News - Haberler
'YüzbaşıSelahattin'in Romanı'... Alev Coşkun'un yazısı...
'Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'... Alev Coşkun'un yazısı... İlhan Selçuk’un yazdığı Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı, Nisan 1973’te, Cumhuriyet’in 50’inci yıl dönümünde kitap olarak okuyucu ile buluştu. Bir süredir piyasada tükenmiş olan kitap, kısa süre önce Cumhuriyet Kitapları’nca 17. Baskı olarak iki cilt olarak yayımlandı. Kitap, bir devri anlattığı gibi, nefes kesen gerçek öykülerle de doludur. Yüzbaşı Selâhattin’in yaşamı aynı zamanda Kuvayı Milliyecilerin de gerçek öyküsüdür. İlhan Selçuk’un dediği gibi; “Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı yalnız kendisinin değil bir kuşağın romanıdır.” /Archive/2021/1/17/122145235-ic1.jpgFotoğraflar: VEDAT ARIKYüzbaşı Selâhattin ve onunla ilgili kitap konusunda İlhan Selçuk’la (İlhan Abi) ilginç sohbetlerimiz olmuştu. Kendisine Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı’nda geçen olaylar hakkında çok sorular sormuşumdur. Bu konu açılınca İlhan Selçuk hemen Kuvayı Milliye zırhına bürünür, tatlı tatlı anlatırdı. Destansı Kuvayı Milliye öykülerini o anlatırken, biz dinlerken çok keyif alırdık.Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı gerçek olaylara dayalı belgesel bir tarih romanıdır, gerçek bir yaşam öyküsüdür. “Bu roman aynı zamanda bir imparatorluğun yıkılışının ve yeni bir devletin kuruluşunun, Yüzbaşı Selâhattin’in yaşamıyla birlikte anlatılışıdır.” İşte böylesi tanımlamalar ve anlatımlar belleğimden hiç kaybolmadı.YÜZBAŞININ 15 CİLTLİK NOTLARIKitabın, İlhan Selçuk tarafından yazılışı da aslında bir öyküdür. 1960’lı yılların sonunda bir gün, arkadaşı Dr. Cengiz Yurtoğlu telefonla İlhan Selçuk’u arar. Hoşbeşten sonra, Dr. Yurtoğlu, o günlerde yayımlanan ve Yunus Nadi Ödülünü kazanan Yorgun Savaşçı kitabına gönderme yaparak “Kemal Tahir, babamı yazmış” der. Böylece Yüzbaşı Selâhattin’in 15 cilt tutan notlarının olduğu ortaya çıkar ve Dr. Yurtoğlu tüm bu defterleri İlhan Selçuk’a getirir.Bu defterler dolusu notları okuyan İlhan Selçuk şöyle diyor: “Okurken gördüm ki, yüzbaşının hayatı bir roman... Yakın tarihimizin ünlü kişileriyle ve birinci derecede önemli olayların içinde yaşanmış bir gerçek roman.”/Archive/2021/1/17/122200391-ic2.jpgANILAR VE TARİHİ GERÇEKLERYüzbaşı Selâhattin 1894’te Edirne’de doğdu. İstanbul Harp Okulu’nu bitirdiğinde henüz 20 yaşına basmamış bir subay olarak cepheye gitti. Balkan Savaşı, Kafkas Savaşı, 1. Dünya Savaşında cephelerde vuruştu.1919’da, 25 yaşında İstanbul’a döndüğünde, İmparatorluğun başkenti yabancı askerler tarafından işgal edilmişti. Hüzünlenmekte haklıydı. Cephelerde şehit düşen askerler ve subay arkadaşları onun için mi savaşmışlardı... Onun için mi ölmüşlerdi...Bir süre sonra Bursa’ya tayin edilen Albay Bekir Sami Beyin emir subayı olarak Anadolu’ya geçti. Böylece Milli Mücadele günleri başladı.İlhan Selçuk, 15 ciltlik notlar ve anılarından Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı kitabını yarattı. Bu kitabın içindeki askeri bilgiler o tarihte emekli general Hakkı Kurtböke ve Anadolu İhtilali adlı kitabın yazarı Sabahattin Selek tarafından okundu, “anılarla tarihi gerçekler arasındaki doğrular” onaylandı./Archive/2021/1/17/122219313-kapakic3.jpgASKER KUŞAĞIN FEDAKÂRLIK DESTANIYazılanlar Cumhuriyet Gazetesinde dizi yazı olarak günlerce yayınlandı ve çok ilgi gördü. Nisan 1973’te, Cumhuriyet’in 50’inci yıl dönümünde kitap olarak okuyucu ile buluştu. Bir süredir piyasada tükenmiş olan kitap, kısa süre önce Cumhuriyet Kitapları’nca 17. Baskı olarak iki cilt olarak yayımlandı.Kitap, bir devri anlattığı gibi, nefes kesen gerçek öykülerle de doludur. Yüzbaşı Selâhattin’in yaşamı aynı zamanda Kuvayı Milliyecilerin de gerçek öyküsüdür. İlhan Selçuk’un dediği gibi; “Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı yalnız kendisinin değil bir kuşağın romanıdır. Bu romanda değer yargılarıyla birlikte çöken Osmanlı İmparatorluğu yerine bir imparatorluk kurmak isteyenlerin dramı ve devletin çöküşünü durdurmak isteyen asker kuşağının fedakârlık destanı yer alır. Bu roman yakın tarihimizin gerçeklerini dile getirmekte, pek çok yönü aydınlanmamış bir devreye ışık tutmaktadır.”Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı - 2 Cilt / İlhan Selçuk / Cumhuriyet Kitapları / 776 s. / 2020. Alev CoşkunAdalı: Atçının ve yarışseverin yanındayız
Adalı: Atçının ve yarışseverin yanındayız Türkiye Jokey Kulübü Başkanı Serdal Adalı; ABD’nin ünlü dergisi ve haber sitesi BloodHorse’a manşet olan röportajında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Türkiye Jokey Kulübü, son iki yılda ülkenin Safkan İngiliz atı yetiştiriciliği kalitesini artırmak, yarışçılık ve yetiştiricilik tesislerini geliştirmek, ayrıca sporseverler arasında at yarışlarının popülaritesini artırmak için çeşitli çalışmalara imza attı. Türkiye Jokey Kulübü’nde 3. kez Başkanlık görevini yürüten Serdal Adalı, gerçekleştirilen bu çalışmaların amacı ve kaydedilen gelişmelerle ilgili ABD’nin ünlü yarışçılık dergisi ve haber sitesi BloodHorse’un Yetiştiricilik Editörü Eric Mitchell’ın sorularını yanıtladı.İşte; Türkiye Jokey Kulübü’nün resmi sitesinde de yer alan o röportaj:AYGIR ALIMINDA ÖNEMLİ İŞLER YAPTIKBloodhorse: Türkiye Jokey Kulübü oldukça önemli aygır alımları gerçekleştirdi. Ne tarz aygırlarla ilgileniyorsunuz? Türk yetiştiriciliğine kazandırdığınız aygırlarda aradığınız belirli nitelikler var mı?Serdal Adalı: Bildiğiniz üzere geçtiğimiz 2 yılda, aygır kadromuzun çeşitliliğini ve kalitesini artırmak üzere 7 adet Safkan İngiliz aygırı satın aldık. Darley’den Authorized’ı, Winstar’dan Bodemeister, Super Saver ve Daredevil’ı, Mezeray’dan Myboycharlie’yi, son olarak da Japonya’da bulunan Breeders Stallion Station’dan Victoire Pisa’yı ile U Carrot Farm’dan Kluger’ı aldık. Her satın alma öncesi piyasadaki aygırları titizlikle inceledik. Aygırlarda, düzgün konformasyonun yanısıra ülkemiz özelliklerine uygun olduğunu düşündüğümüz farklı kan hatlarının mevcut olmasına dikkat ediyoruz. Türkiye’nin damızlık atlar için olan ithalat kriterleri oldukça sıkı. Bu durum da ithal edilecek olan atların belirli kalitede olmasını sağlıyor. Diğer bir deyişle, herhangi bir atı ithal edemiyoruz. İthal edilecek damızlık atın kendisinin ya da yavrularının G1 düzeyinde performans göstermesi gibi çeşitli zorunluluklar bulunuyor.Yeni aygırlarımızı satın aldıktan sonra yavrularının Grup 1 koşularda gösterdiği muazzam başarılar iyi tercihlerde bulunduğumuzu gösteriyor. Örneğin biz satın aldıktan sonra, Authorized yavrusu Santiago Irish Derby’yi (G1), Bodemeister yavrusu Bodexpress Clark Stakes’i (G1), Super Saver yavrusu Happy Saver ise Jockey Club Gold Stakes’i (G1) kazandı.BH: Daredevil’ın önemli başarıları vardı ve 2020 yılında çok daha değerli bir aygır haline geldi. Türk yetiştiriciliğini geliştirmek için aygırı tutmak mı yoksa satmak mı gerektiği yönünde gerçekleşen fikir alışverişlerini hayal edebiliyorum. Nihai olarak aygırı tuttunuz ancak Amerika’da Lane’s End’de aşım yaptırıyorsunuz. Türkiye Jokey Kulübü’nün bu yenilikçi anlaşmasından bahsedebilir misiniz? Türkiye Jokey Kulübü diğer aygırlarını da aşım için yurtdışına gönderiyor mu, yoksa bu bir ilk miydi?SA: Evet, Daredevil Türkiye için bir ilk oldu. Bildiğiniz üzere Longines Kentucky Oaks’u (G1) birinci ve ikinci bitiren Shedaresthedevil ile Swiss Skydiver isimli safkanların ikisi de Daredevil’ın temsilcileri. Kentucky Oaks (G1) performansından sonra Swiss Skydiver, Preakness Stakes’i (G1) koşu tarihinin en iyi ikinci derecesiyle bitirerek kazandı ve bu koşuyu kazanan 6. dişi tay olarak tarihe geçti. Daredevil yavrularının olağanüstü başarılarından sonra pek çok çiftlik Daredevil’ı satın almak üzere bize teklif gönderdi. Ancak aygırın genç yaşını göz önünde bulundurarak satmak yerine ABD’de aşım yaptırmayı tercih ettik. Kentucky’deki en önemli çiftliklerin başında geldiği için Lane’s End’i tercih ettik. Yabancı yetiştiriciler yüksek ilgi gösterdiği sürece Daredevil global yetiştiricilik sektörüne hizmet etmeye devam edecektir.2021 sezonunda aşım yapmak üzere Japonya’dan aldığımız son iki aygır Victoire Pisa ve Kluger’la birlikte aygır kadromuzun kan hattı daha da genişlemiş olacak.DAREDEVİL ÇOK DOĞRU BİR ADIMDIBH: Türkiye Jokey Kulübü neden Daredevil’ı gelecek vadeden bir alım olarak gördü?SA: Daredevil’ı aldığımız için şanslıyız ancak bunu yalnızca şansa bağlamak doğru olmaz. Aygır Komitemizin üyeleri bu doğru kararları almak için ciddi bir çalışma yürüttü. Bu yüzden Komite Üyelerimize çok teşekkür ediyorum. Daredevil zaten ümit vadeden yavruları olan iyi bir aygırdı. Satın almak için doğru zamanda hareket ettiğimizi söyleyebilirim.BH: Daredevil’ınkine benzer bir anlaşma Türkiye’nin uzun vadedeki hedefleri ile ne şekilde uyuşuyor?SA: Türkiye zaman içinde daha global bir aktör olmalı ve olacaktır da. Türk yarışçılık ve yetiştiriciliğinin uluslararası arenada tanıtımını pek yapmadığımızı söyleyebilirim. Bu tarz bir uluslararası anlaşmanın her iki taraf için de faydalı olduğunu düşünüyoruz ve özellikle Daredevil ile ilgili olan bu anlaşmamız yerel sektörümüzün tanıtımı konusunda fayda sağlayacak ve yurtdışında ilgi yaratacaktır.YABANCI YETİŞTİRİCİLERE KAPIMIZ AÇIKBH: Türkiye’nin Avrupalı yetiştiricileri kendine çekme yönünde bir beklentisi var mı? Bu husustaki fırsat ve engeller nelerdir?SA: Evet, böyle bir beklenti var. Coğrafi yakınlık, düşük maliyetler ve kaliteli yetiştiricilik operasyonlarının Avrupalı yetiştiriciler için önemli faktörler olduğunu düşünüyoruz. Avrupa’yla at ile ilgili konularda çok uzun zamandır işbirliği yapıyoruz ve dolayısıyla aslında birbirimizi yakından tanıyoruz.Konuyla ilgili bahsetmem gereken bir diğer önemli gelişme de; atların Türkiye’ye ithal edilmesinde engel teşkil eden Equine Piroplasmosis’in kontrolü zorunluluğunun, 2019 yılı sonunda Avrupa’dan at ithalatını kolaylaştırmak için AB ülkeleri için olan Sağlık Sertifikasından kaldırılmış olması.Bu vesileyle yabancı yetiştiricileri, kısraklarını Türkiye’deki aygırlara çekmek üzere göndermeleri hususunda davet etmek isterim. Seyahatlerinin organize edilmesi hususunda kendilerine profesyonel ekibimizle destek olmaya hazırız. Tüm soruları ya da ihtiyaç duydukları tüm bilgiler için bizimle doğrudan iletişime geçebilirler.BAHİS ODAKLI BİR SEKTÖR DEĞİLİZBH: Yeni at sahipleri ve yarışseverlerin spora dahil edilmesi yönünde girişimleriniz var mı?SA: At yarışlarının çoğu kişi tarafından bahis odaklı bir sektör olarak algılandığı yönündeki yanlış kanıyı değiştirmeye çalışıyoruz. Bahisin bizim için bir hedef değil, yüzbinlerce kişiye iş imkanı sağlayan ve ülke üzerinde çok büyük bir sosyo-ekonomik etkisi bulunan bu müthiş sektörü finanse etmek için bir araç olduğunu her zaman vurguluyoruz.Türkiye Jokey Kulübü at neslinin ıslahı yönünde temel bir misyonu bulunan, kar amacı gütmeyen bir dernektir. Biz bahis odaklı değil, at ve atçı odaklı bir organizasyonuz.“Kralların sporu ve sporların kralı” söyleyişi çok doğru bir tabir ve bizler her daim insanların bu büyüleyici canlıların güzelliği ile iyileştirici gücünü görmeleri yönünde çalışıyoruz. Engelli çocuklarımız için Atla Terapi Merkezlerimiz ve hipodromlarda ponylere binilebilecek alanlarımız gibi sosyal sorumluluk projelerimizle insanlarımıza atla temas etmelerini sağlayacak fırsatlar sunmaya çalışıyoruz.“Mevzu bahis değil” başlıklı kampanyamızla halktan çok büyük bir ilgi çektik. Oldukça başarılı bir kampanyaydı.Çok sayıda yeni at sahibinin de sektörümüze dahil olduğunu görmekten mutluluk duyuyoruz.Türk yetiştiricilerini ve sektörü desteklemek adına, yeni aygırlarımızın aşım ücretini yurtdışındaki orijinal ücretlerine kıyasla oldukça düşük tutuyoruz.Tesislerimizde kalan at sayılarına baktığımızda 2017 yılına kıyasla 2020 yılında %37’lik bir artış olduğunu görüyoruz. Buna bağlı olarak, haralarımızdaki ahır kapasitesini artırmayı planlıyoruz.PİSTLERİMİZ DİKKAT ÇEKİYOR, ÖVGÜ TOPLUYORBH: Yarışçılık ve/veya idman tesislerini geliştirmek yönünde de planlarınız var mı?SA: Altyapı ve pistler başta gelen önceliklerimiz arasında yer alıyor. Fransa, İngiltere ve ABD’den uzmanları getirerek pistlerimizi inceletiyoruz. Raporlarında pistlerimizin genel durumu ve bakım programlarımızdan övgüyle bahsediyorlar. Pistlerimizin iyi durumlarını korumak, daha da iyileştirmek ve zamanı geldiğinde alt ve üstyapıyı yenilemek için hiçbir yatırımdan kaçınmıyoruz.2019 yılında İstanbul ve Bursa Hipodromlarının idman pistleri ile Bursa Hipodromu’nun yarış pistini yeniledik. 2020 yılında ise Ankara, Adana, Şanlıurfa ve Diyarbakır Hipodromları’ndaki sentetik ve kum pistleri yeniledik.ÖNEM VERDİĞİMİZ EN ÖNEMLİ KONU EĞİTİMBH: Türkiye Jokey Kulübü’nün yeni ya da genişletilmiş eğitim programları var mı?SA: Personelimizin alanlarıyla ilgili öncü ülkelerdeki son gelişmeler ve önemli uygulamalar hakkında güncel kalması için düzenli eğitime tabi tutulması bir diğer önceliğimiz. Bu bağlamda, komiserler, veteriner hekimler, nalbantlar, yarış görevlileri ve Apranti Eğitim Merkezimizdeki öğrenciler için eğitimler organize ediyoruz. Bu periyodik eğitimler yurtiçi ve yurtdışında ünlü uzmanların katılımıyla gerçekleştiriliyor.Son 3 yılda Avrupa ve Amerika’dan 14 uzmanla çeşitli eğitim programları gerçekleştirdik. 17 Veteriner Hekimimizi eğitim için İngiltere ve ABD’ye gönderdik. Çim pist bakım ekibimizi ise İngiltere’de hipodromlar ile spor kulüplerine danışmanlık hizmeti veren Institute of Groundsmanship tarafından organize edilen bir eğitime gönderdik.Sektörümüzün en önemli aktörlerinden olan geleceğin jokeylerini 2 yıllık tam zamanlı bir program dahilinde Veliefendi Hipodromu’nda bulunan Apranti Eğitim Merkezi’nde yetiştiriyoruz.Bunun yanı sıra sektörümüzde bir ilk olarak, Karacabey’de kurmakta olduğumuz merkezde geleceğin çalıştırıcı seyislerini de yetiştirmeye başlayacağız. Bu merkezde Türkiye’de yeni olan “Çalıştırıcı Seyis Sistemi”nin temellerini atarken, aynı zamanda yeni nalbantlara da eğitim vermeyi planlıyoruz.İngiltere Yarışçılık Okulu (British Racing School) ile merkezde istihdam edilecek olan eğitmenlerin eğitilmesi ve programın oluşturulması için bir işbirliği protokolü imzaladık.ATÇININ, YARIŞSEVER İÇİN ÇALIŞIYORUZBH: Koronavirüs pandemisinin etkileri neler oldu?SA: Pandemi esnasında ilk günden itibaren azami özenle ve disiplinle uyguladığımız tüm gerekli önlemlerin yanı sıra, sektörümüzün tüm mensuplarına finansal anlamda yardımcı olmak ve desteklemek adına mümkün olduğunca çok adım attık.Pandeminin ilk aylarında, Türkiye’de at yarışlarına 20 Mart ve 10 Haziran tarihleri arasında 82 gün boyunca ara verildi. Sonuç olarak, sektör mensupları ana gelir kaynakları olan yarış ikramiyelerinden mahrum kalmış oldu. Bu yüzden yarışlar 10 Haziran’da başladığında pandeminin negatif etkilerini, yarışsız geçen 82 günün kaybını telafi ederek engellemek için hiç vakit kaybetmeden yarış sayılarını artırdık ve yarış ikramiyeleri ile at sahibi primine %5 oranında zam yaptık.1 Kasım tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yarış ikramiyelerine %20 oranında ikinci bir zam daha yaptık. 2020 yılı başında dağıtılacak ikramiye miktarının 710 Milyon TL olması planlanıyordu ancak pandemiye rağmen yıl sonuna kadar 738 Milyon TL tutarında ikramiye dağıtmayı başarmış olduk.Tabi ki, Türkiye Jokey Kulübü’nün dolaylı finansal destekleri de oldu. Hipodromlarımızda bulunan ahırlardan kira alınmadı, at sahiplerinin borçları 6 ay süreyle ertelendi ve tesislerimizdeki aygır, kısrak ve tayların aylık bakım ücretlerine zam yapılmadı.Ayrıca Tarım ve Orman Bakanlığımızdan at sahipleri, antrenörler ve binicilere ek yardımda bulunulması hususunda desteklerini rica ettik. Ortak çabalarımız sonucunda 20 Milyon TL tutarında nakit desteği at yarışçılığı sektörünün bu önemli mensuplarına doğrudan dağıtılmış oldu.Ayrıca, yarışlara ara verilen zorlu dönemde kendilerine destek olmak amacıyla 3.000 ganyan bayimizin 100 gr olan altın teminatlarının yarısını kendilerine iade ettik. Bayilerimizin %1.1 oranındaki ödeme primini, %36’lık bir artışla %1.5’e çıkartarak toplam 9 milyon TL civarında ilave kaynak sağladık. HEDEFLERİMİZ BÜYÜKBH: Türk yarışçılığı ve yetiştiriciliğinin mevcut durumunu ve büyüme potansiyelini nasıl tanımlarsınız?SA: Türkiye, at yarışçılığı ve yetiştiriciliği yapılan ülkeler arasında idmandaki 7.000 aktif atı ve yıllık yaklaşık 1 Milyar Euro cirosuyla dünyada ilk 10, Avrupa’da ise ilk 5 ülke arasında yer almaktadır. Her daim daha da gelişmek üzere çalışıyoruz. Türkiye’nin atçılıkta hala büyüyerek gerçekleştireceği büyük bir potansiyeli olduğuna inanıyoruz. Bu büyüme ve gelişimi sağlamak için koşullar elverdikçe bahsettiğimiz tüm projeleri birer birer hayata geçirmeye çalışıyoruz.Türkiye için bir diğer ilk de, Karacabey Pansiyon Hara’nın içinde kurulan 744 box kapasiteli, at kliniği ve biri kum diğeri de silika kumlu yarı sentetik olmak üzere 2 farklı pisti bulunan bir idman merkezi.Merkezde her at sahibinin kendine ait özel alanları olacak ve yeni kurulan bu idman merkezi sisteminin başta 2 yaşlı tayların idmanı olmak üzere, yarışçılık sektörümüz üzerinde büyük ve pozitif bir etkisinin olacağına inanıyoruz. cumhuriyet.com.trHak-İşGenel BaşkanıArslan: "Çalışanların sorunlarınınçözülmesi konusundaçalışmaya devam ediyoruz"
Hak-İş Genel Başkanı Arslan: "Çalışanların sorunlarının çözülmesi konusunda çalışmaya devam ediyoruz" Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, "Hak-İş olarak çalışanların sorunlarının çözülmesi konusunda bütün gücümüzle her platformda çalışmaya devam ediyoruz. Çalışanları yakından ilgilendiren ve büyük bir heyecanla çözülmesini bekledikleri konuları masaya yatırdık. Sorunları tespit ettik, önerilerimizi hazırladık." ifadelerini kullandı. Hak-İş'ten yapılan açıklamada, çalışma hayatının güncel sorunlarına ilişkin hazırlanan raporların hükümete sunulmaya devam ettiği belirtildi.Çalışanları yakından ilgilendiren pek çok konuya ilişkin hazırlanan raporların, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan imzasıyla Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk başta olmak üzere, ilgili bakanlara sunulduğu belirtildi.Raporlarda, ekonomi ve hukuk reformu kapsamında 696 sayılı KHK düzenlemesi yapılırken kadro dışı kalan işçilerin kadro almaları, 696 sayılı KHK düzenlemesinin ardından baraj altında kalan sendikaların mağduriyetlerinin giderilmesi, mültecilere yönelik öneriler, kamuda çalışan mevsimlik işçilerin sorunlarının çözümü, kayıt dışı istihdamın giderilmesine yönelik öneriler, emeklilikte yaşa takılanlar ve emekli aylıklarının düşüklüğünün giderilmesi gibi çalışma hayatının güncel konularına ilişkin tespit ve önerilere yer verildiği vurgulandı."RAPORLARIMIZI SUNMAYI SÜRDÜRÜYORUZ"Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan da raporlara ilişkin şunları kaydetti:"Hak-İş olarak, çalışanların sorunlarının çözülmesi konusunda bütün gücümüzle her platformda çalışmaya devam ediyoruz. Çalışanları yakından ilgilendiren ve büyük bir heyecanla çözülmesini bekledikleri konuları masaya yatırdık. Sorunları tespit ettik, önerilerimizi hazırladık. Hukuk ve ekonomi alanında reform hazırlıkları yapan hükümetimize ve ilgili bakanlarımıza bu raporlarımızı sunmayı sürdürüyoruz. Hak-İş olarak, yapılacak olan hukuk ve yargı reformunda çalışanların sorunlarının çözümü konusunda adımların atılması talebimizi bir kez daha yineliyoruz. 696 sayılı KHK ile kadroya geçişi yapılan işçilerin hakları için yürüttüğümüz mücadelenin yanı sıra farklı gerekçelerle kadro kapsamı dışında kalan işçiler için de mücadeleye devam ediyoruz. Kadro düzenlemesi dışında kalarak mağduriyet yaşayan işçilerin kadro alması talebimizi her platformda dile getiriyoruz." AAFatih Terim'in Beşiktaşderbisi planıbelli
Fatih Terim'in Beşiktaş derbisi planı belli Fatih Terim, maçın kilidinin ise orta saha olacağını oyuncularına anlatarak merkez bölgede çoğunluğu sağlamaları gerektiğini sarı-kırmızılılara söyledi. Galatasaray bugün sezonun en kritik maçlarından birine çıkacak. Hafta boyunca yaşanan kaosun ardından, Beşiktaş ile oynanacak mücadele hayati önem taşıyor.3 puandan çok daha fazlası olan karşılaşma öncesi sarı-kırmızılı futbolcular perşembe gününden itibaren kulaklarını dış dünyaya kapattı. 3 gündür zorlu derbi hem antrenman sahasında pratikte hem de kafalarda tekrar tekrar oynandı. Hücum ve rakibi karşılama taktikleri en iyisi olana kadar tekrarlandı.Sarı-kırmızılı takımda teknik direktör Fatih Terim ilk 11'ini dün gece dahi açıklamadı böylece takımdaki herkesin motivasyonunu üst düzeyde tutuyor. Tecrübeli çalıştırıcı maçın kilidinin ise orta saha olacağını oyuncularına anlatarak merkez bölgede çoğunluğu sağlamaları gerektiğini sarı-kırmızılılara söyledi. Derbi öncesi imajını tazeleyen Galatasaray'ın golcüsü Mbaye Diagne, Beşiktaş derbisinin kahramanı olmak istiyor. cumhuriyet.com.trAkkuyu'da pandemi saha sorumlusu: 'Santralde işçi sağlığıyok'
Akkuyu'da pandemi saha sorumlusu: 'Santralde işçi sağlığı yok' Akkuyu Nükleer Santral işçilerinin balık istifi küçücük yemek servis aracına bindirildiğinin ortaya çıkmasının ardından santralden istifa eden genel saha pandemi sorumlusu Serdar İnan, “Ancak pandemi kurallarına uyulmayan onlarca fotoğraf çekip atmama rağmen yaptırım uygulamadı” dedi. Mersin Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında çalışan işçilerin pandemide küçücük servis aracığın 16 kişi balık istifi bindirilmesinin ardından santralde çalışan genel saha pandemi sorumlusu Serdar İnan’ndan dikkat çekici açıklama geldi.İnan, görevinin saha içerisindeki uygusuz durumları fotoğraflayıp amirine raporlamak olduğunu belirterek, şunları söyledi:“Ancak pandemi kurallarına uyulmayan onlarca fotoğraf çekip atmama rağmen amirlerinin yaptırım uygulamadı. Yaptırım uygulanmadığı gibi bana benim işimden farklı işler verilerek, yıldırma politikasına gidildi. Günde 170 küsür vatandaşın hayatını yitirdiği, hastanelerin dolup taştığı, kitlesel yok oluşun eşiğinde olduğumuz şu günlerde, maalesef Akkuyu’da kurallara riayet edilmiyor.” İnan, kurallara uyulmadığı için görevinden istifa ettiğini belirterek, “Maalesef Akkuyu’da virüs bedenlerde değil zihinlerde” dedi.UTANÇ MANZARASI/Archive/2021/1/17/122532890-screenshot1.jpgCHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç santraldeki işçilerin balık istifi yemek servis aracına 16 kişi bindirildiğinin ve dinlenme alanlarında dip dibe maskesiz bekletildiğini görüntülerini paylaştı. Öztunç görüntülere ilişkin şu yorumda bulundu:/Archive/2021/1/17/122503406-3.jpg“Patron daha fazla para kazanacak diye insanlar sağlığından olmamalı. Normal şartlarda zaten bunun olmaması gerekiyor, hele hele pandemi şartlarında daha dikkatli olmamız gerekir. Maalesef Türkiye’de işçinin hastalanması umurlarında değil. Bu hükümet işçiyi düşünmez, işçiyi düşünmediği için umursamaz… Bu görüntüler AK Parti’nin utanç görüntüleri, Türkiye manzaralarıdır.”/Archive/2021/1/17/122515265-333.jpg cumhuriyet.com.trMiyaseİlknur:‘İlhan Selçuk bir yazardançokötesiydi’
Miyase İlknur: ‘İlhan Selçuk bir yazardan çok ötesiydi’ Solun, yazılı basının ve ülkenin aydın insanlarının yaşamında sarsılmaz bir yeri olan İlhan Selçuk’un yol hikâyesi ülkenin yakın tarihinin de bir özeti. Onun için ne yazsak ne söylesek, onu ne kadar anlatsak az kalır dediğimiz bir noktada, manevi kızı, gazeteci ve yazar Miyase İlknur’un kaleme aldığı ‘İlhan Abi’ adlı kitabı imdada yetişir! Miyase İlknur ile İlhan abimizi konuştuk. /Archive/2021/1/17/121315969-kapakic1.jpgOnun için ne yazsak ne söylesek, onu ne kadar anlatsak az kalır dediğimiz bir noktada, manevi kızı, gazeteci ve yazar Miyase İlknur’un kaleme aldığı ‘İlhan Abi’ adlı kitabı imdada yetişir!Solun, yazılı basının ve ülkenin aydın insanlarının yaşamında sarsılmaz bir yeri olan İlhan abinin yol hikâyesi ülkenin yakın tarihinin de bir özeti gibi kuşkusuz.Kitabında, İlhan abinin yaşamının her bir evresini geniş parantezler açarak titizlikle yazıyor Miyase İlknur. Biz de baskı üstüne baskı yapan bu kitabı, 21 Haziran 2010’da yitirdiğimiz İlhan Selçuk abimizin ölüm yıldönümü öncesinde Miyase İlknur ile tekrar konuşmak istedik.Önce İlhan abimizi sonra da gazetemde çalıştığım uzun yıllar boyunca gıptayla bizzat tanık olduğum o sarsılmaz muhabbetlerini, o sarsılmaz bağlarını konuştuk./Archive/2021/1/17/121329594-ic2.jpg- Bu kitabı alan, İlhan abiyi tanıyan veya tanımayan herhangi birini nasıl bir yol hikâyesi bekliyor?Bu kitapta tabii İlhan abinin otobiyografisinin yanında Türk Sol’unun ve Türk basın tarihinin özellikle de Cumhuriyet Gazetesi’nin tüm evreleriyle tarihi var.Cumhuriyet kuşağı aydınlarının birbirleriyle nasıl yakın ilişkide oldukları, birbirlerini düşünsel olarak nasıl besledikleri, birbirlerini nasıl bir adeta network ağı içinde destekledikleri, onun ötesinde atlattıkları badireler, hele ki bugünkü gibi geçmişte de yaşanan, yaşatılan o kes, kopyala, yapıştır davaları, hiçbir dönemde ilkelerinden taviz vermemeleri, hiçbir yönetimin karşısında eğilip bükülmemeleri...O dönemde solcu olmak çok zor, komünist olmak çok zor, hepsinden öte muhalif olmak çok zor bir şey. Tüm o kitapta da yer verdiğim seri davalar, tutuklanmalar, işkencelere rağmen hiçbir zaman eğilmediler. İlhan abinin yaşantısına baktığımızda daha 20’li yaşlarındayken basın dünyasına atılmış - ki bu arada sanılanın aksine Turhan Selçuk’tan önce karikatüre başlamış sonra yazıya dönmüş -.Daha üniversiteyi yeni bitirdikleri 20’li yaşlarında çok iddialı 41 Buçuk mizah dergisini çıkarıyorlar DP istibdatının en koyu günleri ve tabii hapis cezalarıyla yargılanıyorlar. Öyle ki 140-1412 ile yargılandın mı hayatın kaydı demek.Babası subay olduğu için onun terfisine engel olunacağı tehditleri var. Ne olursa olsun geri adım atmıyorlar. İlerleyen yaşlarında da görülür ki iki kardeş ömürleri boyunca hiçbir dönemde rüzgâr gülü olmamış, hiçbir dönemde hiçbir yönetime eğilmemiştir./Archive/2021/1/17/121344531-ic3.jpgGÜÇLÜ, DONANIMLI BİR CUMHURİYET KUŞAĞI- Çizgi dışı bir muhalefet anlayışları var, saldırmıyorlar!Tabii, düşünsel altyapıları o kadar güçlü çünkü. Aciz insanlar saldırır, hakaret eder, altyapısı boş olan insanlar saldırarak muhalefet yapar. O kuşağın ortak özelliği de o; baktığınızda bir Doğan Avcıoğlu, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz, Niyazi Berkes, Cemal Madanoğlu, Abidin Dino, Pertev Naili Boratav... Böyle bir Cumhuriyet kuşağı… Hepsi de fikirle mücadele edecek donanıma kat be kat sahip insanlar./Archive/2021/1/17/121402766-ic4-.jpg- Çok iyi bir eğitim aldıkları da bir gerçek.Tabii, İlhan Abi, özellikle lise yıllarındaki kitaplarını ölünceye kadar sakladı. Bir ara bu kitapları alıp inceledim. Lisede okutulan mantık ve felsefe kitapları, Hasan Âli Yücel döneminde çevrilen dünya klasikleri ile yetişen bir kuşağın içinden İlhan ve Turhan Selçuk’ların Yaşar Kemal’lerin çıkmasına şaşmamak gerek. Dünya klasikleri ile daha ilkokulda tanışır İlhan Abi. İlk okuduğu klasik Victor Hugo’nun Sefiller’i. Sonra Antalya’dayken edebiyat öğretmeni Cahit Külebi, düşün. Bir gün sınavda İlhan Selçuk’a beş üzerinden beş puan verir Külebi. Hatta babası Mehmet Kasım Bey’i okula çağırtır ve “Beyefendi, oğlunuzun edebiyata büyük istidadı olduğunu gördüm. Bu çocuk gelecekte iyi bir edebiyatçı olabilir. Lütfen bu konuda onu teşvik ediniz.” der. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Prof. Andreas Bertolt Schwarz ve sonradan Cumhuriyet gazetesinde birlikte çalışacağı Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’ndan da çok etkilenir İlhan abi. Bugün böylesi bir eğitim hayal bile edemiyoruz./Archive/2021/1/17/121418141-ic5-.jpg‘EN ÇOK KENDİSİYLE DALGA GEÇERDİ’- İlhan abinin düşünsel altyapısının yanı sıra ruhsal altyapısından da bahsedelim isterim. Kitabında da onun Alevi Bektaşı kültürüne olan sevgisini, Enel Hak düşüncesine verdiği değeri, yürekten bağlılığı da vurguluyorsun.Yaşamı boyunca bir derviş gibi yaşadı. Gönlü de derviş gibiydi. Tevazu, sadelik, sakinlik ve hoşgörü genlerinde vardı. Affedici, öfkelenmeyen, yanında çalışanlar başta kimseye emir kipi kullanmayan bir insandı. Fikri planda ödünsüz ve kaya gibi sağlam bir duruşa sahipti ama insan ilişkilerinde bunun tersiydi. Kimseyi kırmak istemeyen, ayıbını yüzüne vurmayan, en olumsuz, en münasebetsiz insanlara bile tahammül eden bir kişiliğe sahipti. Kendisine fenalık yapanlara bile... Dostlarına karşı çok vefalıydı. Nüktedan, şakacıydı. En çok da kendisiyle dalga geçerdi./Archive/2021/1/17/121434875-ic6-.jpg‘YAZARLIKTA DEĞİL AMA DEVRİMCİ MÜCADELEDE HIRSLIYDI’- Kitabın önemli vurgularından biri de, İlhan abinin yazarlıkta değil ama devrimci mücadelede hırslı olduğunu ifade etmesi.Evet, hem de nasıl! 27 Mayıs’tan sonra başlayan ve 1960’ların ikinci yarısından itibaren Yön ve Devrim dergilerinin öncülüğünü yaptığı basın yoluyla devrimci mücadele, İlhan Abi’nin sadece bu dergilerdeki yazılarına değil Cumhuriyet’teki yazılarına da yansımıştır. Devrimci mücadelede rolünün yazarlıktan daha öncelikli olduğuna yürekten inanmıştır.1969’da Mustafa Kemal’in Saati adlı kitabının önsözünde de açıklıkla ifade eder: “(...) Zaten ben yazarken şöyle düşünürüm: Yazı sanatının dünyasında yıldız olacağıma devrimci mücadelede bir küçücük ışık olmak yeğdir benim için... Hiçbir gün, zamanların ötesine adını kazımak isteyen bir ünlü yazar olmak hırsına kapılmadım. Ama devrimci mücadele yolunda hırslıyım soluk soluğa... Yazılarım salt bu amaç içindir.”O duygusu hep vardı hiç değişmedi ve özellikle yaş aldıkça yapılmış devrimleri korumak içgüdüsüyle de hareket etti. Bu devrimleri koruma refleksi de kimileri tarafından statükoculukla eşdeğer görüldü maalesef. Dünya değişiyor sen hâlâ aynı kafada mısın diye; “Yine mi Sevr, yine mi küreselleşme, yine mi neo-liberalizm eleştirisi” diye yazılarıyla dalga geçenler oldu. Stalinci dediler, muhafazakâr solcu dediler. Dinozor, ultra Kemalist, ultra milliyetçi diye isimler taktılar. Tabii, bu süreçte niye İlhan abiye bunları söylüyorlardı; bu yeni küresel dünyaya, yeni dünya düzeni ya da neo kapitalizm dediğimiz dünyaya itiraz ettiği için./Archive/2021/1/17/121449000-ic7-.jpg‘İNANILMAZ ÖNGÖRÜLÜYDÜ. NE DEDİYSE ÇIKTI’- Bir diğer İlhan abi geleneği de yaşamı boyu değişen dünyayı, iç ve dış politikaları ne kadar doğru öngördüğü… Ne dediyse çıktı!İnanılmaz bir şekilde hem de. Aralarında benim itiraz ettiklerim de vardı. Meselâ Kıbrıs! Kıbrıs konusundaki politikalara itiraz etti bugün bak Doğu Akdeniz’de yaşananlar ortada. Annan Planı’nın başka hesaplar içerdiğini söylemişti: “Kıbrıs’ı kendi haline bırakırlar mı sanıyorsunuz. Doğu Akdeniz’i küresel güçler kendi egemenlik alanlarına almak için Kıbrıs’a ihtiyaçları var”.Ne faşistliği kaldı ne ultra milliyetçiliği kaldı. Bugün neyi tartışıyoruz? Türkiye, Doğu Akdeniz’de geç kaldı diyoruz. E günaydın! Annan Planı bunun içindi işte./Archive/2021/1/17/121513180-ic8-.jpg- AKP’nin geldiği andan itibaren söyledikleri konusunda da haklıydı İlhan abi. Yaşayarak gördük! Kitabı ilk kez okuyacaklara bir kez daha anımsatalım; AKP tehdidine ilişkin başlıca neler diyordu?Meselâ “Sosyal Demokrat ve Milliyetçi laik kesim bu İslamcı partiye karşı ittifak yapmalıdır” dedi, ben de dahil hepimiz itiraz ettik. O zaman İyi Parti falan yok MHP var. Biz MHP’nin geçmişini yok mu sayacağız falan diye itiraz ediyorduk. Bugün Millet Cephesi’nin dağılmamasını umut ediyoruz.AKP için “İslamlaştıracaklar, ABD’nin uydusu yapacaklar” diyordu. “Çocuklar bunları yabana atmayın ve Erbakan ile de karıştırmayın. Erbakan sonuçta ümmetçiydi ama bir taraftan da süper güçlere karşı bir antiemperyalist duruşu vardı. Batı ve ABD karşıtı olduğu için o kadar tehlike arz etmez” diyordu. Yani iktidara tek başına hiçbir zaman gelemez arkasında bu destekler olmadan.“Ama AKP’yi ciddiye alın çünkü bunların arkasında ABD var. Çünkü bunlar sözler verdiler ve o sözlerin bedelini de Türkiye’ye ödetecekler. O yüzden size çok ters gelebilir ama milliyetçi de olsa laik kesimle ittifak yapılmasından başka çare yok” diyordu.Ben dahil pek çok kişi çok şiddetli bir şekilde itiraz etmiştik. Bugün aman İyi Parti öbür tarafa gitmesin diye uğraşılıyor. Onda da haklı çıktı.“Küresel düzen yoksulların, emekçilerin aleyhinedir, bu düzen yıkılacaktır, sürdürülebilirliği yoktur” dedi. Oldu mu bu, oldu! İlhan Selçuk mesleğindeki pek çok yazarın yaptığı gibi günü yorumlayan değil geleceği de görüp uyaran biriydi. Yani bir yazardan çok ötesiydi./Archive/2021/1/17/121532445-ic9.jpg‘BÜYÜK RESMİ HEPİMİZDEN ÖNCE GÖRMÜŞTÜ’- Kumpas davalarını da tüm açıklığıyla yazıyorsun. İlhan abinin en ‘can alıcı’ öngörüleri burada da kendini gösteriyor.Sadece FETÖ’nün orduyu ve yargıyı tasfiye ederek Amerikancı bir darbeye girişeceği, Kıbrıs’ınABD, AB ve küresel şirketlerin yeni sahası olacağını değil; siyasal İslam’la iş tutan ve tarikatlara sivil toplum muamelesi yapan sol aydınların bu grubun devleti ele geçirdikten sonraki hedefi olacağını da öngördü. Hepimizi uyarmıştı.Ergenekon ve Balyoz’un kumpas olduğunu tamam bizler de görüyorduk ama biz işin rengini tam anlamıyla biraz zaman geçtikten sonra anlamıştık.Harp psikolojiyle hareket eden FETÖ ve iktidar o dönem toplumun desteğini almak için operasyonlarına önce toplumun en nefret ettiği, kirli olduğuna inandığı, şunlar bir yargılansa dediği isimlerle başladı. Onlarla başlayıp kamuoyu desteğine arkalarına aldıktan sonra asıl hedeflerini bam bam bam vurmaya başladılar. Kimi mafya babalarını, kimi mafyöz tipleri, İbrahim Şahin’den, Veli Küçük’e, Sedat Peker’e, Kemal Kerinçsiz’e kadar herkesin bir ölçüde nefretini kazanmış, toplumda saygınlığı olmayan kişileri alarak başladılar işe.Hiçbirimiz aymadık önce! Sonra onların göstermelik olduğu anlaşıldı, asıl hesap, büyük kumpas planı ortaya çıktı tabii./Archive/2021/1/17/121553320-ic10.jpg‘NE BİÇİM LİDERSİNİZ SİZ YAHU!’İlhan abi Ergenekon operasyonu kapsamında, örgütün fikri lideri olma ithamıyla dört gün gözaltına alınıp serbest kalınca kendisine “Abi hem örgütün liderisiniz hem de örgüt üyelerini tanımıyorsunuz. Ne biçim lidersiniz siz yahu!” diye takıldım. O da; “Kızım ben ser veririm sır vermem. Örgütümün üyelerini size ne diye açıklayacakmışım ki?..” diyerek dalgasını geçti.Sonra, “Abi, ne anladın bu işten, sence, seni neden aldılar?” diye sordum. Dedi ki; “Ben ufak bir hedefim. Bizler, büyük hedefi kamuoyuna göstermemek için alındık.” “Nedir büyük hedef?” diye sorunca da; “Türk ordusunu tasfiye etmek” dedi.Şimdi o dönemde baktığınızda içeri alınmış bir subay bile yok. “Çok iddialı bir laf bu abi” dedim. “Öyle değil, göreceksin. Emniyet’te onlar akıllarınca beni sorguluyorlar ama o sırada ben de onları sorguluyordum. Oyun çok büyük. Bunlar ABD’nin bölgedeki hedeflerine taşeronluk yapacaklar. Bunun için Türk ordusunun tasfiyeedilmesi gerekiyor ve bunları temizlerken üniversitenin de tasfiye edilmesi gerekiyor, bizim gibi milleti uyandıracak kişilerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Çok büyük bir plan var” dedi.İlhan abi, Ergenekon tertibinde gözaltına alındıktan sonra gazetemizde manşetten verilen söyleşisinde de vurguladı:“Gözaltında sorgulanırken bende, laik orduyu ve bağımsız yargıyı tasfiye edecek bir operasyon mu, kuşkusu doğdu. ABD egemenliğindeki Türkiye’de Amerikan yörüngesinde bir darbe olursa bu bizim için felaket demektir. Laik ordu tasfiye edilirse Amerikan planlaması da uygulanmış olur.” Dedikleri yine bir bir çıktı. Orduda ve yargıda büyük bir temizlik yapıldı. /Archive/2021/1/17/121621000-ic11-.jpg‘SANIK OLARAK ÖLMESİNİ İSTEDİLER’Savunmalarla ilgili de şöyle uyardı hepimizi: “Çocuklar, bunlar bize bu savunmayı yaptırmayacaklar. Ben yaşta olanlar bu davanın sonucunu göremeyeceğiz. Sanık olarak ölmemizi istiyorlar. Balbay gibi genç yaşta olanlar ise yıllarını içeride geçirecek. Ne zaman çıkacaklarını Allah bilir. Sorguda da anladım ki, bunlar sürekli yeni dalgalarla dosyayı şişirdikçe şişirecek, davanın ucunu açık bırakacaklar. Bu dediklerim aynen çıkacak. Ben büyük bir ihtimalle göremeyeceğim ama siz göreceksiniz.”O anki duygusallığına verdim çünkü savunmasını çok büyük bir itinayla hazırlamıştı. Onda da haklı çıktı.Erdoğan’ın tarikatların baskısı altında olduğuna da 7 Haziran 2005 günkü yazısında şöyle işaret ediyordu:“Erdoğan’ın neden yüzünden düşen bin parça?.. Perde arkasında Erdoğan’ı şartlayan tarikatlar kesiminde neler dönüyor? Yoksa Erdoğan’a bir şeyler dayatıyor olmasınlar?.. Başbakan bu yüzden mi sinirli?”/Archive/2021/1/17/121634827-ic12.jpgİLHAN ABİYE GÖRE TAYYİP ERDOĞAN!Erdoğan’ın asıl amacının Çankaya’ya çıkmak ve rejimi değiştirmek olduğunu da Aralık 2006’da dile getirmişti:“Tayyip artık günlerini Cumhurbaşkanlığı makamına yönelik yaşıyor... Bu Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olmadığını görüp anlamak için ne olmalı? Çok mu akıllı olmalı? Yok canım.. Saf olmamalı yeter... Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi bir Cumhurbaşkanlığı seçimi değildir.Nedir? Hükümetten sonra devletin de 1923 Cumhuriyeti’nin elinden alınması demektir.. Hem de antidemokratik dokusu ağır basan bir haksız seçim zorlamasıyla... Hem de herkese ‘asker darbe yapacak’ korkusuyla yaşatılan bir sivil darbeyle... Çok değil beş ay kaldı!..”İlhan Selçuk, geleceği önceden öngören, sadece kendini değil toplumu da aydınlatan, devrin moda akımlarına ve sesi gür çıkan korolara aldırış etmeksizin bildiğini söyleyen aydın tipinin adıdır.Müthiş öngörü gücü sadece deneyimle açıklanamaz tabii. Keskin bir zekâ, çok iyi okuma yapmak, dünyayı algılama, çok güçlü bir entelektüel kapasite ve mükemmel bir eğitim. Çok mükemmel bir eğitimden geçti o nesil. Ama o eğitimden geçen herkes neden bir İlhan Selçuk olamadı kimisi konformistti kimisini de zekâsı yetmedi olanı biteni yorumlamaya./Archive/2021/1/17/121652765-ic13-.jpg‘ÖMRÜ MÜCADELEYLE GEÇTİ. BENDE BORÇ SENETLERİ HÂL DURUR’- İlhan abinin arkasında hiçbir zaman bir sermaye gücü olmadı.Hiç. Ömrü her konuda mücadeleyle geçiyor. Kurduğu dergiler çok yüksek tirajlara ulaşıyor ama matbaadan toplatılıyor. Yasaklanmalar, kapatılmalar, davalara can mı dayanır! Sonuçta borç senetleriyle işte babalarından aldıkları üç beş kuruş sermayeyle, vadeli şeylerle işler yapıyorlar. Bende borç senetleri hâlâ durur. Borç senetlerinin üzerinde Aziz Nesin, Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk isimleri vardır. Devasa borç senetleri, 41 Buçuk dergisi döneminden borçlar var ama asıl sonra çıkardıkları Taş Karikatür diye bir dergiye ait. Kefil de Özdemir Asaf.- Bunları İlhan abi mi anlattı, bu bilgilere nasıl ulaştın?Hayır. Ben arşivden çıkanların izini sürdüm. Bir de tabii İlhan abi o dönem kendisine gelen mektupların hepsini saklamış. Oradan ve Turhan abinin mektuplarından izini sürerek buldum. İlhan abi askere giderken Turhan abi diyor ki; “Dağ gibi borç yükü kaldı üstüme, Aziz Nesin’e de ulaşamıyorum, Aziz Nesin de ödemek istemiyor” diyor. Bu mektuptan kısa süre sonra yazdığı bir diğer mektubunda da diyor ki; “İlhan, biraz rahatladım çünkü Aziz’in bir piyesi konuyor sahneye ben de maliye memurlarını gişeye yolladım.” Böyle.../Archive/2021/1/17/121715100-ic14.jpg‘ŞEKER ABİLER HİÇ KAYBETMEDİ!’- Mücadeleler derken Cumhuriyet Gazetemiz içindeki bölünmeler ve ayrılmalar konusunukonuşmamak konuyu eksik bırakmak olur kuşkusuz… Onları nasıl yazdın?Olan biteni aynen yazdım. Nadir Bey’in anılarında yazılmış olanlar, İlhan abinin bizzat anlattıkları, mektupları, bu konuda yazılmış pek çok kitap var ayrıca. Sonra 1992’deki o ‘vazo kırılması’ olayına ilişkin bizzat arkadaşlarımızla konuşmalarımız. Ben o dönem Nokta dergisindeydim ve elbette ayrılan ekibi destekliyorduk. Düşünsel olarak onları kendimize yakın görüyoruz ve onların haklı olduğunu düşünüyoruz.İnsanlar farklı düşünebilir, yargılamam kendi görüşleridir. Sen git yeni bir gazete çıkar istediğini yap işte bir süpermarket gazetesi yapmak istiyorsundur yaparsın. Ama köklü, tarihi bir geçmişi olan, misyonu olan, o misyonla kurulmuş ve okurları da o misyonla özdeşleşmiş olan bir gazeteyi dönüştüremezsin. Bu olmaz, olmadı da zaten. Bu Cumhuriyet’in tarihinde tam dört kez denendi ve dört kez de olmadı. Her seferinde ‘şeker abiler’ kazandı!- Bilmeyenler olur bir açalım bu ‘şeker abiler’in anlamını...Nadir Bey’in yayın kurulunda yer alan, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Oktay Akbal, Ali Sirmen gibi yazarlarımıza Hasan Cemal ve Okay Gönensin’in takılmak için yakıştırdıkları bir niteleme. Ama şeker abiler sadece o dönem için değil aslında o bir geleneğin adı gibi. Baktığında 60’larda da şeker abilerin çizgisi kazandı sonrasında da... Şeker abilerin karşısındaki düşünce yani Cumhuriyet’in çizgisini şöyle biraz kaydıralım diyen düşünce hep duvara toslamışsa demek ki şeker abiler haklıdır!/Archive/2021/1/17/121731771-ic15-.jpg‘NADİR NADİ İLE ET-TIRNAK, BABA-OĞUL GİBİLER’- Nadir Nadi ile İlhan Selçuk arasındaki iletişimi, bağı hakkında neler söylersin? Kitabın bunu da netlikle ortaya koyuyor. Nadir Bey hep sahip çıkmış İlhan abiye.Çok.- Ailesine karşı bile durmuş.Ailesine ve de tüm malvarlığına karşı durmuş. Yani Cumhuriyet, Nadir Nadi’nin hayatı. 1961’de de o yazarları korumuş. İlhan abi, o Şadi Alkılıç olayından bir yıl sonra 1962’de geliyor gazeteye ama Şadi Alkılıç davası yedi, sekiz yıl sürüyor.“Sen bu komünistleri, Cevat Fehmi Başkurtları, Yaşar Kemalleri, İlhan Selçukları bunları aldın, bundan bunlar oluyor” diye söylenen, tepki gösteren aile içindeki tutucu kanata karşı o dönemde de taviz vermiyor Nadir Bey. İlhan Selçuk geldikten sonra Nadir Bey ile et ile tırnak, baba ile oğul gibi olmuşlar artık.Nadir Bey, İlhan abiden dönem dönem etkileniyor ve bunu da saklamıyor zaten. 12 Mart’ta da; “İlhan’ın bu yazılarını gördün mü yayınlamadan önce” diye soruyorlar. Nadir Bey de “Elbette gördüm ve onaylıyorum” diyor. Sonra çok üstüne gelip “Bunları atmayı düşünmüyor musun” diye sorduklarında da, “Asla” diyor. İstifa edip ceketini alıp çıkıyor./Archive/2021/1/17/121747068-ic16-.jpg‘ŞEKER ABİLER HER SEFERİNDE ‘DE GAULLE’ GİBİ DÖNDÜ’Özellikle iki kız kardeşiyle ve damatlarla asıl çok sorun yaşıyor Nadir Nadi. Damatlar sağcı. Nadir Bey istifa ediyor ama annesi kabul etmiyor, “Biraz git kafanı dinle sonra da geri gel” diyor. Anne çok dirayetli bir hanım. Kızlarına ültümatom veriyor; “Eğer derhal bırakmazsanız ve Nadir işbaşına gelmezse aile mirasını geri alırım” diyor. Hatta oturdukları evlerin kirasını istiyor geriye dönük. Davalar başlıyor.Damatların ve kız kardeşlerin Cumhuriyet’i bu sağa çekme niyetlerine karşı Oktay Akbal, “Cumhuriyet hiçbir zaman mürekkepli bir kâğıt parçası olmayacaktır” diye çok güzel bir yazı yazıyor. Oktay Akbal’ı hemen işten atıyorlar.Gazeteden neredeyse tüm yazarları atıyorlar ama Nadir Bey, De Gaulle gibi dönüyor, hem de her seferinde De Gaulle gibi dönüyor! Nadir Bey’in o geleneğinden gelen o şeker abiler de her seferinde De Gaulle gibi dönüyor. Çünkü okur kusuyor, istemiyor diğerlerini.Sen kafandaki gazeteyi gider dışarıda sıfırdan yaparsan yaparsın ama artık kökleşmiş bir gazeteyi dönüştüremezsin. Kaldı ki bu arada yeni diye çıkardıkları gazeteler de tutmadı o da ayrı. Yok reklam kampanyaları, arkalarında banka, patron desteğine rağmen hem de tutmadı. Alıcısı yokmuş demek ki.- İlhan abi hapiste bir yandan ve bu yaşananlar karşısında istifa etmek istiyor ama…Bunu kabul eder mi Nadir Bey, etmiyor tabii. “Hayır, dur bakalım, daha neler olur neler” diyor./Archive/2021/1/17/121759489-ic17.jpg‘İLHAN ABİYİ GÖRDÜM VE DÜŞTÜM!’- İlk ne zaman karşılaştın İlhan abiyle?İlk lise yıllarımda bir imza gününde kitaplarını imzalatmak için gittiğimdedir. Tam kitaplarını imzalatacakken ayağım takılmış ve yere düşmüştüm. İlhan abi de yerinden kalkarak büyük bir incelikle bana yardım etmiş ve espriyi patlatmıştı: “Bütün genç kızlar beni görünce böyle heyecanlanıyor”.Cumhuriyet’te 1990’da yayınlanan ve büyük ilgi gören “Alevilik” dizisinin hazırlanmasında sevgili arkadaşım Şenay Kalkan’a yardım ediyordum. O zaman Günaydın’da çalışıyordum. Dizi boyunca neredeyse tam gün Şenay’la mesai yapmaya başlamıştım. O günlerde İlhan Abi yazı işlerine inmiş ve Şenay’ın yanına da uğramıştı. O gün Şenay’ın aracılığı ile tanışmıştık İlhan Abi’yle.İlk tam anlamıyla konuşmamız ise Cumhuriyet’e başladığım dönemde İpek Çalışlar ile yanıma gelip tokalaşmak için elini uzattığında oldu. Şöyle demişti: “Miyase İlknur’u çok iyi tanıyorum. Daha dün akşam ortak iki dostumuzla birlikte kulaklarını çınlattık. Ben onu tanıyorum da o beni tanımıyor. Geçen gün AKM’de tören öncesi kokteylde üç dört adım ötemde duruyordu ama bir selamı bize çok gördü. Galiba pek havalı bir gazeteci.” Ne bileyim yanına gidip, “Merhaba ben Miyase İlknur, sizin gazetede işe başladım” demeyi yersiz bulmuştum./Archive/2021/1/17/121818973-ic18.jpg- Umutla o gerçekçi mesafesine yorumun nedir?Zaman zaman karamsarlaştığı, biz bu savaşı kaybettik dediği günler de oldu. Ama en ufak bir kıpırdanışta tazelenir, direnci yerli yerine gelir, “Bu millet kolay kolay pes etmez, en umutsuz olduğun anda bir kıvılcım çakar, neler olur neler” derdi.Sonra şunu hatırlıyorum mesela Balbay içeri alındığında işte inanılmaz bir saldırı var basında. Gazetenin avlusunda konuşuyoruz. “Abi durum çok kötü. Ergenekon’dan içeri alınanları mahvedecekler ve hatta müebbet verecekler” dedim. İlhan abi o meşhur, kendine özgü gülüşüyle “Hıhhııı, hiç öyle düşünme, neler olur neler. Bir bakarsın o içeridekiler kahraman gibi de çıkabilir” dedi.Şimdi bugün Ergenekon’un bütün sanıkları dışarıda. Olan biten sırasında o kargaşa içinde biz göremiyoruz ama o hep gördü, söyledi, uyardı, yazdı./Archive/2021/1/17/121834442-ic19.jpg‘İLHAN ABİNİN YAZMAMI İSTEDİĞİ BAŞKA BİR KİTAP VARDI’- Son olarak bu kitabı yazacağını tahmin ediyordu İlhan abi değil mi?Şöyle, aslında o başka bir kitap yazmamı istiyordu. Başka bir kitap için bana birtakım belgeler vermişti. Aslında elinden tutulsa çok büyük bir şair ve edebiyatçı olabilecek bir kadının İlhan abiye platonik aşkı ve düzenli gönderdiği mektuplardır bunlar. Gerçekten usta işi mektuplar. Sonra o kadın intihar ediyor. Onu yazmamı istemişti, kadının edebi metinleri yok olmasın istemişti. Onu da bir gün yazacağım.İlhan Abi / Miyase İlknur / Cumhuriyet Kitapları / 676 s. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiEleştirmenin dünyası... Konur Ertop'un yazısı...
Eleştirmenin dünyası... Konur Ertop'un yazısı... Memet Fuat... Eleştirmen, deneme, inceleme, anı, günce, öykü-roman yazarı, çevirmen, futbol, voleybol antrenörü, spor akademisinde öğretim üyesi, yayıncı, gençliğinde bir ara mimar yardımcısı, inşaatçı… Uğraştığı bütün alanlarda titiz, özverili, Nâzım Hikmet’i tanımlarken sık sık yinelediği gibi kendisi de iyi, çok iyi bir insandı. 19 Aralık 2002’de yitirdiğimiz Memet Fuat’ın ölüm yıl dönümünde burada yalnızca eleştirmen kimliğine göz gezdirilmesi, bu alanın ötekilerden daha öne geçtiğini düşündürmesin. Memet Fuat ayrı ayrı bütün uğraşlarında çıtayı hep en yukarıya taşımayı başaranlardandı. /Archive/2021/1/17/120356114-kapak.jpg“Anlamaya, anlatmaya çalışan, yıkıcı olmayan bir eleştiriye doğru gitmeliyiz. Eleştiriyi önyargılarımızı doğrulamak için değil, yargılara varmak için kullanmalıyız; bir kavga aracı olarak görmemeliyiz, kişisel duyguların çok üstünde, bir gerçeklere varma aracı olarak görmeliyiz.”Memet FuatYAŞAMA YOLU19 Aralık 2002’de yitirdiğimiz Memet Fuat’ın düşüncelerini, yazı dünyasına katkılarını kavramak için, kendisini nasıl algıladığını, izlediği yaşama yolunu anımsatmak yararlı olacaktır.“Doğruluktan uzak bir insan olduğumu sanmıyorum. Kalemi elime aldığımdan bu yana, hiç kimsenin baskısına boyun eğmeden, yalnız doğru bildiğimi, doğru olduğunu sandığımı yazdım. Yanılmam demiyorum, yanılırım, ama kimseye kötülük etmem, etmedim.”“Bir kuşağı, ya da bir sanatçıyı toptan yansımak isteğini hiçbir zaman duymadım. (…) Benim işim, her şeyden önce, anlamaya çalışmak, anlayabildiklerimi okuyuculara iletmektir. (…) Dostlukların, düşmanlıkların, kahve köşelerindeki sövüşmelerin etkileri benim yazılarımın kıyısından bile geçmedi bugüne kadar.”“Birtakım sanatçıların, yazarların birbirlerine sokulup bir çevre kurmaları, yazılarını, yargılarını dostluklara, sevgilere açmaları ısınamadığım işlerden. (…) “Kavga eleştirisi yapmamam, arkadaş topluluklarına uzak durmam sanatçılar karşısında bağımsızlığımı korumak istemem yüzünden (…) önyargılı eleştiri yapmakla, arkadaş toplulukları kurmakla, belli sanatçıları övmekle suçlandım.”“Yetenekli birini gördüm mü, sanki bir sorumluluğum varmış gibi, hemen elimi uzatırım. Yürümeye başladı mı da hemen çekilirim kenara.”/Archive/2021/1/17/120417707-3-.jpg‘ELEŞTİRİNİN SANAT OLDUĞUNU SAVUNDU’Yarım yüzyılı aşan eleştirmenlik yolculuğuna başlarken bilimselleşme eğilimine karşı, eleştirinin bir sanat olduğunu savunuyordu:“Gerçi bilimsel eleştiriye yönelişi destekledim, övdüm, yücelttim, ama öznel eleştirinin yaratıcılık sürecindeki önemli yerini belirtmekten de hiç geri durmadım.”1950’lerde edebiyat dünyamıza egemen olan eleştirmen Ataç’tı. Genç Memet Fuat’ın yazılarını Ataç sık sık konu ediniyor, ona eleştiriler yöneltiyor, Memet Fuat’ın da tatlı-sert yanıtlar kaleme aldığı görülüyordu.Dünyaya, topluma, edebiyata bakışlarındaki ayrılıklar Memet Fuat’ın Ataç’la ilgili değerlendirmesini hiç etkilemedi. Yaşamı boyunca ondan aldığı etkileri hep dile getirdi:“Günümüzün sanatçılarına, eleştirmenlerine yazı yazmayı Nurullah Ataç öğretti. (…) Yazarın dile önem vermesi, her sözcüğü her tümcesi üzerinde durarak yazması gerektiğini ilk kimden duyduk, kimde gördük? (…) Yalnız dile önem vermeyi mi öğretti bize Ataç? Ya yıllar yılı her yeniliği anlamaya, anlatmaya çalışması? Gençlerin yazılarını bıkmadan, üşenmeden okuyup değerlendirmesi! Onlarla tartışmalara girmesi Saçmalıklara, aşırılıklara karşı koyma çabası!”/Archive/2021/1/17/120444238-8-.jpg‘O’NA GÖRE ELEŞTİRMEN YAŞAYAN İNSANDI’Yine 1950’lerde Ataç eleştirisi “öznel eleştiri” diye nitelenmeye başlanmıştı. Buna karşıt olarak artık daha çok “nesnel eleştiri” savunuluyordu. Bu anlayışa dayanan ürünler birer ikişer kendini gösteriyordu.Daha ilk eleştiri yazısında kendini adayacağı yazı türünün amacını; “Sanat yapıtını okuyucuya, dinleyiciye, izleyiciye yakınlaştırmak, açıklamak, daha kolay anlaşılır kılmak ve sanatçıya yol göstermek” diye belirlemiş olan Memet Fuat; eleştirmeni de “herhangi bir sanatçı gibi, bir dünya görüşü, bir sanat anlayışı olan, bir yan tutan, kısacası ‘yaşayan’ insandır,” diye tanımlayacaktı.Eleştiride hiçbir yöntemi üstün görmediğini sık sık yinelemiş, her yöntemin uygulanmasından bir şeyler umduğunu belirterek, “çok sesliliği” savunmuştur. Eleştirinin yol haritasını çizerken izlencesinde şu ilkelere yer veriyordu:“1- Yazılarımızda yüksekten konuşmamayı, sanatçılara büyüklük taslamamayı öğrenmeli. 2- Tartışmalarımızı karşımızdakileri alt etmek için değil, birlikte gerçekleri bulup çıkarmak için yapmamız gerektiğini unutmamalı. 3- Yargılarında yanılabilecek birer insan olduğumuzu bilmeli. 4- Dostlukların, düşmanlıkların etkisinden kurtulmayı, yergiden, övgüde kaçınmayı başlıca amaç edinmeliyiz.”‘ELEŞTİRİ ÇIĞIRI, İZLENİMCİ ELEŞTİRİYDİ’“Nesnel eleştiri, bilimsel eleştiri” uygulamaları karşısında Memet Fuat küçümsenen “öznel eleştiri”ye bağlı sayılmaktan hiç yüksünmedi. Ancak bu eleştiri çığırının “izlenimci eleştiri” diye adlandırılmasını öneriyordu.Okurlarına öznel eleştiri gücünün şöyle kazanılabileceğini anlatıyordu:“Başkalarının değerlendirip öne çıkardıkları seçkin örnekleri anlamaya, başarılarının gizine varmaya çalışarak okumak, bakmak, izlemekle… Seçkin örneklerle uzun süre içli dışlı olmak, onlarla birlikte yaşamakla… Çok önemli bir beğeni geliştirici ise o örnekler üzerine yazılmış seçkin eleştiri yazılarını okumaktır… Dahası, o sanat türüyle ilgili kuramsal yazılar okumaktır…”“Bilimsel eleştiri” uygulamalarını da şöyle değerlendirmişti:“Sanat alanında bilimler son sözü söyleyemiyorlar. Bilimlerden yararlanılıyor, öznel yargılardaki yanılmaları azaltma yolunda büyük oranda yararlanılıyor. Ama son sözü söyleyen gene öznel eleştiri. Gene yanılma payı olan, bilimsel kesinlikleri bulunmayan eleştiri…”“Bilimsel eleştirinin sanat sorunlarını bilim kesinliğiyle çözüvereceğini, sanatı aydınlığa çıkaracağını, hele değerlendirme bakımından yanılmazlığa ulaşacağını hiç sanmam.”/Archive/2021/1/17/120458785-9-.jpg‘GÖZDESİ DENEME TÜRÜYDÜ’“Öznel eleştiri”ye ayrıcalık tanıyan yazar, değer yargılarını verirken elbette “beğendim - beğenmedim” diye kestirip atanlardan değildi! Çalışmalarını sabırlı, uzun incelemeler besliyordu. Gözdesi olan yazı türü “deneme”ydi. Edebiyata bu pencereden bakmayı seviyordu. Ama inceleme yazıları, inceleme kitapları da az değildir:Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (1920-1970), Nâzım Hikmet (Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri gibi çalışmaları, çağdaş Türk edebiyatı tarihinin önemli kaynaklarını oluşturur. Zengin kaynakçayla beslenen bu yoldaki çalışmaları - kimi zaman şaşırtan, tepki de yaratan - öznel değer yargılarının gerekçelerini sergiler.İncelemeler isimli kitabındaki yer uzunlu kısalı yazılar arasında Pınar Kür’ün Yarın…Yarın... romanını, Mavi Hareketi’ni (Sosyal Gerçekçilik ile Sosyalist Gerçekçilik nasıl birbirine karıştırıldı?), Yeni Dergi’de Şairler’i, 1960 Sonrası Türk Yazınının Gelişmeleri’ni, “Yunus Emre’de Hoşgörü’yü, Yaşar Kemal’in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanını konu edinen çalışmalarını yine aynı ilkeler şekillendirmiştir./Archive/2021/1/17/120347192-kapak-.jpg‘TOPLUMSALCILIKTAN ÖDÜN VERMEDİ’Ona göre yazmak, bir düşünce sürecidir. Bu eyleme okurlarının da katılmalarını bekler. Sorular sorar, yanıtlarını kendisi verse de okuru kendi görüşlerine çekmeye çalışmaz. Okuru inanmaya değil düşünmeye yöneltmektir kaygısı.Hoşgörülüdür, ileri sürülen görüşleri tam olarak kavramaya çalışır. Kendi dünya görüşünden, toplumsalcılıktan ödün verdiği görülmemiştir. Ancak toplumsalcı eleştirmenin söz gelimi bir Nâzım Hikmet’in şiirinde bile eksik yanlar, başarısızlıklar görüyorsa bunu dile getirmesini bekler.Yayıncılık serüveninden söz ederken, “Üniversitede öğretmen olmak üzere öğrenim görmüştüm, İngilizce öğretmeni olacaktım. Sonra yazarlık, yayıncılık ağır bastı. Ama sanırım kişiliğimin öğretmen yanı her alanda öne çıkıyor. Birilerinin yetişmesine katkıda bulunmaktan hoşlanıyorum,” demişti./Archive/2021/1/17/120620988-5-.jpg‘YENİ DERGİ ÖVÜNÇ KAYNAĞIYDI’De Yayınevi’nin kitapları, Yeni Dergi, sonraları Yazko Edebiyat, Adam Sanat dergileri onun bu açıklamasında dile gelen özlemini somutlaştırmıştır. Kapandığında satışı binin altına düşmüş, en parlak günlerinde de iki binin altında kalmış yeni dergi onun haklı övünç kaynağıydı. Dergisinin amacını “ilerici düşüncelere bağlı, nitelikli genç sanatçılara, yazarlara olanak vermek, onları öne çıkarmak, okurlara tanıtmak,” diye tanımlamıştı.Şu açıklamalar da onundur:“Çevremdeki genç yazarları, çevirmenleri belli düşüncelere ya da sanat anlayışlarına yönlendirme yoluna hiç sapmadım. Bir yön verici durumuna hiçbir zaman düşmedim. Onlara istedikleri ölçüde yardımcı oldum. Bunu yaparken de hep çeşitli anlayışlarla karşılaşmalarını sağlamaya çalıştım. Kulaktan dolma bilgilerle yetinmemelerini, kendi araştırmalarına dayanarak sağlam temeller üstünde yükselmelerini özledim.”“Yeni dergi bir bilgilenme özlemine karşılıktı. Özellikle dil bilmeyen okurlara dünyadaki sanat, edebiyat gelişmeleri yansıtılmak isteniyordu. Başta gelen amaç ‘gizleri ortadan kaldırmak, ‘bilinmeyene tapınma’ya son vermekti.”/Archive/2021/1/17/120651034-6-.jpg‘YAYINCILIĞA ÖZEN GETİRDİ’Açıklamalarında öz eleştiriden de kaçınmamıştır:“Yeni Dergi bir de bazı sanatçıların, doğru düşünceleri, insanlığı yücelten, gönendiren görüşleri sömürmelerini, iyi sanatçı olmadıkları halde, savundukları doğru görüşlerin gücüyle kendilerini olduklarından daha yüksek görmelerini ya da göstermek istemelerini önlemeye çalıştı. Ama bu konuda başarılı olmadı.”İçeriğe kazandırdığı düzeyin yanı sıra Memet Fuat’ın yayın dünyamız getirdiği özen de azımsanmamalıdır. Güç koşullarda, masrafı kısmaya çalışan, gelişigüzel basım teknikleriyle beslenen Bâbıâli kitapçılığı karşısındaki övünmesi haksız değildir:“Hiç çekinmeden, yayıncılığa ‘özen’ getirdiğimi söyleyebilirim. De Yayınevi’nden önce kitapların düzenine, harflerin seçimine, dizgiye, baskıya, düzeltiye pek önem verilmezdi. Bu işin üstüne ilk inatla giden yayıncı ben oldum.”Memet Fuat’ın yapıtları çağdaş edebiyatımızın aynasıdır. Bu aynada toplumsalcı bir edebiyat adamının aydınlık yüzünü görüyoruz. Onu çok daha yakından tanımaya Gölgede Kalan Yıllar (Yapı Kredi Yayınları) adını taşıyan anılarıyla, Ölünceye Kadar (Adam Yayınları) başlıklı güncesi katkıda bulunacaktır. Konur Ertop'Türkiye’de Mimari Maket'
'Türkiye’de Mimari Maket' Pelin Derviş’in 2017’de başlattığı araştırma projesi Türkiye’de Mimari Maket’in bir uzantısı olan ve 660 fotoğrafın yer aldığı kitap; maketin mimarlık pratiği, eğitimi, tarihi ve arşivindeki yerini ele alan metinlerin yanı sıra sekiz maket yapımcısının yaşamı ve üretimlerinden oluşan bir seçki. /Archive/2021/1/17/115844195-ic1.jpg Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket - 20. Yüzyıldan Bir Kesit (Mimarlar Derneği 1927); Pelin Derviş, Lale Özgenel, T. Elvan Altan, Elif Bilge, Pelin Yoncacı Arslan, Meriç Öner, Superpool ve Ahmet Dönmez’in kolektif bir çalışması.Maketin mimarlık pratiği, eğitimi, tarihi ve arşivindeki yerini ele alan metinlerin yanı sıra sekiz maket yapımcısının - Sami Pazarbaşı, Sidel Pazarbaşı, Yusuf Z. Ergüleç, Selahattin Yazıcı, Mehmet Şener, Varjan Yurtgülü, İhsan Kostak, Murat Küçük - yaşam öyküleri, profesyonel çalışmaları ve üretimlerinden oluşan bir seçkiyi kapsıyor./Archive/2021/1/17/115927601-ic2.jpgÇalışmada maketin, mimarlık pratiğinin ayrılmaz bir parçası olageldiği şöyle vurgulanıyor: “Çalışma maketlerinin çoğu en fazla proje süresince mimarlık bürosunda yaşayabilir, hızla tozlanır, bozulur ve kaybolur gider; zaten onun üretim amacı tasarım sürecine yöneliktir. Sunum amaçlı üretilen maketler de çoğu zaman kaybolur gider. Geriye maketin fotoğrafları kalır. Türkiye’deki maket fotoğrafları çoğu kez künyesizdir; maketi üretenin kim olduğuna, kullanılan malzemeye, tekniğe, ölçeğe dair bilgiler içermez.”/Archive/2021/1/17/120001585-ic3.jpgKitap, mimarlık çevresinin yakından takip ettiği, işbirliği yaptığı bu aktörleri ve üretimlerini görünür hale getirmeyi hedefleyen uzun soluklu bir çalışmanın ürünü.Mimari Maket projesinin ilk çıktısı 2017’de, Studio-X Istanbul’da açılan Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket başlıklı sergiydi. Kitap, hem çalışmanın filizlenmesine olanak veren bu sergiye hem de çalışma sürecinde işbirliği yapılan ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve SALT Araştırma, Mimarlık ve Tasarım Arşivi ile arşiv özelindeki çalışmalara ve bu bağlamdaki tartışmalara da yer veriyor.(Kitap, İstanbul’daki Robinson Crusoe 389 mağazalarından ve pelindervis.com adresinden sipariş verilerek edinilebilir.) Afife ErenMilanlıHakanÇalhanoğlu’nun koronavirüs testi pozitifçıktı
Milanlı Hakan Çalhanoğlu’nun koronavirüs testi pozitif çıktı İtalya Serie A ekiplerinden Milan, milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu’nun koronavirüs testinin pozitif çıktığını açıkladı. İtalya Serie A ekiplerinden Milan, milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu’nun koronavirüs testinin pozitif çıktığını açıkladı./Archive/2021/1/17/120445816-hakan-calhanoglunun-koronavirus-testi-pozitif-cikti_1.jpgİtalya Serie A’nın 18’inci haftasında yarın deplasmanda Cagliari’ye konuk olacak Milan’da koronavirüs şoku yaşanıyor. Kırmızı-siyahlı ekipte milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu ve Theo Hernandez’in testleri pozitif çıktı.Milan kulübünden yapılan açıklamada, semptom göstermeyen iki futbolcunun hemen ev karantinasına alındığı, diğer futbolcular ve personelin durumlarının da yakından takip edildiği ifade edildi. DHAProjemiz Hayat Derneği'nden 'Geleceğe Dokunan Anneler'
Projemiz Hayat Derneği'nden 'Geleceğe Dokunan Anneler' Geleceğe Dokunan Anneler, Projemiz Hayat Derneği’nin çalışmaları sonrası ortaya çıkmış bir kitap. “Çocuklukta Duygusal İhmal”i konu edinen bu kitap, geniş ekibiyle sadece ebeveynlere değil, eğitimcilere de ulaşmaya çalışıyor. Kitabı, derneğin kuruluşu ve kitabın hikâyesi ile ilgili olarak Projemiz Hayat Derneği kurucusu Aslı Özdemir, kitabın içeriğini oluşturan “Duygusal İhmal” konusunu da kitabın yazarlarından Prof. Dr. İsmihan Artan ile konuştuk. /Archive/2021/1/17/115350870-ic1.jpg- Projemiz Hayat Derneği olarak “Geleceğe Dokunan Anneler” adlı bir kitap hazırladınız? Bu dernek, sonrasında bu kitap nasıl oluştu?2007 yılında kurumsal iş hayatına ara verip, çeşitli Sivil Toplum Kuruluşlarında gönüllü olarak görev aldım. Faaliyette bulunduğum Sivil Toplum Kuruluşlarının odak noktası ağırlıklı olarak çocuklardı. 7 yıllık edindiğim bu tecrübe, sosyal sorumluluk projeleri için gerekli bütçeyi toplamanın zorluklarını çok net görmemi sağladı. İnsana umut ve neşe veren bu dezavantajlı çocuklarımız için en büyük şansımız, sadece çevremizde olan yardımsever kişilerin desteğiydi.Bu edindiğim tecrübe, sürdürülebilir fayda sağlayan bir sürecin parçası haline gelmem için beni teşvik etti. Bu şekilde 2014 yılında bugün Tugba Deniz, Esra Turgut ve Begüm Salırlı ile “Projemiz Hayat” ekibini olusturarak başarılı bir sosyal girişim projesi yaratmak için çalışmalara başladık. Bu süreçte, yurtdışı seyahatlerimiz esnasında birçok yaratıcı ve sürdürülebilir gelir modeli sağlayan sosyal girişim projeleri ile karşılaştık. Bunun yanısıra bu projelerdende hangisinin toplumumuz adına daha faydalı olduğu ile ilgili araştırmalarımıza ağırlık verdik.Projemizin temel hatları ortaya çıkmaya başladıktan sonra, ilk olarak Uluslararası bir Platformda düzenlenen 0-3 yaş erken çocuk gelişimi üzerine bir proje yarışmasına başvuru yaptık. Proje için seçtiğimiz konu “Çocuklukta Duygusal İhmal” başlığı idi. Proje detayımız 900 adet başvurunun yapıldığı bu platform tarafından ön elemeleri geçmeyi başardı. Bu başarımızın Türkiye’de birçok önemli çocuk gelişimci tarafından olumlu geri bildirim alması ile, projeyi ülkemizde hayata geçirmek istediğimizi karar verdik. Projeyi “Geleceğe Dokunan Anneler” olarak yerel ismini belirleyip çalışmalarımızı bu yönde ilerletmeye başladık.Projemizi 2018 yılında Hacettepe’den akademisyen hocalarımız Prof. Dr. Elif Özmert, Doç. Dr. Gülin Evinc ve Prof. Dr. İsmihan Artan ile hayata gecirdik. Daha sonra Madalyon Psikiyatri Kliniği desteği ile de etki alanımızı genişlettik. Zaman geçtikçe farklı işbirlikleri de gündeme geldi. En önemlisi Dr. Aylin Löle’nin kurmuş oldugu, toplumsal cinsiyet eşitliği çalışan Awen for Us sosyal girişimi oldu. Programımıza “eşitlik evde başlar” diyerek, erken çocukluk döneminde çocukların cinsiyet kalıplarından uzak yetiştirilmesini anlatan eğitimleri de ekledik. Halen Online olarak TED Okulları gibi eğitim kurumlarında ve GAP İdaresinde bulunan ÇATOM(Çok Amaçlı Toplum Mrerkezleri), Genclik Evleri ve Çocuk Gelişim Merkezlerinde eğitim seminerleri vermeye devam ediyoruz Bu arada projeye en basından bu yana kalpten inanıp, sürekli destek veren Prof. Dr. Belma Tugrul hocamızla da dönemsel görüşmelerimiz ve fikir alışverişlerimizi yaparken, bize Epsilon yayınevinin bu eğitim serisinden bahsetti ve bizi de Geleceğe Dokunan Anneler projesini bu seriye hazırlamamız için tesvik etti. Uzun bir sürec gibi görünse de pandemi dönemi bizim bu kitabın hazırlanışında daha hızlı olmamızı sağladı. Çok değerli hocalarımız ile biraraya geldik. Hacettepe Üniveristesi Çocuk Gelişiminden Prof. Dr. İsmihan Artan, Madalyon Klinik Eğitim Psikolojisi Uzmanı Nil Ateşoğlu, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Pediatri Bilim Dalı Dr. Öğr.Üyesi Melda Çelik, Boğaziçi Üniversitesi’nden Öğretim görevlisi Dr. Sevgi Kesim Güven, Blm.Uzm. Merve Korkmaz, Aydın üniversitesi Çocuk Gelişimi uzmanı Prof. Dr. Belma Tuğrul ve Hacettepe Üniversitesi Çocuk sağlığı Enstitüsü Sosyal Pediatri ve Gelişimsel Pediatri uzmanı Prof. Dr. Songül Yalçın büyük özverilerle ve çalışmalarla biraraya gelerek kitabımızı yazmamızda önemli katkılarda bulundular.Kitabımız, “Duygusal İhmal ve İstismar”, “Duygusal İhmal ile İlgili Örnek Senaryolar ve Çözüm Önerileri”, “İhmali İhmal Etme”, “Çocukluktan Yetişkinliğe Toplumsal Cinsiyet Kodlarının Yeniden İnşası”, “Küçük Şeyler Büyük İzler Bırakır”, “Duygu İfadeleri” ve “Duygusal Uyaranlar ve Çocuk Gelişimi” sekiz bölümden oluşuyor. Kitabımızın satışından elde edilen gelirin tamamını da halen devam etmekte olan proje faaliyetlerine aktaracağız. Bu vesile ile de kitaba probono olarak katkıda bulunan sevgili hocalarımıza ve editörümüz Gamze Güller’e çok teşekkür etmek istiyorum.- Amacınız nedir?Kısa vadede amacımız proje web sayfasının daha bilimsel hale getirilmesi, aileler için örnek bir pilot çalışma ile eğitim modülü hazırlanması. Gönüllü anneler ile yöresel annelerin de katılımıyla çocuk eğitiminde birebir etkili olan annelere olabildiğince ulaşabilmesi. GAP Bölgesinde bulunan ÇATOMlar, Gençlik Evleri ve Çocuk Gelişim Merkezleri işbirliği ile daha fazla ilde çalışmalar yapılması, kurumsal şirketlerle işbirliği içerisine girip ebeveynlerin bilinçlendirilmesi; okullar ile işbirliğine girilerek PDR bölümleri ve öğretmenlerine eğitimler verilmesi; İşbirliğine girilen okulların MEB aracılığıyla bulundukları ilçelerde bulunan eğitimci ve öğretmenleri de eğitimlere çağırarak projeden faydalanmalarının sağlanmasıdır.Orta vadede yurt dışında benzer çalışmalar yapmış olan üniversiteler ve vakıflarla işbirliğine gidilmesi; Türkiye’de bir duygusal ihmal haritası çıkarılması; politika yapıcılar ve okul öncesi, ilköğretim alanında görevli öğretmenlere yönelik eğitim modüllerinin oluşturulması; proje ev sahipliğine Türkiye’de konu ile ilgili uluslararası bir zirve düzenlenmesini amaçlıyoruz.Uluslararası bir akademik literatür çıkarılması, ve konunun Türkiye dışında da işbirlikleriyle diğer ülkelerde gündeme yerleştirilmesini arzuluyoruz.Projemiz ile uzun vadede, özgüveni yüksek, üretken, yaratıcı, insan ilişkileri güçlü bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplum gelişiminin sağlanmasını hedefliyoruz.Bu bağlamda, ebeveynler öncelikli olmak üzere, erken çocukluk döneminde etkin rol alan diğer aktörlerde (eğitimciler, sağlık çalışanları, sosyal hizmet sağlayıcıları vb.) bireysel yaşamı ve toplum yapısını derinden etkileyen duygusal ihmal konusunda farkındalık oluşturmak; pozitif ebeveynliği desteklemek, ilgili aktörlerde tutum ve davranış değişikliği sağlamak hedeflenmektedir.0-6 YAŞIN ÖNEMİ...- Çocuklukta duygusal ihmal nedir? Nasıl fark edilir? Bu durum fark edildikten sonraki ilk adım ne olmalı?Duygusal İhmal, literatürde “Anne babalar ya da bakım verenler tarafından çocuğun sevgi ve saygı görme, önemsenme, duygularının anlaşılmaması, sosyalleşmesine izin verilmemesi, kuralları öğrenme ve uygun uyum becerilerini edinme gibi duygusal ihtiyaçlarının süreğen biçimde göz ardı edilmesi, karşılanmamasıdır.” şeklinde açıklanmaktadır.Çoğunlukla sessiz ve görünmez olduğundan, çocukluktaki duygusal ihmal hafife alınır ve yalnızca erişkinlikte semptomlar ortaya çıkınca fark edilebilir. Boşluk, bağımlı olma korkusu, kendine yönelik öfke ve suçlama, yüksek mükemmeliyetçilik, düşük öz-saygı, erişkinlikte hissetme ve hislerini ifade etme güçlüğü bu semptomlardan sadece birkaçıdır. Farkedildiğinde en önemli adım konu ile ilgili bir uzmana başvurmaktır.- Peki, bir yetişkinin çocuklukta duygusal ihmale uğramış olduğunu nasıl anlarız?Duygusal ihmal, çocuklukta en sessiz, en görünmez ihmal türüdür. Bu nedenle yetişkinlikte de genellikle hatırlanmayan bir çocukluk deneyimidir. Anne babanız size asla vurmamış, bağırmamış, sizinle alay etmemiş olabilir. Geçmişinize dönüp baktığınızda kötü anılarınız baskın değildir. Böyle düşününce anne babanızın, iyi anne baba olduklarını bile söyleyebilirsiniz. Ama gerçekler farklıdır, size şefkat ve ilgi göstermemiş, sizinle iletişim kurmamış, sohbet etmemiş, korkularınızı, kaygılarınızı veya sevinçlerinizi dinlememiş, göz ardı etmiş, kısacası duygusal ihtiyaçlarınızı fark etmemiş ve bunlara yeterince cevap vermemişlerdir. Ve şimdi bir yetişkin olduğunuzda sizin yaşamınızda yolunda gitmeyen ama bir türlü adlandıramadığınız, anlamlandıramadığınız şeyler vardır. Kişi bunların nedenini kendisi bile fark edemezken, çocuklukta duygusal ihmale uğramış olduğunu anlamak çok zordur. Ancak, bazı kişilik özellikleri çocuklukta duygusal ihmal yaşamış olduğu yönünde ipuçları verir. Çocuklukta duygusal ihmale uğramış olan yetişkinlerin sergiledikleri bazı ortak özellikler vardır. Duygularını fark etmede güçlük, düşük özgüven, geçmeyen boşluk hissi, mükemmeliyetçilik, sıklıkla “anormal” olduğu hissini yaşama, bağımlılık, duygusal ilişkilerde güçlük, reddedilmeye aşırı duyarlılık, kendini kolayca suçlama gibi. Bu özelliklerin bir kısmını veya çoğunu gösteriyor olabilirler.- Tüm hayatımızı 0-6 yaş arasında yaşadığımız dönem mi etkiliyor?Doğruyu söylemek gerekirse, evet! Şöyle ki; Gelişim, doğuştan getirdiğimiz özelliklerimiz ve çevrenin etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Elbette genetik bir takım özelliklerimiz vardır ama doğduğumuz andan itibaren belki daha öncesinden itibaren çevrenin etkisiyle bunlar şekillenir. İlk çevre de anne ve babadır, ailedir.Çalışmacılar gelişimi daha sistematik inceleyebilmek için bazı alanlara ayırarak incelerler. Bunlar bilişsel, sosyal-duygusal, motor ve dil gelişim alanlarıdır. Ve pek çok çalışmacıya göre insanlar yaşamları boyunca öğrendiklerinin %75ini 0-6 yaş arasında öğrenirler. Öğrenmek sözcüğünü kullandığımızda bunu, lütfen salt bilgi olarak düşünmeyin. Bu yaşlar arasında, sözünü ettiğimiz tüm gelişim alanlarında, yaşam boyu gerekli olacak bilgi ve becerilerin temeli atılır. Bunu bir merdivenin basamaklarını çıkmak gibi düşünün. İleri matematik öğrenebilmek için ilk önce rakamları öğrenmemiz gerekir. Bir iş yerinde uyumlu çalışabilmek için işbirliği yapma, paylaşma, yardımlaşmayı öğrenmemiz gerekir. İyi konuşma becerisi olan bir yetişkin olabilmek için ilk kelimemizi söylemiş olmamız gerekir. Sözünü ettiğimiz %75 oranı, verdiğimiz örneklerdeki gibi, yaşam boyu kullanacağımız bilgi ve becerilerin temeli olacak bu öğrenmeleri kasteder.Bunun yanı sıra, 0-6 yaş döneminin beyin gelişimi açısından çok önemli olduğunu vurgulamamız gerekir. Anne karnında başlayan beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönem, erken çocukluk dönemidir.0-6 yaşın neden bu kadar önemli olduğunu, kritik dönem / hassas dönem kavramını açıklayarak vurgulayabiliriz. Organizmanın gelişmeye daha açık olduğu, daha yatkın olduğu dönemler vardır. Yani yine en baştaki merdiven örneğimize dönersek, tüm bilgi ve becerileri aynı zaman diliminde değil, farklı zamanlarda kazanırız ve her birini daha hızlı kazandığımız, özel bir zamanı vardır. Bu, kazanmaya en açık, en hazır olduğumuz zaman demektir. Örneğin yürüme, bağcık bağlama, zıplama, düğme ilikleme becerileri için kritik dönem birbirinden farklıdır. Sosyal duygusal gelişim alanında ele aldığımızda izin isteme, paylaşma, sorumluluk alma, kendi duygularını fark etme, duygularını ifade etme, kızgınlığını kontrol etme gibi becerilerin kazanılmasında kritik dönemler farklıdır. Her gelişim dönemi için, kritik dönemi iyi değerlendirirsek, zengin uyaran sağlar, çocuğun deneyim yaşamasına izin verirsek, gelişim alanlarını gerektiği gibi desteklersek gelişimi olumlu yönde desteklemiş oluruz. Ama kritik dönemde yeterli uyaranı sağlayamazsak gelişim geri kalacağı gibi bunun etkileri daha sonraki yaşamlarına da yansır.Bu nedenle 0-6 yaş arasında kazandıklarımızın tüm yaşamımıza damga vuracağını söylemek pek yanlış olmaz./Archive/2021/1/17/115504682-ic2.jpgEBEVEYN, ÇOCUĞUN TÜM YAŞAMINI DEĞİŞTİREBİLİR- Sağlıklı çocuklar için en iyi araçlardan birinin pozitif ebeveynlik olduğunu belirtiyorsunuz? Nasıl kimseler için pozitif ebeveyn diyebiliriz?Bir ebeveyn, çocuğunun tüm yaşamını değiştirebilecek bir etkiye sahiptir. Çocuğunu yetiştirirken pozitif tutumlar sergilemesi bu etkiyi olumlu yönde pekiştirecektir. Pozitif ebeveynlerin özelliklerinden söz etmeden önce şunu söyleyebiliriz; koşulsuz sevgi gösteren, güven veren, gerçekçi sınırlar koyan, çocuklarından gerçekçi beklentileri olan ebeveynler, pozitif ebeveyn olma yolunda güvenli adımlarla ilerliyorlar demektir.Pozitif ebeveynliğin önemli adımlarına, çocuğun bireysel kimliğinin geliştirilmesi, güvenlik ve istikrarının oluşturulması, bir işi başarıyla bitirmesi için şans tanınması ve cesaretlendirilmesi, rehberlik edilmesi ve gerekli disiplinin verilmesi, keşfetmek için fırsatlar sağlanması, yaratıcılık ve merakının teşvik edilmesi, okulda öğrenmesinin desteklenmesi, problem çözme ve karar verme becerilerinin geliştirilmesi, azim, cesaret, iyimserlik ve dürüstlüğü keşfetmesine yardım edilmesi, iyi iletişim becerilerini öğrenmesinin sağlanması, çocuğun rekabete karşı sağlıklı bir tutum geliştirmesine yardımcı olunması, kaygı ile başa çıkabilmenin öğretilmesi, çocuğun ait hissettiği sağlıklı bir aile yaratılması, olumsuzlukları sürekli olarak eleştirmektense olumlu teşvik ve geri bildirim verilmesi konusunda destek olunması örnek gösterilebilir.Bugün pek çok ülkede pozitif ebeveynlik konusunda çalışmalar yürütülmektedir. Özellikle anne babaların eğitimlerine yönelik programlar geliştirilmekte ve uygulanmaktadır. Bu programlardaki en önemli amaçlardan biri de ebeveyn olarak kendilerine zaman ayırmalarını sağlamaktır.- Bir insan çocukken duygusal anlamda ihmal edilmişse bile pozitif ebeveyn olabilir mi?Elbette olabilir. Çocuk gelişimi ve psikolojisi alanında çalışan pek çok çalışmacının insan doğasına, çocuk gelişimine olumlu bir bakış açısı vardır. Bir dönemde karşılaşılan zorlukların, çözülemeyen çatışmaların yaşamın daha sonraki bir döneminde olumlu yönde çözülebileceğini savunurlar. Bizim projemiz de bu paralelde geliştirilmiş bir projedir. Yoğunlukla annelere olmak üzere, ama proje kapsamında, zaman zaman babalara, öğretmenlere, okuldaki diğer profesyonellere, medya aracılığı ile toplumun tüm kesimlerine ulaşarak duygusal ihmal konusuna dikkat çekmek üzere çalışıyoruz. Kitabımızın adında da öncelikle “Duygusal İhmali Fark Etme” var, sonra “Tanıma” ve daha sonra “Önleme” var. Yani bir şeyi fark etmeden, önlememiz mümkün değil.Geleceğe Dokunan Anneler projesi sürecinde 2018 yılından beri yürüttüğümüz seminerlerimizde, yüz yüze görüşmelerimizde pek çok anne, baba ve profesyonelin kendisinin de duygusal ihmale uğradığını fark ettiğine tanık olduk. İşte bu “an” bizim için çok değerli. Çünkü o ana kadar anlamlandıramadığı bazı özelliklerini ve duygusal tepkilerini anlamlandırmaya başlıyorlar. Bu aşamadan sonra çocukları için e iyiyi yapma çabasında olacaklarından ve bunu başaracaklarından eminiz./Archive/2021/1/17/115535494-ic3.jpgZORBALIK...- Pek çok konunun tanımı ve çözümünden de söz ediyorsunuz. Zorbalık da bu konulardan biri. Aile çocuğunun zorbalığa uğradığını nasıl fark edebilir?Öncelikle şunu söylememiz gerekir: Zorbalık bir şiddet türüdür ve güç dengesizliği söz konusudur. Zorbalık tanımı koyabilmemiz için sürekli olması yani tekrarlayan bir davranış olması gerekir. Vurma, itme, tekmeleme, odaya kilitleme gibi fiziksel; korkutma, hakaret etme, isim takma gibi sözel; yok sayma, kasti bir şekilde arkadaş olarak kabul etmeme, arkadaş ilişkilerini etkileme gibi dışlama/yalnızlaştırma; bireyin mal ve eşyalarına zarar verme zorbalık türleri, maalesef anaokulundan başlayarak her yaşta yaşanmaktadır. Zorbalık kavramını açıklarken bunları örnek vermemize rağmen son yıllarda zorbalığa yeni çeşitler eklendiğini görüyoruz. Cep telefonları, web sayfaları, internet aracılığı ile hakkında yalan bilgiler yayarak, utandırıcı fotoğraflar yayınlayarak veya incitici mesajlar yollayarak siber zorbalık yapabilmektedirler. Ne yazık ki her iki cinsiyetteki çocukların, farklı şekillerde de olsa zorbalık yapabildiğini görmekteyiz. Bu da her iki cinsiyetten, her yaş grubundan çocukların zorbalığa maruz kalması demektir. Bunları özellikle örneklendirerek vurguladım çünkü bunları bilirsek zorbalığın, zorbalığa uğrayan çocuğa etkilerini daha iyi anlayabiliriz. Elbette kaygı, kızgınlık, çaresizlik en yoğun duygular. Bunun yanı sıra üzgün, incinmiş, mutsuz olduklarını görürüz. Kendilerine güvenleri azalır, yetersizlik, değersizlik hissederler. Eğer zorbalığa okulda uğruyor ise okula gitmek istememe, okuldan kaçma, okulda konsantrasyon bozukluğu ve buna bağlı olarak okul başarısında düşme görülebilir. Pek çok çalışma zorbalığa uğrayan çocuklarda sağlık sorunları görülebildiğine de işaret etmektedir. Karın ağrısı, baş ağrısı, boğaz ağrısı, uyku bozuklukları, yorgunluk gibi belirtiler ortaya çıkabilir.İlgili bir ailede bu belirtilerin fark edilmemesi mümkün değildir. İlgili bir anne baba çocuğunun hangi ortamlarda, kimlerle beraber olduğunu, nelerden hoşlandığını, nelerden rahatsız olduğunu, nelere ilgi duyduğunu, nelerden korktuğunu bilir. Çocuğunun duygusal gelişimini ve tepkilerini de bilir. Yani kısacası çocuğunu tanır. Yukarıda saydığımız belirtilerin başlamasıyla beraber yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark eder. Ancak çocukların çoğu bu konuda konuşmaktan kaçınır, korkar. Anne babalar çocuklarının çevresinde zorbalık olmayacağını düşünebilirler. Ama zorbalık konusu her anne babanın aklında olmalıdır. Zorbalığın her yaşta, her sosyo ekonomik düzeyde, her okulda, her ailenin çocuğuna yapılabileceğini bilmelidirler. İşte bu nedenle projemizde zorbalık konusuna da dikkat çekiyoruz. Anne babaların zorbalık hakkında bilgileri varsa çocuklarında gördükleri değişimlere bakarak, zorbalık görüyor olabileceğini düşünebilirler.Bu noktada, biz Geleceğe Dokunan Anneler Proje Ekibi, dünya üzerinde yaşayan tüm çocukların yüksek yararını gözeten bir grup olarak, zorba çocukların da ailelerinin bilinçlendirilmesine yönelik çalışmaların çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü çalışmalar, bu çocukların, “saldırganlığın bir gücü olduğu”nu evlerinde öğrendiklerini göstermektedir. Zorba-kurbanlar diye bir kavramın varlığı da unutulmamalıdır. Bu çocuklar bir yandan zorbalık yaparken bir yandan da zorbalığa uğramaktadırlar.Dünya üzerindeki her bir çocuk bizim için çok özeldir ve özel ilgiyi hak eder.- Aslına bakılırsa bazen çocuk da zorbalığa uğradığını fark edemiyor. Onlara bunu nasıl anlatmalı?Çocuk bir şeyler yaşadığını fark ediyor, bunun tekrarlanmasından korku ve kaygı duyuyor, kendisini çaresiz ve mutsuz hissediyor ama sorun şu ki bunu adlandıramıyor. Bazı çocuklar adlandırsa bile gerekli kişilerden yardım isteyemiyor ki bu kişilerin başında da anne ve baba gelmelidir.Bu noktada kurbanların kişilik özelliklerine bakmak gerek. Çalışmalar, kurbanların, benlik saygılarının normalden düşük olabildiğini, zayıf iletişim becerilerin sahip olabildiklerini, içe dönük kişilik özellikleri sergileyebildiklerini, kendilerini çirkin ve akılsız olarak algılayabildiklerini ve sosyal desteklerinin az olduğunu düşünebildiklerini ortaya koymaktadır. Herhangi bir kurbanda bu özelliklerin biri olabileceği gibi birkaçı da olabilir. Veya elbette bu özelliklerden hiç birini göstermeyen biri de kurban olabilir. Ancak eğer bu saydığımız kişilik özellikleri varsa anne babalar ve okul, mutlaka bunları iyileştirme yoluna gitmelidir. Örneğin, benlik saygılarını yükseltmeye, iletişim becerilerini güçlendirmeye, kendilerini daha iyi ve güçlü olarak algılamalarına yönelik çalışmalar yapmalıdırlar. Her başı sıkıştığında yanında olacaklarını hissettirmelidirler. Bunu da sevgiyle, anlayışla yapacaklarını bilmek çocuk için çok önemlidir.Yani çocuğumuzun zorbalığa uğradığını fark ettiğimizde okulunu değiştirmek veya zorbalık yapan çocuğu korkutmak, şikâyet etmek, okuldan atılmasını sağlamak gibi yollar kesinlikle çözüm olmayacaktır. Eğer çocuğumuzun kişiliğini güçlendirmezsek başka biri tarafından yine zorbalığa uğraması mümkündür. Çocuğumuzun kişiliğini güçlendirdiğimizde zorbalığa uğradığını daha çabuk fark edecek, ailesi ve okulla daha hızlı paylaşabilecek ve gerekli tepkileri daha uygun şekilde verebilecektir.AİLE İÇİ ŞİDDET...- Şiddet en önemli gündem konularımızdan biri. Aile içi şiddete tanık olan çocukların sayısı azımsanacak gibi değil. Bu konuda neler söylemek istersiniz?Doğrusunu isterseniz şiddetle ilgili günlerce, gecelerce konuşabiliriz. Çünkü şiddet hemen hemen her kültürde ve toplumda karşımıza çıkabilen ve maalesef olumsuz etkileri çok derin olan bir sorun. Çocuklar şiddete doğrudan veya sizin sorunuzdaki gibi tanık olarak maruz kalabilirler. Ama her iki durumda da etkileri tüm yaşam boyu sürer. Her iki durumda da çaresizlik yaşadıkları, kaygı duydukları, benlik saygılarının düşük olduğu görülmektedir.Aile içi şiddete tanık olmak, kaç yaşında olursa olsun çocuk için çok zor bir durumdur. Aile içi şiddet sırasında çocuk ne yapacağını bilemez bir haldedir. Kavgayı anlamaya çalışan, kavga sırasında ayırmaya çalışan, annesini darbelerden korumaya çalışan, bağırarak yardım isteyen, ağlayan, şoka giren, korunaklı bir yere girerek saklanan, bağıran, çığlık atan çocuklar vardır. Bir çalışmada çocuğun ne yapacağını bilmez bir halde ev içinde oradan oraya koşturduğunu okumuştum. Her çocuğun geçmiş yaşantılarına, yaşına, mizacına göre verdiği tepkiler değişiklik gösterir. Ama tepkisi ne olursa olsun çocuklar için çok korkutucu ve sarsıcı bir deneyimdir. Bu tanıklıktan sonra şiddeti durdurmak için yeterince mücadele etmediğini ve annesini koruyamadığını düşünerek suçluluk duyabilir. Annesini kaybetme korkusu, kendisinin de şiddet görebileceği endişesini rahatsız edici bir boyutta yaşayabilir.Çocuklar sosyal becerileri, sosyal problem çözme yöntemlerini erken dönemden itibaren aile içinde öğrenmeye başlarlar. Aile içinde şiddete tanık olan çocuklar bunun bir “sosyal problem” çözme yöntemi olduğunu düşünürler. Kendileri de çocuklukta veya yetişkinlikte problemlerini şiddetle çözme eğilimindedirler. Bunun yanı sıra, korku, kaygı, terkedilme korkusu, güvensizlik, uyku bozuklukları, sosyal uyumda düşüş, öğrenme bozuklukları görülebilir. Hatta ilerleyen yıllarda intihara eğilimli, madde bağımlısı, suça itilmiş bireyler olma ihtimalleri de söz konusudur.Hiçbir çocuk bunları yaşamamalıdır! Dünya üzerindeki bütün çocuklar güvenli, sevgi dolu ailelerinde gelişmeye, büyümeye, kendilerini ve dünyayı tanımaya devam etmelidirler.Şiddetin çocuk üzerindeki tüm etkileri bir yana, şiddetin bilinen en kötü etkisi, şiddet gören çocuğun yetişkin yaşamında kendisinin şiddet uygulamasıdır. Anne babalar her konuda olduğu gibi şiddet konusunda da bilinçlendirilmeli ve elbette ailenin güçlendirilmesi konusu devletlerce ele alınarak gerekli çalışmalar ciddiyetle yürütülmelidir. Aksi halde şiddet dünyadan asla silinmeyecek, kuşaktan kuşağa aktarılarak varlığını sürdürecektir!Geleceğe Dokunan Anneler - Çocuklukta Duygusal İhmali Fark Etme, Tanıma, Önleme / Kolektif / Epsilon Yayınevi / 184 s. / 2020. Damla KarakuşCumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 17 Ocak 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 17 Ocak 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/1/16/192155183-day-ilan.jpg/Archive/2021/1/16/192156511-ilan1.jpg/Archive/2021/1/16/192155996-ilan2.jpg cumhuriyet.com.tr