Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 03.15.2025, 06:25 AM (GMT)

News - Haberler

Örülen, yıkılan duvarlar

Örülen, yıkılan duvarlar “Hey Hocam. Bizi rahat bırak... Düşüncelerimizi kontrol etme”. Sene 1979. “Hey Hocam. Bizi rahat bırak... Düşüncelerimizi kontrol etme”. Sene 1979. Gelmiş geçmiş en iyi rock gruplarından Pink Floyd savaşlara, bozuk eğitime, ırkçılığa bu sözlerle isyan ediyor. Şarkının ismi (Otorite dediğin) “Duvardaki başka bir tuğla...”  Aslında duvar her dem gündemde bir konu. Nerede ikilem var, ortasında bir duvar. Örneğin Berlin Duvarı. 46 km. uzunluğundaydı. 1961’de inşa edilmişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’yı cart diye ortadan ikiye böldü. Komünist fikirli Doğu’ya karşı emperyalist Batı. Duvarı aşmaya yeltenen ya mayın tarlasında parçalanıyor ya da vuruluyordu. Altından tünel kazanlar, tepesinden ev yapımı balonla uçarak kaçanlar bile oldu. 1989’da bu “utanç duvarı” nihayet yıkıldı. Almanya birleşti. Anında düzen değişti. Duvarın tuğlalarını turistlere sattılar. Bende de var bir tane. Arada bakıyorum. Çekilen onca acıya karşı nasıl da duyarsız. Duvar işte. Son yılların en önemli duvar projesi ise Trump’a ait. Müteahhit kökenli olunca Meksika sınırına betonarme bir yapı inşa etmeyi tasarlamıştı. Ülkesini “Meksikalıların istilasından” koruyacak, ABD’yi tekrar “harika” yapacaktı. Bu ırkçı duvar söylemi 2016’da Trump’a seçim kazandırdı. Velakin sadece duvar sözü olarak kaldı.‘VERİ’ KİMDEYSE GÜÇ ONDA...2020’de başka bir Floyd, George Floyd, ABD’de ve dünyada ırkçılık duvarlarını çatlattı. Siyahtı. Sokak ortasında polis tarafından katledilmişti. Milyonlarca kişi “Siyahların Hayatı Değerlidir” diyerek isyan etti. Protestolar öyle bir hal aldı ki yüzyıllar önce devrin kâşifi kabul edilen Kristof Kolomb, ırkçılığın sembolü oluverdi. Kolomb heykelleri yıkıldı. Trump duvar peşindeyken eldeki heykellerden oldu. Sonunda da koltuğundan... Hatta çok sevdiği Twitter’ından. O duvar örecekken, dijital dünya Trump’a karşı duvar ördü. 6 Ocak’ta realite şov izler gibi Trump holiganlarının Kongre binasını basmalarını hayretle izledik. Bu hareketleriyle seçim sonucunu değiştirmek bir yana dursun, Trump’ın sosyal medyadan atılmasına neden oldular. Ve Pandora’nın kutusu açıldı: Toplum menfaatı için bile olsa, demokratik bir ülkede, bir devlet başkanın fikirlerini yayması ne zaman engellenebilir? Bu kararı kim verebilir?  Almanya Başbakanı Merkel’e göre, Twitter’ın patronu değil. “Şayet bir devlet başkanına engel konacaksa buna hukuk ve devlet sistemi karar vermeli. Şahıslar veya özel şirketler değil.” Ocak ayında net anladık. Güç artık ne devlette ne devlet başkanında. “Veri” kimdeyse onda. Her mesajımızın, sosyal medyadaki her beğenimizin, kredi kartıyla yaptığımız her alışverişin birileri tarafından didik didik tarandığı, tanımlandığı, bizi bizden daha iyi tanıyan akıllı programların insafında olduğumuz, görünmez dijital duvarlarla örülü bir dünyamız varken, duygu ve düşüncelerimiz manipülasyona bu derece açıkken... Ne gerek var tuğlaya, betona...  Covid-19 dönemiyle evde kala kala, işimiz, eğitimimiz, arkadaş sohbetimiz zaten dört duvar arasında dijitalleşti. Mesaj platformu WhatsApp’ın 2 milyarın üstünde kullanıcısı var. Kullanıcı bilgilerini 8 Şubat’tan sonra ana firması Facebook ile paylaşacağını duyurdu. İki firmanın da sahibi aynı kişi: Mark Zuckerberg. Tek bir adamın bunca veriye sahip olup, hayatımıza büyük bir güçle dahil olması panikletti. Hep bir ağızdan Pink Floyd söylüyoruz: “Hey Mark... düşüncelerimizi kontrol etmeyi bırak”.Peki, mesaj platformları arasında kötünün iyisi hangisi? WhatsApp’ı bırakıp, Rus Telegram’a mı geçsek? Yoksa içerik engelsiz olduğu için kimi protestocuların da tercih ettiği Signal’e mi? Signal’i 4 Ocak haftası 8.8 milyon yeni kullanıcının indirdiği düşünülürse (bir önceki haftanın 246 bin katı!) duvarı yıkamasak da bir çaba zorluyoruz. Özetle duvarlar çeşit çeşit. Tellisi, tuğlalısı, görüneni, görünmeyeni... En son modeli ise: “Bağışıklık” duvarı.Pasaportumuzun değerine göre sınırların bize açık veya kapalı olmasına alışmıştık. İsviçreliysen şanslısın. Pasaportun kıymetli. Seyahat engelsizsin. Türksen yarı engelli, dünyada 55. değer sırasındasın, gibi.AŞI PASAPORTU TARTIŞMASIAVM’ye bile HES kodsuz giremediğimiz 2021’de ise artık en yetkin pasaport, Covid-19 aşı damgası bulunan olacak gibi. Avrupa ülkeleri Schengen vizesinin yanında aşı pasaportu planları konuşmaya başladı. Aşının markası da önemli. Şayet Moderna veya BioNTech değilse, kapıda kalırsın diyenler var. Oysa derimizin rengi gibi aşı tipini seçme özgürlüğümüz de yok. Yaşadığımız ülkede ne çıkarsa bahtımıza. Afrikalı demez mi  “-70 derecede tutulması gereken BioNTech aşısı bizim köyde vardı da biz mi olmadık?”... İsviçre, aşıya ulaşabilen dünyadaki 40 varlıklı ülkeden biri. 15.8 milyon doz BioNTech, Moderna ve AstraZeneca siparişiyle teoride nüfusunun tamamını aşılayabilecek. Ancak, aşıların üretim hızı ile İsviçre’nin ağır kanlılığı birleşince bu süreç aylar hatta yıllar alabilir. Bugün İsrail 8.6 milyonluk nüfusunun yüzde 40’lara varanını aşıladı, aynı nüfustaki İsviçre ise sadece yüzde 2’sini. Çünkü kendi içinde 26 kantona bölünmüş federasyonda, her kanton kendi bacağından asılıyor ve kendi kafasına göre aşılıyor. Örneğin Lucerne’liysen hazirana kadar topyekûn aşılanacaksın. Şayet kanton Vaud’a yaşıyorsan ve daha önce Covid geçirdiysen aşılanmayı unut. Diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak ulusal bir E-nabız da olmayınca, hangi kanton kimi aşıladı, ne kadar aşı kullandı bilinmiyor. Hükümet, “ulusal veri tabanı kuralım bu işi çözelim” diyor ama 4 kanton yanaşmıyor. İstedikleri kendilerine özel bir sistem. Pink Floyd’a bağlamışlar: “Hey Hükümet! Bizim verimizi bize bırak”. Gizlilik ülkesi İsviçre’de aşı kararı da kişisel sağlık bilgilerinin gizliliğinin derecesi de posta koduna göre değişiyor. Velhasıl hem İsviçre’de hem AB’de bağışıklık duvarının sınırları tartışılıyor. 2021’de örülen duvarlar gözle görülmüyor. [email protected] Aslıhan Dağıstanlı Aysev(Cenevre)

Partili cumhurbaşkanlığısorunu ve demokrasi

Partili cumhurbaşkanlığı sorunu ve demokrasi 1950 öncesi DP’nin en önemli politik hareketi, partili cumhurbaşkanı sisteminin ortadan kaldırılması mücadelesidir. DP’nin devamı olduğunu söyleyen AKP, DP’nin ideallerinin tersini yapıyor. Demokrasi, insan aklının yarattığı bir yönetim sistemidir. Çağdaş, evrensel demokrasiye hatalardan çıkarılan dersler ve yüzyılların deneyimleri sonucu ulaşıldı. Demokrasi ilkeleri, uzun deneyimler sonucu, eksiklerin giderilmesi yoluyla geliştirildi.Demokrasinin en önemli ilkelerinden birisi de devlet başkanlığı makamının tarafsız ve partisiz olmasıdır. İleri demokrasilerde bu durum kesin bir ilke olarak kabul edilmektedir.Tarafsız devlet başkanı, çağdaş anayasalarda mutlak sorumsuzlukla güçlendirilmiştir. Bunun nedeni, hükümetle parlamento arasında ya da siyasal partiler arasında çıkan uyuşmazlıklarda devlet başkanının tarafsız ve etkin hareket edebilmesini sağlamaktır. Batı dünyasındaki ve ülkemizdeki anayasa kitapları, bu konuda tartışmasız ve elbirliği ile şöyle yazıyor:EVRENSEL KURAL“Devlet başkanının siyasi bakımdan sahip olduğu mutlak sorumsuzluk, onun mutlak siyasi tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif tarafsız bir kişidir. Zira devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu sebeple asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya şahsı açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Tenkit ya da onaylama değil, uyarma ve irşattır, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha ziyade manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”Bu tanımlama sonunda, devlet başkanına verilen görev ve nitelikler, onun mutlak sorumsuzluğunu ve mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı, partiler üstü, tarafsız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareket beklenmiyor. AVRUPA’DA DURUMİngiltere meşruti bir krallıktır ancak Avrupa’nın en eski, en köklü, en ilerici demokrasisidir. Kral ya da kraliçe günlük siyasete karışmaz ve ülkenin birliğini temsil etmektedir.Avrupa’nın en ileri sanayi ülkesi Almanya, siyasal yaşamında çok acı bir dönem yaşadı. 1930’larda genel seçimi ve demokratik araçları kullanarak iktidara gelen Hitler, adım adım otoriter bir rejim kurdu. Nazi-Hitler diktatörlüğünü yaşayan Almanlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra evrensel ve ileri parlamenter sistemi kabul etti. Siyasal iktidarı sınırlayan ve denetleyen demokratik yeni anayasalarını yaptılar. Bugün Almanya, “mutlak sorumsuzluk” ruhuyla güçlendirilmiş, tarafsız ve partisiz devlet başkanlığı sistemini kabul etmiştir.Faşist Mussolini dönemini yaşayan İtalya, askeri diktatörlük dönemlerini geçiren İspanya ve Portekiz de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra parlamenter sistemi ve partisiz Cumhurbaşkanlığı modelini kabul etti. İskandinav ülkeleri İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda ve Finlandiya -kimisi hâlâ krallığı yaşatsa da- tarafsız ve partisiz devlet başkanlığı modelini benimsemiştir. Fransa’da uygulanan yarı başkanlık, parlamenter sistemle başkanlık sistemini birleştiren karma bir modeldir.Buna göre halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı önemli yetkilere sahiptir. Ancak meclisten güvenoyu almış bir bakanlar kurulu ile birlikte çalışmak zorundadır. Cumhurbaşkanı, partiler arası konularda anayasa gereği tarafsız kalmaya titizlik gösterir. ABD’DEKİ DURUMABD’de katı kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı başkanlık sistemi, 200 yılı aşkın süredir uygulanıyor. Başkan seçilen kişi, kendi partisinden istifa etmek zorunda değildir. Ancak ABD sistemi kesin kuvvetler ayrılığı ilkesine dayandığı için başkanın yetkileri sınırlandırılmıştır. Başkanın önemli kararlarının Senato tarafından onaylanması gerekir. Sistem, güçlü “denge ve denetim” araçlarına sahiptir. ABD Anayasası’nın temel ilkesi siyasal iktidarın anayasal çerçeve ile sınırlandırılması kuralına dayanır. Ayrıca ABD, federal bir sistemle yönetildiği için zaten eyaletlerde seçimle gelen valiler ve her eyalette ayrıca meclisler vardır. Başkanın temel görevi, dış politika ve eyaletler üstü konulardır.1961 ANAYASASIİkinci Dünya Savaşı sonrası evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan, seçimle oluşan Kurucu Meclis, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisini kabul etmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı tarafsız ve partisiz konuma getirilmiştir.Böylece Türk siyasal yaşamında “Partili Cumhurbaşkanı” modelinin ardından 1961 Anayasası ile “tarafsız ve partisiz devlet başkanı” modeli kabul edilmiştir.Ancak 2017’de yapılan halkoylaması ile “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında dünyanın hiçbir ileri ülkesinde görülmeyen “partili Cumhurbaşkanlığı” modeline dönüldü.20 aya yaklaşan uygulamalar sonunda sistemin büyük sorunları açıkça ortaya çıkmış bulunuyor.Bu girişten sonra ülkemizde “partili Cumhurbaşkanlığı” modelinin geçirdiği aşamalara kısaca göz atmalıyız. 23 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, ardından 15 yıl içinde çağdaşlaşma hamleleri ve aydınlanma devrimlerinin uygulanması dönemleridir. ÇOK PARTİLİ SİSTEMBu dönemde iki kez çok partili sisteme geçiş yapılmış ancak başarılı olunamamıştı.Sağcı iktidarlar tarafından bu dönem, “partili cumhurbaşkanlığı” devri ve “tek parti iktidarı” olarak eleştirilir, itibarsızlaştırılır.Yeni bir devletin kurulma evresi olduğu unutulur. Oysa o dönemde Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franko ve Portekiz’de Salazar diktatörlüklerini sürdürüyordu. Ünlü siyasetbilimci Prof. Dr. Maurice Duverger’in açıkça ortaya koyduğu gibi, “Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır...”TEK PARTİ KONUSUFransız siyasetbilimci Prof. Dr. Duverger, tek parti konusu ile ilgili şunları yazıyor: “... Türk tek parti sistemi, hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamış; tekele resmi bir nitelik vermemiş, liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden daima rahatsızlık, utanç duymuştur.” (1)Duverger, kitabının “Tek Parti ve Demokrasi” bölümünde Atatürk Türkiyesi için şu yargıya varıyor: “1923 sonrası Türk evrimidir. Türkiye engelsiz ve sıkıntısız şekilde tek parti sisteminden plüralizme (çoğulculuğa) geçmiştir. Bugün, Ortadoğu devletlerinin en demokratik olanıdır.” Duverger’e göre “basiretle uygulanan bir tek parti yönetimi bugün gerçek bir demokrasinin kuruluşunu mümkün kılacak...” altyapıyı geliştirmiştir. (2)Aslında sadece Prof. Duverger değil, Batılı tüm bilim insanları da böyle düşünüyor. Bunları bu makalede birer birer saymaya gerek yok…GELİŞMELERBu tespitlerden sonra “partili cumhurbaşkanı”ndan “partisiz ve tarafsız cumhurbaşkanı”na geçişin tarihsel gelişimi üzerinde kısaca durabiliriz. 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, seçildiği günden itibaren yönünü çok partili demokratik sisteme çevirdi. Şöyle ki:1. İnönü seçildikten iki ay sonra 1939 yılı başında İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, çok partili demokrasiye geçileceği konusunda açıklamalar yaptı.2. 29 Mayıs 1939’da toplanan CHP 5. Kurultayı’na başbakanın, parti genel başkanvekili, illerde valilerin il başkanı olması kuralı kaldırıldı.Ancak çok partili demokratik sistem yolunda gidilirken tam bu sırada 1 Eylül 1939’da II. Dünya Savaşı başladı. Türkiye’nin dört bir yanında süren savaş nedeniyle çalışmalar ve tüm yoğunlaşma savaş dışı kalmaya verildi. İkinci Dünya Savaşı, Eylül 1945’te bitince çok partili sistem için girişimler yeniden başladı. 3. Nitekim 19 Mayıs 1945’te Gençlik ve Spor Bayramı’nda yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı İnönü, demokrasi ve çok partili sisteme geçiş konusunda olumlu sinyaller verdi.4. 12 Ekim 1945’te ABD Senato üyesi Claude Pepper, İnönü’yü ziyaret etti. İnönü, aynen “Kendimi Millet Meclisimizde bir muhalefet partisi başkanı olarak gördüğüm gün hayatımın vazifesini yerine getirmiş sayacağım” diyordu. (3)5. 1 Kasım 1945’te İnönü, “Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisi karşısında bir muhalefet partisinin bulunmamasıdır. Bu konuda iki kez tecrübe yaptık. Bunların başarılı olmaması talihsizliktir” diyordu.8 Temmuz 1946’da genel seçimler yapıldı. Katılım oranı yüzde 85 oldu. CHP 395, DP 64 milletvekili kazandı. DP seçimleri eleştiriyordu. Haklı olduğu noktalar vardı. Henüz başlayan demokratik hayatta partiler arasında sert tartışmalar da oluyordu. Nihat Erim’in “Demokrasinin üzerine bir şal örtebiliriz” söylemi, sert eleştirilere neden oldu.Seçimlerden hemen sonra Meclis’teki bütçe görüşmeleri de çok sert geçmişti. Başbakan Recep Peker, kürsüden “DP adına konuşan Adnan Menderes’in sesinde, kötümser ve psikopat bir ruhun ve hasta bir ruh halinin akislerini dinledik” deyince DP milletvekilleri Meclis’i terk etti. İktidar ve muhalefet partileri (CHP-DP) arasındaki ilişkiler, 1947 yılının şubat ayında yapılan muhtar seçimleri ve nisan ayında yapılan İstanbul ara seçimleri sonrasında iyice gerilimli bir durum almıştı. Cumhurbaşkanı İnönü, konuya tarafsız yaklaşıp bu sert havayı yatıştırmaya çalıştı. 12 TEMMUZ BİLDİRİSİHenüz çok partili sisteme adım atılırken Cumhurbaşkanı İnönü, “Ben her iki partiye de aynı mesafedeyim” diyerek konuya el attı. Başbakan Peker ile DP Genel Başkanı Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:“...Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, aynı iktidar partisinin şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm... Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”DEMOKRASİ VE GÜVENİnönü bildirisinde şöyle diyordu:“Varmak istediğim sonuç, başlıca iki parti arasında temel koşulun yani güvenin yerleşmesidir.Muhalefet güvensizlik içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığına inanacak ve güvenecektir.”İnönü, Cumhurbaşkanı olarak partiler üstü, tarafsız bir rol üstlenmişti. Zaten 12 Temmuz bildirisinden 2 ay sonra da Recep Peker başbakanlıktan ayrıldı.İnönü, tarafsız devlet başkanı olduğunu göstermiş, kendi partisini kenara iten, iktidar ve muhalefet partilerine karşı eşit uzaklıkta yansız bir tavır sergilemişti.  12 Temmuz bildirgesi, DP içinde de rahatlatıcı bir etki yapmıştı. Yürürlükte olan 1924 Anayasası’nda tarafsız cumhurbaşkanlığına ait bir kural yoktu. Ancak Cumhurbaşkanı İnönü uygulama ile bunu yaratıyordu. DEMOKRAT PARTİ KARŞIBu tarihi gerçekleri ortaya koyduktan sonra yine bugünlere gelelim. AKP, daima kendisini DP’ye benzetmek ve köklerini DP’ye bağlamak istiyor. Oysa 1950 öncesi DP’nin en önemli siyasi konularından birisi partili cumhurbaşkanlığı sorunuydu. DP, partili cumhurbaşkanı modeline şiddetle karşı çıkıyordu. İşte DP’nin 1946 seçimlerinde yayımladığı seçim bildirgesinden bir paragraf:“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması icap eden devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin tarafında yer alması diğer partileri gayet nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri prensibine aykırı durumlar yaratmaktadır.” Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır. (19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)DP, açıkça şunları söylüyordu: 1. En önemli makam, Cumhurbaşkanlığı makamıdır.2. Bu makam tarafsız olmalıdır.3. Böylesi bir makamın bir partinin elinde olması, partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışmaları ilkesine aykırıdır.Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, bu bildiri ve düşüncelerden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önce DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır. 1957 SEÇİMLERİ SONRASI VE MENDERESBilindiği gibi 1957 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, giderek tarafsızlığını kaybetti. DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa, tarafsız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlayabilirdi. 1950’lerin son yıllarında DP-CHP ilişkisi sert bir duruma gelmişti. 1960 İhtilali’nden sonra merhum Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Babam Adnan Menderes, s. 87-88)İnönü, 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle bunu yapmış, kendi partisiyle muhalefetteki DP’yi uzlaştırarak 1950’deki hür seçimlerin yolunu açmıştı. Aydın Menderes, “Bayar da öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor.Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa etrafında toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir tarafsız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak kısır politik görüşler politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.Tüm bu nedenlerle yukarıda belirtildiği gibi 1961 Anayasası, partisiz cumhurbaşkanlığı ilkesini kabul etti. (Madde-95) Daha sonra kabul edilen 1982 Anayasası da aynı ilkeyi benimsedi. Parlamenter demokratik sistemde tarafsız cumhurbaşkanı devlet başkanıdır. Devletin birliğinin ve ülkenin bütünlüğünün simgesidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bugün ülkemizde uygulanan sistem, bu temel ilkeyi altüst ediyor, halk kitleleri arasında ayrışmalara neden oluyor.Politik ayrışmalara neden olan bu sistemi bir an evvel bırakmak ve partisiz cumhurbaşkanlığı sistemine dönmek gerekiyor. MEŞRUİYET TARTIŞMASICHP Genel Başkanı’nın “Sözde Cumhurbaşkanı” eleştirisinden sonra AKP sözcüleri, Kılıçdaroğlu’na çatarak “bununla bir vesayet rejimi getirilmek istendiği” ya da “anayasanın meşruiyet sınırlarının zorlandığı” görüşünü ileriye sürdü.Kimi yazarlar, anayasal bir kurum olarak “Cumhurbaşkanlığı sisteminin eleştirilemeyeceğini” ileriye sürüp böylesi eleştirilerin “meşruiyet krizi” yaratacağını iddia ediyor. HUKUKSAL DURUMBu konuda hukuksal durum kanımızca şöyledir:Bugün uygulanan “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Ancak yapılan bir halkoylaması sonunda kabul edilmiştir. Erdoğan da seçimle bu makama gelmiştir. Bu noktalar açıktır ve bu konuda hiçbir kuşku yoktur. Bu durumun “gayri meşru olduğu” ileriye sürülmüyor. Ancak bu sistemin evrensel ve çağdaş demokrasi ilkelerine ters düştüğü görüşü dile getiriliyor. Böyle bir eleştiri de hem muhalefet partilerinin hem de her vatandaşın doğal demokratik hakkıdır. 75 YILLIK TARTIŞMABu yazımızda 75 yıldır üzerinde tartışılan “partili cumhurbaşkanlığı”, “tarafsız devlet başkanlığı” konuları üzerinde duruldu. Anayasal ilkeler, Avrupa’daki durum ve bu hassas konunun Türkiye’de geçirdiği aşamalar özetlendi. Konuyu şöyle bağlayalım:- Cumhurbaşkanlığı, anayasamıza göre en önemli siyasal makamdır.- Cumhurbaşkanlığı, tüm Türk milletinin kabul ettiği en büyük makamdır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesidir.- Cumhurbaşkanı, ayrımcı değil, tüm halkı kucaklayıcı olmalıdır.- Demokraside halkın değişik partilere yönelmesi doğaldır ama cumhurbaşkanı ağırlığını bu partilerden birisi lehine koyup diğerlerini kötüleyemez.Ne yazık ki bugün ülkemizde Cumhurbaşkanlığı makamında bir siyasal partinin genel başkanı oturuyor ve daima kendi partisini öne çıkarıyor. Diğer partilere hakaret ediyor. Milleti, halkı bütünleştirmesi gereken devlet başkanı, halkı ayrıştırıyor. İşte bu nedenlerle halk da bu uygulamayı beğenmiyor. Bu nedenle yapılan tüm anketler sistem hakkında olumsuz sonuçlar veriyor. Türk demokrasisi büyük bir çelişki yaşıyor.Çok güzel atasözlerimiz vardır: “Bu sıkleti (ağırlığı), bu terazi kaldırmıyor”. İşte bugün uygulanan partili başkanlık sistemi böyledir. (1) Maurice Duverger, Siyasi Partiler, 2. Basım, Bilgi, 1974, s.360-364.(2) Age.s.364. (3) Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Hatırlarken, Doğan Kitap, 1995, s.178. Alev Coşkun

Hem gülümsetti hem düşündürdü...

Hem gülümsetti hem düşündürdü... Uğur Mumcu’nun “Sakıncalı Piyade” adlı eseri, 12 Mart darbesi döneminden bir yargılamayla başlıyor. Yargılanan kişi ise bizzat Mumcu’nun kendisi. Yargılamaya konu ise bir yazısında orduya atfen yazdığı “Uyanık ol” yazısı. Oysa davanın bilirkişi raporunda da yer aldığı gibi “Ordu uyanıktır ve uyarıya ihtiyaç duymaz.” Mumcu, bu ifadelerinden dolayı tutuklanma istemiyle yargılanıp, beraat ediyor. Beraatını arkadaşlarıyla yemek yiyerek kutlamak isteyen Mumcu’nun keyfi, çalan telefon ile kaçıyor. Annesi arayarak, “polislerin onu tutuklamak üzere geldiğini” söylüyor telefonda. Teslim olmanın yollarını arayan Mumcu, o anı yapıtında şöyle anlatıyor: “Karakola gidip teslim olsam, ‘Kaçıyordu’ der, vururlar.” Evden çıkmak yerine Sıkıyönetim Komutanlığı’na telefon eden Mumcu, “Alo, beni arıyormuşsunuz, nereye teslim olayım?” diye soruyor. Ancak gelen yanıt hayli şaşırtıcı: “Bizim bir bilgimiz yok.” Bunun üzerine ikinci telefonu da Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne açan Mumcu’ya, bu sefer de “Bizde adınız yok. Herhalde sıkıyönetimin işi...” yanıtı veriliyor. Mumcu, “kendini yakalatmak için yaptığı” aramaların sonucunda, Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gözaltına alınıyor. Çıkarıldığı mahkeme de onu “kaçma şüphesi olduğu” gerekçesiyle tutukluyor. ‘DOÇENTİN İSHALİ’ RESMİ GAZETE’DEMumcu, gördüğü “trajikomik” olayları anlatmaya, kendi okulundan tanıdığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mukbil Özyörük ile devam ediyor. Özyörük, yine bir 12 Mart döneminde gözaltına alınıyor. “Gizli örgüt toplantılarına katılmak” suçundan da yargılanıyor. Toplantılara katıldığını inkâr etmeyen Özyörük, “Efendim, ben o gün ishaldim. O eve gittim ama ishal olduğum için sık sık banyoya gittiğimden ne konuşulduğunu duymadım” savunmasını yapıyor. Mumcu’nun aktardığına göre, dava Anayasa Mahkemesi’ne kadar gittiği için bu “ishalli savunma” da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan metinler arasında yerini alıyor. ‘BAYRAKLI’ DAVAMumcu’nun yargılamalarla dolu bir başka anısını da “Hoş gelişler ola” türküsü oluşturuyor. Bir yazısında, türkünün “Soldan sağa, salla bayrağı, düşman üstüne” dizelerini kullanan Mumcu, “komünist düzenin getirilmesinde bayrağın soldan sağa düşman üzerine sallanacağını belirtmek” suçundan yargılanıyor. Mumcu, savunmasında, türkünün radyolarda sürekli çalan bir türkü olduğunu belirterek, “Eğer türküyü olduğu gibi aktarsaydım, yazı içinde ‘sol’ sözcüğü iki kez kullanıldığı için cezam artmaz mıydı?” diye soruyor. Ancak Mumcu sözlerini bitiremeden, duruşmanın savcısından yargıcına, salondaki herkes gülmeye başlıyor. Mahkeme de ileri bir tarihe erteleniyor. Mumcu tekrar yargılanmak için mahkemeye çıktığında ise mahkeme heyetinin tamamen değiştiğini görüyor. Yeni heyet, Mumcu’yu, “komünist propagandadan” suçlu buluyor.  Sarp Sağkal

Mumcu suikastı28 yıldır aydınlatılmayıbekliyor: Dosyasıhâlâ‘faili meçhul’

Mumcu suikastı 28 yıldır aydınlatılmayı bekliyor: Dosyası hâlâ ‘faili meçhul’ Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden 28 yıl gibi bir süre geçmesine karşın suikast hâlâ aydınlatılamadı. 1990’lar, Türkiye’nin “en karanlık yılları” olarak da biliniyor. Bu yıllarda özellikle Türkiye birbiri ardına gelen “aydın cinayetleriyle” sarsıldı. 1990-2002 yılları arasında Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Prof. Dr. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Onat Kutlar, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okkan ve Necip Hablemitoğlu katledildi. Mumcu, yazdığı yazılar nedeniyle birçok kez tehdit aldı. 1992 yılında da “Beni öldürecekler” diyerek, başına gelecekleri haber vermişti. O sözünden bir yıl sonra, 24 Ocak 1993’te, bombalı saldırıya uğradı. Mumcu’nun katledildiği yerde o dönem inceleme yapan uzmanların, “delillerde tahrifat yapması” dikkat çekerken, cinayeti İBDA-C ve Hizbullah gibi terör örgütleri üstlense de aradan yıllar geçmesine karşın Mumcu suikastının üzerindeki sır perdesi aralanmadı. Cinayetin ardından açıklama yapan dönemin bakanı İsmet Sezgin, “Bu cinayeti çözmek, devletin namus borcudur” demişti. Ancak yıllar sonra, 2010 yılında, Sezgin, bir türlü çözülemeyen suikast için “Bu borcu maalesef ödeyemedik” demek zorunda kalmıştı. Soruşturmayı yürüten ve cinayeti kimin işlediğine dair “İstihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler” ifadeleri ile dikkat çeken savcı Kemal Ayhan da 26 Haziran 1995’te evinde ölü bulunmuştu.  Aradan geçen yıllara karşın davada somut gelişmeler yaşanmaması üzerine 14 Ocak 1997’de, Meclis’te, Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu kuruldu. 4 Haziran’da görevini tamamlayan komisyon tarafından hazırlanan raporun sonuç bölümünde, eski Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcısı Nusret Demiral ve eski DGM Savcısı Ülkü Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı ve görev kusuru olduğu; Ankara Valisi ve her kademede görev yapan diğer ilgililerin, Mumcu’yu koruma konusunda gerekli önlemleri almadığı vurgulandı. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar da Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret ederek, Mumcu’nun cinayete ilişkin soruları üzerine dikkat çeken “Bir tuğla çekersek, duvar yıkılır” ifadesini kullandı. Bu cümle davanın “en flaş ve somut” ifadeleri arasında yer aldı. 7 yıl sonra da davaya ilişkin kayda değer bir gelişme sağlanamadı. KROKİLER ELE GEÇİRİLDİOcak 2000’de, terör örgütü Hizbullah’a yönelik gerçekleştirilen bir operasyonda, Mumcu cinayetine ilişkin krokiler ele geçirildi. Bu ipucu ile birlikte davada yeni bir adıma geçildi: Uğur Mumcu Uzun Takip (UMUT) Operasyonu. İncelemelerin ucu ise “Tevhit-Selam/Kudüs Ordusu” adlı örgüte uzandı. Aksoy, Üçok ve Kışlalı cinayetlerinin de dahil edilmesiyle UMUT Davası açıldı.BOMBACININ DOSYASI AYRILDI11 Temmuz 2000’de, 15’i tutuklu 17 sanık hakkında, Ankara 2 No’lu DGM’de başlayan UMUT davasının iddianamesinde, Mumcu’nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından hazırlandığı ve Necdet Yüksel’in gözcülüğünde, Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği belirtildi. 2005’te sonuçlanan davada, sanıklar Yüksel, Özmen ve Rüştü Aytufan ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. “Tevhit-Selam/Kudüs Ordusu” örgütü üyesi oldukları belirtilen sanıklar Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız ve Aydın Koral ile Mumcu’nun aracına bombayı yerleştiren Demir’in dosyaları ayrıldı. Diğer sanıklara ise değişen yıllarda cezalar verildi. Değişen yıllarda ceza alan 6 sanığın, Anayasa Mahkemesi’nin “yargılanma haklarının ihlal edilmesi” kararı vermesi nedeniyle 2017’de yeniden yargılanmasına hükmedildi. ..VE BERAATDosyaları ayrılan Akbulut, Eş, Cansız ve Koral’ın yargılanmasına ise 2009 yılında başlandı. Bu 4 sanığın hakkındaki yakalama kararı, ifade vermeleri amacıyla kaldırılırken, Türkiye’ye geldiklerinde de “tutuklanmama garantisi” verildiği ortaya çıktı. Cansız dışındaki üç sanık, Türkiye’ye geldi ve savunma yaptı. Davada karar ise 8 Aralık 2020’de çıktı. Akbulut, Eş ve Koral, beraat etti. Söz konusu dava kapsamında firari durumda olan Cansız ve bombayı yerleştiren Demir’in dosyaları yeniden ayrıldı. 28 yıldır firari olan Demir’in davası ise 5 Mayıs’ta görülecek. Sefa Uyar

Gurbette de‘iş’yok

Gurbette de ‘iş’ yok İŞKUR tarafından yurtdışına gönderilen işçi sayısı son yıllarda hızla düşüyor. TMB Başkanı Mithat Yenigün, mevzuat ve vergiyle ilgili sorunlara dikkat çekti. Türkiye’de işsizlik Covid-19 salgınının da etkisiyle yükselmeye devam ederken emekçilerin “gurbet”teki iş arayışlarında da önemli sorunlar yaşanıyor. Türk girişimcilerin yurtdışı taahhüt ve yatırım işleri düzenli olarak artarken Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) tarafından yurtdışına gönderilen işçi sayısında özellikle son yıllarda yaşanan hızlı düşüşler dikkat çekiyor. Küresel Covid-19 salgını da bu süreci olumsuz etkiledi.İŞKUR’un verilerine göre bu kurum tarafından geçen yıl yurtdışına gönderilen işçi sayısı 2019 yılına kıyasla yüzde 43.9 azalarak 11 bin 211 kişiye indi ve son 15 yılın en kötü sonucu oluştu. Oysa bu sayı 2006’da 81 bin 400 kişiye kadar çıkmıştı. UZAKDOĞULU İŞÇİKonuyla ilgili değerlendirme yapan Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı Mithat Yenigün, öncelikle yurtdışındaki inşaatların ortalama 2-3 yıl sürebildiğini, bu nedenle toplama bakıldığında bugün Türk işçi sayısının 35 bin civarında olduğunu belirtti. “Tabii her iki rakam da yeterli değil” diyen Yenigün, şöyle devam etti: “Türk işgücüne dünyanın dört bir yanında istihdam olanağı yaratma arzumuz, salgının yol açtığı işsizlik ortamında daha da öne çıktı. Potansiyelimizi sonuna kadar kullanmak istiyoruz. Ancak firmalarımız artan maliyetler ve yaşanan hukuki sorunlar nedeniyle ağırlıklı olarak çalışılan ülke veya Uzakdoğu, Afrika ülkelerinden işgücü istihdam etme mecburiyetinde kalıyor.” Bu sorunları detaylandıran Yenigün, “Hukuki süreçlerde yaşanan en önemli sorun, ihtilafın çözümüne yönelik hangi ülke mevzuatının geçerli olacağıdır. Bu hususta Adalet Bakanlığımız ile yakın çalışmalarımız sürüyor. Yüksek yargı organlarımız tarafından yakın zamanda alınan ilgili kararların da bu sorunun giderilmesine önemli katkısı olacak” dedi. 100 BİNE ÇIKABİLİRKonunun maliyet boyutuyla ilgili de öneriler sunan Yenigün, yurtdışında çalışan yurttaşlara gelir vergisinden istisna sağlanmasını talep ettiklerini, bu yönde atılacak adımla hem işçinin mali yükünün hafifleyeceğini hem sektörün rekabet gücünün muhafaza edileceğini ifade etti. Yenigün, bu tür sorunların aşılmasıyla yurtdışındaki Türk işçi sayısını yaklaşık 100 bine çıkarabileceklerini de sözlerine ekledi. Serhat Aligil

Huysuz ihtiyara yün eldiven sempatisi

Huysuz ihtiyara yün eldiven sempatisi Joe Biden’ın Capitol’un önünde soğukta, açık havada yapılan yemin töreninde yün eldivenleriyle oturan Vermont Senatörü Bernie Sanders “meme”leri sosyal medyada trend topik oldu. Sosyal medyanın bütün dünyada yaygınlaşmasıyla ana akım dışında kalan eserlere de keşfedilme şansı doğdu. Örneğin Alman göçmeni gençlerden oluşan “Altın Gün” grubu, Spotify sayesinde Amerika’nın ev partilerinde sık çalınmaya başladı; veya koro halinde söylenen denizci şarkıları sanatçıların TikTok’a konulan videonun üzerine kendi yorumlarını eklemesiyle önce düete, sonra yüzlerce sesli bir koroya dönüştü.“Meme” kültürünün yayılmasıyla ise mizah küreselleşmeye ve herkes tarafından erişilebilir olmaya başladı. “Meme”, o sırada dünyada gündemde olan herhangi bir alt kültüre, olguya, esere vb. nükte yapan, genellikle güldürü amaçlı, sıradan insanların ürettiği paylaşımlar. Bu “meme”ler popülerlik kazandıkça özellikle gençler, trendin bir parçası olmak için kendi yaratıcılıklarını kullanarak bir içerik oluşturuyor ve bu sayede bir yandan eğlenirken bir yandan yaratıcılıklarını ve tekniklerini geliştiriyor. Bu meme’lerin büyük bir hızla yayılan son örneği ise “Oturan Bernie Sanders”. ABD Vermont Senatörü olan Bernie’nin son seçilen ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlama töreninde çekilen “üşüyen huysuz ihtiyar” fotoğrafı neredeyse her arka plana uyuyor. Monet tablolarından ikonik fotoğraf karelerine ve dizi sahnelerine kadar birçok yere eklenen Sanders gençlerin ilgisini çektiğini için çok memnun olduğunu söylüyor. Törene ünlü modacıların çarpıcı mantoları ve aynı renk eldivenleri ile katılan kadınlardan çok Bernie’nin yün eldivenlerinin ilgi çekmesi ise günümüzün bir gerçeği! Sanders, fotoğrafının en çok ilgi çeken öğesi olan eldivenlerinin kendi vilayeti olan Vermont’ta bir ilkokul öğretmeni tarafından elle yapıldığını ve fotoğrafın viral olmasından sonra öğretmenin kendisine gösterilen ilgiden bunaldığını ekliyor. Kutlu Deniz Ilgaz

69 yaşındaki işçi yük asansörünün altında kaldı, hayatınıkaybetti

69 yaşındaki işçi yük asansörünün altında kaldı, hayatını kaybetti Tekirdağ'ın Kapaklı ilçesinde, ekmek fırınının bodrum katında kaynak işi yapan Hüseyin Demirci (69), yük asansörünün altında kalarak hayatını kaybetti. Olay, gece saatlerinde ilçeye bağlı Cumhuriyet Mahallesi, Kıbrıs Caddesi üzerinde bulunan bir ekmek fırınında meydana geldi. Fırının bodrum katında kaynak işi yapan Hüseyin Demirci, henüz bilinmeyen nedenle yük asansörünün altında kaldı.Çalışanların durumu fark etmesi üzerine olay yerine çağırılan 112 ve itfaiye ekipleri tarafından sıkıştığı yerden çıkarılan Demirci'nin kalbinin durduğu belirlendi./Archive%5C2021%5C1%5C24%5C043351066-ekmek-firininda-kaynak-yapan-isci-yuk-asansorunun-altinda-kalarak-oldu_2.jpgSağlık ekiplerince yaklaşık 20 dakika kalp masajı yapılan ve duran kalbi tekrar çalıştırılan Demirci, Çerkezköy Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Demirci, burada doktorların tüm müdahalesine rağmen hayatını kaybetti. Polis, olayla ilgili soruşturma başlattı. DHA

Orhan Gencebay sevenlerini korkuttu

Orhan Gencebay sevenlerini korkuttu Sanatçı Orhan Gencebay, evinin yakınlarında düşüp parmağını kırdı. Sanatçı Orhan Gencebay evinin yakınlarında yürüyüş yaptığı sırada bir çukura takılıp düşerek sol işaret parmağını kırdı. Gencebay’ın önce taksiyle eve gittiği daha sonra da evden eşi Sevim Emre ile birlikte hastaneye götürüldüğü öğrenildi. Özel bir hastanede röntgeni çekilen sanatçının sol el işaret parmağının kırık olduğu ve parmağına atel takılacağı öğrenildi. DHA

HDP Esenyurtİlçe Başkanlığı'na polis baskını

HDP Esenyurt İlçe Başkanlığı'na polis baskını İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri HDP Esenyurt İlçe Başkanlığı binasına operasyon düzenledi. Anadolu Ajansı’nın haberine göre Esenyurt İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Esenyurt Belediyesi personelinin HDP ilçe binasında dezenfekte işlemi yaparken çekilen ve sosyal medyada paylaşılan fotoğraflarda, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın afiş ve posterlerinin görülmesi üzerine çalışma başlattı.Polis ekipleri, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan alınan arama kararı sonrası HDP ilçe binasına girdi.Binada aramaların sürdüğü, konuya ilişkin gözaltı olabileceği bildirildi. DHA

İngiltere BaşbakanıJohnson, ABD BaşkanıBiden ile görüştü

İngiltere Başbakanı Johnson, ABD Başkanı Biden ile görüştü İngiltere Başbakanı Boris Johnson, ABD Başkanı Joe Biden ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Başbakanlık Ofisi 10 Numara'dan yapılan açıklamaya göre, Johnson, Biden'ı göreve başlaması dolayısıyla tebrik ederken, iki ülke arasındaki "yakın ittifakı derinleştirmeyi" istediğini dile getirdi.Başbakan Johnson, Biden'ın iklim değişikliğine ilişkin Paris Anlaşması'na yeniden katılma kararı karşısında memnuniyetini dile getirdi.İki lider, yeni tip koronavirüs salgını nedeniyle dünyanın karşı karşıya olduğu önemli sınamalar ile iklim değişikliğiyle mücadeleyi ele aldı.Johnson ve Biden, İngiltere ile ABD'nin güvenlik ve savunma alanındaki uzun süreli iş birliği temelinde NATO ittifakı ile insan haklarını geliştirme ve demokrasiyi korumaya yönelik ortak değerlere bağlılıklarını yeniden teyit etti.Liderler ayrıca iki ülke arasında olası bir serbest ticaret anlaşmasının faydalarını ele alırken, şartların izin vermesi halinde buluşmayı kararlaştırdı. AA

YouTube, yeniözelliğini tüm kullanıcılara açtı

Türkçe Haberler En Son Başlıklar YouTube, yeni özelliğini tüm kullanıcılara açtı YouTube da özellikle son dönemlerde bu anahtar kelimelerle birlikte etiket sistemini de uygulamaya soktu. Facebook, Twitter ve Instagram için etiket özelliği oldukça önemli. YouTube da özellikle son dönemlerde bu anahtar kelimelerle birlikte etiket sistemini de devreye soktu.Google, bu hafta meta veri etiketlerini kullanarak videoları düzenleyen açılış sayfalarının sunumunu tamamladı.YouTube bu sistemle birlikte aynı tarzdaki videoları bir arada görüntülemeyi sağlıyor.Böylece artık etiketler üzerinden aynı içeriğe sahip videolara erişmek mümkün olacak. Yani #teknoloji şeklinde arama yapıldığında bu etiketin yer aldığı videolar otomatik olarak listelenecek. Ek olarak kullanıcılar istedikleri hashtag'leri takip edip içerikleri bu şekilde de görüntülenebilecek.Alternatif olarak URL aracılığıyla da erişmek mümkün oluyor. Kısaca www.youtube.com/hashtag/yourterm aramasıyla benzer sonucu elde edebilmek mümkün. cumhuriyet.com.tr

'Taşıyıcıannelik' yöntemiyle nesli yok olma tehlikesi altındaki balıklarınüretimi sağlanacak

'Taşıyıcı annelik' yöntemiyle nesli yok olma tehlikesi altındaki balıkların üretimi sağlanacak İstanbul Üniversitesi (İÜ) Su Bilimleri Fakültesi, akuakültür alanında biyoteknoloji uygulamalarından yola çıkarak "taşıyıcı annelik" yöntemi ile nesli yok olma tehlikesi altındaki balıkların üretimini sağlayacak. İÜ Su Bilimleri Fakültesi Sapanca İçsu Ürünleri Üretimi Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde, nesli yok olma tehlikesi altındaki balıkların üretimi ve neslinin devamı için çalışılıyor.Su Bilimleri Fakültesi Su Ürünleri Yetiştiriciliği Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aygül Ekici’nin koordinatörlüğünde yürütülen çalışmalarda, taşıyıcı annelik yönteminden yola çıkılarak taşıyıcı anaç balıklar ile nesli yok olma tehlikesi altındaki balıkların üretimi sağlanacak.Doç. Dr. Ekici, yaptığı açıklamada, YÖK tarafından verilen TÜBİTAK 100/2000 Doktora Bursu ile yürüttüğü tez projesinde, öğrencisi Ege Göngör ile uzun süredir yok olma tehlikesi altındaki balıkların neslinin devamı için çalışmalarına devam ettiklerini söyledi.Taşıyıcı anaç balık üretimi tekniğiyle nesli yok olma tehlikesi yaşayan balık türlerinin sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesini amaçladıklarını belirten Ekici, "Çalışmamızla balıkların üreme hücrelerinin izolasyonunu gerçekleştiriyoruz. Çalışmalarda kullandığımız balığın testis dokusundan erken evre gen hücrelerinin izolasyonunu yapıyoruz." diye konuştu."BU YÖNTEMİ DİĞER BALIK TÜRLERİNE DE UYGULAYACAĞIZ"Ekici, elde ettikleri hücreleri kriyoprevazyon yöntemiyle sıfırın altında 196 derecede uzun süre muhafaza ettiklerini anlatarak, şöyle devam etti:"Daha sonra bu hücreleri kullanarak nesli yok olma tehlikesi altındaki balıkların devamlılığını Birimimizde mevcut olan ve üretimini sorunsuz olarak yaptığımız balık türlerinin yumurta ve sperm hücreleri içerisinde üretmeyi hedefliyoruz. Bunun içinde hücreleri transformasyon yapmamız gerekiyor. Örneğin; salmo trutta türlerinin yumurta ya da sperm hücrelerini alıp bizim kültürünü yaptığımız gökkuşağı alabalığının lavralarına enjeksiyon yoluyla aktarımını yaparak daha sorunsuz bir üretim amaçlıyoruz. Bu yöntemi nesli yok olma tehlikesi altındaki diğer balık türlerine de uygulayacağız. Bu araştırma projesinde taşıyıcı annelik yönteminden yola çıktık. Su ürünlerinde de uygulanabilirliği acısından 'taşıyıcı anaç balık üretim tekniği' adı altında nesli tükenmekte olan türlerin erken evre gen hücrelerinin izolasyonunu sağladıktan sonra normal standart olarak üretimi yapılan diğer türlere aktarımını yaparak nesli yok olma tehlikesi altındaki balıkların üretimini sağlayacağız." AA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter