News - Haberler
Rektör kendini dekan atadı
Rektör kendini dekan atadı Prof. Dr. Arif Özaydın, Gaziantep Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından rektör olarak atanmasıyla birlikte kendisini güzel sanatlar fakültesine (GSF) vekâleten dekan olarak atadı. Kamu yönetimi bölümünden mezun olan ve ekonomi alanında çalışmalar yapan Prof. Özaydın, “Ben de memnun değilim bu durumdan. Vekâleten idare ediyorum. Ben güzel sanatlar fakültesinin sadece dekanıyım. O işlerden anlamam” dedi. Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın’ın ataması, 24 Eylül 2020 tarihinde yapıldı. Göreve başladıktan sonra kendisini güzel sanatlar fakültesine vekâleten dekan olarak atayan Prof. Özaydın, dekanlık görevi için üniversitede profesör bulunmadığını savundu. Prof. Özaydın, “Geldiği zaman atanır. Bir doçent var, onu yardımcım yaptım. İşleri o yürütüyor. Ben anlamam o işlerden, kalkıp da sanat dersine girmem” dedi. Öte yandan üniversitenin sitesinde GSF’deki resim bölümünün akademik kadrosunda bir profesörün olması dikkat çekti.Kamu yönetimi bölümünden mezun olan Prof. Özaydın, “işi ehline verme” taraftarı olduğunu belirterek “Ben öğrenciyken iktisadi idari bilimler fakültesi dekanlığını bir mühendis yaptı. Acı ve vahim bir şeydi. Ben de mecbur kaldığım için yapıyorum dekanlığı, yoksa hayatta yapmam. Bana teklif edilse de yapmam. Sizin bildiğiniz bir profesör varsa atayalım” diye konuştu. Güzel sanatlar fakültesi için profesör ilanı verilmemesini, devletin kadrolarının dolması sözleriyle savunan Özaydın, mart ayı itibarıyla profesör ilanı için başvuracaklarını kaydetti. Çağatan AkyolHazine ve Maliye Bakanlığı’nda Berat Albayrak’ın 3 bakan yardımcısından 2’si gitti: Albayrak dönemine tırpan
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda Berat Albayrak’ın 3 bakan yardımcısından 2’si gitti: Albayrak dönemine tırpan Bakan yardımcıları Osman Dinçbaş ile Bülent Aksu görevden alındı. Bakan yardımcısı Nureddin Nebati ise yerinde kaldı. Nebati’nin Pensilvanya’daki FETÖ lideri Gülen ile fotoğrafı uzun süre tartışılmıştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan sosyal medya hesabı üzerinden istifa eden Berat Albayrak’ın döneminde görev yapan 3 bakan yardımcısından 2’si görevden alındı. Türkiye Varlık Fonu’nda Albayrak’tan boşalan başkanvekilliğine ise Hazine ve Maliye Bakanı yerine, yönetim kurulu içerisinden atama yapılması dikkat çekti. GÜLEN İLE FOTOĞRAFBakan yardımcıları Osman Dinçbaş ile Bülent Aksu görevden alındı. Böylece Albayrak dönemindeki 3 isimden 2’si gitti. Diğer bakan yardımcısı Nureddin Nebati ise yerinde kaldı. Nebati, daha önce AKP milletvekili olarak görev yapmıştı. Nebati’nin Pensilvanya’da FETÖ lideri Fethullah Gülen ile fotoğraf çektiren AKP’liler arasında yer alması kamuoyunda uzun süredir tartışma konusu.Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yapıyor. Berat Albayrak’ın istifasıyla boşalan başkanvekilliği görevine Prof. Dr. Erişah Arıcan’ı atadı. Arıcan, yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyordu. Erdoğan, daha önce olduğu gibi başkanvekilliğine, Hazine ve Maliye Bakanı’nı değil, yönetim kurulu içerisinden bir ismi getirmiş oldu. Başkanvekilliğine Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın getirilmesi beklentisi vardı. Arıcan, aynı zamanda Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı olarak da görev yapıyor. Prof. Dr. Erişah Arıcan’ın Berat Albayrak’ın tez danışmanlığı ortaya çıkmıştı. Görevden alınan Dinçbaş’ın yerine de Cengiz Yavilioğlu getirildi. Eski AKP Erzurum Milletvekili olan Yavilioğlu, AKP Ekonomi İşleri Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Yavilioğlu, 2015-2018 yılları arasında da Maliye’de bakan yardımcısı olarak görev yapmıştı. Naci Ağbal döneminde bakan yardımcısı olan Yavilioğlu, Albayrak’ın bakanlığa geldiği 2018’de bu görevden ayrılmıştı. Görevden alınan Bülent Aksu’nun yerine de Şakir Ercan Gül atandı. Gül, daha önce TMSF Başkanı olarak görev yapmıştı.DİĞER ATAMALARKonya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’na Mahmut Sami Şahin atandı. Şahin, son yerel seçimlerde AKP’den Karaman Belediyesi başkan adayı olmuştu. Karayolları Genel Müdürlüğü’nde genel müdür yardımcısı Mehmut Tutaş ile 6 bölge müdürü görevden alındı. 7 bölge müdürü atandı. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürü Cengiz Erdem görevden alındı. Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu ve Yürütme Kurulu Başkanlığı’na Prof. Dr. Abdulkadir Balıkçı getirildi. Balıkçı, geçen yıl içerisinde bu göreve getirilmişti. Atama kararı yeni çıktı. Kurumun yürütme kurulu üyeliklerine de Kadim Budak ve Prof. Dr. İbrahim Dincer atandı. Budak, HAVELSAN ve TÜBİTAK’ta görev yapmıştı. Dinçer de TÜBİTAK’ta görev almıştı.KREDİ TARTIŞMASIZiraat Bankası’nın Çukurova Grubu’na “Turkcell” için vergi cenneti Virgin Adaları üzerinden 1.6 milyar dolar kredi verdiği ortaya çıkmıştı. Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Bülent Aksu’nun Turkcell ve Eximbank’ın yönetim kurullarında görev yaptığını Cumhuriyet duyurmuştu. Aksu’nun bu gelişmelerin ardından görevden alınması dikkat çekti. Mustafa ÇakırBoğaziçiÜniversitesi’nin direniştarihi
Boğaziçi Üniversitesi’nin direniş tarihi Boğaziçi Üniversitesi, dışarıdan rektör atanmasıyla bir kez daha AKP iktidarının hedefi haline geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla AKP’li Melih Bulu’nun üniversiteye rektör olarak atanması, Boğaziçili akademisyenlerin, öğrencilerin ve kamuoyunun büyük tepkisine neden oldu. Yapılan eylemler gerekçe gösterilerek öğrencilerin evleri basıldı. Öğrenciler kötü muameleye maruz kaldı. Ancak Boğaziçili akademisyenler, öğrenciler yılmadan mücadeleye ve ses yükseltmeye devam ediyor. Kurulduğu 1971 yılından bugüne hep direnişin, özgürlük talebinin akademideki kalelerinden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi’nin tarihinde yer eden önemli öğrenci direnişleri ise şöyle:- 27 Şubat 1976 tarihinde okuldaki not ve averaj sistemini, hazırlık ve ara sınıflarda okuyan öğrencilerin sene sonu not ortalamasının altında kalmasını, okuldan atılmaları, protesto etmek için Boğaziçili öğrenciler boykot başlattı. Boykot 39 gün sürdü. 7 Nisan 1976’da Boğaziçi Üniversitesi Yönetim Kurulu, öğrencilerin taleplerini kabul ederek okuldan atılan öğrencilerin geri dönmesini sağladı.- Üniversite hocaları tarafından anlatılan bir anekdota göre 12 Eylül darbesinden sonra askeri yönetim üniversiteye rektör atadı. Rektörün önemli icraatlarından biri de hocaların kılık kıyafetlerine “çekidüzen” vermekti. Rektör, üniversitede karşılaştığı sosyoloji bölüm başkanı Prof. Dr. Faruk Birtek’i sakallı görünce “Hocam, sakalınızı kesin!” emrini vermeye kalktı. Birtek, elleriyle sakalını avuçladı ve şöyle dedi: “Sayın hocam, bu sakallar çok rektör gördü!”- 6 Şubat 1988’de Boğaziçili öğrencilere Gaziantep’i tanıtmak üzere bir program düzenlendi. Programa katılan 75 öğrenci, İslami Hizmetler Vakfı Genel Müdürü’nün konuşma yapması üzerine toplantıyı terk etti. Öğrenciler, o günlerde tepkilerini “Dini oyunlarına alet olmayacağız” diyerek gösterdi.- 2 Ağustos 1990’da ise Irak’ın Kuveyt’i işgaline Boğaziçililer tepkisiz kalmadı. Kampusta yaptıkları protesto yürüyüşleriyle “savaşa hayır” diye haykırdılar.- 4 Ekim 1990’da gazetemiz yazarı Doç. Dr. Bahriye Üçok’un suikastla katledilmesi üzerine Boğaziçi Üniversitesi’nde 139 akademisyen imzaladıkları bildiri ile saldırıyı kınadı. Bildiride, “Bu gibi cinayetler özgür düşünceye, laikliğe olan inancımızı sarsamaz” ifadesi yer aldı.- 25 Mayıs 1993’te Boğaziçili kadın öğrenciler kadınlara yönelik şiddeti ve çocuk istismarını protesto etmek için İstiklal Caddesi’nde kitlesel yürüyüş düzenledi.- 10 Mart 1992’de ise öğrenciler, Zonguldak’taki maden faciasında ölen işçilerin ölümünü protesto etmek için rektörlüğü işgal etti. İlk kez bir helikopter, üniversite kampusunun içerisine indi. Ama o dönemde üniversite yönetimi, öğrencilerine müdahale edilmesine izin vermedi. Öğrencilerin işgali üç gün sürdü. Üç günün ardından özel harekât tarafından müdahale edilerek öğrenciler gözaltına alındı. Öğrenciler yaklaşık dört ay tutuklu kaldı.- 21 Temmuz 2004’te de öğrenciler bu kez Munzur için isyandaydı. Tunceli Vadisi’ne yapılacak barajı protesto eden öğrenciler, “Küresel şirketler için her şey paradır” diyerek tepkilerini dile getirdi.- 21 Haziran 2017, Erdoğan tarafından seçimlere bile girmeden atanan rektör Prof. Mehmed Özkan protesto edildi. Seyhan AvşarKar altında hayaletlerin peşinde
Kar altında hayaletlerin peşinde On gün sonra eve kapanalı bir yıl olacak. Hoş, yaz aylarında kendimizi sokağa attık, kafelere, restoranlara gittik, Işık’la, Kıymet’in yazlık bahçelerinde mehtap keyfi yaptık ama o kadarı parantez sayılır. On gün sonra eve kapanalı bir yıl olacak. Hoş, yaz aylarında kendimizi sokağa attık, kafelere, restoranlara gittik, Işık’la, Kıymet’in yazlık bahçelerinde mehtap keyfi yaptık ama o kadarı parantez sayılır. Bu parantezi saymazsak Covid’i dışarıya kilitleyip evin içinde özgürce yaşadık. Sosyal yaşamın dışında kalmanın eksikliğini hissettik pek tabii ama yakınmıyorum. Gene de dikkatli olup büyük laf etmemek gerek. Çünkü bazen şeytan dürtüyor, insan aklında olmayan şeyi yapmaya kalkışabiliyor. GÜZEL MELUSİNA...Kar altında, ıssız sokaklarda hayaletlerin peşine düşmek de öyle bir şey. Şeytan dürttü. Eksi 9 derecede, esintisiz bir havada yağmakta olan kar altında masalsı bir atmosfere bürünen Stockholm sokaklarında hayaletlerin peşine düşme düşüncesi çok kışkırtıcı gelince dayanamadım. Biraz da okuduklarımın etkisinde kalmış olmalıyım. Okuduklarıma göre, bizim Södermalm semtinde çok hayalet varmış. Gece yarısı çıkıyorlarmış. Karar vermiştim, keşif için gece yarısına doğru 300-400 metre mesafedeki Van der Nootska Malikanesi’ne doğru yola çıktım. Heyecanlıydım.Van der Nootska Palatset, İsveç ordusunda albaylığa kadar yükselmiş bir Hollandalı tarafından 1670’te yaptırılmış dört katlı gösterişli bir malikane. Şimdi içinde kimse yaşamıyor. Özel davetler için kiralanabiliyor. Yaz aylarında öğle yemeği servisi de var. Şakir ve Refik’le her yaz mutlaka birkaç kez öğle yemeğinde malikanenin sakin bahçesinde otururuz. O yüzden yabancısı sayılmam. Okuduğuma göre 1800’lerde burada yaşayan Fransız güzeli Prenses Melusina, cumartesi günleri gece yarısından sonra bambaşka biri olarak ortaya çıkıveriyormuş. Belden aşağısı yılanmış. O günlerde Stockholm’de herkes bunu konuşuyormuş. Geçmişiyle ilgili dedikodular da ayyuka çıkmış. Güzel Prenses Melusina, Fransa’da aşk trafiğinin, ihanetlerin fazlaca olduğu bir çevrenin içindeymiş. Bir gün tehlikeli bir durumdayken soylu sınıfından biri tarafından kurtarılmış. Raimund av Poiton adlı zengin adam, bu fırsatı değerlendirip Melusina’ya evlenme teklifinde bulunmuş. Prenses, biraz da minnettarlık duygusuyla teklifi kabul etmiş ama sırrını kimseyle paylaşmayacağı yolunda adamdan söz almış. Ne var ki adam sözünü tutmayıp Melusina’nın sırrını arkadaşlarına anlatmış. Prenses de bunun üzerine adamı terk edip Stockholm’e gelmiş. Geldiğinden beri de cumartesi geceleri Van der Nootska Malikanesi’nde görülüyormuş. Ben belki pencereden kar yağışını seyrederken görürüm diye umutlanmıştım. Malikanenin iki cephesini de gözledim. Tamamen karanlık binanın ikinci katında, sokak lambasının ışığında güzel bir siluet görür gibi oldum. Sanki baktığımı görünce hemen kayboldu. Giriş kapısının karşısında bir süre bekledim ama dışarıya da çıkmadı. Belki çıktı da ben görmedim. Ne de olsa hayalet. KANLI MEYDAN...Güzel Melusina’yı göremeyince şansımı Gamla Stan’daki (Eski Şehir) Stortorget’te denemek istedim. Aslında burada şansım daha az. Stortorget’in hayaletleri 8-9 Kasım gece yarısı geliyorlarmış. Ama 500 yıl önceki kanlı geceyi çok yoğun düşünenlere de görünebiliyorlarmış. Hikâyesi gerçek ve çok trajik. Belgeselleri var ve şimdi sinema filmi yapılıyor. Gamla Stan’ın pastel renkli, bazıları hafif yana yatmış tarihi binaları, kar yağışı altındaki ıssız sokakları, gece yarısı sokak ışıklarıyla romantik pitoresk bir tabloya benziyor. Turist yok, gürültü hiç yok. İsveçliler evlerine çekilmiş. Gamla Stan’ın tarih kokan ruhuyla bütünleşiyorum. O da şehir tacizcilerinden bıkmış. Şehri büyüten, gökdelenlere izin veren, nüfusu artıran belediyecilerden, politikacılardan yaka silkiyor. Çok iyi anlaşıyoruz. Huzura teslim olup sokaklar bitmesin, yol uzasın istiyorum. Yol boyunca 8 Kasım 1520 gecesini hatırlayalım. Danimarka Kralı Kristian II, 1520’nin ilk günlerinde, 20 bin askeriyle İsveç’e girip Stockholm’e yönelir. Amacı, İsveç, Norveç ve Danimarka’nın bir çatı altında toplandığı Kalmar Birliği’nden ayrılmak isteyen İsveçlileri ezmektir. Yol boyunca önüne çıkan İsveç güçlerini bertaraf ede ede dokuz ayda Stockholm’e ulaşır. Stockholm’ü hemen teslim almaz. Yetkili kişilerle masa başında pazarlığa oturur. Pazarlıklar uzun sürer. Bu arada herkesin niyetini anlar. 8 Kasım gecesi yemek salonundan bazıları dışarıya çıkarılır. Geriye kalanlar da kapı kilitlenerek içeride mahsur bırakılır. Dışarıya çıkarılan çok sayıda soylu ve birkaç papaz meydanda katledilir. Kılıçla ya da baltayla başları gövdelerinden ayrılanların cesetleri meydanda yığılmaya başlar. İdamlar ertesi güne uzar. Öğle saatlerinde başlayan hafif yağmur kan gölüne dönen meydanı temizlemeye başlar ama kanlar yağmurla sokaklara yayılır. Bu katliamla Kalmar Birliği kurtarılmıştır ama sadece üç yıl daha. 1523’te Gustav Vasa, bağımsız İsveç devletini kuracaktır. Anlatıldığına göre, 1520’den sonra her yıl 8 Kasım gecesi katledilenlerin hayaletleri Büyük Meydan’da görülüyormuş. Bu gece konsantre olup hayaletleri görmeye çalışacağım. Göremezsem artık 8 Kasım’[email protected] Osman İkiz - StockholmBir tutam Cava bilgeliği...
Bir tutam Cava bilgeliği... Bir veda partisi için toplanmıştık dünyanın birçok ülkesinden, farklı kültür ve dillerden birçok kadın... Bir veda partisi için toplanmıştık dünyanın birçok ülkesinden, farklı kültür ve dillerden birçok kadın... Ortak nokta, çocuklarımızın aynı okulda olmasıydı. Çeşit çeşit yemek ve tatlıların olduğu masada yüce bir dağı andıran, ihtişamıyla diğer yemeklerin güzellik ve lezzetini gölgede bırakan bir yemek vardı ki insanın o güzelim şekli bozmaya eli varmazdı... Cakarta’dan ayrılacak olan Norveçli ev sahibimiz veda konuşmasının ardından “Nasi Tumpeng” adlı yemeğe ilk kaşığı attı, aslında pasta gibi kesti, sonra da hepimiz sıraya girerek dillere destan bu yemekle tabaklarımızı doldurup sohbete koyulduk.HER MALZEMENİN BİR ANLAMI VARTepsinin ortasında koni şekli verilmiş sarı pirinç pilavı etrafında çeşitli sebzelerden garnitür, balık, et parçaları, yeşillik olan görkemli pilav bir Endonezya klasiği, “Nasi Tumpeng”. Cakarta’da yaşadığımız sürece çeşitli vesileyle karşımıza daha çok çıkacaktı... Her türlü bayram, tören, düğün, nişan, doğum günü, arkadaş-komşu buluşmalarının vazgeçilmeziydi. Rengârank görüntüsüyle iştahları kabartsa da aslında yalnızca yemek değil, onun ötesinde derin felsefi anlamlarla yüklü başlı başına bir hayat dersi olduğunu zamanla öğrendim. İçindeki her malzemenin bir anlamı, mesajı vardı. Bu yemek adeta Endonezya’nın bir aynasıydı... On yedi bin adayla dünyanın en büyük takımada ülkelerinden olan Endonezya’nın, 300 farklı dil konuşan etnik grubuyla haliyle bir o kadar farklı çeşitte yerel mutfağı olması kaçınılmaz! Bunlara bir de ülkedeki farklı dinleri, her dinin belirli yiyecek yasaklarını, geçmişte ülkeden gelip geçen tüccarların taşıdıklarını, hükümranlık süren ülkelerin beslenme alışkanlıklarını da eklersek resmi tam görürüz... Hollanda’dan Çin’e, Portekiz’den Hindistan’a ait tatlar orada buluşup kaynaşmıştır.Ülkeyi temsil edecek bir yemek seçimine gelince hükümet bir hayli zorlanmış, sonunda Ekonomi ve Turizm Bakanlığı 2012’de Tumpeng’i içerik, şekil ve sunumuyla geleneksel Endonezya yemeğinin simgesi olarak seçmiştir. Dağ şeklindeki pirinç pilavı bambudan yapılmış 65-80 cm. boyutunda tampah adlı hasır işi bir tabakta muz ağacı yaprakları üstünde ve yapraktan yapılmış süslerle sunulur. Beyaz ve sarı renkte iki türü olan Tumpeng’in sarı olanı Tumpeng Kuning, zerdeçal, hindistancevizi sütü, limon otu, defne yaprağı, ıhlamur yaprağı, karanfil, kakule ve tarçın kaynatılan suya pirincin salınmasıyla yapılır. Beyaz olana zerdaçal konulmaz. Yanında yedi tür yan yemekle servis edilmelidir. Bazı kaynaklar 7 çeşit yoksa bile inanca göre çeşit tek rakamda olmalıdır diyor. Buradaki asıl nokta çeşidin 3 temel elementi temsil etmesidir. 1- Karada yaşayan hayvanları tavuk, yumurta, sığır eti. 2- Balık. 3-Sebzeler; lahana, havuç, çalı fasulyesi, ıspanak gibi..Garnitürlerden tavuk (tercihen horoz) zerdeçal ve hindistancevizi sütüyle pişirilir, yumurtalar haşlanır, balık kızartılır, haşlanmış bütün sebzeler rendelenmiş hindistancevizi ile karıştırılır.GÜN IŞIĞINA ATIFEndonezya’nın en küçük ama en kalabalık adası Cava’da günlük yaşama hâlâ atalardan kalan bilgelikler yön verir, rehberlik eder. Tumpeng içinde sakladığı gizli anlamlarla bu rehberlerden biridir. Sözlük anlamı “Kişi, güvenli bir yaşam sürmek için Tanrı’ya özenle dua etmelidir” şeklinde çevrilmiştir. Bu bağlamda malzemelerden bazılarına yüklenen anlamlara bakalım: Servis tabağındaki muz yaprakları güvenle iş yapma anlamına gelir, yapraktan üçgen şeklinde katlanarak yapılan süsler güneşin sembolüdür. Pilav ve garnitürlerin dizilişi rastgele değil anlamlıdır, gün ışığına göre ayarlanır. Horoz, güneşin doğuşunu simgelediği için doğuya yerleştirilir, günün ve insan hayatının başlangıcını temsil eder. Horoz pişirmek, horozun sembolize ettiği kötü alışkanlıktan kaçınmak olarak yorumlanır.Güneye sebze salatası ve batıya pişmiş sebzeler, tatlı patates sotesi konulur. Hindistancevizi rendesi ile tatlandırılan karışık haşlanmış sebzenin felsefi anlamı kişinin sosyal bir yaşama ve komşularıyla iyi ilişkilere sahip olmasıdır. Ispanak, Cava tarımında zenginliğin geleneksel semboludur. Karışımdaki ıspanak kişinin geleceğe yönelik çatışmalardan uzak, güvenli ve huzurlu yaşam beklentilerini içerir. Çalı fasulyesi, kişinin uzun yaşam beklentisini ve bir şey yapmadan önce iyi düşünmesini ifade eder. Bu arada hayvan bazlı yiyecekler kuzey tarafa yerleştirilir. Durgun suda da yaşayabilen kedibalığının anlamı insanın hayatın her türlü zorluklarına kendini hazırlaması gerektiğidir. Suyun dibinde yaşayan kedibalığı mütavezılığın sembolüdür.Küçük balıklar ise bir arada durmalarına atıfla; insan daimi yalnız yaşayamaz ve başkalarına ihtiyaç duyar. Ailesi, komşuları ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır mesajını taşımaktadır. Cava halkının yaşamındaki önemi göstermek için pirinç ana malzeme olarak tam ortadadır. Temel besin kaynağı pirinç, ekmeğin yerini tutar. Pirinç hayatı sürdürmeye yarayan enerji kaynağıdır, pirinç tanrısı Devi’ye dua törenleri vardır. Haşlanmış yumurta, kabuğu ile yer alır. Yumurta, yaşamın başlangıcıdır. Tanrı insanı eşit olarak yaratmıştır, farklı olan karakter ve davranışlardır. Yemeden hemen önce soyulması gereken kabuk ise kişinin yapmak istediği tüm eylemi sembolize eder. Plan dikkatlice yapılmalı ve iyi sonuç almak için plana uyulmalıdır. YÜZYILLAR ÖNCESİNE DAYANIYORTumpeng, Cava halk kültürünün bir ifadesi, ilişkilerin sembolüdür. Tumpeng geleneğinin tarihine ilişkin net bir bilgi olmasa da 5. ve 15. yy. arasında başladığına inanılıyor. O sürece ilişkin Cava Krallığı’nda Hinduizm etkisinin izleri görülüyor. “Dağ”ın Hinduizmde hayatın başlangıcı olan kutsal bir yer, dünya ile cennet arasındaki portal olması, pirincin dağ şeklinde yapılması gibi...Eski Cava dinlerine göre de dağ kutsaldır. Tanrı’nın dağların doruğunda yaşayarak dünyayı yönettiğine inanılır. Tumpeng’in felsefesi, Endonezya’nın coğrafi konumuyla özellikle çok sayıda yanardağın bulunduğu, Cava Adası’yla çok ilgilidir. Dağın eteklerinde bereketli topraklarda yaşayan insanlar koni şeklindeki pirinç pilavı ile kutsal dağları sembolize etmiştir, tüm yan yemekler de çevreye bir teşekkür niteliğindedir. Tumpeng, insanların Tanrı’ya minnetinin, birliktelik ve uyumun bir göstergesidir. Törenlerde dua ettikten sonra grubun lideri en tepeyi keserek saygı ve minnet göstergesi olarak önce en yaşlılara verir. Endonezya Sağlık Bakanlığı dağ şeklindeki tören yemeğini dengeli beslenmeye örnek göstermiştir. Evde hazırlanması zor olan Tumpeng, artık modaya uyarak sipariş üzerine hazırlanır hale gelmiş. Bir expatın veda partisinin baş yemeği olması Tumpeng’in misyonunun devam ettiğinin kanıtıdır. Verdiği mesajlar evrenseldir.(Widya Mandala Surabaya Katolik Üniversitesi’nden Ignasius Radix A.P. Jati makalesinden faydalanılmıştır.)[email protected] Gülseren Tozkoparan Jordan Endonezya (Cakarta)Günlerin getirdiği...
Günlerin getirdiği... Eskiden beri çok kalabalık ortamlardan hoşlanmam, hep uzağında durmaya çalışırım. Eskiden beri çok kalabalık ortamlardan hoşlanmam, hep uzağında durmaya çalışırım. Bu kez, bu alışkanlığımın pandemi sürecini sorunsuz atlatmama ne denli yardımcı olduğunu anlatamam size. Kalabalık çarşılara, kafelere, caddelere alışmış insanlar bu dönemi ciddi sorunlarla atlatmaya çalışıyorlar. Bense hayatımdan gayet memnun, daha da az insanla muhatap olmamak için henüz kuşlar bile uykularındayken erkenden sokağa çıkıyor, marketlerin pastane bölümlerinden, sıcak hamurlu şeylerin hepsinden örnekler toplayarak Rotterdam sokaklarında dolanıp eve geri dönüyorum.ERASMUS KENTİ...Şehirde yaşadığım ev aslında merkezin çok yakınlarında bir yerde. Maas Nehri üzerine kurulmuş ikinci önemli köprü olan, Erasmus Köprüsü’nün ayaklarının dibinde oturuyorum. Erasmus’u bilirsiniz tabii. 1466’da Rotterdam’da doğmuş ve Rotterdamlılar da kendisini çok sevmiş, ünlü bir filozof/düşünür. Tam ismi de Desiderius Erasmus Roterodamus, yani Rotterdamlı Erasmus.O da diğer çağdaşı tanınmış isimler gibi yerinde duramamış. Rotterdam, Anwers, Oxford, Brugge derken hayatı Basel’de son bulmuş. Erasmus Üniversitesi, Erasmus Köprüsü, Erasmus Caddesi derken ismine bildiğiniz gibi bir de burs konmuş ve dünyanın dört bir yanından öğrenciler, bu bursla Rotterdam başta olmak üzere pek çok yerde eğitim görebilmekte.Rotterdam, Amsterdam’dan sonra ülkenin ikinci büyük şehri. Bu iki şehrin insanları, futbol takımı taraftarları nedense birbirlerini hiç sevmezler. Her biri kendi şehrinin ilk sırada geldiğini iddia eder. Bir ara nefret öyle boyutlara geldi ki iki şehrin iki ünlü takımı Ajax ve Feyenoord taraftarları yine iki şehir arasındaki kırsal bir alanda randevulaşarak birbirlerine girdiler. O zamanlar Utrecht’te yaşıyordum ve bu şehre yakın sayılabilecek bir yerdeki bu meydan muharebesinde bir taraftar yaşamını yitirmişti. Şimdiki gibi, teknoloji çok gelişmiş değildi o günlerde, doğal olarak da taraftar grupları arasında ispiyoncu bulunmadığından, polis olayı muharebe bittikten sonra haber almış, geri kalan birkaç kişiyi gözaltına alabilmişti.Aslında Feyenoord futbol takımı, Türkiye’deki Beşiktaş’la büyük benzerlikler taşıyor. Ülkenin 3. büyük futbol kulübü. Kendilerine soracak olursan kuşkusuz en büyüğü. Geçmişte Hollanda’da çıkardığımız Pandora isimli dergi için Akaretler’deki BJK merkezinde, kulüp başkanı Fikret Orman ile söyleşi yapmıştım. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, Türkiye’nin iki en büyük kulübü olduğunun yazılıp çizildiğini, Beşiktaş Başkanı olarak ne düşündüğünü sormuştum. Orman, hiç tereddüt etmeden Beşiktaş’ın birinci en büyük kulüp olduğunu söylemişti.GÖZLER AŞIDAHollanda şu an İngiltere’den gelen yeni versiyonuyla Covid-19 salgını, 9 Şubat’a kadar uzatılan yeni ve sıkılaştırılmış önlemler, diğer yandan 3. dönemini yaşayan ve dümende liberal Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi - VVD’nin olduğu koalisyondaki skandallardan sonra hükümetin istifası ile uğraşıyor... Mart ayında yapılacak genel seçimlere kadar VVD’li Başbakan Mark Rutte, geminin dümeninde olmaya devam edecek. Hollanda’da AstraZeneca, Pfizer/Biontek ve Moderna aşılarından yeteri kadar sipariş verilmiş durumda. Bu aşılar parça parça gelmeye başladı ve nisan sonuna kadar aşıların yapılması tamamlanacak. Aşılar da kategorilere ayrıldı. Hangi marka aşı hangi yaş grubuna vurulacak, o bile belirlendi. Mehmet Emin Alkanlar/ Hollanda(Rotterdam)Teksasütopyasıtersine döndü
Teksas ütopyası tersine döndü Bundan bir süre önce gene bu sayfalarda yazmıştım, Kaliforniyalılar her yıl yüz binleri bulan sayılarda Teksas’a taşınıyorlar diye. Bundan bir süre önce gene bu sayfalarda yazmıştım, Kaliforniyalılar her yıl yüz binleri bulan sayılarda Teksas’a taşınıyorlar diye. Kaliforniya gibi ABD’nin en iyi iklimi olan, en zengin, yüksek teknoloji eyaletinden yazları 40 derecelerden aşağı düşmeyen kurak bir eyalete niye taşınsın sorusuna pek çoklarının yanıtların arasında şunlar öne çıkıyordu: Yüksek gelir vergileri, uçuk ev fiyatları, benzin, gıda fiyatları... Örneğin Kaliforniya’da milyar dolarlık evler, Teksas’ta bir kaç yüz bin dolara alınabilir, artan para ile gelecekte daha rahat bir hayat geçirilirdi. Hal böyle iken Teksas’ı bir ütopya olarak gören bir Kaliforniyalı olan Brett Alder de büyük bir umutla Teksas eyaletinin başkenti Austin’e yerleşenler arasına katıldı... Kendisi deneyimli ve üst düzeyde bir satış yöneticisidir. Ailesiyle birlikte Kaliforniya’nın en güney kenti San Diego’daki 186 metrekarelik evlerinden, Austin’deki iki kat daha büyük yüzme havuzlu bir eve taşınırlar. Ancak Alder derin hayalkırıklığı yaşar. Beklentisinin aksine Austin’i, San Diego’dan daha çok pahalı bulan Bay Alder, yazların dayanılmaz sıcağından en az iki ay daha serin yerlere gitme zorluğu nedeniyle daha ucuz koşullu hayat hayalini tam gerçekleştirememiştir. Ayrıca elektrik, su, bahçe işlerinin pahalılığı, nemli havadan, kışların ayazından ve alerjik havadan da şikâyetçidir...Kaliforniyalı Alder, Austin yöre halkını da “kaba, saygısız ve çok kötü şoförler” olarak nitelendiriyor. Üç çocuğunu yöredeki ilkokuldan almış, çünkü ona göre ilkokul küçük çapta bir askeri akademi gibi yönetiliyormuş... Alder’e göre, Teksas bir muhafazakâr ters ütopya imiş, yani distopya. Hayal edilenin tam tersi bir yer. Sonunda kendine Kuzey Kaliforniya’da San Francisco’da bilgisayar parçaları yapan bir şirkette iş bulmuş ve geldiği eyalete geri dönmüş. Yaşam bazen insanın istediği gibi sonuç vermiyor, ama elbette denemek gerekiyor. Kalabalığı takip ederek sürüye katılmak yerine insanın kendi beklentileri ile bulduklarını karşılaştırması da önemli bir olgu olsa gerek. Alder, kısa süren Teksas serüvenini “pahalı bir deneyim” olarak [email protected] Tevfik Dalgıç ABD (Dallas)Burak ve Bilal Erdoğan’ın arkadaşıBaşçı, Gaziantep’te de 26,4 milyon TL’lik 5 ihale aldı: Arkadaşihale zengini
Burak ve Bilal Erdoğan’ın arkadaşı Başçı, Gaziantep’te de 26,4 milyon TL’lik 5 ihale aldı: Arkadaş ihale zengini Milli Saraylar’ın kamera güvenlik sistemi ihalesinin de aralarında olduğu birçok devlet ihalesini kazanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğulları Burak ve Bilal Erdoğan’ın arkadaşı Fatih Başcı’nın, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nden toplamı 26 milyon 442 bin 247 lirayı bulan 5 ihale aldı. Fatih Başçı, Erus Grup şirketlerinin yönetim kurulu başkanlığını yapıyor. Ticaret Sicil Gazetesi kayıtlarına göre bu gruba bağlı olan ERB Teknoloji, ERUS Kentsel İşletme ve ERB Yapı şirketlerinin sahibi. 2014 yılında aldığı TBMM Kameralı Güvenlik Sistemi ihalesiyle gündeme gelen Başçı’nın sahibi olduğu ERB Teknoloji ve Bilişim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı, 30 Temmuz 2019 tarihinde yaptığı İstanbul’daki Beykoz, Küçüksu ve Ihlamur kasırlarının kamera güvenlik sistemi ihalesini 7 milyon 456 bin lirayla kazanmıştı. Başçı’nın sahibi olduğu İstanbul merkezli ERB Yapı Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nden de çok sayıda ihale aldığı ortaya çıktı. Belediye 17 Aralık 2020’de “İbrahimli Kent Parkı Çevre Düzenleme yapım işi’’ ihalesini açtı. 1 yıl sürecek işin ihalesi için 6 şirket döküman satın aldı ancak sadece Başçı’nın şirketi ERB Yapı teklif verdi. İhaleyi 24 milyon 398 bin 147 lira bedelle bu şirket kazandı. Belediye ile şirket arasında 26 Ocak’ta sözleşme imzalandı. Önceki gün başlayan iş 29 Ocak 2022 tarihinde sona erecek. Ayrıca şirket belediyeden 2015, 2016 ve 2018’de de 4 ihale aldı. Çocuk oyun grubu alımını içeren ihalelerin toplamı ise 2 milyon 44 bin 100 lira. CHP’Lİ KALKAN: AÇIKLAMA BEKLİYORUZŞahinbey Belediyesi’nin CHP’li meclis üyesi Uğur Kalkan, Gaziantep’in ‘’sürekli olumsuz ihalelerle’’ gündeme geldiğini belirterek şöyle konuştu: “Gaziantep Büyükşehir Belediyesi bir ihale yapıyor, ihalenin katılımcısı bir, geçerli teklif de bir. İhalenin bedeli 24.4 milyon lira. Firmaya baktığımız zaman Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nden aldığı 5 ihale var. 4 tanesi tek katılımlı, beşinci ihale 2 katılımlı ama onun da geçerli teklifi sadece tek. Firmayı araştırdığımız zaman daha önce farklı ihalelerle, Bilal ve Burak Erdoğan’ın arkadaşı olarak gündeme geldiğini görüyoruz. Bu firmanın tek katılımcı olmasını ve 24.4 milyon liralık ihale başta olmak üzere bütün ihalelerindeki başarılarının sırrını merak ediyoruz. Bu firmanın Gaziantep’te sadece Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nden ihale almasının sırrını da merak ediyoruz. Bu firma için herhangi bir kimse ricacı olmuş mudur, yoksa bu ihale tamamen tesadüf müdür bu konuda da bizzat Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin’den kamuoyunu aydınlatacak açıklama bekliyorum.’’ Hazal OcakFabrikalar gitti,şimdi de TÜRKŞEKER’e ait arsalar da eldençıkarılıyor: Ne varsa satıyorlar
Fabrikalar gitti, şimdi de TÜRKŞEKER’e ait arsalar da elden çıkarılıyor: Ne varsa satıyorlar Devlete ait şeker fabrikalarından 10’unu satan iktidar, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş’ye (TÜRKŞEKER) ait taşınmazları da aynı şekilde satmaya devam ediyor. Son olarak en küçüğü bin 696, en büyüğü de 5 bin 812 metrekare büyüklüğündeki 4 taşınmaz ile üzerindeki yapıların satışı onaylandı. İktidar, 2018 yılında tüm tepkilere karşın TÜRKŞEKER’e ait 25 şeker fabrikasından 14’ü için ihaleye çıkmış, 10’u (Alpullu, Afyon, Bor, Çorum, Elbistan, Erzincan-Erzurum, Kırşehir, Mus, Turhal) özel sektöre devredilmişti. TÜRKŞEKER’in elinde halen 15 şeker fabrikası bulunuyor. Fabrikaların yanı sıra TÜRKŞEKER’e ait taşınmazların satışı da devam ediyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın dün yayımlanan kararları ile TÜRKŞEKER’e ait çeşitli taşınmazların satışı onaylandı. Buna göre, Afyonkarahisar Sinanpaşa’daki 5 bin 693,75 metrekare büyüklüğündeki taşınmaz ile bu taşınmaz üzerindeki yapılar 3.1 milyon TL’ye en yüksek teklifi veren Mustafa Akdeniz’e satıldı. Niğde Merkez’deki bin 696,07 metrekare büyüklüğündeki taşınmaz ile üzerindeki yapıların 2 milyon 30 bin TL’ye en yüksek teklifi veren Yusuf Dalar’a satışı onaylandı. Tokat Turhal’daki 2 bin 626,42 metrekare büyüklüğündeki taşınmazın 1.6 milyon TL’ye Enes Hamamcı’ya satışı gerçekleştirildi. TÜRKŞEKER’e ait Tokat Turhal’daki 5 bin 812,80 metrekare büyüklüğündeki taşınmaz da 2.9 milyon TL’ye en yüksek teklifi veren Yusuf Caner Somuncu’ya satıldı. İKTİDARIN GEREKÇESİİktidar 2021 Bütçe Gerekçesi’nde TÜRKŞEKER’e ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ne amaçlandığını şöyle savunuyor: “Tarımsal ve endüstriyel faliyetlerin devamlılığının sağlanması, pancar çifçisine istikrarlı ve uygun getiriler sağlanması, etkili ve sürdürülebilir bir şeker endüstrisinin geliştirilerek, rasyonelleştirilip iyileştirilmesi, şeker sektöründe kendi kendine yeterlilik, rekabetçi maliyetler ile üretici ve tüketici fiyatlarının normelleşmesinin sağlanması, sektörde birbirine yakın ölçeklerde üretici sayısının artırılarak rekabet ve verimlilğin gelişmesi, sektörün AB ve dünya rekabetine hazırlanması.” Mustafa ÇakırOkuluönce güçlendirdiler sonra yıktılar
Okulu önce güçlendirdiler sonra yıktılar Kırşehir’in en köklü okullarından olan Mehmet Akif Ersoy Anadolu Lisesi, 2017 Aralık ayında yıkılarak, yerine Turizm Lisesi Uygulama Oteli inşa edilmeye başlandı. 30 milyon 312 bin TL bedeli olan ve 2020 yılında bitmesi planlanan uygulama oteli, ödenek yetersizliği nedeniyle gecikti. Otelin kaba inşaat dahi tamamlanamadı.Turizm Lisesi Oteli Uygulama Oteli’nin yapımından önce burada bulunan ve 2017 Aralık ayında yıkılan Kırşehir Merkez Mehmet Akif Anadolu Lisesi’ni depreme dayanıklı hale getirmek için 2015’te güçlendirme çalışması yapıldığı ortaya çıktı. 22 Nisan 2015 tarihinde ihaleye çıkılan ve 14 Mayıs 2015’te sözleşmesi imzalanan yaklaşık 350 bin TL’lik güçlendirme çalışması 20 Eylül 2015 tarihinde tamamlandı. Ancak depreme dayanıklı hale getirilen okul yeni proje gerekçesiyle yıkıldı. Ömer Duran‘Tahsilat’ın lideri Kocaeli
‘Tahsilat’ın lideri Kocaeli Türkiye’nin 2020 yılı bütçesi 1 trilyon 78 milyar lira vergi tahakkukuna karşın 833.1 milyar lira vergi geliri tahsilatıyla kapandı. 2020 yılıyla ilgili 784.6 milyar liralık ilk tahsilat hedefi aşılsa da 2019’da yüzde 77.84 olan genel tahsilat oranı geçen yıl yüzde 77.27’ye geriledi. Bu orana iller bazında bakmak ise ekonominin ülke genelindeki durumu, insanların vergi ödeme alışkanlıkları, memur yoğunluğu gibi konulardaki farklılıkları dikkat çekici şekilde ortaya çıkarıyor. Elbette geçen yıl bu süreci Covid-19 salgını da etkiledi.Hazine ve Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre işte detaylar:- Geçen yıl genel tahsilat oranı sadece 11 ilde aşılırken 70 ilde düştü. Ayrıca 2019 yılına göre 2020’de 56 ilde tahsilat oranı düşerken 25 ilde yükseldi.- Geçen yıl en yüksek vergi tahsilatı oranı ise bir kez daha Kocaeli’nde elde edildi ve yüzde 90.96 oldu. Sanayi kenti olması, akaryakıt vergileri açısından TÜPRAŞ merkezinin burada bulunması gibi nedenler, şehrin bu özelliğini yıllardır destekliyor. Ayrıca toplam vergi tahsilatının da yüzde 10.86’sı bu şehirde yapıldı.KİLİS SON SIRADA- Tahsilat oranında bu ili yüzde 85.08 ile Tunceli, yüzde 84.96 ile Mersin, yüzde 84.12 ile İzmir ve yüzde 82.55 ile Rize izliyor.- Toplam vergi tahsilatının yüzde 46.08’inin yapıldığı İstanbul ise yüzde 80.2 olan tahsilat oranıyla yedinci sırada yer aldı.- 2020 yılında tahsilat oranının en düşük olduğu il ise yüzde 16.34 ile Kilis. Bu ilde 1 milyar 629 milyon liralık vergi tahakkununa karşılık 266 milyon liralık tahsilat yapıldı. Kilis’in toplam vergi tahsilatı içindeki payı da yüzde 0.03.- Tahsilat oranında bu ili yüzde 32.47 ile Mardin, yüzde 33.6 ile Sakarya, yüzde 34.2 ile Şırnak ve yüzde 41.48 ile Hakkâri takip ediyor. Öte yandan geçen yıl 2019’a göre tahsilat oranının en çok arttığı il Sakarya oldu. Oran yüzde 14.97’den yüzde 33.6’ya çıktı. En çok düşüş ise Şırnak’ta görüldü. Oran yüzde 50.84’ten yüzde 34.2’ye indi. Serhat Aligil