News - Haberler
Esenler'de 7 katlıbinada yangın paniği: Binadaki 30 kişiyi itfaiye tahliye etti
Esenler'de 7 katlı binada yangın paniği: Binadaki 30 kişiyi itfaiye tahliye etti Esenler'de 7 katlı bir binanın girişindeki elektrik panosunda yangın çıktı. Yangın nedeniyle, binada kalan 30 kişiyi itfaiye ekipleri tahliye etti. Dumandan etkilenen 6 kişi kontrol amaçlı hastaneye kaldırdı. Yangın sonucu bina içerisinde ve girişinde hasar meydana geldi. Olay, Nine Hatun Mahallesi'nde saat 22.00 sıralarında çıktı. 142. Sokak'taki 7 katlı binanın girişinde bulunan elektrik panosunda henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı. Bina sakinleri oturdukları apartmanın girişinden dumanların yükseldiğini görünce bir süre panik yaşadı. Mahalle sakinlerinin durumu itfaiye, polis ve sağlık ekiplerine haber vermesi üzerine adrese çok sayıda ekip sevk edildi. İtfaiye ekipleri yangına müdahale ederken, olay yerinde çok sayıda ambulans hazır bekletildi. Polis ekipleri de sokakta güvenlik önlemi aldı. İtfaiye erleri, bir yandan yanan elektrik panosunu söndürdü bir yandan da binada oturan 30 kişiyi tahliye etti. Tahliye edilenler arasında çocuklar ve kadınların bulunduğu öğrenildi. Tahliye edilen kişiler, olay yerindeki ambulanslarda ayakta tedavi edilirken, dumandan etkilenen 6 kişi ise kontrol amaçlı hastaneye kaldırıldı. Kısa sürede söndürülen panodaki yangın sonrası, bina girişinde ve içerisinde hasar oluştu.YANGIN CEP TELEFONU KAMERASINDAAyrıca, yangın sırasında yaşanan panik anları da vatandaşların çektiği cep telefonu görüntülerine yansıdı. Görüntülerde itfaiye ekipleri hem yangına müdahale ediyor hem de bina sakinlerinin tahliyesini yapıyor. Görüntülerin devamında ise sağlık ekiplerinin dumandan etkilenen vatandaşları ambulansa taşıdığı ve ilk müdahaleyi yaptığı görülüyor."BİNA GİRİŞİNDE PATLAMA OLUYORDU"Olayın yaşandığı binanın üçüncü katında oturan Sami Coşkun, yangın nedeniyle binadan 30 kişinin tahliye edildiğini belirterek, "Gece saat 22.00 gibi oldu olay. Biz dışarı çıkmıştık. Binaya girmeye çalıştık. Bina girişinde patlama oluyordu. Binadan, tahmini 30 kişi tahliye edildi. Yangın sonrası panikleyen 3-5 kişi hastaneye gitti ambulansla. Başka da bir şey yok" dedi. Yangınla ilgili inceleme devam ediyor. DHAABD Dışişleri Bakanlığı: 15 Temmuz'da ABD'nin rolüolduğu iddiasıtemelsiz ve gerçek dışı
ABD Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "15 Temmuz'un arkasında Amerika var" sözlerinin ardından yaptığı açıklamada, 15 Temmuz 2016'da meydana gelen darbe girişiminde Washington'un rolü olmadığını kaydetti.Habere Gitmek için TıklayınFransa'da bir kadın yıllardır 'yaşadığınıkanıtlamaya'çalışıyor
Fransa'da resmi kayıtlara yanlışlıkla ölü olarak kaydedilen ve varlıklarına el konmaya çalışılan bir kadın, tam üç yıldır ölmediğini kanıtlamaya çalışıyor.Habere Gitmek için TıklayınHatay'da toplantıve gösteri yürüyüşlerine 15 günlük yasak getirildi
Hatay'da toplantı ve gösteri yürüyüşlerine 15 günlük yasak getirildi Hatay Valiliği, huzur ve güvenliğin sağlanması, milli birlik ve beraberliği zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilebilmesi için il sınırları içerisinde 15 gün süreyle toplantı, gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması gibi etkinliklerin yasaklandığını duyurdu. Hatay Valiliği, il sınırları içerisinde 15 gün boyunca toplantı, gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması gibi etkinliklerin yasaklandığını bidirdi. Valilik açıklamasında alınan karar ile ilgili şu ifadelere yer verildi."İlimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması, milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilebilmesi, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, cumhuriyetin temel nitelikleri, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi müessif olayların yaşanmaması, kamu sağlığının tehlikeye atılmaması ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından da Pandemi (Salgın Hastalık) olarak ilan edilen Koronavirüs (Covid-19) salgınının ülkemizde yayılmasının önlenmesi amacıyla; il sınırlarımız içerisinde (İl merkezi-İlçeler polis ve jandarma sorumluluk bölgelerinin tamamı) tüm toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, açık ve kapalı yer toplantısı ile protesto eylemi, konser, şenlik, festival, miting, çadır kurma, oturma eylemi, stand açma, çelenk sunma törenleri, açlık grevi, anma töreni, afiş, pankart ve poster asma, el ilanı ve bildiri dağıtmak, imza masası açmak, meşale yakmak ve taşımak, konferans, panel vb. tüm etkinliklerin, her türlü açık/kapalı alanlarda yapılması planlanan eylem/etkinliklere destek vermek amacıyla, çevre illerden ve diğer illerden İlimiz sınırlarına gelen şahısların ve araçların İlimiz sınırları içerisine girişlerine müsaade edilmemesi ve yasaklama süresi boyunca sınırlandırılması, 04/02/2021 günü saat 08.00 ile 18/02/2021 günü saat 23.59’a kadar 15 (onbeş) gün süreyle yasaklanmıştır." DHAUsta ile dayanışma ve Anadolu sevgisi
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Usta ile dayanışma ve Anadolu sevgisi Son zamanlarda okuduğum iki ilginç e-kitaptan söz etmek istiyorum: Türkiye’nin İlk Folklor Yaz Okulu İlhan Başgöz Güre Yaz Kursu, İlhan Başgöz ile Güre Folklor Yaz Okulu Katılımcıları Buluşması - 18 Temmuz 2020. İki kitap da geçtiğimiz günlerde ABD’den Türkiye’ye dönen ünlü halkbilimci İlhan Başgöz’ü ve çalışmalarını doğrudan ele almıyorsa da, onun etrafında, özellikle onun bir girişimi hakkında. İkisinin de hazırlayanı Prof. Serpil Aygün Cengiz. /Archive/2021/2/5/002240702-ic1.jpgProf. İlhan Başgöz, 1990’ların ikinci yarısında ABD’de uzun yıllar ders verdiği Indiana Üniversitesi’nden emekli olup Türkiye’ye döndü. 2010’ların ortasına kadar ülkenin değişik üniversitelerinde ders verdi. Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü Etnoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Serpil Aygün Cengiz’in yayıma hazırladığı Türkiye’nin İlk Folklor Yaz Okulu İlhan Başgöz Güre Yaz Kursu isimli kitap; Balıkesir’in Güre köyünde, 1997’de kurduğu ve ders verdiği, 2003’e kadar faaliyette kalan yaz okuluna katılmış olanların tanıklıklarından oluşuyor.Kitap, hem okul binasını tasarlayıp inşa etmiş, hem de okulda ders vermiş olan, 20 Mart’ta kaybettiğimiz mimar, şair Cengiz Bektaş’a ithaf edilmiş.TÜRKİYE’DE FOLKLOR ADASIİlk göze çarpan, kitabı estetik bir yapıya ulaştıran ve adeta görsel bir şölen sunan, çoğu bugün için artık belge niteliğinde olan fotoğraflar.Prof. Cengiz, Halil İnalcık’tan Henri Glassie’ye birçok uluslararası tanınmış öğretim üyesinin ders verdiği okulu, “Türkiye’de folklor adası” olarak tanımlıyor. Kitaptaki yazılı tanıklıklar bu açıdan paha biçilmez. Sadece halkbilim alanında olanlar için değil, Türk toplumuyla ilgili olduğu kadar uluslararası halkbilimi açısından ilginç, özgün, ilk kez yayımlanan birçok tanıklık sunuluyor.Alanla ilgilenenler için içerdiği bilgiler arasında ne Başgöz’ün kendi otobiyografisinde, ne kendisiyle yapılan nehir söyleşide, ne de onuruna hazırlanan armağan kitabında yer alan ayrıntılar aktarılmış. Dolayısıyla yapıt başvuru kitabı olmaya aday./Archive/2021/2/5/002305592-ic2.jpgDAYANIŞMA VE ANADOLU SEVGİSİTanıklık satırlarında süregelen bir işbirliği ve dayanışma ruhu hissediliyor. Bir de sadece Kaz Dağları’ndan, Balıkesir’den, Güre’den söz ediliyor görünse de, inanılmaz bir Anadolu sevgisi hissediliyor bütün metinlerde.Ancak, bir bütün olarak bakılırsa kitabın asıl önemi Başgöz’ün bizzat yönetmiş olduğu ve o haliyle son bulmuş olan yaz okulunun tarihe kaydedilmiş olması. Ne yazık ki son bulmuş olan bir emeğin, bir çabanın unutulmasına engel olunması.Okulun yazgısı konusunda, Cengiz kendi yazısında, “akademideki hallerimiz için çok tipik” demekte. Yakın zamanda yaşanmış olayların, insanlar henüz hayattayken, henüz anılar tazeyken kaydedilmesi özellikle unutkan bir toplum olan bizler için çok yerinde bir girişim. Bu açıdan anlatılanlar halkbilimini, folkloru aşıyor. Kanımca kitabın en kayda değer, çarpıcı yanı bu./Archive/2021/2/5/002327201-kapak.jpgGENİŞ İLGİYİ HAK EDİYORProf. Serpil Aygün Cengiz, kitabının tanıtımını 18 Temmuz 2020 günü Zoom yoluyla yaptı. Ve bu görüşmeyi de kitaplaştırdı. “Folklor Sokağı Atölyesi” üyeleri Pınar Ekinci, Can Çara, Şenel Vural, Seda Güzel ve Züleyha Durak Özen’in katkılarıyla hazırlanan eserin aktardığı sanal buluşma dört saatten fazla sürmüştü.En duygulandırıcı ânı da, İlhan Başgöz’ün Indiana’daki evinde cep telefonu kamerasından, kimini yıllardır görmemiş olduğu eski öğrencilerine hitap etmesiydi.İlhan Başgöz ile Güre Folklor Yaz Okulu Katılımcıları Buluşması işte çeşitli katılımcıların söz alarak anlattıklarının dışında bu ânı, okyanus ötesi buluşmayı da aktarıyor. Sağladığı ek özgül bilgiler dolayısıyla da halkbilimcilerini mutlaka ilgilendirecek bir kitap. Geniş ilgiyi hak ediyor.Türkiye’nin İlk Folklor Yaz Okulu İlhan Başgöz Güre Yaz Kursu / Serpil Aygün Cengiz /Ankara: Ürün / e-kitap / 220 s. / 2020.http://sedatveyisornek.humanity.ankara.edu.tr/files/2020/06/Turkiyenin-ilk-folklor-yaz-okulu.pdfİlhan Başgöz ile Güre Folklor Yaz Okulu Katılımcıları Buluşması - 18 Temmuz 2020 / Serpil Aygün Cengiz ve diğ. / Ankara: Ürün / e-kitap / 97 s. / 2020.sedatveyisornek.humanity.ankara.edu.tr/files/2020/11/Ilhan_Basgoz_ile_Gure_Folklor_Yaz_Okulu.pdf.Gemerek nire, Bloomington nire: Hayat hikâyem / İlhan Başgöz / Türkiye İş Bankası Kültür / 480 s. / 2017.Kardeşliğe bin selâm: İlhan Başgöz ile söyleşi - Gönül Pultar, Serpil Aygün Cengiz / Yayına Hazırlayan: Gönül Pultar / Tetragon / 243 s. / 2003.https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/71356Folklor - edebiyat dergisi Prof. Dr. İlhan Başgöz özel sayısı cilt 25, sayı 100 / 600 s. / 2019.https://dergipark.org.tr/tr/pub/fe/issue/50278 Gönül PultarNeredeışıklıdünyanın yolu?
Nerede ışıklı dünyanın yolu? Bir gün salt insan olarak varlığı kutlamayı vaat eden bir şair Hindistanlı Rati Saxena. Çocukluk, kadınlık, şairlik, doğa, felsefe, çırılçıplak gerçeklikle, Hindistan’la ve dünyanın ortak kederi sevinciyle yüklü şiirleri. Nelere kafa yormuyor ki… Anneye, kendi göğüne tutunarak evini arayan çocuklara, açlığa, kayanın bilgisine, hayvanların diline… /Archive/2021/2/5/001906251-ic1.jpgBir ağaç yaşlandığında nereden başlar yolculuğuna?.. Fidandan mı ya da filizden? Çekirdek, meyve, meyveyi gagalayan kuştan ya da uçuştan mı? Uçuştan önce yağmur var yağmurdan önce toprağa düşmüş tohum? Ya tohumdan öncesi? Atomdan mı koyulur yola bir ağaç yaşlandığında?.. Peki, okur nereden başlar yeni tanıştığı şairle dolaşmaya? Bu kitapta parmak ucundan başlıyoruz. Sadece isimlerine bakılarak bile, bir kadının parmak uçlarından dünyaya geldiği görülebilir Hindistanlı şair Rati Saxena’nın şiirlerinde… “İpteki kuru çamaşırlar kadına ait şiirlerdir / çamaşır yıkamak bir sabun reklamı değildir”.Dünyada olmak, var olmak, dünyada kadın olarak var olmakla içkin bir el bu. Hem insan hem kadın. Bir gün salt insan olarak varlığı kutlamayı vaat eden de bir şair Saxena. Günümüz dünya şiirinde Hindistan’la harmanlı evrensel sözüyle önemli bir yeri var. Barış Behramoğlu’nca dilimize çevrilen “Değişiyor Zaman” seçkisiyle iç gezegenine de dış avlusuna da bir bakışta geniş görüş sağlayabiliyorsunuz./Archive/2021/2/5/001918454-ic2.jpgDerinlikli yüksekli bir göz-zihin-kalp dolaşımı bu. Çocukluk, kadınlık, şairlik, doğa, felsefe, görülene kimi yerde düş dense de çırılçıplak gerçeklik, Hindistan ile dünyanın ortak kederi sevinciyle çok yüklü. Mürekkeple kalemi özleyen, dönüşüp sözcük olmak isteyen şair nelere kafa yormuyor ki… Anneye, kendi göğüne tutunarak evini arayan çocuklara, açlığa, kayanın bilgisine, hayvanların diline… “Konuşur onlar pençeleri/kanatları/iğneleri/bıyıkları ve/kuyruklarıyla”, onların dili insanınki gibi yapışkanca bencil değildir.Çoğunlukla sinematografik bu şiirle o bedenin, günlük hayatın, coğrafyanın içinde gezindikçe harfleri bile yüklenmek olanaklı tek tek. Çünkü - “Omuzdaki eller” şiirinde şairin düştüğü nottur - Hindistan’da görücü usulü evliliklerde genç kadınlar kocalarının yanına, evlerinden çok uzaklara taşınmak zorunda kalır, bir daha eski arkadaşlarını göremezler. “Koy elini omzuma / ve kalsın senin omzunda elim.”Çünkü Udaipur Gölü kıyısında binlerce kız bebek israf edilir, zehirli sülfürik asit gibi atılarak suya. Bir ailenin keçi almak için çok küçük paraya kızlarını sattığı, oğullarını satmadığı yazılı gazete haberinden sonra yazdığı, “Onlar keçi, kız değil ki” şiiri yeter artar dargınlığına ya; Saxena’nın başarısı umudu, savaşımı sözünün özünde.“Kanatlar, düşler, uçuş ve gök/bunlar yanında olduğu sürece, / tutamaz onu hiç kimse”. Ölüm ise yük değil, “İşte ayın yansıması / ve işte su kabarcığı / Sona erdi yaşamı”./Archive/2021/2/5/001928970-kapak.jpgKendisi, içine doğduğu yerel ve evrensel kültür ve dünyayla az dargın çok barışık. Sorumluluğunu bilen “şair sözü” onunki. Dünyayı görüşündeki kederli (doğal olarak) netlik, aslında en cesurların seçmeyi yeğlediği yaşama sevincini sezdiren - kimimize işaret eden - dünya görüşüne penceremizi açıp da bakmamızı sağlıyor.Yılan olup kadın bedeniyle uğraşsa da ne kuş ne kelebek, bal arısı ya da karınca… kendini daha çok bir masa, sandalye olarak görüyor; ardına kadar açıldığında dünyaya hızlıca göz atan, kapandığında sayısız sorunu ardında bırakan bir pencere olduğunu öğreniyor; pencereyi ise genişletip kapı yaparak çıkmayı seçiyor.Değişiyor Zaman, Tekin Yayınevi’nin “Dünya Şiir Okyanusu Çağdaş Dizi”sinden çıktı. Ataol Behramoğlu’nun editörü olduğu dizinin kitapları her biri başka denizden birer inci tanesi.Değişiyor Zaman / Rati Saxena / Çev.: Barış Behramoğlu / Tekin Yayınevi / 104 s. / 2020. Nurduran Duman‘Ben bir başkasıdır’
‘Ben bir başkasıdır’ Önce okuyarak, sonra yazarak farkına varırız çevremizdeki her şeyin. Buna, anlatıcının ses arayışı da diyebiliriz. Kendi deneyimimizdir hangi konuyu seçip anlatacağımızı belirleyen. Kuşkusuz başka yazarların, dahası kendi yazarlarımızın esinleyiciliğini yadsıyamayız. Gene de, ben, onlardan bir anlatı formu/biçimi aldığımızı düşünürüm. /Archive/2021/2/5/001710347-kapakic.jpgFARKINA VARMAK YAZDIĞININYaşar Kemal’in yazmayı düşündüğü nice hikâyeyi çevresindekilere nasıl anlattığını bilen bilir. “Savrun Gözü”, “Zilli Kurt”, “Demir Çarık”, “Külüstür” hep anlatıp durduklarıydı.Ayşe Semiha Baban’la konuştuğumuzda, “Kızamık” öyküsünden söz etmişti; anlatıp anlatıp durduğu, ama bir türlü yazmadığı. Ayşe Hanım; “nasıl anlatacağını düşünürdü hep,” diyerek şunları eklemişti; “İnsan kızamık olur, peki toplum kızamık olursa ne olur’ sözünü hatırlatarak Yaşar Kemal’in; “Konu evet, ama biçim daha da önemsediğiydi onun...” Sanki asıl farkına varmaktır bu yazdığının.Sözcükler bazen bizi durdurur bir yerde. Zihnimizin dolambaçlarında gezinirken hatırladıklarımıza döneriz. O an yaşananlardansa, öteye uzanırız. Dünü öğrenmek değildir derdimiz, anın bizi tuttuğu sağanaktan kurtulmak isteriz. Geçmiş zamana sığınmak da olamayacağına göre, hatırlananda kalmak/yaşamak isteriz bir süre...İĞDEBELİ HOCA!Bir dostuma söz etmiştim İğdebeli Hoca’dan. Ortaokuldayız. O, resim öğretmenimiz. Resimler çizdiğim için onun “gözde öğrenci”si olmak istiyorum. Ama o “mesafeli”... Sıra arkadaşım Mehmet haşarı biri. Çizimlerimle dalga geçtiği için bir köşeye sıkıştırıp ufalıyorum biraz! Soluğu hocanın dersleri verdiği İş Salonu’nda alıyor. Ertesi teneffüs oraya çağrılıyorum... Alı al, moru mor çıkıyorum. Küsüyorum İğdebeli’ye; resim yapan beni önemsemesi yerine, haylaz birine arka çıkması dokunuyor bana. Hoca’nın onun yüzüne hayran olduğunu düşünüyorum çocuk aklımla.Yıllar sonra bunu hatırlayıp konuştuğumuzda; “İnsan yaşarken yanlışlar da yapabiliyor; oysa seni yüce tutmalıydım, resim yapan, yetenekli olan sendin, o haytanın tekiydi. Seni kırdığımı, bana küstüğünü anlamıştım. Az mı dil döktüm kerata sana, seni İş Salonu’na döndürmek için...”demişti.Ve bir gün beni Naciye Öncül’ün Amerikan Edebiyatı Hikâyeleri Antolojisi (1963) kitabıyla karşılayarak, ilk sayfasına şunları yazmıştı: “Sevgili ve Kıymetli Öğrencim Feridun Şehri, Başarılı resimlerin devamı için. 30:1.1970”ZAMANIN GÖZÜDÜR BELLEĞİMİZTaşıyıcı olan ne diye sorduğumuzda; asla sözcükler değildir, biz onları araç kılarız yaşadıklarımıza. Zihnimiz. O muamma dediğimiz. Her şey oradadır. Biz onsuz hiçiz! Öyle diyordu ya Luis Buñuel Son Nefesim’de: “Kendini ortaya koyamayan bir akıl nasıl tam anlamıyla akıl sayılmazsa, belleksiz bir yaşam da yaşam sayılamaz. Belleğimiz bizim uyumumuz, varlık nedenimiz, davranışlarımız ve duygularımızdır. Biz onsuz hiçiz.” (*)Sıklıkla yinelerim ya; kusursuzluk sıkıcıdır, yavanlıktır. İnsan kendini onararak yaşıyor. İşte sözcükler de o nedenle gerekli bize; yalnızca bize bizleri anlattığı için değil, ruhumuza da iyi gedikleri için.O gün çizerek kendimi ifade etmeye çalışıyordum. O buruk gün sonrası, daha da çok çizdiğimi hatırlıyorum. Hırs mı yapmıştım? Hayır!Çizerek kendim olmayı seçmiştim, tıpkı şimdi yazarak yaptığım gibi. Şu an aklımda Proust’un şu tümcesi: “Çok bilgili bir aşçı olabilir o kadın, ama patatesli biftek yapmayı bilmiyor.”YOKSUN KALMAKİranlı vezir Abdul Kasım İsmail’in öyküsünün gerçek olduğuna inanmışımdır hep. Onun sayısı yüz bini bulan kitaplarına sevgisi hiç de anlaşılmaz gelmez bana. Bunlardan ayrı kalmama tutkusunu ise anladığımı söyleyebilirim! Nereye giderse onları da yanında götürmesi şaşırtıcı gelebilir belki! Ama hiç de ol(a)mayacak şey değil!Dört yüz devesine taşıtırmış kitaplarını. Develer yüklendikleri kitapları alfabetik sıraya göre taşırlarmış… Bu düzen ve kitap düşkünü vezirin öyküsünü öğreneli beri kendimi de hep sorgulayadurdum. Kitaplarımın, defterlerimin, kalemlerimin ve masalarımın tutkunu olarak zaman zaman bir tutsak mıyım yoksa demeye başladım.Belki şu öyküyü de bilirsiniz:İranlı şair ve yazar Ferideddin-i Attar’ın ilk işi aktarlıktır. Bir gün dükkânına bir derviş gelir; onun dükkân raflarındaki düzeni, şişeleri, kutuları gözden geçirerek şunları söyler: “Ne mutlu bana, böyle bağlandığım, bu dünyadan göçüp giderken bırakmaya kıyamadığım şeylerim yok.” Ve çeker gider derviş. Attar düşünedurur. Ertesi gün dükkânını kapatır, her şeyi satar, ailesine bırakır hacca gider; sonrasında da kendini gezgin kılar. İsfahan’a döndüğünde ise tüm zamanını okuma ve yazmaya verir.Doğrusu bu öyküyü öğrendiğimde ise; “bunları nasıl bırakır giderim,” düşüncesindense bağlandıklarımın anlamını düşündüm daha çok. Hayatımıza anlam katanlar nelerdir? Bir yelek, bir hırka, bir parça peksimet mi? Yoksa daha başka şeyler mi? Nedir yaşamdaki sıralamalarımız sahi?İnsana, zamana, yaşa, döneme, yere göre değişir mi bunlar? Neleri taşır, neleri bırakır, nelerden vazgeçeriz? Ya da yapabilir miyiz bunları? Evet, bir çiçekle bahar gelmez! Bir türküyle de yüzümüz gülmez. Ama bizi zamana, dünle bugüne bağlayan, yarın için umutlandıran bir şeyler olmalıdır.İnsan sıcaklığı evet. Müzeyyen Senar göçüp gitmeden önce içindeki ukde kalanı sorduklarında, şunu demişti: “Bir adamla yaşlanmak isterdim!” Evet, birisizlik kötü! Bazen şunu düşünürüm; biz yazarlar acaba o birisizlikten midir kalemi/kâğıdı hayatımızın merkezine koyarız sürekli? Zaman zaman bu da benim sorgumdur. Öylesi ânlarda Rimbaud’nun şiir evreninde gezinmem belki de bundan!(*) Son Nefesim / Luis Buñuel / Çev: İlkay Kurdak / İmge Kitabevi. Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki‘Hayyam,ışığıhâlâparlayan bir yıldız!’
‘Hayyam, ışığı hâlâ parlayan bir yıldız!’ “Gerçek Ömer Hayyam’ı bilmeyenler abarttığımı sanabilirler, fakat Hayyam, insanlık tarihinin en renkli simalarından biridir.” diyen Sadık Usta ile bilim insanı ve şair Hayyam’ın biyografisine derin bir bakış sunduğu kitabı Şair ve Matematikçi Ömer Hayyam’ı ve yüzyıllar öncesinden günümüze kadar süren etkisini konuştuk. /Archive/2021/2/5/001408987-ic1.jpgTARİHİN EN RENKLİ SİMALARINDAN- Şair ve Matematikçi Ömer Hayyam adlı kitabınızda Hayyam’ın hikâyesine ürettiğiniz soruları yanıtlıyorsunuz. Öncelikle neden Hayyam?Hayyam’ı gençliğimden bu yana merak eder araştırırım; rubailerini ve hayatını anladığım her dilde bulur okurum. Fakat bilim alanındaki çalışmalarından 25 yıl önce haberdar oldum. O gün bugündür de Hayyam hakkında ne yazılırsa ilgi alanıma girer.Gerçek Ömer Hayyam’ı bilmeyenler abarttığımı sanabilirler, fakat Hayyam, insanlık tarihinin en renkli simalarından biridir. Kuşkusuz Aristoteles felsefe ve bilim alanında çığır açmış; Farabi, İslam felsefesinin temelini oluşturmuş, Leonardo da Vinci ve Michelangelo Rönesans biliminin ve sanatının babaları sayılırlar; Newton matematik bilimi çok ileri bir noktaya taşımıştır.Ancak kanımca hiçbiri, Hayyam gibi iki alanda birden bu denli yetkin yapıtlar verememiştir. Bu nedenle bilim tarihçisi George Sarton “12’inci asır Hayyam asrıdır” der. Stefan Zweig’ın “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” yapıtından esinle söylersem; Hayyam, günümüzde ışığı hâlâ parlamakta olan bir yıldızdır./Archive/2021/2/5/001422159-ic2.jpg‘HAYYAM, 700 YIL UNUTTURULDU’- Şöyle bir cümle var kitap başlarken: “Doğu toplumları Hayyâm’ı esas olarak rubaileri üzerinden, o da şarap ve aşk düşkünü bir şair olarak bilir…” Toplumlararası kısa bir Hayyam değerlendirmesi rica edebilir miyiz sizden?Bir süre önce Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı İbrahim Kalın, “Bize modernleşme adı altında 150 yıldır Batı’nın hikâyeleri anlatılıyor.” diyerek, geçmiş kültürel birikimden koparıldığımızı ileri sürmüştü. Ne yazık ki İslam coğrafyasında Ömer Hayyam’ın büyük bir bilim adamı olduğu, tam 700 yıl unutturulmuştu. Ne zaman keşfedildi? 1850’lerde...- Hayyam’ı kim unutturdu?Doğu-İslam ülkeleri ki bunların başında İran ve Osmanlı gelir. Hayyam’ın doğru düzgün bir mezarı bile yoktu, izleri neredeyse silinmişti ki sonradan 1962’de biraz da zorlamanın sonucunda bir anıt mezar yapılmıştır. Bu büyük ayıbımızdır.Batıda Ömer Hayyam Kulüplerinin, rubailerin çevrildiği dillerin, hakkında yapılan araştırmaların, yazılan tezlerin sayısı o kadar kabarık ki sayısını tam olarak bilmiyoruz. Bu kulüplerden biri, 1908’de İngiliz hükümetinden mali yardım dilenmeye gelen İran Şahı Muzaffereddin’le görüşmek ister. Seçkin aydınlardan oluşan bu heyet, İran Şahı’ndan ricada bulunup Hayyam’ın mezarının bir anıt mezar haline getirilmesini isterler. Bu sırada İran Şahı, elçisine dönerek “Bu Hayyam da neyin nesi?” diye sorar. İşte aramızdaki fark budur…/Archive/2021/2/5/001434863-kapakic3.jpgO’NU KEŞFEDEN VE KEŞFEDEMEYENLER- Sizce Hayyam’ı ne kadar doğru algılıyor ya da anlıyoruz? Onu anlamanın yolu sizce nereden geçiyor?Hayyam, matematik ve gökbilim alanında yapıtlar vermiştir. Geliştirdiği Celali Takvimi, 5 bin yılda bir gün hata payı verirken, dünyada kullanılan Gregoryan Takvimi, 3333 günde bir gün hata payı vermektedir. Yani Hayyam’ın takvimi daha doğru. Nevroz’un Mart’a denk gelmesini de Hayyam’a borçluyuz ve tabii cebir ve denklem alanındaki bazı buluşlarını da.Hayyam’ın felsefi yapıtlarına gelince: Hayyam çoğunlukla, içkili sofraların müdavimi; nihilizm ve mistisizmden dem vuran bir derviş gibi algılanmaktadır. Çok yanlış! Şarap, Hayyam’da bir metafordur; merak etmektir; ön kabulleri reddetmek; akıntıya kapılmamak ve yasakları çiğnemektir. Rubailerde geçen şarap yerine akıl, eleştiri, mantık, isyan, şüphe ve itiraz terimlerini koyabilirsiniz.Aynı eleştirel tutum felsefi ve siyasi risalelerinde yer alır. Tabulara meydan okumayı, vicdanlı ve ahlaklı olmayı öğretir. Bu açıdan Hayyam algımızın da düzeltilmeye ihtiyacı vardır.- İlk bölüm Goethe’nin Paltosu başlığı ile başlıyor. Hayyam’ın hikâyesini anlatmaya, neden bir elli yıl önce keşfedilecekken edilemediğinin hikâyesiyle başlıyorsunuz. Goethe ve Hayyam’ın buluşamayışını bir yazar ve araştırmacı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce buluşsalar nasıl olurdu?Buluşsalardı kuşkusuz Hayyam’ın ruhu hem Avrupa’yı hem de bizim coğrafyayı çok erken bir dönemde dolaşacaktı, fakat bu olgu tarihin yönünü değiştiremezdi. Goethe gibi Doğu kültürüne hayran olan, Hz. Muhammed kasidesi yazacak kadar İslam’dan etkilenen evrensel bir aydın ve kültür adamının Hayyam’ı keşfedemeyişinin siyasi ve kültürel nedenlerini açıklamak için kitaba, onun Güney Almanya’ya gezisiyle başladım. Siz sorunca kafamda daha da netleşti, belki de iyi ki Hayyam’ı Goethe değil de İngiliz sanatçı Rosetti kardeşler keşfettiler de diyebiliriz. Çünkü devrimler döneminde devrimci aydın ve düşünürlerin etkisi daha büyük olur.- Tüm araştırmaları yapıp bu kitabı yazdıktan sonra, Hayyam’ın hiç keşfedilmemiş olma ihtimali üzerine neler söylersiniz?Tabii bu hem bilim hem de genel olarak edebiyat dünyası açısından büyük bir kayıp olurdu. Bilimsel gelişmeler onun ve tabii ki daha birçok düşünür ve bilim insanının bilimsel çalışmaları sayesinde ilerleme kaydetmiştir. Ayrıca İslam-Doğu uygarlığının neden 12’inci yüzyılda çöküşe geçtiğini de onun yazılarından anlamış bulunuyoruz. Toplumsal yozlaşmayı, dinci bağnazlığı, adaletsizliği eleştiren Hayyam, bize o altın çağın nasıl çöktüğünü de bizzat yazılarında anlatmaktadır. Bunlar bizim aydınlanmamız için önemlidir.Ömer Hayyam / Sadık Usta / Epsilon Yayınevi / 144 s. / 2020. Damla KarakuşÖykü-romanda savaşlar, dramlar…
Öykü-romanda savaşlar, dramlar… Savaşlar, öncesi sonrasıyla insanlığın tarihinde keskin birer dönemeç oluşturuyor. Yaşam kavgası da buna eklendiğinde, altından kalkılamaz sorunlarla karşı karşıya kalıyor insan. Ama bunlar, geride yitik yaşamlar bıraksa da yenileri hep yaşanıyor yazık ki… /Archive/2021/2/5/001041454-ic1.jpg Öyküler, romanlar farklı dilde, kültürde üretilse de değişik çağlarda, coğrafyalarda geçen hikâyeler halinde önümüze gelse de insana yönelik birer dram halinde bizi etkilemeyi sürdürüyor, kuşkusuz sürdürecek de.Sanat, edebiyat, yarattığı evrensel büyüyle, yaralı yanına merhem olurken insanın, yapayalnız geçen ömrüne de can yongası sunuyor. Okuduğumuz her yapıt, bu gerçekliği bir kez daha fısıldıyor kulağımıza, bunun insanlık için soylu bir umar ürettiğini gösteriyor.Bu konuda âdeta uygarlık teknesi, boy aynası oluşturduğu düşünülüp söylenen Anadolu’ya geldiğinde sıra, birbirinden zengin masal, söylen zenginliği, anlatı çeşitliliği, biçem fırdöndüsü de buna ekleniyor ayrıca.MUCİZE ÖZÜNAL’DAN ‘SEMENDER SÖYLENCESİ’Mucize Özünal, Semender Söylencesi (Cumhuriyet, 2020) adlı romanında, Anadolu’nun toplumsal karmaşalar, alt üst oluşlarla geçen son yüzyılına farklı bakışla yönelip çoksesli anlatı düzleminde açık biçimli bir söylen-masal anlatısına dayalı halde bunu yeniden kuruyor, bizi bu sarmalla yüzleştiriyor.Hoş, çocuklara dönük, özellikle Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı ele alan bu yönde anlatı yok değil, ama belleğimi yokluyorum, masal-söylen havasında yapılandırılmış roman anımsayamıyorum. Bu yanıyla “Kurtuluş”la “Kuruluş”u açık biçimde masal-söylen biçemiyle özgün roman yapılandırması halinde başarıyla önümüze getiriyor Mucize. Üstelik bütün bütüne dramlar dizisi olarak işlediği halde, ustaca kurduğu tersinlemenin getirdiği kıvrak oyunsuluk ve göz çelen dil cümbüşü aracılığıyla kuş gibi uçurduğu romanı bir solukta da okutuyor.Gerçekten de Anadolu’nun bir tür “acılar tarihi”yken anlatılanlar, yazar, bunu bir sıra skeç, parodilerle örülü kabare oyunu ya da bir TV dizisi havasında ama Türkçenin yukarıdan esen gücüyle bir yelpaze halinde açımlıyor.Balkan bozgunuyla başlayıp Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya uzanıyor, her cephede yaşanan çatışmalar, kırılmalar eşliğinde çekilmelerle sürüyor yapıt. Bu arada “gözleri çıralı kadınlarla adamlar”ın yaktığı ateşle “[h]ürriyet içün, kurtuluş içün”, “Heyyeti Temsiliye, Müdafaayı Hukuk” buluşmalarına (120, 121) doğru yol alınıyor. Doğrusu Mucize, bugüne kadarki öykü-roman tüm verimlerinin ötesinde farklı bir kurguyla yapılandırıp öyle kotarmış romanı.Doğu batı, kuzey güney harman yeri Anadolu’da şöyle der göç eden biri: “Harp çoktan bitti. Osmanlı yenildi. Şimdi ardımıza değil, önümüze bakmak gerek. Bu son toprağımıza, ayaklarımızla sımsıkı basmalıyız.” (129) Bana mı öyle geliyor, gereğince durulmadı sanki Semender Söylencesi üzerinde. Peki, Cumhuriyet okuru ayırdında mı Cumhuriyet Kitapları arasında çıkan romanın?/Archive/2021/2/5/001051954-ic2.jpgDÜNYA DAMLASI…D.H, LAWRENCE’IN ‘TİLKİ’SİMucize Özünal dışarıdan, bu arada Selanik’ten Anadolu’ya göçen insanların dramını alıyordu, D.H.Lawrence, Tilki’de (Çev.: Suat Ertüzün, Can, 2020) Birinci Savaşın bitimiyle yirmilerindeki delikanlının, askerlik yaptığı Selanik’ten çiftlik evine dönüşüyle tırmanışa geçen gerilimli ilişkilere giriyor.Biri para, öteki emek gücüyle ortak olmuş iki genç kadın, “kümes hayvancılığı” yapmak üzere birlikte çiftlik almışlardır. Ancak “savaş hali”, işi “iyice güçleştir(miştir)”. “Savaş başladığından beri”, “ormanın kıyısı”nda köy yakınındaki “taşra yapısı” bu çiftliğe bir “tilki musallat olmuştu(r)” ayrıca, “tavukları götürüyordu(r)”. (12)Çiftlikte dişil varlık olarak da öne çıkan emekçi ortak, günün birinde tilkiyle göz göze gelir. Kadın, “hayvan tarafından ele geçirilmiş gibi(dir)” (16) âdeta. Zaman bu sıkıntılarla akarken günün birinde, daha önce dedesine aitken savaş boyu süren askerliğinde onu kaybettiğinden habersiz delikanlı bir anda bu çiftliğe, kadınların ağır taşra yaşamına katılıverir oldubittiyle.İngiliz edebiyatının usta kalemi Lawrence, delikanlının kadınlarla arasındaki gerilimi yükseltip, “uzun öykü”ye toplumsal-ruhsal gerilim odağında nefes nefese bir tartım getiriyor. Adamın çiftliğe yerleşme arzusu, korunaksızlık duygusu yaşayan iki kadından emekçinin, kendini erkeğin çekimine kaptırması, ayrıca orman nedeniyle doğanın, toplum olarak köyün baskılaması okuru kıskıvrak anlatıya bağlayacaktır.Bu arada delikanlının çiftliğe yerleşmesiyle tilki zaten içeri girmiştir artık. Âdeta bir oda tiyatrosu oyunu bağlamında yapılandırdığı anlatısında yazar, bir yandan karakterler arasındaki çelişkiyle çatışmaya yoğunlaşıyor öte yandan artalanda savaş sürerken ya da bittiğinde insanların çektiği dramları anlatmaya girişmeden bize göstermenin yolunu buluyor.D.H.Lawrence’tan oyun, film izlercesine okuyacağınız bir yapıt: Tilki./Archive/2021/2/5/001105251-ic3.jpgÖYKÜDENLİK…MURAT ÇELİK’TEN ‘EVE DÖNMEYEN HAYVAN’Murat Çelik’i daha önce okuduğumu, hatta üzerine yazdığımı sanmıştım, öyle değilmiş; yazar dört kitap yayımlamış, ben sonuncusuna yetişmişim meğer: Eve Dönmeyen Hayvan (Everest, 2019).Kendine özgü temelde, öyle yapılandırılmış bir öykü kitabı yapıt. Bir yanıyla bağlamlı öyküler, evet, ancak aralarında gözlenen “bağlam”, farklı bir ulamlamaya alınıyor. Bu yanıyla da özgün bana göre.Öte yandan dilde zengin bir sözcük dağarı sergilemiyor belki yazar, ancak bunların farklı değişimlere dayalı kullanımı, Murat’ın, tepsi içinde dili renk yelpazesi yapıp dokuna oynaya bunları cince-hince hünerle sözdizimlerine yerleştirmesi, dikkatleri yansıtılan bu yaratıcılığa çeviriyor ister istemez. Bir şaire de bu yakışır ama. Yer yer şiirle kol kola olması olağan bu nedenle.Farklı bir alaysamayla da karşılaşıyoruz ayrıca. Bir çalım kara anlatıyla içlidışlı olsa da anlatılmayan, anlatının kendi içinden doğan bir alaysama bu. Ne ki dönüp dolaşıp kaynaklandığı anlatıya giriyor yeniden, bu kez alabildiğine koygun acıya dönüşüyor. Nitekim bütün alaysamalarını hüzünle kalaylayan, o parıltının içinden okura incecik içli duyarlıklar sunan bir yazar Murat.Bireyi aşan, içinde debelendiği toplumsal yaşama dönük geniş açılımlar getiren, anlatıda gereksinirliği karşılarken okur için alabildiğine boşluk bırakan farklı, zengin örüntülü anlatı damarıyla özgün öyküleme çabası, Murat Çelik’i öykücülüğümüz içinde seçkin bir yerde konumlandırıyor. Tanımak gerek onu.www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiÖncüler, akımlar, tekniklerle sanata giriş!
Öncüler, akımlar, tekniklerle sanata giriş! Özenle derlenmiş bilgiler, analizler, ilgi çekici görseller, sanatın belli başlı dallarında kullanılan temalar, teknikler… Önemli türlere, öncülere, akımlara, eserlere, temalara ve tekniklere yönelik cep kılavuzları… Hep Kitap’ın sanata giriş serisinden Sanatın Kısa Öyküsü ile Fotoğrafın Kısa Öyküsü’nde okurları bekliyor. /Archive/2021/2/5/000642759-ic3.jpgSanat neden, nasıl ve ne zaman değişti? Kim öncülük etti? Sanata yön veren eserler nerede ve nasıl üretildi, hangi temalar baskındı?Susie Hodge, Sanatın Kısa Öyküsü isimli kitabında, sanat tarihindeki önemli kavramları açıklıyor, birbirleriyle ilişkilerini inceliyor, elli önemli sanat eserinin analizini sunuyor, hangi tema ve tekniklerin kullanıldığını irdeliyor.Fotoğrafın Kısa Öyküsü’ne gelince; fotoğrafa yeni merak saldıysanız ve hakkındaki her şeyi bir çırpıda öğrenmek istiyorsanız ya da fotoğraf çekmekle ilgilenmeseniz bile fotoğraf seviyorsanız Fotoğrafın Kısa Öyküsü tam aradığınız rehber!Ünlü film eleştirmeni Ian Haydn Smith, janrlardan, eserlere, temalardan tekniklere fotoğraf sanatının derinliklerinde kısa bir fotoğraf turuna çıkarıyor okurları.Sanatın Kısa Öyküsü / Susie Hodge / Çeviren: Deniz Öztok / Hep Kitap / 224 s.Fotoğrafın Kısa Öyküsü / Ian Haydn Smith / Çeviren: Deniz Öztok / Hep Kitap / 224 s. Cumhuriyet Kitap EkiUzaylılarıaslında 2017’de bulduklarınısöyleyen gökbilimci: 'Bilim insanlarıvazgeçti'
Uzaylıları aslında 2017’de bulduklarını söyleyen gökbilimci: 'Bilim insanları vazgeçti' Harvard Üniversitesi'nin Astronomi Bölümü başkanı Avi Loeb, tartışma yaratan gök cismi 'Oumuamua'nın uzaylı teknolojisine dair bir işaret olduğuna inanıyor. Gökbilimci, gizemli nesneyle ilgili görüşlerini yeni kitabında anlattı ve bazı bilim insanlarının ondan “vazgeçtiğini” ifade etti. Önde gelen astrofizikçi Avi Loeb, Güneş Sistemi’ne giren ilk yıldızlararası nesnenin uzaylılara ait bir araç olduğunu öne sürüyor. Loeb’in bu iddialarını açıkladığı yeni kitabı 26 Ocak’ta çıktı. Independent Türkçe'nin aktardığına göre, Harvard Üniversitesi'nin Astronomi Bölümü başkanı Avi Loeb, tartışma yaratan gök cismi 'Oumuamua'nın uzaylı teknolojisine dair bir işaret olduğuna inanıyor. Gökbilimci, gizemli nesneyle ilgili görüşlerini yeni kitabında anlattı ve bazı bilim insanlarının ondan “vazgeçtiğini” ifade etti.Hawaii dilinde "izci" anlamına gelen 'Oumuamua isimli gök cismi, ilk kez 2017'de keşfedilmiş ve Güneş Sistemi’nin dışından geldiği görülen ilk nesne unvanını almıştı.2017’den beri nesnenin ne olduğunu belirlemeye çalışan bilim insanları, bir dizi teori ortaya atmış, bunlar arasında nesnenin bir kuyruklu yıldız, bir hidrojen dağı ve bir göktaşı olduğu iddiaları yer almıştı.Ancak bu iddiaların hiçbiri gökcisminin sıradışı özelliklerini açıklamaya yetmemişti. Bu nedenle önce gelen gökbilimci Loeb, nesnenin özelliklerini, yalnızca uzaylılarla açıklayabildiğimizi öne sürmüş ve konuyla ilgili bir kitap hazırladığını duyurmuştu.Extraterrestrial: The First Sign of Intelligent Life Beyond Earth (Dünya Dışı: Dünyanın Ötesinde Akıllı Yaşamın İlk İşareti) adlı kitap, 26 Ocak'ta çıktı ve bilim camiasında kayda değer bir yankı uyandırdı."OUMUAMUA UZAYLILARA AİT BİR IŞIK YELKENLİSİ"Loeb bu kitapta gizemli gök cisminin uzaylılara ait bir “ışık yelkenlisi”nden koptuğunu ve 25 ışıkyılı uzaktaki Vega yıldızı yönünden, Güneş Sistemi’ne doğru savrulduğunu ileri sürüyor. Gökbilimci ışık yelkenlisini, kitabın tanıtımı için verdiği bir röportajda şöyle tanımlamıştı:"Işık yelkenlisini rüzgar gücünden yararlanan bir yelkenli gibi düşünebilirsiniz. Rüzgar onu iter. Işık yelkeni söz konusu olduğunda ise onu iten şey, yüzeyinden yansıyan ışıktır. Işık, foton adı verilen parçacıklardan oluşur. Bu parçacıklar nesnemizi, tıpkı bir duvardan seken bilardo topları gibi itiyor."Gökbilimci, Literary Hub’ın bir bölümüne yer verdiği kitabında ise insanların bilmediği çok fazla şey olduğunu vurgulayarak söze başladı:"Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki... Bir milyar yıl boyunca bilimin peşinde koşmanın yararını görmüş başka bir medeniyetin bizi zeki olarak kabul edip etmeyeceğini merak ediyorum. Bize bu nezaketi gösterme olasılıkları, sanırım, bildiklerimizle değil, onu nasıl bildiğimizle, yani bilimsel yönteme olan bağlılığımızla belirlenecektir."“BİLİM İNSANLARI ‘OUMUAMUA’DAN VAZGEÇTİ”Normalde bilim insanları, uzayda tespit edilen cisimleri veya radyo sinyallerini uzaylılara atfetmede aceleci davranmamaya özen gösteriyor. Yeterli bulguya ulaşmadan önce bu nesnelere sıradan nesnelermiş gibi yaklaşıyor. Bu da Harvardlı profesörün, ‘Oumuamua’yı uzaylılarla ilişkilendirmek için bazı verileri ve bilimsel kaynakları olduğu anlamına geliyor.Loeb bu bilimsel süreçlerin nasıl işlediğini kitabında şöyle açıklıyor:"Bu tür durumlarda çeşitli alternatif açıklamalar öneririz ve ardından bunları yeni kanıtlar doğrultusunda, doğru yorum saptanana kadar tek tek dışlarız. (...) Öte yandan bu durumda bilim insanlarının yeni kanıt elde etme olasılığının çok düşük olduğunu açıkça kabul etmeli. Oumuamua'yı yakalamak ve fotoğraflamak imkansız. Sahip olduğumuz tek şey elimizdeki veriler. Bu da bize, kanıtlara uygun açıklamalar bulma görevi bırakıyor. Bu elbette, tamamen bilimsel bir girişimdir. Hiç kimse yeni kanıt icat edemez, bir hipotezle çelişen kanıtı görmezden gelemez ve hiç kimse ekleme yapamaz."Gök cismine dair iddialarını uzun süredir dillendiren Loeb, kitabında bilim insanlarının ‘Oumuamua’dan vazgeçmiş gibi göründüğünü de ifade ediyor Nesne, 19 Ekim 2017'de Robert Weryk tarafından keşfedildiğinde büyük heyecan yaratmıştı. Ancak Loeb’e göre o heyecan sönümlenmiş gibi görünüyor:Belki de en tehlikeli, en endişe verici seçenek, ‘'Oumuamua’da görülecek bir şey yok, öğreneceğimizi öğrendik ve en iyisi eski meşguliyetlerimize geri dönelim’ demek. Ne yazık ki, bu yazı itibarıyla birçok bilim insanının yapmaya karar verdiği şey bu.NESNEYİ İLGİNÇ KILAN NE?Loeb’in aktardığına göre gökbilimciler ilk başta ‘Oumuamua’nın bir kuyruklu yıldız olması gerektiğini varsaydı. Ama bu görüşte bir sorun vardı. Çünkü bu nesnenin bir kuyruğu yoktu.Bunun anlaşılmasının ardından nesne, “kuyruklu yıldız” statüsünden çıkarıldı ve asteroit olarak sınıflandırıldı. Fakat Loeb’e göre bu görüşte de bir sorun vardı. Zira daha sonra Güneş'in uyguladığı çekim kuvvetine ek olarak, nesnenin son derece büyük bir güçle itildiği de anlaşıldı.Bu da Güneş'in çekim kuvvetinin yanında nesneyi iten başka bir kuvvetin de bulunduğu anlamına geliyor. Normalde bu kuvvetin, kuyruklu yıldızın kuyruğundaki roket etkisinden kaynaklanıyor ama bu nesnenin kuyruğu bulunmuyor. Bu nedenle Loeb, “Bu büyük itiş gücünü ne yaratıyor?” sorusunun peşine düştüğünü ifade ediyor.Loeb kitabında bu süreci şöyle açıklıyor:"Basit bir nedenden ötürü kendimi bu dedektif hikayesine katılmaktan alıkoyamadım. ‘Oumuamua’nın en dikkat çekici anomalisiyle ilgiliydi bu neden.Daha önce de bahsettiğim gibi 'Oumuamua Güneş'in etrafında adımlarını hızlandırdığında yörüngesi saptı. Bu yörünge, Güneş'in çekim kuvvetinden beklenenden farklıydı. Nedenine dair de net bir açıklama yoktu.Bu, benim için, 'Oumuamua'yı gözlemleyebildiğimiz yaklaşık iki hafta boyunca elde edilen en dikkat çekici veriydi. Bilim insanlarının bir araya getirdiği diğer bilgilerle birlikte 'Oumuamua’nın bu anormalliği, beni bilimsel kuruluşların çoğuyla ihtilaflı hale getiren bir hipotez oluşturmaya yöneltecekti.Loeb’in bahsettiği bu hipotez, nesnenin uzaylılara ait bir ışık yelkenlisi olduğunu ve insanların yıllardır aradığı Dünya dışı yaşama dair ilk ipucunu 2017’de yakalamış olabileceğini öne sürüyor."Kitabında nesneyi neyin ittiği sorusunda odaklanan Loeb, kitabın çıkmasından kısa süre önce hipotezini şöyle özetlemişti:"Aklıma gelen tek şey, bu itiş gücünün Güneş ışığının yansımasından kaynaklandığı. Işık yelkenini meydana getirecek doğal bir süreç gelmiyor aklıma. Hatta kendi uygarlığımız da uzay araştırmalarında bu teknolojiyi hayata geçirebilmek için çabalıyor. (...) Işık, foton adı verilen parçacıklardan oluşur. İşte bu parçacıklar nesnemizi, tıpkı bir duvardan seken bilardo topları gibi itiyor." cumhuriyet.com.tr