararası destekle sürdürebileceğine inanan Teksas Bağımsızlıkçıları’nı ya da “biz merkezi hükümete mahkûmuz” diyen “birlik” yanlılarını güçlendirir.Yani eyalette elektrik kesintisi sadece elektrik kesintisi değil. Mustafa K. Erdemol

Çölde bir gece...

Çölde bir gece... Kendimi bildim bileli çöle ve onun ruhuna büyük bir tutkuyla bağlıyım. Dubai’de yaşadığım süre içinde bu hevesimden mahrum kaldığım söylenemez. Çölün hemen yanı başında yükselen bir şehirde çölü düşünmeden yaşamak zaten imkânsız. Zaman zaman biz onu unutsak da o varlığını hep hatırlatıyor, balkonumu örten kumlarıyla bize her sabah selam gönderiyor. Bu selamı karşılıksız bırakmak ona hayran ruhlara yakışır mı? Buraya taşındığım günden beri uzun bir çöl yolcuğunun planlarını yapıyordum. Hedefimde, Türkiye’nin yüzölçümüne yakın büyüklükteki Rubülhali Çölü vardı. Her fırsatta bu heybetli komşumun davetkâr kumlarına misafir olmuş, kızgın kum tepelerinde yürümeye gayret etmiştim ama bütün bunlar günübirlik gezilerden ibaretti. Ona birkaç kez dokunsam da sınırlarını keşfetme fırsatı bulamamıştım. Bu hayalimi gerçekleştirmek için daha fazla dayanamayacağımı anlayıp yaklaşık iki hafta önce hazırlıklara başladım. Amacım, çölün derinliklerine uzanmak, kesintisiz kum deryasının gizemli ıssızlığına ulaşmaktı. Sert rüzgârların inatla üzerime geldiği o gece yarısı yola koyuldum. Şafak sökerken uçsuz bucaksız çölün kenarına ulaşmayı hedefliyordum. Uzak gökler altında yaptığım bu yolculuğun heyecanı diğerlerine benzemiyordu. Saatlerce yol almama rağmen görüntü hiç değişmedi. Kum tepeleri bazen yükseliyor, bazen derinleşip gölü andıran beyaz tuz yataklarına yer açıyordu. Gökyüzündeki yıldızlar her zamankinden daha parlak, sanki biraz daha yakındı. Baştan çıkaran bu manzara karşısında önce yön duygumu kaybettim. Algılama kabiliyetim bedenimden uçup gitti. Zaman durdu. İçinde bulunduğum mekân, bu âlemde ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu bir kez daha hatırlatıyordu. İnsanoğlunun evrenle kurduğu ilişkiyi önümde uzanan sonsuz boşlukta hissedebiliyordum. Hayatın sona erdiği, rüya âleminin başladığı eşikteydim.BURADAN ÖTESİ YOK!Sabaha doğru rüzgâr şiddetini azalttı. Gökyüzü yavaş yavaş aydınlanırken yolların bittiği noktaya ulaştım. Rubülhali’ye yaklaşabildiğim kadar yaklaşmıştım fakat buradan ötesi yoktu. Arabayı durdurup dışarı çıktım. Kum tepeleri koyu sarı bir gölge gibi ufuk çizgisine kadar uzanıyor, gökyüzüyle birleşip derin bir maviliğe bürünüyordu. Bu boşlukta yürüyebildiğim kadar yürüdüm. Çok geçmeden üzerime tarifsiz bir ağırlık çöktü. Hareketlerim yavaşladı, gözkapaklarım ağırlaştı. Bu garip halsizliğin nedeni sabaha kadar durmadan esen rüzgârın sesi olmalıydı. Kum tepelerinin kıvrımlarında eğilip bükülen bu ses bambaşka bir melodiye bürünüp kulağımdan giriyor, beynimin derinliklerinde dolaşıp başımı döndürüyordu. Oysa önümde uzanan boşluk ne kadar da davetkârdı. Biraz daha devam edebilsem merakımı giderebilecek, belki de aradığımı bulabilecektim ama yapamadım... Rüzgârın baştan çıkaran ince sesine teslim olup yere uzandım. Tam uykuya dalıyordum ki birkaç metre uzağımda onu gördüm. Yaşlı bir adam bana doğru yaklaşıyordu. Bu görüntü, kendimden geçtikten sonra mı, yoksa önce mi belirdi inanın bilmiyorum. Kılık kıyafetinden çölün yabancısı olmadığı belliydi. Tehlikeli bir hali yoktu ama dost canlısı da değildi. Düşüncelerimi okuduğundan emindim, çünkü sormaya çalıştığım soruları yanıtlıyordu. Uzun sohbetin detayları şimdilik bende saklı kalsın ama uzaklarda kaybolmayı göze alan gezginlerle onun şu tavsiyelerini paylaşmak isterim: “Topraklarından çok uzaklara savrulmuşsun, bu âlemi görmeden de evine dönmeyecekmişsin. Seni selamete götürecek yol ilerde değil, geldiğin yöndedir. Sözümü dinlersen evine dönersin, yoksa kumların altında yatanlardan olursun...” Nasihat mı, tehdit mi olduğunu anlayamadığım bu konuşmanın ardından sert bir kum fırtınası başladı. Her yer toza, dumana bulandı. Gözümü açtığımda etrafta kimse yoktu. Kendi ayak izlerimden başka iz de göremedim. Yoksa... İhtiyar adamın görüntüsü çölün bir oyunu muydu, serap mı görmüştüm? Ya o aklımdan çıkmayan, bugün bile her kelimesini hatırladığım sohbet... Hepsi o garip rüzgârın beynimde yarattığı fısıltılar mıydı? Güneş yükselmeye başlamıştı. Sabah serinliği, yerini sıcağa bıraktı. Şansımı daha fazla zorlamadan buradan uzaklaşmak istiyordum. Arabayı park ettiğim yeri bulmam biraz zor oldu. Motoru çalıştırıp direksiyonu geldiğim yöne kırdım. Yaşadığım garip olayı yol boyunca düşünüp durdum. Eskiden, çölün sırlar dünyasına açılan bir kapı olduğuna, o kapıyı açan kilidin hayal âlemimizin bir köşesinde gizlendiğine inanırdım. Bu düşüncem bugün de devam ediyor, hatta çölün gizemli büyüsüne her zamankinden daha çok inanıyorum. [email protected] Remzi Gökdağ-BAE

Türkçeyiözleyen Belçikalı

Türkçeyi özleyen Belçikalı Saat 18.00’de bizim evin yanındaki I. Albert Parkı’nda yürümek için anlaştık. Ben tam zamanında başladım yürümeye. O buluşmaya gecikerek geldi. Sosyal medyada birkaç gün önce bir kez daha paylaştığım yıllar önce yayımlanmış bir yazımı okumuştu. “Yazı güzel de 4 aylık köpeğin Türkçe anlamasını inandırıcı bulmadım” dedi. “Ben inanıyorum” dedim. “Türkçe konuşmayı özleyen bir arkadaşımdan da bahsediyorum yazıda” diye ekledim. “Onu anlarım da köpek Türkçe için değil, sesleri duyunca yalnızlıktan kurtulmak için ilgilenmiştir” dedi. Üstelemedim. “Sen Türkçe konuşmayı özlemiyor musun” diye sordum. “Tabii ki özlüyorum. O başka” dedi. 18 Ocak 2015 tarihinde Cumhuriyet’te yayımlanan ve daha sonra 4. kitabıma isim yaptığım “Türkçe ağlayan köpek!” başlıklı pazar yazımdı bahsi geçen... İnsanların anadilinde konuşmayı özlemesini anlarım ama yazının girişinde özetlediğim Türkçe sohbetimizde “Türkçe konuşmayı özledim” diyen arkadaşım bir Belçikalıydı.ATATÜRK PAYLAŞIMI...Hayır, 35 dil ve lehçe bilen ve 1987’de katıldığı yarışmada, 22 yaşayan dili kullanarak “en çok dil bilen Belçikalı” unvanı alan Johan Vandewalle değil bahsettiğim.1983’te Gent Üniversitesi’nden İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun olan Dr. Vandewalle, halen Doğu dilleri ve Türkçe konusunda Gent Üniversitesi’nde dilbilimi ve çeviri bilimi araştırmaları yapıyor. 2006’dan bu yana Gent Üniversitesi Mütercim Tercümanlık ve İletişim Bölümü’nde Türkçe altgrubu başkanlığını yürütüyor. Dostlarına 2008 yılbaşında üzerinde “Türkiye, Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk’e” yazılı tebrik kartı yollamış olan Belçikalı Daniel Dumoulin de değil bahsi geçen. Anvers’ten geçen Schelde Nehri için söylenen sözü Atatürk’e uyarlamış Dumoulin. Her 10 Kasım’da binlerce paylaşımı yapılır mesajın. Bahsettiğim kişi ise 10 yıl çalıştığı Türkiye’den 6 ay önce dönen arkadaşım Phillippe. Buluşmaya gecikerek kültürümüzden etkilendiğinin ilk işaretini vermişti. Fırsat bu fırsattır deyip hemen sorguya çektim. “Türkçe duymayı, konuşmayı özlemesi” ilgimi çekmişti. Anadili olmadığı halde üstelik. “Evet özlüyorum, hatta bazen annem bana bir şey sorduğunda otomatik olarak Türkçe cevap veriyorum. Ancak dil çok nankör ve kullanmayınca geriliyor. En çok konuşma bozuluyor, anlama değil. Ama bu normal çünkü Türkçe ile Fransızca arasında hiçbir ortak nokta yok. Birbirinden çok uzak diller. Özlemimi gidermek için bazen Türk kanallarını izliyorum ya da Türk arkadaşlarımla sohbet ediyorum. Netflix’te bir Türk dizisi var. “Bir Başkadır” diye, onu izliyorum şu aralar. Biraz karamsar bir dizi ama Türk toplumunun çeşitliliğini gözler önüne seriyor. Düşünceleri ve hayat tarzları çok farklı olan insanları gösteriyor.” “Daha başka neleri özlüyorsun? Nelerden kurtulduğun için mutlusun?” diye sormadan edemedim. En çok da arkadaşlarını, onlarla sohbet etmeyi, tuzlu fıstığı, sosyal hayatı ve Türkiye’nin doğa manzarasını, ışığı ve güneşi özlüyordu. İşyerindeki hiyerarşiden kurtulduğu için memnundu. “Orada her şey unvan, içerik önemli değil, derslerin çoğu göstermelik, aptal akademik makaleler yazmaktan v‘VALONLARA BENZİYORLAR’Philippe 10 yıl sonrasında döndüğünde, Belçika’ya uyum sağlayabilmiş miydi peki? “İklim berbat, hep yağmur, gri, loş, ışık yok, geniş manzara yok, fazla kuralcı bir toplum” yetmezmiş gibi koronavirüsün sosyal hayatı kısıtlaması işini daha da zorlaştırmıştı. 10 yıl Türkiye’de yaşamış birine sormasam ölürdüm. “Türkleri, Flaman, Valon ve Brüksellilerle kıyaslar mısın? En çok kime benziyor Türkler”. Yanıt çok kısa oldu: “Valonlara daha çok benzediklerini düşünüyorum, Valonlar Latin, davranışları daha esnek ve sıcak” Ben de bir yazımda keyiflerine düşkünlüğü ve biraz da tembellikleri nedeniyle Valonları bize daha yakın bulduğumu belirtmiştim. Fazla üstelemedim. “Tipik Belçikalı” ve “tipik Türk” özelliklerini sıralamasını istedim fırsat bulmuşken.‘TÜRKLER DAHA PRATİK’“Belçikalı kuralcı, her şeyi usule göre yapıyor. En basit şeyler bile, mesela arabasını tamir ettirmesi için haftalar öncesinden randevu almak lazım. Halbuki Türkiye’de birkaç saat değilse, bir iki gün içinde halloluyor. Türkler daha pratik insanlar bize göre. Türkiye’de insanların kullandıkları ifadeler, espriler daha renkli. Dışardan Türkler sert bir millet olarak görülebilir ancak mizah anlayışı olan bir millet aynı zamanda! Türkiye’de hiyerarşi burada olduğundan daha ağır. Unvanlara çok dikkat ediliyor, bu bazen rahatsız edici olabiliyor, görünüşe çok önem veriliyor, yani bizden fazla... Türkiye çok kontrastlı, semtten semte değişiyor, bazen antrenman esnasında köydeki çay ocağına uğrardık mola vermek için sohbet ederdik. Bizi, bisikletlerimizi merak ederlerdi... Türkiye’de çok farklı ayrı dünyalar, insanlar yan yana hayatlarına devam ediyor. Bahsettiğim köy ile 15 km. ilerisinde büyük AVM’ler, hepsi birbirinden farklı... Bir de çok sokak hayvanı var, köpekler her yerde geziyorlar, Belçika’da hepsinde tasma var, orada başıboşlar. Bu bir canlılık katıyor sokaklara.”[email protected] Erdinç Utku (Brüksel)

Holokost ve Yunanistan Yahudileri

Holokost ve Yunanistan Yahudileri Uluslararası Yahudi Soykırımı (Holokost) Kurbanlarını Anma Günü çerçevesinde Yunanistan’da da 27 Ocak’ta törenler düzenlendi. Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropoulou, en büyük Nazi toplama kampı olan AuschwitzBirkenau’nun kurtuluşunun 76. yıl dönümünde yaptığı konuşmada “Holokost yalnızca Yahudileri değil, hepimizi ilgilendiriyor” dedi. Başbakan Miçotakis ise “Yahudilerin, özellikle de Holokost’ta hayatını kaybetmiş olan Yunan Yahudileri’nin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz” ifadesini kullandı. Çoğunluğunu Sefaradların oluşturduğu Yunanistan Yahudilerinin sayısı bugün 5500 civarında. Sefaradların atalarının bir bölümü, 1492’de İspanya’da dönemin Katolik hükümdarları Kastilyalı İsabel ile Aragonlu Ferdinand’ın dinlerini değiştirmeyi reddeden bütün Müslüman ve Yahudileri İspanya’yı terk etmeye zorlamasının ardından, Selanik, İzmir ve İstanbul’un da aralarında bulunduğu Osmanlı kentlerine göç etmişti.Tarih profesörü Mark Mazower, “Selanik: Hayaletler Şehri” adlı kitabında, Evliya Çelebi’nin Selanik’e 1667-1668’de yaptığı geziler sırasındaki gözlemlerine atıfta bulunarak Yahudiler’in o dönemde şehrin artık ayrılmaz bir parçası olduğunu anlatıyor. “Gerçekten de şehirde Hıristiyanlardan önce Yahudiler vardı” yorumunu yapıyor. Yunanistan’da Yahudilerin varlığına ilişkin ilk arkeolojik bulguların, Attika bölgesinde bulunan ve İ.Ö. 300-250 yıllarından kalma bir yazıt olduğu belirtilen Yunan Yahudi Müzesi belgelerinde de, Selanik’teki Yahudilerin, 16. ve 17. yüzyılda dünyadaki en büyük Yahudi topluluklarından biri olduğu aktarılıyor. Yine aynı müzenin verilerine göre, Yunanistan’daki Yahudilerin sayısı 20. yüzyılda 100 bine kadar ulaşmış. Adları, İbranice’de “İspanya” anlamına gelen “Sefarad” kelimesinden türetilmiş olan topluluğun yanı sıra Yunanistan’da Romanyot diye bilinen, Sefarad ve Aşkenazlardan ayrı olan, Bizans mirası küçük bir Yahudi topluluğu daha var. Yunanistan’da yaşayan en eski Yahudiler olan Romanyotlar, yüzyıllar boyu Yunanca konuşagelmiş ve yazı dili olarak da İbranice harflerle Yunanca kullanmışlar. Bunlardan geriye kalan ve toplam sayısı 100’ü geçmeyen Romanyot nüfusunun çoğunluğu Yanya’da yaşıyor.GENÇLER YURTDIŞINA GİDİYORAtina’daki Akropol’ün yakınlarında, kozmopolit ve turistik semtlerden biri olan Thissio’da Sefarad ve Romanyot Musevi cemaatlerinin her ikisinin de ayrı birer sinagogu var. İkinci Dünya Savaşı’nda Yunanistan’ın Nazi Almanyası tarafından işgalinin ardından çoğunluğunun toplama kamplarında yok edilmesinden bu yana sayıları hemen hemen tükenen Yunanistan Yahudilerinin 2500-2700 kadarı Atina’da yaşıyor. Selanik’tekilerin sayısı ise yaklaşık 1300 civarında. Larissa’da 340 Yahudi bulunuyor, nüfusun geri kalanı Korfu Adası, Yanya, Trikala, Rodos gibi yerlere dağılmış durumda. Son birkaç yılda ekonomik kriz nedeniyle Yunanistan’da iş bulma ümitlerini yitirip yurt dışına göç eden gençlerin de sayısının artmasıyla varlığı giderek tükenen Yahudi Yunanları kültürel miraslarını ve dinlerini korumaya ve sonraki kuşaklara aktarmaya çabalıyorlar. Yunan Yahudi Müzesi’nin etkinliklerinde okullardaki kültürlerarası programlara ağırlık veriliyor. Örneğin okul çocuklarına yönelik bir programda yağ kandilinin Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Museviler tarafından evlerde nasıl kullanıldığı, büyükanne ve büyükbabalarından dinledikleri hikâyelerle aktarılıyor. Böylece çocuklar bu dinler arasındaki ortak bağlara ilişkin bir fikir edinmiş oluyorlar. Müzede ayrıca çeşitli sergiler de düzenleniyor. [email protected] Ayşe Ferliel Barounos / Atina

Eksi on derecede restoran deneyimi!..

Eksi on derecede restoran deneyimi!.. New York’un havası bizim buralara benzemez. Anneannem 1980’lerde gittiği New York seyahatinde yaşadığı soğuğu hâlâ anlata anlata bitiremez. O zamandan bugüne, küresel ısınmanın etkisiyle daha ılımlı bir hal alsa da caddeler arası esen rüzgâr atkı, bere tanımaz, dondurup geçer. Ama buna rağmen şehir hareketini kışın da kaybetmez. Mini elbiseleriyle, gömlek, tişörtleriyle gece kulüplerinin önünde sıra bekleyenlerden tut, atletvari kıyafetlerle Central Park’ta koşuya çıkanlara kadar, harbi New Yorklular soğuğa aldırış etmez... Bizim gibi Akdeniz iklimi insanları ise çoğu kez tıpış tıpış evlere kapanmaya başlar.Malum Covid-19 salgınıyla birlikte şehir eskisi gibi değil, salgının bilançosu ağır. Ama salgının patlak vermesinden yaklaşık bir yıl sonra yavaş da olsa yeniden o canlılığını kazanma azmi dikkat çekici... Pandemi döneminde ağır yara alan sektörlerden biri de yeme-içme, eğlence sektörü. Yazın dış mekân kullanımı ile işletmeler bir nebze kendilerine alan açarken kışla birlikte yeniden kara kara düşünmeye başladılar. Hele bir de New York’un o içe işleyen soğuğu olunca, dış mekanda müşterilerin öyle uzun boylu oturmaları pek uygulanabilir gibi değildi... Ta ki, “outdoor dining”, restoranda dışarıda oturma konsepti, yeni bir boyut alana dek. Avrupa’ya, ülkemize kıyasla, New York’ta işletmecilerin dışarıya masa atma özgürlüğü New York Eyaleti yönetimi tarafından engellenmekteydi. Fakat, restoran sahiplerini Covid-19 imzalı finansal çöküşten kurtarmak adına, bu kurallar yazın esnetildi, sokaklarda bir nevi şenlik havası esmeye başladı. Kimi restoranlar inisiyatif kullanıp sokaklara canlı müzik getirdi, kimileri şişme flamingo gibi dinamik dekorlarla müşteri çekmenin yolunu aradı... Kışla birlikte ise restoran sahipleri için yaratıcılık arayışı, havuz problemine dönüştü!.. “Eğer her masanın arası iki metre ise belediye başkanının dikkatini çekmeden nasıl bir yapı dikebilirim ki Covid-19 riskini en aza indirirken müşteriler soğuktan donmadan yemek yiyebilsinler?” Haliyle sokaklarda naylon iglolar ve umumi tuvaletleri andıran barakalar belirmeye başladı. New Yorkluluların bu mekânlara ilgisi yoğun. Hatta bazı restoranların bu portatif kapalı alanlarında yemek yemek isterseniz, bir hafta kadar önce rezervasyon yaptırmanız bile gerekebiliyor. Biz de bu deneyimi yaşayalım dedik, ama rezervasyonumuzu önceden yapmadığımız için havamızı aldık!.. Ama madem gittik geri dönmek olmaz deyip vazgeçmedik. Sonunda eksi 10 derecede, basit dış mekân ısıtıcıların merhametine muhtaç şekilde restoran keyfimize devam etme gayretine giriştik. Ama fazla dayanamadık, pek bir şey yemeden kalktık.EK COVİD-19 VERGİSİBir sonraki denemelerimizden birinde ise bu kez dağa gider gibi giyindik, çift çorap, içlik ve battaniye işlevi gören atkılar... Masanın dört bir yanının ısıtıcılarla çevrili olduğunu görünce de rahatladık. Ama bu iyimserliğimiz çok sürmedi, New York soğuğu ısıtıcı falan tanımıyordu... Yemekler masaya gelir gelmez kim yemeğini hâlâ sıcakken bitirebilecek diye yarıştık. Adeta soluksuz bitirdik... Kalkalım dediğimiz anda ise bacaklarımızı artık hissedemez haldeydik. Isınmak için sokaklarda koşmaya başladık. Koşmak o an mantıklı bir karar gibi geldi. Sanırım beynimizin bir kısmı da donmuştu. Yediğimiz yemekten hiçbir şey anlamadığımız gibi, bu işkence için yüzde 20 bahşişin üstüne, bir de yüzde 10, Covid-19 vergisi ödedik. Eve varır varmaz kaloriferin üstüne tünedik. İki üç bardak çaydan sonra vücut ısımız normale döndü. “Bu son dışarıda yemek yeme deneyimiydi!” dedim parmaklarımı sıcak bardağa iyice dolamış bir halde... Gerçi belki kışın başından beri beşinci deyişimdi, o da ayrı... Ekin Orhun-ABD

En sevdiğiniz konseri evde izleyin

En sevdiğiniz konseri evde izleyin Siyasi parti kongreleri lebaleb dolu salonlarda yapılabiliyorsa seyreltilmiş iskemlelerle 3-4 kişilik oda müziği konserleri niye canlı yapılamasın? Müzisyenler çalmayı, müzikseverler canlı dinlemeyi özledi. Kararı beklerken Opus Amadeus Oda Müziği Festivali’nin on yıllık arşivinden seçmeler yayında. Pandemi öncesi, konserlere gittiğimiz güzel günlerden biriydi. Mehmet Mesçi’nin organizasyonuyla düzenlenen Oda Müziği Festivali’nin Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde yapılan konserine gittim. İtiraf ediyorum, Oda Müziği çok sevdiğim bir müzik türü değil. Ama Deniz Müzesi’nde, padişah kadırgalarının arasında, Almanya’dan gelmiş genç müzisyenleri dinleme fikri çok cazip gelmişti. O gece konserden çok keyif aldım, ruhumu vererek dinledim. Mekân seçimi çok önemliydi ve bütün konserler için canım İstanbul’un şahane seçenekleri iyi değerlendirilmişti. Bir sonraki konsere gitmek için yerimi ayırttım. Ne yazık ki güzel günlerin sonuna gelmişiz, pandemi kapıdaydı! Her şey bir anda iptal edildi. Bütün gösteriler, bütün toplantılar! Büyük çabalarla, büyük emekle, parayla düzenlenmiş festival de yarım kaldı. Sadece manevi değil, maddi olarak da büyük kayıptı. Benim bile içime oturduğuna göre kim bilir düzenleyenler ne kadar üzülmüştü... Aradan bir yıl geçtikten sonra tekrar bir araya geldik, Opus Amadeus Oda Müziği ve Org Festivalleri sanat yönetmeni Mehmet Mesçi’ye sorduk:- İstanbul Uluslararası Opus Amadeus Oda Müziği Festivali bu sene 10. yaşına girdi. Klasik Batı müziği alanında ilgiyle takip edilen festivallerden biri olan Opus Amadeus, pandemi sürecinden geçtiğimiz bu zor günlerde neler yapıyor?Seneler ve konserler hızla geçti, festivalimiz 10. yaşına girdi. Ülkemizin dünyada da ismini duyurmaya başlamış ender bağımsız klasik müzik festivallerinden olan Opus Amadeus, ilk konserinden itibaren inanç, coşku, sevgi, adanmışlık ve enerjiyle sanatseverleri birbirinden güzel konserlerle buluşturdu. Ancak tüm insanlığı karartan pandemi trajedisi yüzünden canlı etkinlikler yapmak olanaksız olduğundan biz de festivalimizin konser arşivlerimizden özenle seçerek oluşturduğumuz bir program serisiyle 10. yılımızı dijital ortamda dinleyicilerimizle birlikte kutlamaya karar verdik.‘HER PROGRAM BİR AY YAYINDA’- Dijital konserleriniz kaç etkinlikten oluşuyor?Arşiv konserler serisi bir özel etkinlikle birlikte toplam altı konserden oluşuyor. Konserler, ocak ile mayıs arası her bir program bir ay yayında kalacak şekilde hazırlandı. Ayrıca dünyaca ünlü tango müziği bestecisi ve bandoneoncu Astor Piazzolla’nın 100. doğum yılını kutlamak üzere yine arşivimizden hazırladığımız Piazzolla özel konserimizin de müzikseverlerin çok hoşuna gideceğine inanıyoruz.- Konserlerinize tüm Türkiye’den ulaşım sağlanabiliyor mu?Evet! Dijital teknoloji sayesinde coğrafi ve mekânsal sınırlar ortadan tamamen kalktığı için arşiv konserlerimizi “Türkiye’nin Dört Köşesi Oda Müziği Neşesi” sloganıyla duyuruyoruz.- Arşiv konserlerinizde hangi topluluklar yer alıyor?Opus Amadeus Oda Müziği Festivali, ilk günden bu yana klasik Batı müziğinin tüm dönemlerinden seçkin eserleri sanatseverlerle buluşturmaya özen gösterdi. Mayıs sonuna kadar devam edecek arşiv konserler serimizde de ortaçağdan Rönesans’a, baroktan romantiklere ve az sayıda olsa da günümüz müziğine, farklı dönemlere ait pek çok eser sanatseverlerle buluşuyor. Arşiv konser programlarımızda ise ülkemizin beğeniyle takip edilen topluluklarının ve sanatçılarının yanı sıra Avrupa’nın pek çok ülkesinden muhteşem oda müziği grupları yer alıyor.- Arşiv konserlerinize nasıl ulaşılabilir?Sanatseverler Biletix üzerinden konserlerimize ulaşabilir. Görüntü ve ses kalitesi anlamında da çok güzel bir program paketi müzikseverleri bekliyor. Arşiv konserlerle ilgili tüm detaylara ise opusamadeus.com adresinden ulaşılabilir.‘İYİMSERLİĞİMİZİ KORUYORUZ’- Seyircili canlı konserlerin ne zaman başlayacağına dair bir öngörünüz var mı? Özellikle sizin konserleriniz geniş mekânlarda seyreltilmiş iskemlelerle yapılabilir. Kongreler nasıl yapılıyorsa 4 kişilik bir oda orkestrası da çalabilir pekâlâ.Bu sorunuza cevap vermek üstelik de koronavirüsün mutantlarıyla da zorlu mücadelenin başladığı şu zamanlarda cevap vermek çok güç olsa da iyimserliğimizi koruyoruz ve şuna kesinlikle inanıyoruz: Dünyamızın içinde bulunduğu çok zor zamanlara rağmen ülkemizin kültür hayatına katkıda bulunan festivaller ve etkinlikler en kısa zamanda sanatseverlerle yeniden buluşarak güzellikler üretmeye kaldıkları yerden devam edecek. Yazgülü Aldoğan

Yoğun bakımdançıkan hemşire, eşinin intihar ettiği iddiasınıreddetti: "'Bizde boşanma yoktur' diyerek vuruldum"

Yoğun bakımdan çıkan hemşire, eşinin intihar ettiği iddiasını reddetti: "'Bizde boşanma yoktur' diyerek vuruldum" Ankara'da polis eşinin tabancasından çıkan kurşunla başından vurularak ağır yaralanan 22 yaşındaki anestezi teknikeri Sevginur Aktaş, yoğun bakımdan çıktıktan sonra eşinin intihar ettiği iddiasının doğru olmadığını açıkladı: "'Bizde boşanma yoktur' diyerek vuruldum" Ankara'da polis eşinin tabancasından çıkan kurşunla başından vurularak ağır yaralanan 22 yaşındaki anestezi teknikeri Sevginur Aktaş, yoğun bakımdan çıktıktan sonra eşinin intihar ettiği iddiasının doğru olmadığını açıkladı.Tekerlekli sandalyede hastaneden taburcu olan Aktaş, "Kırıkkale'deki ailemin yanına el öpmeye gitmek istediğim için tartışma çıktı. Zorla alıkoydu ve sonra da acımadan vurdu. 'Bizde boşanma yoktur' diyerek vuruldum. Adaletin yerini bulmasını istiyorum" dedi.DHA'nın haberine göre Keçiören ilçesinde geçen yıl 13 Eylül'de meydana gelen olayda Keçiören ve Eğitim Araştırma Hastanesinde anestezi teknikeri olarak çalışan Sevginur ile polis eşi Müslüm Aktaş'ın (27) evinde silah sesi duyan komşuları, polise haber verdi.Ekipler, Sevginur Aktaş'ı silahla başından vurularak yaralanmış halde buldu.Ağır yaralı olan Sevginur Aktaş, Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı.Eşinin intihar ettiğini öne süren Müslüm Aktaş ise gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.Sevginur Aktaş, iki ay sonra yoğun bakımdan çıktı.Sevginur Aktaş, servise alındıktan sonra polise verdiği ilk ifadesinde intihar etmediğini, ailesinin yanına gitmek istediği için tartıştığı eşinin kendisini vurduğunu anlattı.Hastanedeki tedavisi tamamlanan; ancak başından vurulması nedeniyle beyninin hasar görmesi sonucu yürüyemeyen, görme sorunu yaşayan Sevginur Aktaş, tekerlekli sandalye ile taburcu oldu."22 SENEDİR İÇMEDİĞİM İLACI 5 AYDIR İÇİYORUM"Evlendikten 18 gün sonra eşinin yaşanan olayla ilgili Aktaş, DHA'ya konuştu:"Kırıkkale'deki ailemin yanına el öpmeye gitmek istediğim için tartışma çıktı. Zorla alıkoydu ve sonra da acımadan vurdu. 'Bizde boşanma yoktur' diyerek vuruldum. 'Bir kurşun sana bir kurşun bana' dedi vururken. Asla intiharı kabul etmiyorum. Hem psikolojik hem fiziksel şiddete uğradım."İNTİHAR ADI ALTINDA VAHŞİCE ÖLDÜRÜLEN BÜTÜN KADINLARIN ADINA KONUŞUYORUM""Kafamdan vuruldum. Beni kanlar içerisinde battaniyeye sarmışlar ambulansa koyup göndermişler. Ben tek başıma yaşam mücadelesi verdim. Çok ağır bir tedavi alıyorum. 22 senedir içmediğim ilacı 5 aydır içiyorum. Ayakta durmakta zorlanıyorum."Olayın yaşanmasından önce hastanede koronavirüse yakalanan hastaları tedavi ettiğini aktaran Aktaş, "Sadece Sevginur olarak değil, intihar adı altında vahşice öldürülen bütün kadınların adına konuşuyorum. Adaletin yerini bulmasını istiyorum. Yaşadığım sürece hakkımı savunacağım. Yarın öbür gün dışarı çıktığında bana bir şey yapmayacağının garantisini kim verebilir?" dedi.Sevginur Aktaş'ın avukatı Arzu Gül ise olay günü müvekkiline önce psikolojik ve fiziksel şiddet uygulandığını daha sonra da öldürme kastıyla ateş edildiğini belirtti.Avukat Gül, "En acı olanı şu; hiçbir pişmanlık duymuyor. 112'yi dahi aramıyor. Komşuları silah sesiyle beraber kapıya dayanıyorlar. Kendisi bu esnada ellerini yıkıyor bunu kendisi de beyan ediyor. 'Kasten öldürmeye teşebbüsten' ağırlaştırılmış hapis cezası istiyoruz" dedi. BBC Türkçe

Türkiyeçevrimiçi nezakette dünyada 5’inci sırada

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Türkiye çevrimiçi nezakette dünyada 5’inci sırada ABD’de nesli tükenmekte olan kara ayaklı gelincik klonlandı. Klonlamada, 33 yıl önce öldükten sonra dondurulan "Willa" adlı gelinciğin genleri kullanıldı. Microsoft’un 2016’dan bu yana sürdürdüğü “Dijital Nezaket Araştırması”nın 2020 sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre 2020 yılında, geçtiğimiz senelere kıyasla dijital platformlarda nezaket kurallarına daha fazla uyulurken; Türkiye’nin dünyada nezaket kurallarına en çok uyan 5. ülke olduğu açıklandı.  Öte yandan nefret ve bölücülüğü yayan söylemler de artmaya devam etti; her 10 kişiden 4’ü siber zorbalığa maruz kaldığını dile getirdi. Her 8 çalışandan biri siber ya da fiziksel anlamda zorbalığa uğradığını ifade ederken; söz konusu zorbalığa maruz kalanların yüzde 60’ının durumu rapor etmediği belirtildi. 2020’lerde sosyal nezaketin yaygınlaşmasına en büyük katkıyı sosyal medya şirketlerinin yapmasının beklendiği ortaya çıkarken, sosyal medya şirketlerini sırasıyla haber kanalları, eğitim kurumları, hükümetler ve teknoloji şirketleri izledi.Pandemiyle birlikte insanların dijital platformlarda geçirdiği zaman belirgin ölçüde artarken, söz konusu platformları kullanan bireylerin birbirlerine karşı tutumları da iş dünyası tarafından mercek altına alınmaya başlandı. Microsoft’un 2016 yılında başlattığı araştırmaların sonuçlarını değerlendirerek oluşturduğu “Dijital Nezaket Endeksi”nin 2020 sonuçları, geçtiğimiz günlerde kamuoyu ile paylaşıldı. Microsoft’un 30’u aşkın ülkede 58 binden fazla görüşme gerçekleştirerek yürüttüğü “Dijital Nezaket Araştırması” kapsamında katılımcılara çevrimiçi mecralarda ne kadar vakit geçirdikleri; nezaket kurallarına ne kadar uydukları; işle ilgili ve iş dışı ortamlarda sanal tacize maruz kalıp kalmadıkları gibi sorular yöneltildi. PANDEMİ DÖNEMİNDE DİJİTAL NEZAKET KURALLARINA DAHA ÇOK UYULDUAraştırmanın sonuçlarına göre 2020’de dijital platformlarda nezaket kurallarına en fazla uyanlar 13-17 yaş arası gençler oldu. Nefret ve bölücülüğü yayan söylemler artmaya devam ederken, her 10 kişiden 4’ü siber zorbalığa maruz kaldığını belirtti. Bu kişilerin yüzde 66’sı saldırıyı gerçekleştiren kullanıcıyı bloklama yolunu seçtiğini dile getirdi. Öte yandan her 4 kişiden 1’i, pandemi döneminde sanal platformlarda nezaket kurallarına daha çok uyulduğunu ifade etti. Özellikle sıkı karantina kurallarının uygulandığı ülkelerde dijital platformların kullanımında keskin bir yükseliş gözlemlenirken, video aramalarının başı çektiği sosyal medya kullanımında da belirgin bir artış yaşandı. Market alışverişi başta olmak üzere, e-ticaret hızla yaygınlaştı; video oyunları ve spor aktivitelerini çevrimiçi izleme alışkanlığı da arttı. 2020’de dijital platformlarda nezaket kurallarına en çok uyan ülkeler arasında 5. sırada yer bulan Türkiye’de kullanıcıların yüzde 68’i 2020 yılında rahatsız eden dijital tecrübeler yaşadıklarını söylerken, bu tecrübeler arasında “Trolleme” birinci sırada yer aldı. Trollemeyi istenmeyen iletişim ve cinsel içerikli mesajlar izledi. 2020’lerde sosyal nezaketin yaygınlaşmasına en büyük katkıyı sosyal medya şirketlerinin yapmasının beklendiği ortaya çıkarken, sosyal medya şirketlerini sırasıyla haber kanalları, eğitim kurumları, hükümetler ve teknoloji şirketleri izledi.İŞ YERİNDE YAŞANAN SİBER VE FİZİK ZORBALIĞIN YÜZDE 60’I RAPOR EDİLMİYORAraştırma; gerçeği çarpıtmak veya dolandırıcılık yapmak amacıyla yaratılan bilgi kirliliğinin, nefret ve ayrımcılığı besleyen söylemlerin dijital platformlardaki etkisini azaltmadan sürdüğü gösteriyor. Dijital ortamda kullanıcıları rahatsız eden söylemlerin ağırlıkla kimliği belirsiz veya sadece çevrimiçi kimliğiyle tanınan kişilerden gelmesi dikkat çekiyor. Buna karşın aile ve iş arkadaşlarının, rahatsızlık veren paylaşımları en az yapan grup olduğu belirtiliyor. Geçmişte kendisinin veya tanıdığı bir kimsenin çevrimiçi platformlarda nezaketten uzak bir davranışla karşılaştığını söyleyenlerin yüzde 40’ı, bu nedenle sosyal medyadaki aktifliklerini azalttıklarını ifade ediyor.Her 8 yetişkinden 1’i iş yerinde yöneticisi, çalışma arkadaşı veya müşterisi tarafından siber ya da fiziksel zorbalığa maruz kaldığı halde, yüzde 60’lık bir kesim bu durumu yetkililere bildirmiyor. Söz konusu çalışanların yüzde 38’i bu kötü muamelenin hem çevrimiçi hem de fiziksel iş ortamında gerçekleştiğini dile getiriyor.  cumhuriyet.com.tr

Pop müziğin acıgünüSerpil Barlas vefat etti!

Pop müziğin acı günü Serpil Barlas vefat etti! 70’li ve 80’li yıllara damgasını vuran Serpil Barlas’ın vefat ettiği öğrenildi. Türk pop müziğinin yıldızlarından Serpil Barlas hayatını kaybetti. Edinilen bilgiye göre Barlas'ın dün gece saat 23.00 sularında, Beşiktaş'taki evinde akşam yemeğinin ardından kalbindeki ritim bozukluğuna bağlı kalp yetmezliğinden hayatını kaybettiği öğrenildi. Serpil Barlas'ın cenazesi, 22 Şubat Pazartesi günü Feriköy Mezarlığı'nda anneannesi Macide Balkış'ın bulunduğu aile kabristanına defnedilecek.YENİ BİR SINGLE HAZIRLIYORDUBarlas, özellikle 1980'li yıllarda seslendirdiği şarkılarla büyük bir hayran kitlesi oluşturmayı başarmış, üstlendiği sosyal sorumluluk projeleriyle de gündem yaratmıştı. Uzun yıllardır Amerika'da yaşayan Serpil Barlas, müzik çalışmalarına orada devam etmişti. Ünlü kompozitör Uğur Dikmen ile evli olan Barlas, aynı zamanda Türk Sanat Müziği'nin assolistlerinden Aysel İpar'ın da kızıydı. Son olarak bir single hazırlıkları içinde olan sanatçı, Nisan ayında stüdyoya girmeyi planlıyordu. cumhuriyet.com.tr

Kanser düşmanı10 besin

Kanser düşmanı 10 besin Kanser tüm dünyada kalp ve damar hastalıklarından sonra en sık ölüme yol açan hastalıkların başında geliyor. Sağlıklı ve iyi beslenmek ise kanserle savaşta büyük rol oynuyor. İşte kanserden koruduğu öne sürülen 10 besin… Tüm dünya 2019 yılının sonundan beri koronavirüs pandemisiyle mücadele etse de, kanser hala çağımızın hastalığı olmaya devam ediyor. Dünyada her yıl 8 milyon insanın kanserden hayatını kaybettiği biliniyor. Bu kişilerin yaklaşık üçte biri ise önlenebilir kanserlerden ölüyor. Kanserde genetik etkenler yüzde 5-10 arasında sorumlu olsa da, hastalık yüzde 90-95 oranında çevresel faktörlerden etkileniyor. Bu çevresel faktörlerin yüzde 30’unu da beslenme alışkanlıklarımız oluşturuyor. Bu yüzden sağlıklı ve iyi beslenmek, kanserle savaşta büyük rol oynuyor. İşte kansere karşı koruyan 10 besin…1 – SOĞAN VE SARIMSAKDoğal antibiyotik olarak bilinen sarımsak ve soğan, kanser düşmanı besinlerin başında geliyor. Bu sebzelere kokusunu veren içerdikleri biyoaktif sülfür bileşikleri kansere karşı koruyucu etki gösteriyor. Özellikle gastrointestinal bölgedeki kanserlere karşı koruyucu olduğu biliniyor.2 – TURPTurp çeşitlerinin, antioksidan açısından zengin olduğu biliniyor. Lif içeriği ve içerdiği glukosinolat birleşikleri ile kalın bağırsak kanseri başta olmak üzere, kansere karşı koruma sağlıyor. 1 kase turp rendesi tüketildiğinde günlük posa ihtiyacın yüzde 25’i karşılanmış oluyor.3 – ÇEKİRDEKLİ SİYAH ÜZÜMAntioksidan açısından en güçlü meyvelerden olan siyah üzüme ilişkin yapılan çalışmalar; özellikle akciğer, kolon ve pankreas gibi türlerde kanserli hücreleri etkisiz hale getirdiğini gösteriyor. Uzmanlar, taze siyah üzümü çekirdekleriyle günde 1 salkım tüketilmesi gerektiğini söylüyor. Aynı şekilde çekirdekli kuru üzüm de tavsiye ediliyor.4 – BALIKUskumru, somon gibi yüksek omega 3 içeriğine sahip balıklar, özellikle göz ve beyin hücrelerinin korunmasında etkili rol oynuyor. Birçok çalışma meme, prostat ve bağırsak kanserlerinde koruyucu etki gösterdiğini de kanıtlıyor.5 – ISPANAKIspanak, içeriğindeki önemli vitaminlerden folik asit ve karotenler ve lutein gibi fonksiyonel bileşenler ile kansere karşı güçlü bir silah görevi görüyor. Çalışmalarda özellikle ağız, özefagus ve mide kanserine karşı koruyucu olduğu görülüyor.6 – PANCAR VE SİYAH HAVUÇAntosiyanin adlı mor pigmentler sayesinde oldukça etkili bir antioksidan işlevi gören siyah havucun birçok kanser hücresini baskıladığı, üremesini engellediği ve bağışıklığı güçlendirdiği biliniyor. Kırmızı pancar ise çok önemli kanser önleyici antioksidanlar olan betanin ve vulgaxanthin içeriyor. Ancak pancarın etkinliği uzun süre kaynatıldığı zaman büyük oranda azalıyor. Bu yüzden pancar ve havucu birer tane sıkıp içmeye dikkat edilmeli.7 – YEŞİL ÇAYYeşil çayın içindeki epigallokateşin gallat’ın kansere karşı potansiyel bir önleyici etkisi olduğuna dair ciddi çalışmalar yer alıyor. Ayrıca zengin polifenol içeriği sayesinde de kansere karşı koruyucu etkisi bulunuyor. 8 – DOMATESDomatesin kırmızı rengini veren bir karotenoid türü olan likopen kanser hücrelerinin büyümesini durduruyor. Özellikle rahim ağzı kanserine karşı koruyucu etki gösteriyor. Uzmanlar, özellikle yaz aylarında likopen içeriği daha yüksek olduğu için sofralarda domatese daha fazla yer verilmesi konusunda uyarıyor.9 – SOYA FASULYESİSoya, kansere karşı koruyucu etkisini içeriğindeki izoflavonlardan alıyor. Daha fazla soya tüketen Asya toplumlarında meme kanserinin daha az olduğu biliniyor. Günde bir fincan pişmiş soya fasulyesinin meme kanserine karşı koruyuculuğu olduğuna dikkat çekiliyor.10 – ZEYTİNYAĞIAkdeniz tipi beslenmenin vazgeçilmezi olan zeytinyağı, yüksek miktardaki tekli doymamış yağ asitleri, tokoferol ve fenolik bileşikleriyle kansere karşı koruyucu etki görevi görüyor. Zeytinyağı, günlük beslenmede olması gereken yağların başında geliyor. Zeytinyağı aynı zamanda karaciğeri temizleyici ve sindirimi düzenleyici etkisiyle de biliniyor. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter