News - Haberler
Bilim Kuruluüyesi Prof.İlhan: Mutasyon görülen illerde yeni tedbirler olabilir
Bilim Kurulu üyesi Prof. İlhan: Mutasyon görülen illerde yeni tedbirler olabilir Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, Türkiye'de mutasyonlu virüsün görüldüğü şehirlerde yeni kısıtlamaları düşünmek gerektiğini söyledi. İlhan, "Türkiye'nin her yerinde var. Bir ilçede, bir mahallede görülmüş olsa oranın karantina altına alınması söz konusu olabilir; ama bu vatandaşlarımız içinde tedavileri evlerde ve hastanelerde sürenler var" dedi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı, Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, İngiltere, Güney Afrika ve Brezilya'daki koronavirüs mutasyonlarının Türkiye'de görülmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Prof. Dr. İlhan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın mutasyonlu virüsün 20'den fazla ilde görüldüğünü açıkladığını anımsatarak, "Bakanımız, Afrika'dan ve Brezilya'dan da gelen mutant virüslerin ülkemizde göründüğünü söyledi. Demek ki mutant virüs ülkemizde de farklı yerlerde görünüyor, yayılma riski artıyor gibi düşünmek gerekiyor. Mutant virüsün en büyük sorunu daha bulaşıcı olması. Daha bulaşıcı olması önlemlere en az bir kat daha fazla dikkat etmeyi gerektiriyor açıkçası" dedi.YENİ KISITLAMALAR GELİR Mİ?Prof. Dr. İlhan, ülkede mutasyonlu virüsün görülmesiyle yeni kısıtlamaların gündeme gelip gelmeyeceğine ilişkin, "'Farklı kısıtlamalar olabilir mi' bunu düşünmek gerekiyor. Mutasyonun yoğun olduğu yerler varsa bu illerle ilgili kısıtlamalar yapılabilir elbet; ama şu an için böyle bir durum söz konusu değil. Çünkü Türkiye'nin her yerinde var. Bir ilçede, bir mahallede görülmüş olsa oranın karantina altına alınması söz konusu olabilir; ama bu vatandaşlarımız içinde tedavileri evlerde ve hastanelerde sürenler var. Zor bir dönemden geçiyoruz, bazı esnaf grubumuz zorlanıyor, insanlarımız evde kalmaktan sıkıldı; ama şimdi kısıtlamaları gevşetmenin zamanı değil, hepimizin de şahit olduğu üzere. Kurallara uymazsak mutant virüsün her ilde yayılımı söz konusu olur" ifadesini kullandı. Prof. Dr. İlhan, İngiltere'de görülen mutasyonlu virüs gibi Güney Afrika ve Brezilya'dakinin de bulaştırıcılığının yüksek olduğuna ilişkin bilgiler geldiğini belirtti. Mutasyonlu koronavirüse karşı vatandaşlara uyarılarda bulunan Prof. Dr. İlhan, "20 civarı ilimizde mutasyonlu virüs görüldü, artık bu noktadan sonra vatandaşlarımızın kapalı ortamda bir araya gelmekten çekinmesi gerekiyor. Hafta sonu kapalı ortamda birden fazla ailenin bir araya gelmemesi, turistik yerlerde birden fazla ailenin bir araya gelmemesi, ev kiralama, hafta sonu bir arada olma, tatil yapma gibi anlayışlardan kesinlikle kaçınılması gerekiyor" dedi. 'AŞIDAN SONRA REHAVETE KAPILMAMAK GEREK'Prof. Dr. İlhan, sağlık çalışanlarının ikinci doz koronavirüs aşılarının gelecek hafta perşembe günü başlayacağını belirterek, "Sağlık çalışanlarının da yine 5-6 gün içerisinde aşılanacaklarını bekliyorum ben. Geçen sefer de öyle olmuştu. Önümüzdeki hafta başlarsa bir sonraki haftaya kadar onların aşılanması tamamlanır. Ama biliyoruz ki en yoğun antikor düzeyine ilk aşıdan 7 ila 8 haftadan sonra ulaşılıyor. Elbette sağlıkçılarımız bilinçli; ama topluma yönelik bir mesaj vermek gerekirse; birinci aşıyı olduktan 4 hafta sonra ikinci aşının ardından 3 ila 4 hafta sonra en yoğun antikor düzeyinin oluştuğunu, aşı olduktan sonra rehavete kapılmaması gerektiğini söylemek gerekiyor" dedi. (DHA)Çorum Valisi ve AKP’liler, Kuvayi Milliye düşmanının mezarının başında: Devlet erkânıİskilipli Atıf’ıandı
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Çorum Valisi ve AKP’liler, Kuvayi Milliye düşmanının mezarının başında: Devlet erkânı İskilipli Atıf’ı andı Milli Mücadele döneminde İngilizlerin desteği ile gerici isyanlara destek veren ve Kuvayi Milliye’ye düşman Teali İslam Cemiyeti’nin yöneticisi İskilipli Atıf, ölümünün 95. yılında devlet erkânı ve AKP’lilerin de katıldığı törenle anıldı. 4 Şubat 1926 yılında idam edilen İskilipli Atıf, önceki gün Çorum’un İskilip ilçesindeki mezarı başında Atıf Derneği’nce organize edilen programla anıldı. Anmaya Çorum Valisi Mustafa Çiftçi, AKP Çorum Milletvekili Erol Kavuncu, Çorum Belediye Başkanı Halil İbrahim Aşgın, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Osman Öztürk, İskilip Kaymakamı Muharrem Eligül, Atıf Derneği Başkanı Mustafa Lek, Atıf’ın aile yakınları katıldı. Burada konuşan AKP Çorum Milletvekili Erol Kavuncu, “İskilipli Atıf Hoca, talimatla kurulan, idam mangaları, sabıkalı İstiklal Mahkemeleri’nin verdiği karar neticesinde haksız ve hukuksuz bir şekilde idam ediliyor. Vatanı, milleti, inancı uğruna canını feda eden Atıf Hoca’yı zulmen idam eden zihniyetin bir özür borcu vardır” dedi. Çorum Valiliği de sosyal medya hesabından anmaya ait fotoğrafları, “İskilipli Mehmet Atıf Hoca şehadetinin 95. yıldönümünde mezarı başında dualarla anıldı” diye paylaştı. Çorum Valiliği’nin paylaşımının altına çok sayıda tepki mesajı geldi.İskilipli Atıf’ın ikinci başkanlığını yaptığı Teali İslam Cemiyeti, 26 Eylül 1919’da yayımladığı Milli Mücadele karşıtı bildiri, Kuvayı Milliyeciler için “adi eşkıya”, “kudurmuş haydutlar”, “aldanmışlar” ifadelerini kullandı. Söz konusu bildiri Yunan uçakları tarafından Anadolu’nun çeşitli yerlerine atılarak Milli Mücadele’nin önünün kesilmesi amaçlanmıştı. cumhuriyet.com.trAKP halkıunuttu. Türkiye en az nakit desteği verenülke oldu: Destek binde bir
AKP halkı unuttu. Türkiye en az nakit desteği veren ülke oldu: Destek binde bir Zengin ülkeler, salgında yurttaşlarına milli gelirlerinin yüzde 12.7’si kadar nakit kaynak ayırırken bu oran, yoksul ülkelerde yüzde 1.6, Türkiye’de yüzde 1.1. DİSK Araştırma Merkezi’nin (DİSK-AR) yeni “Dünyada ve Türkiye’de Covid-19’un Sosyal ve Ekonomik Etkileri ile Mücadeleye Ayrılan Kaynaklar” raporu, AKP iktidarının önceliğinin küresel Covid-19 salgınında da emekçiler olmadığını ortaya koydu. İşte detaylar:BİNDE 1’DE KALDI- Geçen yıl Covid-19 sürecinde dünya genelinde devletler toplam 7.8 trilyon dolar destek harcaması yaptı. Zengin ülkeler yurttaşlarına gayrisafi yurtiçi hasılalarının yüzde 12.7’si kadar nakit harcama ve gelir desteği verirken bu oran, orta gelirli ülkelerde yüzde 3.6, yoksul ülkelerde yüzde 1.6 oldu. Bu oran Türkiye’de yüzde 1.1. - Böylece Türkiye, sağlık harcamaları dahil 7.6 milyar dolarla dünyada en az nakit desteği ayıran iki ülkeden biri olarak kayıtlara geçti. Ayrıca Türkiye’nin yaptığı harcama, 7.8 trilyon dolarlık küresel gelir desteği ve nakit harcamanın içinde sadece binde 1’de kaldı.- Yine dünya genelinde nakit harcamaların toplam ekonomik ve parasal desteklere oranına bakıldığında yüzde 90 ile Avustralya, yüzde 88 ile Yeni Zelanda ve yüzde 87 ile ABD ilk sıralarda yer aldı. Türkiye’de bu oran yüzde 11’de kaldı. Türkiye’deki toplam ekonomik desteklerin yüzde 89’u işletmelere, şirketlere ve bankalara (sermayeye) sağlanan kolaylıklar ve destekler oldu.BAĞIŞ İSTEYEN AZ- Ayrıca Türkiye’deki nakit desteğin aslan payı bütçeden değil, işsizlik sigortası fonundan karşılandı. Toplam 42.8 milyar TL’lik nakit transferin 35 milyar TL’si işsizlik sigortası fonundan alındı.- Salgında Türkiye dışında bağış kampanyası başlatan ülkeler Irak, Lübnan, Sri Lanka, Güney Afrika ve Senegal oldu. Serhat Aligil/ Mustafa Çakır‘Ellerininİzinde’şiirinin izinde...
‘Ellerinin İzinde’ şiirinin izinde... Bizim olmasıyla gurur duyduğumuz ama dünyaya mal olmuş, kitapları dünyanın her yerinde basılmış, şiirleri her dilde söylenmiş şairimiz Nâzım Hikmet’in külliyatı, Nâzım’a 119. doğum günü armağanı. Küçükçekmece Belediyesi’nin Nâzım Hikmet’in 119. yaş günü için Nâzım’a ve dünya kitaplığına, araştırmacılara sunduğu “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” kitabının bu sayfada kısa haberini yapmıştık. Kitabı görüp inceleyince bu çabanın çok daha fazlasını hak ettiğini anladım. Yalnızca 1100 adet basılan, numaralı, koleksiyon değerinde, prestij kitap olarak yayımlanan 704 sayfalık çalışma, özel olarak tasarlanmış olmasının yanında çok büyük bir arşiv çalışmasını içeriyor. Bir Nâzım Hikmet bibliyografik biyografisi niteliğinde. Her sayfada, bir başka ülkede basılmış kitabın kapağını ve bilgilerini bulmak mümkün. Araştırmacılar ve kütüphaneler için de çok değerli. Kitabın editörlüğünü Turgay Fişekçi, değişik grafik tasarımını Aykut Genç yapmış ama tabii asıl yük, bir Nâzım Hikmet araştırmacısı olan M. Melih Güneş’in. Ve böyle büyük değeri olan bir çalışmayı kültür mirasımıza kazandıran Küçükçekmece Belediyesi ve başkanı Kemal Çebi’nin./Archive/2021/2/6/032557141-manset2-kulturmaxrnk.jpgMOSKOVA’DAN İSTANBUL’AMelih Güneş, kitaba, Nâzım Hikmet’in eşi Vera Tulyakova Hikmet’i Moskova’da ziyaret ettiğinde onun vasiyetiyle karar vermiş. Vera, Güneş’e “Ben öldükten sonra arşivime beş yıl dokunmayın ama sonra bu eve ne olacağına Anna Stepanova ile beraber karar verin” demiş. Anna, Vera’nın kızı. Vera’nın 2001 yılındaki ölümünden sonra beş yıl geçmiş. Güneş, tesadüf bu ya, o ara Moskova’da yaşıyor. Anna ile arşive ve Nâzım’ın odasına girerek yavaş yavaş çalışmaya başlamışlar. Bu çalışmaların bazıları sergiye dönüşmüş, bazıları kitaba. Nâzım’ın çeşitli şehir ve ülkelerdeki yaşamı, onun bütün kitap ve dokümanlarını toparlamaya el vermese de Güneş, Moskova’daki odadan bazı parçaları İstanbul’a taşımış. Nâzım’ın edebi asistanı Antonina Karlovna ile yayımlanmış ve yayımlanmamış kitap ve şiirlerinin dökümlerini çıkarmışlar. Rusya’da yaşayan Mehmet Perinçek de kütüphaneleri tarayarak yardımcı olmuş. Sonunda şairin eserleri hakkında araştırmacılara da kaynak olabilecek çok değerli bilgiler bu kitapta toplanmış. Hatta Arnavutluk’tan Meksika’ya, Çin’e, Yugoslavya’da yayımlanmış kitaplarına da ulaşmış Güneş. Benim de Nâzım Hikmet’in şiirleriyle ilk tanışmam, Bulgaristan baskılı kitabıyla olmuştu, çünkü uzun yıllar Nâzım’ın kitaplarının basılması kendi ülkesinde yasaktı! Ne utanç... Bunların 40’tan fazla dilde yayımlanmış kapak fotoğrafları, yayın bilgileri tek tek yer alıyor kitapta./Archive/2021/2/6/032544376-manset1-kulturmaxrnk.jpgTesadüf bu ya, karıştırır ve şiirlerine bakmak isterken ilk açtığım sayfada ilk kez haberdar olduğum “Kore’ye Giden Gemi” şiiri çıkmasın mı? (Bilenler bilir, babam da bu gemilerle Kore’ye gitmiş ve bir daha dönmemiş bir şehit subay.) Galiba gerçekten hayatta hiçbir şey tesadüf değil! Şöyle yazmış Nâzım, Kore’ye giden askerlerimizin gemisi için:Gemi uzaklaşıyor İzmir’den,incirle mi yüklü keresteyle mi?gemi uzaklaşıyor İzmir’den,insan etiyle yüklü,gemi ilerliyor masmavi denizde,hep daha hızlı,daha hızlı.Acı taşıyor gemi tonlarca,Kore’ye...Kore’ye...Şiir uzun. Yerimiz dar. Burada bu kadar. Melih Güneş, bu çok değerli çalışmasını şöyle noktalıyor:“Bu kitap, aynı zamanda Nâzım Hikmet’in külliyatına girmemiş onlarca eserin varlığının da bir ‘KANIT’ı ve eserlerinin tekrar dikkatlice gözden geçirilerek kültürümüze daha eksiksiz, daha doğru kazandırılması için bir ‘ÇAĞRI’dır. Bu çağrının duyulması dileğiyle, çünkü bir Nâzım Hikmet sık dünyaya gelmiyor, kolay olunmuyor, değerinin bilinmesi sadece bizim için değil, bütün insanlık ve kültür varlığı için önemli!” Yazgülü AldoğanKamuİhale Kurulu’nun iptal ettiği ihaleyi Beykoz Belediyesi tekrar yaptı: Arkadan dolandılar
Kamu İhale Kurulu’nun iptal ettiği ihaleyi Beykoz Belediyesi tekrar yaptı: Arkadan dolandılar Kamu İhale Kurulu’nun (KİK) Beykoz Belediyesi’nin araç kiralama ihalesini iptal ettiği ortaya çıktı. Benzer ihale bu kez belediye şirketi BEYTAŞ üzerinden yapıldı. Belediye, toplam 16 aracın kiralaması için yılda milyonlarca lira ödeyecek. Beykoz Belediye Başkanlığı Destek Hizmetleri Müdürlüğü, 26 Kasım 2020 tarihinde “2021 ve 2022 yıllarına ait muhtelif cins ve miktarlarda iş makinesi ve araç kiralama hizmet alımı işi” ihalesi yaptı. İhale, şikâyet üzerine 14 Aralık 2020 tarihinde KİK tarafından iptal edildi. Kurul, kararında “ihaleye katılımı engelleyici ve rekabeti daraltıcı nitelikte düzenlemeler” saptadı. Benzer ihale bu kez 30 Kasım 2020 tarihinde belediye şirketi BEYTAŞ tarafından yapıldı. “2021 - 2023 yılları arasında kullanılmak üzere muhtelif cins ve miktarlarda araç kiralama işi” ihalesini 5 milyon 844 bin 960 lira bedelle Sarılar İnşaat ve Elektrik şirketi aldı.İhaleler, belediyenin şubat ayı meclis toplantıları gündemine de geldi. Mecliste konuşan ilçe belediyesinin CHP’li meclis üyesi Cemal Sataloğlu, “İhale kapsamında çalıştırılacak araç parkının farklı tür ve uzmanlıklar kapsamındaki araçlardan oluştuğu idarece tüm araç parkı tek bir dosyada birleştirilerek katılımcı sayısının kısıtlandığı gerekçesiyle ihaleye itiraz edilmiş ve bu itiraz haklı görülerek ihale iptal edilmiştir” ifadelerini kullandı. Sataloğlu, özetle şöyle konuştu: “Sanki bu ihale konusu iş ile ilgili hiçbir şey olmamış gibi, KİK’i adeta yok sayarak hukuk arkadan dolanılıp BEYTAŞ üzerinden tekrar ihale yapıldı. Üstelik iptal edilme gerekçeleri dikkate alınmadı. Hazırlanan şartnamede sert yüzey temizleme ve kanal açma aracının ve mobil mutfak aracının yakıtı yükleniciye ait. Diğer 14 aracın yakıtı ise idareye ait. Toplam 16 araç 3 yıl için kiralanacak sizce hangi tutar ile sözleşme imzalanmıştır? 5 milyon 844 bin 960 lira, artı KDV ile sözleşme imzalanmış. Yani KDV dahil yaklaşık 7 milyon lira. 16 araç kirası için yılda yaklaşık 2 milyon 350 bin lira kiralama tutarı ödeyecek BEYTAŞ. Beykozlu esnaf siftah yapmıyor. 16 araç kiralaması için 3 yılda toplam yaklaşık 7 milyon lira ödenir mi? Teftiş kurulunu BEYTAŞ’ın yaptığı işlemleri incelemeye ve görevini yapmaya davet ediyorum.” Hazal Ocak10 milyon doz daha gelecek
10 milyon doz daha gelecek Çin’den sipariş edilen 50 milyon dozluk koronavirüs aşısının 10 milyon dozluk 3. bölümünün önümüzdeki hafta geleceği öğrenildi. Siparişin ikinci bölümünde gelen 10 milyon dozluk aşının, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’ndaki incelemelerinin önümüzdeki hafta tamamlanmasıyla, toplam 20 milyon doz aşının, öğretmenlerin de bulunduğu 2. grupta kullanılması bekleniyor. Türkiye’nin Çin’den sipariş verdiği 50 milyon dozluk koronavirüs aşısının 3 milyon dozluk ilk sevkıyatı, aralık sonunda geldi. Ardından 10 milyon dozluk ikinci sevkıyat, 6.5 milyon ve 3.5 milyon doz olarak bölünerek Türkiye’ye ulaştı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın Bilim Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamaya göre bu aşıların bir bölümü, aşı sıralamasında yer alan 2. grup için kullanılacak. Söz konusu grupta Milli Savunma Bakanlığı personeli, İçişleri Bakanlığı personeli, kritik görevlerdeki kişiler, zabıtalar, özel güvenlikler, Adalet Bakanlığı personeli, cezaevleri personeli, öğretmenler, öğretim üyeleri, gıda sektörü çalışanları ve taşımacılık çalışanları bulunuyor. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk 15 Şubat’ta köy okullarında yüz yüze eğitime başlayacak öğretmenlerin aşılarının öncelikli olarak yapılacağını belirtti. Sarp SağkalBoğaziçiÜniversitesi protestolarında 2 gösterici daha tutuklandı:Öğrenciler için orantısız karar
Boğaziçi Üniversitesi protestolarında 2 gösterici daha tutuklandı: Öğrenciler için orantısız karar Öğrencilerin tutuklandığı suçun cezasının 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasını öngördüğünü belirten avukatlar yeni infaz yasasına göre öğrencilerin tutuklanmaması gerektiğini belirtti. Boğaziçi öğrencilerine destek için geçen salı günü Kadıköy’de düzenlenen gösteri sırasında gözaltına alınanlara, hâkimlik sorgusunda “Senin Boğaziçi ile ne işin var?”, “Sizi bu eylemlere kim sürükledi”, “Bu eylemleri üzerine vazife olarak mı görüyorsun” soruları yöneltildi. Bir öğrencinin “demokratik hakkını kullandığını” söylemesi üzerine hâkimin öfkelenerek, “Senin yaptığının demokratik hak olup olmadığına ben karar veririm” dedi. Bir başka öğrencinin Anayasanın ilgili maddelerini hatırlatması üzerine bu kez hâkimin, “anayasanın maddelerini nerden biliyorsun?” dediği bildirildi. Avukatlar, hâkime, yöneltilen soruların hukuka ve usule uygun olmadığı gerekçesiyle itiraz etti. Kadıköy’de gözaltına alınanların Anadolu Adliyesi’ndeki savcılık ifadesi önceki gün tamamlandı. Savcılık, “gösteri kanununa muhalefet” suçlamasıyla aralarında öğrenci ve yurttaşların olduğu 10 kişiyi tutuklama, 13 kişiyi adli kontrol talebiyle İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliği’ne sevk etti. Hâkimlik, 2 gösterici hakkında tutuklama kararı, diğer öğrenciler için çeşitli adli kontrol hükümleri ile serbest bırakılmasına karar verdi. Daha önce tutuklananlarla birlikte tutuklu öğrenci sayısı 4’e çıktı. Öğrencilerin tutuklandığı suçun cezası 6 aydan 3 yıla hapis cezasını öngörüyor. Hukukçular, üst sınırdan ceza alsa dahi yeni infaz yasasına göre öğrencilerin tutuklanmaması gerektiğini belirtti. Tutuklama kararını değerlendiren avukat Engin Deniz Ergin, “Verilen karar suçlamayla çok orantısız ve ağır” dedi. AVUKATLARA MÜDAHALESorgu sırasında hâkiminin öğrencilere “Daha önce böyle bir eyleme katıldın mı? Daha önceki rektör değişikliğinde böyle eylemler yaptın mı? Bu rektör seçimi yasal değil mi” sorularını yönelttiği öğrenildi. Avukatlar hâkimin sorularına itiraz etti. Hâkimlik 2 öğrencinin tutuklanmasına karar verince avukatlar kararı alkışlar ve “yalnız değilsiniz” sloganları ile protesto etti. Çevik kuvvet amiri ise polislere, “süpürün” diyerek talimat verdi. Bunun üzerine ekipler kalkanlarla avukatlara müdahalede bulundu. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin avukatlarından Ezgi Önalan, “Öğrencilere manipülatif sorular yöneltildi. Müvekkillerimiz ise eyleme katılarak demokratik haklarını kullandıklarını belirttiler. Bizlerde savunmalarımızda sürekli olarak Türkiye’nin AİHM tarafından ‘gösteri ve toplantı yürüyüşleri kanununa muhalefet’ suçuna ilişkin verdiği cezalardan mahkûm edildiğini anımsattık” diye konuştu. Seyhan AvşarABD, S-400 için baskıyısürdürüyor
ABD, S-400 için baskıyı sürdürüyor Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi Ankara-Washington hattında kriz başlıklarından. ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield, Ankara-Washington hattında krize neden olan S-400 konusunda ABD’nin tutumunda bir değişiklik olmadığını belirtti. “Ocak ayı sonunda yürürlüğe giren Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması için Türkiye’nin S-400’e sahip olmamasını şart koşuyor. Bu yeni ve daha katı bir yasal zorunluluk, fakat bu bir ABD yasası” dedi. Satterfield, Ankara’da göreve başlamasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra ilk kez bir grup gazeteciyle bir araya gelerek yeni dönemdeki Türk-Amerikan ilişkilerine dair açıklamalar yaptı. ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasının ardından Türkiye ile ABD arasındaki ilk üst düzey temasın Cumhurbaşkanı İbrahim Kalın ile ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile yapılan telefon görüşmesiyle kurulduğunu kaydeden Satterfield, “Washington’daki planlamalar çerçevesinde yakın zamanda başka telefon görüşmelerinin de olacağını umuyorum” dedi.‘S-400 ÇALIŞMA GRUBU KURULMAYACAK’Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sisteminin teslimatının başladığı Temmuz 2019’da Ankara’ya gelen Satterfield, ilişkilerde yaşanan S-400 kriziyle ilgili de değerlendirmelerde bulundu. “Türkiye, bizim için değerli ve önemli bir NATO ortağı ve stratejik müttefiktir” diyen Satterfield, Trump yönetiminin S-400 alımı nedeniyle Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamında Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlarla ilgili şu görüşlerini dile getirdi: “S-400 meselesi, önceki ABD yönetimini yürürlükteki yasayı uygulayarak Türkiye’ye CAATSA kapsamında yaptırım uygulamak zorunda bıraktı. Fakat yaptırımların hedefi çok hassas bir şekilde belirlendi. Türk Savunma Sanayii’ni bir bütün olarak hedef almadık, sadece Savunma Sanayii Başkanlığı’nın (SSB) alacağı lisanslar hedef alındı. Bu adımı üzülerek atmak durumunda kaldık. Türkiye’nin S-400 alımının yarattığı sorun karşısında bir yıldan fazla süreyle tatmin edici bir çözüme ulaşmayı ummuştuk, fakat nihayetinde bu mümkün olmadı ve ABD yasası uygulandı.” Ocak ayı sonunda yürürlüğe giren Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’nın, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması için Türkiye’nin S-400’e sahip olmamasını şart koştuğunu belirten Satterfield, “Bu yeni ve daha katı bir yasal zorunluluk, fakat bu bir ABD yasası” dedi. Türkiye ile ABD arasında S-400’ler konusunda bir çalışma grubu kurulacağı iddiasını da kesin bir dille yalanlayarak “S-400 konusunda bir çalışma grubu yok, olmayacak. Mesele, ABD yasalarının uygulanması meselesidir. S-400 meselesinin çözülmesini umuyoruz. Fakat çözülemese de uygulamaya koyduğumuz yaptırımlardan doğrudan etkilenmeyen alanlardaki işbirliğimize odaklanmayı sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.SOYLU’YA TEPKİÖte yandan Satterfield, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “15 Temmuz’un arkasında ABD var” açıklamasını da “temelsiz iddia” olarak nitelendirdi. “Bu tür açıklamalar, bir müttefik ve stratejik ortağın yapacağı sorumlu açıklamalar değildir, bu açıklamalardan üzütü duyuyoruz” dedi.Biden yönetiminin transatlantik ilişkilerin güçlendirilmesine vurgu yaptığını, ABD’nin NATO müttefikleri ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerine de önem atfettiğini vurgulayan Satterfield, “Türkiye ve AB arasındaki bağların güçlendirilmesini destekliyoruz” diye konuştu. Satterfield, Libya’daki gelişmelere de değindi. BM öncülüğünde sürdürülen siyasi diyalog sürecini desteklediklerini belirtti. “Ülkedeki tüm yabancı güçlerin çekilmesini öngören BM öncülüğünde sürdürülen sürecin desteklenmesi, herkesin çıkarınadır” ifadelerini kullandı. Hüseyin HayatseverParlak bir zekâ, güçlübir irade: Mustafa Kemal
Parlak bir zekâ, güçlü bir irade: Mustafa Kemal ABD Kara Kuvvetleri resmi yayın organı Military Review’de çıkan “Gelibolu Kayası. Mustafa Kemal’in liderliği” başlıklı makalede, Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’nda Türk kuvvetlerini zafere götüren liderliği ve uygulamaya koyduğu taktikler, Amerikan subaylarına bir ders niteliğinde tüm ayrıntılarıyla ele alındı. Osmanlı İmparatorluğu’nun, İtilaf Devletleri’ne karşı, Alman İmparatorluğu’nun da dahil olduğu İttifak Devletleri’ne katılmasıyla birlikte zaten kötü olan durum daha da kötüleşmişti. Almanya’nın Paris’ten sadece birkaç kilometre uzakta olduğu ve Rusların da sahada bütün ordularını kaybettiği gerçeğinin ortaya çıkmasıyla birlikte, İtilaf Devletleri uzun süreli bir savaşa uzun bir süre dayanamayacağını anlamıştı. Kafkaslar’da Ruslar, Mısır ve Mezopotamya’da ise İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı sınırları boyunca birçok cepheye saldırdı. Bu çabalar başarılı olmasına olmuştu, ancak bir etki yaratamayacak kadar da yavaştı. Osmanlılar Rusları açlıktan öldürmekle tehdit ediyordu; Rusların mevcut tek limanı Kırım’dı ve dış dünyaya tek erişimleri doğrudan İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçiyordu. Kraliyet Donanması 1. Komutanı Winston Churchill, Rusya için suyollarını güvenli hale getirmek ve Türkiye’nin kalbine saldırmak için cüretkâr bir plan önerdi. İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’nda yer alan ve Osmanlı başkenti İstanbul ile Rusya’ya erişimi sağlayan Gelibolu adındaki küçük bir bölgeyi işgal edeceklerdi.24 NİSAN GECESİHazırlıklar, İngiliz donanmasının mart ayında sahildeki kaleleri bombalamasıyla, işgal ise bir ay sonra başladı. Türkler, 24 Nisan gecesi ufukta İtilaf Devletleri filosu ile uyudular; şafakta uyandıklarında ise sahilde ve daha da fazlası sahile ulaşmakta olan bir ordu buldular. Tüm harekâtın kaderi adeta ilk birkaç saate bağlıydı. Tek bir yanlış adım başarı veya başarısızlığı getirebilirdi. Ancak şans Türklerden yanaydı. Zira parlak bir zekâ ve güçlü bir iradeye sahip yetkin bir komutanları vardı. 19. Tümen ve 5. Ordu bünyesindeki tüm yedek kuvvetlerin komutanı olan Mustafa Kemal, Arı Burnu’ndaki çıkarmalara yedi kilometre uzaklıktaki Bigalı’da bulunuyordu. Doğru zamanda doğru donanımla doğru yerdeydi, ancak bu tek başına zaferi garanti altına almıyordu. Bu noktada, önderlik, sevk ve idare kabiliyeti devreye girdi.Mustafa Kemal, harekât sürecinde gerçekleştirilmesi gereken altı faaliyetten ilk beşini etkili bir biçimde gerçekleştirdi ve birliklerini motive ederek düşmanı durdurdu. Mustafa Kemal’in komuta faaliyetine yönelik güçlü kavrayışı, Çanakkale Savaşı’nın ilk saatlerinde durumun Türkler lehine dönmesini sağladı. Mustafa Kemal, oldukça karmaşık bir durumu başarıyla teşhis etti, başarı için gerekli olan koşulları görselleştirdi ve bunları da astlarına anlattı, bu şekilde birliklerini ve savaşı yönetti; cesur ama hırpalanmış bir düşman karşısında kendi pozisyonunu sürekli olarak gözden geçirdi./Archive/2021/2/6/011455782-birol.jpg‘GERİ ÇEKİLECEK BİR YER YOKTU’Mustafa Kemal, işgale ilişkin herhangi bir istihbarata sahip değildi. Çıkarmadan sonraki ilk iki saat boyunca kolordu komutanından bu yönde hiçbir kılavuzluk almamıştı; sadece 9. Tümen komutanından aralıklı olarak raporlar almaktaydı. Halil Sami Bey’in tümeni, güneyde Cehennem Burnu boyunca savunma hattını elinde tutmaktaydı. 27. Alay’dan bir bölük ise hattın kuzey ucunda Arıburnu’nu savunmaktaydı. Sami Bey, 27. Alay’ın, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusundan (Anzak) bir taburla kuzeydoğuya, Conkbayırı sırtlarına doğru hareket ettiğini bildirdi. Sami Bey, bunun bir aldatmacanın parçası olduğuna inanıyordu, ancak yine de Mustafa Kemal’den, 9. Tümen’in kuzey hattını güçlendirmek için taburlarından birini kaydırmasını talep etti. Mustafa Kemal, bu bölgenin bir ana çıkarma bölgesi olduğunu düşündü. Ayrıca araziyi o kadar iyi tanıyordu ki Conkbayırı boyunca uzanan üç sırtı kim kontrol ederse civardaki en yakın yerleşim yeri ve Türk savunması için de kilit konumda olan Eceabat’a erişimi kontrol altına alabilirdi. Bu hamleyi Anzak güçleri yaparsa denizden gelerek şehri ele geçirebilir, 5. Ordu’yu ikiye bölebilir ve Türk savunmasını saf dışı bırakabilirdi. Mustafa Kemal ne kadar Anzak askeriyle karşılaşacağını bilmiyor, ancak onları durdurmak için ne kadar kuvvete sahip olması gerektiğini iyi biliyordu. Kısıtlı miktarda istihbaratla kuvvetlerine hareket emri verdi. Durum çok kötüydü. Anzak güçleri, yarımadayı ikiye bölmek ve Conkbayırı’nın kilit bölgelerini ele geçirmek için birinci ve ikinci sırtlar boyunca saldırmaktaydı. Bu önemli arazinin kaybedilmesi, savunmanın başarısız olması ve Gelibolu’nun kaybedilmesi anlamına gelecekti. Mustafa Kemal, son durumu gözünde canlandırdı. Türk kuvvetleri savunma hattını korumak zorundaydı; geri çekilecek bir yer ve verecek bir toprak yoktu...‘CEPHANENİZ YOKSA SÜNGÜNÜZ VAR’Düşman, sahile uzanan sırtların üzerinde veya ötesinde bir mevzi oluşturamadı; öyle ki ancak hâkim bir tepe güçlü bir mevzi olabilir ve Anzakların hatlarını genişletmesine izin vererek takviye kuvvetlerin Türk savunmasına baskı yapmasına olanak tanıyabilirdi. Mustafa Kemal’in kuvvetleri Anzakları sahilde tutmak zorundaydı. O da bu hedef doğrultusunda ve ciddi bir hızla kuvvetlerini hâkim tepelere çıkardı.19. Tümen, 5. Ordu’nun Çanakkale savunmasındaki tüm gücüydü ve harekete geçebilmeleri için 5. Ordu Komutanı Orgeneral Liman von Sanders veya en azından 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa tarafından hareket emrinin tebliğ edilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal bu noktada, Anzak güçlerinin tepelere yaklaştığını görüyor ve emirleri beklemeye vakit olmadığını biliyordu. Doğrusu, kurmaylarını toplamak için bile yeterli zamanı yoktu; karargâhın onayını beklemeden saldırı emrini verdi. Önce 57. ve 77. alayların komutanlarını bilgilendirdi ve 72. alayı yedekte bıraktı. Genelkurmay Başkanı ise 77. Alay’ı bir araya getirme görevini üstlendi. 57. Alay zaten bir eğitim tatbikatı için sahadaydı, Mustafa Kemal de onlara katıldı. Astlarını, Arı Burnu sırtına yönelik saldırı ve Anzakları denize itmeyi öngören görev hakkında bilgilendirdi. Mustafa Kemal açık konuştu: “Düşmandan kaçış yok, düşmanla mücadele vardır. Cephaneniz yoksa süngünüz var. Süngü tak!” İlk müdahaleyi gerçekleştirenler onlardı ve Müttefik kuvvetlerin, sırtın herhangi bir bölümünü almasına izin veremezlerdi. Bir dağ bataryası ile takviye edilen alay, yarımadanın batısına doğru ilerledi.DAĞ BATARYASI KEMALYERİ’NDE Mustafa Kemal, öncü birliklerle birlikte 180 Rakımlı Tepe (Baby 700) ve Muharebe Gemisi Tepesi’ne (Big 700) doğru yola çıktı. Yaklaşma sırasında, geri çekilmekte olan 9. Tümen’in 27. Alayı’ndan askerlerle karşılaştılar. Mustafa Kemal adamlarına baskı yaptı. Alay komutanı, zorlu arazide kuvvetleriyle temasını yitirmişti, bu nedenle, Mustafa Kemal emirleri tabur komutanlarına verdi. İlk tabur, Muharebe Gemisi Tepesi ve Havan Tepe’nin güneybatısına, ikinci tabur ise Muharebe Gemisi Tepesi üzerinden kuzey-kuzeybatı yönüne ve Cesarettepe’den aşağıya doğru saldıracaktı. Üçüncü tabur yedekti. Dağ bataryası, alayın arkasındaki Kemalyeri’ne yerleştirildi. Mustafa Kemal, 27. Alay’ı bozulmuş halde gördükten sonra, 57. ve 27. alayların arasındaki bölgeye 77. Alay’ı sevk etmek için Bigalı köyündeki karargâhıyla temas kurdu. Bu durumda, 5. Ordu bünyesinde yedek tek bir alay kalmıştı, diğerleri üst emir olmaksızın taarruz etti.Mustafa Kemal, kolordu komutanıyla görüşmek zorunda kalmıştı. Esat Paşa’yı bilgilendirmek ve karşı karşıya olduğu kuvvetin Müttefik ana kuvvetleri olduğuna dair endişesini açıklığa kavuşturmak için Eceabat’a geri döndü. Esat Paşa günün ilk teyidinde Mustafa Kemal’in eylemlerini onayladı. Mustafa Kemal de 72. Alay’ı, nerede, ne zaman ve nasıl kullanacağına karar verinceye dek Bigalı’da tuttu. Savaşın ilk saatlerindeki açık ve net talimatları, Arıburnu’ndaki mücadelenin sürdürülmesini sağlamıştı. Eceabat’taki istişarelerin ardından savaşı yönetmek için yeniden ve aceleyle cepheye geri döndü.Yazan: Binbaşı ErIc VendIttIYARIN: MUSTAFA KEMAL’DEN HARP TARİHİNE MİRAS ÜÇ DERS M.Birol Güger"Önce zihniyet değişmeli"
"Önce zihniyet değişmeli" Akademisyenler ve siyasetçiler, iktidarın gündeme getirdiği ve üzerinde çalıştığı yeni seçim sistemi ve Siyasi Partiler Yasası’nda yapılmak istenen değişiklikleri Cumhuriyet’e değerlendirdi. İktidarın gündeme getirdiği ve üzerinde çalışmalar yaptığı yeni seçim sistemi ve Siyasi Partiler Yasası’nda yapılmak istenen değişikliklere karşı akademisyenler ve eski siyasetçiler sorunun kaynağının zihniyet meselesi olduğunu söyledi. İlk siyasi partiler yasasının 1965 yılında çıktığını söyleyen akademisyen ve siyasetçiler, “1965 yılına kadar Siyasi Partiler Yasası yoktu. O dönemde parti içi demokrasi pek ala işliyordu. Küçük partiler bile ön seçim yaparak adaylarını belirliyorlardı. Onun için Siyasi Partiler Yasası’ndan ziyade zihniyetin değişmesi önemli” dediler. Siyasi Partiler Yasası ve AKP’nin taslak çalışmalarını yaptığı yeni seçim sistemi tartışmalarını Cumhuriyet’e değerlendiren akademisyen ve siyasetçiler özetle şunları söyledi:Esenyurt Kurucu Belediye Başkanı Gürbüz Çapan: Cumhuriyet rejimi kurulurken bizi kulluktan çıkarıp Batı medeniyetine eriştirmeye çalışan kurucu babalarımız vardı. Onlar sınıfsız, sömürüsüz, ayrımsız bir toplum yaratalım derdindeydiler. Çok partili rejime geçilince 1950’den sonra farklılaşma başladı. CHP’nin muhalifi köylü hareketi olduğu için aynı zamanda kurnazlardı. Türkiye’nin sağı kurnazlık üzerine kuruldu. Köylülüğün genel karakteri budur. Şimdi de seçimi nasıl alırız kurnazlığı düşünüyorlar. Bunların cetveli eğri, eğri cetvelden düz çizgi çıkmaz. Türkiye 600 mebus seçerek mebusun niteliğini bozmuştur. Bunun sebebi de temsilde adalet uydurmasıdır. Bunu nasıl önleyeceğiz? Seçim bölgesini büyüteceğiz. 500 bin seçmen 1 mebus seçecek ama aklı başında o bölgeyi tanıyan, bölge için projeleri olan bir mebus olacak bu kişi. Bu milletvekilinin yetkileri olduğu gibi sorumlulukları da olacak. Bugünkü parlamentoda oy veriyorsun hesap soramıyorsun. Güçler ayrılığı diyoruz ya bunu gerçekten hayata geçirirsek hesap da sorabiliriz. O zaman milletvekili de başına iş geleceğini bunun hesabının vereceğini bilir çalışır. Bölgenin yatırım harcamalarını takip etmeli, kararda söz hakkı olmalı. Bölgeleri yarıştırmalıyız. Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde milletvekilliğinin hiçbir önemi kalmadı. Adamı denetleyici bir güç yok parlamentoda. Bizim istediğimiz çok ve niteliksiz bir mebus topluluğumu yoksa her bölgeyi hakkıyla temsil edecek mebuslar mı? Anladığımız kadarıyla iktidar ‘daraltılmış bölge’ üzerinde duruyor. Biz ise dar bölge sisteminden yanayız. Dar bölge sistemi 500 bin nüfuslu bir yerde yüzde 50+1 birinin seçilmesidir. Cumhurbaşkanı Türkiye çapında yüzde 50+1 ile seçiliyor da niye milletvekilleri seçilmiyor? Herkes aynı yerden geçmelidir. Cumhurbaşkanımıza haksızlık oluyor yüzde 50+1. Milletvekilini kimse konuşturmuyor. CHP de bile milletvekili partisinden izin almadan konuşamıyor. Biz dar bölge derken 500 bin kişinin yüzde 50+1 ile bir mebus seçmesini isterken, onlar daraltılmış bölge peşindeler. Bunu Turgut Özal da yapmıştı. İstanbul’u 8 bölgeye çıkarmıştı. Şimdi iktidar da millet nasılsa partiye oy veriyor diyerek bu yolu izlemek istiyor. Hala kurnazlık peşindeler. Bir kararname ile yaparlar bunu. Seçim sistemi değişirse haliyle karşı koyulamayan değişiklikler olacak. Siyasi Partiler Yasası bize 12 Eylül’den kalan bir miras. Siyasi Parti Başkanı kim olursa tüzüğü değiştirebilir. Mesela Tayyip Erdoğan’ın tüzüğü çok demokrattı. Herkesi kapsayacaktı. İktidar olduktan sonra hemen bir kurultay yaptılar bütün yetkileri Merkez Yürütme Kurulu’na (MYK) verdiler. Sonra MYK toplantı yetkileri genel başkana verdi. Yani hakiki temsile gitmeyince tüzüğün bir anlamı yoktur. Seçim sistemini değiştirmek lazım. 500 bin kişinin seçtiği vekile her istediğini yaptıramazsın. Bardağa, bıçak dedirtemezsin. Partiye ya da kişiye değil, kafaya oy veren bir sistemi oturtmamız lazım. Milletvekillerinin sayısını azaltacağız, yetkisini arttıracağız, sorumluluk vereceğiz. Gerekirse yanlış yaptığında temsil ettiği kişilerce mahkemeye götürülebilir olacak. Vekiller hesap verebilmeli. Otomatik olarak da Siyasi Partiler Kanunu değişecek zaten. /Archive/2021/2/6/012515806-capansayfa9.jpg‘MHP BARAJ ALTINDA KALABİLİR’Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TESAV) Başkanı Erol Tuncer: İktidar partisi kendisine ve ortağına kazandıracak, kendi lehlerine olan bir seçim sistemi hazırlamak istiyor. Daraltılmış bölgeden bahsediliyor. Daraltılmış bölge birinci sıradaki partinin lehinedir. Yani AKP’nin. Ancak ortağı MHP’nin aleyhinedir. Mebus sayıları düşer. Baraj da üzerinde çalıştıkları konulardan biri. Baraj sistemi çıktığı günden bu yana yandaşları kadar karşıtları olan bir konu. Bunun olumsuz sonuçlarını da yaşadık. Dolayısıyla barajın düşürülmesi iyi olur ama düşürürlerse yeni partilere yarayabilir diye endişe edebilirler. Düşürülmezse de MHP’nin şimdiki barajı aşıp aşamayacağı belirsiz. Kamuoyu araştırmaları da bize bunu gösteriyor. Ben kolay kolay başkanlık sisteminden vazgeçeceklerini düşünmüyorum. Ancak kaybedeceklerinden yüzde 100 emin olurlarsa parlamenter sistemi tercih edebilirler. Çünkü kamuoyu yoklamalarında iktidar partisi hala birinci parti olarak görünüyor. Dolayısıyla parlamentoda çoğunluğu alır. Şimdilik tabii, önümüzdeki günlerde ne olur bilinmez. Türkiye’de yıllardır Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi istenir. Bu yapılınca siyasi partilerin içine demokrasinin geleceği konuşulur. Ben tek başına Siyasi Partiler Yasası’nın mucizeler yaratacağı kanısında değilim. Bu yasadan çok zihniyet meselesidir. 1965 yılında ilk siyasi partiler yasası çıktı. 1965 yılına kadar Siyasi Partiler Yasası yoktu. O dönemde parti içi demokrasi pek ala işliyordu. Küçük partiler bile ön seçim yapılarak adaylarını belirliyorlardı. Onun için Siyasi Partiler Yasası’ndan çok zihniyetin değişmesi önemli. Tabii Siyasi Partiler Yasası’nda değişmesi gereken noktalar var ama tek başına yasaya ümit bağlamak hayal kırıklığı yaratır. İktidar partisinin getireceği değişiklikler ideal bir Siyasi Partiler Yasası yaratabilmeye mi hedefliyor yoksa iktidar ve ortaklarına yarar sağlayacak değişiklikler mi düşünülüyor görmek lazım./Archive/2021/2/6/012530931-tuncersayfa9.jpg‘AKP MASA BAŞINDA KAZANDIRACAK BİR SEÇİM SİSTEMİ DİZAYN EDİYOR’Eski Ekonomi Bakanı Ufuk Söylemez: Siyasal İslamcı zihniyete sahip kişiler, partiler ve iktidarlar asla ve asla demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yasal düzenleme yapmazlar, yapamazlar. Çünkü bu onların fıtratına aykırı. AKP’nin MHP ile birlikte anca yüzde 40-41 bandına çıkabildiği görülüyor. Yüzde 50+1 almaları bu sistemle neredeyse imkânsız. O nedenle sıkışmış vaziyetteler. Bir yandan reform derken bir yandan da yanlı, partizan, kutuplaştırıcı kararlar ve hukuk faciası sayılabilecek uygulamalar gün gibi ortada. Yapacakları tek şey; masa başında onlara seçim kazandıracak bir seçim sistemi dizayn etmek. Kişiye ve partiye özel bir seçim sistemi istiyorlar. Bunlar panik hareketlerdir. Türkiye’nin işsizlik, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele edip bunları konuşması gerekirken bugün anayasa açıklamasının kimsenin karnını doyurmayacağı ortadadır. Bunların derdi anayasa, demokrasi, özgürlük olmadığı gayet açıktır. Yapmak istedikleri Anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçeceğine inancım yok. Referanduma götürmeleri halinde de bu referandum hem AKP’nin anayasa değişikliğine hayır hem de AKP’ye hayır olarak sonuçlanabilir. MHP’nin yapılan araştırmalara göre oy oranının yüzde 6-7 bandına düştüğü görülüyor. Kamuoyunda da milliyetçi bir partinin ümmetçi bir partiyle bir arada olması, ihvancılarla kol kola girmesi garip karşılanıyor. Tepede bu birlikteliği sürdürmek isteseler de tabanda bunun karşılık bulmadığı ortada. Dar bölge sisteminde en büyük zararı MHP görecektir. AKP bunun için de bin formül yaratabilir tabii. Bu çabalar bir ikbal ve iktidarda kalma arayışıdır. MHP’yi kurtarmak için barajı da düşürebilirler ama bu yapılsa bile MHP için kurtuluş olmaz. Daha kötü olur. Öte yandan Siyasi Partiler Yasası’nda da kesinlikle değişikliğe gidilmeli. Siyasi Partiler Yasası, liderlerin seçtiği isimlerin önünü açıyor. Hem parti içinde hem mecliste liderlerin talimatlarıyla bir emir komuta siyasetine mecbur bırakıyor. Demokratik siyasetin önünü tıkayan Siyasi Partiler Yasası’dır. Sadece lidere biat eden düşük profilli isimler mebus yapılarak, birileri için dikensiz gül bahçesi yaratılıyor. Bunun da ülkeye bir yararı olmadığını görüyoruz./Archive/2021/2/6/012543650-soylemezsayfa9.jpg“YÜZDE 10 BARAJ ÇOK YÜKSEK”Prof. Dr. Erhan Karaesmen: Baraj sistemi ve ittifaklarla ilgili düzenlemelere ilişkin yüzde 10’luk seçim barajı çok yüksek. Ülkedeki toplam oyların yüzde 10’unu alamayan partiler barajın altında kalıyor. Baraj düşürülsün ki kendi halinde kalan illerden milletvekili çıkarılabilsin. Yüzde 7’ye yüzde 5’e indirelim deniyor. Fakat iktidarın çok fazla işine gelmediğini görüyoruz ki sadece sözde kalıyor. MHP’ye de yüzde 10’luk seçim barajı yüksek geliyor. MHP’nin barajı düşürmek istediği yönünde bir niyeti olduğunu görebiliyoruz. Büyük ortak ise ‘sen bu seçim sistemini, barajını değiştirmekten vazgeç. Biz sana Türkiye çapında ses çıkarabileceğin kadar milletvekili sayısı kadar bir kontenjan ayarlayalım. Kendi göstereceğimiz adayların içine senin adaylarını koyalım” diyerek ikna etmeye çalıştığı anlaşılıyor. Seçim havasına girildiğinde de ittifak kavramının siyasal partiler yasasında yer alabileceğini de düşünüyorum. Bir diğer partiyle iş birliğinin ötesinde, sadece bir seçime özgü kol kola girilebilir. Yeni bir siyasi partiler yasası da düzene girmeli, gereklilik vardır. Parti içi demokrasiyi sağlamak açısından partilerin itiraz etmemeleri gerekir. Düzen kurma açısından siyasi partiler yasasındaki değişiklik faydalı olabilir. Bu yasa, muhalefet partilerinin kendi iç işleyiş düzenlerine yeni bir sosyolojik mantık getireceği için renkli bir durum. Fakat olumsuz tarafı da vardır. Siyasi partiler yasasında her partinin kurultay, meclis genel kurulları var. Bu genel kurullardan parti inisiyatifine yetki yansıtılması durumu var. Bu özelliklerle birlikte partilerin yaklaşan seçimde beklentileriyle birlikte birbirinden ayrı düşünceleri kendini gösterebilir. Öte yandan siyasi partiler yasasında yapılacak değişiklikle parti kapatmaların önü açılabilir. Özellikle HDP bazında konuşmak gerekirse bu partiye getirilen bir ceza olmaz. Bu, Güneydoğu insanına getirilen bir ceza olur. Kapatılması halinde tekrar benzeri bir parti kurulur. İktidarın 600 milletvekilini dar bölge sistemiyle küçük yerel birimden toparlamaya çalıştıkları bir arayışları var. Şu anda buna gerek görülmesi, MHP’nin tek başına yüzde 10 barajını aşamıyor oluşu. AKP yüzde 10 ile oynamak yerine küçük bölgeyi tercih ediyor. Çünkü Yüzde 10 ile oynaması halinde HDP’nin de sahada yerini alacağını biliyorlar. Dar bölgeye gidilmesine ise MHP sıcak yaklaşmıyor. MHP’nin kendi çıkaracağı toplam milletvekili sayısı azalacağı endişesiyle buna razı olmadığı anlaşılıyor. Muhalefeti ise bu durum rahatsız etmiyor. Muhalefet daha çok gözlem yapıyor. Dar bölge sistemine, AKP ve MHP’nin aynı anda onaylamasının mümkün olmadığını görüyoruz./Archive/2021/2/6/012609400-karaesmensayfa9.jpg“TÜRKİYE PARTİ MEZARLIĞINA DÖNDÜ”Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu: Ben, dar çevreden uzak olarak çevrelerde bir değişiklik yapılmaması, mevcut seçim çevrelerinin korunması gerektiğini düşünüyorum. Nüfusu stabilize olmamış yerlerde eşit dar çevre oluşturmak, dar bölge sistemini uygulamak çok zor. 600 milletvekili var ve 600 eşit seçim çevresine ayırmakta da bir zorluk var. Dar sistemde kime oy verileceği bilinir fakat bu durum adayların kimlikleri öne çıktığı için, bu etnik ve mezhepsel davranışları arttırır. Bu sorunların önüne geçebilmek adına geniş çevrenin daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Geniş çevre bütünlük sağlarken dar çevre bölünmeye sebep olur. Geniş çevrede siyasi partiler etnik farklılıkları göz önüne alarak birbirine yakınlaştırır. Öte yandan baraj sisteminin yüzde 10 olması hiçbir demokratik ülkede yok. Baraj en fazla yüzde 5 olmalı. Türkiye için istikrarlı bir hükümet kurulması için yüzde 4 ila 5 idealdir. Seçim ittifakları ise tabi ki olabilir. Seçim ittifakları seçim öncesi bir koalisyon gibidir. Koalisyon bir ülkenin siyasi bölünmüşlüğünün parlamentoya yansımasıdır. Bence daha sağlıklıdır. Öte yandan Siyasi Partiler Yasası’nda değişikliğe gidilmeli. Siyasi partiler demokratik işleyişe kavuşturulmalı. Mesela; adayların belirlenmesi. Adaylar ön seçimle belirlenmeli. Parti merkez organının ya da parti liderinin belirlememesi, bu yönde bir değişiklik yapılması gerekir. Siyasi parti kapatmalarına ilişkin söylemlerde sonuca odaklı değil. Türkiye parti mezarlığına döndü. HDP öncesi de çok parti kapatıldı. Yeniden açıldı yeniden kuruldu. Bunlardan ders almak gerekir. HDP 6-7 milyon oy alıyor. Türkiye’de böyle bir kesim var ve bu kesimin de parlamentoda kendisini ifade edebilmesi gerekir. Kürt sorununun çözülmesi için kendi kimliklerini sürdürmek isteyen insanların da parlamento da bu sorunları dile getirmesi ve çözüm araması gerekmektedir. Farklı görüşlerle çözüme daha kolay ulaşacağımızı düşünüyorum. Silah olmasın istiyoruz. Barışçıl çözüm olsun istiyorsak bunun yeri parlamento. AKP’de 2008’de kapatılma konusunda ipten dönmüştü. 1 oy farkla kapatılmadı. Ama yaşadığı o durumla daha da gürbüzleşti. Yaşanan mağduriyet daha da güçlendirir. İktidar seçim sistemi ve siyasi partiler yasasında yapacağı değişikliklerle parti kapatmanın önünü açabilir. Anayasa parti kapatmaya izin veriyor. 2 tür yaptırım var. Hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımı var, AKP’ye 2008’de verildiği gibi. Kapatma yaptırımı da mümkün. Bu konuda bir yasal değişikliğe ihtiyaç yok. Kapatılmak istenirse kapatılabilir ama bu bir çözüm değil. Yeni bir yasal ya da anayasal düzenleme yaparken geçmişteki sorunları göz önünde bulundurmak gerekir. Bakılmazsa yapılan anayasal düzenlemeler çözüm olmaz./Archive/2021/2/6/012621650-yuzbasioglusayfa9.jpg“TEMEL SORUN CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ”Eski Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk: Sistemin tamamen değişmesi gerekiyor temel sorun cumhurbaşkanlığı sistemi denilen ucube bir sistemin getirilmiş olması. Şu anda koalisyonları zorunlu hale getirilmeye çalışılıyor. Yeni yapılacak olan düzenlemede sistemin değişmesi lazım. Sistem değiştikten sonra parlamenter sisteme dönmemiz lazım. Yasama yürütme yargının arasındaki düzenlemeyi yeniden yapmamız lazım. Ayrıca baraj sisteminin tamamen ortadan kaldırılması lazım. En azından yüzde 3’e kadar düşürülmeli. Yüzde 3’ün üzerindeki baraj belli şekilde parlamentoya girmesini engelliyor. Biz demokrasiyi olduğunca tabana çekmemiz gerekiyor. Baraja tümüyle karşıyım. Siyasi partiler yasası ise tamamen değiştirilmeli. Cumhurbaşkanlığı Sistemi getirildiğinde, bu sistemin tamamlayıcısı olarak siyasi partiler kanununun değiştirileceği, seçim vaadi olarak söylenmişti. Ama ne seçim yasası ne siyasi partiler kanunu değiştirilmedi. Siyasi partiler yasası değiştirilerek, partilerin içine demokrasi getirilmeli. Lider hegemonyasına son verilmeli. Milletin zorlanan önüne konulan insanlar seçiliyor. Demokrasiyi daha çok tabana yaymak gerekiyor. Oy verene şans verilmesi lazım. Siyasi partiler kanunu buna çok engel. Öte yandan siyasi partiler yasasının değişmesiyle de parti kapatmaların önü açılmamalı. Siyasi parti kapatmaların bir çare olmadığını Türkiye çok iyi anladı. Sadece hukuken gerekli durumlarda partilerin kapatılması gerekir. Türkiye’de parti kapatmaların yerine suç işleyenlerin cezalandırılması ve onların siyasetten men edilmesi, hazine yardımlarının kesilmesi gibi ön tedbirler var. Bence kapatmak doğru değildir. Siyasi partiler yasasının değişmesiyle de parti kapatmaların önü açılmamalı. Sorumlusu varsa cezalandırılmalar yapılmalı. Seçim sisteminde ise değişiklik yapılmaması gerekiyor. 600 milletvekili bile çok fazla. Her siyasi parti iktidarda kalabilmek için kendisine en uygun sistemi getirmeye çalışıyor. Rahmetli Turgut Özal da bu işi çok iyi yaptı ve seçim sistemini değiştirdi. Ama seçim sisteminin üzerinde oynanması iyi değil. Dar bölge sisteminin tek faydası yerelde vatandaş kendi milletvekilini daha iyi tanıması olur. Başka fayda sağlamaz./Archive/2021/2/6/012634181-ozturksonsayfa9.jpeg İlayda Kaya / Leyla KılıçMetal işçisi ilk‘raund’u aldı
Metal işçisi ilk ‘raund’u aldı DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, MESS ile Schneider Enerji, Grid Solutions Enerji, Schneider Elektrik, ABB Power Grids ve Arıtaş Kriyojenik işyerleri için 19 Ekim 2020’de başlayan ve grev aşamasına gelen toplusözleşme görüşmeleri kapsamında anlaşma sağladı. Eylül 2020-Eylül 2022 dönemini kapsayan ve 2 bin işçiyi kapsayan toplusözleşmeyle ücretlerde ilk 6 aylık dönem için net 813-1080 TL arasında artış sağlandı. Sosyal haklar ilk yıl için yüzde 26 artırıldı. İşçiler MESS’in tamamlayıcı sağlık sigortasına dahil edilirken eş ve çocuklar da işverenlerin ödemesiyle sisteme dahil olacak. İlk 6 ay için ortalama yüzde 21 zam alındığını belirten Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreteri Özkan Atar, “Bu sözleşme işkolundaki işçilerin mücadelesinde önlerini açacak bir etki yaratacak” dedi. Atar, kendilerinin de 12 bin işçi adına görüşme yapacağını hatırlattı. Mustafa Çakır