News - Haberler
Tesla, dokunmatik ekran arızasınedeniyle 135 bin aracınıgeriçağıracak
Tesla, dokunmatik ekran arızası nedeniyle 135 bin aracını geri çağıracak ABD'li elektrikli otomobil üreticisi Tesla, "Model S" ve "Model X" araçlarındaki dokunmatik ekran sorunu nedeniyle 134 bin 951 aracını geri çağıracak. ABD Ulusal Kara Yolu Trafik Güvenliği İdaresinden (NHTSA) yapılan açıklamada, Tesla'nın "Model S" ve "Model X" araçlarında yaşanan dokunmatik ekran arızası nedeniyle 134 bin 951 aracını geri çağırmayı kabul ettiği belirtildi.NHTSA, 13 Ocak'ta Tesla'ya dokunmatik ekran arızasının güvenlik riski oluşturduğunun tespit edildiğine dair mektup göndermişti. Mektupta, araçlardaki dokunmatik ekran sorununun arka görüş kameraları ve buz çözücülerin arızalanmasına neden olabileceği için güvenlik riski oluşturabileceğine dikkat çekilmişti.Konuya ilişkin 12 binden fazla müşteri şikayeti, garanti talebi ve ekranlarla ilgili şikayetlerin bulunulduğu belirtilen mektupta, ekran sorununun Tesla'nın başka arızalardan daha önce geri çağırdığı araçların sayısından fazla araçta görülebileceği uyarısı yapılmıştı. AAABB BaşkanıMansur Yavaşsosyal medyaüzerinden bir mektupla Melih Bulu'yu istifayaçağırdı
Türkçe Haberler En Son Başlıklar ABB Başkanı Mansur Yavaş sosyal medya üzerinden bir mektupla Melih Bulu'yu istifaya çağırdı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yaşanan protestolarda gözaltına alınmasına ilişkin, kendi sosyal medya hesabından atanan rektör Melih Bulu'ya istifa çağırısında bulundu. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, kendi sosyal medya hesabından yayınladığı bir mektupla atama ile gelen, tartışmalı Boğaziçi Rektörü Melih Bulu'ya istifa çağrısında bulundu."Bir yönetici sorumluluğu ile yazıyorum" sözleriyle başlayan mektubunu sosyal medya hesabından "Sn. Prof. Dr. @melihbulu'ya açık mektubumdur. diyerek yayınladığı mesajından Yavaş, "Sizi gerek üniversitede huzuru sağlamak gerekse ülkemizde kutuplaşmayı önlemek adına, makamınızdan istifaya davet ediyorum." notu ile paylaştı mektubu.Mansur Yavaş'ın mektubu şöyle:Sayın Melih Bulu, Bir yönetici sorumluluğu ile size bu mektubu yazıyorum.Gerginliklerden yorulmuş olan ülkemizde, elinize tarihi bir fırsat geçti. Tek bir hareketinizle, ülkemize ve milletimizi büyük bir iyilik yapabilirsiniz. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan ve ülkeye yayılma eğilimi gösteren krizle ilgili, belki de hiçbir siyasi liderde, hiçbir partide ve hiçbir sivil toplum kuruluşunda olmayan bir imkana sahipsiniz. Sorumluluk sahibi bir bilim adamı olduğunuzu göstererek, atandığınız rektörlük görevinden feragat edip, ülkemiz adına tarihi bir fedakarlık yapabilirsiniz. Lütfen bir feraset örneği gösterin ve isminiz üzerinden gençlerimizin, güvenlik güçlerimizin, toplumsal kesimlerimizin karşı karşıya gelmesine daha fazla izin vermeyin.İsminiz, kamplaşmanın bir öznesi değil, ülkesi ve milleti için makamdan fedakarlık yapabilen bir bilim adamı olarak anılsın. Bu tarihi olgunluğu, kendinizden ve milletimizden esirgemeyin. Bu ülkenin nice genç fidanları vatan savunması için hayatlarını feda ederken, ülkenin krize girmemesi adına size düşen en anlamlı görev makamı terk etmekse, bunu derhal gerçekleştirmek, sizi asla küçültmeyecek, aksine büyütecektir.Gelin akl-ı selimle davranın. Ne gençlerimiz zarar görsün ne de polislerimiz onlarla karşı karşıya gelsin.Gerginliklerden ve kutuplaşmalardan yorulmuş milletimize babacan bir tavırla soluklanma imkanı sağlayın. Eğer bir kurban verilecekse, akademik barışı, gençliği ve geleceğimizi değil, makamınızı kurban verin. Çünkü makamlar gidici, milletçe birlik ve beraberliğimiz kalıcıdır. Unutmayın, siz makamdan ayrılma kararlılığı gösterdiğinizde, bir yandan üniversitede huzurun sağlanmasına vesile olacak, diğer yandan bu krizi fırsata çevirmek isteyen kötü niyetlilerin heveslerini kursaklarında bırakmış olacaksınız. Mesele, artık sizin akademik kariyerinizi tartışmak değildir. Mesele, ülkemizin, sizin adınız ve atandığınız makam üzerinden yeni bir krize sürüklenme meselesidir.Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, her gencimiz bir annenin duası, bir ailenin parçası, bir geleceğin yazısıdır. Boğaziçi kültürünü ‘işi kavgaya götürmeden uzlaşılabilen bir kültür’ olarak tanımlamıştınız. İşte tam fırsatı. İşi daha fazla kavgaya götürmeden, üniversiteyi ‘bilim yuvası’ kimliğine dönüştürmek ve ‘uzlaşı’nın önünü açmak için fedakarlık yapmak size düşüyor. Tek bir hareketinizle bunu sağlamak elinizde. O koltukta bulunduğunuz her dakika, masum gençlerimizin zarar görmesine, gözümüzden sakındığımız güvenlik güçlerimizle karşı karşıya gelmesine sebep oluyorsa, o tek hareketi yapmanız, hem akademisyenlik hem de vatanseverlik görevidir. Kendinizi ve ülkemizi bu milli görevden mahrum etmeyin ve gecikmeden gereğini yapın. Böylece fedakarlıkla tarih yazmış, yeni bir krizin eşiğindeki ülkemize nefes aldırmış olun.Av. Mansur YavaşSn. Prof. Dr. @melihbulu'ya açık mektubumdur.Sizi gerek üniversitede huzuru sağlamak gerekse ülkemizde kutuplaşmayı önlemek adına, makamınızdan istifaya davet ediyorum. pic.twitter.com/lD7MmaASmE— Mansur Yavaş (@mansuryavas06) February 2, 2021 cumhuriyet.com.trAnkara Emniyeti: "Sözde DEAŞyöneticisi 'serbest bırakılsın' eylemi yapan 27 kişi gözaltına alındı"
Ankara Emniyeti: "Sözde DEAŞ yöneticisi 'serbest bırakılsın' eylemi yapan 27 kişi gözaltına alındı" Ankara Emniyet Müdürlüğü, Ankara'da IŞİD terör örgütünün üst düzey sorumlusu olmaktan yargılanan Halis Bayuncuk'un serbest bırakılmasını isteyerek eylem yapan 27 kişinin gözaltına alındığını duyurdu. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Ankara'da bir grup Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nda IŞİD'in üst düzey sorumlusu olmaktan yargılanan 'Ebu Hanzala' kod adlı Halis Bayuncuk'un serbest bırakılması için eylem yapan 27 kişi gözaltına alındı.Konuyla ilgili Ankara Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklama şöyle:"2 Şubat 2021 günü saat 10:00 sıralarında Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nda ellerinde 'Halis Hocaya Özgürlük' ibareli döviz, üzerlerinde ise benzer temalı yelek bulunan bir grup, terör örgütü Deaş'ın sözde üst düzey yöneticisi 'Ebu Hanzala' kod adlı Halis Bayuncuk'un serbest bırakılması amacıyla yürüyüş yapmak istemiş, ikazlara rağmen kanuna aykırı eylemlerinde ısrar eden 27 kişi gözaltına alınmıştır. Şahıslar hakkında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanuna muhalefetten işlem başlatılmıştır." cumhuriyet.com.trHem janr insanıhem ciddi edebiyatçı
Hem janr insanı hem ciddi edebiyatçı Bilimkurgu ve fanteziye The Left Hand of Darkness / Karanlığın Sol Eli (Ayrıntı Yay.) gibi kitapları ve Earthsea / Yerdeniz (Metis Yay.) gibi dizilerle edebî derinlik ve feminist duyarlılık getiren Ursula K. Le Guin, ona “bilim-kurgu yazarı” denmesinden hoşlanmazdı. /Archive/2021/2/3/002628545-ic1.jpgBilimkurgu ve fanteziye The Left Hand of Darkness / Karanlığın Sol Eli (Ayrıntı Yay.) gibi kitapları ve Earthsea / Yerdeniz (Metis Yay.) gibi dizilerle edebî derinlik ve feminist duyarlılık getiren Ursula K. Le Guin, ona “bilim-kurgu yazarı” denmesinden hoşlanmazdı.Ursula K(roeber) Le Guin, en sevdiğim yazarlardan biridir. Sadece ben fantastik âleme ilgi duyduğum, o da bu âlemin ecesi olduğu için değil, farklı türlerde de yazdığı, aynı zamanda şair ve çevirmen olduğu için. Yaşı ilerleyip de artık roman yazmayı bıraktığı zaman bile şiir yazıyor ve böylece ruhunu ferahlatıyormuş. Zaten kendisine bilimkurgucu ya da fantastik edebiyatçı gözüyle bakılmasından hoşlanmazdı./Archive/2021/2/3/002657920-kapakic2.jpgYAZARIN HAS BÜYÜCÜSÜ GED!Le Guin’i severim, evet. Biraz da Yerdeniz’deki büyücüsü Ged, fantastik edebiyatın en sevdiğim karakteri olduğu için. Olağanüstü yetileriyle, kusurları ve eksikleriyle, ikincil karakterlerini bile unutulmaz hale getirmiş Le Guin’in en başarılı yaratısıdır. Duny - Çevikatmaca - Ged süreci bize heyecan sunar, olağanüstü Ged’e hayran kalırız. Ben bugün de hayranım. Bir de yazarının özellikle bu seride lisana ve isme verdiği öneme...Yerdeniz'de, canlı-cansız her varlığın, onun özünü tarif eden bir gerçek adı var. Bir insanın, bir şeyin, hatta bir kayanın bile, gerçek adını bilmek, onu kontrol etmek anlamına geliyor. Bu isme sahibinden başka ancak bir, iki kişi vakıf durumda. Elbette, itimada şayan kişiler. Aslında sahibi de başlangıçta adını bilmez. Gerçek adı ona, on üç yaşına gelince verilir. Gerçek bir isim, Gerçek Lisan'ın bir sözü; bu yüzden de ancak bu vergiye sahip biri, bir çocuğun gerçek adını bilip, ona isim verebilen biri tarafından konabilir.DEŞEN, KAVRAYAN BİR YAZARLe Guin'in sanatı ise onun hayatı, ölümü, insanı inceleyen, deşen, kavrayan bir yazar olmasında. Le Guin, lisanın gerçekliği algılamamızı nasıl biçimlendirdiğinin ne büyük önem taşıdığının da farkında. Dilin, genel anlamıyla edebiyatta bile hor görüldüğü, bir çapulcu kayıtsızlığıyla kullanıldığı günümüzde sırf bu özelliği bile ona saygı duymamıza yeter.Yazarımız 21 Ekim, 1929’da Berkeley California’da doğdu. İki antropologun, Alfred L. Kroeber ile Theodora Kracaw Kroeber’in dört çocuğunun en küçükleri ve tek kızlarıydı. Babası California Amerikan Yerlileri uzmanıydı. Annesi ise Ishi in Two Worlds / İki Dünyada İshi adlı, California’nın “son vahşi Kızılderilisi”nin hayatı ve ölümü üzerine çok beğenilen bir kitap yazmıştı. Küçük Ursula önce mitoloji kitaplarına merak sardı. Ama ergenlikte bilimkurguya merakını kaybetti çünkü “bütün hikâyeler silah ve askerlerden ibaret gibiydi. Beyaz adamlar gidip evreni fethediyordu.”/Archive/2021/2/3/002729341-ic3.jpgYAZMAYI BEŞ YAŞINDA ÖĞRENDİOna yazar olma esini veren şeyin, beş yaşında yazmayı öğrenmesi olduğunu söylüyor. Bir de annesiyle babası ne onun yazdıklarına karışmışlar ne de yazma azmini övmüşler. Ama yeteneği varsa çok sıkı çalışması gerektiğine inanmaları, kızlarını teşvik etmiş. Ancak, üniversite çağına yaklaşırken babası, “satılabilecek bir beceri” edinmesini istemiş. “Dilleri seviyordum, ben de üniversitede Fransız ve İtalyan edebiyatı okudum,” diyor. Sonra da bunları öğretti.1953’te Paris’te, tarihçi Charles A. Le Guin’le evlendi. Evlenince, kocası yazı yazma hakkını hiç sorgulamamış. “Kocalarda ender bulunan bir haslet,” diyor Le Guin. “Genç yazarlara öğüdüm; para sahibi biriyle evlenemiyorsanız, hiç değilse yeteneklerinizi kıskanacak biriyle de evlenmeyin.” Şansına, genç yaştayken tanıdığı, yaşça büyük birkaç yazar da onu teşvik etmiş. “Sanatın şöhret için bir yarışma olduğunu düşünen yazarlardan uzak dururum.”LE GUIN’INLERİN KURALIEvliliği sayesinde yaşamayı da yazmak kadar sevmesi mümkün oldu. “Üç çocuk büyütürken yazmaya çalışmak çetin iş, ama kocam bunu sonuna kadar benimle paylaştı ve her şey yoluna girdi. Le Guinler’in Kuralı: Bir kişi iki tane tam zamanlı iş yapamaz, ama iki kişi üç tane tam zamanlı iş yapabilir, eğer dürüstçe paylaşıyorlarsa. Yazmak için fildişi kule gerektiği, bebeğin olursa kitabın olamayacağı, sanatçıların hayatın pis işlerinden bağışık olduğu iddiaları, saçmalıktan başka şey değil.”1960’ların başlarında basılmamış beş romanı vardı. Ona kollarını açacak bir pazar bulmak isteyen Ursula K. Le Guin janr kitapları yazmaya karar verdi. İyi etmiş. Böylece biz de Yerdeniz’e kavuştuk. Kendine hayali bir Orta Avrupa ülkesi buldu. Adı Orsinia’ydı. Romanını yazdı, Alfred Knopf’a gönderdi. Onun nazik geri çevirmesini de “bir nevi beğenme” olarak kabul etti. GENÇ YAZARLAR SIKIN DİŞİNİZİ! URSULA DA REDDEDİLDİ!Ama bir de red mektubu sorunu var. Bu reddin konusu olan kitap, bir süre önce 40’ıncı yıldönümü şerefine yeniden basılan The Left Hand of Darkness / Karanlığın Sol Eli’ydi. “Çok iyi kalpli bir insan olduğum için,” diyor, “Editörün ve yayınevinin adını vermiyorum. Ama mektuptan söz ediyorum ki, kısa süre önce red mektubu almış olanlar neşelensin. Sıkın dişinizi!” Karanlığın Sol Eli, bilimkurgunun en önemli iki ödülü olan Hugo ve Nebula’yı aldı. Genç yazarlar, sahiden de sıkın dişinizi!Le Guin, düzyazıya da hakim şiire de. Gerçekçi kurgu, bilimkurgu, fantastik, küçük çocuklar için kitaplar, genç yetişkinler için kitaplar, senaryo, deneme, vb. yazıyor. Basılmış 7 şiir kitabı, 22 romanı, 100’den fazla kısa hikâyesi var; 12 de çocuk kitabı. En beğenilen kitaplarının çoğu da hep basıldı, kitapçı raflarından hiç eksik kalmadı.DİLE ADANAN 40 YIL!İnsanın korkusunu, ölümle ilişkisini anlattığı Yerdeniz’in altı kitabı A.B.D. ve Britanya’da milyonlarca sattı. Le Guin, Roke Büyücüler Okulu’nu yarattığında, Rowling henüz 3 yaşındaymış. Ursula K. Le Guin’in ilk önemli bilimkurgu kitabı Karanlığın Sol Eli (hani editörün beğenmediği), kendi alanında çağ açıcı bir kitap sayılır. Çocuk kitaplarının arasında en beğenileni, Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan dört kitaplık Kanatlı Kediler Masalı (Catwings) dizisidir, Emma Tekir ile kanatlı dört yavrusunun maceralarını anlatır. Dört yavruya dört kitap...Bir de çevirmen olarak yazmaktan kendimi alamadığım bir şey var. LeGuin, Lao Tzu’nun Tao Te Ching’i üzerinde kırk yıl çalışmış ve büyük övgü almıştı. Doğru okudunuz, doğru yazdım: kırk yıl! Dile özen göstermek gerekir, çünkü yazar kelimelerin ne anlama geldiğine ne dediklerine, nasıl dediklerine aldıran biri olmalı. Yazarlar, kelimelerin onları hakikat ve özgürlüğe götüren yol olduğunu bilir ve onları özenle, düşünerek, korkuyla, keyifle kullanırlar. Kelimeleri iyi kullanarak ruhlarını güçlendirirler.” Kitapları okuyanların ruhlarını da... Sevin OkyayÇocuklarla yetişkinleri bir kılan bir edebiyat
Çocuklarla yetişkinleri bir kılan bir edebiyat Bugün fantastik edebiyat denildiğinde akla ilk ağızda J. K. Rowling’in Harry Potter kitaplarının, J. R. R. Tolkien’in Hobbit’inin, Yüzüklerin Efendisi’nin kurgusal evrenleri geliyor. Ben “fantastik” yerine “düşlemsel” demeyi yeğliyorum. “Düşlemsel edebiyat” dediğim zaman da, neden diye soruyorum kendi kendime, Homeros’un İlyada ve “Odysseia’sından Binbir Gece Masalları’na, Gogol’ün Burun’u ve Bulgakov’un Usta ile Margarita’sından Poe’nun birçok kısa öyküsüne, Lewis Carroll’ın Alice Harikalar Diyarında’sından Stevenson’ın Dr. Jekyll ile Bay Hyde’ı ve Define Adası’na, H. G. Wells’in Zaman Makinesi ve Doktor Moreau’nun Adası’na, Orwell’in Hayvan Çiftliği’ne, dahası García Márquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ına, pek çok yapıtı düşlemsel edebiyat içinde düşünmeyelim? /Archive/2021/2/3/002239047-ic1.jpgMario Vargas Llosa, “İnsan mutsuz olmamak ve bütünlenmek için edebiyata sığınır,” diyordu. “La Mancha kırlarında kemik torbası Rosinante ve Şaşkın Şövalye’yle at sürmek, Kaptan Ahab’la bir balinanın sırtında denizlere açılmak, Emma Bovary ile arsenik içmek, Gregor Samsa’yla böceğe dönüşmek…”Şimdi düşünüyorum da ömrüm boyunca yalnızca Cervantes, Melville, Flaubert, Kafka okurken değil, nice yıldır Stevenson, Hašek, Wells, Orwell, Rulfo, Borges çevirirken de edebiyata, romanların, öykülerin o düşler ve düşlemler evrenine sığınmışım anlaşılan. Hem içinde yaşadığımız gerçekliğe katlanabilmem hem onun üstesinden gelebilmem hem de onu daha iyi kavrayabilmem için Dr. Jekyll / Bay Hyde, Şvayk, Doktor Moreau, Winston Smith “yoldaşlarım” olmuşlar.DÜŞLEMSEL EDEBİYATBugün fantastik edebiyat denildiğinde akla ilk ağızda J. K. Rowling’in Harry Potter kitaplarının, J. R. R. Tolkien’in Hobbit’inin, Yüzüklerin Efendisi’nin kurgusal evrenleri geliyor. Ben “fantastik” yerine “düşlemsel” demeyi yeğliyorum. “Düşlemsel edebiyat” dediğim zaman da, neden diye soruyorum kendi kendime, Homeros’un İlyada ve “Odysseia’sından Binbir Gece Masalları’na, Gogol’ün Burun’u ve Bulgakov’un Usta ile Margarita’sından Poe’nun birçok kısa öyküsüne, Lewis Carroll’ın Alice Harikalar Diyarında’sından Stevenson’ın Dr. Jekyll ile Bay Hyde’ı ve Define Adası’na, H. G. Wells’in Zaman Makinesi ve Doktor Moreau’nun Adası’na, Orwell’in Hayvan Çiftliği’ne, dahası García Márquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ına, pek çok yapıtı düşlemsel edebiyat içinde düşünmeyelim?Özellikle 1960’lardan bu yana, dar tanımı içersinde gelişen, sinema ve televizyon filmlerine, çizgi romanlara, video oyunlarına da uyarlanan fantastik edebiyat, daha geniş anlamıyla düşünüldüğünde, zaman zaman, farklı gibi görünen türlerle de çakışmıyor mu? Bence, burada anahtar sözcük “düş/lem”./Archive/2021/2/3/002259516-ic2.jpgGECE VE GÜNDÜZ DÜŞLERİ…Dr. Jekyll ile Bay Hyde, Stevenson’ın gece düşlerinin, belki de karabasanlarının ürünü ise, Define Adası da gündüz düşlerinin yaratısıdır desek yanlış mı olur?1881’de yayımlanan Define Adası, Stevenson ile üvey oğlu Lloyd Osbourne arasında düşlerden beslenen bir oyun olarak doğmuştu. Çocuklar için heyecanlı bir serüven öyküsü olmanın ötesinde, insan davranışlarının ardında yatan çelişkili yönlere vurgu yapan iğneleyici anlatımıyla giderek yetişkinleri de büyük ölçüde etkileyen bu büyüleyici masal, omzunda bir papağanla dolaşan tahta bacaklı Long John Silver karakteriyle zihinlerimize yerleşen “korsan imgesi”ni oluşturmuştu.Stevenson’ın, “Define Adası”nın yayımlanışından beş yıl kadar sonra, bir sabah bir karabasandan uyanıp “Jekyll ile Hyde”ın yarısına yakınını karısı Fanny ile üvey oğlu Lloyd’a anlattığı, üç dört gün içinde de kaleme aldığı söylenir. Bu gotik novella ya da alegorik korku romanı, besbelli, kendinden sonraki düşlemsel edebiyatı az etkilememiştir.HESAPLAŞMA VE AHLAKSAL SORUMLULUKH. G. Wells’in 19. yüzyıl sonlarına doğru yayımlanan Zaman Makinesi’nde, Zaman Gezgini, kendi buluşu olan o aygıta biner, Zaman’da bir yolculuğa çıkar ve Sekiz Yüz İki Bin Yedi Yüz Bir yılına gider. Evet, bu roman, içinde yaşadığımız uygarlığın Zaman’la bir hesaplaşması olduğu kadar uygarlığın eriştiği aşamanın bir eleştirisidir de. Zaman Makinesi’ni okurken, sanki bir anlamda dünyanın sonuna tanıklık ederiz, insanlığı bekleyebilecek bir yazgıyla yüz yüze geliriz, Wells’in Sekiz Yüz İki Bin Yedi Yüz Bir yılını düşleyebilen düşlemgücü aracılığıyla.Wells’in Doktor Moreau’nun Adası adlı romanında ise, öykü, deniz kazasına uğradıktan sonra oradan geçmekte olan bir tekne tarafından kurtarılarak Doktor Moreau’nun yaşadığı adaya getirilen Edward Prendick’in ağzından anlatılır. Doktor Moreau, hayvanlara viviseksiyon uygulayarak insansı melez yaratıklar yaratma çabasındadır. Bu romanda, aslında, dönemin İngiltere’sinin toplumsal yaşamında da gündemde olan fiziksel acı ve acımasızlık, ahlaksal sorumluluk, insanın doğaya müdahalesi gibi pek çok felsefi izlek çıkar karşımıza. Bana kalırsa, Doktor Moreau’nun Adası’nı da daha çok bir bilimkurgu romanı ve gerilim öyküsü olarak nitelendirsek de düşlemsel ya da fantastik edebiyatın kapsamına almamızda bir sakınca yoktur./Archive/2021/2/3/002337218-kapak.jpgORWELL’İN PERİ MASALI!George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı yapıtının bir altbaşlığı vardır: Bir Peri Masalı. Orwell bu altbaşlığa hiç kuşkusuz boş yere yer vermemiştir. Bir çiftlikte yaşayan hayvanların, kendilerini ezen ve sömüren insanların yönetimini devirip eşitlikçi bir toplum oluşturdukları, ama zamanla kurnaz ve iktidar düşkünü domuzların devrimi yolundan saptırarak, insanların yönetiminden nerdeyse daha baskıcı ve acımasız bir diktatörlük kurdukları bu romanda bir baskı biçiminin yerini başka bir baskı biçimi alır.Orwell, eleştiri oklarını diktatörlüğe, totalitarizme gönderirken, İngiliz edebiyatının Swift’e kadar uzanan yergi geleneğine sığınmakla kalmaz, masal anlatmanın Binbir Gece’den Grimm Kardeşler’e erişen sonsuz geleneğine de yaslanır. “Hayvan Çiftliği”, hayvanlar âlemi kadar insanlar âlemini de içine alan bir peri masalıdır, ama korkunç sonla biten bir peri masalı.Masalların bir işlevi de içinde doğdukları topluluğun düş ve korkularını yansıtmak değil midir? Kimin sözüydü: “Ne zaman bir çocuk, ‘Peri masallarına inanmıyorum,’ dese, bir yerlerde bir peri ölür.” Perileri yaşatmak da fantastik edebiyatın bir işlevi olsa gerek…MARQUEZ’İN YALNIZLIĞI!Gabriel García Márquez, yayımlandığı 1967’den bu yana edebiyat tutkunlarının elinden düşmeyen, okuyanların belleğinden silinmeyen Yüz Yıllık Yalnızlık’ta, düşsel Macondo köyünün ve köyü kuran Buendía ailesinin geçmişini, başından geçenleri, yaşadıklarını anlatırken, dedesinden, ninesinden dinlediği öykülerden, masallardan da yararlanarak bir düş evreni yaratmıştır. Artıp eksilmeden sürüp giden bu düş evreni, yarım yüzyıldan fazla bir zamandır düşlemlerimizin ayrılmaz bir parçası olup çıkmıştır.Hayallerden kurulu bir dünya, belki de gerçek dünyadaki insanların doğaüstü, büyülü yaratıklara dönüştüğü düşsel bir evren, bir düşler âlemi. Fantastik edebiyat deyince, gözümün önüne böyle resim geliyor. Ama Binbir Gece’yi, Define Adası’nı, Küçük Prens’i, Alice Harikalar Diyarında’yı, Hayvan Çiftliği’ni düşündüğümde, “Galiba düşlemsel edebiyatın en heyecan verici yanı, çocuklarla yetişkinleri tek bir okurda bir kılması,” diyorum kendi kendime. Ve aklımdan Montaigne’in bir sözü geçiyor: “Çocukların oynadıkları oyunlara oyun demek zordur. Çocuklar hiçbir zaman oyun oynarkenki kadar ciddi değildirler…” Celal ÜsterEdebiyat ve aşk
Edebiyat ve aşk Edebiyatın var oluş nedenlerinden ve temel izleklerindendir aşk. Aşksız bir yaşam düşünemeyen insanlık, geleceğe kalmanın, insan olmanın farklılığını kanıtlamanın bir aracı olarak sanatla özgürleşirken, yarattığı bu gerçekliğin temeline aşkı da koymuştur hep. Aşk ve edebiyat birbirini ve insanı tamamlayan bir vazgeçilmezliktir. /Archive/2021/2/3/001827999-ic1.jpg“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da,hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...” Nâzım HikmetEdebiyatın günümüze kadar gelen kalıcı, değerli ürünlerine baktığımızda en temel izleklerden birinin aşk olduğunu görürüz. Destanlardan, sözlü dönemlerden günümüze tüm edebiyatta var olan gerçekliğin en önemlilerindendir aşk.Savaşların anlatıldığı edebiyat yapıtlarında da arka planda mutlaka aşk yer alır. Homeros’un destanlarındaki onca savaş görünümlerinin arkasına yerleştirilen Güzel Helena olayının başka bir açıklaması yoktur. Ya da dünyanın önde gelen savaş romanlarından örneğin Savaş ve Barış’ın, Durgun Don’un, Fırtına’nın, Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un aşklarla da dolu olduğu unutulamaz.Aşkın ve savaşın insanlığı geleceğe aktaran, yaşamın vazgeçilmez birer parçası olduğu bir gerçekliktir. Elbette aşkı da, savaşı da yalnızca kavramların özgün karşılığı olarak alamayız.Aşkı, cinsel aşktan, yurt sevgisine, doğa sevgisine, yaşam sevgisine, savaşı da yaşamın güzelleştirilmesi kavgasına, aydınlıkla karanlığın savaşımına doğru genişleterek algılamalıyız. İnsanın aydınlık ve özgürlük arayışının savaşımı bu iki sevdada bütünleşir. Tek tek insanlarla ilgili ya da toplumla ilgili aşklar ve savaşlar insanlığın yaşantısı, düşü umudu ve geleceğidir. DÜŞÜN VE İNANÇLA BİR BÜTÜN!Toplumların yaşama koşullarına göre kimi zaman en öne çıkan, kimi zaman geri plana itilen ama mutlaka var olan aşk gerçeği edebiyatın vazgeçilmez bir ögesidir. Aşkın düşünceyle ve inançla bütünleştirilmesi de edebiyat tarihinin çok önemli bir gerçeğidir. En diri kavga şiirlerinden, en eski halk öykülerinden başlayarak tüm edebiyat ürünlerindeki altyapıyı oluşturan bir öge olarak görmek gerekir aşkı.Aşkın, edebiyattaki yeri zamanla, yaşla, doğayla, yaşama biçimiyle ilgili olarak değişik boyutlarda olmakla birlikte mutlaka vardır. Mitolojideki Daphne-Apollon, Eros-Psykhe, Helena-Paris, Afrodit-Ares, Narkissos-Echo, Odysseus-Kalypso, Orpheus-Eurydike, Apollon-Heliotrope aşkları, yüzyıllardır edebiyatın işlediği konulardandır.DÜNYANIN EN GÜZEL AŞKLARIEdebiyatın - ve tarihin - efsaneleşmiş ve toplumsal yaşamla bütünleşmiş Kleopatra-Antonius, Tac Mahal’le simgelenen Şah Cihan-Mümtaz Mahal, Kanuni-Hürrem, Napolyon-Josephine, Kafka-Milena, Sartre-Beauvoir, Aragon-Elsa, Nâzım-Piraye gibi aşkları da vardır.Shakespeare’den başlayarak Neruda’ya, günümüze uzanan dünya şiirinde vazgeçilmez bir yeri olan aşkın klasik romanlarının hem yayımlandığı günlerde hem de günümüzde keyifle okunması bunun kanıtıdır:Genç Werter’in Acıları (Goethe), Rüzgâr Gibi Geçti (M. Mitchell), Uğultulu Tepeler (E. Bronte), Muhteşem Gatsby (Fitzgerald), Aşk ve Gurur (Austen), Jane Eyre (C. Bronte), İlk Aşk, Bahar Seli (Turgenyev), Anna Karenina (Tolstoy), Beyaz Geceler (Dostoyevski), Yüzbaşının Kızı (Puşkin), Madame Bovary (Flaubert), Kırmızı ve Siyah (Stendhal), Vadideki Zambak (Balzac), Bir Aşk Sayfası, Nana (Zola), Doktor Jivago (Pasternak), Aragon’un “Dünyanın en güzel aşk öyküsü” dediği Cemile, Selvi Boylum Al Yazmalım (Aytmatov), Kolera Günlerinde Aşk (Marquez)…Edebiyatımızda, ilk sözlü ürünlerden başlayarak örneğin, Fuzuli’nin “Aşk imiş her ne var âlemde” dizesiyle de ortaya çıkan bir anlayış, aşkın, divan şiirinin en temel izleklerinden biri olduğunu gösterir.Halk şiirimizde, âşık edebiyatında da aynı boyutta var olan bu gerçeklik, tekke şiirinde zaman zaman sevgiliye, zaman zaman inanca yöneliktir: Ferhat-Şirin, Kerem-Aslı, Tahir-Zühre, Leyla-Mecnun, Asuman-Zeycan, Arzu-Kamber, Yusuf-Züleyha, Karacaoğlan-İsmikan, Elif -Mahmut, Derdiyok-Zülfüsiyah, Emrah-Selvihan… Aynı gerçeklik Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızın tümünde de asıl ya da yan izlek olarak sürer.EDEBİYATIMIZIN KLASİKLERİEdebiyatımızın klasiklerinden akla ilk gelen romanlar şöyle sıralanabilir: Kalp Ağrısı (Halide E. Adıvar), Dudaktan Kalbe, Çalıkuşu (Reşat N. Güntekin), Eylül (Mehmet Rauf), Aşkı Memnu (Halit Z. Uşaklıgil), Huzur (Ahmet H. Tanpınar), Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali), Cemile (Orhan Kemal), Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal), Bir Gün Tek Başına (Vedat Türkali), Zeliş (Necati Cumalı), Bir Kadının Penceresinden (Oktay Rıfat)…Nâzım Hikmet’in, Attilâ İlhan’ın, Ahmed Arif’in, Cemal Süreya’nın, Turgut Uyar’ın, Hasan Hüseyin’in, kısacası edebiyatımızın neredeyse tüm şairlerinin şiirlerinde aşkla sarmaş dolaş oluruz.Yaşamın sanatlaştırılması, güzelleştirilmesi, anlamlandırılması, insanın ölümsüzleşmesi demek olan özgürlüğün gerçekleştirilmesinde aşkın ve aşk edebiyatının katkısı yadsınamaz. Yaratıcı insanın yarattığı sanat aracılığıyla aktardığı her üründe aşkın izlerini, çırpıntılarını, hiç değilse gölgelerini görmek sanatın doğasındadır.Aşk, edebiyatı yüzlerce yıldır derinden etkilenmiştir. Aşkla tanışanların aşk edebiyatıyla aşklarını büyüttükleri de söylenebilir. Yüzlerce yıllık insanlık tarihinin aynasında gördüğümüz aşkla edebiyatın birbirini ve insanı tamamlayan bir vazgeçilmezlik olduğudur.Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” şiirinin son dizeleriyle aşkı, aşk edebiyatını selamlayalım:“Hüsranla bitmeyen aşk yoktur/ Yara açmayan aşk yoktur kalpte/ İz bırakmayan aşk yoktur insanda/ Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da./ Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur/ Mutlu aşk yoktur/ İkimizin aşkıdır bu gene de.” Öner YağcıDevrini aşan yapıt!
Devrini aşan yapıt! Amerikan edebiyatının başyapıtlarından, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek’in unutulmaz karakteri Jean-Louise “Scout” Finch, yirmi yıl sonra New York’tan çocukluğunun geçtiği kasabaya, babası Atticus Finch'in yanına, yuvaya dönüyor. Babası Atticus’un hayal kırıklığı yaratan değişimi, artık 26 yaşında genç bir kadın olan Scout’u derinden etkiliyor. Usta yazar Harper Lee, yarım asır sonra yeniden okurlarıyla buluştuğu Tespih Ağacının Gölgesinde’de, kendi kurduğu dünyayı, yarattığı algıyı tümden yıkıyor. Tarihsel bir dönemi güçlü ve gerçekçi çağrışımlarla aktarıyor. /Archive/2021/2/3/001356658-1-.jpg“Destenin en tepesindeki kart beyaz adama, en dibindeki kartsa siyah adama...”Harper Lee’nin ilk romanı Bülbülü Öldürmek, 1960’da ilk kez yayımlandığında ülkesi ABD’de büyük bir ses getirmiş, ardından Pulitzer Ödülü’nü almış, ünü tüm dünyaya yayılmıştı. O günden sonra Dünya tam altmış kez kendi etrafında döndü ve geldiğimiz noktada aslında çok az şey değişti. 2020 yalnızca tüm dünyayı etkisi altına alan, yaşamı durduran, düzeni alt üst eden bir salgın hastalık nedeniyle değil, aynı zamanda “Black Lives Matter” hareketiyle, ABD’de Afro-Amerikan kökenli halka karşı uygulanan sistematik şiddet ve ırkçılıkla da anılacak.Aradan yarım asırdan fazla geçmesine rağmen adalet kavramının içi bir türlü doldurulamıyor, tek yapabildiği patlak bir teker gibi oradan oraya savrulmak. Bu sebeple, Lee’yi elli yıl sonra yeniden okurlarıyla buluşturan ikinci kitabı Tespih Ağacının Gölgesinde onun ne kadar büyük bir toplum gözlemcisi olduğunu kanıtlar nitelikte./Archive/2021/2/3/001421892-5-.jpgBÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEKŞimdi zamanı geri saralım ve Lee’ye tek kitabıyla müthiş bir şöhret kazandıran, filmi çekilen ve hatta filmin başrolünü Oscar ile buluşturan Bülbülü Öldürmek kitabına bakalım. Yer: Maycomb, Alabama. Amerika’nın güneyindeki bir taşra kasabası. Konumuz, bir türlü kurtulamadığımız şu ırkçılık ve eşitsizlik. Kahramanımız böylesine ağır bir meselenin içinde olması beklenmeyecek biri, bir çocuk: Scout Finch.Kasabadaki siyahilerden biri haksız yere suçlanır ve Scout’ın babası avukat Atticus Finch, herkesi karşısına alarak onu savunur. Scout bir yandan büyürken bir yandan da zihnindeki eşitlik, özgürlük, adalet, ırkçılık, ayrımcılık, ön yargı, sınıf çatışması kavramları da bu olay çerçevesinde ve Atticus ölçeğinde gelişir.Lee tüm bunları bizlere bir çocuğundan gözünden öyle bir doğallıkla anlatır ki, sayfalar ilerledikçe Scout ile birlikte biz de büyürüz, biz de aynı saflık ve hayranlıkla babamızı izleriz adeta. Ön yargılardan kurtulmayı, ırkçılığa karşı savaşmayı öğreniriz. Dışlanırız, hedef gösteriliriz, toplumun içinde yapayalnız kalırız.Derken Harper Lee’nin kendi devrini aşan yapıtının üzerinden yarım asır kadar geçmişken hikâyenin devamı çıkagelir: Tespih Ağacının Gölgesinde, ilk kez yayımlandığı 2015’te, dünya edebiyat sahnesini yerinden oynatır ve son yılların en büyük edebiyat olayı olarak anılmaya başlar. Bunda sadece Lee’in yıllar sonra yeni bir kitabının çıkması etken değil elbette. Kitap bu kez bambaşka bir Maycomb manzarası taşıyordur ve işte bu, birçok şeyi sarsmaya yeter.Yazar bu kez tam yirmi yıl sonrasına gidiyor, kahramanımız yine aynı kişi, ancak bu kez bir çocuk değil, o artık hayatının Scout aşamasını tamamlamış yirmi altı yaşında bir genç kadın: Jean Louis Finch.Jean Louis, çok uzun yıllar önce New York’a taşınmıştır ve ailesini ziyaret etmek üzere Maycomb, Alabama’ya dönecektir. Geri dönüşü bir nostalji turundan çok tam anlamıyla bir düş kırıklığına dönüşür, kasaba kesinlikle geride bıraktığı gibi değildir. Vaktiyle ezbere bildiğini düşündüğü insanları tanıyamaz hâldedir, benliğini üzerine inşa ettiği tüm değerler alt üst olur./Archive/2021/2/3/001458361-6-.jpgIRKÇI VE DÖNEK BABA!Babası Atticus artık epey yaşlıdır. Tek başına yaşayamadığı için halası ona eşlik eder. Jean Louis’in bir türlü yaranamadığı, aralarındaki gerilimin asla dinmek bilmediği, içinde yaşadıkları toplumun tam anlamıyla bir yansıması olan halası Alexandra’yla didişmeye devam eder. Ancak onu asıl şaşırtan elbette halası değildir, o zaten en başından beri ön yargılı ve de ırkçı bir tutum sergilemiştir. Jean Louis’i yerle bir eden asıl mesele, Atticus Finch’in akıl almaz dönüşümüdür.O masum siyahiye karşı açılan davayı almasaydı çocuklarının gözüne nasıl bakacağını sorgulayan, adeta insan üstü bir varlık gibi adalet dağıtan, güçlü, kuvvetli ve de mağrur adam gitmiş, yerine toplumun olanca basitliğine, cehaletine, eşitsizliğine ayak uyduran bir ihtiyar gelmiştir. Karşısındaki hiç tanımadığı bu baba, ırkçıdır, savunduğu davaya sırt çevirmiştir.Jean Louise kendisini aldatılmış hisseder, yıllar önce geride bıraktığı bu kasaba, çocukluğuyla birlikte yok olup gitmiştir sanki. Karakterini şekillendiren tüm değerler domino taşları gibi tek tek düşerken genç kadın anılarına tutunmaya çalışır./Archive/2021/2/3/001519173-2-.jpgADALET İLE ‘ADALET’ ARASINDAKİ FARKTozlu raflardan anıları çeker, artık hayatta olmayan abisi Jem’i, çocukluk arkadaşları Dill’i ve şimdi onunla evlenmek için yanıp tutuşan, babasının Jem’in yerine koyduğu Henry’yi. Jean Louise iki çapraz ateşin içinde paramparça olur. Kasabada geçen çocukluğu ve kentte serpilen yetişkinliğinde tanımakta güçlük çektiği babasıyla mücadele halindedir.“Bana neden adaletle adalet arasındaki, doğruyla doğru arasındaki farkı öğretmedin? Neden yapmadın bunu?.. Neden gözümü açmadın, bana tarih ya da senin için bir anlam taşıdığına inandığım şeyleri okurken dikkatli davranmadın ve her şeyin etrafında Sadece Beyazlara yazılı bir çit bulunduğunu söylemedin?”Bu gerçek, adaletle adalet arasında fark olduğu, adaletin de birilerinin kuralına göre yazıldığı gerçeği Jean Louise’in karşısına acımasız bir hayalet gibi dikilir. Bu, Bülbülü Öldürmek’te kalmış Atticus’un hayaletidir.Harper Lee, öyle muhteşem bir yazar ve öyle titiz bir gözlemci ki, kendi kurduğu dünyayı, yarattığı algıyı tümden yıkıyor. Tek seferde, elinin tersiyle. Anlattıklarının hepsi öyle gerçek, öyle insana özgü ki, tek bir satırı bile abartılı ya da olanaksız bulamıyorsunuz. Bunca değişim ve dönüşümün ne denli mümkün olabileceği, toplumların ve insanların hayli değişken halleri, acımasızlıkları tam da oldukları gibi, herhangi bir ekleme ya da çıkarma yapılmadan, belki de her satırın arasında tekrar tekrar aktarılıyor.Tespih Ağacının Gölgesinde / Harper Lee / Çeviren: Püren Özgören / Epsilon Yayınevi / 256 s. / Eylül 2020. Olcay Mağden ÜnalYazınsal deneme
Yazınsal deneme Eline kalem alan, çağının yazarlarını bilmekle yetinmemeli; değişimlerin toplumsal, bireysel boyutlarını yansıtan klasikleri de tanımalıdır. Bu bağlamda insan gerçeğinin kavranıp anlatıya dönüştürülmesinin ana kaynağı olan yazınsal denemenin bir toplumun düşünsel düzeyinin göstergesi olduğu da unutulmamalı... /Archive/2021/2/3/001035504-kapakic.jpgDENEMEDeneme dümdüz bir anlatı sanılır. Oysa deneme, kimi durumda öykü damlacıklarından, romanın geniş soluğundan, eleştirinin gerçekçi bakış açısından beslenen bir anlatıya dönüşür. Hevesli bir lise öğrencisinden, en yetişkinine, hatta adlı sanlı yazarına herkes deneme yazabilir. Ama yazınsal türde deneme yazan azdır.İlk akla gelen Ahmet Haşim, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Salah Birsel, Nermi Uygur’dur.Batı yazınında şairinden romancısına deneme yazmayan yazar yok gibidir. Denemeyi anlatı dünyasına kazandıranlar ise Montaigne ile Francis Bacon’dır. Başta André Gide, Albert Camus olmak üzere yüzlerce yazar adı da sıralanabilir.Deneme, okullarda duygu, düşünce ve görüşlerin kesin yargılara varmadan, içtenlikli bir üslupla dile getirildiği bir yazın türü olarak öğretiliyor. Öğrenciye ipucu veren bu tanım yeterli sayılsa da, yazınsal denemenin dışında kalır.Denemeyi yazın dünyasına armağan eden Montaigne, üç ciltten oluşan Denemeler adlı kitabının önsözünde bu bağlamda aydınlatıcı bir açıklama yapıyor: “Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılarınızı istemiyorum.”MONTAIGNEMontaigne, insan yaşamında akla gelecek her türlü tutum ve davranışları kendi ürettiği düşüncelerle İlk Çağ yazarlarına göndermeler yaparak daha da geliştirmiştir. Montaigne, düşüncesini özgürce söylerken kimsenin ona hak vermesini, yargılamaya kalkmasını istemiyor, insana özgürce düşünmenin yolunu açıyor.Denemenin amacı bilgi vermek değil, düşünceyi açımlayan konuları, insan hayatının içine girerek yerine oturtmaktır. Montaigne, “Her insanda insanlığın bütün halleri” vardır ana düşüncesi bağlamında genellikle şu konuları işlemiştir denemelerinde: Kendini tanımak, anlamak, yüreğin aynası, bilgi, ruh ve beden, korku, korumak...Montaigne’den korku üzerine beş aforizmadan birkaç örnek:“Beni korkutan ölüm değil, ölüyor olmak.”, “Neden sürekli hayattan şikâyet ediyorsunuz? Sürekli acı içinde yaşıyorsanız, bu sizin korkaklığınız yüzündendir.”, “En korktuğum şey korkunun kendisidir, bir kez sardı mı vücudu diğer duyguların önüne geçer.”, “Korkunun bana yaptırdığı şeyleri korkmadan da yapabilirsem gerçekten güçlü olurum.”, “Korktuğumuz insanlardan gördüğümüz saygı, gerçek saygı değildir.”Bu konuların işlenişinde bilgi kaynaklarının yanında geniş bir felsefe bilinci de var.FRANCIS BACONBacon ise ölüm, öç, mutsuzluk, iki yüzlülük, ana-baba-çocuklar, sevgi, iyilik, huy güzelliği, soyluluk, toplumsal kargaşa, boş inanç, ülke yönetimi, kurnazlık, çıkarcılık, bilge görünmek, dostluk, para, krallık, sağlığın korunması, kuşku, sömürgeler, insan yaratılışı, eğitim ve insan ilişkileri üzerinde yoğunlaştırır düşüncelerini.İşlenen konular karşılaştırıldığında, denemenin bu iki büyük ustasının, üsluplarının yanında konu seçimi yönünden de farklı yönleri var. Bu da, denemenin neredeyse kalıplaşmış bir tanımla, şiir, roman, öykü gibi “çağının aynası” olduğunu gösteriyor.Ayrıca, Montaigne’in konu alanlarına düşünsellik egemenken, Bacon, yaşadığı çağın gereği olan insan ilişkileri üzerinde durmuştur. Onları birleştiren bir yan ise, dil düzeylerindeki kendilerine özgü değişkenliktir.Sözcüklerin Vicdanı, İnsan Yüreğine Yolculuk, O İyi Kitaplar Olmasaydı, Anadilin Toprağında adlı deneme kitaplarının yazarı Emin Özdemir, bir yazısında deneme yazarlarının dilsel özelliklerine değiniyor:“Deneme, düzyazının sorgulayan gücü, kendine özgü söylemi olan yazınsal bir türdür. Kimileri, yazınsal bir tür olmanın ötesinde bir söylem biçimi olduğunu savunurlar. Oysa denemesel söylem ise, dille içli dışlı olmayı, sözcüklerin iç evrenine uzanmayı, bu evrenin katlarında dolaşarak onlara yeni boyutlar kazandırmayı gerektirir.”Öyle olmasaydı, döneminin ünlü deneme yazarı Ahmet Haşim, bir başparmağı ele alarak aklın, insanın gelişim evrelerini böylesine yalın, mantık ürünü kanıtlarla doğruladığı bir deneme yazabilir miydi?“Başparmak, insan medeniyetinin yarısını vücuda getirdikten sonradır ki, dimağ, kemik mahfazasında tabii uykusundan silkinerek konuşmaya başlamış ve belki insan işlerine karışması faydadan ziyade zarar vermiştir. Aklın başparmağa nazaran esaret veya galibiyetine göre medeniyet ilerlemiş veya gerilemiştir. Bütün taş ve demir sanayisi başparmağın, felsefe ve edebiyat gibi boş hünerler de zekânın eseridir. Orta Çağı aklı, bugünkü Amerika’yı ise başparmak yapmıştır. Bizde de başparmağın akla ve ukalalığa üstün gelmesini temenni etmek hepimizin kutsal bir vazifesi olmalı.”DİLSEL BİLİNÇJean-Paul Sartre, sözü yazarın dili iyi kullanmasına bağlayarak “Önemli olan konu değil, onun nasıl işlendiğidir.” der. Sartre’ın sözü, yalnızca deneme için değil yazınsal olan her anlatı için de geçerlidir.Aziz Nesin, “Üç insanımızdan biri şairdir.” demişti bir yazısında. Son zamanlarda bu gerçek daha da belirginleşmiştir. Yazınsallığı kavramadan, belli başlı şairleri, anlatıcıları okumadan şiir, roman yazarları türedi. Oysa eline kalem alan, çağının yazarlarını bilmekle yetinmemeli; değişimlerin toplumsal, bireysel boyutlarını yansıtan klasikleri de tanımalıdır. Bu bağlamda insan gerçeğinin kavranıp anlatıya dönüştürülmesinin ana kaynağı olan yazınsal denemenin bir toplumun düşünsel düzeyinin göstergesi olduğu da unutulmamalı... Adnan Binyazar / Cumhuriyet Kitap EkiSâdık Hidâyet'ten dev bir hesaplaşma; Kör Baykuş
Sâdık Hidâyet'ten dev bir hesaplaşma; Kör Baykuş İran edebiyatını uluslararası edebiyatın bir parçası haline getiren ve “Doğu’nun Kafka’sı” olarak kabul edilen Sâdık Hidâyet’in romanı Kör Baykuş, zihni yavaş yavaş parçalanan, benliğini kaybeden kahramanıyla; hayatla, çocuklukla, anılarla, aşkla, cinsellikle, varoluşla, Tanrı’yla ve ölümle büyük bir hesaplaşmanın romanı. /Archive/2021/2/3/000747334-ic1.jpg“Başyapıt diye bir şey varsa budur!”André Breton“Sâdık Hidâyet’in yarattığı karakterin kalbinde iki itici güç yatıyor: Yaratma arzusu ile unutulmak ve ölüm arzusuyla kabuğuna çekilme.”Deırdre Lashgarİran edebiyatını uluslararası edebiyatın bir parçası haline getiren ve “Doğu’nun Kafka’sı” olarak kabul edilen Sâdık Hidâyet’in Kör Baykuş’u; hayalle gerçeğin, aydınlıkla karanlığın, umutla umutsuzluğun iç içe geçtiği yetkin bir edebi yolculuk.Zihni yavaş yavaş parçalanan, benliğini kaybeden kahramanıyla; neyin gerçek, neyin hayal olduğunun anlaşılamamasıyla; geçmişin ve şimdinin iç içe geçmesiyle; afyon dumanları arasında değişen, dönüşen atmosferiyle; melankolik, kötümser, karanlık ruh haliyle; huzursuz ediciliğiyle benzersiz bir metin./Archive/2021/2/3/000809693-ic2.jpg1951’de Paris’te intihar eden Sadık Hidayet, Kör Baykuş’ta modern anlatım teknikleriyle doğunun masalsı atmosferini kusursuzca buluşturuyor.“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar” cümlesiyle başlayan roman, dış dünyaya alışılmadık yorumlar getiriyor.Okuru adeta sürrealist bir tablonun karşısındaymış gibi hissettiren Kör Baykuş hayatla, çocuklukla, anılarla, aşkla, cinsellikle, varoluşla, Tanrı’yla ve ölümle büyük bir hesaplaşmanın romanı.Kitaptan bir bölüm okumak için: https://www.iletisim.com.tr/Images/UserFiles/Documents/Gallery/kor-baykus.pdfKör Baykuş / Sâdık Hidâyet / Çeviren: Ali Fuat Bilkan / İletişim Yayınları / 111 s. Cumhuriyet Kitap EkiKılıçdaroğlu'ndan Boğaziçi açıklaması: Türkiye'nin evlatlarınıserbest bırakın
Kılıçdaroğlu'ndan Boğaziçi açıklaması: Türkiye'nin evlatlarını serbest bırakın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin AKP'li rektör Melih Bulu'ya yönelik protesto eylemlerine ilişkin, "Buradan siyasi iktidara açık bir çağrıda bulunuyorum. Türkiye'nin evlatlarını serbest bırakın ve yarattığınız gerginliğe son verin" diyerek çağrıda bulundu. CHP lideri Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi eylemlerine ilişkin bir video mesaj paylaştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi'ne atanan AKP'li Melih Bulu'yu 'kayyum' olarak nitelendiren Kılıçdaroğlu, "Hiç kimse istemiyor. Öğrenciler, öğretim üyeleri, eski mezunlar istemiyor. Zaten çalışacak kişi de bulamadı. Ama gerginlik artıyor. Çocuklarımıza şiddet uygulanıyor" dedi. Öğrencilerin ailelerine seslenen Kılıçdaroğlu, "Karşımızda kontrolünü kaybetmiş bir siyasi iktidar var. Gerginlikten besleniyor. Bizler aklıselim sahibi olmak zorundayız. Sağduyulu hareket etmek zorundayız. İktidarın değirmenine su taşımamak zorundayız. Buradan siyasi iktidara açık bir çağrıda bulunuyorum. Türkiye'nin evlatlarını serbest bırakın ve yarttığınız gerginliğe son verin" çağrısında bulundu. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun mesajının tamamı şöyle: ''Boğaziçi Üniversitesi'ne bir kayyum rektör atandı. Hiç kimse istemiyor. Öğrenciler, öğretim üyeleri, eski mezunlar istemiyor. Zaten çalışacak kişi de bulamadı. Ama gerginlik artıyor. Çocuklarımıza şiddet uygulanıyor. Ben bu akşam sevgili öğrencilerimize değil onların anne ve babalarına seslenmek istiyorum. Karşımızda kontrolünü kaybetmiş bir siyasi iktidar var. Gerginlikten besleniyor. Bizler aklıselim sahibi olmak zorundayız. Sağduyulu hareket etmek zorundayız. İktidarın değirmenine su taşımamak zorundayız. Buradan siyasi iktidara açık bir çağrıda bulunuyorum. Türkiye'nin evlatlarını serbest bırakın ve yarttığınız gerginliğe son verin.'' cumhuriyet.com.trYARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap!
YARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap! 1616’ıncı sayımızın kapağında; milliyetçi rapçisinden muhafazakâr baristasına, dilencisinden yaşam koçuna, sabah programları starından sözlük yazarlarına kadar farklı insanların birbirine bağlanan maceralarını usta bir kurgu, edebi bir dille bileştirdiği ve uçlarda yaşanan duygu durumlarıyla yüzleştirdiği romanı Her Zerre Kara ile Özen Yula yer alıyor. Gamze Akdemir’in söyleşisi… Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… /Archive/2021/2/2/235226484-ic.jpg- Cumhuriyet Kitap Dergi’nin YARIN yayınlanacak 1615’inci sayısının kapağında; yeni bir memlekete ve kuşağa on iki yıldan sonra yazdığı yeni romanı; Her Zerre Kara ile Özen Yula yer alıyor. Yula, milliyetçi rapçisinden muhafazakâr baristasına, dilencisinden yaşam koçuna, sabah programları starından sözlük yazarlarına kadar farklı insanların birbirine bağlanan maceralarını usta bir kurguda ve edebi bir dille bileştiriyor. Hırsları, açgözlülükleri, tamahkârlıkları ve bastırılmış hınçları eşliğinde memleketimden insan manzaraları ve uçlarda yaşanan duygu durumlarıyla yüzleştiriyor. Gamze Akdemir’in söyleşisi…- Üçüncü sayfamızda; Okuma Penceresi köşesinde, anlatıcının deneyimleriyle ulaşacağı ses arayışını işlediği, bir anlatı formu/biçimine ulaşmada başka yazarların yadsınamaz esinleyiciliğini de imlediği, ‘Ben Bir Başkasıdır’ başlıklı yazısıyla Feridun Andaç yer alıyor.- M. Sadık Aslankara; Kitaplar Adası köşesinde, Mucize Özünal’ın Semender Söylencesi, D.H.Lawrence’ın Tilki ve Murat Çelik’in Eve Dönmeyen Hayvan kitaplarını inceliyor.- Gönül Pultar; usta Halkbilimci İlhan Başgöz etrafında Prof. Serpil Aygün Cengiz’in kaleme aldığı iki yayını değerlendiriyor.- Y. Bekir Yurdakul, Kulaktan Kulağa köşesinde, Vladimir Tumanov’un Asılı Dağ’ın Kâhini’ni inceliyor.- Emek Yurdakul, Güncel köşesinde dört yetkin çocuk kitabını tanıtıyor.- Arife Kalender; Çağdaş Şiirimizde Sık Kullanılan İmgeler’ başlıklı dizisinin ikinci bölümünde, şiirin özünden bir hareket olarak aşk imgesini merceğe alıyor.- Bahar Öztürk; Gültekin Karakuş’un Devir Saati’ni inceliyor.- Cihan Erken; Merve Erbilgiç ile resimlediği, Esra Ercan Bilgiç’in kaleme aldığı, Ekin adında küçük bir kızın gökyüzünün rengini değiştirme çabasıyla, bazı kuşların uçma hikâyesini anlatan Bazı Kuşlar Uçtu’yu konuşuyor.- Nurduran Duman; bir gün salt insan olarak varlığı kutlamayı vaat eden bir şair olarak imlediği, Hintli Rati Saxena’nın; çocukluk, kadınlık, şairlik, doğa, felsefe, çırılçıplak gerçeklikle, Hindistan’la ve dünyanın ortak kederi sevinciyle yüklü şiirlerinden oluşan Değişiyor Zaman’ını tanıtıyor.- Alihan Irmakkesen; Haydar Ergülen’in eş zamanlı yayımlanan ve bir şairin denemelerinden bir denemecinin denemelerine yol alışı niteliğindeki iki kitabı; Nişanlılar için Şarkılı Alfabe ve Çerçöp - Öteberi Denemeleri’ni değerlendiriyor.- Damla Karakuş; Sadık Usta ile bilim insanı ve şair Hayyam’ın biyografisine derin bir bakış sunduğu Şair ve Matematikçi Ömer Hayyam kitabını ve yüzyıllar öncesinden günümüze kadar süren etkisini konuşuyor.- Mehmet Tomanbay’ın; iktisat tarihiyle iktisadi düşünceler tarihini bir araya getirmesinin ötesinde bu alanlarla siyasal düşünceler tarihi arasında da bağ kuran öncü bir çalışma niteliğindeki kitabı İktisat Okulları ve Ünlü İktisatçılar da sayfalarımızda.- Songül Sallan Gül, Saniye Dedeoğlu, Özlem Kahya Nizam’ın yayına hazırladıkları inceleme Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum - Geri Dönüş mü Birlikte Yaşam mı? da tanıttığımız yetkin kitaplar arasında.- Z. Doğan Koreli; Türker Ayyıldız’ın, on iki öyküden oluşan ve sıradan insanın, kenar mahallelerin kırgınlıklarını, çilelerini, yüklerini anlattığı kitabı Vapurlara Küsmek’i tanıtıyor.- Vitrindekiler köşemiz yetkin bir okuma rehberi sunmayı sürdürüyor.- Mustafa Başaran’ın hazırladığı Bulmaca köşemizde yeni bir düşün trafiği daha sizleri bekliyor.İyi okumalar…Unutmayın her gün Cumhuriyet, her Perşembe Cumhuriyet Kitap okunur!Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… Cumhuriyet Kitap Eki