News - Haberler
Irak’ın kuzeyinde ikinci aşama
Irak’ın kuzeyinde ikinci aşama Türkiye son yıllarda, kendi sınırlarında terör saldırılarını bekleme yaklaşımından vazgeçmiş, militanların bulundukları noktaya operasyon yapma ve o bölgelerde kalıcı olmak kararı vermişti. Bu kapsamda Türkiye-Irak sınırına bitişik noktalarda örgütün konuşlandığı bütün alanlara Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) girdi. Sonuçları hemen alındı ve örgütün Türkiye içindeki eylemliliği büyük oranda kırıldı. Irak topraklarından yeni militan ve lojistik destek alamayan örgüt, ülke içinde de giderek erimeye başladı. Bu noktadan sonra ülke içindeki militanlara ilişkin azalan rakamlar dile getirilmeye başlandı.YENİ AŞAMASon günlerde, TSK’nin planlanmış beklenen yeni harekâtı başladı. Bu harekât, Türkiye sınırından 35 kilometre derinlikteki Gara bölgesine gerçekleştiriliyor. Bu operasyonun öncekilerden farkı şu: Örgütün geri üs bölgelerine harekât başladı. Artık yakın konuşlanma bölgeleri; Haftanin, Metina, Hakurk gibi yerler TSK kontrolünde. Gara’ya yapılan harekât bir özellik taşıyor. Hava unsurları bölgeyi ateş altına alırken, komando birlikleri bölgeye havadan atıldı. Benzeri harekâtlar bu aşamadan sonra sık sık gündeme gelebilir. Çünkü örgütün karadan intikal ile ulaşılacak yakın kampı kalmadı.NASIL DEVAM EDEBİLİR?Havadan yürütülen bu kapsamlı harekâtın bu aşamadan sonra devamının gelmesi olası. Bu kapsamda akla ilk gelen yerler Sincar ve Kandil Dağı. Kandil, girintili çıkıntılı ve alanı büyük bir dağ bloku. Sincar da Kandil gibi Türkiye sınırından epeyce derinlerde, güneyde bulunuyor. Gara, kara harekâtı düşünüldüğünde Sincar güzergâhında bulunuyor. Ancak Sincar ve Kandil’e düzenlenecek harekâtların Gara harekâtı benzeri havadan olması muhtemeldir.TSK’nin, kış koşullarında bu kapsamlı harekâtı tamamen kendi olanaklarıyla yapması kapasitesinin de geldiği noktayı gösteriyor. Anlayış şu: Örgütten temizlenen bölge bir daha örgütün yerleşeceği bir alan olmasın. Bu amaçla Gara’ya yeni üs bölgeleri oluşturulması gündemde. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, Sincar bölgesi konulu Irak’a yaptığı ziyaretin ardından bu harekâtın yapılması, Türkiye’nin konuya verdiği önemi belirtmesi açısından önemli. Bu mesaj aynı zamanda, bölgeyle ilgisi olan tüm aktörlere yönelik…Suriye’de YPG’ye odaklanmış Türkiye’nin ülke içindeki PKK varlığı ve Irak’ın kuzeyindeki etkinliğine göz yummaya niyeti yok. l ANKARA Sertaç EşUluçevik, Kıbrıs’ta‘iki devletliçözümün’dışında dayatmanın kabul edilmemesini istedi: Meclis’e ortak açıklamaçağrısı
Uluçevik, Kıbrıs’ta ‘iki devletli çözümün’ dışında dayatmanın kabul edilmemesini istedi: Meclis’e ortak açıklama çağrısı Emekli Büyükelçi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasının Kıbrıs meselesinde tarihi bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kıbrıs’ta iki devletli çözüm dışında çözüm kalmamıştır” açıklamasının TBMM kararıyla ortak iradeye dönüştürülmesi çağrısı yaptı.Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün AKP TBMM grup toplantısında, “Artık iki devletli çözümden başka Kıbrıs’ta çıkış yolu kalmamıştır. Federasyon mederasyon diye bir şey yok, geçin artık o işi” açıklaması yapmıştı.Cumhuriyet’e konuşan emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, Türkiye’nin, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm dışında çözüm kalmadığını en üst düzeyde ilan etmesinin, Kıbrıs meselesinde tarihi bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Uluçevik, “İki devletli çözüm denildiğinde egemen eşitlik temelinde bir çözüm anlaşılmalıdır. Kıbrıs’ta iki devletli çözüm dışında bir çözüm kabul edilmeyeceğinin Cumhurbaşkanı düzeyinde dile getirilmesi bir dönüm noktasıdır. Ancak bu konu, TBMM’nin ortak iradesi haline getirilmelidir. TBMM’deki bütün partilerin, iç siyaset tartışmalarını bir yana koyarak Kıbrıs’ta iki devletli çözüm konusunda ortak bir açıklama yapması, bunun ulusal bir tutum olduğunu göstermesi bakımından önemli olacaktır” dedi. Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde sürdürülen Kıbrıs görüşmelerine gidilmemesi gerektiğini belirten Uluçevik, “Ya da görüşmelere gidilmeden önce ‘Egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm görüşülecekse görüşmelere katılırız’ açıklaması yapılmalıdır. Bu söylem, ancak bu şekilde eyleme dönüştürülür. Bu yapılmazsa ‘Masadan kaçtınız’ suçlamalarıyla karşı karşıya kalınır” diye konuştu. l ANKARA Hüseyin HayatseverKKTC CumhurbaşkanıTatar: Garantörlük kırmızıçizgimiz
KKTC Cumhurbaşkanı Tatar: Garantörlük kırmızı çizgimiz KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, “İki devletli çözüm, Denktaş çizgisidir, biz her zaman buna inandık, bunu savunduk” dedi. Tatar, egemenlik ve Türkiye’nin garantileri konularının kırmızı çizgileri olduğunu belirterek “KKTC, bir anlaşma durumunda mutlaka egemenliğini koruyacaktır” ifadelerini kullandı. Tatar, Diplomasi Muhabirleri Derneği üyeleriyle düzenlenen çevrimiçi toplantıda soruları yanıtladı. Kıbrıs müzakerelerinde bugüne kadar federasyon temelinde bir çözüme ulaşılamadığını, artık iki devletli çözüm temelinde müzakereleri savunduklarını belirten Tatar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Artık iki devletli çözümden başka Kıbrıs’ta çıkış yolu kalmamıştır” açıklamasıyla ilgili “Bu konuşma bizim için muhteşem bir konuşmaydı” dedi.Tatar, iki devletli çözümü savunmalarına karşın Kıbrıs’ta federasyon temelinde bir çözüm arayışına dayanan BM öncülüğünde yapılan 5+1 toplantılarına katılmalarının bir çelişki oluşturup oluşturmadığının sorulması üzerine “Bu gayri resmi 5+1 toplantısı, şu anda ne düşündüğümüzü, iki devletli çözümü anlatmamız için bir fırsat veriyor. Eski temelde bir müzakere masasına oturmayız, pozisyonumuz budur. Biz asla kendi egemenliğimizden taviz vermeyiz” dedi. Tatar, BM arabuluculuğunda yapılacak 5+1 toplantısı için tarihin netleşmediğini söyledi. ‘ESNEMELERE GİRMEM’Kıbrıs’ta iki devletli çözüm modelinin toprak, enerji kaynaklarının paylaşımı gibi başlıklarda nasıl şekilleneceği konusunda “İki tarafın anlaşabilmesi için iki tarafın da esnemesi lazım. O esnemelere şimdi girmem, onlar ancak günü geldiğinde müzakere masasında olur. Şu anda benim pozisyonum, buradaki egemen varlığımızın kabul ettirilmesidir” dedi. Tanınma meselesinin önemli olduğunu, ancak abartılmaması gerektiğini söyleyen Tatar, “İnsanlarımızın derdi buranın refahının artırılması, ekonomisinin güçlendirilmesi, istihdam sağlanması. Tanınma meselesinde Azerbaycan, Pakistan gibi Türkiye’nin etkili olduğu ülkelerle temaslarını zaman içinde artırması, bunlar zaman içinde olacaktır. Ama şunu memnuniyetle belirtmek isterim ki şu anda üniversitelerimizde 100’den fazla ülkeden gelen öğrencimiz var, bizi o bakımdan zaten tanıyorlar. Birçok ülkeyle ticari ilişkimiz var. Tanınma işi şu anda istediğimiz gibi gelişmiyor diye biz federasyonun içinde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama olmayız” dedi. KKTC’de sahil bölümü açılan kapalı Maraş bölgesinin askeri bölgeden sivil bölgeye dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğinin sorulması üzerine Tatar, “Maraş, zaman içinde KKTC’nin her bölgesi gibi bir bölge olacak. Sivil bölgeye dönüştürülmesi için yasal bir engel yok” diye konuştu.Tatar, başka bir soru üzerine KKTC’nin Türkiye’den yıllık yaklaşık 200 milyon dolar bütçe katkısı aldığını belirtti. l ANKARA Hüseyin HayatseverProf. Korkut Boratav, büyüme için yapılan her hamlenin döviz krizi yaratacağınısöyledi: Ekonomik model yanlış
Prof. Korkut Boratav, büyüme için yapılan her hamlenin döviz krizi yaratacağını söyledi: Ekonomik model yanlış Boratav, iktidarın ekonomide “çapaçul” bir anlayışa sahip olduğunu belirterek “Dışarıdan para gelirse ihya oluruz, gelmezse Allah kerim modeliyle işsizlik bitmez, toplumsal bunalım sürer” dedi. İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye’de ekonomik modelin yanlış olduğunu ve temel bir model değişikliğine gidilmesi gerektiğini açıkladı. Bu modelle cari açığın ekonominin sırtında yük olarak taşınacağını, büyümeyi yukarı çekmek için yapılacak her hamlenin “döviz gerilimleri” yaratacağını söyleyen Boratav, yeni ekonomi yönetiminin politikalarının ise büyümeyi düşüreceğini ve ekonomide durgunluk tehlikesini artıracağını açıkladı.Prof. Dr. Korkut Boratav, yeni ekonomi yönetiminin politikalarını ve ekonomideki son gelişmeleri Cumhuriyet’e değerlendirdi: - IMF ve OECD’nin öngörüleri, Türkiye için 2020 sonrasının büyüme patikasının yüzde 3’ler civarında seyredeceği doğrultusunda. Bu inişli çıkışlı kronik dış açık veren bir senaryodur.- 2021 için yüzde 5 büyüme öngörüleri kadük olmuştur. Şu anda görevi üstlenmiş olan yeni ekonomi yönetiminin bu politikaları yani enflasyonu aşan faiz, dalgalı piyasaya teslim edilmiş döviz kuru programını sürdüreceği varsayımına dayalı olarak Türkiye, bu yıl ve sonraki yıllarda yüzde 3’ler civarında bir büyüme izleyecek. - Bu, Türkiye’de şu anda yaşamakta olduğumuz geniş anlamlı işsizliğin hafiflemesine imkân vermeyecek bir durgunlaşma anlamına gelir. Ekonominin durgunlaşması, Türkiye’nin emek rezervlerinin üretime taşınamaması sonucunu doğurur. - İstihdam, 2020’nin tümünde çarpıcı boyutlarda düşmüştür. Şu anda istihdamda artış başlamış da olabilir ama bu diplomalı-diplomasız, eğitimli-eğitimsiz çalışma yaşına gelen nüfusun iş bulması anlamına gelmiyor. Asıl kronik ve vahim işsizlik buradadır.- Türkiye, 2020’de 36.7 milyar dolar cari açık verdi. 2021 ve sonrasında da sürekli ve kronik cari açık bir fren gibi ekonominin sırtında yük olarak taşınacak. - Büyüme temposunu yukarı çekmek için yapılacak her hamle, cari açığı yükseltip döviz piyasalarını baskı altına alacak. Ekonomi, 2018’den itibaren yaşadığı döviz gerilimlerine sürüklenecektir. Yani disiplin unsuru cari açıkta yatıyor.- Şu andaki kadronun uygulamaya başladığı neoliberal makroekonomi politika çerçevesi tümüyle değişmedikçe Türkiye ekonomisi, kronik bir toplumsal bunalım ortamı içinde kalmaya devam edecektir. - Berat Albayrak’ın temsil ettiği “çapaçul”, yani iyimserliği tablolara, istatistiklere taşıyarak ekonominin düzeleceğini varsayan, “Dışarıdan bol para gelirse ihya oluruz, gelmezse Allah kerim” yaklaşımı ile bir yere gidilmez. Temel bir model değişikliğini düşünmek lazım. Mustafa Çakır‘Çekilişli konut’a 100 milyon TLşartı
‘Çekilişli konut’a 100 milyon TL şartı AKP, TBMM’ye tam ismi “Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” olan yeni bir “torba teklif” sundu. Bu teklif kapsamında, son dönemde sayıları hızla artan “tasarruf finansman şirketleri”ni denetim altına almak için yasal düzenleme yapılıyor. Düzenlemeyle “çekiliş” gibi yöntemlerle belirlenen vadeye kadar müşterinin birikim yapması karşılığında konut veya taşıt edinebilmesi için finansman kullandıran bu firmalar denetim altına alınacak. Kuruluş izni için BDDK’nin en az 5 üyesinin oyu gerekecek. Firmalar, BDDK’nin denetim ve gözetim çatısı altına alınacak. Bu çerçevede ayrı bir lisans türü oluşturulacak. Bu firmalarla ilgili en önemli kriterlerden biri, ödenmiş sermaye şartı olacak. Bu tutar en az 100 milyon TL olarak belirleniyor. BDDK, ilerleyen dönemde bu miktarı artırabilecek. CAYMA HAKKIYine müşterilere cayma ve fesih hakları getirilirken şirketlere de “organizasyon ücreti” alma hakkı verilecek. Düzenleme ile kurallara uyulmaması halinde para ve hapis cezaları da öngörülüyor. Müşterilerden toplanan kaynakların firmanın dahil olduğu grup içindeki diğer faaliyetlerde kullanılmasını önlemek için belirli finansal varlıklara yatırılması zorunluluğu getirilecek.‘MAĞDURİYETLERİN ÖNÜNE GEÇİLECEK’Türkiye Yapı Tasarruf Finansman Derneği Kurucu Başkanı ve Finansevim Başkanı Serdar Kolo, tasarruf finansman şirketlerinin denetim altına alınması sayesinde sektörde yeterli sermayesi olan firmaların faaliyet göstereceğini ve mağduriyetlerin önüne geçileceğini bildirdi. Kolo, sektöre vatandaşın ilgisinin büyük olduğunu, bu nedenle bu alanda faaliyet gösteren firma sayısının hızla arttığını aktardı. Mustafa ÇakırAKP'li Faruk Gökkuş: Gazeteciler de politikacılar daöldürülür...
AKP'li Faruk Gökkuş: Gazeteciler de politikacılar da öldürülür... İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde siyasetçi ve politikacılara yönelik saldırılar üzerinden tartışma çıktı. İYİ Parti Grup Sözcüsü Suat Sarı “Demokraside gazetecilerin dövüldüğü görülmüş müdür? Siz hiç gazetecilerin siyasetçilerin sokaklarda pusulara düşürülüp mevzi alınıp dövüldüğünü gördünüz mü?” dedi. AK Parti Grup Sözcüsü Faruk Gökkuş ise “Gazeteciler de öldürülür, politikacılar da öldürülür. Demokratik ülkelerde hukuk bunların faillerini yakalar gereğini yapar” karşılığını verdi.İBB'ye ait sosyal konutların hak sahibi olmayan kişilere tahsis edildiğine ilişkin raporu üzerine mecliste çıkan ‘tetikçi müfettiş’ tartışması, bugünkü toplantıda, AKP Meclis Üyesi Muhammet Kaynar’ın "Müfettişler ısmarlama rapor yazıyor" sözleriyle yeni boyut kazandı. Tartışmalar üzerine birleşime verilen aranın ardından İYİ Parti Meclis Üyesi Suat Sarı, söz alarak şunları söyledi:"Arkadaşlar demokrasiden bahsediyor ama demokrasi olan ülkelerde bir gazeteci dövülür mü? Bir gazetecinin, bir siyasetçinin pusuya düşürülüp, mevzi alınıp dövüldüğünü gördünüz mü? Medyanın yüzde 90’ının bir görüşün etrafında toplandığını gördünüz mü? Demokrasilerde siz kadınların sürekli öldürüldüğünü gördünüz mü? Siz demokrasilerde bir üniversitenin öğrencilerine ‘Gece geliriz işinizi bitiririz’ dendiğini gördünüz mü? Siz demokrasilerde bir üniversitenin profesörünün çıkıp da 'Laiklik kaldırılsın' dediğini gördünüz mü?”AKP Grup Sözcüsü Faruk Gökkuş ise “Dünyanın her yerinde suç işlenir. Gazeteci de öldürülür, politikacılar da öldürülür, asker de öldürür, polis de öldürülür. Demokratik bir ülkede hukuk bunları yakalar. O dediğiniz gazetecinin dövülmesi olayında da failler yakalanmıştır, hukuk gereğini yapacaktır” dedi. ANKAMete Kaan Kaynar:“70’lerin‘sokağını’anlamadan, 80’lerin‘evini’anlayamayız!”
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Mete Kaan Kaynar: “70’lerin ‘sokağını’ anlamadan, 80’lerin ‘evini’ anlayamayız!” 12 Mart Muhtırası, Anayasa değişikliği, hürriyet gömleğinin daralması, radikalleşme… Ecevit, Kıbrıs Bunalımı, TÜSİAD, 24 Ocak kararlarına giden yol… Süleyman Demirel, Milliyetçi Cephe Hükümetleri, anti-komünist şahlanış, Aydınlar Ocağı… Alparslan Türkeş, Ülkücü Hareket, komünizme karşı paramiliter mücadele… Necmettin Erbakan, Millî Nizam, Millî Selamet, Akıncılar, mücahitler… 15-16 Haziran, Kanlı 1 Mayıs, Maraş Katliamı, "darağacında üç fidan"… DİSK, İlerici Kadınlar Derneği, emek ve kitle örgütleri… Müzik, sinema, edebiyat; sanat ve siyaset ilişkisi, plaklı propaganda… 1960'ların sonrası, 12 Eylül'ün öncesi, kimilerine göre yitik ve karanlık bir "ara dönem"… Mete Kaan Kaynar'ın hazırladığı ve 48 yazar yazılarıyla katkıda bulunduğu derleme Türkiye'nin 1970'li yıllarını merak edenler için ayrıntılı ve aydınlatıcı bir başucu kitabı. /Archive/2021/2/13/003808516-ic1.jpgFotoğraflar: NECATİ SAVAŞSOKAĞA ÇIKMAK, SOKAĞA DÖKÜLMEK…- “70’li yılların Türkiye’si” denilince aklınıza ilk ne geliyor? Türkiye’nin 70’li yıllarını tanımlamak gerekseydi, nasıl tanımlardınız?Kitabın ön sözünde yazdığım gibi, 70’ler bana hep “sokak”ı çağrıştırır. Bu on yılı tek bir kelime ile tanımlayacak olsaydım o kelime kesinlikle “sokak” olurdu. Ancak “sokağa çıkmak”, “sokağa dökülmek” gibi kavramların - tıpkı dönemin başbakanlarından Demirel’in meşhur “siyasetin camiye, kışlaya, okula girmesine izin vermemek” sözünde olduğu gibi - yönetenlerin tüylerini ürperten bir kelime olduğu da bir gerçek.Bu, bugün de böyle dün de, yani 70’lerde de öyleydi. Bugün, Gezi Direnişi’nin AKP iktidarında neden ve nasıl bir travma yarattığını anlayabilmek için; dün, sokağın 70’lerin iktidarlarında neden ve nasıl bir travma yarattığını iyi çözümleyebilmek gerekiyor.Sadece şu noktanın altını çizmek bile yeterli olur diye düşünüyorum: Tabir-i caizse, siyasî sözlüğümüzün “sokak” maddesinde kelimenin ilk anlamı olarak “hakkın aranması” ya da “kitlelerin taleplerini daha cüretkâr ve sert bir dille ifade etmesi” değil, “anarşi” yazıyor.Sokak, bu sözlükte yeniçerilerin “kazan kaldırması” gibi bir anlamda. Bunu anlamadan 70’lerin sokağını, o “sokak’ı anlamadan da örneğin 2000’lerin Metin Lokumcu olayını anlamak kabil değildir.Türkiye’nin 1970’li Yılları kitabımızda “sokak”ı sadece bu yönüyle ele almadık. Çünkü 70’lerin “sokak”ı siyasal ve sosyal taleplerin örgütlendiği ve dile getirildiği ya da yöneticilerin “anarşi” olarak kodlayıp da bastırmaya, susturmaya çalıştıkları bir mekân/kavram olduğu kadar, insanların günlük sosyal yaşamlarını geçirdikleri de bir mekândı:Hava güzel olduğunda ailece mesire yerlerine gidilirdi, yazlık sinemalar toplumun bir parçasıydı, kadınlar evlerin önünde toplaşıp otururlardı. Hatta sadece 70’lerin ekonomik krizleri tartışılırken akla gelen “kuyruklar”ı bile “sokak” kavramının içine dahil etmek gerekiyor. Unutmamak gerekiyor ki, “sokak”, çocuklar için de sosyalleşmenin mekânıydı./Archive/2021/2/13/003820469-kapakic2.jpgİKİ AYRI 70’LER…- Dünyada ve Türkiye’de olmak üzere iki ayrı 70’lerden bahsedebilir miyiz? Ortaklaşmalar, farklılıklar neler?Hem evet hem de hayır. Ancak 70’lerin kapitalist dünya ekonomi sistemindeki tüm gelişmelerin bu yapı içerisindeki toplumlara benzer şekillerde etki ettiklerini, ama o toplumun da kendi toplumsal yapısı ekseninde reaksiyon gösterdiğini unutmamak gerekiyor. Meselâ 70’ler Türkiyesi’nin bu küresel etkilere maruz kalışı, dünya kapitalist yapısı içindeki kendi konumuyla, yani Türkiye’nin bir “çevre” ülkesi olmasıyla da ilgilidir.- Türkiye’nin 1950’li Yılları ile başlayan proje, 70’li yıllara ulaştı. Peki, bu kitapların seslendiği okur kimlerden oluşuyor?Kitapta tüm yazarlarımızı ve mutfak ekibimizi, tabii ki beni de, en çok zorlayan çalışmamızın bu yönü oldu. Kitabımızın hem akademik camiaya hem de genel okura hitap etmesi için elimizden geleni yaptık, 80’li yıllar kitabında da yapmaya devam ediyoruz. Ama bunu başarmanın öyle mükemmel bir reçetesi de yok. Popüler olanın “sıcaklığını” akademik olanın “analitikliği” ile de buluşturabilmek gerekiyor.- 70’li yıllarda siyaset, ekonomi, dış politika, etnik/dinsel sorunlar gibi alanlarda yaşanan tüm gelişmelerin bıraktığı mirası nasıl değerlendirmek lazım? “Seksenli yıllar Türkiyesi’ne yetmişlerden bakmadan” yapılacak bir 80’ler incelemesi neleri eksik bırakır, ıskalar?70’lerin “sokağına” her açıdan yüklenen anlamları iyi anlamadan 80’lerin “ev”ini anlamak mümkün değil. Tıpkı 70’lerin insanlarındaki “cüret”i anlamadan 80’lerdekilerin - ki eni sonu bunlar aynı insanlar - tedirginliğini, suskunluğunu anlamanın mümkün olmayacağı gibi...80’ler “siyaset yapmak”ın iyiden iyiye gözden düştüğü, üniversiteye başlayan gençlerin “Sağa sola bulaşma da ne yaparsan yap!” diye tembihlendiği, “her koyunun kendi bacağından asıldığı” lafının kulaklara küpe edildiği, daha doğrusu ettirildiği yıllardı.80’li yıllarda toplumun tamamına sinen bu tedirginliği, topluma yaydırılan “nemelazım”cılığı, “herkes kaçar olan sana olur”culuğu anlayabilmek için de 70’li yılları iyi anlamak gerekiyor./Archive/2021/2/13/003836500-ic3.jpgTÜRKİYE’NİN 1980’Lİ YILLARI ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUZ- Oldukça geniş ve genç bir yazar kadrosuyla karşılaşıyoruz 70’li yıllar kitabınızda. Serinin önceki kitaplarında da bu durum geçerli. Böylesi genç bir ekiple çalışmanın avantajları ve dezavantajları hakkında ne söylemek istersiniz?İlk kitaptan bu yana yaklaşık yüzden fazla insanla birlikte çalıştık. Bu isimlerden bazılarıyla tek bir yazı, bazılarıyla da - şimdi yoğurmakta olduğumuz 80’li yıllar kitabıyla birlikte - dört kitaptır teşrik-i mesai ediyoruz. Hiçbir yazarla ne sadece genç olduğu ne de sadece akademik titri sebebiyle iş birliği yaptık. Tüm seride, elimizden geldiğince becerikli “genç”lerle yeteneğini tecrübesine harman etmiş dostları bir araya getirmeye gayret ettik.- Türkiye’nin 1980’li Yılları kitabı için de hazırlıklarınızı sürdürdüğünüzü belirttiniz. Bu serinin yeni halkalarını bekleyenler için ne söylemek istersiniz?Formatımızı değiştirmedik, yine siyasetten sanata, futboldan ekonomiye; kadın, emek, Alevî, Kürt, LGBTİ hareketlerine yer veren geniş bir yelpazeyi kitabımıza taşımaya çalışacağız. Dilerim 50’ler, 60’lar ve 70’ler kitaplarında olduğu gibi serimizin Türkiye’nin 1980’li Yılları kitabında da önce yazarların ve mutfak ekibinin, sonra da okuyucusunun içine sinen bir çalışmaya imza atabiliriz.Türkiye’nin 70’li Yılları / Hazırlayan: Mete Kaan Kaynar / İletişim Yayınları / 1120 s. / 2020. Zümrüt Muştalı‘Ben Murtaza’hikâyeleri…
‘Ben Murtaza’ hikâyeleri… “Deniz Tarsus, özellikle İt Gözü ve Ayrıkotu kitaplarıyla dikkat çekmişti. Alıştığımız doğanın dışına çıkarak, yaban hayatını neredeyse bir belgeselci gözüyle aktararak kuruyordu hikâyeleri. Ben Murtaza’daki edebiyat geleneğimizin göğsünden öykülerinde Tarsus’un dilinin yerleştiğini rahatlıkla görebiliriz. Bu zengin Türkçe, Ahmet Mithat’tan, Gürpınar’dan, Aktunç’tan sevdiğimiz şenlikli, geniş, renkli dilin bir parçası. ” /Archive/2021/2/13/003314596-ic1.jpgBizim edebiyatımızın asıl yaratıcı damarı, kuşkusuz, Anadolu’nun eski kültüründen gelir. İnce Memed’in bazı sayfalarında Dede Korkut’un sesini duyarsınız, dil, kendi hikâyesini binlerce yılda örmüş, oluşturmuş, bir bakıma kurallarını koymuştur. Çağdaş edebiyatımız bu geleneğin üstüne Batılı örnekleri ustaca koydu. Hiç zaman kaybetmeden. Örneğin bir Hulki Aktunç, eşsiz bir sentezdir.Genç öykücülüğümüz, çok önemli bir mirası aldı, bu bakımdan öyküye gönül verenlerin şanslı oldukları söylenebilir, bir eşsiz kaynak, bir pınar gibidir öykü birikimimiz.Deniz Tarsus, özellikle İt Gözü ve Ayrıkotu kitaplarıyla dikkat çekmişti. Bu iki kitap, öyküyü kendine özgü, bambaşka, renkli bir dünyada arayan bir yazarı haber veriyordu.Hikâye peşindeydi Deniz Tarsus, bir zamanlar, yani onu ilk okuduğum yıllarda bu dünya “yabanıl” bir dünya gibi gelmişti bana. Demek ki bir parça fantastik öğeler barındırıyordu içinde. Bu öğeleri de yine Anadolumuzdan, bize özgü mitolojiden getiriyordu.Alıştığımız doğanın dışına çıkarak, yaban hayatını neredeyse bir belgeselci gözüyle aktararak kuruyordu öyküleri. Oradan bakınca, “köy”ün artık eskisi gibi ele alınamayacağını anlıyorduk. Ama bambaşka bir biçimde, bir anlamda “modern” bir edebiyatın konusu olabilirdi; sonuç olarak buradan bize özgü bir fantastiğe de gidilebilirdi. Ama öyküsünü zenginleştirmesi gerekirdi, işte Ben Murtaza, bu zenginliği, bu genişlemeyi önümüze getiren bir kitap./Archive/2021/2/13/003325971-ic2.jpgDEDEDEN KALMA ELYAZMASIBen Murtaza’nın, birbirine bağlı ya da birbirini doğuran, hikâye geleneğimizde örneklerine rastladığımız bir kurgusu var. Bu kurguyu takip edecek olursak, asıl anlatıcımız Murtaza’nın öykülerinin bize ulaşmasını iki kişiye borçluyuz.Bunlardan ilki ve en önemlisi, Kâtip Selim. İstanbul’un işgal yıllarındayız. Kâtip Selim, kendi halinde biridir, sur içinde bir ahşap konakta oturur, memuriyetine gidip gelir. İşte bu sıradan yaşamının içinde bir gün kapısının önünde uzanıp yatmış birini görür. Sonradan dost olduğu bu abdal, gezgin, dünyanın ucunu bucağını görmüş, sayısız insan ve de insanlık hali tanımış bulunan bu kişinin adı Murtaza’dır.Bu Murtaza, zaten tabiatı itibariyle hikâyeler yazmaya ve dinlemeye meraklı bulunan Selim’e, kendi ifadesiyle Selim Bey’ine başından geçenleri anlatabileceğini söyler. Selim de fırsatı kaçırmaz, bir defter edinip Murtaza’dan dinlediklerini yazmaya koyulur. Ama ne yapacaktır bu hikâyeleri yazıp da?Kâtip Selim’in defteri, ailenin kitaplığında unutulur. Kuşak değişir, torunlar büyüyüp yuvadan ayrılır, konak satılır, Selim’in oğlu Sümerolog olur, nice sonra torun, dededen kalma evrak arasında Murtaza’nın anlattığı, Kâtip Selim’in yazıya geçirdiği hikâyeleri bulur.Kitap önce torununun, yani kitabın son editörünün sunuşuyla başlar. Sonra Kâtip Selim’in notunu okuruz. Sonra da o muhteşem hikâyeci, derviş, gezgin Murtaza’yı dinlemeye başlarız./Archive/2021/2/13/003337549-kapakic3.jpgMUCİT İLHAMİ ZİYAMurtaza’nın hikâyeleri birbirinden ilginç. Bunlardan ilkini kısaca aktaracağım: Mucit İlhami Ziya’nın Öyküsü... İstanbul işgal altındadır. Görünüşe bakılacak olursa işgal altındaki bu kentin iki yüzü vardır, biri, yaşanan gerilimi sineye çekerek başı önde eve kapananlar, biri de kentin cafcaflı sokaklarındaki eğlence mekanlarına giden, meyhanelerin üst katlarında sahnelenen operaları dinleyen, arada askerlerin baskınlarıyla canları sıkılsa da günlük yaşamına devam edenler…Ama, İlhami’nin dediği gibi, zaman ve mekan hiç de bizim bildiğimiz ya da anladığımız gibi değildir. Bu da demektir ki, her nesnenin bir görünmez yüzü vardır…Murtaza, kent kent dolaşırken, işte yolu bizim buralara düşmüş bir derviştir; çalışmaz, çünkü paranın da, eşyanın da fazlasını gereksiz görür. Üşümediği sürece dışarıda, açık havada yatmayı tercih eder. Yani Murtaza bir nevi bizim Diyojenimizdir, bu tarafa uğrayınca şans eseri Mucit Hilmi Ziya ile tanışırlar, Hilmi Ziya Bey çok sever onu.Bir süre, ikisini Cinli Han’da şarap içerken, “neredeyse müptela” olacak denli içerlerken izleriz. Sonra Hilmi ona yanında çalışmasını teklif eder, Murtaza da, şimdilik, yani buralardan gidinceye kadar, para almaksızın ona yardım edebileceğini söyler.Bunun üzerine, Mucit Hilmi Ziya, üzerinde çalıştığı, akıllara durgunluk veren yeni icadını gösterir… Birlikte mucidin laboratuvarına girerler. Ziya, büyük makinesinin üstündeki örtüyü kaldırır, makinenin içine bir elma koyar. Alet çalışır, birtakım sesler çıkar, elmanın görüntüsü bulanır ve hop… elma kaybolur. “Nereye gitti”, diye sorar Murtaza. “Bilmiyorum”, der Hilmi; “Henüz onu bilecek kadar geliştiremedim…”Hilmi Ziya, değişen dünyanın meydana çıkardığı yeni tip bilim insanlarını temsil eder. Jules Verne’in, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerinde gördüğümüz bu bilimciler için dünyadaki hemen her şeyi öncelikle matematikle açıklamak gereklidir. Hurafeye karşı bilim.Hilmi Ziya’nın babasını işgal güçlerine mensup askerler gelip götürürler. Murtaza şaşırır, ne yapacaksın peki, der, ortada büyük bir trajedi vardır sonuçta. Ama Ziya rahattır; “Babamın, düşman askerleri içinde ajanları vardır mutlaka, onu direniştekilerin yanına kaçıracaklardır,” der… Onun, icadıyla ilgilenmesi gerekmektedir. Nitekim bir zaman sonra babanın direniş cephesinden haberleri gelir./Archive/2021/2/13/003346283-ic4.jpgDİL CÜMBÜŞÜBen Murtaza’da Deniz Tarsus’un dilinin yerleştiğini rahatlıkla görebiliriz. Bu zengin Türkçe, bizim Ahmet Mithat’tan, Gürpınar’dan, Aktunç’tan sevdiğimiz şenlikli, geniş, renkli dilin bir parçasıdır. Tarsus’un bilimkurguya, fantastik’e eğilimi var başından beri. Hikâyesini kendine özgü mizahın, şenliğin içinde arıyor, bu da onu ayrı bir yere koyacağımızı gösteriyor.Bu yazıyı, Murtaza hakkında az fikir versin diye, ondan bir anlatıyla bitirelim. Matbaaya gittikleri kısım… Daha sonra Murtaza, Ziya’nın icadını görecek:“Ayıptır sorması, matbaa ne işe yarar İlhami beyim?”“Gazete, kitap, el ilanı, işte aklına gelen her türlü yazılı metni basmaya yarar. Gel, bakalım mı?”“Olur.”“Kalktık. Karnaval Matbaası’na girdik. Köpekler de peşimizde. Ancak o kadar sarhoşuz ki köpeklere laf atmaya mecalim yok…”Ben Murtaza / Deniz Tarsus / Alakarga Yayınları / 159 s. / 2021. Faruk DumanSezgin Kaymaz’dan kısaöyküler;‘Bakele’
Sezgin Kaymaz’dan kısa öyküler; ‘Bakele’ Sezgin Kaymaz, Bakele kitabındaki kısa öykülerinde yine o hasretin, o muhabbetin peşinden gidiyor: Darlığın yokluğun kıtlığın içinden, en beklenmeyecek yerde insaniyet cevheri buluyor, tozunu silkip uzatıyor okurlara. /Archive/2021/2/13/003023973-ic.jpg“İlk ‘Canım’ demek istediğinde ar etmiş dedem, ‘Hanım’ dese ‘malım’ demiş gibi olur diye korkmuş, ‘Vesile’ dese çok resmî, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. ‘Baksana’ dese olmaz, ‘Bak hele...’ demiş, devamını getirebilecekmiş gibi. Bakele dönüp bakmış. Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.”En safından aşk, hani, hasretle imtihan edilen… Aşka, dosta, sırdaşa, muhabbete hasret, hasretin çileleri… Gönül yaraları, mutsuzluklar ve mutsuzluğu sıkıp sıkıp mutluluğunu oradan çıkartanlar… İyi niyetli beceriksizlikler, becerikli kötü niyetler… Ayıbı bilenler, bilmeyenler… Hayırsızlar uğursuzlar…Kaymaz, kısa öykülerinde yine o hasretin, o muhabbetin peşinden gidiyor: Darlığın yokluğun kıtlığın içinden, en beklenmeyecek yerde insaniyet cevheri buluyor, tozunu silkip uzatıyor okurlara.Kitaptan bir bölüm okumak için:https://iletisim.com.tr/Images/UserFiles/Documents/Gallery/bakele.pdfBakele / Sezgin Kaymaz / İletişim Yay. / 192 s. Cumhuriyet Kitap EkiDüşgücüve edebiyat!
Düş gücü ve edebiyat! İnsanın var oluşundan beri gerçekleştirmeyi istediği düşler için daha iyi bir dünya özlemiyle kusursuz dünyalar tasarlamak edebiyatın vazgeçilmez tutkusu oldu. Yaşanandan daha iyi bir dünya özleminin önündeki engeller, yazarların bir gün gerçekleşeceğine inandıkları düşsel ülkelerle aşıldı. Özgürlükle, ölümsüzlükle birlikte insanın en büyük tutkusudur düş gücü. Yenile yenile yenmesini öğrenecek insanlık, yeter ki düş gücünü yitirmesin. /Archive/2021/2/13/002727740-ic1.jpgİnsanı diğer varlıklardan ayıran önemli özelliklerinden biridir düş kurması. İnsanı insanlaştıran, yücelten bilim ve sanat düş gücünün zorlanmasıyla gelişir. Düş olmazsa yaşam anlamsızlaşır. Büyük işleri büyük düşler kuran insanlar başarır.Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde “vatanı için yasalar yaparken işe önce krallıktan vazgeçmekle başladı” dediği, ilk çağlarda eşitlikçi düzen kurmaya çalışan Lykurgos’un (bkz. Plutarkhos-Lykurgos’un Hayatı) düş gücü onu ütopik sosyalizmin bayrağı yaptı.Düş gücüyle yarattığı Kadınlar Savaşı, Barış, Kömürcüler, Eşek Arıları gibi oyunlarıyla Aristophanes, ilk çağlardan bugünlere kadar geldi.Lukianos edebiyat tarihindeki ilk bilimkurgu yapıtıyla (Gerçek Bir Hikâye) düşsel bir Ay yolculuğunu anlattı.Adaleti arayan Platon’un düş gücü dünyanın üniversite düzeyindeki ilk kurumunu (Akademi) yarattı.İnsanın özgürlük ve ölümsüzlük özlemleriyle birlikte en büyük tutkusu olan düş gücü, edebiyata 18. yüzyılın ikinci yarısında romantizmle, yaratıcılık, tarihsellik, bireysellik ve duyguyla girdi.DOĞADAN İNSANA ARMAĞANEdebiyatın yaşamda daha etkin olmasını isteyen, sanatçıya yaratma gücü veren romantikler, var olanı yansıtırken kendi doğrularını da yarattılar. Bir yapıtın değeri, var olana benzemesinde değil uyandırdığı coşkuda, saçtığı aydınlanmadadır dediler.Karşıtları (yerel-evrensel, maddesel-duyusal) bir araya getirerek bütünleştiren sanat yapıtlarının değerinin bunların yarattığı gerilimle ölçülmesini öneren romantizm, “güçlü duyguların birdenbire taşması” olan şiirin amacını, “gerçeği tutkulu bir biçimde insanların yüreğine ulaştırmak” diye tanımladı.Shelley, şiirin “dünyanın üstünde görünen örtüyü alıp orada uyuyan çıplak güzelliği” ortaya çıkardığını; Hugo, sanatın güzelin yanında çirkine de yer vermesi gerektiğini, güzel bir sanat yapıtının çirkini de içerdiğinde yücelik katına yükseldiğini söyledi.GOETHE’DEN EINSTEIN’A DÜŞ GÜCÜGoethe düş gücünün doğadan insana armağan o/Archive/2021/2/13/002742912-ic2.jpglduğunu düşündü ve Şeytan Mefistofeles’e yenilmeyen bir insan olarak Faust’u, evrensel insan tragedyasını yazdı. Düş güçleri Da Vinci’yi, Sinan’ı, Verne’i büyük insan kıldı.Einstein düş gücünün bilgiden daha önemli olduğunu söyledi. “Gözler az gördüğü, kulaklar az duyduğu ölçüde düş gücü artar” diyerek yazdı Zweig.Schiller’in “Hava için gök gürültüsü neyse, insanın ruhu için düş kırıklığı da odur” ve Twain’in, “Düşlerinizi kovmayın, çünkü onlar gidince belki siz kalırsınız ama artık yaşamıyorsunuz demektir” sözü unutulmasın.More, Ütopya; Companella, Güneş Ülkesi; Bacon, Yeni Atlantis; Huxley, Cesur Yeni Dünya; Orwell, Hayvanlar Çiftliği ve 1984; Baby, En Güzel Dünya; Havemann, Yarın’da düş gücünün götürdüğü yeni dünyalarla, Culliford’un (Peyo) düş gücü bizi Şirinler’le tanıştırdı./Archive/2021/2/13/002755443-kapakic3.jpgDEVRİMLER!İnsanlık, toplumsal ütopyalarla sömürüden, ezilmekten, mutsuzluktan kurtulmanın yollarını, eşitliğini aradı, başka insanlar tarafından köleleştirilmeyi engellemek istedi.Fransız Devrimi (bkz. Jaures: Fransız Devrimi’nin Sosyalist Tarihi, Hazan: Fransız Devrimi Tarihi, Hobsbawm: Fransız Devrimi’ne Bakış, Tanilli: Dünyayı Değiştiren On Yıl, Serebryakova: Fransız Devriminde Kadınlar ve Rude, Doyle, Lefebvre’nin Fransız Devrimi adlı kitapları) devrimci insanların düş güçlerini gerçekleştirmesi için büyük bir adımdı.Paris Komünü (bkz. Lissagaray: 1871 Paris Komünü Tarihi, Vautrin-Tardı: Halkın Çığlığı/ Paris Komünü) düş gücünün yaşama geçirilmesi deneyimiydi.Marks-Engels’in Komünist Manifesto’su insanlığın yaşamını toptan değiştirmeyi amaçlayan, tüm dünyayı sarsan bir ütopya oldu. Bu ütopyayı yaşamla somutlayan Sovyet Devrimi de ne yazık ki yenildi (bkz. Carr: Bolşevik Devrimi, Troçki: Rus Devriminin Tarihi, Reed: Dünyayı Sarsan On Gün)…ANADOLU’NUN ÜTOPYASI CUMHURİYET DEVRİMİMustafa Kemal, Namık Kemal’i, Tevfik Fikret’i anlayarak, onların düşlerinin üzerine yeni büyük düşler kattı. Çok zor olan “vatanı kurtarma” düşleriyle genç yüreğini doldurdu. Ulusal Kurtuluş Savaşını gerçekleştirdi.O’nun “Bugün, ufukta güneşin doğduğunu nasıl görüyorsam, uzakta bütün Doğu uluslarının uyanışını da öyle görüyorum,” diyen büyük düş gücü, Afrika’nın, Asya’nın, Latin Amerika’nın birçok toplumunda yankısını buldu.Nâzım Hikmet’in müthiş düş gücü, ciltler dolusu şiirlerini, Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yazdırdı. Şiirimizi taçlandırdı, dilimize olan güvenimizi doruğa taşıdı. Büyük düşlere sahip olan Tonguç, Atatürk’le, İnönü’yle, Arıkan’la, Yücel’le bütünleşip gerçekçiliği ve ilişkileriyle oluşturduğu insan zincirini yarattı, 80 yıldır aydınlatan köy enstitüleri sistemi’yle efsaneleşti.Gözyaşını gülmeceye çevirdi Aziz Nesin. Pencere’sinden güller serpti İlhan Selçuk. Tekerlekli sandalyede sürdürdüğü ömrü boyunca felsefeye, düşünceye, bilime, uygarlığa, sanata, insanlığa, aydınlığa, Cumhuriyet’e bilgelikler sundu Server Tanilli…Anadolu’nun ütopyası Cumhuriyet Devrimi, insanlaşma savaşımını sürdürüyor. Özgürlükle, ölümsüzlükle birlikte insanın en büyük tutkusudur düş gücü. Yenile yenile yenmesini öğrenecek insanlık, yeter ki düş gücünü yitirmesin. Öner Yağcıİhanetin romanı
İhanetin romanı Marta Oulie - Bir İhanetin Romanı; yapıtlarında gelenekler ve çağdaşlaşma çatışması ile dini değerleri ve kadının özgürlüğünü ele alan, 1928’de Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Norveçli yazar Sigrid Undset’in ilk kitabı. /Archive/2021/2/13/002332086-ic1.jpgYapıtlarında gelenekler ve çağdaşlaşma çatışması ile dini değerleri ve kadının özgürlüğünü ele alan, 1928’de Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Norveçli yazar Sigrid Undset’in ilk kitabı Marta Oulie - Bir İhanetin Romanı, Türkçede.Yirmili yaşlarındaki Marta’nın yaşamındaki üç evreyi işliyor roman; genç kızlık, evlilik ve evlilik sonrası… Bu üç evrede de Marta’nın yaşadığı gelgitler çok yönlü şekilde ele alınıyor, heyecanla pişmanlık daima iç içe.Marta Oulie - Bir İhanetin Romanı 1907’de yazılmış olsa da zamanını ve çağını aşarak, günümüz ilişkilerine dahi önemli sorular yöneltmekten çekinmiyor. Aşk her yerdedir. İhanet de öyle!/Archive/2021/2/13/002413602-kapak.jpgSIGRID UNDSET: 20 Mayıs 1882’de bir arkeologun kızı olarak Danimarka’nın Kalundborg kentinde doğdu. İki yaşındayken ailesiyle birlikte Norveç’e döndüler ve çocukluğunu o zamanki adıyla Kristiania, şimdiki adıyla Oslo’da geçirdi.Ressam olmak istiyordu fakat babasının genç yaşta yitirince aileye maddi yönden katkıda bulunmak için bu isteğinden vazgeçmek zorunda kaldı. Bir ticaret okulunda sekreterlik eğitimi aldıktan sonra büyük bir mühendislik bürosunda sekreter olarak çalışmaya başladı.İlk yazdığı ve yayınlanan eserlerinden elde ettiği bursla Roma’ya seyahat etti. 1907 yılında artık kendini kabul ettirmiş bir serbest yazar olarak çalışmaya başladı. 1919’dan itibaren Lillehammer’de yaşamaya başladı ve 1933’ten başlayarak özellikle de 1940’da kuşatılan Norveç’ten İsveç, Rusya, Japonya üzeri Amerika’ya kaçtıktan sonra Nasyonalizmle mücadele eden yazılar yazdı, konferanslar düzenledi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkesine döndükten sonra bir daha yazar olarak çalışmadı.10 Haziran 1949’da Lillehammer’de ölen Sigrid Undset’in en önemli eserleri; Jenny 1911 (Jenny 1921), Vaaren 1915 (ilkbahar), Gymnadenia 1929, Fru Hjelde 1930 (Bayan Hjelde 1930), Den braendende busk 1930 (Yanan Fundalık).Marta Oulie - Bir İhanetin Romanı / Sigrid Undset / Çeviren: Serkan Toy / Dedalus Kitap / 100 s. Cumhuriyet Kitap Eki