News - Haberler
CHP'li BerhanŞimşek'eölüm tehdidi: 'Seni kurşun manyağıyaparım'
CHP'li Berhan Şimşek'e ölüm tehdidi: 'Seni kurşun manyağı yaparım' CHP 22'nci Dönem Milletvekili Berhan Şimşek KRT TV canlı yayınında İçişleri Bakanlığı'nın hakkında suç duyurusunda bulunmasını değerlendirdi. Şimşek, 13 kez ölüm tehdidi aldığını açıkladı. İçişleri Bakanlığı'nın hakkında suç duyurusunda bulunmasının ardından sosyal medyada troller tarafından hedef gösterilen CHP'li Şimşek KRT TV canlı yayınında 13 kez ölüm tehdidi aldığını açıkladı.CHP'li Şimşek, KRT TV'de Gürkan Hacır'ın sunduğu gazeteciler İsmail Saymaz, Barış Yarkadaş ve Elfin Tataroğlu'nun konuk olduğu Şimdiki Zaman programında İçişleri Bakanlığı'nın hakkında suç duyurusunda bulunmasını değerlendirdi.Şimşek, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, CHP üyeleri ve duyarlı yurttaşlara teşekkür ettikten sonra şöyle konuştu:"Ne acıdır ki şunu da söyleyeyim; Sizler çok kıymetlisiniz, bu ülkenin oksijen koridorlarını açanlarsınız. Allah sizi var etsin. Bu ülkenin bekası için, iktidarlarının bekası için değil! Ülkenin bekası için mesleğinizi onurunuzla yaptığınızı biliyorum. Daha önce de tehditler falan alıyorduk, zaman zaman size de olmuştur. Hatta İsmail ve Barış'a 'Aman arkadaşlar dikkatli edin' derim."'4 GÜNDÜR 13 TANE ÖLÜM TEHDİDİ ALDIM'Berhan Şimşek'in "İnanır mısınız? Bu 4 gündür 12-13 tane ölüm tehdidi var!" sözleri karşısında Gürkan Hacır şaşkınlığını gizleyemeyerek "Size yapılan tehdit mi?" diye sordu. Berhan Şimşek de "Evet, evet" dedi.'MUHALİFLER ÖLÜM TEHDİDİ ALTINDA!'İsmail Saymaz da "Muhalifler ölüm tehdidi altında, bunu boşuna söylemiyoruz" dedi.'VALİLİKTEN KORUMA TALEBİNDE BULUNACAĞIM'Şimşek, sözlerine şöyle devam etti:"Seni diyor; 'Mermi manyağı değil, kurşun manyağı yaparım. Seni şöyle yaparım, böyle yaparım... Biz buradayız, biz yaşıyoruz ve varız.'Avukat arkadaşım dün suç duyurusunda bulundu. Ben bugün Sayın (Selçuk) Özdağ dinlerken dondum. Yarın gideceğim ben, valilikten koruma talebinde bulunacağım.Ben milletvekilliği yaptım. Gençliğimizde bazı günler yaşadık, taşıdık... Ben milletvekili olup da silaha müracat etmeyen 7 arkadaştan biriydim. Şimdi silah taşıyacağız. Ya da illagal silah taşıyacağım arabamda. Kendimi korumak mecburiyetindeyim. " cumhuriyet.com.trProf. Saltık, buşekilde okulların açılmasının faciaya yol açacağına dikkatçekti
Prof. Saltık, bu şekilde okulların açılmasının faciaya yol açacağına dikkat çekti Okulların 15 Şubat’ta kademeli olarak yüz yüze eğitime başlaması gündemde. Ancak henüz eğitimciler aşılanmadı ve 18 yaş altı grup için de dünyada geliştirilen uygun bir koronavirüs aşısı da yok. Bu durum okullar açıldıktan sonra “vakalar artar mı?” endişesini de beraberinde getirdi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, ülkemizde 1 milyon öğretmenin olduğunu, diğer personelle bu sayının daha da arttığını anımsatarak “Bu şekilde okulların açılması korkunç bir facia olur çünkü çocuklar hastalığı belirtisiz geçirirler, toplum içine yayılmasında en riskli kümedir. Türkiye böyle bir serüvene girişmemeli, gerekli önlemler alınmadan açılırsa bedeli ağır olur” uyarısında bulundu. Çin’den 14 Ocak’ta getirilen 3 milyon doz CoronaVac aşısının ardından 6.5 milyon aşıda ülkeye geldi. Aşılar 14 günlük incelenmenin ardından öncelikle ilk dozları vurulan sağlıkçılar, 80 yaş üzerine ile huzurevlerinde kalanlara, ardından da diğer gruplara kademeli yapılacak. Ancak aşılar geldiğinden bu yana öğretmenlere henüz aşılama başlanmadı. ‘BATIDA ÖRNEĞİ YOK’Prof. Saltık, okulların açılması durumunda yaşanabilecek sorunları gazetemize değerlendirdi. Saltık “İsveç ve Norveç karşılıklı: İngiltere, pek çok ülke ile sınırlarını kapattı. Fransa dördüncü kez kapanmaya gidiyor, Almanya bir buçuk aya yakın zamandır çok sıkı bir kapanma içinde. Mutant virüs tipi dünyanın pek çok ülkesinde yayılmış durumda. Türkiye’de de olduğunu gördük. Bütün stratejileri de bunlara göre planlamak gerekiyor” dedi. Ülkemizde 1 milyon öğretmenin olduğunu anımsatan Prof. Saltık “1 milyon öğretmeni aşılayacaksınız, diğer çalışanlarda var... Üstelik 18 yaş altıdaki çocuklara eldeki aşılar da yapılamıyor. Yani aşı yapılamayan bir kitleye okulları açacaksınız. Yok batıda örneği. Okullar dahi kapatılıp, uzatılıyor” diye konuştu. Okulların açılması ile tarih vermek yerine, bir takım kriterleri sağlamak gerektiğini ve ondan sonra okulların açılmasının doğru olacağını anlatan Saltık, şöyle devam etti: “Sözgelimi, Türkiye’de günlük ölümleri 10’un altına indirdiğinizde, günlük yeni olgu sayısın 500’ün altına çektiğinizde, mutant tipler görülmediği taktirde gibi ölçütler koyarak okulları açacaksınız. Bu haliyle okulların açılması korkunç bir facia demektir. Çünkü çocuklar hastalığı belirtisiz ve ayakta geçirirler, toplum içine yayılmasında en riskli küme okul çocuklarıdır. Türkiye böyle bir serüvene girişmemeli. Bugün günlük olgu sayılarımız Nisan ayındaki tepe değerlerinin bile üzerinde. Türkiye’nin en az 3-4 dört hafta köktenci bir biçimde kapanmaya ihtiyacı var, başka türlü bu sorunla baş edemeyeceğimiz gibi gözüküyor.”AŞI ORGANİZASYONU ŞART Aşı üretimi ve dağıtımının bütün dünyada yavaşlatılmış durumda olduğunu da söyleyen Prof. Saltık, “Virüsteki ciddi mutasyon aşıların etkinliğini azaltabilir” değerlendirmesini yaptı. Saltık, şöyle devam etti: “Çin, kendi nüfusunu da yetiştiremiyordu aşıları, başka ülkelerle de bağlantıları vardı. Yeni mutant tipi virüsler kullanılarak aşı üretme gerekmektetir. Türkiye 14 Ocak’ta başladığı aşılamada 3 milyon doz aşıyı bile daha kullanabilmiş değil. Demek ki elimizde aşı olsa bile yaygın ve hızlı uygulayabileceğimiz bir alt yapıya sahip değiliz. İngiltere’de, Almanya’da aşı istasyonlarının kurulduğunu, gönüllü tıp öğrencilerinin ve gönüllü eski sağlıkçıların göreve çağrıldığını çeşitli örnekler vererek daha önceden de söyledik. Hiçbiri yapılmadı. İş. hastanelere ve aile hekimliklerine yıkıldı. Sağlıkçılar organize bir topluluktur ve sağlık kuruluşundadırlar, işe gitmişken aşılarını da olurlar. Dolayısıyla aşı yapılması kolay gruptur. Bu gruba dahi 12 günde ancak yetişebildiğiseniz, yani günde 100 bin doz aşı yapabildiyseniz, ancak 30 günde 3 milyon aşılamayı bitirebilirsiniz. Sağlıkçılar dışında daha da zor, çünkü insanlar dağılıyor. Buraya odaklanmak gerekiyor; nasıl daha hızlı ve daha yaygın aşılama yapabiliriz. Bu amaçla yaygın aşılama yapabilmek için ayrı bir yapılanmaya, örgütlenmeye gidilmeli, ayrı bir personel, insan gücü gibi planlamalar yapılmalı ancak hükümet harcama gerektirecek hiçbir adım atmıyor, atamıyor. Dolayısıyla bugün gelen 6.5 milyon doz aşı ben de buruk bir sevinç yarattı. Kullanabilecek miyiz sorun burada. Onun için büyük bir hızla aşı organizasyonunu yaygın yapılabilmesi için her şeyin baştan gözden geçirilmesi gerekli. Eğer hızla yaygın uygulanamazsa ve dört hafta arayla ikinci dozda yapılamazsa, ilk dozdan yeterli bağışıklık elde etme olasılığı olanaklı değil. Süre uzadığı taktirde dört haftayı geçtiği taktirde ikinci dozda elde edilecek bağışıklıkta da zayıflama ortaya çıkacaktır.” Sibel BahçetepeÖnemliçağrı: Kanser hastalarıCovid-19 aşılama takvimine mutlaka alınmalı
Önemli çağrı: Kanser hastaları Covid-19 aşılama takvimine mutlaka alınmalı Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Yavuz Anacak, kanser hastalarının hem Covid-19 bulaşması, hem de virüse bağlı ölüm riski açısından en riskli grupta bulunduğunu belirterek “Aşılama takviminde mutlaka öncelik verilmelidir” çağrısını yaptı. Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı aşılama takviminde kanser hastalarına yönelik bir düzenleme olmadığının görüldüğünü anımsatan Anacak, “Temel olarak yaş aralığına bağlı olarak yapılan sıralamada risk taşıyan mesleklere öncelik verilmekle birlikte tüm diğer gruplardan da riskli durumda olan kanser hastaları öncelik kapsamında değerlendirilmemiştir” dedi.Anacak şunları kaydetti: “Kanser hastalarının içerisinde bulunduğu ‘Kronik hastalığı olan kişiler grubu’ 3. aşamada aşılanacaklar arasında bulunmaktadır. Buna göre örneğin 45 yaşındaki bir kanser hastasının aşılama için 3. aşamayı beklemesi gerekir, ancak elimizdeki verilere göre bu hastanın pozitif olması durumunda ölüm riski yüzde 10 civarında ve aşılama için ön sıralarda olmalı. Sağlık Bakanlığı’nın aşılama takvimi gözden geçirilmeli, kanser hastaları riskli gruplar arasına alınarak aşılama takviminde öncelik verilmelidir.”TAŞIYICI DAHA ÇOKTevfik Özlü, semptom göstermeyen ya da rahatsızlandıkları halde hastaneye gitmeyerek virüsü yayan vakaların, hastaneye başvurup testleri pozitif çıkan vaka sayısından daha fazla olduğunu söyledi.‘ÖLÜMLER SÜRER’Aşı koruyuculuğunun 42 gün sonra başladığını belirten Prof. Dr. Mustafa Hasöksüz, “Dolayısıyla aşı olduktan sonra da ölümler, hastalıklar devam edecek demektir, bir günde kesilmeyecek” dedi. Sibel BahçetepeAkademisyenlerin cumhurbaşkanlığısistemine karşıhazırladığıçalışmayıaçıklıyoruz
Akademisyenlerin cumhurbaşkanlığı sistemine karşı hazırladığı çalışmayı açıklıyoruz Yeni hükümet sisteminin üç yılda sorunları daha da büyütmesi üzerine güçlü parlamenter sistem arayışları hızlandı. CHP MYK toplantısına da akademisyenlerin hazırladığı iki çalışma sunuldu. Çalışmalarda “Cumhurbaşkanının partili olması yasaklanmalı, başbakanlık getirilmeli ve Meclis tarafından seçilmeli” gibi öneriler yer aldı. CHP Merkez Yürütme Kurulu'nun (MYK) önceki günkü toplantısında, İstanbul Politik Araştırmalar Merkezi’nin (İSTANPOL) akademisyenlerince hazırlanan iki ayrı çalışma sunuldu. “Türkiye İçin Yeni Bir Hükümet Sistemi” başlıklı çalışmada, hükümet sistemi kaynaklı sorunlar ve çözüm önerileri; “Türkiye’de Hukuk Devletinin Tesisi” çalışmasında ise bağımsız ve tarafsız yargı için öneriler yer aldı.“Türkiye İçin Yeni Bir Hükümet Sistemi” adlı çalışmada, “başkanlık yetkilerinin, istikrarlı demokrasinin sürdürülmesini engellediği” kaydedilirken, “Meclis’in işlevsizleştiği, yargının yürütmenin güdümüne girdiği”, bakanlıkların ise kendileri dışında belirlenen politikaların yürütücüsü olduğu belirtildi. Çalışmada, “Denge-denetleme mekanizmalarının yok edilmesi ve bütün yürütme erkinin tek bir kişi elinde toplanmış olmasının; siyasi, toplumsal ve ekonomik alandaki mevcut tüm sorunları daha da büyütmüştür” denildi.15 MADDE HAZIRLANDIÇalışmada, toplam 15 maddede, ayrıntılı olarak yeni sistem ve özellikleri önerildi. Önerilen sistemin temel özellikleri ise özetle şöyle:“- Tarafsız, sembolik, partiler üstü bir Cumhurbaşkanı, devlet başkanlığı görevini üstlenmeli. Atamalar dahil tüm yetkileri kaldırılmalı ve aldığı kararlar tümüyle karşı imza kuralına tabi olmalı. Anayasa, cumhurbaşkanının partili olmasını yasaklamalı, bir defaya mahsus olarak TBMM tarafından seçilmeli. - Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu kurumları yeniden oluşturulmalı. Başbakan TBMM tarafından seçilmeli. Bu seçimde başbakanın yanı sıra bakanlar kurulunun listesi de açıklanmalı ve bir bütün olarak oylanmalı. - Kurucu güvensizlik oyu mekanizması getirilmeli. Bakanlar Kurulu’nun oluşmasında anayasal olarak kolaylaştırıcı, düşürülmesinde zorlaştırıcı olacak formüller getirilmeli. Görevdeki başbakanın yerini alacak başbakan üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçilirse mevcut hükümet düşmeli ve yenisi kurulmalı.TORBA YASA KALKMALI- Torba yasa usulü kaldırılmalı. Bütçe yapım sürecindeki yetkileri TBMM’ye geri verilmeli. - Seçim hukuku bütünüyle revize edilmeli. Seçim barajı yüzde 5 gibi makul bir düzeye çekilerek muhafaza edilmeli. - Siyasi partilerde genel başkanların örgüt üstündeki hakimiyetlerine son verilerek, parti içi demokrasi teminat altına alınmalı. Parti liderleri ön seçim yoluyla belirlenmeli. - Anayasa’ya uygun olmak koşulu ile halkın Meclis’e kanun teklifi verebilmesi usulü getirilmeli. - HSK, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde Cumhurbaşkanının yetkisi tamamen kaldırılmalı. - Kanun gücünde kararname yetkisi Bakanlar Kurulu’na, sınırları açıkça belirlenmiş olarak tanınmalı.‘RTÜK KALDIRILMALI’- Kamuda rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi için üst düzey bürokratların düzenli olarak malvarlıklarını kamuoyuyla paylaşmaları yasal bir zorunluluk haline getirilmeli. - Bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi’nin konu bakımından yetki alanı genişletilmeli. - Siyasi parti temsilcilerinden oluşan RTÜK kaldırılmalı. TRT’ye kurumsal özerklik sağlanmalı. Medya sektöründeki patronların başka sektörlerde iş yapması ve kamudan ihale almalarına yasal engeller getirilmeli ve malvarlıklarını her sene kamuoyuyla paylaşmaları yasal bir zorunluluk olmalı. - Temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması sağlanmalı. Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi anlayışına dayalı yepyeni bir anayasa ile içsel tutarlılığı sağlam bir özgürlükler rejimi belirlenmesi çok daha uygun olacaktır.- Rektörler, üniversitelerde yapılacak seçimle belirlenmeli. YÖK başkan ve üyeleri üniversiteler tarafından seçilmeli. Baroların tekrar bağımsız ve özgür bir şekilde çalışabilmesi için çoklu baro modeli ortadan kaldırılmalı.‘HSK LAĞVEDİLMELİ’“Türkiye’de Hukuk Devletinin Tesisi” çalışmasında yargıya ilişkin 4 ana başlıkta toplam 31 maddelik çözüm önerileri hazırlandı. İlk ana öneri ise HSK'nın lağvedilerek, yerine Adalet Yüksek Kurulu (AYK) adıyla yeni kurul oluşturulması oldu. Bu kapsamda; kurulun, yargı mensuplarının özlük işlerinden yargının örgütlenmesi, işleyişi ve etkinliğine dek yargı alanındaki her konuda en geniş yetkiye sahip kurum olması gerektiği kaydedilirken, kurulun yargıç-savcı üyelerinin kendi meslektaşları, yargıç-savcı olmayan üyelerin ise TBMM tarafından seçilmesi, kurul seçimlerinde toplumsal cinsiyet dengesinin gözetilmesi ve cinsiyet kotası uygulanması, Adalet Bakanı’nın kurul başkanı, bakan yardımcısının doğal üye olması kuralının kaldırılması ve kurulun kararların gerekçeli, kamuya ve yargı denetimine açık olması gerektiği belirtildi.‘YETKİLERİ KALDIRILSIN’Çalışmada vurgulanan ikinci ana öneri ise yargı mensuplarının mesleki yaşamlarına ilişkin. Bu konudaki tüm kararların nesnel ölçütlere dayanması, liyakat, yeterlik, yetenek ve niteliklerin esas alınmasının gerektiği vurgulanan öneride, Adalet Bakanı’nı sistem içinde etkin konuma getiren hükümlerin Anayasa’dan çıkarılması ve görev yeri güvencesi tanınarak, terfi yoluyla dahi olsa onayı alınmadan bir yargıcın kural olarak başka bir mahkemeye atanmaması gerektiği gibi öneriler sunuldu. Yargı denetiminin önündeki engellerin kaldırılması gerektiği vurgulanan üçüncü ana öneri kapsamında da AYM üyelerinin yargı ve yasama organları tarafından belirlenmesi, Cumhurbaşkanının AYM ve Danıştay’a üye seçme yetkisinin kaldırılması, YSK’nin kararlarına karşı bireysel başvuru ve seçim uyuşmazlıklarıyla ilgili kararlarına karşı AYM’ye itiraz olanağı tanınması ve Sayıştay’ın, bir hesap mahkemesi olarak Anayasa’nın yüksek yargıya ayrılan bölümünde düzenlenmesi gibi noktalara dikkat çekildi. Çalışmadaki dördüncü ana öneride ise yargının savsavunma-karar üçlüsünden oluştuğunun anayasal düzeyde vurgulanması ve barolar ile Türkiye Barolar Birliği’nin oluşumunda savunmanın bağımsızlığının esas alınması gerektiği vurgulandı. Sefa UyarAntalyaİbradıBelediye BaşkanıSerkan Küçükkuru, Muharremİnce’nin başlattığıhareketle kurulacak partiye katılmak için CHP'den istifa etti
Antalya İbradı Belediye Başkanı Serkan Küçükkuru, Muharrem İnce’nin başlattığı hareketle kurulacak partiye katılmak için CHP'den istifa etti Antalya İbradı’nın CHP’li Belediye Başkanı Serkan Küçükkuru, Muharrem İnce’nin başlattığı hareketle kurulacak partiye katılmak için istifa ettiğini açıkladı. Küçükkuru, “CHP tabanına saygımız sonsuz. Bizim derdimiz genel başkanla” dedi. Önceki gün sosyal medyadan “Öyle özgürlükçü ve eşitlikçi bir parti kuruyoruz ki Atatürk’ün Türkiyesi’ne çok yakışacak” paylaşımı yapan Küçükkuru istifa açıklamasında CHP’yi “Tabanın sesini” duymamakla suçladı. Küçükkuru şu ifadeleri kullandı: “Antalya’ya onlarca defa gelen Genel Başkanımız AKP’den aldığımız, 34 sene sonra CHP bayrağını diktiğimiz İbradı’ya davet etmemize rağmen hiç uğramadı. Sonra kırsaldan neden oy alamıyoruz diye yakınıyoruz. Ben de bu durumdan rahatsız olduğum için partimden istifa ediyorum. Daha etkin siyaset yapacağına inandığım Muharrem İnce’nin başlattığı hareketle kuracağımız partide mücadele edeceğim.” Bülent EcevitTedarikte yaşanan sorunlarüzerine firmalara yönelik yasal uyarılar artıyor
Tedarikte yaşanan sorunlar üzerine firmalara yönelik yasal uyarılar artıyor Küresel eşitsizlik salgında da kendini gösteriyor. Afrika Birliği Dönem Başkanı Ramaphosa, “Bazı ülkeler, halklarını aşılarken diğerleri bunu yapmıyorsa güvende değiliz” dedi. Vaka sayısının küresel çapta dün itibarıyla 100 milyonu aştığı yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını krizinde umutla beklenen aşı haberleri birbiri ardına gelse de üretim ve dağıtım kapasiteleri, küresel çapta eşit erişim konuları tartışmaların merkezinde. Aşı üreticileri ABD ve Almanya ortaklığındaki BioNTech/Pfizer ve merkezi İngiltere’de bulunan İngiltere-İsviçre ortaklığındaki AstraZeneca’nın üretimdeki aksaklıklardan dolayı Avrupa’ya kısa vadede planlanandan daha az aşı teslim etmek durumunda kalacaklarını açıklamalarının ardından Avrupa Birliği’nden (AB) tepkiler yükseliyor. AB Konseyi Başkanı Charles Michel daha önce ilaç şirketlerinin imzaladıkları sözleşmelere uymaları çağrısı yapmış, gerekirse yasal yollara başvurabileceklerini söylemişti. Firmaların aşı ile ilgili yeni üretim zincirleri kurması gerektiğinin ve yeterli hammadde tedarikinde zorluklar yaşanabileceğinin farkında olduklarını belirten Michel, “şeffaf” bilgi verilmesinin önemine değinmişti.‘İHRACAAT BİLDİRİLECEK’Önceki gün ise BBC, İtalya hükümetinin, koronavirüs aşılarının teslimatında yaşanan gecikme ve aksaklıklar nedeniyle aşı üreticilerine karşı yasal yollara başvuracakları yönündeki açıklamalarını aktardı. İtalyan yetkililer, hafta sonunda Pfizer ile AstraZeneca’yı imzalanan sözleşmeleri ihlal etmekle suçlamıştı. Alman biyoteknoloji şirketi BioNTech’in kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Prof. Uğur Şahin, ay başında Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, aşı konusunda şu an Avrupa’da yaşanan yetersizliğin, AB’nin satın alma politikası ile ilgili olduğunu savunmuştu. Salgın ve aşı krizi Dünya Ekonomik Forumu’nun da ana gündeminde. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Davos’ta çevrimiçi toplantılar kapsamında dün yaptığı konuşmada, aşı üreticilerine uyarıda bulundu. “Avrupa’nın, dünyanın ilk Covid-19 aşılarının geliştirilmesine katkı sağlamak için milyarlarca Avro yatırım yaptığını” söyleyen Leyen, “Şimdi şirketler yükümlülüklerini yerine getirmeli ve aşıları yerine ulaştırmalı” dedi. AB ülkelerinde Covid-19 aşısı üreten bütün şirketlerin üçüncü ülkelere aşı ihraç etmek istediklerinde bildirimde bulunmaları gerekecek bir sistem getireceklerini kaydetti, “Aşı ihracatında şeffaflık mekanizması kuracağız” diye konuştu.‘EŞİT DAĞITILMALI’Öte yandan Reuters’ın haberine göre İsveç, Pfizer ve BioNTech’in geliştirdiği aşı şişesinin üzerinde “5 doz” ibaresine rağmen şişeden 6 doz çıkması ile ilgili de net bir açıklama talep etti. Bilgi verilene kadar aşılar için ödeme yapmayı askıya alma kararı aldığını duyurdu. Bu arada Davos’ta konuşan Afrika Birliği Dönem Başkanı ve Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, tüm dünyada yeni tip koronavirüs salgınına son vermenin daha büyük bir işbirliği gerektirdiğini vurguladı. “Bazı ülkeler, halklarını aşılarken diğerleri bunu yapmıyorsa güvende değiliz” dedi. Virüsün dünyadaki eşitsizliği derinleştirdiğine işaret eden Ramaphosa, “Aşı milliyetçiliği sorunundan derin endişe duyuyoruz. Bu sorun, çözülmemesi tüm ülkelerin kurtuluşunu tehlikeye atacak” değerlendirmesinde bulundu. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus de Covid-19 aşılarının yoksul ülkelere eşit şekilde dağıtılması çağrısı yaptı. “Bu, her ülkenin orta ve uzun vadeli ekonomik çıkarına olacaktır” dedi. cumhuriyet.com.tr67 yılönce kapatılan Köy Enstitüsümezunu Huriye Saraç’ın hikâyesi
67 yıl önce kapatılan Köy Enstitüsü mezunu Huriye Saraç’ın hikâyesi Özgür, bağımsız ve laik Cumhuriyeti geliştirecek yurttaş yetiştirme projesi olan Köy Enstitülerinin son mezunlarından biri; öğretmen Huriye Saraç'ın hikayesini sizlerle paylaştık. Cumhuriyet dönemi aydınlanma hareketinin temel taşlarından biri olan Köy Enstitüleri, 67 yıl önce bugün, 27 Ocak 1954’te kapatıldı. Özgür, bağımsız ve laik Cumhuriyeti geliştirecek yurttaş yetiştirme projesi olan Köy Enstitülerinin son mezunlarından biri; öğretmen Huriye Saraç (88), aydınlanma yolcuğunu anlattı.GÖZLERİ DOLUYORSaraç, 1933 yılında Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde 7 kardeşten üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Eskişehir’deki Çifteler Köy Enstitüleri’nde eğitim gördü, mezun olduktan sonra köyünün ilk kadın öğretmeni oldu. Bugün Köy Enstitülerinden bahsederken gözleri doluyor, sesi titriyor ve o günleri anlatırken heyecanlanıyor. Saraç’ın kendi yaşamını anlattığı 4 ciltlik Öğretmen Benisa isimli kitabı da bulunuyor. Manisa’nın Salihli ilçesinde yaşamını sürdüren Saraç, pandemi nedeniyle evden çıkmadığını belirterek yazdığı kitabı, okullarda ve kütüphanelerde öğrencilere imzalamayı ve onlarla söyleşmeyi özlediğini söylüyor.- Köy Enstitülü olma serüveniniz nasıl başladı?Babam Ahmet Hayri Saraç, 1930’da Edirne’de askerliğini yaparken bir yandan da okuma yazma öğrenmektedir. Bir gün yine harfleri öğrenmeye çalışırken Atatürk gelir, babamın omzuna dokunur ve babam heyecanla ayağa kalkar. Atatürk, babama “Nerelisin yağız delikanlı” diye sorar. Babam “Afyonluyum paşam” diye yanıt verir. Evli olup olmadığını soran Atatürk’e, evli ve bir erkek çocuğu olduğunu söyler. “Kızın olursa okutacak mısın” sorusuna babam, “Evet, söz veriyorum” diyerek yanıt vermiş ve askerden dönünce ben doğmuşum. Adımı “Cumhuriyet” koymak istemiş fakat köyde telaffuzu zor olacağı için nüfus memuru, Cumhuriyet kelimesinin içindeki “Huriye” ismini koymasını teklif etmiş. Teklifi kabul eden babam, askerde Atatürk’e söz verdiği gibi beni okula gönderdi. Köy Enstitülü olma hikâyem böyle başladı. Atatürk’ün öldüğünü duyunca babamla birlikte çok ağlamıştık...KENDİMİZ DİKTİK- Köy Enstitülerinin önemi neydi ve sizin için ne anlam ifade ediyordu?Bütün köylerdeki çocukların alınarak yetiştirildiği bir okuldu. Önemli olan okumayı, yazmayı öğretmeye köylerden başlatmaktı. Köylerin kalkınması için önemli bir adımdı. Sadece okumadan ve yazmadan da ibaret değildi işimiz. Erkeklerin inşaat dersleri, bizim de dikiş dersimiz vardı. Okuldaki dikiş makinesiyle dikiş yapmayı öğreniyorduk. Yataklarımızı, yorganlarımızı, çarşaflarımızı hep kendimiz diktik. Ziraat dersimiz vardı. Tarlaları sürerdik. Koyunların, ineklerin bakımını yapıyorduk. Kısacası her işimizi kendimiz yapıyorduk. Köy Enstitülerinde her işi kendimiz yapmayı öğrenmiştik. Köy Enstitüleri öğrencileri olarak hepimiz çok çocuklu bir aile gibiydik. Biz de mezun olduktan sonra köylere eğitim vermeye gönderildik.TARLA SÜRDÜM- Köy Enstitüleri’nin öğretmenliğinize nasıl katkısı oldu?Köy Enstitülerinden mezun olduğumuzda teknik olarak her şeyi biliyorduk. Dikiş biliyorduk, tarla sürüyorduk, inek sağıyorduk... Bunların hiçbirini rastgele öğrenmedik. Öğretmen olunca gittiğim köyde, köylüyle beraber tarla da sürdüm, doğum yaptıracak hemşire yoktu, ebelik de yaptım. Türkiye’de öğretmen olarak bir süre çalıştıktan sonra oğlumu da alıp yurtdışına, Belçika’ya gitmeye karar verdim. Temizlik işçisi olarak çalıştım ilk başlarda. Ardından Hollanda’ya geçerek orada Türk öğrencilere, öğretmenlik yaptım. Köy Enstitülerinden öğrendiğim her şey bana her yerde yetti ve yardımcı oldu.‘TOPRAK AĞALARI YÜZÜNDEN KAPATILDI’- Siz Köy Enstitülerinin son mezunlarından birisiniz. Sizce Köy Enstitüleri neden kapatıldı?Köy Enstitülerinin çevresinde toprakları bulunan ağalar, enstitülerin olduğu alandan da kendilerine toprak armağan ettiler. Türkiye’nin kalkınmasının temeli topraktır. Bize de enstitülerde toprak işlemeyi öğrettiler. Toprak ağaları da Köy Enstitülerinin bulundukları yerlere gözlerini dikince enstitüler kapatılmak zorunda kalındı. Çağatan AkyolTürkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu 2 yıldır toplanamıyor
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu 2 yıldır toplanamıyor Çavuşoğlu’nun Şentop’u ziyaretinin ardından 2 yıldan fazla süredir toplanamayan Türkiye-AB KPK’nin yeniden toplanması için bir çalışma başlatılması bekleniyor. KPK’nin 79. toplantısı için henüz somut bir hazırlık bulunmuyor. Yeni KPK toplantısı için öncelikle taraflar arasında toplantı gündemi ve zamanı konusunda bir temas kurulması bekleniyor. Avrupa Birliği (AB) liderlerinin aralık ayındaki zirvesinin ardından AB ile “yeni sayfa” açma arayışında olan Ankara, son dönemde yoğunlaştırdığı diplomatik temaslarına parlamenter diplomasiyi de eklemek istiyor. Bu kapsamda ilk aşamada TBMM’nin AB Parlamentosu (AP) ile ilişkilerinin temel mekanizması olan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun (KPK) yeniden toplanması gündeme gelecek. AP’nin son Türkiye Raporu’nda Türk tarafının tavrı nedeniyle toplanamadığını belirttiği Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun yakın dönemde toplanması için ise henüz bir hazırlık bulunulmadığı öğrenildi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, önceki gün TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u ziyaret etmiş, ziyaretinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada Türkiye’nin son dönemde AB ile yoğunlaşan diplomasisine Meclis’in de destek vermesini istediklerini belirterek “AB ile ilişkilerde yüce Meclisimizle Avrupa Parlamentosu arasında mevcut mekanizmalar var, komisyonlar var. Onun dışında da her türlü temasın faydaları var. Ki Brüksel ziyaretinde gerek Raportör, gerek Dostluk Grubu başkanı gerekse Karma Parlamento Komisyonu başkanı gibi bizimle çalışan Avrupa Parlamentosu üyeleriyle de görüştüm. Bundan sonra düzenli temaslar olacak” ifadelerini kullanmıştı.2 YILDIR TOPLANAMIYORÇavuşoğlu’nun ziyaretiyle yeniden gündeme gelen Ankara-Brüksel hattındaki parlamenter diplomasinin en önemli unsurunu oluşturan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu ise 2 yıldan fazla süredir toplanamıyor. Kuruluşu, Türkiye-AB ilişkilerine temel teşkil eden Ankara Anlaşması’na dayanan ve 1966’dan bu yana karşılıklı olarak TBMM ve AP içindeki KPK üyelerinin bir araya gelmesiyle yapılan toplantılar, son dönemde AP’nin Türkiye’ye yönelik tutumuna Ankara’nın tepkisi nedeniyle yapılamıyor. Türkiye-AB KPK’nin 78. toplantısı, 19-20 Aralık 2018 tarihlerinde Ankara’da TBMM’de yapıldı. KPK’nin TBMM kanadı başkanlık divanı üyelerinin Ocak 2019’da Strazburg’a yaptığı ziyaretinde 79. KPK toplantısının hazırlıklarının görüşüldüğü açıklansa da 79. toplantı yapılamadı. Sonrasında Türkiye’deki siyasi gelişmelere AP’nin tepkileri ve ayrıca AP’den gelen Türkiye’yle müzakerelerin durdurulması yönündeki kararlarla birlikte AP ile ilişkilerde gerilim arttı. KPK TBMM kanadı başkanlık divanı üyeleri, 2020 başında da Strazburg’a bir ziyaret gerçekleştirdi ve AP’de çeşitli görüşmeler yaptı, ancak bu süreçte KPK’nin yeni toplantısına yönelik bir açıklama yapılmadı. Mart ayından itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgınının da etkisiyle yaşanan kapanmalarla KPK nezdinde video konferans yoluyla temaslar kurulsa da KPK’nin 79. toplantısına yönelik bir gelişme yaşanmadı.AP, ANKARA’YI SORUMLU TUTTUAP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor’un hazırladığı 2020 Türkiye Raporu’nda Türkiye-AB KPK’nin toplanmamasından Ankara sorumlu tutulmuş ve “Türkiye ve AB arasındaki karşılıklı güvenin yeniden tesisi için her seviyede iletişim ve diyalog geliştirilmelidir. Türk tarafının, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun yeniden işler hale getirmeyi sürekli ve gerekçesiz olarak reddetmesi, teessüfle karşılanmaktadır” denilmişti. cumhuriyet.com.trSavcıÖz’üVurdular-Bir Kontrgerilla Cinayeti kitabıyayında
Savcı Öz’ü Vurdular-Bir Kontrgerilla Cinayeti kitabı yayında 24 Mart 1978 tarihinde aracının içinde kurşunlanarak öldürülen Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz'ü anlattığı kitabı “Savcı Doğan Öz’ü Vurdular-Bir Kontrgerilla Cinayeti”ni kitabın yazarı gazeteci Berivan Tapan ile konuştuk. Öğrencilere yönelik saldırılar, “karanlık” cinayetler, ve cinayetlere adı karışan ülkücülere gereken cezaları istediği için MHP’lilerin hedefi haline gelen Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz, 24 Mart 1978 tarihinde aracının içinde kurşunlanarak öldürüldü.Gazeteci Berivan Tapan ile ülkenin ilk öldürülen savcısını anlattığı, “Savcı Doğan Öz’ü Vurdular-Bir Kontrgerilla Cinayeti” kitabını konuştuk.- Savcı Öz’ü ölüme götüren süreç nasıl işledi?O dönem sağcı ve solcu öğrenciler arasında çok sayıda çatışma yaşandı. Bu olayların dosyaları da Doğan Öz’e geldi. Birçok savcı hedef haline gelmemek için bu davalardan bir şekilde kaçmanın yolunu bulurken, Doğan Öz cesaretle üzerine gitti. Cinayetlere adı karışan ülkücülere gereken cezaları istediği için MHP’lilerin hedefi haline geldi. Ülkücülerin katlettiği devrimci öğrenci Levent Özyörük ise baktığı son dosya oldu. Doğan Öz, saldırganların kaçtığı ve ülkücülerin hâkim olduğu yurtta arama yapıp, cinayet silahını bulunca MHP milletvekili İhsan Kabadayı Meclis kürsüsünden tehditler savurdu. Doğan Öz, çok sayıda tehdit alan biri ama ilk kez meclis kürsüsünden bir milletvekili tarafından açık bir şekilde hedef gösterildi. Bu da saldırganların açık hedefi haline gelmesine neden oldu.- Doğan Öz’ün hazırladığı “Kontrgerilla Raporu” dikkate alınıp, işleme konulsaydı?Belki de 12 Eylül yaşanmayacaktı. Çünkü 12 Eylül’ün en büyük gerekçesi siyasi cinayetler ve katliamlardı. Halka ancak yeni bir yönetimle bu olayların önünün alınabileceği algısı yaratıldı. Oysa yapılması gereken derin devlet yapısıyla hesaplaşmaktı. Bugünden bakınca rapor ciddiye alınsaydı Uğur Mumcu da Hrant Dink de aramızda olacaktı.- Davanın en önemli tanığı belki de kapıcı Hayati Erdoğan. Mahkeme de mesleğinden dolayı Erdoğan’ın ifadelerinin güvenilir olup olmadığını sorguluyor. Bu açıdan da dava ilginçleşiyor...Evet, Doğan Öz cinayetinin nasıl gerçekleştiğini en iyi gören iki tanık var. Biri kapıcı Hayati Erdoğan, diğeri de ODTÜ’den Doç. Dr. Ziya Aktaş. Hayati Erdoğan, katil zanlısı İbrahim Çiftçi’yi hem Emniyet’te hem de duruşmalarda teşhis etmiş, Ziya Aktaş ise edememişti. Tapan, Doç. Dr. Ziya Aktaş’ın, Çiftçi’yi “teşhis edememesi” ile ilgili şunları dile getiriyor: “Cinayeti en iyi gören Ziya Aktaş; ‘Gözlüğümü takmamışım’ diyebiliyor mahkemede. Eşi de aynı şekilde çelişkili ifadeler veriyor. Aktaş ve eşi, dava sürerken apar topar burslu bir şekilde Amerika’ya gönderildi. Aktaş daha sonra Ecevit’in bakanlarından biri oldu. Çok tanıklı bir dava ama insanlar ifade vermeye korkuyor. Hayati Erdoğan da çok sayıda tehdit alıyor. Ama geri adım atmıyor. 170 kişi gösteriliyor, teşhis için ilden ile götürülüyor. Hayati Erdoğan, ‘Katili gördüm. Ancak ikizi varsa yanılabilirim’ diyor, o kadar emin yani. Ama Aktaş, ‘Çoluğum çocuğum var, beni azad edin’ diyor.” Buna karşın, Askeri Yargıtay, verilen idam kararını şu gerekçeyle bozuyor: “ODTÜ öğretim üyesi olan kültürlü bir tanık (Ziya Aktaş) sanığı teşhis edemezken bir kapıcının teşhis etmesi manidardır.” Mahkemenin, tanıkların mesleklerine göre aldığı bu tavır, o gün için de bugün için de kabul edilemez.YENİ DAVA BAŞLATILMADI- Dava hangi aşamada?Dava şu anda durmuş vaziyette. Herhangi bir ilerleme sağlanamıyor. Davanın yeniden ele alınması talebiyle Öz ailesi tarafından dilekçe verildi, ancak ne kabulü ne de reddi yönünde hiçbir yanıt verilmedi. Kayhan AyhanDahaİyi YargıDerneği, yargıreformu için 80öneriden oluşançalışmayıbakanlığa sundu
Daha İyi Yargı Derneği, yargı reformu için 80 öneriden oluşan çalışmayı bakanlığa sundu Daha İyi Yargı Derneği, “yargı reformunun” kısa sürede başlatılacağını duyuran iktidara 80 öneriden oluşan bir çalışma sundu. Dernek, tam bağımsız yargı ve hukukun olmazsa olmaz koşul olduğunun altını çizerek “Milli Uyuşmazlık Veritabanı oluşturulmasını, Adli Hazırlık Mahkemeleri’nin kurulmasını ve davaların 3-5 celsede bitirilmesini” önerdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, uzun zamandır bağımsızlığı ve güvenilirği tartışma konusu olan yargı konusunda reform hazırlığı içinde olduklarını açıkladı. Daha İyi Yargı Derneği ise 8 başlık ve 80 öneriden oluşan bir çalışma hazırlayarak Adalet Bakanlığı’na sundu. Dernek, “HSK, Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere yargı organları ile unsurlarının tam şeffaf, tam hesap verir ve liyakat sahibi olmaları sağlanmalı, yargı gücünün tüm organ ve unsurları tam bağımsız, kendi kendini yönetebilir, bağımsızlığını koruyabilir ve unsurlarını geliştirir şekilde güçlendirilmeli” önerilerinde bulundu.HIZLI YARGILAMADaha İyi Yargı Derneği’nin “Gelişmiş Ekonomi, Refah Artışı, İleri Hukuk ve İleri Demokrasi için 8 Başlıkta 80 Öneri” başlığıyla bakanlığa sunduğu tavsiyelerde ülkenin refahını artırmanın hukukun üstünlüğü yoluyla mümkün olduğuna dikkat çekildi. 8 ana başlık altında toplanan önerilerde, mahkemelerin yargılama süreçlerinin daha verimli çalışacak ve kaliteli hizmet üretecek şekilde geliştirilmesi gerektiği belirtildi. Bu çerçevede: Milli Uyuşmazlık Veritabanı oluşturulması gerektiği, Adli Hazırlık Mahkemeleri’nin kurulması ve yargı hizmetlerini halkın ayağına götürülerek davaların 3-5 celsede bitirilmesi tavsiye edildi.UZMAN BİLİRKİŞİDava dosyalarına rapor hazırlayan bilirkişilerin yargılamadaki amaca ve uzmanlıklarına uygun olarak kullanılması gerektiği vurgulanan önerilerde bilirkişilik sisteminin yol açtığı yozlaşmanın yargı sisteminden kopartılıp atılması gerektiği vurgulandı.ADALET YÜKSEK KURULUYargı organlarının tam hesap verirliğinin sağlanmasının gerektiği belirtilen tavsiyelerde, tüm işlem ve kararların yargı denetimine açılması, uzman ve hızlı karar verebilen bir Adalet Yüksek Kurulu’nun kurulması, yargı görevlilerini bu mahkemenin yargılaması istendi. Şeffaflık için Yargıtay tetkik hâkimlerinin raporlarının gizli olmaması gerektiği de kaydedildi.DEMOKRASİ VE EKONOMİ İÇİNDaha İyi Yargı Derneği Başkanı avukat Mehmet Gün, hazırladıkları çalışmaya ilişkin şunları söyledi: “Ekonomi, hukuk ve demokrasi birbirinden ayrılamaz bir bütündür. İlk önce yargının iyi hizmet verir, verimli, temel hak ve özgürlükleri koruyarak geliştirir, şeffaf ve hesap verir hale getirilmesi gerekir. Yargı böylelikle topluma katma değer üreterek organ, unsur ve hizmetlerine itimadı güçlendirecek, tam bağımsızlığı ve kendi kendini yönetebilir olmayı hak edecektir. Bu yapıldığında bir yandan ekonomik başarımız yükselirken diğer yandan demokrasi seviyemiz çağdaşlarıyla yarışabilir seviyelere gelebilecektir.” cumhuriyet.com.trYolsuzluğun en yüksek olduğu sektörlerin başında inşaat, enerji, madencilik ve ilaçgeliyor
Yolsuzluğun en yüksek olduğu sektörlerin başında inşaat, enerji, madencilik ve ilaç geliyor Uluslararası Şeffaflık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı E. Oya Özarslan: Pandemide içinde pasta yapım ürünleri alımı, yazlık meyve sebze alımı ya da kilitli parke yapım işi bulunan ihalelerin dahi acil koduyla yapıldığını gördük. Bunların pandemiyle ve aciliyetle ilişkileri nedir acaba? Uluslararası Şeffaflık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı E. Oya Özarslan, pandemi döneminde normalde ihaleye çıkılması gereken pek çok hal, acil etiketiyle pazarlık ve doğrudan satın alma şeklinde yapıldığını söyledi.Özarslan, 2020’nin ilk altı ayında toplam 83 milyar 913 milyon 213 liralık 203 bin 461 adet kamu alımı yapıldığını denetimin, şeffaflığın ve rekabetin sağlanamadığı alımların oranının yüzde 36’ya yükseldiğini vurguladı. “Çok önemli makamlara diploma sahteciliği yaptığı yargı kararıyla ortaya çıkmış kişilerin getirilmesi, intihal yaptığı belirtilen kişilerin rektör olarak atanabilmesi liyakat kavramının altını oyar” diyen E. Oya Özarslan ile Türkiye’de yolsuzluğu konuştuk.TÜRKİYE 100 ÜLKE ARASINDA SONDAN 97. SIRADA- Pandemi süreci Türkiye'nin yolsuzluk karnesini nasıl etkiledi, sizce iyiye mi kötüye gidiş mi oldu? Bundan sonraki süreçte nasıl bir tablo ile karşılaşacağız?Pandemi bütün dünyada yolsuzluk sürecini olumsuz bir şekilde etkiledi. Öncelikle tam demokrasi ile yönetilen ülkelerdeki yöneticiler dahi daha önce sahip olmadıkları ve özgürlükleri alabildiğine ve yer yer de keyfi şekilde kısıtlayabilen, mutlak bir karar verme gücüne eriştiler.Bu keyfi karar verme tabii ki ihaleler ve satın almalar gibi süreçleri çok etkiledi, normalde ihaleye çıkılması gereken pek çok hal, acil etiketiyle pazarlık ve doğrudan satın alma gibi şekillerde yapıldı.Örneğin, Guardian gazetesinin yaptığı habere göre İngiltere’de pandemi döneminde 1 milyar poundluk devlet ihaleleri acil koduyla ihalesiz olarak verildi.Türkiye’de ise zaten kamu ihalelerindeki şeffaflık büyük ölçüde azalır ve daha çok tartışma konusu olurken Pandemi dönemindeki acil durumun kamu otoriteleri tarafından gittikçe daha çok kullanılmaya başladığını görüyoruz. Bu konuda yaptığımız bir çalışmaya göre içinde pasta yapım ürünleri alımı, yazlık meyve sebze alımı ya da kilitli parke yapım işi bulunan ihalelerin dahi acil koduyla yapıldığını gördük. Bunların pandemiyle ve aciliyetle ilişkileri nedir acaba?Ayrıca Covid19 dönemindeki veri şeffaflığı konusunda da Türkiye’nin problemler yaşadığını biliyoruz. Dünyadaki tüm ülkelerin Covid dönemindeki veri şeffaflığını inceleyen endekse göre Türkiye 100 ülke arasında sondan 97. ve bu konudaki kötü sicili ile dünyadan bilgi sakladığı anlaşılan Çin’in dahi gerisinde görünüyor. Baştan beri toplumun çeşitli kesimleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından verilerin doğru açıklanmadığı kaygıları dile getirilirken, pandeminin başlamasından tam sekiz ay sonra asemptomatik sayıları da içeren genel sayılar açıklanmaya başladı, çok tartışmalı vaka hasta ayrımı kalktı ve sayılar dramatik olarak bir gün içinde değişti.TAKİPSİZLİK KARARLARI ARTTI- Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2019 verilerine göre, Türkiye yolsuzluklarla ilgili kritik bir süreç yaşıyor. Dünya Yolsuzluk Algı Endeksi’nde bir yıl içinde 13 sıra düşerek 180 ülke arasında 91. sıraya geriledi. Ne oldu da Türkiye bu noktaya geldi?Türkiye Avrupa Birliğine aday ülke olmasını takiben bazı reformlar yapmış ve yolsuzlukla mücadele konusundaki bazı uluslararası anlaşmalara taraf olmuştu. Ayrıca ülke içinde estirilen demokratikleşmeye doğru gidildiği izlenimini veren reformlar ve örneğin Bilgi Edinme Kanunu‘nun hayata geçirilmesi gibi bazı yapısal yasal değişiklikler de gerçekleşmişti. Tüm bunlar Türkiye’nin bu konuda kesin adımlar atacağı izlenimini verdi ve Türkiye’nin Yolsuzlukla Mücadele Endeksindeki yeri önceki yıllarda göreceli olarak birkaç puan arttı. 2013 yılından sonra ise taraf olunan bu anlaşmaların uygulamadaki yetersizlikleri, OECD, AB, BM gibi bizzat bu uluslararası kurumların incelemeleri ve eleştirileriyle ortaya kondu. Mevzuata getirilen bilgi edinme kanunu gibi uygulamaların özümsenemediği ve aslında kamuoyuna hiç de yeterli bilgi verilmediği anlaşıldı. Bu gibi hususlar bu konuda puanımızın düşmesine sebep oldu.Ayrıca Türkiye’deki en büyük yolsuzluk iddialarının araştırılması soruşturulması ve dosyaların yargılanmadan kapanması gibi hususlar yolsuzluk konusunda cezasızlık yaşandığı gibi bir sonuca sebep oldu. Adalet Bakanlığı’nın 10 yıllık istatistiklerine dayanarak yaptığımız bir çalışmaya göre rüşvet, nüfuz ticaret gibi yolsuzluk suçlarında verilen takipsizlik kararları yüzde 23’ten yüzde 45’e çıkmıştır. Bu konunun nedenleri üzerinde durmalı.Yine kamuoyu ihalelerinin şeffaflığının azalması ve çok büyük ihaleler ve projelerin iktidara yakın birkaç büyük şirkete verilmesi de yolsuzluk konusundaki algımızın gittikçe düşmesini sağlayan bir başka etkendir.YOLSUZLUK YATIRIMLAR İÇİN RİSK OLUŞTURUYOR- Bu sıralama Türkiye’ye bakışı nasıl etkiliyor, yatırım çekme konusunda zaten kötü durumda olan Türkiye bu sıralamadan nasıl etkileniyor?Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının gittikçe azaldığını biliyoruz, son beş yılda bu rakamın yüzde 54’e kadar gerilediği belirtiliyor.Yabancı sermayenin istikrar aradığını, para ve mülkiyetinin güvencesi gibi kavramlara önem verdiğini, yatırımının güvenli limanlarda gerçekleşmesi için arayışlarda bulunduğunu da biliyoruz. Özellikle yolsuzluk gibi kavramlar, yabancı yatırımlar için bu konuda bir risk oluşturuyor.Ayrıca uluslararası anlaşmalar ve Amerika İngiltere, Fransa ve benzeri gibi ülkelerde getirilen yolsuzlukla mücadele yasaları dolayısıyla özel şirketler tüm dünyadaki faaliyetlerinin yolsuzluğa karışmaması için birebir sorumluluk altında. Bu yüzden artık yolsuzluk endeksinde düşük notlara sahip ülkelere girerken çekiniyor, bir kere daha düşünüyor ve bunu kararlarında olumsuz bir risk puanı olarak dikkate alıyorlar.EN FAZLA YOLSUZLUK İNŞAAT VE ENERJİDE- Türkiye’de en fazla yolsuzluk, hangi kurumlarda yapılıyor, neden?Tüm dünyada yolsuzluk riski taşıyan sektörler arasında inşaat ve yapım işleri enerji ve madencilik, ve ilaç gibi alannlarda faaliyet gösteren sektörler riskli sektörler olarak kabul ediliyor ve daha çok yolsuzluğun da en çok bu en üst sıralarda yer alan sektörlerde olduğu belirtiliyor.Türkiye’de de bu konuda dünyadaki eğilimleri izleyen bir süreç görülmektedir. Son yıllarda en çok büyüyen sektörler de bunlar zaten.Ayrıca bizim 2016 yılında yaptığımız bir araştırmaya göre Türkiye’de siyaset kurumu ve yerel yönetimlerin en problemli alanlar olduğu halkımız tarafından da ifade edilmektedir.KÂR DEĞİL BÜYÜK ZARAR VAR- Türkiye’de yolsuzluğa neden olan yöntemlerin başında neler geliyor?Yine bu yukarıda bahsettiğim 2016 yılındaki araştırmamızdan imar işlemleri, ruhsat işlemleri gibi bürokratik yapıda olan, pek çok izin ve idari işlemin gerçekleştiği, birden çok kişi ya da merciin karar verici olarak katıldığı, keyfi davranma imkanının çok ve denetimin az olduğu hallerde yolsuzluğun daha çok gerçekleştiği görülüyorYolsuzluğa açık işlemlere en çok, büyük paraların el değiştirdiği, keyfi uygulamaların mümkün olduğu ve az denetimin bulunduğu ortamlarda rastlanır.Küçük ölçekli yolsuzluklarda digitalleşmenin ve ödemelerin online yapılmasının yolsuzluğu bir miktar önlediğini biliyoruz. Örneğin, önceki yıllarda trafik polisinin rüşvet aldığından bahsedilirken şimdi EDS gibi yöntemlerle bu azaldı. Öte yandan büyük ihaleler yoluyla büyük ölçekli yolsuzluk yapmak çok daha mümkün.Türkiye, kamu yatırımları için son yıllarda kamu özel işbirliği yoluna gitti ve bu yolla kamu kaynaklarının dağıtılmasını sağladı. Bu kaynakların da daha çok belli gruplara gittiği görülüyor, sözleşmeleri şeffaf değil, kar edeceği düşünülürken büyük zararlar var, çok yakından incelenmeli.- Ne oldu da yolsuzluk bu kadar artış gösterdi. Kamu ihale kanunu çok fazla değişiyor. Sayıştay'ın yetkileri tırpanlandı, bunun etkisi ne kadar?Kamu ihaleleri kamu kaynaklarının dağıtılmasında kritik öneme sahip ve açık ihale sistemi büyük oranda azalma gösterdi. Kamu İhale Kurumu (KİK) istatistiklerinden elde ettiğimiz bilgiye dayanarak 2004-2019 yılları içinde kamu ihalelerindeki değişimi inceledik. Buna göre açık ihale ile verilen mal ve hizmet alımlarının oranı yüzde 75’ten yüzde 63’e indi. Ki mega projelerin KİK kapsamından çıkarıldığı dikkate alınırsa, bu rakamın çok daha düşük olacağı görülecektir.Türkiye’de devlet dağıttığı kaynaklar, ya da vergi indirimi, vergi affı sağlamak vb gibi işlemlerdeki yetkisi düşünüldüğünde halâ ekonomide çok önemli bir güçtür, bu sebeple bu işlemlerin hepsi de çok kritik önemdedir.Sayıştay raporları, her şeye rağmen yolsuzluğun en iyi saptandığı denetim mekanizmalarındandır. Bu konudaki en büyük sorun, yolsuzluk usulsüzlük gibi konuların raporda belirtilmesine karşın, bunlarla ilgili işlem yapılmaması, suç duyurusunda bulunulup, yargı mekanizmasının işlememesidir.RÜŞVETE 1 TRİLYON DOLAR HARCANIYOR- Yolsuzluğun neden olduğu ekonomik kayıp miktarı ne kadardır?Türkiye’de benim bildiğim kadarıyla buna ilişkin bir araştırma yok, yapmak da kolay değil, çünkü doğası gereği yolsuzluk gizli gerçekleşen bir işlem ve bu konuda bir veri yok.Dünyada yapılan çalışmalar ise gayrisafi milli hasılanın yüzde 5’i kadar bir bölümün yolsuzluğa gittiğini söylüyor bize. Dünya Bankasının verilerine göre ise yılda 1 trilyon dolar sadece rüşvete harcanıyor dünyada.LİYAKAT TEMEL İLKE OLMALI- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birçok kurum Saray’a bağlandı, birçok bağımsız kurum kapatıldı. Liyakat yok sayılıyor, bu durumun yolsuzluğa etkisini değerlendirebilir misiniz?Kayırmacılık, eski deyimiyle torpil tipik bir yolsuzluk çeşididir. Kamu Etik Kurulunun önceki yıllarda yaptığı bir çalışmada da kayırmacılığın ülkemizde en çok yaşanan yolsuzluk türü olduğu belirtiliyordu. Liyakat ve işin hak edene verilmesi ise bunun panzehiridir.Çok önemli makamlara diploma sahteciliği yaptığı yargı kararıyla ortaya çıkmış kişilerin getirilmesi, intihal yaptığı belirtilen kişilerin rektör olarak atanabilmesi liyakat kavramının altını oyar. Toplumda bilgiye, emeğe, adalete olan inancı yok eder, kurumları etkisizleştirip, çürüterek yok eder. Demokrasiye olan güveni sağlamak, etkin işleyen bir sisteme sahip olmak için liyakati temel ilke haline getirmek gerek.- Wealth Fund'un araştırmasına göre, 2016 yılından 2019'a kadar, Türkiye'den 1 milyon dolar ve üzeri meblağda 17 bin 100 hesap yurtdışına çıkmış. Neden böyle bir yönteme başvuruluyor?Malı, mülkü konusunda güvence hissetmeyen, mülkiyet hakkının tanınmayacağını, yargının bağımsız olmadığını ve haklarının korunmayacağını düşünen çok kimse var, bu da insanlarımızı, iş insanlarımızı başka ülkelere yatırım yapmaya, mal varlıklarını yurtdışına taşımaya yöneltiyor. Bir yandan yaşanan beyin göçü de dikkate alındığında, Türkiye'nin hem sermaye hem de insan gücü, emeği açısından büyük kayıp yaşadığını söylemek mümkün.- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu önceki döneme ait bazı yolsuzluk dosyalarına yargıya taşıyacağını açıkladı, bu tablo bize neleri gösteriyor?2016 yılında yaptığımız çalışmaya göre, siyaset ve yerel yönetimler halkımız tarafından ülkemizde en çok yolsuzluğun olduğu kurumlar olarak görülmekteydi. Son yerel seçimlerden sonra ise özellikle büyük şehir yönetimlerinin şeffaflığı temel bir ilke haline getirdiğini, bu konuda yeni bir çok uygulama yaptığını ve bunun da halkta karşılığının olduğunu görüyoruz. Bence demokrasi gibi yolsuzluğa karşı mücadele de yerelden ve halkın talebiyle yükselecek.TÜRKİYE’NİN NOTU 100 ÜZERİNDEN 39- Türkiye’de yolsuzluğun yapısallaşarak siyasi, ekonomik, toplumsal sistemin bir parçası haline geldiğini söylemek mümkün mü?Yolsuzluk Algı Endeksinde notu 50 puanın altında olan ülkeler yolsuzluğun çok rastlandığı ve sistemik olarak yaşandığı ülkeler arasında kabul edilir Türkiye’nin notu 100 üzerinden 39, bulunduğu yer ise 180 ülke arasında 91. sıradadır.CEZASIZLIK ORTADAN KALDIRILMALI- Yolsuzluğu en aza indirmek ve gerçek anlamda şeffaflığı sağlamak için acilen atılması gereken adımlar nelerdir?Öncelikle kanunlar etkin uygulanmalı ve yolsuzlukta “Cezasızlık” ortadan kaldırılmalı! Medya özgürlüğü tam sağlanmalı, yolsuzluğu yazan çizen bu konuda kaygı dile getiren, araştıran gazetecilere yönelik dava açma gibi uygulamalar sona ermeli.Yolsuzluk konusundaki uluslararası sözleşmelere tam anlamıyla uyum sağlanmalı. Kamu tarafından dağıtılan kaynaklar tam anlamıyla şeffaf açık bir ihale sistemiyle gerçekleştirilmeli.Siyaset ve ticaret arasındaki muğlak ilişkiler önlenmeli, siyasi etik yasası çıkarılmalı, siyasetin ekonomiye müdahalesi ortadan kalkmalı. Bilgilerin halkla şeffaf, güvenilir, standart bir şekilde paylaşması sağlanmalı, halkın görüşleri önceden alıp süreçlere katan şeffaf katılımcı bir yönetim anlayışı hayata geçmeli. Şehriban Kıraç