News - Haberler
Avrupa'da yüz yıllarca kullanılıp unutulan sayısistemi
13. yüzyılda Sisteryen manastır rahiplerinin geliştirdiği işaretler, Avrupa'da en az 200 yıl manastırlarda kullanılan rakamlardı. Ancak Sisteryen rakamlar zamanla unutuldular ve 100 yıl sonra kimsenin bilmediği esrarengiz işaretlere dönüştüler.Habere Gitmek için TıklayınABD BaşkanıJoe Biden yönetimi BAE ve Suudi Arabistan'la yapılan silah satışanlaşmalarınıgeçici olarak durdurdu
ABD Başkanı Joe Biden yönetimi BAE ve Suudi Arabistan'la yapılan silah satış anlaşmalarını geçici olarak durdurdu. Dondurulan sözleşmeler arasında BAE ile yapılan 50 adet F-35 savaş uçağı satışı da var.Habere Gitmek için TıklayınCemal Enginyurt: Fırsat bulsam ben döverdim
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Cemal Enginyurt: Fırsat bulsam ben döverdim Canlı yayında Selçuk Özdağ’a yönelik saldırının MHP ile ilgili olmadığını savunan Cemal Enginyurt, ‘Neden MHP kınamadı’ sorusuna Sabahattin Önkibar örneği ile yanıt verdi: Önkibar'a saldırı oldu kınamadım. Çünkü fırsat bulsam ben döverdim… Haber Global’deki tartışma programına; eski MHP’li yeni Demokrat Partili Cemal Enginyurt’un sözleri damga vurdu…Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a yönelik saldırının haince bir saldırı olduğunu ve Ülkücüler tarafından ‘organize olarak’ yapılmadığını belirten Enginyurt, moderatör Saynur Tezel’in ‘Ama MHP kınamadı…’ uyarısı üzerine şunları söyledi:‘FIRSAT BULSAM BEN DÖVERDİM’- MHP Genel Başkanı üç yaşındaki çocuğa ayağa kalkıp üç düğmesini ilikleyecek kadar saygın ve beyefendi kimliği olan bir insan hiç kimseyi dövün demez. - 3 Kasım sonrasında sayın Şahin Ankara'da gazeteci (Zafer Şahin) Yazılan çizilen, söylenen o kadar kötü sözler var ki... Sayın Şahin bir kişi dövüldü mü? Kavga edildi mi? Vuruldu mu? Hayır. - Kınamak… Kişi yapmadığı bir şeyden dolayı kınamaz. Şimdi Sabahattin Önkibar dayak yedi mesela… Kınamadım çünkü zaten fırsat bulsam ben döverdim…- Şimdi neyi kınamasını bekliyorsunuz. Canım adam yalan yanlış ne kadar iftira varsa söylemiş... Önüne gelene hakaret etmiş... Devlet Bahçeli'ye her türlü hakareti etmiş. Eee biri de denk gelmiş kitapçı dükkanında dövmüş... Vay efendim sen niye kınamadın? - Ya sen adamın anasına babasına her şeyine varana kadar hakaret et. Yani şimdi bir empati yapın ya Allah aşkına ya... KONUKLAR DA GÜLDÜEnginyurt’un Sabahattin Önkibar için ‘Fırsat bulsam ben döverdim’ sözlerine, diğer konukların gülmesi de dikkat çekti... cumhuriyet.com.tr‘Atatürk’ün Ankara’sı(1919-1938)’
‘Atatürk’ün Ankara’sı (1919-1938)’ Cumhuriyet Kitapları Projesi kapsamında, Atatürk’ün Ankara’ya verdiği değeri fotoğraflarıyla anlatan kitaplar yayımlayan Çankaya Belediyesi bu belgesel kitaplara, Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 101. yılı anısına bir yenisini daha ekledi: Atatürk’ün Ankara’sı (1919-1938). /Archive/2021/1/28/003103435-ic1.jpgAtatürk’ün Ankara’sı (1919-1938); Atatürk’ün Ankara’ya kazandırdığı yapıları, Ziraat Mektebi’nden Çankaya Köşkü’ne, Ankara Palas’tan Çubuk Barajı’na şehrin her noktasında bıraktığı izleri fotoğraflarla ortaya koyuyor.Atatürk’ün, şehirle özdeşleşen pek çok fotoğrafını, şehrin onun sayesinde büründüğü yeni çehrenin fotoğraflarını, anıyı, tanıklığı bir araya getirdiklerini söyleyen Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen; kitabın yol hikâyesini şöyle anlatıyor:“Ankara'ya, Mustafa Kemal 101 yıl önce 27 Aralık'ta geldiğinde, karizmasından, vizyonundan doğan yeni bir şehir, modern bir başkent olmaktadır artık Ankara. Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelişi, şehrin onun kimliğinde billurlaşması, onun inançlarına katılması nice tarihi anlara, enstantanelere olanak sağlamıştır. Bunun fotoğraf karelerinde, anlatılışlarda bir ulusun sevincine dönüşmüş halleri; toplumsal bilinç, duyarlılık ve direnç için büyük bir dayanak noktasıdır.”/Archive/2021/1/28/003118388-ic2.jpgAnkara’nın inatçılığın, mücadelenin, imkânsızı yaratma düşüncesinin somutlaşmış hali olduğunu vurgulayan Dr. Koray Özalp de kitabın duygusunu şu sözlerle dile getiriyor:“Yollarıyla, parklarıyla, modern binalarıyla ve Karaoğlan'dan Yenişehir'e uzanan çağdaş yapılarıyla Ankara, 1920'lerden başlayarak yepyeni çehreli bir başkent olarak günümüze ulaşır. Koleksiyonumu oluştururken Atatürk'süz bir Ankara'nın olamayacağını fark ettim. O, Ankara ile bütünleşmiş bir önderdir. Ben de bu çalışma için İstasyon'dan Gazi Orman Çiftliği'ne, Çankaya Köşkü'nden Ziraat Mektebi'ne Ankara'da onun Ankara'daki anılarını ve izlerini fotoğraflarla aradım.” Cumhuriyet Kitap EkiMetin Fındıkçı:‘Dürüst aydına,şaire ihtiyacımız var’’
Metin Fındıkçı: ‘Dürüst aydına, şaire ihtiyacımız var’’ Şair Metin Fındıkçı’nın bu kitabındaki metinler; sadece anılardan oluşmuyor. Yaşadıklarına, zamana ve bu dünyadan çekip giden güzel insanlara ilişkin metinler kaleme aldıkları. Kimi zaman kendisini mutlu kılan kimi zaman ise kalbinde kapanmayan yaralar bırakan anlar-metinler hepsi de. Ve Türk edebiyat, sanat tarihine kara bir leke olarak kalan; yıllar sonra benzeri akıl almaz acıları ülkeye yaşatanların, ders alınmayan şiddetin kendi penceresinden görünen bölümü. /Archive/2021/1/28/002839530-kapakic1.jpgÖLÜMCÜL İKTİDARLAR!- Sanırım, sorulara kitabın ön sözünden başlamak yerinde olur. “Yaşanmış, kimi zaman beni mutlu kılan kimi zaman benim kalbimde kapanmayan yaralar bırakan anlar-metinlerdir. Ama kimi zaman da yokluğumda yaşanmış ve Türk edebiyat, sanat tarihine kara bir leke olarak kalan; yıllar sonra benzeri akıl almaz olaylardan, benzeri acıları bu ülkeye yaşatanların, ders alınmayan şiddetin benim penceremden görünen bölümüdür.” diyorsunuz. Açar mısınız?Bu ülkede özellikle 50 li yıllarda başlayan ve bugünlere dek süre gelen bir durum yaşanmaktadır, Aydınları, özgürlük ve demokrasi çerçevesinde hak arayan ve adalet isteyen herkese, daha düz bir deyimle sesini çıkaran herkes; ülkeyi yönetenler tarafından (?) şiddete maruz kalmıştır. Bu şiddetin ölüme kadar bir gittiğini defalarca tanık olmuşuzdur. Kitapta buna iki çarpıcı örnekle belirttim. Biri Arjantinli ünlü şair Juan Gelman’ın gözaltına alınıp öldürülen gelini ve oğlu. (ki bu örnek ülkemizle ilgisi olmasa da, Diktatörlükle yönetilen bir ülke için). Diğer örnek ise: Vedat Türkali ve Hayk Açıkgöz’ün yakın dostu Sefer Aytekin örneğidir. Sefer Aytekin’in çektiği acı ve maruz kaldığı şiddete bağlı; Ressam Marta Tözge’nin yaptığı birkaç yağlı boya tablo yüzünden gözaltında yapılan işkence sonucunda delirmesi… gibi.UMURSAMADIKLARIM…- Yine kitabın önsüzünde: “Gün geldi, kendini aydın sanan, çok zeki sanan, zarif esprileriyle karşısındakini sürekli alt etme derdinde olan bu aydınlar; beni ve yakınındakilerini hırpalama alışkanlığı edinmiş. Ama söyledikleriyle ne söylemek istediklerini anlaşılmayan veya benim tarafından pek de umursanmayan bu aydınları, o gün dışarıda bıraktığım gibi bu ‘Karşılaşmalar’da da dışarıda bırakıyorum” diyorsunuz.Evet, bir şair olarak (kendi görüşüm) sadece karakterime ters düşen değil; gerçekten, bulundukları ortamlarda kendilerini “üstün insan” gören ve “bu dünyayı ben yarattım” havasında olan çok şair tanıdım. Yan yana bulunduğumuz anlarda onlardan nasıl haz almadıysam, bu kitapta da yer vermedim. Bunları yazmak, hatta söz etmek bana doğru gelmiyor. Belki onların gözünde tam tersi bir durumdur. Buna itirazım olmaz. Bu ülkenin dürüst aydına, şaire ihtiyacı var, doğru. Ama mütevazı ve kendini bilen aydınlara. Bu ülkenin şaire de ihtiyacı var. Ama yazdıklarıyla yaptıkları (azıcık da) olsa terazinin her iki kefesini eşit tutmaları gerek diye düşünüyorum.- “Kaç türlü girilir anılardan içeri” kitabın ilk denemesi. Denemeye arkadaşınızın öldürülmesiyle başlıyorsunuz, sonra?Deneme kitabı değil ama madem deneme dediniz: Evet, ilk denemede, daha lise yıllarında çok sevdiğim bir arkadaşımı faşistler öldürdü. Onun için yıllar sonra yazdığım ve Cumhuriyet Kitap’ta yayınlanan bir yazı…Fethi Naci ile tanışmamla birlikte, geçmişten masaya katıldığım günlerden önce yaklaşık 25 yıldır her Cuma saat 12.30, 13.00 gibi toplanan, hatırı sayılır yazar ve şairlerden oluşan bu masa muhabbetine bağlıyorum. Bağlamamın nedeni de yazı yayınlandıktan 1.5, 2 ay sonra masaya ilk katıldığımda, Fethi Naci’nin yazıyla ilgili bana sorduğu soru oldu diyebilirim. Yazıyı unutmamıştı, ilk tanıştığımızda, o makaleden dolayı adımı da unutmadığının farkına vardım.- Peki, masaya kimler geliyordu, birkaç isim söylemeniz mümkün mü?Tabi ki; Fethi Naci, Cevat Çapan, Nuri Akay, Aydın Boysan, Metin Deniz, Turhan Günay, Arif Keskiner, Kemal Demirer, Alişan Çapan, Nadir Karakaş ve daha nice eş dost. Tabii burada belirtmekte fayda var: Kitapta da masaya katılanları yazarken, adını yazmadıklarım beni bağışlasınlar, yanlış anlamamalarını diliyorum./Archive/2021/1/28/002852483-ic2.jpgMAHMUT DERVİŞ VE ADONİS- “Kapılar sürgülenebilir / Ama konuşmaya engel değil / Seni hatırlamak gerekiyorsa / Ben yine “ölüyorum” deyişini hatırlıyorum.” Ünlü Filistinli şair Mahmud Derviş’in ardından yazdığın uzun şiirin dört dizesi. “Veda” denemesi belki de kitabın en hüzünlü denemesi bana göre. Mahmud Derviş’le tanışıklığınızdan, dostluğunuzdan biraz söz eder misiniz?Mahmud Derviş’le 1982 yılında FKÖ Ankara’daki bürosuna gidip geldiğim sıralarda, FKÖ nün Kültür Ateşesi, beni telefonla tanıştırdı, evet, ilk tanışmamız telefonla oldu. Daha sonraları kendisiyle iyi bir dost olduk. İki, üç defa Ramallah’a, Amman’a davet etti. İstanbul’u çok merak etmesine karşın, bütün davetlerime karşın gelmeye fırsat bulamadı, ta ki Nazım Hikmet ödülüne alana dek. Büyülendiği İstanbul’a gelişi ilk ve son oldu. Ölene dek kendisiyle haberleştik. Mahmud Derviş, Nazım’ın, Neruda’nın damarından gelme Komünist bir şairdi. Filistin davası bir türlü yakasını bırakmasa da, o davasından ve onurundan asla ödün vermedi. Hiçbir şeyin ardında gizlenmeye gerek duymadan; her fırsatta her şartta söyleyeceğini tereddüt etmeden söyleyen bir şairdi. Dünya onu Filistin davasıyla değil, şiiriyle tanıdı. Çok acılar çekti, kendi topraklarında sürgün yaşadı. İlk kalp ameliyatından kurtulduysa da, ikincisine yenik düştü. Unutamadığım, unutamayacağım önce insan sonra şairlerden biridir, Derviş. Nur içinde yatsın.Arapçadan çeviri yaptığım geniş zaman zarfında birçok dostum oldu. Ama ön sırayı kim tutuyor derseniz, Mahmud Derviş ve Adonis derim. Mahmud Derviş’le hüznü ve acıyı paylaştım. Adonis’le mutluluğu ve hayatın keyfini. Evet, Adonis hayattan, yaşamaktan zevk alan biridir, paylaşmayı seven bir şairdir aynı zamanda./Archive/2021/1/28/002904639-ic3.jpg‘YAZI VE ŞİİR COŞKU DA İSTER Mİ, İSTER!’- Dil ve akıcılık açısından gerçekten beni sürükleyen, uzun sayılabilen deneme “Kanatlı Hayat” denemesi. Belki de kullandığınız şiirsel dilin etkisindendir, meselâ: “Bu pürüzsüz bulut kısa bir süre sonra, gökyüzünün üstünde iyice gerinip, biri güneye biri kuzeye iki kolunu bir tanrıca gibi uzatıyor.” gibi.Teşekkürler. Evet, burada ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi, hatta bir şey demesem mi? Bu deneme, uzun yıllar süren bir arkadaşlığın, bir dostluğun denemesidir. Benim için o günlerin, ayların hatta yılların coşkusuydu. Şiirsel dili ve akıcılığı ondandır sanırım. Yazı ve şiir biraz da coşku ister mi, ister!- “Kanatlı Hayat”ın hemen ardındaki deneme, diktatörlüğe ve erkek egemenliğe karşı çıkan iki kadın: Nazik el Melaike ve Furuğ. Ama başrolde yine “Kanatlı Hayat”.Bazı durumlar insanın elinde olmayabilir. Tutulduğunuz, ilgi duyduğunuz bir kadın sizi alıp uzaklara, tahmin edemediğiniz diyarları gezdirebilir. Arap şiirinden söz ederken, adını andığımız bu iki kadın şairi anmadan geçmek olmaz. Gerçi Furuğ İranlıdır, Acemdir olsun. Erkek egemenliğe karşı dik duruşu yeter! Nazik el Melaike de öyleydi. Kanatlı Hayat da öyledir. Yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda bu tür kadınlar insana umut aşılar, coşku aşılar.- Bir de kedinin öldürtülmesi sonucunda yedi yıllık memurluk hayatını, istifa ederek noktaladın. Biraz söz etmeni istesem.Nurdan Gürbilek, deneme kitabı Mağdurun Dili’nin giriş bölümünde: “En azından çocukken yaşadıklarımız başkaları tarafından küçük görülmenin, hatta bazen hiç görülmemenin insanı nasıl yaraladığını sarsıcı bir biçimde göstermiştir. Çok sonra başka nedenlerle küçük görüldüğümüzde, bunu genellikle o erken deneyimin diline çeviririz.” diyor.İşte tam da öyle; birçok yerde ve mekanda bu “dilin şiddetini-şiddetin dilini” yaşadım. En çok da, kedim, müdür tarafından bahçıvana öldürtülmeden önce yaşadım. Siyah kedi seviyorum diye, müdür ve yandaşları yapmadıkları şey kalmadı, aklım ve zekâmla hadi bilgimle baş edemediklerini anladıklarında şivem dolayısıyla “dilsel şiddete” başvurdular.Aslında insan bilinçli yaptığı şey konusunda şiddete maruz kaldığında umursamaması gerek. Doğrudur, seviye meselesi. Ama “bardağı taşıran son damla” ne yazık ki bu ülkede çokça yaşanıp görüyoruz. Ah zavallı insancıklar, kedinin uğursuzu olur mu?- Kısa bir süre önce yayınlanan Sessiz-Toplu Şiirler kitabında aklıma takılan bir soru, toplu şiirlerin içindekiler bölümünde “Unutulan” adlı şiir kitabı adı geçiyor. Ama kitapta yer almamış, neden?Haklısın, ufak bir yanlıştan mı desem, ufak bir dikkatsizlikten mi? aslında “Unutulan” Yom Yayınları’ndan çıkan seçme şiirlerimdir. Yani “Unutulan” kitabından önce çıkan üç kitabımdan yapılmış seçme şiirlerden oluşuyor. “Seçme şiirler” olarak belirtilmediği için böyle bir yanlışlık oldu. Unutulan kitabındaki şiirler, Toplu şiirler- Sessiz’de mevcuttur. Bu ara dikkatinizden kaçmadığı için de teşekkürler.Karşılaşmalar / Metin Fındıkçı / Klaros Yayınları / 210 s. / 2020. Semih Çalı‘Dijital medya, siyasal kültürde bir yönetim aracı’
‘Dijital medya, siyasal kültürde bir yönetim aracı’ CHP Pendik Belediye Meclis Üyesi ve Siyaset Bilimci Kutlu Özdemir kitabında; dijital demokrasiye geçerken, siyasette ve sosyal kültürde yaşanan değişimlere dikkat çekiyor. Dijital çağın bireylerin ideolojileri üzerinde yarattığı etkileri mercek altına alıyor. Dijital medyanın, siyasal kültürün içinde bir yönetim aracı olarak kullanılmaya başlandığını da önemle vurgulayan Özdemir ile Değişen Dünyada Seçmen ve Siyaset’i konuştuk. /Archive/2021/1/28/002458922-ic1.jpgBİLİŞSEL DEĞİŞİM VE TOPLUM- Kitabınızda 1960’lardan günümüze uzanan bir olguyu ele alıyorsunuz. Dijital çağın topluma etkilerinden bahseder misiniz?Kitabımı özellikle 60’lı yıllardan itibaren kaleme almamın nedeni ülke olarak bilişsel anlamda toplumsallaşmaya başlamamızın bu yıllara dayanmasıdır. Kitabın asıl teması da, ülkemizdeki bilişsel değişimin başlangıcından günümüze toplumu nasıl bir evrime sürüklediğidir.Günümüz çağın getirmiş olduğu dijitalleşme; uluslararası bir kimlikleşme olgusunu beraberinde getirmiştir. Daha önceleri toplumsal bir ihtiyaçlar hiyerarşisi varken günümüzde bu durum değişerek globalleşen bireysel hiyerarşik ihtiyaçlara dönüşmüştür. Hepimiz görüyoruz ki, bugün ülkemizde bazı konularda adaletin aranması için sosyal mecralardaki tek elden yansıtılmaya çalışılan fikir bütünlüğü sayesinde gerçekleşmektedir.- Dijital çağa girmemizle ‘dijital sosyal devlet’ olgusu mu ortaya çıktı?Günümüz çağında hızlı bir şekilde evrimleşilen dijital çağda, devlet algısı bütünüyle değişti. Çok daha önceleri toplumlarda devlet algısı bir “otoriter” ya da “devlet baba” çizgileri içerisindeyken; gündüzümde toplumların bu algısı değişmiş, devlet, bireylerin yaşamsal alanlarını genişletmede kullanılan birer aracı haline gelmiştir.Bugün toplum sizden yol yapmanızı ya da onlara kamusal alanda geçerli haklar tanımanızı istemiyor. Toplum,sizden kendi yaşamsal konforunu, dünyaya bakışını nasıl değiştirebileceğinizi, toplumun ufkunu nasıl ileriye taşıyacağınızı soruyor ve istiyor. Çünkü çağın temsilcileri genç nesil, istedikleri bu bilişsel özgürlüklerinyaşamsal konforu da arttıracağını biliyor.Toplum; devletin, artık size hakkınız olanı bir lütufmuş gibi sunması yerine, toplumun ve bireylerin hakkı olanın üstüne ne koyabileceğini göstermesini istiyor.- Dijital medyayı siyasal kültürün içinde bir yönetim aracı olarak görebilir miyiz?Elbette. Eğer gerçekten ideolojinizin toplumlara yansımasını ve etkilemesini arzuluyorsanız, diğer siyasi partilerden çok daha hızlı hareket etmek zorundasınız. Aksi halde kazanmak gibi bir düşüncenizin olması, çağın getirmiş olduğu toplum olgusundan habersizsiniz demektir.Bugün yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada dijital medya haberleşme, birlik olma, görevlendirme aracı olarak kullanılıyor. Bugün görev başındaki kişilerin istifa dilekçelerini devlet kurumlarından değil de sosyal medyadan öğreniyorsak; tabii ki görebiliriz./Archive/2021/1/28/002509875-ic2.jpg‘BOT HESAPLAR SİYASETİN EMRİNDE!’- BOT hesaplar (herhangi bir cihaz kullanmadan yazılım ile kısa sürede açılan hesaplar) hakkında neler düşünüyorsunuz?Botların çok yaygın olmasının sebebi, amaca uygun hareket ediyor ve insanları taklit edebiliyor olmalarındandır. Bot hesapların özellikle siyasal amaç için kullanılması, politikanın insanların fikri düşüncelerini yönetebilmekle ilgilidir.Bir düşünün; elinizde yüzlerce bot hesap var ve kendi siyasi fikrinizi öne sürerken, bir yandan da karşı ideolojinin düşüncelerini çarpıtıyorsunuz. Bu geleneksel propaganda ile yapılmaya çalışılsa olanaksız bir durum.Gerçek bir bireyin, Twitter’da botlar ile oluşturulan yalan haber etiketlerine maruz kaldığı bir gerçek ve bu gerçek karşısında bireylerin yalan gündemler ile siyasal algılarıyla oynanabilmektedir. Bunu hepimiz FETÖ örgütleşmesinde gördük. Ermenistan ile Azerbaycan çatışmalarında bot hesaplar ile oluşturulan onlarca yalan etiketler sıkıntıya sokmadı mı? İşte bu gibi çoğaltılabilecek bot hesap örnekleri, toplumun algısını bütünüyle değiştirebilecek, yanlış olan bilginin doğru olduğunu savunur hale getirtebilecek kadar etkilidir.‘İLK SEÇİMDE Z KUŞAĞI, Y KUŞAĞINI GEÇECEK!’- Kitabınızda X, Y ve Z kuşağının seçmen politikalarına da yer vermişsiniz... Bu kuşakların seçmen politikalarını nasıl görüyorsunuz?X, Y ,Z kuşaklarının seçmen politikaları birbirinden çok farklıdır. Hâl böyle iken dönemsel konjonktüre uygun davranan kuşak liderleri de kendi dönemsel algısına göre politika yürütmektedir. Bugün X kuşağı ve daha öncesi kuşaktan bir siyasi lider daha çok geleneksel siyasal propaganda yolunu seçmekte ve daha çok toplumsal gelişmişlik üzerine ideoloji yürütmektedir.Günümüzde hemen hemen tüm siyasi partilerin önderleri X kuşağı mensubudur ve geleneksel medyayı ilke edinerek politikalarını yürütmektedirler. X kuşağının sonu ile Y kuşağının ilk çeyreğinde doğanlar ise biraz daha elitist kitle olup, yürütülen politika da buna uygun biçimde gerçekleşmiştir.Z kuşağı ise çok daha başkadır. Günümüzde Z kuşağı hakkında yürütülen politikanın nasıl olmayacağı konusunda hepimiz birebir yaşanan olaylarla tanık olmaktayız.Bugün, devlet otoritesine saygı duyan, zamanın sunmuş olduğu zor şartlar altında olanla yetinmeye çalışan X kuşağı ile; teknolojik değişimlerin başlangıcı olan ve teknolojinin sunmuş olduğu uluslararası toplum anlayışıyla ilk defa karşılaşan, bu sebeple devlet otoritesinin olmaması gerektiğini düşünen bir Y kuşağı mensubu bireye karşı yürütülen siyasal politika çok farklıdır.Z kuşağı mensuplarını ise söylemeye gerek dahi yok. Teknolojik gelişmelerin hızlandığı ve en iyi şekilde kullanmasını bilen, uluslararası toplumların siyasal formları yakinen takip edebilen bir genç nesil karşısında, devlet otoritesini ya da toplumsal refah seviyesini arttıracak bir politika yürütmeniz imkansızdır; bu altın genç nesle, normalde de olması gereken, bireysel toplumsallaşmaya imkan tanıyan, yaşam konforunun her şeyin üstünde tutulan, fikri özgürlüğün biricik olduğu bir politika yürütmelisinizdir.Y kuşağı, şu an için siyasal politika karşısında daha baskın durumdadır. Y kuşağına çok yakın olan ve normal şartlar altında gerçekleşecek olan ilk seçimle beraber Y kuşağını geçecek olan Z kuşağı, şu anki haliyle bile, ülkenin siyasal reformlara gitmesini mecburi kılmaktadır.Yalnızca Y kuşağı üzerine yürütülecek bir politika, hiçbir durum için kazançlı olmayacaktır. Aileleri etkilemede çok daha aktif olan Z kuşağı üzerine yürütülecek politika ve reformlar, hem toplumun her kesimi için hem de siyasi partiler için çok daha kazançlı bir durum olacaktır;Z KUŞAĞI NE BEKLİYOR?- Z kuşağı siyasi liderlerden ne bekliyor?Z kuşağı liderlerden küresel düşünmelerini, özgürlükçü olmalarını, analitik düşünebilmelerini, fikir ayrılıklarına saygılı olmalarını, samimi ve öngörülü olmalarını, sorgulayıcı olmalarını ve en önemlisi bireysel gelişimlere olanak sağlamalarını istemektedir. Özellikle de 2023 seçimlerinde, 7.543.614 genç Z kuşağının oy kullanacağı genel seçim dönemi düşünüldüğünde, siyasal partilerin demokratik söylemlerini yalnızca bu kuşağı tanıyarak değil, onları anlamaları ve bu doğrultuda yeni bir siyasal yaklaşım oluşturmaları gerektiğini gösteriyor.Değişen Dünyada Seçmen ve Siyaset / Kutlu Özdemir / Arnas Yayınevi / 216 s. / 2020. İlayda KayaYabancıkim? Kim yabancı?
Yabancı kim? Kim yabancı? Fresko Apartmanı, Kuzguncuk’ta, birbirlerini hafızalarıyla var eden, birbirlerinin hayatlarına sığınan Kirkor’un, Rüya’nın, Eleni’nin, Ani’nin, Nadia’nın, Ali Turhan’ın, Bora’nın ve İsmail’in kavuşma alanı. Napoli’den İstanbul’a gelen Defne’nin araladığı tozlu tahta bavul Matilda’nın bahçesine, kimsenin bilmediği kırık bir aşk hikâyesine, bu aşka duyulan saygıya, 6-7 Eylül olaylarına ve yurdundan kovulan Rumlara açılıyor. Başak Baysallı ile adım adım çözülen bir sırrın, unutuşun ve hatırlayışın öykülerini konuştuk. /Archive/2021/1/28/002048205-kapakic1.jpg- Fresko Apartmanı birbirini bütünleyen öykülerden oluşuyor. Onları bir arada tutan güçlü bir bağ var. Bu durum öykünün sınırlarını genişletir mi, metni romana yaklaştırır mı?Kitabı yazma sürecinde çok düşündüm. Tür olarak öykü mü, yoksa roman mı olacaktı? Ben, hikâyenin türü belirlediğine inanıyorum. Öyküleri bir arada tutan ana bir hikâye olsa da her öykü bambaşka bir hikâyeye açılıyor. Bu hikâyeler bütünün içinde kaybolmasın diye metni romana dönüştürmedim, ancak bir yandan da öykünün sınırlarını zorlamış olabilirim.Sanırım burada sözü eleştirmenlere bırakmak lazım. Belki de bugün odaklanmamız gereken, kitapların türü değil; okunmaya değer bir hikâyeyi barındırıp barındırmadığı.- Ayna ile başlayalım: “Nasıl oldu da bu hale geldim?”, “Kimim ben? Cevriye miyim, Nadia mıyım?”, “Burası neresi? Ben neredeyim?” Nadia böyle sorguluyor kendini. Öykülerin omurgası halindeki iç seslerin, öteki olanın var olma çabası olarak seçilmiş bir üslup tercihi olduğunu söyleyebilir miyiz?İç sesler, karakterin iç dünyasını yansıtmak için kolaylık sağlıyor ve kimseyle konuşulamayanı içeriyor. Ben de varım, buradayım, diyebilmenin bir yolu. Karakterin görünür olmasını sağlamak için seçtiğim bir yöntem aynı zamanda.KİMLİK, AİDİYET, GÖÇ, SAVAŞ!- Nadia... Bu toprakların Fosforlu Cevriye’sine öykünmüş; savaş bitesiye geldiği topraklara dönmek isteyen bir “yabancı” var karşımızda. Bu “yabancı” bizi nerelere götürmek istiyor?Aynanın karşısına sanırım. Orada kimlik, aidiyet, göç, savaş gibi sorunları sorgulamamızı; yabancı deyip geçtiğimiz insanların iç seslerini duymamızı istiyor. ‘Yabancı kim?’ sorusuna yanıt aramamızı da…- Kirkor… Sessizliğinin büyüsü, apartmanın eli ayağı İsmail’e “Her şeye yetişeceğim diye uğraşıyor hâlâ,” dedirten dirayeti, “Apartmanı, olduğu gibi korumalıyız,” diyerek inandığı değerlere sahip çıkışı… Öykülerin ortak vicdanı diyebilir miyiz ona?Kirkor, hayatımda böyle biri olsaydı ne iyi olurdu dediğim ve bu duyguyla yarattığım bir karakter. Yazma sürecinde de bana kol kanat gerdi sanki. İdealize edildiğini de söylemek mümkün. Kirkor, onunla karşılaşan herkesin derdine deva; vicdanına ses olsun istedim.- Kirkor’un mekânı ve olay yeri Fresko Apartmanı’na mekân poetikası açısından bakıldığında Matilda’nın bahçesinden diğer dairelere tümlenen bir yapılanma var. Mekân ötekini, yalnızı, azınlığı; tutunmaya ve var olmaya çalışanı kapsıyor. Bu bütünselliğin kalbinde Kirkor ve Matilda yanan bir yalım halinde duruyor sanki.Matilda’nın bahçesi Kirkor’un yaşama tutunduğu, acıları göğüslediği, kendini avuttuğu yer. Apartmanı ayakta tutan yer. Matilda ve Kirkor’a gelince… Biri olmadan diğerini anlatmak, onlar olmadan hafızayı diri tutmak pek mümkün değil. İkisi de hikâyenin belkemiği./Archive/2021/1/28/002043596-ic2.jpgYARALARIN İYİLEŞTİRİLDİĞİ YER- Sığınak’ın odak figürü Ali Turhan’a kulak verelim: “Kirkor, yeni bir dünya kurdu burada. Yaralarımızı birlikte sarmaya çalışıyoruz. Başka bir şey gelmiyor elimizden.” Bir de İsmail söz alsın: “Eşikten geçtim bir kere. Ben içerideyim, onlar dışarda. Kim ne düşünürse düşünsün…” Her ikisi de dışarıdan gelip içeriye sığınıyor. Kim içeride, kim dışarıda; neresi dışarısı ve içerisi? Veda’da Bora’nın okuduğu dizelerin yanında usta Melih Cevdet’in “İçerdekiler” oyununu da hatırlamak gerek.Gelenekte iz bırakmış edebi metinlerden yararlanmak, onları çağrıştıracak imgeler yaratmak benim için önemli. Okuduklarım yazma eylemi sırasında zihnimde yankılanır durur, bu yankıyı özgün bir sese dönüştürebildiysem ne mutlu bana.Sorunuza gelince… Anlayışsızlar, vurdumduymazlar, unutarak yaşayanlar dışarıda; buna karşılık yaşama aşkla, sevgiyle, dostlukla tutunanlar; özgürlük için mücadele verenler, hayal kırıklığı yaşayanlar içeride ve içerisi yaraların iyileştirildiği yer.- İmgeler ve izleklere de değinelim. Likör, bavul, yemek masası, Matilda’nın çiçekleri… Öykülerin her biri için ayrı tadı olan imgeleri bir de sizden dinleyelim.İmgeler, anı ve çağrışım yüklüdür, hikâyeyi taşıyan detaylardır. Likör kavanozuna ve tahta bavula dokunan el; yemek masasındaki sohbetler, çiçeklerin kokusu… Hepsi bir hikâye içerir, imgeler çoğu zaman çağrıştırdıklarıyla bizi o hikâyenin parçası yapar. Hikâye imgeler sayesinde bize yer açar.‘YAŞAMA TUTUNMA ÇABASI ORTAK’- Yenidünya Likörü’ndeki “Evrenin sonsuzluğunun yanında insan ömrünün bir anlamı var mıydı?” ve Sığınak’taki “Oysa biricik sanılan hayatların taşıdığı anlam, evrenin sonsuzluğunun yanında bir hiçti,” cümleleri apartman sakinleri için bir yol haritası gibi.Onlar birçok kavramı sorguladıkları için bir aradalar. Dışarıdakilerin kıymet verdiği değerleri yerle bir etmek için de… Bu cümleler, dışarıdakilerin kendi hayatlarını her şeyden üstün tutmasına bir yanıt; başkasının yaşamını görmezden gelen kibirli, bencil tutuma karşı çıkış olarak da okunabilir.- “İnsan öğrendikçe yol alır, yol aldıkça değişir. Değiştikçe bazı şeylerle vedalaşır, bazılarına da kucak açar. Geçmişi bilmek, bizi geleceğe taşır. Bilirsek hikâyenin bir parçası oluruz.” Kirkor’un sözlerinin ışığında vazgeçmenin apartmanın sakinleri için önemi nedir?Vazgeçmek, kalıpları kırmak; öğretilene sırt çevirmek bir bakıma. Vazgeçme eylemi bazen zorunluluk, bazen de bilinçli bir tercih. Her ne olursa olsun insanın yol almasını sağlayan bir eylem. Öykü kahramanlarını vazgeçişe sürükleyen nedenler başka olsa da beraberinde gelen dayanma gücü, yaşama tutunma çabası ortak.- Kısa eylem cümleleri, ritim ve ahenk anlatımınızda öne çıkan özellikler. Tüm bunlar, bilinçli bir tercih mi?Yazarken anlatımın akıcı, kurgunun da sürükleyici olmasına gayret ediyorum. Akıcılığı kısa cümle ve sözcükler arasındaki uyumla sağlamaya çalışıyorum. Cümleler zihnimizde bir ses yaratsın, hikâyenin bir ritmi olsun isterim.Fresko Apartmanı / Başak Baysallı / Everest Yay. / 112 s. / 2020.Fresko Apartmanı / Başak Baysallı / Everest Yay. / 112 s. 2020. S.Ceyda DemircioğluMasallarda saklıkalan zamanlar
Masallarda saklı kalan zamanlar Dokuz öyküden oluşan Kesi Yeri (Everest Yayınları); çocukluklarında kaybolmuş insanların yaşamlarını, çoğunlukla can acıtıcı öykülerini; dilinden kurgusuna fantastik ögelere ve geriye dönüşlere başvurarak aktaran bir ilk kitap. /Archive/2021/1/28/001707349-kapakic.jpgNazlı Akçura’nın hüzünle karılmış dokuz öyküden oluşan kitabı Kesi Yeri’nde, kanayan kalplerin kesik acısı anılarla derinleşiyor. Hemen hepsi kendisine ait olmasını istediği ama bir türlü kendisinin olamayan çocukluğunu özleyen yara izli, kırgınlıkları olan öykü kişileri. Ruhlarında aile içi ve/veya toplumsal travmaların izlerini taşıyorlar.Öykülerde daha iyi bir yaşam umuduyla küçücük bir botla Ege’nin karanlık sularına gömülüp giden, içindeki çığlık hiç sönmeyecek mülteci çocuklar dile geliyor. Aile içi çözülmeyi, babasının saçlarını okşamasını isteyerek aşmaya çalışan kız çocuğunu okuyoruz derken.Evi, sıcacık anne yemeğini, düşüp dizlerini kanatmayı unutmuş, karınlarını doyurmak hariç kimsenin onlarla ilgilenecek durumda olmadığı masumları; erkek şiddetinin çaresizliğini yaşayan, yazgıları ortak kadınları ardından.Kanser sürecini bir hastane odasında, Sisyphus’un yılmayan gücüyle aşmaya çalışan, yaşamdaki hiçbir çiğliğin artık ona dokunmadığı Aygün Abi, evlilikteki hayalleri hep sonraya bırakılmış Günışığı Hanım ve parası bitse de umudu bitmeyen insanlar da yaşadıklarına tanık ediyor okurları.Hafif tebessüm ettiğiniz, geçmişine gülen gözlerle bakan kahramanlar da var elbet. Tek bir çatal kalburabastı ile Ayvalık’ın Rum evleri dizili dar sokaklarında geçen çocukluğuna dönen Minik Burhan meselâ.Yazar; gelecek tasarımı olmayan, dünyası bozulmamış, azgın ekonomik rekabete yenilmemiş, çıkar ilişkileri gözünü kör etmemiş bireyleri; kıvrak, akıcı, döngüsel metinlerle anlatıyor. Başlangıçta ilintisiz gibi duran öyküler, “küskün” ve “dertli” kırgınların sessizliğinde buluşuyor. Z. Doğan KoreliGeçmişin misafirleri ve gerçekleşmeyen hayaller
Geçmişin misafirleri ve gerçekleşmeyen hayaller Misafir Öyküler (Karina Yayınevi); yalın, kimi zaman hüzün, kimi zaman neşe, heyecan ve kimi zaman da iç dünyamızla baş başa kaldığımız öykülerden oluşuyor. /Archive/2021/1/28/001457187-ic.jpg Aykut Karlı’nın genel olarak diğer kitaplarında da geçmişle bağlarını hiç koparmadığına tanık oldum. Onun için geçmiş her zaman yaşanılan bir zaman dilimi gibi. Misafir Öyküler (Karina Yayınevi) kitabında da misafir olarak yer verdiği ben ve diğer arkadaşlarımın öykülerinde; hem bizleri geçmişe götürdü hem de geçmişi geleceğe taşıdı.Kitabı, yalın, kimi zaman hüzün, kimi zaman neşe, heyecan ve kimi zaman da iç dünyamızla baş başa kaldığımız öykülerden oluşuyor. Bir yoğun bakım hemşiresi olan yazar Aykut Karlı; tüm dünyayı etkisi altına alan ve binlerce can kaybına neden olan pandemi döneminde, kitabını; hayallerini gerçekleştiremeden aramızdan ayrılan şiddet mağduru kadınlarımız ve sağlık çalışanlarımıza ithaf ediyor. Uğur KayaGöksel Gümüşdağ'danİrfan Can Kahveci açıklaması
Göksel Gümüşdağ'dan İrfan Can Kahveci açıklaması Başakşehir Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ, İrfan Can transferi ile ilgili konuştu. Başkan Gümüşdağ, “İrfan Can için Galatasaray ile görüştük. Onlar teklifini iletti, bizler ilettik. Sonrasında Fenerbahçe’nin bir görüşme talebi oldu" dedi. Medipol Başakşehir Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ, İrfan Can transferi ile ilgili konuştu. Başkan Gümüşdağ, “İrfan Can için Galatasaray ile görüştük. Onlar teklifini iletti, bizler ilettik. Sonrasında Fenerbahçe’nin bir görüşme talebi oldu. Onlarla da görüşeceğiz. Bunların hepsini 1 Şubat’a kadar konuşmak zorundayız. Önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşırız. Hem parasal kısmı hem de takas teklifinde bulundular. Olabilir de olmayabilir de” dedi.Medipol Başakşehir Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ, Trabzonspor’a 2-1 kaybettikleri Süper Kupa maçı sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Başkan Gümüşdağ, “Bence genel anlamda iyi bir mücadele oldu. Trabzonspor’u kutluyoruz, tebrik ediyoruz. Abdullah Avcı’yı tebrik ediyoruz. Genel anlamda oyunun hakem yönüne falan çok fazla girmeyeceğim. Genel anlamda iyi bir kupa finali olduğuna inanıyorum. Nihayetinde 2-1 galibiyetle Trabzonspor kazandı. Tebrik ediyoruz, Abdullah Avcı’yı tebrik ediyoruz” diye konuştu.Transferler ile ilgili gelen soruyu da cevaplayan başkan Göksel Gümüşdağ, “Bugünkü eksiklerimiz çok fazla. Visca, İrfan Can, Rafael, Chadli, Berkay özellikle bugün aynı şekilde; sol bekte Boli Bolingoli… 8-9 oyuncumuz sakattı. Dolayısıyla diğer sahadaki oyuncularda elinden gelen mücadeleyi gösterdiler. Yapacak bir şey yok, olmadı” cevabını verdi.“GALATASARAY İLE GÖRÜŞTÜK, FENERBAHÇE’NİN DE GÖRÜŞME TALEBİ OLDU”Galatasaray ve Fenerbahçe’nin ilgilendiği İrfan Can Kahveci hakkında ise Gümüşdağ, “Gündemde yoğun konuşuyor, doğrudur. İrfan’a yurt dışından da teklifler var. Bir yandan da Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz ve İkinci Başkan Abdurrahim Bey ziyarete geldiler. Biz teklifimiz söyledik, onlar söyledi. Bunun üzerine Fenerbahçe’nin de resmi görüşme talebi oldu. Bugünlerde bir randevu verip, görüşme yapacağız. Bunların hepsini 1 Şubat’a kadar konuşmak zorundayız. Önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşırız. Ben burada rakam söylemeyeyim. Fenerbahçe ile de görüşeceğiz. Biz görüşlerimizi paylaştıktan sonra camialarda paylaşır. Hem parasal kısmı hem de takas teklifinde bulundular. Olabilir de olmayabilir de” ifadelerini kullandı.Öte yandan başkan Gümüşdağ, İrfan Can’a Porto’dan bir teklif olup olmadığını ile ilgili soruya ise “Hayır, Porto’dan bir teklif yok” cevabını verdi. DHABilim insanlarıuzaylılarıbulmanın yeni yolunu açıkladı
Bilim insanları uzaylıları bulmanın yeni yolunu açıkladı Bilim insanları uzaylıların kara deliklerden enerji toplyabileceğini ve insanların onları bu sayede bulabileceğini söylüyor. Hakemli bilim dergisi Physical Review D'de yayımlanan yeni araştırmaya göre, uzaylıların bunu başarmasını sağlayabilecek teknoloji, enerjinin emildiği kara deliğin olay ufkunun (madde ve enerjinin kaçamayacak kadar güçlü bir şekilde kara deliğe çekildiği sınır bölgesi) hemen dışında izler bırakabilir.Üstelik bu ihtimal, bilim insanların uzay ve zamanda tespit ettikleri bozulmaların hemen yakınında gözlemlediği, "plazma parlaması" ismi verilen elektrik yüklü beyaz gazları açıklayabilir.Kara deliklerden enerji temin etme fikri, şimdilik yalnızca bilimkurgu filmlerine konu olabilir. Zira Dünya'ya en yakın kara deliğin bin ışık yılından daha uzakta olduğu düşünülüyor. Bu da insanların yaşam süresi içinde kat edemeyeceği bir mesafe.Ancak astrofizikçiler bunu mümkün kılmanın bir yolunu bulabilirse kara delikler, gelişmiş bir medeniyet için sınırsız bir enerji kaynağı sunabilir.Independent'ın aktardığına göre yeni çalışmada iki astrofizikçi, kara deliklerden enerji çıkarılmasına olanak tanıyabilecek yeni bir yöntem ortaya attı. Çalışmaya göre, olay ufkunun yakınındaki manyetik alan çizgilerinin koparılması ve yeniden birleştirilmesi, bu hayali gerçek kılabilir.Uzmanlara göre manyetik alanı anlamanın en kolay yollarından biri mıknatısları düşünmek. Zira bir mıknatısın kendine özgü itme ve çekme özelliklerini sergileyebildiği alana manyetik alan deniyor. Bu esnada mıknatısın çevresinde oluşan çizgilere de manyetik alan çizgileri ismi veriliyor.Çalışmanın yazarlarından ve ABD'deki Columbia Üniversitesi'nden astrofizikçi Luca Comisso, geliştirdikleri teoriyi şu şekilde açıkladı:"Kara delikler manyetik alana sahip plazma parçacıklarından oluşan sıcak bir ‘çorbayla' çevrilidir. Bizim teorimize göre, manyetik alan çizgilerini doğru şekilde kesip yeniden bağladığınızda plazma parçacıkları negatif enerjilere doğru hızlanır ve kara delikten büyük miktarda enerji çıkarılabilir."Astrofizikçiye göre bilim insanlarının bir sonraki hedefi, bir kara delikten enerji çıkarma işleminin uzaktaki gezegenlerden nasıl saptanabileceğini bulmak.Bilim haberleri sitesi Live Science'a konuşan Comisso, bunu bulduklarında, kara delikten enerji elde edebilen uzaylıları da keşfedebileceklerini söylüyor."Bu çalışmada sadece işin fiziğini ortaya koyduk" diyen Comissio, şunları kaydetti:"Artık meslektaşımla birlikte bu fikri gerçeğe dönüştürmeye, Dünya dışı medeniyetleri aramaya ve ne tür bir sinyal aramamız gerektiğini anlamaya çalışıyorum." cumhuriyet.com.tr