Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajans? - Haberler

Saturday, 01.11.2025, 08:58 AM (GMT)

News - Haberler

Güzel olan paylaşarak yaşamak...

Güzel olan paylaşarak yaşamak... figure > Zamansızlar Sirki bize; oraya buraya koşuşturmadan, sakin, çağın hızından kurtulduğumuz, endişeden uzak bir hayatı alttan alta hatırlatıyor. /Archive/2020/11/27/131420504-ic1.jpgZamanda yolculuğa ne dersiniz? Haydi, çok değil, yarım yüzyıl önceye götüreyim sizi. Ankara o zamanlarda da kocaman bir kentti. İstanbul, İzmir de öyleydi. Mahallenin çocukları, yeni yeni yükselen apartmanların arasında kalan arsaları oyun sahasına çevirirdi. O arsaların kimilerinde, kendiliğinden oluşmuş pistlerde bisiklete binilirdi. Bisikleti kiralayan, arkadaşını da bindirmeyi unutmazdı...Her yere; okula, pazara, çarşıya, spor salonuna... yürüyerek gidilirdi. Oradan oraya telaş içinde koşulmazdı. Sokaklar insanların, daha çok da çocuklarındı. Caddelerden arada bir araç geçerdi. Evlerin dışı da herkesindi ve evler kadar güvenliydi. Kent de kucaklardı çocukları, sokaklar, evler kadar. Hava da temizdi, hayat da...KİRLENEN DÜNYASonra kirlendi dünya. Herkesin birbirini tanıdığı, çocukların bir evde gibi büyüdüğü, karşılaşmaların hal hatır sormalarla renklendiği dönemleri neredeyse bir kuşağın yaşamı içinde arkada bırakıp insanın insana yabancılaştığı “yeni” bir çağa yuvarlandık. Asansörde bile selamlaşmayan, komşusunun ölümünden, aylar sonra ve rastlantıyla haberi olan insanlarla dolu bir dünya şimdi yaşadığımız.Otobüse, dolmuşa; sürücüsüne günaydın seslenişiyle ve iyi dileklerinizi sunarak binmek ya da sokakta çalışan işçiye, çöpten ekmeğini çıkarana, inşaatta ter döken ustaya kolay gelsin demek nasıl da yadırganır oldu! Neredeyse herkesin yere bakarak acele acele yürüdüğü, küs ve öfkeli insanların yaşadığı yerlere dönüştü kentlerimiz. Yazarın, “Küçücük bir kasabada yaşamanın en ilginç yanı, galiba herkesin birbirini ‘tanıyor’ olması.” deyişi boşuna değil.Zamansızlar Sirki üzerine birkaç tümce kuracakken bu laflar da nereden çıktı şimdi? Bütün bunları Zamansızlar Sirki düşürdü aklıma... Daha neler var neler! Onların altını da siz çizeceksiniz, biliyorum.YIL 1856!Bir göktaşının çarpması sonucu dinozorların neslinin tükendiği zamana mı, İskenderiye Kütüphanesinin yakıldığı yıkıldığı döneme mi gitmek istersiniz; belki de Kadeş Antlaşmasına tanık olmayı yeğlersiniz. Hanzade Servi, bizi, 1856’da yine bir göktaşının neden olduğu, zamanın donduğu bir döneme götürüyor.Her şey, Neva’nın ailesinin, “yeşil bir inek yüzünden” büyük kentin (İstanbul’un) trafiğinde tükenmeye, her şeye son anda yetişmeye, zamanın elinde oyuncak olmaya son verip bir kıyı kasabası olan Kirazlıkoy’da yaşamayı seçmesiyle başlıyor.Neva, okul projesi için hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir çiftlik maketi yapar. Adına da “Yeşil İnek Çiftliği” der. Yürüyen bitkileri, ağaçta yetişen karpuzları ve elbette yeşil bir ineği vardır. Babasıyla okula gitmek üzere yola koyulduktan on dakika sonra fark eder yeşil ineğinin makette olmadığını. Eve dönmeleri o trafikte olası değildir. Yeni bir “inek” alınır kırtasiyeciden. Yeşile boyanır. Neyle yapıştırılacak makete? Elbette hamurla. Tıpkı yazının girişinde sözünü ettiğim dönemdeki gibi.Haftanın her gününü dolduran özel derslerinden / kurslarından, kültürel etkinliklerden, okulundan-arkadaşlarından ayrı düşen Neva ilkin bocalasa da anakentin hayhuyundan kaçışta geride bıraktıklarının yerine yenilerini koymakta gecikmez./Archive/2020/11/27/131431457-kapakic2.jpgZAMANDA YOLCULUKKirazlıkoy’da daha sakin bir hayat sürmeye alışırken karşısına sınıf arkadaşı, tek tekerlekli, gidonsuz bisikletiyle Olgun, dünyanın en garip insanı, sihirbaz Jerfi Adasal çıkar. Çok geçmeden o tek tekerlekli bisikletiyle Jerfi Adasal’ın bahçesinde bir solucan deliğinde ortadan kaybolur Olgun.Zamanlar arasında bir yolculuktur bu. Zamanın olmadığı, kimsenin yaşlanmadığı o gizemli yerde yüzlerce insan, çoktan ölmeleri gerekirken 1856’da sıkışıp kalmıştır. Onları eğlendirmenin, tekdüze ve değişmeyen yaşamlarına renk katmanın bir tasarımı olarak ortaya çıkar Zamansızlar Sirki. Bir gün rastlantıyla Neva da çıkacaktır bu yolculuğa...Sonra zamanda yolculuk; büyümeyen çocuklar, yaşlanmayan insanlar, zamanın olmadığı başka bir dünya... Ahsen, Olgun ve Neva’nın bunca karışıklığı çözme uğraşının içinde buluruz kendimizi.Gün gelecek, Zamansızlar Sirki, Kirazlıkoy’un olağandışı bir sanat etkinliğine dönüşecektir.SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE BAŞROL ÇOCUKLARINHanzade Servi, bize çağdaş bir masal anlatırken bir yandan da “tercih”imiz haline gelişine düşünmeden boyun eğdiğimiz, epeydir içine yuvarlandığımız dünyayı sorguluyor. Şöyle oraya buraya koşuşturmadan, sakin, çağın hızından kendimizi kurtarmış, endişeden uzak bir hayatı alttan alta hatırlatıyor.İnsan ilişkilerinde, arkadaşlıkta karşılıklı güvenin altını çizerken, hayatı aslında felsefenin ışığında yorumluyor: “İyi, kötünün yanında değerli. Dürüstlük, yalanlar olduğu için kıymetli. Hayat, ölüm gerçeğiyle sıkıca sarılmamız gereken bir şeye dönüşüyor. Çocukluğumuzun anıları, mutlulukları, büyüdüğümüzde bizi daha vefalı insanlara dönüştürmek için yüreğimize yerleşiyor.”İnsanın doğayla kavgasının yol açacağı neredeyse kaçınılmaz sona da dikkat çeken Servi, sorunların çözümünde başrolü, her zaman sahici, düş gücü körelmemiş, hayal kurmayı unutmamış çocuklara veriyor.Onlar için yazılmış her iyi kitabı okuduğumda, belki de herkesten önce, çocukların şımarma hakkını ortaya atan ve savunan Aziz Nesin düşer aklıma. Bırakın çocuğunuz “aynaya şaşı baksın, kıymalı makarnanın üstüne fıstık ezmesi döksün, kar yağarken ağzını açıp beklesin, bir kediye tekerleme öğretmeye çalışsın, tükenmezkalemle parmağına kaş göz çizsin...” Ve o her şeyi sınama, zorluklarla baş etme hakkını teslim ettiğimiz çocuklarımız böyle iyi kitaplar okusun.Zamansızlar Sirki / Hanzade Servi / Kırmızı Kedi Çocuk / Ağustos 2020 / İstanbul / 168 s. / 10+. Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki

Ukrayna, 5 BayraktarÄ°HA alacak

Ukrayna, 5 Bayraktar İHA alacak figure > Ukrayna Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Ruslan Homçak, 2021 yılında Türkiye’den 5 adet İHA daha satın alacaklarını duyurdu. Genelkurmay Başkanı Homçak askeri tatbikattan sonra açıklamalarda bulundu. Homçak, 2021 yılında 5 adet daha Bayraktar insansız hava aracı (İHA) alacaklarını bildirdi.Ukrayna ve Türkiye arasında 2019 yılında yapılan 69 milyon dolarlık anlaşma kapsamında Ukrayna ordusu, 6 Bayraktar TB2 ve Roketsan üretimi 200 MAM-L tipi roket almıştı. Bunların yanı sıra 2 de İHA kontrol merkezi Ukrayna ordusunun bünyesine dahil edilmişti.Yaz aylarında Türkiye’nin Ukrayna Büyükelçisi Yağmur Ahmet Güldere yaptığı açıklamada, iki ülkenin ortak bir şekilde Ukrayna’da İHA üretimini düşündüklerini belirtmişti. Ekim ayında ise Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Türkiye ile birçok askeri ve ağır sanayi alanlarında anlaşmalar imzalamıştı.LİBYA, SURİYE VE KARABAĞ’DA BÜYÜK BAŞARIUkrayna basınında çıkan haberlerde, Türkiye yapımı İHA’ların Libya’da, Suriye’de ve Karabağ’da ciddi şekilde olayların seyrini değiştirdiği ve Rusya’ya ait Pantsir-S1 tipi hava savunma sistemlerini de imha ettiği altı çizilen detaylar arasında yer aldı.(Bekir Keskin /İHA) İHA

“Bir bireyin,‘Herşeyi biliyorum’edasına,İstanbul hiçbir zaman fırsat tanımasın”

“Bir bireyin, ‘Her şeyi biliyorum’ edasına, İstanbul hiçbir zaman fırsat tanımasın” figure > İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Arel Üniversitesi’nde konuştu. “Bir bireyin, ‘Her şeyi biliyorum’ edasına, İstanbul hiçbir zaman fırsat tanımasın” sözleri dikkat çeken İmamoğlu, dün gerçekleştirilen ve İstanbul’da “yeni taksicilik” döneminin ele alındığı UKOME toplantısının canlı yayınlanmasına itiraz edilmesine de tepki gösterdi. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, dün gerçekleştirilen ve İstanbul’da “yeni taksicilik” döneminin ele alındığı UKOME toplantısının canlı yayınlanmasına itiraz eden TCDD 1. Bölge Müdürü Necmettin Acer’in talebini reddetmişti.Arel Üniversitesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen, “1.Örgütlerin Yönetimi Uluslararası Kongresi”nin açılış konuşmasını yapan İmamoğlu, itiraza tepkisini, “Tümüyle kamuyu ilgilendiren, tümüyle kamunun önünde olması gereken, doğruyu, yanlışı herkesin analiz etmesi gereken bir ortamın, şeffaf bir biçimde yayınlanmasını sağlıyoruz uzun bir süreçtir. Bunu engelleme adına, Türkiye’nin önemli bir kamu kurumunun, önemli bir yöneticisi, önerge veriyor.Hayatı bu kadar ilgilendiren bir meselenin, vatandaşın önünde tartışılması kadar, iletişimin böylesi güçlü olduğu bir ortamda bu şekilde yapılmasına karşı gelmek, aslında bugünün örgütlenme modelinde bence olmaması gereken bir birey tavrı. O tarz bireylerin, üst düzey yönetici haline gelmiş olması da kamu adına talihsizliktir” sözleriyle gösterdi.İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, dün gerçekleştirilen ve İstanbul’da “yeni taksicilik” döneminin ele alındığı UKOME toplantısının canlı yayınlanmasına itiraz edilmesine tepki gösterdi.İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Arel Üniversitesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen, “1.Örgütlerin Yönetimi Uluslararası Kongresi”nin açılış konuşmasını yaptı.İnsanlığın; örgütlenebilme, bir arada çalışabilme macerasının binlerce yıldır var olan bir süreç olduğunu belirten İmamoğlu, “Bugüne geldiğimizde; görev dağılımı yaparak, paylaşarak, kaynakları etkili kullanarak süreci yönetebilme kabiliyetine erişmek, medeniyet tarihimizin en önemli görünmez başarı odağı diyebilirim. Çünkü, insanların örgütlü olmadığı taktirde, başarı elde edebilmesi mümkün değil. Bu başarıya ulaşabilmek için bazı ilkelerin oluşturulması şart” dedi.“İYİ LİDERLİK İNSAN KAYNAĞINI EN ETKİN KULLANMAKTAN GEÇER”“Kendi alanımda; yeni nesil siyaset ya da yeni nesil yerel yönetim terimini uzun yıllardır kullanıyorum” diyen İmamoğlu, “Çünkü, bu yüzyılda yeni nesli anlamak ve ona dönük bir alt yapıyla süreci hazırlamak şarttır, diye düşünüyorum. Buna; yeni nesil liderlik, yeni nesil örgütlenme modeli ve içine, bugünün çocuklarının, gençlerinin yarınlara doğru giderken ne beklediklerini ne arzuladıklarını keşfederek, analiz ederek metotlar belirlenmesi şarttır, diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.Farklı yapılarda örgütsel yöneticilik deneyimlerinin olduğunu belirten İmamoğlu, iyi bir liderliğin insan kaynağını en etkin biçimde kullanmaktan geçtiğini ifade etti. Örgütlenmeyle ilgili ana kriterlerinin liyakat, verimlilik ve şeffaflık olduğunu vurgulayan İmamoğlu, dün gerçekleştirilen UKOME toplantısına gönderme yaptı. Şeffaflığın, her kurumda için her sorunun çözümünde “ilaç” olduğuna inandığının altını çizen İmamoğlu, şunları söyledi:UKOME’DE CANLI YAYIN ŞEFFAFLIK İLKESİ GEREĞİ“Şeffaflık, katılımcılığı ve demokratik bir yönetim anlayışını da teşvik ediyor. Bunun, kendi örgütlenme modelim içerisinde ciddi anlamda faydasını görüyorum. Karar aşamasında birçok konuyu İstanbullunun önüne taşıdığımızı ve bunun bazen, bilinçli ya da bilinçsiz, kamu yöneticileri tarafından da garipsendiğini, reddedilmeye çalışıldığını da görüyorum üzülerek.Bunlardan en yakını; dün, İstanbul’da bir UKOME toplantısı yapıyoruz. Tümüyle kamuyu ilgilendiren, tümüyle kamunun önünde olması gereken, doğruyu, yanlışı herkesin analiz etmesi gereken bir ortamın, şeffaf bir biçimde yayınlanmasını sağlıyoruz uzun bir süreçtir. Bunu engelleme adına, Türkiye’nin önemli bir kamu kurumunun, önemli bir yöneticisi, önerge veriyor: ‘Bu engellensin.’ Niye? ‘Biz, kamu görevlisiyiz, memuruz…’ E niye geldiniz buraya ve neyi konuşuyorsunuz? ‘İstanbul’un ulaşım koordinasyonuyla ilgili alınacak kararları.’ Her birisi İstanbul halkını ilgilendiriyor mu? ‘Evet.’O zaman, hayatı bu kadar ilgilendiren bir meselenin, vatandaşın önünde tartışılması kadar, iletişimin böylesi güçlü olduğu bir ortamda bu şekilde yapılmasına karşı gelmek, aslında bugünün örgütlenme modelinde bence olmaması gereken bir birey tavrı. O tarz bireylerin, üst düzey yönetici haline gelmiş olması da kamu adına talihsizliktir diye altını çizmek isterim.”“BİR BİREYİN, ‘HER ŞEYİ BİLİYORUM’ EDASINA İSTANBUL HİÇBİR ZAMAN FIRSAT TANIMASIN”Kamu kurumlarının tek odağının, özel sektör kuruluşları gibi, “kar odaklı” bir yönetim biçimi geliştiremeyeceğine dikkat çeken İmamoğlu, göreve geldikleri andan itibaren İstanbul’a, şeffaf anlamda bütüncül bir örgütlenme yapısı olarak baktıklarını vurguladı. Bu örgütlenme modeli içinde, ana unsurları sürecin içine katmayı hedeflediklerinin altını çizen İmamoğlu, amaçlarını, “Bir bireyin, ‘Her şeyi biliyorum’ edasına, İstanbul hiçbir zaman fırsat tanımasın” sözleriyle özetledi.İstanbul’un kültür, sanat, ticaret, yaşam, mücadele gibi kavramlarla tanımlanabileceğini belirten İmamoğlu, “Bir insanın tek başına bütün bunlarda uzman haline gelmiş olması mümkün mü? Değil. Bu mucizevi bir durum.Mümkün mü? Değil. Tak aksine; iyi bir örgütlenme modeliyle, iyi bir liderlik, yeni nesil bir liderlik, özgür alanlar, fikrini söyleyebilen yöneticiler, hatta fikrini söyleyemeyen, konuşmayan yöneticin oturmadığı ortak akıl masaları… Tam aksine; ortak akıl masasına kendisini emanet etmiş bir lider ve bunu halkıyla buluşturma konusunda moderatör görevini iyi yapan bir lider, güçlü bir örgütlenme modelini var eder, diye düşünüyorum. Bizim de şu anda, gerçekten İstanbul’da var etmek istediğimiz, yürütmek istediğimiz örgütlenme modeli bu. ANKA

Bu toprağın kadınları...

Bu toprağın kadınları... figure > Zine’nin öykülerinin hepsi kadın, hepsi hayat. Bazısı çok yakın bazısı uzak coğrafyalardan. Kimi başında yazması, kimi sırtında astragan’ı, kiminin elinde ihanetin kırmızı şalı, kiminin kitabı ama hepsi kendi adının sahibi. Yaşar Seyman’ın Zine’si, bir balad, bir şarkı, bir mektup. Hem bir yazar kurgusu, hem bir siyasetçinin insan algısı ve bir aktivistin coşkulu sesi var. Hüzünlü ama umutlu ve sevda dolu. ÇİĞDEM ÜLKER/Archive/2020/11/27/130837336-ic.jpgFarsça ve Arapçanın ortak sözcüğüdür Zine; Anadolu’ya göçüp bu toprağın kadınlarına ad olurken, kâh ziynet (zinet) kavramındaki mücevher anlamını taşır, kâh zinde kavramındaki hayat anlamını. Her dilin son ünsüzü olan “Z”yi dille diş arasından sonsuzca çıkarabilmemiz ise hem hayat’a hem mücevhere yakışmış ve elbette kadın adı olmaya en uygun sözcük olmuştur.Zine’nin öykülerini ilgiyle okudum. Hepsi kadın, hepsi hayat. Bazısı çok yakın bazısı uzak coğrafyalardan. Kimi başında yazması, kimi sırtında astragan’ı, kiminin elinde ihanetin kırmızı şalı, kiminin kitabı ama hepsi kendi adının sahibi.HAKSIZLIĞA ÇIĞLIK!Seyman kalemini üçlü bir sacayağının harlı ateşinde ısıtan bir yazar. Sacayağının biri sendikacılığı, biri siyasetçiliği, üçüncüsü ise kadın hakları aktivistliğine adanmış yılları. Bu üçü de başkasına ses, haksızlığa çığlık, haksıza engel olan alanlar.Yaşar Seyman hepsi zorlu bu mücadele meydanlarından geçerken belli ki kalemini hep cebinde taşımış. İnce uçlu, renkli mürekkepli, insan sevgisiyle coşan, dost ihanetiyle kırılan bir kalem. Sendikacı Seyman haksızlığı görmüş, siyasetçi Seyman çözüm aramış, kadın hakları aktivisti Seyman dünya kadınları tanımış ve yazar Seyman “Ömür Yoldaşım” diyerek başlamış Zine’nin ilk öyküsünü, ömür yoldaşı kalemine adamış. “Onlar, elinde kalemi az olanlardır ama onlar kalemi doğru olana inananlardır” .Bu cümleler akla Şair’in dizelerini getiriyor: “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar ve kahreden ve yaratan onlardır” Doğrudur, onlardır bütün öykülerin başkişisi ve kitaba adını veren Zine’nin kız kardeşleridir. Burada ve dünyanın her yerinde aynı kadınlardır. Yazgının alınlarındaki çizgisi, ellerindeki aşiret simgesi kına kadar çıkmaz bir kalemle kazınmıştır.DİLSİZ ZİNE!Bu anı-öykülerde, anlatıcı da gözümüze dimdik bakar, anlatılan kadınlar da. Bazıları hâlâ kurtlarla koşar ama çoğu çoktan unutmuştur koşmayı. Kitaba adını veren Zine; bir dilsiz kadındır, laldır, konuşamaz, ağzından ses, dilinden söz çıkmaz. Adı bir ironi gibi Zine/hayat olsa da acının ve ölümün yoldaşıdır, çığlığını içine haykırır, utanır, üzülür ama direnir, hayata katılır. Konuşamaz ama dinler, söyleyemez ama alfabe öğrenir. Bu yüzdendir Zine öykülerdeki kadınların ortak adıdır.Yazar bir derin hafızadır. Her sözün ve nesnenin çağrışımıyla okuru peşine takar, Sim dağının ardındaki kentten gelen kadının sesiyle umutkondu semti’nde durur, Gülperçem’in dövmesinde anlam bulur, kekik satan Nine ile soluklanır. Mademki duydukları ve dinledikleri aklında bir dövme gibi kazılıdır alır kalemi, yazar.DÖVME!Dövme, aslında bir kadın süsü bir kadın imgesi, bir kadının sessizliğin içinden gelip sizinle konuşması değil midir. Kadının yürüyüşünün, gülüşünün, her deviniminin gözaltına alındığı coğrafyalarda dövme, ne denli güçlü bir varlık işaretidir. Asla silinmeyecek bir şekli deriye kazımaktır. Var olmak, görünür olmak ihtiyacının en güçlü dışa vurumudur. Dövme, insanın tarihi kadar eski ve her yerde aynı ihtiyacın karşılığıdır.Yaşar Seyman dövmeyi Ugandalı sendikacı İrma üzerinden anlatırken kadraja Gülperçem girer. Sevdiğinin adını iki göğsünün arasına kazdıran, inatçı, sevdalı Gülperçem. O, korkunç bir öfkenin kadınıdır. Kimliksizliğine ve yok sayılmasına duyduğu öfkeyle yaşar.Peki; “öfke” nedir; Seyman’ın kalemi hemen soyutlamaya, kavramı temellendirmeye girişir. “Ondaki öfkeyi sevmedim. Oysa öfkeyi severdim. İnsana dinamizm kazandırdığını düşünürdüm” der. Yazar; bunu her öykü de yapacak, konunun kendindeki izdüşümünü de yazacaktır. “Şükretmek, isyan, tutunmak, dünyayı değiştirmek, gerçekleştirmek” sorguladığı ve kendindeki karşılığını aradığı kavramlardır.YAMAN BİR İÇ HESAPLAŞMASeyman dinlediği kadınların öykülerine ve kendi gerçeğine aynı dikkatle bakar. Kapağında anı-öykü yazan Zine; yaman bir iç hesaplaşmadır ve kendi kalbinin üstündeki dövmeyi ifşa etmenin tam zamanıdır. “justitia vitrim regina (adalet erdemlerin kraliçesidir.)Edebiyatın yumuşak gücü, dövme yapılırken duyulan acıyı, gözükara Gülperçem’in hışmını, yakın tarihi olaylarını sisli bir dille anlatır sonra araya edebiyat girer, acıyı unutmaya davet eder. Okulsuz, elektriksiz bir köyde, 12 yaşında evlendirilen Gülbahar’ın acısı; derdini denize döken yaşlı kadının gözyaşına karışır, belki fonda “Sarı Gelin” duyulur. Hayat, edebiyata karışır, anılar okurun malı;, öyküler, edebiyat sosyolojisi için bir kanıt ve belge olur.‘YÜZ AKI BÜTÜN KADINLARI PARÇALADIK!’Öykü kadınlarının çoğunun zihni kıskançlıkla doludur. Yazar; “ruhları yaralı kadınlar” der onlara ve metni, eleştirel söylemle geliştirir. İletiyi finalde verir. “O parçaladığınız kadın bu akşam masamızda olsaydı dünyayı konuşuyor olurduk. Oysa biz ne yaptık, başarılı ve ses duvarını aşmış, Türkiye’nin yüz akı kadınlarından birini parçaladık. Yani yüz akı bütün kadınları parçaladık.”Öyküye dönüşmüş bütün bu anılar belli ki yazarın kişisel tarihinde dönüm noktaları, farkındalık eşikleridir, kendi kutup yıldızlarına selamlar gönderir. M. Luther King’ten R. Luxemburg’a, Montessori’den Beavoir’e bir portreler galerisi önümüzde açılır.Yaşar Seyman’ın Zine’si, bir balad, bir şarkı, bir mektup. Hüzünlü ama umutlu ve sevda dolu. Coşkuyla biriktirdiği anılar, tanıdığı insanlar, tanık olduğu olaylar... Orada, hem bir yazar kurgusu hem bir siyasetçinin insan algısı ve bir aktivistin coşkulu sesi var. Zine’ de bir hayatı okuyoruz öykü lezzetinde.Zine / Yaşar Seyman / Bilgi Yayınevi / 240 s. /2020. Çiğdem Ülker

Parçalıay tutulmasıne zaman?

Parçalı ay tutulması ne zaman? figure > Parçalı ay tutulması ne zaman, Türkiye’den görülecek mi? Bu sene üçüncü kez yaşanacak olan ay tutulması çıplak gözle izlenebilecek ancak Türkiye'den görülemeyecek. 30 Kasım 2020’deki Parçalı Ay Tutulması genel zaman ile 07.30-11.56 saatleri arasında gerçekleşecek. Tutulma Avrupa’nın kuzey batısı, Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya, Asya, Atlantik Okyanusu’nun kuzeyi ve Pasifik Okyanusu’ndan görülebilecek.2020’nin en önemli gök olayı ise 14 Aralık 2020’deki tam Güneş tutulması olacak. Ancak bu tutulma da Türkiye’den görülemeyecek. Genel zaman ile 13.34-18.53 saatleri arasında gerçekleşecek tutulma, Güney Amerika, Antarktika, Pasifik Okyanusu, Atlantik Okyanusu’nun güneyi ve Afrika’nın güneydoğusundan izlenebilecek. Tutulmanın tam olarak görülebileceği tek kara parçası ise Güney Amerika. Güney Amerika’da da Arjantin olacak. cumhuriyet.com.tr

Taksim'de kadınımetrelerce takip eden sanık tahliye edildi: Uğraşmak istemiyorum,şikayetimden vazgeçiyorum

Taksim'de kadını metrelerce takip eden sanık tahliye edildi: Uğraşmak istemiyorum, şikayetimden vazgeçiyorum figure > Taksim İstiklal Caddesi’nde taciz iddiasında müşteki Ö.K.' uğramak istemiyorum diyerek şikayetinden vazgeçince dava dosyası düştü. /Archive/2020/11/27/125928514-73.jpgİstiklal Caddesi’nde Ö.K.’yı uzun süre takip ettiği anlar kameraya yansıyan ve ‘cinsel saldırı’ ile ‘cinsel taciz’ suçlarından tutuklanan zanlı hakkında karar açıklandı. 13 yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan dava İstanbul 60. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmada, müşteki Ö.K. SEGBİS sistemi ile hazır edildi. Sanık S. T. ise duruşmaya katılmadı.Duruşmada söz verilen Ö.K., ' ben uğraşmak istemiyorum. Şikayetimden vazgeçiyorum' dedi. Müştekinin beyanının ardından kararını açıklayan hakim, şikayetten vazgeçilmesi nedeniyle davaya ilişkin düşme kararı verilmesine hükmetti.NE OLMUŞTU?Taksim'de İstiklal Caddesi'nde Ö.K. isimli kadını takip ettiği kameralara yansıyan S.T. polis tarafından gözaltına alınmıştı.S.T. karakoldaki işlemlerinin ardından serbest bırakılmıştı. S.T.  hakkında çıkan cinsel taciz haberleri üzerine işten çıkarıldığı ve linç edildiğini söyleyerek hakkında çıkan haberlere karşı savcılığa şikâyet dilekçesi vermek üzere Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'na gelmişti. Adliyedeyken hakkında gözaltı kararı olduğunu öğrenen S.T. polisler tarafından bir kez daha gözaltına alınarak çıkarıldığı Nöbetçi İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'nce 21 Eylül 2020'de 'Cinsel saldırı' suçlamasıyla tutuklanmıştı. Hakkında dava açılan S.T. ilk duruşmadaki savunmasında, "Olay günü Beyoğlu'na gidiyordum. Müştekiyi gördüm gözleri kötüydü ve düşecek gibi oldu. Kulağında kulaklığı vardı duymaz diye yanına oturdum. Müştekiyi karşı herhangi bir temasım olmadı. Suçsuzum, tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum" demişti. Herhangi bir kötü niyeti olmadığını da söyleyen S.T. sadece müştekinin yanında yürüdüğünü belirtmişti. cumhuriyet.com.tr

VakıfBank BaşantrenörüGuidetti: Gücümüz yerinde

VakıfBank Başantrenörü Guidetti: Gücümüz yerinde figure > 2021 CEV Şampiyonlar Ligi C Grubu 1. Ayak'ta oynadığı 3 maçı da kazanan VakıfBank'ta Başantrenör Giovanni Guidetti, ''Yeniden Şampiyonlar Ligi'nde oynadığımız için çok mutluyuz" dedi. 2021 CEV Şampiyonlar Ligi C Grubu 1. Ayak'ta oynadığı 3 maçı da kazanan VakıfBank'ta Başantrenör Giovanni Guidetti, ''Yeniden Şampiyonlar Ligi'nde oynadığımız için çok mutluyuz. Farklı bir formatta oynadığımız için başta düşünceliydik. Ama takım olarak bu zorlukla iyi baş ettik ve üç maçımızı da kazandık. Geçen sezonki gibi bu sezon da öz güvenli bir şekilde maçlarımıza çıkıyoruz. Takım olarak aynı motivasyonla oynuyoruz. Biz güçlü bir takımız ve maçların her anında bu gücü gösterdik. Şampiyonlar Ligi'ne iyi bir başlangıç yaptık'' dedi.CEV Şampiyonlar Ligi'ni dört kez namağlup olarak kazanan VakıfBank Kadın Voleybol Takımı, Bulgaristan'da düzenlenen 2021 CEV Şampiyonlar Ligi C Grubu 1. Ayak'ta oynadığı üç maçı da kazanarak, grup aşamasına 3'te 3'le başladı. LKS Commercecon Lodz ve ASPTT Mulhouse VB'yi 3-0'la geçen sarı-siyahlılar, son maçında VC Maritza Plovdiv'i 3-1 yendi. VakıfBank Başantrenörü Giovanni Guidetti, ''İlk olarak yeniden burada olduğumuz, yeniden Şampiyonlar Ligi'nde oynadığımız için çok mutluyuz. Farklı bir formatta oynadığımız için başta düşünceliydik. Ama takım olarak bu zorlukla iyi baş ettik ve üç maçımızı da kazandık. Geçen sezonki gibi bu sezon da öz güvenli bir şekilde maçlarımıza çıkıyoruz. Takım olarak aynı motivasyonla oynuyoruz. Biz güçlü bir takımız ve maçların her anında bu gücü gösterdik. Şampiyonlar Ligi'ne iyi bir başlangıç yaptık'' diye konuştu."GÜNDEN GÜNE YÜKSELEN GRAFİĞİMİZ VAR"VakıfBank Kaptanı Melis Gürkaynak ise, ''Geçen sezon yarı finale çıktığımız turnuva iptal edilmişti. O yüzden bu sezon farklı bir motivasyonla maçlara çıkıyoruz. Pandemi nedeniyle Şampiyonlar Ligi farklı bir formatta oynanıyor. Burada üst üste üç maç oynadık. Üç maçta da çok iyi oynadığımızı düşünüyorum. Günden güne yükselen bir grafikle maçlarımızı kazandık. Bu bizim için önemliydi. Birinci ayaktaki üç maçımızı da kazandığımız için mutluyuz. Şimdi ligde Galatasaray'a karşı çok önemli bir maça çıkacağız'' şeklinde konuştu. Maritza Plovdiv maçının en değerli oyuncusu (MVP) seçilen VakıfBank'ın Sırp pasörü Maja Ognjenovic de, ''Bu sezon herkes için tuhaf bir sezon oluyor. Tüm dünya için değişik bir yıl geçiyor. Bu yüzden her zamanki gibi normal ve alışılagelmiş bir sezon yaşamıyoruz. Takım olarak ilk maçın başından son maç bitine kadar iyi motive olduk. Türkiye Ligi'nde olduğu gibi Şampiyonlar Ligi'ne de iyi bir başlangıç yaptık. İki kulvarda da iyi bir noktadayız. Grup maçlarımızda çok iyi mücadele ettik ve üç rakibimizi de kaliteli oyunlarla yendik. Şimdi takım olarak Türkiye Ligi'ne odaklanacağız. Önümüzde Galalatasaray'la oynayacağımız önemli bir maçımız var. Aralık ayında da önemli maçlara çıkacağız. En büyük dileğim; bu sezonu başarılı ve sağlıklı bir şekilde bitirebilmek'' ifadelerini kullandı. DHA

Yılmaz Vural yoğun bakıma kaldırıldı

Yılmaz Vural yoğun bakıma kaldırıldı figure > Geçtiğimiz günlerde sağlık sorunları nedeniyle Kadıköy Acıbadem Hastanesi'ne kaldırılan teknik direktör Yılmaz Vural yoğun bakıma alındı. Tecrübeli teknik direktör Yılmaz Vural geçtiğimiz günlerde sağlık sorunları nedeniyle Kadıköy Acıbadem Hastanesi'ne kaldırılmıştı.Yılmaz Vural'ın yoğun bakıma alındığı öğrenildi.  cumhuriyet.com.tr

Mustafa Balbay'dan 'Salkım Söğüt'

Mustafa Balbay'dan 'Salkım Söğüt' figure > Doğa ve insan arasındaki etkileşimi efsanelerle kuran ve “Doğa varsa hayat var” düşüncesiyle bu etkileşimin sürekli olmasını arzulayan çocuk kitabı Salkım Söğüt’te; doğanın dengesine dikkat çekiliyor. Efsanelere dayalı bilgi aktarımlarıyla kurgulanmış kitabın yazar ve ‘Söğüt Ağacı’nın öğütlerinden, oluştuğu söylenebilir. Ele aldığı konular, görsel yapısı ve anlatım özellikleriyle ilk gençlik dönemine daha uygun bir kitap. En önemli özelliği bir söğüt ağacı aracılığıyla doğa ve çevre duyarlığına ilişkin önemli bilgilerin yaşantı odaklı örneklerle verilmesi. Söğüt ağaçlarının mevsim değişiklerini yansıttığı 12 resim Yağmur Balbay tarafından yapılmış. /Archive/2020/11/27/125357564-ic1.jpgEFSANELERİN İZİNDE DOĞA İLE İNSAN!Birbirini çok seven kız ve delikanlı bir salkım söğüt ağacının gölgesine oturup derin bir sohbete başlarlar. Öyle ki zamanı unuturlar ve gelecek hayalleri kurarlar. Ancak bir süre sonra hava bozmaya başlar ve ufuk grileşir. Şiddetli bir yağmur başlayacaktır. Söğüt ağaçları o zamanlar dalları gökyüzüne doğru yükseldiği için gençlere seslerini duyuramaz.Rüzgâr bir süre sonra daha da şiddetlenir yağmur yağmaya başlar. Ancak iki genç birbirlerinin gözlerine bakmaktan gelen tehlikenin farkına varmazlar. Irmağın seviyesi yükselir. Gençler öylesine aşk doludurlar ki artan şiddeti hissedemezler. Tüm söğüt ağaçları gençleri uyarmayı başaramazlar. Nerdeyse yerle gök birleşir, sele dönüşür.Delikanlı birden kendine gelir ve söğüt ağacına yaslanır. Ancak sevgilisinin sulara kapılıp gittiğini görünce dayanamaz ve kendini suya bırakır. Kızı yakalar ancak sel o kadar şiddetlidir ki gençler selin içinde yine birbirini kaybeder.Söğüt ağaçları bir şeyler yapamamanın acısını ve gerilimini yaşarken içlerinden biri “bizim dallarımız ne işe yarar?” diye bağırır. Delikanlı sevgilisini elinden kaçırmanın kahrıyla yukarı bakar ve gökyüzünden yardım ister. Bunun üzerine tüm söğüt ağaçları dallarını hızla yere eğerler ve bu dallar binlerce tutamak haline gelir. Gençler bu dallara tutunurlar ve hayatta kalırlar.Söğüt ağaçları canların ve aşkın yaşamasını sağladıkları için yeni hallerini çok severler ve o günden beri tüm dallarını salkım salkım sallarlar./Archive/2020/11/27/125431626-ic2.jpgAĞAÇLARIN TEK DÜŞMANI: BENCİL İNSAN!Bu efsane Mustafa Balbay’ın kaleme aldığı Salkım Söğüt isimli çocuk kitabının ana izleğini oluşturuyor. İlk bölümde, “Eğer insan eli ile zarar görmezse kışın ağaçlarda yüz binlerce yaprak olacak tohumcuklar vardır. Ağaç onların hiçbirini feda etmez” gibi “ders” niteliğinde tümceler, yazarın dilinden aktarılır.Yazar bu bölümde okura doğrudan hitap etmeyi ve doğanın yaşam döngüsünü anlatmayı tercih etmektedir. Ağaçların meyve veren ve vermeyen diye ayrılmasının insanların bencil yaklaşımlarının bir sonucu olduğunu ve ağaçların tek düşmanının duyarsız, farkındalığı düşük insanlar olduğu düşüncesi de yine yazar tarafından doğrudan verilmektedir.Bu tümceler aynı zamanda doğa ile insan ilişkisine yönelik önemli belirlemeleri de içermektedir: “Kış mevsimi ağaçların o çıplak görünen dallarının içinde büyük bir hazırlığın sürdüğü dönemdir. Onlar baharı insanlardan daha sabırsız bekler. O kadar sabırsız beklerler ki kimi ağaçlar şubat ayının sonundaki ilk sıcaklarda patlayıverir. Erken açan bahar çiçeklerine yağan mart karı, yaşamın sürprizlerle dolu olduğunu anlatır insana.”/Archive/2020/11/27/125503188-ic3.jpgTOPLUMSAL FARKINDALIĞIN ÖNEMİYazar, “Dalların altında durun, birkaç dalı birlikte tutup kendinize doğru hafifçe çekip sallayın. Yağmur banyosu nasıldı?” gibi tümcelerle çocukları yaşantı ve deneyime dayalı öğrenmeye davet eder. Yazara göre dünyadaki en büyük mucize, en doğal olan şeydir. Dünyada görmek istemeyen kadar kör, duymak istemeyen kadar sağır bir insan yoktur. Ona göre doğa hiç alınganlık göstermez. Asıl olan üretmek, hayatın içinde olmaktır. Yazar bu tümceler ile çocuklara toplumsal farkındalığın önemini hatırlatır.Kitabın kurmacaya dayalı anlatımı 17. sayfadan başlamaktadır. Kurgu, ‘Söğüt Ağacı’ ağacı ile Âdem ve Havva adlı çocuklar arasında geçen konuşmalar ve söğüt ağacının çocuklara anlattığı efsanelerle biçimlendirilmiştir. Yazar bu bölümde farklı bir anlatım biçimini kullanmış, bilgi aktarma işlevini söğüt ağacına devrederek bu bölümde de sürdürmüştür./Archive/2020/11/27/125525954-ic4.jpg‘DOĞAYA ZARAR VERENİN TUTTUĞU ALTIN OLSUN!’Yazar, küresel ısınmanın üzerinde durduğu bölümlerde daha çok didaktik bir anlatımı tercih etmektedir. Söz gelimi, yeryüzünün 2 derece fazla ısınması durumunda çölleşen toprakların artacağı gerçeğini, insan bedeninin sıcaklığının 2 derece artmasına verdiği tepki ile somutlaştırarak aktarır.“Doğaya Zarar Verenlerin Tuttuğu Altın Olsun” başlığı ile düşüncelerini, tuttuğu altına dönüşen kralın öyküsü ile örneklendirir. Ona göre “Doğa sürekli resimler yaparken hiç silgi kullanmadan kendini yeniler. Çünkü insanın doğadan öğreneceği çok şey vardır”.Bu nedenle doğayı yok eden kişilerin, bir zeytin tanesinin aynı büyüklükteki bir hazine parçasından değerli olduğunu kavramaları ve fark etmeleri gerekir. Aksi durumda kaderlerinin kral ile aynı olacağı mesajı verilir.Kitapta türkülerin bu topraklar için önemi üzerinde de durulmaktadır. “Anadolu insanı sevincini, kederini, düğününü, matemini her şeyini türkülerle yaşamıştır.”/Archive/2020/11/27/125554938-ic5.jpgRESİMLER YAĞMUR BALBAY’A AİTTürkülerin her biri ayrı bir efsanedir. Bir Kastamonu türküsü olan “Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına” türküsünün öyküsü de çocukların ‘Öğüt Ağacı’na dönüştürdüğü ‘Söğüt Ağacı’ üzerinden aktarılmaktadır. ‘Söğüt Ağacı’ bir bilge kişiyi temsil eder. Bilge kişi çocuklara öğüt almanın vermekten daha zor olduğu, doğanın insana değil, insanın doğaya ait olduğunu anlatır.Söğüt ağaçlarının mevsim değişiklerini yansıttığı 12 resim Yağmur Balbay tarafından yapılmış. Efsanelere yansıyan doğa ve insan ilişkisinin bir gencin hayal dünyasına ve çizgilerine yansımasının etkisini bu kadar net görmek, bu kitabı tüm gençlere tavsiye etmek için oldukça geçerli bir neden. Doğa ve insan arasındaki etkileşimi efsanelerle kuran ve “Doğa varsa hayat var.” düşüncesiyle bu etkileşimin sürekli olmasını arzulayan Salkım Söğüt’ü okumanız dileğiyle...Salkım Söğüt / Mustafa Balbay / Cumhuriyet Kitapları / 80 s.Salkım Söğüt / Mustafa Balbay / Cumhuriyet Kitaplır / 80 s. / 2020. Ömer Adıgüzel

Gençyetenek Ege, UluslararasıMüzik Festivali'nde Türkiye'yi temsil ediyor

Genç yetenek Ege, Uluslararası Müzik Festivali'nde Türkiye'yi temsil ediyor figure > İzmirli lise öğrencisi 14 yaşındaki Ege Seçer, 2220 Uluslararası Müzik Festivali'nde "Göreceksin Kendini" adıyla bilinen "Tu Te Reconnaitras" adlı şarkıyı seslendirerek finalistler arasına girmeyi başardı. /Archive/2020/11/27/130622103-thumbsbc664b27c36cb79cd35198110f10eb7c87.jpgEge Seçerİzmirli genç yetenek Ege Seçer, tüm dünyadan 548 katılımcının yarıştığı 2220 Uluslararası Müzik Festivali'nin ilk 35 finalisti arasında yer aldı.Işılay Saygın Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisi 14 yaşındaki Ege Seçer, davet üzerine Ukrayna Dışişleri Bakanlığı desteğiyle düzenlenen ve 14 ülkeden çocuk ve gençlerin rekabet ettiği 2220 Uluslararası Müzik Festivali'ne katıldı.Yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle internet üzerinden gerçekleştirilen yarışmanın jüri elemesi sonucunda Seçer, ilk 87 finalist arasına girdi.Youtube üzerinden halk oylamasıyla devam eden yarışmanın ikinci elemesinde ise 11 ülkeden 35 süper finalist belirlendi.Hırvatistan, Arnavutluk, Kazakistan, Karadağ, Moldova, Slovenya, Ukrayna, Kazakistan, Letonya, Azerbaycan'dan genç yeteneklerle birlikte süper finale Ege Seçer de seçildi.Seçer, Türkçe "Göreceksin Kendini" adıyla bilinen "Tu Te Reconnaitras" adlı şarkıyı seslendirerek Türkiye'yi uluslararası yarışmada temsil eden genç yetenek oldu.ÖĞRETMENİNDEN TAM DESTEKEge Seçer'in öğretmeni İlhan Cinpir, yeteneği ve başarıları sayesinde "altın ses" olarak anılan öğrencisinin birçok müzikal projede başrol aldığını ifade etti.Cinpir, 6 yaşından bu yana çalıştırdığı Ege'nin çok parlak bir sese sahip olduğunu, 2220 Uluslararası Müzik Festivali finalistleri arasında da dikkat çektiğini kaydetti.Yarışmanın jüri tarafından belirlenen finalistlerinin daha sonra seyircilerce oylandığını aktaran Cinpir, "Ses konusunda bu yaş için dünya çapında düzenlenen çok yarışma yok. Ukrayna merkezli düzenlenen yarışma için bizim öğrencimize ulaşmışlar. Öğrencimizin Türkiye'yi en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyoruz" dedi.GÜNDE 6-7 SAAT ÇALIŞIYOR/Archive/2020/11/27/130947195-new-folder-9ege1.jpgGenç yeteneğin babası Dara Seçer de kızının sanata ilgisinin küçük yaşlarda başladığını belirtti.Ailesinin desteğiyle Ege'nin kısa sürede büyük yol aldığını dile getiren Seçer, büyük organizasyonlar öncesi kızının günde 6-7 saat çalıştığını anlattı.Kızıyla gurur duyduğunu ifade eden Seçer, "Bu yarışma bizim için uluslararası anlamda bir ilk. Avrupa'daki diğer yarışmalara da katılacağız" diye konuştu.MÜZİKAL OYUNCUSU OLMAK İSTİYOREge Seçer de müziğin hayatının en önemli parçası olduğunu söyleyerek, "Türkiye'nin müzikal oyuncusu olmak istiyorum" dedi.Gelecekte de kendini hep sahnede hayal ettiğini belirten Seçer, şöyle konuştu:"Sahnede olmak, şarkı söylemek, dans etmek isterim. Bir müzikalin içinde olmayı hayal ediyorum. Jessy ve Annie müzikallerinde oynadım. Çok eğlenceliydi. Büyük operacı ve tiyatrocularla aynı sahnedeydim ve sahnede olmayı istiyorum. Bir Türk olarak ülkemi yurt dışında temsil etmeyi hedefliyorum, bunun için de müzikseverlerin desteğini bekliyorum."Ege Seçer'in performansı buradan izlenebilir. cumhuriyet.com.tr

Dilencininüzerinde araba anahtarıile döviz ve Türk lirasıçıktı

Dilencinin üzerinde araba anahtarı ile döviz ve Türk lirası çıktı figure > Zeytinburnu'nda zabıta ekiplerince yakalanan dilencinin üzerinde bir araba anahtarı ile 125 Avro, 300 dolar ve 3 bin 345 TL bulundu. /Archive/2020/11/27/124648818-47.jpgAlınan bilgiye göre, Zeytinburnu Belediyesi Zabıta Müdürlüğüne bağlı ekipler, Gökalp Mahallesi'nde dilencilik yapan Ö.Y'yi yakalayarak Merkezefendi zabıta merkezine götürdü. Ö.Y'nin üst aramasında 125 avro, 300 dolar ve 3 bin 345 TL ile bir araba anahtarı bulundu.Kabahatler Kanunu'na göre hakkında yasal işlem yapılan Ö.Y'nin üzerinden çıkan paralar muhafaza altına alındı.Ö.Y'nin para dilendiği anlar ise kameralara yansıdı. Görüntülerde dilencinin Zeytirburnu'na bir araçla geldiği, topladığı paraları başkasına verdiği görülüyor. AA

Meltem Cumbul Kafka'nınölümcül aşkıile sahnede

Meltem Cumbul Kafka'nın ölümcül aşkı ile sahnede figure > Meltem Cumbul, Tiyatro Festivali için hazırladığı oyunu Ben 'Sevgili Milena'yı ilk kez geçen hafta DasDas'ta sahneledi. Oyunu izledim. Hareketin, müziğin iç içe geçtiği ilginç bir çalışma olmuş. Pandemide tiyatroya giden insanlarla bir arada olmak da güzeldi... İlk gençliğimizde, Bomonti’de pek de salonu andırmayan bir mekânda tiyatro yapmaya çabalıyorduk.  Meltem o dönem çok ünlü popüler kültürün parçası genç oyuncuydu. Radyoda yıldız olmuştu, ardından televizyon, derken uçtu gitti.  İnanmadığı işlerden sakındı kendini. Düşünmeye, anlamaya, yaratmaya zaman ayırdı. İzimizi kaybetmiştik, bir süre yurtdışındaydı, dönünce oyuncuların emekçi olduğunu kanıtlamayı koyuldu bir grup arkadaşıyla. Baskı günlerinde sendika başkanlığı yaptı. Akademik boyutla baktı oyunculuğa ve en önemlisi bu zor süreçte ifade özgürlüğü, insan hakları, kadın konusu başta olmak üzere hep ses verdi.   /Archive/2020/11/27/124333882-mc1.jpegPopüler kültüre hızla mesafe koydun, kendini usulca inşa ettin. Şöhret, para, iktidar ne demek sence? Bu bilgi kirliliği karşısında insan nasıl bulur yolu, kendini nasıl ifade eder?   Aslında bu ülkede ben nasıl meşhur oldum? Sorusunu sana sormak isterim. Popüler kültür beni neden bu kadar bağrına bastı? Neden bu kadar çok merak ediliyorum? Bu sorulardan anlayacağınız gibi beyefendi çalışmaktan başka bir yol bilmem ben. Mesleğime tutkuyla bağlıyımdır ve gelişimi için bilgiye önem veririm. Bilgiye de kaynağından ulaşmak isterim. Müşfik Kenter, Oğuz Aral, Cihan Ünal, Zeliha Berksoy’la başlayan Tiyatro Oyunculuğu eğitimime Royal Shakespeare Company’de devam ettim. Ardı ardınca çektiğim filmlerdeki çalıştığım yönetmenler ve rol arkadaslarım doğru yolda yürümemi sağladı. Sanatla kendimi ifadelendirmeyi tercih ederim. /Archive/2020/11/27/124607521-mc2.jpegPek kimseler hesap etmedi ama tiyatro sanatı dönüştü, hele de bizde tam bir ifade özgürlüğü alanı oldu. Neredeyse her açıdan tıkanmışken, söz baskı altındayken, tiyatro sığınak oldu. Sen yoğun emek harcadın, şimdi de salgın var. Tiyatrocular ağır bedel ödüyor ve sen inatla sahnedesin. Anlatsana neler oluyor?  Her şeyden önemlisi Can güvenliği ve Can sağlığı. Iş ve Işçi sağlığı konusunda ülkemizde yaşanan felaketler, gerekli önlemlerin alınmaması ile ilgili deneyimler bir çok iş sektöründe yaşandı ve bunlar hep ‘kaza’ diye adlandırıldı. Pandemi sürecinde Tiyatrolar kapalıydı. Açıldıktan sonra da yarı kapasiteyle, oturma düzenleri, bilinçli Tiyatro yöneticileri tarafından düzenlendi. Tiyatro Festivali de aynı şekilde, eser seçimlerini dahi oyuncunun korunmasından yana kullandı. Ben “Sevgili Milena” da, Kafka rolünü seslendiren Mert Fırat ‘la yaptığımız kayıtlar için bile mesela Seslendirme stüdyoları arasından Melodika tarafımca seçimlendi, hijyenik ortam sağlayabildiği, fiziki mesafe korumayı önemsediği için. Yine bizim oyunda provaya Şirince’de yer alan Tiyatro Medresesi’ne, üç kişinin belli bir mesafede oturabileceği büyük araçla gidildi. Her gün kullanılan prova mekanı Dc Kozmos’da sahne günde iki kere temizlendi ve her gün dezenfekte edildi. Üstelik bu mekanlar böyle bir dönemde sponsor oldular. Bu önlemleri alamayacak yapımlar için zor bir dönem. Neredeyse bir mesleğe emek veren herkes açlık sınırında yaşıyor. Süreç sanatsal açıdan da değişiyor, neler olacak bundan sonra sence?Ödenekli Tiyatrolar’a girmemiş sanatçılar çoğunlukla bağımsız da çalıştıkları için parasal kaygıyla mesleklerini icra edemeyebilirler. Dayanışma önemli tabii.  Tiyatro’nun dijital dünyaya adaptasyonuna da bakmak lazım: Avrupa ve Amerika’da belli başlı takip edilen en iyi tiyatroların en iyi oyunlarının iyi çekilmiş iyi rejilendirilmiş kayıtlı haliyle pandemi dönemi karşımıza çıkarılmış olması pek güzeldi mesela. Bu çekimlerin bütçeleri de oldukça fazla. Bizdeki ödenekli ya da özel tiyatrolardan böylesine profesyonel, izlenebilir yapımlar çıkmadı. Hele hele seyircinin olmadığı 360 derece sahne üzerine yapılacak olan çekimleri ekrandan seyirci olarak izlerken dokunmatik bir şekilde izleyeceğiniz alanları sizin belirleyecek olmanız da ilginç olur. Hem canlı hem dijital Tiyatro düşünülebilinir.        /Archive/2020/11/27/124628224-mc3.jpegKafka ilginç bir isimdir, biz de adı bilinir de, kimse ne yazdı okumaya pek cesaret edemez. Adamı “bir sabah uyandığımda hamamböceği olarak buldum kendimi” türü cümleye indirgenir. Bu malumatfuruşluk çağında, üstelik Kafka bile değil, Milena ile çıkıyorsun neden?  “Chopin Prelüdler & George Sand’dan Okumalar” eserini 2014 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kültür Ünv. gösterimi için hazırladığımızda – Burak Fidan’la beraber teksti oluşturmuştuk – hemen ardından Kafka & Milena Mektuplaşmaları üzerine çalışalım istedik. Olmadı. Istanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan iki oyun(Göl Kıyısı/Theresa Rebeck ve E Mülteci.com/Sedef Ecer) ve Toy Tiyatrosu açılış oyunu (Blu/David Hare) araya girdi. Izmir Toy Tiyatrosu’na eğitimler için her hafta gelip giderken dramaturg, yazar, yönetmen Bülent Yıldız’la MSGSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden öğrencim, meslektaşım Gizem Tataroğlu vesilesiyle tanıştık ve ben Burak Fidan’dan izin alarak Bülent’e Milena’nın olmayan mektuplarını yazmak ve Kafka & Milena mektuplaşmalarını bir eser haline getirmek ister mi diye sordum. Bülent çok heyecanlandı. Izmir’e ben gelip gittikçe sık sık buluşmaya ve Milena & Kafka üzerine sohbet etmeye başladık. Anlaşılan uzun bir süreç, ortaya çıkan işten de belli… İzleyici için de emek gerektiren çalışma, bir saniye boşluk kaldırmıyor…Yaklaşık bir yıla yakın bir sürede eser tamamlandı. Bülent, Milena’yı oynamamı çok istese de yönetirken aynı zamanda oynamanın zor olacağı kanısıyla ve bir dansçı’yla çalışmak istediğimden kendimi sahnede görmüyordum ta ki bu fikrimin değişmesiyle birlikte Milena’yı oyuncu olarak çalışana kadar. 48 yaşında hayatı Ravensbrück kadın toplama kampı’nda sonlanan Milena az yaşayıp çok şey görmüş bir karakter. Kafka’nın dediği gibi “…Kaçırılır bu kadın, yangından, yeryüzünden, kucağa alıp kaçırılır… O da güvenle, istekle sokulur insana.” Sevilesi bir karakter olduğu için Milena.    /Archive/2020/11/27/124652771-mc6.jpegİnsanlığı istese de istemese de katkı veren büyük yazarların yaşamına giren kadınlar merak edilir.  Genelde haklarında nesnel bilgi bulunmaz.  Kurmaca iyi olanak, ne fısıldıyor Milena bize?  “Üstümüze yağmur, kar yağıyormuş, sokak soğukmuş ve biz sığınacak bir saçak altı arıyormuşuz. Durdukça üşüyor ve ıslanıyoruz yağmurun ve karın altında ama durmaktan da vazgeçmiyoruz ikimiz de. Sen birden üstündeki ceketi çıkarıp onunla bana saçak yapıyorsun, ben sana bakıyorum “hadi gelsene” diyorum, “bu ikimizi de örter.” Sen de geliyorsun, ikimiz de o saçağın altında soğuktan üşüye üşüye, hatta hasta olacağımızı bile bile duruyoruz öyle. Sonra diyorum ki kendi kendime, etrafımda Franz’dan başka sığınabileceğim bir saçak göremiyorum, sen görüyor musun?”   Kafka, Nazi Almanya’sından küçük bir zamanlama şansı ile kaçarak hayatta kalmayı başarıyor. Kardeşi o kadar şanslı olamıyor. Kimi Kafka’yı kâhin olarak görür. Bu faşizm vahşetini önceden, usulca söyler bize. Bunları da görecek miyiz oyunda? Dönemin perdesi aralanacak mı?  Kafka’nın kâhin olmasını değil yaşananlara bakarak ileriyi görme sezgisine sahip olmasını Milena üzerinden anlatıyorum. Foucault’nun  ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı kitabında belirttiği gibi; iktidarın, bireyi tahakküm altına alma ve gücünü gösterme aracı olarak bedeni nasıl kontrol ettiğinden yola ç¸ıkarak, bedenin hangi ölçütlerde sağlıklı, hangi ölçütlerde hasta olduğunu belirleyen iktidara karşılık herkes hasta 1920’ler ve 2. Dünya Savaşına giden yıllarda... Bir yandan, bir makine olarak ele alınan bedenin, ağır çalışma koşullarına göre programlanması gerekliliği, terbiyesi, güçlerinin ortaya çıkarılması, itaatkârlığı, yararlılığı,etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleşmesi amaçlanır. Milena, saat 2 ila 8 arasında tren istasyonunda valiz taşıyarak akşamları çeviri yapıp, Çekce dersler vererek çok fazla çalışmakta, karşılığında çay ve ekmekle beslenebilecek kadar para kazanmaktadır.  Eserin evrensel teması  ‘Faşist rejim altında, sistemin dışına düşen bütün ötekiler yok edilmeye mahkûmdur.’  /Archive/2020/11/27/124717739-mc4.jpegKafka ile Milena arasında, bugünlerde pek de rastlayamayacağımız aşk var. Milena Kafka’nın sırdaşı, yol arkadaşı gibi.  Üstelik yargıçlık yapmadığı için, dünyasını açabildiği kadın. Bu aşk inandırıcı mı, sen nasıl bir çift buldun karşında, bugünden bakarsak “ruhların sevdası” diye sahici bir tarif mümkün mü?  Iki buçuk yıl mektuplaşıyorlar. Toplamda birbirleriyle beş gün geçiriyorlar ve aralarındaki bağ çok kuvvetli. Kafka’nın bir mektubunda dediği gibi “Evet, seviyorum seni anlayışı kıt kız, için rahat etti mi? Koca deniz, dibindeki küçücük taşı nasıl severse, benim de sevgim öylesine yığılıyor üstüne…” Cinsel bir münasebetleri olmamasına rağmen tek insan olmayı beceriyorlar. Bu aşkı aşk yapan, Milena’nın kocası Ernst Pollack’ı terk edemeyişi ve imkânsızlık değil aslında, Kafka’nın “Şu yeryüzünde, dünya bir yana sen bir yana Milena” düşüncesi...    Geçende çok sıkı bir Kafka kitabı yayınlandı. “Bir de böyle okuyun onu” diyor yazar. Bırak bunalımda Kafka’yı, bayağı çapkın, daldan dala konmanın yanında maceracı ve eğlenceli biri çıkıyor karşımıza. Acaba Milena ve Kafka öyküsü de uydurulmuş bir söylence mi?  (James Hawes’in “Hayatınızı Mahvetmeden Önce Neden KAFKA Okumalısınız”)Milena adının Almanca anlamı “seven” ya da “sevilen” dir. Okuduğum biyografik eserler den anladığım “Milena” Kafka tarafından sevilmiş., hem de ölümcül bir aşkla sevilmiş. Kafka’nın yazdığı mektuplar da aslında bunun kanıtı. Milena Jesenska’nın kendine ait olmayan her ötekileştirmeye sahip çıkmış olması beni çok etkiledi. Ravensbrück Kadın Toplama kampında 21 Ekim 1940’da gazeteci Milena Jesenska’yla tanışan Margarete Buber-Neumann’ın yazdığı ‘MİLENA’ kitabında, Franz Kafka’nın bir cümlesi önsözden önce yer alır. “...O güne dek görmediğim canlı bir ateş o...Oysa öyle narin, cesur ve akıllı ki! Her şeyi de o kadar kolay feda ediyor ki! Ya da belki her şeyi fedakârlığı sayesinde elde etmiş...” Uydurulmuş bir söylence olmasını düşünmek için bir sebep göremiyorum.    Enver Aysever




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter