Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Tuesday, 03.25.2025, 12:07 PM (GMT)

News - Haberler

Stanley Kubrick'in arşivde kalan projesi 'Lunatic at Large', hayata geçirilebilir

Stanley Kubrick'in arşivde kalan projesi 'Lunatic at Large', hayata geçirilebilir Usta yönetmen Stanley Kubrick'in daha önce yapım aşamasına geçmemiş projesi "Lunatic at Large" filmi, hayata geçirilebilir. /Archive/2021/2/12/013927224-stanley-kubrick.jpgStanley Kubrick’in daha önce yapım aşamasına geçmemiş projesi "Lunatic at Large" filmi, yapımcı Bruce Hendricks ve Galen Walker tarafından uzun metrajlı bir film olarak hayata geçirilebilir."2001: A Space Odyssey", "Dr. Strangelove" ve "The Shining" gibi yapımlarla adını sinema tarihine yazan Kubrick 1999 yılında hayatını kaybetti.Ölümünün ardından arşivinde bulunan üç projeden biri ise, usta yönetmenin hayata geçirmeyi planladığı "Lunatic at Large"ın hikâyesiydi.Filmloverss'ın aktardığına göre, filmin konusu şimdilik gizli tutulsa da Walker ve Hendricks, "Lunatic at Large"ın hikâyesini Kubrick’in uzun yıllar boyunca birlikte çalıştığı yazar ve senarist Jim Thompson’la beraber hayata geçirdiği hikâyelerine uygun, film noir (kara film) türünde bir gerilim filmi olarak tanımladı.Filmin yapım sürecine 2021 yılının sonbaharında başlanması planlanıyor.Walker filmle ilgili yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:"Yıllar sonra bir Stanley Kubrick projesini beyazperdeye taşıma fırsatı yakalamış olmak benim için bir hayalin gerçekleşmesi gibi” dedi ve filmi, Kubrick’in eşsiz tarzına uygun bir şekilde yapmak istediklerini söyledi. Hendricks ise, “Stanley Kubrick’in birçok yönetmen üzerinde muazzam etkileri oldu. Kendisine ait bu orijinal fikrin bize emanet edilmiş olması onur verici." cumhuriyet.com.tr

Bayburt’tanİstanbul’a‘Maske/Çağrışımlar’

Bayburt’tan İstanbul’a ‘Maske/Çağrışımlar’ Baksı Müzesi’nde sergilenen “Maske/Çağrışımlar”, İstanbul’da sanatseverlerin ilgisine sunuluyor. Sergi 11 Şubat- 21 Nisan tarihleri arasında gezilebilecek. /Archive/2021/2/12/012103000-baksi-muzesi-maske-cagrisimlar-sergisi.jpgSimay Bülbül - "Fanustaki Çocukluk"Baksı Müzesi’nde sergilenen “Maske/Çağrışımlar”, Contemporary Istanbul Vakfı’nın işbirliği ile bu kez İstanbul’da sanatseverlerin ilgisine sunuluyor.Vakfın, Fişekhane’de bulunan ilk üretim ve sergi mekânı Cocoon’da, 11 Şubat- 21 Nisan tarihleri arasında gezilebilecek sergide; 20 sanatçı ve tasarımcının maske yorumlamaları yer alıyor.Prof. Hüsamettin Koçan, Feride Çelik, Banu Çarmıklı ve Özlem Yalım’dan oluşan bir sanat kurulunun şekillendirdiği sergi, içinde bulunduğumuz bu kaotik ortamda, sanatçı ve tasarımcıların yorumlayan, çözümleyen, alternatifler sunan çalışmalarıyla pandeminin kuraklaştırdığı hayatlarımıza ışık ve enerji katmayı hedefliyor.İnsanlık beklenmedik bir anda uğradığı bu cüssesiz ama cüretkâr saldırı nedeniyle paniğe ve umutsuzluğa kapılırken, sanatçılar, dünyanın her tarafında korunmanın temel unsuru olarak gösterilen maskelerle barışmaya çalışıyor.Bu bağlamdan hareketle güncele yanıt ararken, insanın maskeyle olan kadim ilişkisini sorgulayan bir çeşitlilik oluşturuyorlar. cumhuriyet.com.tr

AltyazıSinema Dergisi'ninşubat sayısıyayımlandı

Altyazı Sinema Dergisi'nin şubat sayısı yayımlandı Altyazı Sinema Dergisi'nin şubat sayısı yayımlandı. 204. sayının kapağında, başrollerini Jim Carrey ve Kate Winslet’in paylaştığı "Sil Baştan"dan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 2004) bir kare var. /Archive/2021/2/12/010714930-altyazi-sinema-dergisi.jpgAltyazı Sinema Dergisi'nin şubat sayısı yayımlandı. Dergi, şubat sayısında sinemanın hafızayla ilişkisine odaklanıyor.On iki inceleme yazısından oluşan dosya kapsamında Altyazı yazarları, sinema tarihininfarklı dönemlerinden seçtikleri filmleri hatırlama, unutma, nostalji, travma, geçmişle yüzleşme gibi kavramlar çerçevesinde değerlendiriyor.Altyazı’nın 204. sayısının kapağında, başrollerini Jim Carrey ve Kate Winslet’in paylaştığı “Sil Baştan”dan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 2004) bir kare var.2000’li yılların aşk acısı ve hafıza denilince akla ilk gelen filmlerinden biri olan Michel Gondry imzalı yapımı Erman Ata Uncu inceliyor. cumhuriyet.com.tr

71. Berlin Film Festivali'nde 15 film 'Altın Ayı' için yarışacak

71. Berlin Film Festivali'nde 15 film 'Altın Ayı' için yarışacak Almanya'nın başkenti Berlin'de düzenlenecek "71. Berlin Film Festivali"nde 15 film, "Altın Ayı" ödülü için aday gösterildi. Festivalin "Panorama" bölümünde ise, Ferit Karahan’ın yönetmenliğini yaptığı "Okul Tıraşı" filminin gösterimi yapılacak. /Archive/2021/2/12/005945028-berlin-film-festivali.jpgFestivalin yöneticileri Carlo Chatrian ve Mariette Rissbeek, yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını sebebiyle internet üzerinden yaptıkları açıklamada, bu yıl Berlinale'de yarışma bölümünde yer alacak filmleri duyurdu.Covid-19 salgını sebebiyle 1-5 Mart'ta çevrimiçi olarak sektör temsilcilerine, 9-20 Haziran'da da seyircilere yönelik 2 bölüm şeklinde düzenlenecek 71. Berlinale'de 15 film, "Altın Ayı" ödülü için yarışacak.Festivalde, "Altın Ayı" ve "Gümüş Ayı" ödüllerini alacak filmleri belirleyecek jüri heyeti, daha önceki Berlinale'de "Altın Ayı" ödülünü kazanan filmlerin yönetmenlerinden oluşuyor.Jüri heyetinde, İran’dan Mohammad Rasoulof, İsrail’den Nadav Lapid, Romanya’dan Adina Pintilie, Macaristan’dan Ildiko Enyedi, İtalya’dan Gianfranco Rosi ve Bosna Hersek’ten Jasmila Zbanic yer alıyor.Festivalde bu yıl, 59 ülkeden 166 film izleyiciyle buluşacak.'PANAROMA' BÖLÜMÜNDE, FERİT KARAHAN FİLMİ GÖSTERİLECEKFestivalin "Panorama" bölümünde, Ferit Karahan’ın yönetmenliğini yaptığı "Okul Tıraşı" filminin gösterimi yapılacak.Başrollerini Ekin Koç, Mahir İpek, Cansu Fırıncı, Melih Selçuk ile çocuk oyuncu Samet Yıldız'ın paylaştığı "Okul Tıraşı", 71. Berlinale'de dünya prömiyerini gerçekleştirecek."Altın Ayı" için yarışacak filmler ve yönetmenleri şöyle sıralandı:"Albatros" (Xavier Beauvois), "Bad Luck Banding or Loony ****" (Radu Jude), "Fabian oder Der Gang vor die Hunde" (Dominik Graf) , "Ghasideyeh gave sefid" (Behtash Sanaeeha/Maryan Moghaddam), "Guzen to sozo" (Ryusuke Hamaguchi), "Herr Bachmann und seine Klasse" (Maria Speth), "Ich bin dein Mensch" (Maria Schrader), "Introduction" (Hong Sangsoo), "Memory Box" (Joana Hadjithomas/Khalil Joreige), "Nebenan" (Daniel Brühl), "Petite Maman" (Celine Sciamma), "Ras vkhedavt, rodesac cas vukurebt" (Alexandre Koberidze), "Rengeteg-mindenhol latlak" (Bence Fliegauf), "Termeszetes feny" (Denes Nagy), "Una Pelicula de Policias" ( Alonso Ruizpalacios). cumhuriyet.com.tr

Beşayönce orta hasarlıdenilen binalaraşimdi az hasarlı, oturulabilir raporu verildi

Beş ay önce orta hasarlı denilen binalara şimdi az hasarlı, oturulabilir raporu verildi İzmir depremi sonrası Bayraklı ilçesinde 2 blok “orta hasarlı” olarak tespit edildi. Depremzedelere taşınma yardımı yapıldı. 5 ay sonra “Az hasarlı/oturulabilir” raporunun ardından AFAD, nakdi yardım ödenenlerden paranın iadesini istedi. Yurttaşlar tepkili. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), deprem sonrası binalarına “orta hasarlı” raporu verilerek nakdi yardım ödenen yurttaşlara mesajla IBAN numarası göndererek paranın iade edilmesini istedi.İzmir’in Bayraklı ilçesinin Manavkuyu Mahallesi’nde bulunan 2 bloktan oluşan Mustafa Bey Apartmanı, 30 Ekim 2020’de 119 kişinin ölümüne ve 1034 kişinin yaralanmasına neden olan depremin ardından yapılan hasar tespit çalışmalarında “orta hasarlı” olarak tespit edildi.İncelemeyi yapan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri, yurttaşlara iki binada da onarım yapmadan oturulamayacağını bildirerek “güçlendirme çalışması ya da kentsel dönüşüm” yollarına başvurmalarını önerdi. 31 daireye AFAD ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından taşınma yardımları yapıldı. Depremzede konut sahiplerine AFAD üzerinden 5 bin, kiracılara ise 2 bin 500 TL ödendi. Büyükşehir Belediyesi ise 5’er bin TL taşınma yardımında bulundu. İki bina tamamen boşaltıldı. Depremzedeler maddi ve manevi zorluklar yaşayarak yeni evlere taşındı.Ancak aradan geçen 5 ayın ardından Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, binalarda yeniden inceleme yaptı ve bu kez “az hasarlı/oturulabilir” raporu verdi. AFAD, yurttaşlara gönderdiği SMS mesajında IBAN numarası vererek ödenen nakdi yardımların iade edilmesini istedi. Vatandaştan, İzmir Valiliği’nin “Acil Yardım” hesabından gönderilen yardımın aynı hesaba geri ödenmesi ve dekontun valiliğe iletilmesi talep edildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ise iade talebinde bulunmadığı belirtildi.SOSYAL DEVLET NEREDE?Sürecin kendilerini mağdur ettiğini dile getiren depremzedeler “Taşınma masrafı, yeni eşya alınması, kira masrafı, yeni abonelik bedelleri gibi birçok gidere katlandık. Yıllardır oturduğumuz ev ve mahalleden kimimiz eşyalarını dahi alamadan apar topar ayrılmak zorunda kaldık. Eksik inceleme ile hazırlanan raporlar bizi mağdur etti. Buradaki sorumluluk bize yükleniyor. Sosyal devlet nerede?” diyerek duruma tepki gösterdi. Depremzedelerin avukatı Senem Kiraz, “AFAD tarafından kanun gereği depremzedelere yapılan maddi yardımın, kesin hasar tespit raporu sonucunda geri alınması sosyal hukuk devleti ile bağdaşmamaktadır. AFAD’ın verdiği maddi yardımların yanında devletin verdiği rapora güvenerek yapılan masraf katbekat fazladır. Ödemeler kesin hasar durumuna göre yapılmadığı için bu şekilde iade talepleri vatandaşı mağdur edecektir. Bu nedenle konunun uzlaşma ve mağduriyete yol açmadan çözülmesi gerektiği kanaatindeyim” dedi. Kiraz, devletin önceliğinin ödenen düşük bedelli yardımın iadesi değil, ağır hasarlı ve yıkılma tehlikesi olan binaların ivedilikle yıkılması olması gerektiğini söyledi. Muhammed Özmen

Ayasofya BaşimamıBoynukalın’ın laiklik karşıtıaçıklamasıtepkiçekti

Ayasofya Başimamı Boynukalın’ın laiklik karşıtı açıklaması tepki çekti Laikliğin anayasadan çıkarılmasını isteyen Ayasofya Başimamı Boynukalın’a tepki yağdı. Prof. Arat, devlet memuru olan Boynukalın’ın suç işlediğini, yargılanması gerektiğini belirtti. Avukat Sarıhan, “AKP’nin yeni Mecelle istediğini” vurguladı. Hukukçu Moroğlu da “Laiklik mutlaka korunmalı” dedi. Ayasofya Başimamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesi ve anayasanın değiştirilemez maddesi “laikliğin” çıkarılmasını talep etmesi tepki çekti.Demokratik bir anayasa için laikliğin temel unsur olduğu anımsatılarak Boynukalın’ın yaptığı açıklamalarla suç işlediği hakkında adli ve idari süreç başlatılması gerektiği vurgulandı.Boynukalın, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, yeni anayasa çalışmaları kapsamında laikliğin anayasada yer almamasını isteyerek “1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslamdı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” dedi. Açıklamanın ardından Boynukalın’a sosyal medyadan tepki yağdı. Prof. Necla Arat, Şenal Sarıhan ve Nazan Moroğlu, Başimam Boynukalın’ın açıklamasını Cumhuriyet’e değerlendirdi.SAVCILAR GÖREVE- Prof. Necla Arat: (Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı): Devrim karşıtları, gemiyi artık iyice azıya aldılar. Son 20 yılda kazandıkları mevzileri artırma yolunda dört nala gidiyorlar. Laik Cumhuriyetin ideolojisini ortadan kaldırmak için yıkıcılık işlevini üstlenen kimi militanlar, şimdi de son günlerde gündeme sokulan yeni anayasa yapma tartışmalarından heveslenerek laikliğin anayasadan çıkarılmasını talep ediyorlar. Ayasofya’nın başimamının bu güruh içinde yer almış olması, hâlâ geçerli olan anayasamızın laiklik ilkesine aykırıdır ve devlet memuru olan biri için vahim bir suçtur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu şahıs için soruşturma açmasını bekliyor, ayrıca laik Cumhuriyetin savcılarını göreve davet ediyorum.- Şenal Sarıhan (Cumhuriyet Kadınları Derneği Kurucu Genel Başkanı): AKP, iktidara geldiği ilk yıllarda gizlediği gerçek amaçlarını adım adım yaşama geçirmeye çalışıyor. Yaşamın her alanına yönelik olarak fiilen sürdürdüğü İslami esaslara dayalı bir devlet düzeni özlemini, yasal yollarla kuşatma altına alıyor. Laiklik ilkesinin 1937’de anayasada yer alması halkın talebinin ürünüdür. Demokratik bir anayasa ve yaşam için laiklik en temel unsurdur. Halkın dini inançlarına göre devlet önünde çifte standarda maruz kalmasını engeller. Eşitliği besler. İnsanın insana saygısını güçlendirir. Din ve düşünce özgürlüğü için bir güvencedir. AKP, yeni anayasa söylemini, esas olarak yeni bir mecelle yaratma amacı ile gündeme getirmektedir. Mevcut yasal düzenlemelerimiz bugün iktidarın sayısal gücü açısından buna izin vermeyecektir. Ancak daha önemli bir engelin, halkın bu konudaki kararlı tutumu olacağı inancındayım.‘LAİKLİK GÜVENCEDİR’- Nazan Moroğlu (İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü ve İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı): Laiklik ilkesi demokrasinin, insan haklarının ve kadın haklarının güvencesidir. Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan İslam devletleri arasında hukuk ve devlet sistemini laikleştirmeyi başarabilmiş tek ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Laiklik ilkesi ülkemizde demokrasinin ve insan haklarının, özellikle kadın haklarının güvencesidir. Laiklik din ve vicdan hürriyetinin de güvencesidir. Günümüzde ‘anayasa’ ve ‘laiklik’ üzerinden gündem değiştirmeye çalışılması zaman kaybına ve ayrıca koronavirüs pandemisinin neden olduğu büyük sorunların görmezden gelinmesine yol açmaktadır. Koronavirüs pandemisi de bir kez daha göstermiştir ki ülkeler küresel krizlerden ve salgınlardan ancak akla, bilime dayanarak çıkış yolu bulabilmektedir. Bu nedenle, özgür düşüncenin, demokrasinin ve kadın haklarının güvencesi olan laikliğin korunmasına, yaşamın her alanında aklın, bilimin önderliğinin kabul edilmesine bugün her zamandan çok ihtiyaç vardır.BAHÇELİ’YE LAİKLİK ANIMSATMASICHP Grup Başkanvekili Engin Altay, laikliği hedef alan Boynukalın’a tepki gösterdi. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “laiklik” konusundaki görüşlerini merak ettiğini kaydeden Altay, “Boynukalın, ‘laiklik çıkarılsın’ buyurmuş. Sen laiklikle ne derdin var onu bilmem. Toplumun sinir uçlarına provokatif söylemleri düşünce özgürlüğü olarak pazarlayamazsın. Sayın Devlet Bahçeli acaba bu imam efendi hakkında yorum yapacak mı?” dedi. Seyhan Avşar

İYİParti,ÜmitÖzdağ'ıihraçiçin yeniden toplanıyor

İYİ Parti, Ümit Özdağ'ı ihraç için yeniden toplanıyor İYİ Parti Genel İdare Kurulu, ihraç edilip mahkeme kararıyla partiye geri dönen Ümit Özdağ yeniden ihracını görüşmek için yeniden toplanıyor. İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu ile ilgili “FETÖ’cü olduğuna” yönelik açıklamalarının ardından partisinden ihraç edilen ancak mahkeme kararıyla geri dönen İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ ile ilgili, İYİ Parti Genel İdare Kurulu’nun (GİK) bu ayın sonunda yeniden toplanacağı belirtildi. GİK’in, “Özdağ’ın yeniden partiden ihraç sürecinin başlatılması yönünde karar alacağına” vurgu yapılırken, bu kez parti yönetimi “usulde bir hataya yer vermek istemiyor.” Parti yönetimi, CHP’den istifa eden Muharrem İnce’nin kuracağı partiye “İYİ Parti’den de geçişler olabileceği” yönündeki iddiaları da yalanladı. Selda Güneysu

İoanna Kuçuradi ile hayatüzerine-1: Salgının etkileri,özgürlük, haklar, mutluluk...

İoanna Kuçuradi ile hayat üzerine-1: Salgının etkileri, özgürlük, haklar, mutluluk... Türkiye’nin değerli filozofu, 50 yıllık felsefe hocası Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile konuşmak, onun kitaplarını, yazılarını okumak, seminerlerini dinlemek başlı başına bir mutluluk. Hele de salgınla ilgili korkuların, belirsizliklerin hepimizi yorduğu bugünlerde, “Mutluluk duyulan bir şeydir, olumsuzluklar içinde de mutlu olunabilir” diyen Prof. Kuçuradi’ye kulak vermenin tam sırası. Salgın süresince derslerine, yazılarına, konuşmalarına, kısacası tüm çalışmalarına her zamanki temposuyla devam eden Prof. İoanna Kuçuradi, tüm bunlara ek olarak bir de “The Death Penalty: Justice or Revenge?” (Ölüm Cezası: Adalet mi, İntikam mı?) başlıklı bir kitabın editörlüğünü yaptı. Prof. Kuçuradi, “Benim işlerimden biri, insanları düşündürmek yani insanların düşünmeleri için onlara malzeme sağlamaktır. Yaşama hakkının apaçık bir ihlali olan ölüm cezası üzerine insanlar düşünebilsin diye, malzeme olsun diye hazırladım bu kitabı” diyor. Şimdi Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’ye sorduğumuz sorulara ve onun, diziyi okuyan herkesi düşünmeye, kendini daha iyi hissetmeye sevk edeceğini umduğumuz yanıtlarına geçelim...- Bir yazınızda, “Dünya problemlerine felsefeyle baktığımızda, hangisine bakarsak bakalım, hepsi insan haklarıyla ilgili görünüyor” diyorsunuz. Salgınla ilgili yaşananları bu açıdan değerlendirebilir misiniz?Yalnızca bilgisel araştırmalarda değil, yaşamda da karşılaştığımız problemler, yani alınan / aldığımız kararlarla, yapılan / yaptığımız eylemlerle ilgili problemler etik problemlerdir, değer sorularıyla ilgili problemler. Bu etik problemler insan hakları problemlerini de kapsıyor. “Dünya problemleri” dediklerimiz de kamu alanında insanların -sorumsuzca davranan insanların- kararları ve yaptıklarıyla yarattıkları insan hakları problemleridir. Benim görebildiğim kadarıyla, yaşadığımız küresel salgın, bir insanın bilgisizliğinden veya sorumsuzluğundan çıkmış bir doğa olayıdır, bunun için de savaşılması çok zor bir olay -hele hele dünyada insanlar kimi bilgisizce, kimi sorumsuzca davranıyorsa. Devlet dediğimiz kurumun ve uluslararası kuruluşların varlık nedenlerinin gerektirdiklerini yerine getirmeleri gereken en önemli durumlardan biridir bir pandemi - hem de ilacı henüz bilinmeyen / bulunmayan bir pandemi. En başta sağlık hakkı ve yaşama hakkıyla ilgilidir bu pandemi. Bu, çok açık. Benim söylememe gerekmeyecek kadar açık.EVDE ÇALIŞMAK MİSKİNLEŞTİRİYOR- Salgın bittikten sonra dünya eskisi gibi olmayacak diyen çok. Haklılar mı? Nasıl bir dünya bekliyor bizi? Ve dünya nasıl olmalı?Salgın olsa da olmasa da dünya tarihselliğinde değişiyor. Ne var ki bu salgın, insanlaştırılmaya çalışılan robotlarla ve dijitalleştirmeyle birlikte radikal değişikliklere -dünya görüşü ve hayat anlayışı değişikliklerine- yol açıyor. Eğitimde yapılması gereken değişikliklerle dengelenmediği takdirde, bunun, insanların / insan olmanın zararına olduğunu düşündüğüm bir değişikliktir. “Nasıl bir dünya bekliyor bizi” somutluğunda nasıl olacağını söylemek ne kadar mümkün? Ama bugün insanların çoğunun farkında olmadan itildikleri yere bakarsak, bazı insansal yeteneklerin atrofiye (körelme, zayıflama) uğrayacağını söyleyebilirim. Pandemi birçok insanın, ilk bakışta daha rahat görünen ama insanlara, kanımca, zarar verebilecek alışkanlıklar edinmelerine yol açıyor -evde çalışmak gibi. Evde çalışınca insan miskinleşebiliyor. “Dünya nasıl olmalı” sorusuna ancak özlemlerle cevap verilebilir. Bu özlemler de farklı, ama dile getirilenlerin çoğu, yaşanılan andaki sorunların olmayacağı bir dünya olarak betimleniyor. Adaletsizliğin, yoksulluğun olmadığı, yani bugün istemediklerimizin olmadığı bir dünya. Acaba böyle bir insan dünyası mümkün mü? Ama bu, o yolda yürümeyi -elimizden geleni ve onu zorlayarak yapmamızı- engellememeli.HAK İLE MENFAAT- Haklar ve özgürlükler birbirine mi karışıyor? Bu iki kavramı bize anlatabilir misiniz?Bu iki ideyi karıştırmaktan öte, onları yaygın anlama biçimlerinde sorunlar var. Bu sorunlardan da bunlar hakkında bilgi üretmeleri beklenenler sorumlu. İnsan haklarıyla ilgili uluslararası belgelerde “x özgürlüğü hakkı” ifadesiyle karşılaşıyoruz yani özgürlükler hak sayılıyor. Ama “hak” ne? ve “özgürlükler” ne? Ve neyse bu özgürlükler, bunların “hak” sayılması ne demek? “Hak” ile “çıkar / menfaat”ın dikkatle birbirinden ayrılması gerekir. Bir şeyin birinin “hakkı” olduğunu -yerli yersiz- iddia ettiğimiz zaman, ne kastediyoruz? Onun yoksun bırakıldığı ve ona muhakkak verilmesi gereken bir şeyi kastediyoruz. O zaman, özgürlüklerin birer hak olması ne demek olabilir? Buna bir cevap verebilmek için, önce bu “özgürlükler”den neyin anlaşıldığına ve neyin anlaşılmasının uygun olduğuna bakalım. Felsefe tarihindeki özgürlük anlayışlarına “kimin / neyin özgürlüğü” sorusuyla birlikte baktığımda, “özgürlük” teriminin en az üç farklı kavram altında toplayabileceğimiz anlamları oluyor. Özgürlüğün taşıyıcıları bakımından sorulan bu soru açısından felsefe tarihine baktığımızda, şu üç farklı özgürlük kavramıyla karşı karşıya geliyoruz: Tür olarak insanın özgürlüğü, kişinin özgürlüğü ve toplumsal özgürlükler.ETİK ÖZGÜRLÜK“İnsan özgür müdür” sorusu, üç farklı soru olarak karşımıza çıkıyor: “İnsan özgür müdür?”, “İnsan eylemlerinde özgür müdür?” ve “İnsanın istemesi / iradesi özgür müdür?” şeklinde. Burada “özgürlük”ten kastedilen, insanın kendi dışından herhangi biri ya da herhangi bir şey tarafından belirlenmemesidir. “Özgürlük var mıdır?” anlamına gelen bu soruya da kimi filozoflar “var”, kimisi de “yok” diyor. Ta ki Kant, özgürlükle ilgili bu soruyu değiştiriyor ve “Özgürlük nedir?” sorusunu sorarak kendi cevabını veriyor. “Özgürlük var mı, yok mu sorusu” yanlış sorulan bir sorudur ve bir kısırdöngüdür. Çünkü “özgürlük” teriminden ne anlaşıldığına bağlı olarak “var” şeklinde, ama “yok” şeklinde de cevaplandırılabilir. İşte “Özgürlük nedir” sorusunu soran Kant, özgürlüğü kişinin istemesinin / iradesinin (yani bir şeyi isterken) ne tarafından belirlendiğine bakarak cevaplandırıyor. Soruya verdiği cevapların en kolay anlaşılır olanını burada dile getirirsem: Özgürlükle, kişinin istemesinin “pratik buyruk” adını verdiği “buyruk” tarafından belirlenmesi; yani bir insan eylemde bulunurken kendini ve eyleminin yöneldiği kişi veya insanları “sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak görerek yaptığını yapmasıdır. Günlük bir dille söylersem, siz, ben bir eylemde bulunurken bu eylemi size / bana bir şey dönsün diye -yani herhangi bir anlamda bir çıkar için- yapmamak demektir. Bu tür özgürlüğe ben “etik özgürlük” diyorum. “Toplumsal özgürlüğü” ise burada çok kestirmeden söylersem, toplumsal ilişkilerin ve kamu işlerinin açık kavranılmış insan hakları ilkeleri tarafından belirlenmesi olarak dile getiriyorum. İşte bunun için, bize öğretilen ve özgürlüğün en yaygın anlaşılma biçimi olan “kişinin, başkasına zarar vermeden istediğini yapmasıdır” anlayışı, bana, en azından çok sığ görünüyor.BENDEN SONRA TUFAN- Maske takmama, aşı olmama özgürlüğü ya da hakkı olabilir mi insanların?“Maske takmama”nın özgürlükle bir ilgisi yoktur. Dil olarak maske takıp takmamanın “serbestliği”nden söz edilebilir. Ama bu, “başkasına zarar vermeden istediğini yapma” anlayışına bile ters düşüyor. Aşı olmamaya ise ayrı olarak bakmanın uygun olacağını düşünüyorum. Çünkü bu, kişinin bedenine bir müdahaledir. Ve bunu “Hangi aşı?”, “Hangi hastalık?” vb. sorularla birlikte ele almak gerekir. Yani bu soruyu somutluğunda / tekliğinde tartışmak gerekir -aşının ve koşulların özelliğine göre.- Salgın sırasında beni en çok hayrete düşüren, anlayamadığım, kabul edemediğim bir durum var. Karantinada olması gereken bazı insanlar toplum içine karışmakta bir sakınca görmüyor! Hastalığı bir başkasına bulaştırma korkusu yaşamayan, hatta “bana ne” diyen insanlar bunu neden yapıyor sizce? Bir başkasının ölümüne sebep olabileceklerini düşünmüyor mu bu insanlar? Yoksa akıl edemiyor mu? Umursamıyor mu?Sevgili Figen Hanım, ben de çok şeye şaşırıyorum, ama olgu olarak karşımızda duruyor. Benim kanaatime göre, böyle yaparken çoğunluk, aslında ne yaptığının farkında değildir. Ama “Benden sonra tufan” diyenler de var. Birçok insan, yapmaması gereken bir şey yapınca ve sonra bunu neden yaptığı ona sorulunca, bir neden söylüyor. Her yaptığımızın / ettiğimizin bir ya da birkaç nedeni var, nedensiz - niçinsiz eylem olmaz ancak refleksler olur. Ama bu nedenin değersel niteliği ne? İyi niyet bile yetmiyor. Ben size bir örnek vereyim buna: Genç bir insan, tanımadığım bir genç insan, benim haberim olmadan bana bir sosyal medya hesabı açtı, arkadan da bunu, “Sizin düşünceleriniz daha çok insana ulaşsın istiyorum” diye bir e-mail gönderdi bana. “İyi” şeylerin olmasını isteyen bu genç ve daha birçok insan, benim anladığım anlamda “değerler eğitimi” görseydi, o değerli niyetini gerçekleştirmenin doğru bir yolunu, büyük bir olasılıkla bulurdu. Bunun için, çocuklara geçerli / yaygın değer yargılarını öğreten bir “değerler eğitimi” değil, insan haklarının da etik eğitimini kapsayan bir “değerler eğitimi” işe yarayabilir.“Dünya nasıl olmalı” sorusuna ancak özlemlerle cevap verilebilir. Bu özlemler de farklı, ama dile getirilenlerin çoğu, yaşanılan andaki sorunların olmayacağı bir dünya olarak betimleniyor. Adaletsizliğin, yoksulluğun olmadığı, yani bugün istemediklerimizin olmadığı bir dünya. Acaba böyle bir insan dünyası mümkün mü? Ama bu, o yolda yürümeyi -elimizden geleni ve onu zorlayarak yapmamızıengellememeli.İnsanların çoğunun “yalnız” -kendileriyle baş başa- kalmaktan sıkıntı çekmelerinin farklı nedenleri olabiliyor. Ama ben sadece çok pratik bir iki neden ve sağlıklı insanlarla ilgili bir iki neden söyleyeyim: Alışkın oldukları düzen bozuluyor ve yapacak işleri yoksa, canları sıkılıyor. Sıkılıp sıkılmamak da genellikle kafamızla ilgili.Bugün insanların çoğunun farkında olmadan itildikleri yere bakarsak, bazı insansal yeteneklerin atrofiye (körelme, zayıflama) uğrayacağını söyleyebilirim. Pandemi birçok insanın, ilk bakışta daha rahat görünen ama insanlara, kanımca, zarar verebilecek alışkanlıklar edinmelerine yol açıyor: evde çalışmak gibi. Evde çalışınca insan miskinleşebiliyor.PARAYA BAĞIMLI OLUNMAMALI- Aşı konusunda bir ahlaki ikilem yok mu? Bilim insanlarının bunu insanlık adına yapması gerekmez mi? Aşıya ulaşmak dünyadaki herkesin eşit hakkı değil mi? Zengin ülkeler ihtiyaçlarından fazlasını alırken yoksul ülkelerin güvenli bir düzeye bile erişememe riskine neden izin veriyor aşıyı üreten bilim insanları?İkilem yok, problem var: “Bütün insanlar onur ve haklar bakımından eşit” doğuyorsa, Dünya Sağlık Örgütü’nün ona göre bir düzenleme yapması, Birleşmiş Milletler’e üye devletlerin de buna uymaları gerekirdi. İnsan hakları, özellikle bazıları -beslenme, barınma, sağlık, eğitim vb- paraya bağımlı olmamalı. Dünyamız, gezegenimizin başına bir şey gelmezse, günün birinde bu noktaya gelir belki, ama 50 yıl, 100 yıl ya da 200 yıl, 300 yıl sonra. Kişiler kendilerini her şeyden önce -diğer kimlikleri ve koşulları ne olursa olsun- insan olarak görmeyi öğrenmedikçe, en azından daha çok sayıda insan herbirimizin her şeyden önce insan olduğunun farkına varmadıkça, “parayı veren, düdüğü çalar.”- Salgınla insanların hangi özellikleri daha çok öne çıktı sizce? Yalnız kalabilen, bunu tercih eden, kendi kendine yeten insanlar ruhsal olarak daha mı rahat atlatıyor karantina günlerini?İnsanların çoğunun “yalnız” -kendileriyle baş başa- kalmaktan sıkıntı çekmelerinin farklı nedenleri olabiliyor. Ama ben sadece çok pratik bir iki neden ve sağlıklı insanlarla ilgili bir iki neden söyleyeyim: Alışkın oldukları düzen bozuluyor ve yapacak işleri yoksa, canları sıkılıyor. Sıkılıp sıkılmamak da genellikle kafamızla ilgili.BİLGİ EKSİKLİĞİ KORKUTUYOR- Salgının kendisi mi bizi daha çok korkutuyor yoksa inandıklarımız, duyduklarımız, medyada sürekli maruz kaldıklarımız mı?Bu salgının kendisi yeterince korkutucudur, nesnel olarak korkulacak bir şeydir. Nesnel olarak onu korkutucu yapan da bilgi eksikliği. Duyduklarımız arasında, hatta ilgili bilim insanlarının söyledikleri arasında tutarsızlıklar var. Bu da şu andaki duruma göre, şaşılacak bir şey değil. Karakter özelliğinden dolayı göre kolayca korkan bir insan, ya da Heidegger’in deyişiyle Angst / angoisse / boğuntu duygusunu yaşayan bir insan daha çok etkilenir bu durumdan.- Herkes farklı yaşıyor salgını ama ruhsal çöküntü sanki ortak bir durum. Bu kadar olumsuzluk içinde mutlu olmanın bir yolu var mı?Belirsizlik insanın içini yoruyor. Ama ruhsal çöküntünün herkeste olduğunu söyleyemem. “Mutluluk”tan acaba ne anlıyorsunuz? “Mutluluk” denilen, duyulan bir “şey”dir. Ve bu duyguyu kişilere farklı şeyler yaşatıyor. Ben mutluluk hakkında, örneğin Aristoteles’in ne dediğini size doğru anlatabilirim, ama kendim pek bir şey söylemem. Olsa olsa bir üst tanım yapabilirim. Ama bu bile benim mutluluk anlayışım olur. Yaşanan / duyulan bir şeydir mutluluk. Bu böyle ise bu olumsuzluklar içinde de “mutlu” olunabilir.- Felsefe eğitimi almış bir insan daha iyi, daha mutlu bir yaşam mı sürer? Yaşadıklarımıza nasıl bir yararı olur felsefenin?Belirli bir felsefe eğitimi almış olan bir insan, bu eğitim aracılığıyla -farklı derecelerde de olsa- değer bilgisine dayanarak kendi gözleriyle bakmayı, dolayısıyla da görmeyi ve buna göre eylemde bulunmayı öğrenebilmişse, insan olmaya yakışan bir yaşam sürebilir. Bir pandemi sırasında da sürebilir. Ama buna daha “iyi”, daha “mutlu” bir yaşam denebilir mi? Kimisi der, kimisi demez! Figen Atalay

Faruk Pekin’le 50 yılönce 50 yıl sonra: 'BÜ’deözerküniversiteden kayyım tartışmasına'

Faruk Pekin’le 50 yıl önce 50 yıl sonra: 'BÜ’de özerk üniversiteden kayyım tartışmasına' Boğaziçi’nde, özerk üniversite savaşımında öncü öğrenci hareketlerinin Öğrenci Birlik Başkanı Faruk Pekin’le 50 yıl öncesi ile bugünün tartışmalarını masaya yatırdık.. Faruk Pekin, 1964-69 yıllarında, iki dönem yardımcılığını yaptığı Öğrenci Birliği’nde, 1968-69 yıllarında Birlik Başkanı olur. Hiç kopuş yaşamadan, Boğaziçi’nin güçlü demokratik geleneklerini zorlayarak, oy sahibi olamasalar da yönetim organlarına doğrudan katılmada sağladıkları haklardan da yararlanırlar.Yönetim içinden ve de kamuoyuna dönük sayısız eylemleri ile verdikleri özerk üniversite savaşımında, bugünün Boğaziçi Üniversitesi’nin kurulması kazanımında öğrenciler olarak, yanlarında duran öğretim üyeleri ve kimi mütevelli heyeti üyelerinden katılımlarla da sonuca ulaşırlar. Faruk Pekin, “RKYO öğrencilerinin 1960’lı yılların sonundaki bilinçli ve ısrarlı müdahalesi olmasaydı, bugün Boğaziçi Üniversitesi yerinde ‘Bosphorus konutları’ olacaktı” diyor.Robert Kolej Yüksekokulu’nun (RKYO), dönemin koşulları içinde yaşanan bir dizi yasal, yargısal, toplumsal gelişmenin sonucu, zorunlu kapanma sürecinde; Boğaziçi özerk üniversitesi savaşımına öncülük yapan öğrencileri, örgütlü gelenekleriyle görevlerini üstlendiler. Yıllar süren içeriden ve kamuoyuna dönük eylemler, Boğaziçi geleneklerinin işlerliği, savaşımlarının sonucunda, Robert Kolej’den Boğaziçi Üniversitesi’ne geçiş yaşandı.50 yıl öncesinin özerk üniversite tartışmalarının gündemde olduğu süreçte, Robert Kolej öğrencilerinin önderliğinde başlayan güçlü hareketin içinden tanıdığımız Faruk Pekin ile bugün de yaşanan sıcak tartışmaları daha sağlıklı okuyabilmek üzere, “Elli yıl önce, elli yıl sonra” yaşanan süreçleri masaya yatırdık.. Galiba bugünün üzerlerinde boza pişirilmek istenen “Z” kuşağı başta, Boğaziçi tek örnek değil, yerleşik üniversitelerin tümünü, öğrencileri, öğretim kadroları, gelenekleriyle hedef almış ele geçirme operasyonlarının dinamiğinin soyut suçlamaları yerine, öncesinde somut geçmişin koşullarını anlamak gerek../Archive/2021/2/12/031339590-sukran1.pngBugünün hak-hukuk, buharlaşmış demokrasi, hele de gençliğin çekildiği dipleri gözeterek, kimi hiç bilinmeyenlerden söze girmezsek olmayacak.. 27 Mayıs Anayasası, özgürlüklere ilişkin gelen yasaları, hele de gençlik için geçerli ortamda, üniversiteler, yüksekokullar öğrencilerinin tümü için geçerli demokratik örgütlülük haklarından başlarsak.. Her yükseköğrenim kaydını yaptırmış öğrencinin otomatik, oy kullanma hakkını kullanabiliyor olarak oluşturdukları fakülteler ve yüksekokullar cemiyetlerinin doğal üyesi olmalarından başlayarak, cemiyetlerin birleşmesi ile üniversiteler, yüksekokullar birliklerinin, onların üzerinde zincirleme üst çatı TMTF, bir üst çatı işçi gençliğin de katılması ile TMGT örgütlülüklerini, gençliğin güçlü, örgütlü gücünü hafife alamamak zorunluluk. Faruk Pekin, o yılların yaşanmışlıkları içinde benim gazeteci, kendisinin öğrenci olarak yaşadıklarının belgeleri, bir dizi kitap, broşür, elbette gazetemizde de yayımlanmış haberler dizilerinin bileşkesinde, elbette bana değil, günümüz kamuoyuna dönük olarak, önceliklerini saptayan notlar, bilgiler, görsellerle karşımda biraz heyecanlı duruyor. Derdi kamuoyundaki tartışmaların kitlelerce yanlış algılanmaması, yorumlanmamasına yönelik, bir gazete sayfasına sığdırılabilecek önceliklerini paylaşmak. Günümüzün kirli oyun, çıkarlar cambazlığında her şey o kadar kolay, gerçeklerin tam tersi olarak pazarlanabiliyor ki.. Boğaziçili olma ruhu, 60’lı yılların sonlarındaki kendi insancıl, değerler savaşımları ile öylesine anlamlı ki.. Faruk Pekin ile 66’dan günümüze sadece Boğaziçi de değil, örgütlü gençliğin çok güçlü toplumsal savaşımlarının gündemlerinin hepsi bir arada.. Sadece, Boğaziçi, gençlik gündemli yayımlanmış haber ve dizilerimizin hesabı yok../Archive/2021/2/12/031340527-sukran2.pngCımbızla seçmek gibi bir titizlik içinde hazırladıklarını sizlerle de paylaşmaya çalışacağım./Archive/2021/2/12/031338668-sukran3.pngLozan yabancı okullar hukuku, Robert Kolej, dönemin özel yüksekokullar furyası yıkımı, gençliğin başkaldırısı ile öğrencileri mağdur edilmeden kapatılmaları.. Bebek’te ya Kolej’in kapatılması, arsaların Amerikalılara kalması ile gerçekten oteler, vilalar düşlerinin görülmesi ya da Türkiye’nin özerk üniversitesinin açılması savaşı.. Amerikan tarafı pusuda. Amerikalı, Türk mütevelli heyeti üyeleri mezheplerine göre taraf seçmişler, Ankara siyaseti ile pazarlıklar içindeler../Archive/2021/2/12/031338136-sukran4.pngFaruk Pekin, 1964 yılında öğrenci olarak mühendislik bölümüne girişi ile başlayan, iki dönem birlik başkan yardımcılığı, sonra birlik başkanı, 1964-69 dönemi gelişmelerini özetlerken 1968 kuşağı, “Bizim 68’lilerin” dünyasını, savaşımlarını da paylaşmış oluyor.. İTÜ’de Harun Karadeniz, İTÜ yüksekokullarında Çetin Uygur, Robert Kolej’de Faruk Pekin.. 47 devrimci örgütün, birlik, cemiyet, yüksek teknik okullarından 47 örgütün ortak imzası ile “beklediğin ekonomik düzen” başlıklı bir kampanyanın eşlemlerindeler. Yabancı sermaye, ortak pazar, montaj sanayisinin yurdumuzdan kovulacağı vurgulanıyor. “Yurdumuzdan kovulacaktır” deniliyor. Görselini paylaşacağımız eylemler halkalarının kolajı yapılmış metin içinde de Boğaziçi öğrencileri var. Dönemin ortak katılımlı çok sayıda eylemlerinin havasını yansıtıyor. Konu yapılan her bir eyleme, çok sayıda yüksek öğrenci katılımının olduğunu unutmayalım. Kanlı Pazar, 6. Filo, ekonomik kriz, işçi gençlik, eğitimin her gündemi var. Özel okulların devletleştirilmesi kampanyalarında, eğitim çöküşünün yaşatıldığı özel okullar furyası ile bağlantılı etkilenmiş okullar ön plana çıkıyor. Özel okulların devletleştirilmesi kampanyası, öğrencilerinin haklarının korunması çerçeveli giderek güçleniyor./Archive/2021/2/12/031342090-sukran5.pngFaruk Pekin’in Robert Kolej Birlik Başkanlığı, Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmesi çalışmaları ile çakışıyor. Kolejin mali ve idari açıdan var olan yapısıyla yaşayamayacağı gerçeği ile yüzleşiliyor. Radikal bir değişim gündeme giriyor. Mütevelli heyetinin Amerikan ve Türk tarafları Amerika ve Türkiye siyaseti ile girişimler içinde çözüm arayışlarına girerlerken, Arnavutköy’deki Kolej’in Bebek’e taşınması, binalarının okul olarak kullanılması ve çok geniş Amerikan mülkiyetinde olan arsalarının satılması yolunda formül arayışları içine giriyorlar. 1969 yılı başında, o zaman yürürlükte olan 625 sayılı Özel Yüksekokul’lar Yasası’nın 20. maddesinin açık hükümleri ile bağlantılı olarak gelişmesinin engellenmesi gerçeği gözlerden uzak tutuluyor. İlk öğrenci boykotu Robert Kolej Yüksekokulu’nda yapılıyor. İki günlük boykot öncesi Başkan Faruk Pekin’in kürsüden yaptığı konuşmanın fotoğrafını da paylaşıyoruz. Öğrenciler Boğaziçi geleneği içinde tavırlarını koyuyorlar. Robert Kolej Yüksekokulu’nun millileştirilmesini tartışmaya açıyorlar. Boykotun ardından sonraki haftada antidemokratik yönetmenlik ve içtüzük maddeleri ele alınıyor, antidemokratik uygulamalara karşı direnişler gündeme sokuluyor. Öğretim üyelerinin koşullarına dönük, bölümlerin sorunlarını ele alan alternatif programlar öneriyorlar. Lise, Arnavutköy kampusuna gönderilerek yüksek eğitim için yer açılıyor. Öğretim Üyeleri Kurulu’na öğrenci temsilcileri giriyor. 12 Mart 1971’e kadar Robert Kolej dört kültür haftası düzenliyor. Eğitimde, ekonomik koşullarda anlamlı gelişmeler öğrencilerin oy hakları olmaksızın denetimleri sayesinde gerçekleştiriliyor. Yolsuzluklar ortaya çıkarılıyor./Archive/2021/2/12/031337761-sukran6.png26 Eylül 1970 tarihli gazetemizde Robert Kolej’de yüksekokulun kapatılması hâlâ gündemde haber olarak yer alıyor. 28 Eylül tarihi ile Faruk Pekin’in getirdiği içeriden verilerle Robert Kolej’in geleceğinin çıkmazda olduğunu, çeşitli boyutları ile dizi olarak okurumuzla paylaşıyoruz. Pekin, 12 Mart darbesi sonrası gelen sıkıyönetime kadar sürveyan olarak çalıştığından tüm eylemleri yakından izliyor. Geniş bir öğrenci kadrosu olarak özerk üniversite istekleri, savaşımları doğrultusunda çalışmalarını adım adım güçlendiriyorlar. Birliğin talebi çok nettir: Bebek’i üniversiteye devretmek çalışmaları sloganları giderek güçleniyor. Özerk üniversite istekleri güçlendikçe, Bebek’i üniversiteye devretme karşıtı arayışlar da yükseliyor. Lozan’a göre satılamayacak binalar gerçeğine karşın iki yıl daha sürecek tartışmalar yaşanıyor./Archive/2021/2/12/031337886-sukran7.pngKAPATILMASI KARARLAŞTIRILAN ROBERT KOLEJ’DE ÖĞRENCİ DİRENİŞİ YAŞANIYOR15 Ekim 1970 tarihli Cumhuriyet’te, Amerikalılar tarafından kapatılması kararı verilen Robert Kolej yüksek kısmının özerk Türk üniversitesi savaşımı yolundaki yürüyüş eyleminin fotoğraflı haberi yer alıyor. Beşiktaş’tan başlayan ve Taksim’de Cumhuriyet Anıtı önünde içilen antla sona eren yürüyüş boyunca öğrenciler “Robert Kolej değil, özerk üniversite”, “Mütevelli heyetinin kararlarını tanımıyoruz” sloganlarını atıyorlar. Boğaziçi öğrencilerine iki güçlü okul Güzel Sanatlar ve Teknik Üniversite öğrencilerinden destek geliyor. İkinci öğrenci eylemi yürüyüşünde Ankara merkez yapılıyor. KızılayCebeci arasında bir güçlü eylemle daha öğrencilerin direnişleri yükseliyor. Yönetim, okulu kapatma kararı ile sert yanıt veriyor. Ancak bir kısım öğrenciler okulu terk etmiyorlar. Uzaklaştırma cezaları geliyor. Öğrencilere daha sonra Danıştay’dan dönecek bir kararla okuldan uzaklaştırma cezaları veriliyor. İlginç olanı, sonraki süreçlerde ceza almış öğrencilerden Müfide Pekin de içlerinde pek çok kişinin Boğaziçi Üniversitesi yapısı içinde uzun yıllar, emekli olana kadar da görev alabildikleri Boğaziçi gerçeği, demokratiklik geleneği yaşanıyor./Archive/2021/2/12/031339121-sukran8.png12 OCAK 1971 TARİHLİ ANAYASA MAHKEMESİ KARARI İLE ÖZEL YÜKSEKOKULLARIN KAPATILMASI KOLEJİ DE ETKİLİYORLozan çerçevesinde var olan kolejin kapatılması sonrası ciddi sorunlarla yeni tartışmalar ortaya çıkıyor. 18 Mayıs 1971 tarihinde dönemin Milli Eğitim Bakanı ile Amerikalı yetkililer arasında, çalışanların geçmiş haklarının korunması kaydı ile Bebek kampusunun TC Devleti’ne devredilmesi kabul ediliyor. Dönüşüm sürecinin baş tacı, özerk üniversite savaşımını veren öğrenci birliği oluyor. Eylül 1971’de Boğaziçi Üniversitesi Yasası çıkıyor./Archive/2021/2/12/031338324-sukran9.pngBOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ KURUCU REKTÖR APTULLAH KURAN’IN ANILARIAptullah Kuran anılarında öğrencilerin Boğaziçi Üniversitesi savaşımındaki rolünü teslim ediyor. “Toplantıya katılan öğrenci temsilcilerinin konuya daha gerçekçi yaklıştıklarını görmek benim için hem şaşırtıcı hem de öğretici oldu” diyor... “Şubat ayı başlarında fakülte kurulu toplantısında öğrenci temsilcileri akılcı bir tutumla mütevelli heyetinin sonradan dönüşü olmayacak kararlar almaktan kaçınacaklarını umduklarını belirterek her çare düşünülüp değerlendirilmeden kesin bir tutum içine girilmemesini istediklerini paylaştılar./Archive/2021/2/12/031341090-sukran10.pngBoğaziçi Üniversitesi 12 Eylül’den günümüze önemli dönemeçlerde yeniden gündeme geliyor. Faruk Pekin’in yakından izlediği gelişmelerle 50 yıl önce demokratik özerk üniversiteyi tartışıyorduk. Günümüzdeki gelişmelerde rektör seçimine geldik. Gündemde yine bütün sıcaklığı ile etik kurallar var. Yine arazi rantı üzerinden gerçeklerle yüzleşiliyor. Katarlıların bir önceki yakın dönemde yapılmış ziyaretlerinden söz ediliyor. Öğretim üyeleri bu bilinçle davranıyor. ideolojik kıskançlık üzerinden gerçekler de söz konusu. Güzide bir kurum aşağı çekilmeye çalışılıyor. Mali kaynak, gelir hesapları ile kabul ettirme kaygılarını güçlendiren gelişmeler, ek bölümler açılması adımları ile de direnci kırma çabaları gözleniyor. “Boğaziçi’nin geleceğine öğrencileri, öğretim üyeleri ile beraber karar verecekler, mücadelelerini sürdürecekler” gerçeğine inanıyor./Archive/2021/2/12/031338793-sukran11.png/Archive/2021/2/12/031338949-sukran12.png Şükran Soner

Foça Tatil Köyüyine ihaleyeçıktı. AOÇarazileri ise 10 yıllığına kiraya verilecek

Foça Tatil Köyü yine ihaleye çıktı. AOÇ arazileri ise 10 yıllığına kiraya verilecek Cumhuriyet tarihindeki 68 milyar dolarlık özelleştirmenin 60 milyar dolarını kendi döneminde yapmakla övünen AKP iktidarı, kamuya ait malları özelleştirmeye devam ediyor. Yanlış ekonomi politikaları ve yatırımlarla büyük kaynak israfına yol açan AKP iktidarı, salgının etkisiyle daha da artan finansman ihtiyacı için küçük-büyük demeden özelleştirmeye devam ediyor. Cumhuriyet tarihindeki 68 milyar dolarlık özelleştirmenin 60 milyar dolarını kendi döneminde yapmakla övünen AKP, bu konuda dün de yeni adımlar attı.Özelleştirme İdaresi’nin Resmi Gazete’deki ilanına göre Hazine’ye ait Foça Tatil Köyü taşınmazları ile bu taşınmazlar üzerinde bulunan tesis, bina, müştemilat bir bütün halinde 49 yıl süreyle “işletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirilecek. Geçici teminat tutarı 3 milyon TL. İhale için 20 Nisan’a kadar teklif verilebilecek. İhale birden fazla teklif sahibinden kapalı zarfla teklif almak ve görüşmeler yapmak yoluyla “pazarlık” usulü ile gerçekleştirilecek. İhaleye gerçek ve tüzelkişiler ile ortak girişim gruplarının yanı sıra kuruluş belgelerinde ticari şirket sahibi olabileceklerine dair hüküm bulunan dernek ve vakıflar da katılabilecek.ÖDEME 4 YILDAİhale bedeli, vadeli ödemelerde en az yüzde 30 peşin olmak üzere 12 ayda bire bırakılan tutarı ise 12 ayda bir yani yılda bir kez ödeme yapmak kaydıyla en çok 48 ayda (4 yılda) ödenebilecek. Vadeye bağlanan tutara yıllık yüzde 15 faiz uygulanacak.Fransız Tatil Köyü olarak da bilinen Foça Tatil Köyü, 1967’de Türkiye’nin ilk tatil köyü olarak açıldı. 2005’te kapanan tatil köyünde 400’e yakın oda, zeytin, fıstıkçamı ağaçları, yüzme havuzu, amfi tiyatro da bulunuyor. Tatil köyü ilk 2006’da ihale edildi. Teslim aşamasında ihale iptal oldu. 2010’daki ihaleye katılan olmadı. 2018’deki ihale de 2019’da iptal edildi. Özelleştirme İdaresi iptali, “özelleştirme ihaleleri, Devlet İhale Kanunu’na tabi olmayıp idare, ihaleleri yapıp yapmamakta, dilediğine yapmakta serbesttir” maddesine dayandırdı. Yeni ihaleye Foça Belediyesi’nin de katılması bekleniyor.30 BİN DEKARA İNDİAtatürk tarafından kurulduğunda 52 bin dekar olan, sonrasında parça parça koparılarak 30 bin dekara kadar inen Atatürk Orman Çiftliği’ndeki (AOÇ) bazı alanlar da 10 yıllığına kiraya veriliyor. Resmi Gazete’deki ilana göre 2 bin 618 metrekare açık ve 63 metrekare kapalı alan otopark, 2 bin 98 metrekare kapalı ve 33 bin 284 metrekare açık alan rekreasyon, 33 bin 539 metrekare açık ve 1939 metrekare kapalı alan da tarımsal üretim için kiraya verilecek. Tahmini aylık bedel; otopark için 8 bin 200 TL, rekreasyon için 59 bin 500 TL, tarımsal üretim için 22 bin 500 TL olarak belirlendi. İhaleler 22 Şubat’ta yapılacak.‘SUÇ DUYURUSU’Konuya ilişkin açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Atatürk Orman Çiftliği’nin 1. derece doğal ve tarihi SİT alanı statüsündeki 74 dönüm arazi, otopark, rekreasyon ve tarım üretim alanı olarak kiralama ile talan ediliyor. Yenimahalle ve Etimesgut’taki Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinde bulunan, alanının metrekaresi ortalama 1.5 lira bedelle aylık kiraya verilecek.AOÇ toprakları AKP iktidarı döneminde kiralama yoluyla talan edildi, geçici yapılaşma altında yapılaşmaya açıldı ve bu durum Sayıştay raporlarına kadar yansıdı. AOÇ Genel Müdürü ve Tarım Bakanı hakkında suç duyurusunda bulunacağız” dedi. Candan, “Bu alan Ankapark’ın yanındaki tarımsal bir alandır. Kaçak Saray’ın karşısındaki ada parsel otopark alanı ve Kaçak Saray yakınındaki parsel ise, rekreasyon alanı olarak belirlenmiş. Toplam 74 bin metrekare olan bu alanın aylık metrekaresinin 1,5 liradan kiraya verilmesi kabul edilemez. Atatürk Orman Çiftliği Kaçak Saray’ın otoparkı değildir. AOÇ müdürü, Atatürk’ün şartlı bağışına aykırı işlem yapıyor, suç işliyor” diye konuştu. Mustafa Çakır

Her 10 beyaz yakalıçalışandan 7’si aldığımaaştan memnun değil

Her 10 beyaz yakalı çalışandan 7’si aldığı maaştan memnun değil Hayat pahalılığı ile alınan maaşlar harcamalara yetişmiyor. Beyaz yakalılar da aldıkları maaşlardan memnun olmadıkları için iş değiştirmeyi planlıyor. Maaş ne kadar düşük seviyedeyse iş değiştirmeyi düşünenlerin oranı da o kadar yükseliyor. Her 10 çalışandan 7’si aldığı maaşın yeterli olmadığını söylüyor. Kariyer.net’in Curiocity işbirliğiyle yaptığı “2021’in Nabzı: Beyaz Yaka Çalışan ve İşverenler Neler Bekliyor?” araştırmasına göre bu yıl için çalışanların hayal ettikleri ücret artış oranı ortalama yüzde 24.1 iken ancak buna karşılık işverenlerin yüzde 12.4 zam verebileceğini tahmin ediyor. Araştırmaya göre her 10 çalışandan sadece 4’ü işinden memnun. Çalışanların en büyük beklentileri geçen yıl olduğu gibi “tatmin edici maaş ve prim sistemi” oldu. Kariyer.net Genel Müdürü Fatih Uysal, raporla ilgili yaptığı açıklamada şu bilgileri paylaştı:- Çalışanların sadece yüzde 15’i, aldığı maaşla rahatlıkla geçinebildiğini belirtiyor. - Her 10 çalışandan 6’sı maaş artışının mevcut işyerinde çalışmaya devam etmelerinde etkili olduğunu belirtiyor. - Bu yıl istenilen maaş artışı alamayan adayların yüzde 70’i, daha yüksek kazançlı bir çözüm arayışına gireceğini dile getiriyor. - Her 10 çalışandan 6’sı, gelecek 6 ay içerisinde iş değiştirmeyi düşünüyor. Bu düşünceyi tetikleyen temel nedenin ücret ve yan hakların mevcut durumda yetersiz kalması olduğu belirtiliyor. İş değiştirmeyi planlayan çalışanların şu an ortalama ele geçen net maaşı 5 bin 433 TL. İş değiştirmeyi düşünenlerin maaş artışı beklentisi yüzde 30.İŞVEREN DE SIKINTIDA- İşverenlerin yüzde 46’sı şirketlerinin pandemi sürecinden olumsuz etkilendiğini dile getiriyor. Pandemi sürecinden olumsuz etkilendiğini belirten şirketlerin çoğu (yüzde 51) kısa çalışma ödeneği alıyor. Şirketler, sağlık problemleri nedeniyle iş süreçlerinin aksadığını, döviz kurlarındaki artış nedeniyle ekonomik sıkıntı çekildiğini ve çalışanlara ücretsiz izin kullandırmak durumunda kalındığını da vurguladı. - İşverenlere “2021’de çalışan sayısını artırmayı planlıyor musunuz” diye sorulduğunda, artış planlayanların oranı yüzde 44 oldu. - 2020’de 800 bin aday Kariyer.net üzerinden işe yerleşti. 2.4 milyon yeni üye kazanıldı. Şehriban Kıraç

‘Şarlatan’ın sıra dışıyaşamısinemada

‘Şarlatan’ın sıra dışı yaşamı sinemada Polonyalı sinemacı Agnieszka Holland’ın yönettiği “Charlatan” Dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yaptı. Charlatan, yani Türkçesiyle Şarlatan, 2020 yapımı sıra dışı bir film ve uluslararası ödüller dalında çok iddialı. Karşımızda tarih ve sinema meraklılarının izlemesi gereken bir film var. Polonyalı sinemacı Agnieszka Holland’ın yönettiği film, Dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yaptı. “Charlatan”ı geçen yıl, Suç ve Ceza Film Festivali’nde izleme olanağı bulduğumuzda yolunun açık olduğu belli olmuştu. Nitekim Oscar yolunda ilk 15 arasında yerini aldı. Kendisinin özellikle doktor olmadığını vurgulayan Çek şifacı ve otacı Jan Mikolasek’in bir portresi var karşımızda. Ancak filmi izlerken, insanlara bu kadar yardımcı olmaya çalışan biri, nasıl olur da yeri geldiğinde bu kadar sadist ve bencil olabiliyor, sorusunu sorduruyor. Film sadece Çekya değil, Slovakya, İrlanda ve her eserde kendi kimliğinin vurgusunu, sanatı nakış gibi işleyen, insana dair en keskin çizgileri veren Polonya ortak yapımı olması ile de farklılaşıyor. Film, tarihi ve yaşanmışlıkları ustalıkla anlatıyor. Bu bağlamda hem Stalin hem Nazi Almanyası ve savaşın insan manzaralarını da veriyor. Şarlatan, ya da Şifacı’nın hizmeti, Jan Mikolasek’in kişiliği kadar sıra dışı. Çünkü insanların hastalıklarını cam bir şişedeki idrarlarından adeta fal bakar gibi teşhis ediyor, üstüne başarılı da oluyor. Böylece ünü o kadar yayılıyor ki iyileştirmediği yok. Bu şöhret, devletin en üst kademelerine kadar uzanıyor; komünist rejimin dikkatini de farklı bir şekilde çekiyor. Şarlatan, bu sıra dışı özelliğini küçükken kız kardeşinin kangren olan bacağını kurtardığında fark etmiştir. Doğadaki tüm habitatı o kadar iyi çözümlemiştir ki kardeşini kurtardığı gibi tüm insanlığı kurtarmaya soyunur. Kendisinden, eskilerin deyimi ile el aldığı köylü kadından ise inanmadığı ve sığınması gerektiği Tanrı öğesini alır. Kendi içindeki mucizeleri bilir, ellerine bakar, günahkâr olduğu zamanlar için Tanrı’ya diz çöker. Çünkü o, Hz. İsa’nın “İnan, inancın seni şifalandırır” felsefesini yaşamına katık etmiştir. Sıra dışı yaşamhikâyesinde ve canavarlaşan ruhunun dehlizleri arasında sığındığı yer tamamen şifadır. Belki de ruhu şifa dağıtıkça, şifalanmaktadır! Film bir gerçek kişilik incelemesi, doğaya ve insana dair ipuçlarını sunarken kendi aşk ama sıra dışı bir sevgiyi de sunmakta. Film, Çek Jan Mikolasek’in sırat köprüsünde geçen yaşamından kesitlerle karşımızda. Savaş, öncesi ve sonrası, gücü devredenler, değişenler ve yaşam vermeye çalışanlar. Filmin bir devrimcinin ölümü sahnesi ile açılması, sonrasındaki değişimi ve dönüşümleri ile İkinci Dünya Savaşı’nda işgalci kuvvetlerin var oldukları ve sonrasında ortada olanların durumu açısından da güzel saptamaları var. 1942 tarihinde, Moravia ile Bohemya Valisi Reinhard Heydrich’in Çek partizanlarca düzenlenen suikastta öldürülmesine tepki neticesinde, Prag dışında küçük bir köye (Lidice) bile göz diken Nazilerin işlenişi detaylarda karşımıza çıkmakta. O tarihlerde, Lidice, haritadan silinmek istenmiş ve bugün orada, o katledilen insanların dev heykelleri yer almaktadır. Emel Seçen




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter