Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 03.13.2025, 07:45 PM (GMT)

News - Haberler

Eleştirmenin dünyası... Konur Ertop'un yazısı...

Eleştirmenin dünyası... Konur Ertop'un yazısı... Memet Fuat... Eleştirmen, deneme, inceleme, anı, günce, öykü-roman yazarı, çevirmen, futbol, voleybol antrenörü, spor akademisinde öğretim üyesi, yayıncı, gençliğinde bir ara mimar yardımcısı, inşaatçı… Uğraştığı bütün alanlarda titiz, özverili, Nâzım Hikmet’i tanımlarken sık sık yinelediği gibi kendisi de iyi, çok iyi bir insandı. 19 Aralık 2002’de yitirdiğimiz Memet Fuat’ın ölüm yıl dönümünde burada yalnızca eleştirmen kimliğine göz gezdirilmesi, bu alanın ötekilerden daha öne geçtiğini düşündürmesin. Memet Fuat ayrı ayrı bütün uğraşlarında çıtayı hep en yukarıya taşımayı başaranlardandı. /Archive/2021/1/17/120356114-kapak.jpg“Anlamaya, anlatmaya çalışan, yıkıcı olmayan bir eleştiriye doğru gitmeliyiz. Eleştiriyi önyargılarımızı doğrulamak için değil, yargılara varmak için kullanmalıyız; bir kavga aracı olarak görmemeliyiz, kişisel duyguların çok üstünde, bir gerçeklere varma aracı olarak görmeliyiz.”Memet FuatYAŞAMA YOLU19 Aralık 2002’de yitirdiğimiz Memet Fuat’ın düşüncelerini, yazı dünyasına katkılarını kavramak için, kendisini nasıl algıladığını, izlediği yaşama yolunu anımsatmak yararlı olacaktır.“Doğruluktan uzak bir insan olduğumu sanmıyorum. Kalemi elime aldığımdan bu yana, hiç kimsenin baskısına boyun eğmeden, yalnız doğru bildiğimi, doğru olduğunu sandığımı yazdım. Yanılmam demiyorum, yanılırım, ama kimseye kötülük etmem, etmedim.”“Bir kuşağı, ya da bir sanatçıyı toptan yansımak isteğini hiçbir zaman duymadım. (…) Benim işim, her şeyden önce, anlamaya çalışmak, anlayabildiklerimi okuyuculara iletmektir. (…) Dostlukların, düşmanlıkların, kahve köşelerindeki sövüşmelerin etkileri benim yazılarımın kıyısından bile geçmedi bugüne kadar.”“Birtakım sanatçıların, yazarların birbirlerine sokulup bir çevre kurmaları, yazılarını, yargılarını dostluklara, sevgilere açmaları ısınamadığım işlerden. (…) “Kavga eleştirisi yapmamam, arkadaş topluluklarına uzak durmam sanatçılar karşısında bağımsızlığımı korumak istemem yüzünden (…) önyargılı eleştiri yapmakla, arkadaş toplulukları kurmakla, belli sanatçıları övmekle suçlandım.”“Yetenekli birini gördüm mü, sanki bir sorumluluğum varmış gibi, hemen elimi uzatırım. Yürümeye başladı mı da hemen çekilirim kenara.”/Archive/2021/1/17/120417707-3-.jpg‘ELEŞTİRİNİN SANAT OLDUĞUNU SAVUNDU’Yarım yüzyılı aşan eleştirmenlik yolculuğuna başlarken bilimselleşme eğilimine karşı, eleştirinin bir sanat olduğunu savunuyordu:“Gerçi bilimsel eleştiriye yönelişi destekledim, övdüm, yücelttim, ama öznel eleştirinin yaratıcılık sürecindeki önemli yerini belirtmekten de hiç geri durmadım.”1950’lerde edebiyat dünyamıza egemen olan eleştirmen Ataç’tı. Genç Memet Fuat’ın yazılarını Ataç sık sık konu ediniyor, ona eleştiriler yöneltiyor, Memet Fuat’ın da tatlı-sert yanıtlar kaleme aldığı görülüyordu.Dünyaya, topluma, edebiyata bakışlarındaki ayrılıklar Memet Fuat’ın Ataç’la ilgili değerlendirmesini hiç etkilemedi. Yaşamı boyunca ondan aldığı etkileri hep dile getirdi:“Günümüzün sanatçılarına, eleştirmenlerine yazı yazmayı Nurullah Ataç öğretti. (…) Yazarın dile önem vermesi, her sözcüğü her tümcesi üzerinde durarak yazması gerektiğini ilk kimden duyduk, kimde gördük? (…) Yalnız dile önem vermeyi mi öğretti bize Ataç? Ya yıllar yılı her yeniliği anlamaya, anlatmaya çalışması? Gençlerin yazılarını bıkmadan, üşenmeden okuyup değerlendirmesi! Onlarla tartışmalara girmesi Saçmalıklara, aşırılıklara karşı koyma çabası!”/Archive/2021/1/17/120444238-8-.jpg‘O’NA GÖRE ELEŞTİRMEN YAŞAYAN İNSANDI’Yine 1950’lerde Ataç eleştirisi “öznel eleştiri” diye nitelenmeye başlanmıştı. Buna karşıt olarak artık daha çok “nesnel eleştiri” savunuluyordu. Bu anlayışa dayanan ürünler birer ikişer kendini gösteriyordu.Daha ilk eleştiri yazısında kendini adayacağı yazı türünün amacını; “Sanat yapıtını okuyucuya, dinleyiciye, izleyiciye yakınlaştırmak, açıklamak, daha kolay anlaşılır kılmak ve sanatçıya yol göstermek” diye belirlemiş olan Memet Fuat; eleştirmeni de “herhangi bir sanatçı gibi, bir dünya görüşü, bir sanat anlayışı olan, bir yan tutan, kısacası ‘yaşayan’ insandır,” diye tanımlayacaktı.Eleştiride hiçbir yöntemi üstün görmediğini sık sık yinelemiş, her yöntemin uygulanmasından bir şeyler umduğunu belirterek, “çok sesliliği” savunmuştur. Eleştirinin yol haritasını çizerken izlencesinde şu ilkelere yer veriyordu:“1- Yazılarımızda yüksekten konuşmamayı, sanatçılara büyüklük taslamamayı öğrenmeli. 2- Tartışmalarımızı karşımızdakileri alt etmek için değil, birlikte gerçekleri bulup çıkarmak için yapmamız gerektiğini unutmamalı. 3- Yargılarında yanılabilecek birer insan olduğumuzu bilmeli. 4- Dostlukların, düşmanlıkların etkisinden kurtulmayı, yergiden, övgüde kaçınmayı başlıca amaç edinmeliyiz.”‘ELEŞTİRİ ÇIĞIRI, İZLENİMCİ ELEŞTİRİYDİ’“Nesnel eleştiri, bilimsel eleştiri” uygulamaları karşısında Memet Fuat küçümsenen “öznel eleştiri”ye bağlı sayılmaktan hiç yüksünmedi. Ancak bu eleştiri çığırının “izlenimci eleştiri” diye adlandırılmasını öneriyordu.Okurlarına öznel eleştiri gücünün şöyle kazanılabileceğini anlatıyordu:“Başkalarının değerlendirip öne çıkardıkları seçkin örnekleri anlamaya, başarılarının gizine varmaya çalışarak okumak, bakmak, izlemekle… Seçkin örneklerle uzun süre içli dışlı olmak, onlarla birlikte yaşamakla… Çok önemli bir beğeni geliştirici ise o örnekler üzerine yazılmış seçkin eleştiri yazılarını okumaktır… Dahası, o sanat türüyle ilgili kuramsal yazılar okumaktır…”“Bilimsel eleştiri” uygulamalarını da şöyle değerlendirmişti:“Sanat alanında bilimler son sözü söyleyemiyorlar. Bilimlerden yararlanılıyor, öznel yargılardaki yanılmaları azaltma yolunda büyük oranda yararlanılıyor. Ama son sözü söyleyen gene öznel eleştiri. Gene yanılma payı olan, bilimsel kesinlikleri bulunmayan eleştiri…”“Bilimsel eleştirinin sanat sorunlarını bilim kesinliğiyle çözüvereceğini, sanatı aydınlığa çıkaracağını, hele değerlendirme bakımından yanılmazlığa ulaşacağını hiç sanmam.”/Archive/2021/1/17/120458785-9-.jpg‘GÖZDESİ DENEME TÜRÜYDÜ’“Öznel eleştiri”ye ayrıcalık tanıyan yazar, değer yargılarını verirken elbette “beğendim - beğenmedim” diye kestirip atanlardan değildi! Çalışmalarını sabırlı, uzun incelemeler besliyordu. Gözdesi olan yazı türü “deneme”ydi. Edebiyata bu pencereden bakmayı seviyordu. Ama inceleme yazıları, inceleme kitapları da az değildir:Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (1920-1970), Nâzım Hikmet (Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri gibi çalışmaları, çağdaş Türk edebiyatı tarihinin önemli kaynaklarını oluşturur. Zengin kaynakçayla beslenen bu yoldaki çalışmaları - kimi zaman şaşırtan, tepki de yaratan - öznel değer yargılarının gerekçelerini sergiler.İncelemeler isimli kitabındaki yer uzunlu kısalı yazılar arasında Pınar Kür’ün Yarın…Yarın... romanını, Mavi Hareketi’ni (Sosyal Gerçekçilik ile Sosyalist Gerçekçilik nasıl birbirine karıştırıldı?), Yeni Dergi’de Şairler’i, 1960 Sonrası Türk Yazınının Gelişmeleri’ni, “Yunus Emre’de Hoşgörü’yü, Yaşar Kemal’in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanını konu edinen çalışmalarını yine aynı ilkeler şekillendirmiştir./Archive/2021/1/17/120347192-kapak-.jpg‘TOPLUMSALCILIKTAN ÖDÜN VERMEDİ’Ona göre yazmak, bir düşünce sürecidir. Bu eyleme okurlarının da katılmalarını bekler. Sorular sorar, yanıtlarını kendisi verse de okuru kendi görüşlerine çekmeye çalışmaz. Okuru inanmaya değil düşünmeye yöneltmektir kaygısı.Hoşgörülüdür, ileri sürülen görüşleri tam olarak kavramaya çalışır. Kendi dünya görüşünden, toplumsalcılıktan ödün verdiği görülmemiştir. Ancak toplumsalcı eleştirmenin söz gelimi bir Nâzım Hikmet’in şiirinde bile eksik yanlar, başarısızlıklar görüyorsa bunu dile getirmesini bekler.Yayıncılık serüveninden söz ederken, “Üniversitede öğretmen olmak üzere öğrenim görmüştüm, İngilizce öğretmeni olacaktım. Sonra yazarlık, yayıncılık ağır bastı. Ama sanırım kişiliğimin öğretmen yanı her alanda öne çıkıyor. Birilerinin yetişmesine katkıda bulunmaktan hoşlanıyorum,” demişti./Archive/2021/1/17/120620988-5-.jpg‘YENİ DERGİ ÖVÜNÇ KAYNAĞIYDI’De Yayınevi’nin kitapları, Yeni Dergi, sonraları Yazko Edebiyat, Adam Sanat dergileri onun bu açıklamasında dile gelen özlemini somutlaştırmıştır. Kapandığında satışı binin altına düşmüş, en parlak günlerinde de iki binin altında kalmış yeni dergi onun haklı övünç kaynağıydı. Dergisinin amacını “ilerici düşüncelere bağlı, nitelikli genç sanatçılara, yazarlara olanak vermek, onları öne çıkarmak, okurlara tanıtmak,” diye tanımlamıştı.Şu açıklamalar da onundur:“Çevremdeki genç yazarları, çevirmenleri belli düşüncelere ya da sanat anlayışlarına yönlendirme yoluna hiç sapmadım. Bir yön verici durumuna hiçbir zaman düşmedim. Onlara istedikleri ölçüde yardımcı oldum. Bunu yaparken de hep çeşitli anlayışlarla karşılaşmalarını sağlamaya çalıştım. Kulaktan dolma bilgilerle yetinmemelerini, kendi araştırmalarına dayanarak sağlam temeller üstünde yükselmelerini özledim.”“Yeni dergi bir bilgilenme özlemine karşılıktı. Özellikle dil bilmeyen okurlara dünyadaki sanat, edebiyat gelişmeleri yansıtılmak isteniyordu. Başta gelen amaç ‘gizleri ortadan kaldırmak, ‘bilinmeyene tapınma’ya son vermekti.”/Archive/2021/1/17/120651034-6-.jpg‘YAYINCILIĞA ÖZEN GETİRDİ’Açıklamalarında öz eleştiriden de kaçınmamıştır:“Yeni Dergi bir de bazı sanatçıların, doğru düşünceleri, insanlığı yücelten, gönendiren görüşleri sömürmelerini, iyi sanatçı olmadıkları halde, savundukları doğru görüşlerin gücüyle kendilerini olduklarından daha yüksek görmelerini ya da göstermek istemelerini önlemeye çalıştı. Ama bu konuda başarılı olmadı.”İçeriğe kazandırdığı düzeyin yanı sıra Memet Fuat’ın yayın dünyamız getirdiği özen de azımsanmamalıdır. Güç koşullarda, masrafı kısmaya çalışan, gelişigüzel basım teknikleriyle beslenen Bâbıâli kitapçılığı karşısındaki övünmesi haksız değildir:“Hiç çekinmeden, yayıncılığa ‘özen’ getirdiğimi söyleyebilirim. De Yayınevi’nden önce kitapların düzenine, harflerin seçimine, dizgiye, baskıya, düzeltiye pek önem verilmezdi. Bu işin üstüne ilk inatla giden yayıncı ben oldum.”Memet Fuat’ın yapıtları çağdaş edebiyatımızın aynasıdır. Bu aynada toplumsalcı bir edebiyat adamının aydınlık yüzünü görüyoruz. Onu çok daha yakından tanımaya Gölgede Kalan Yıllar (Yapı Kredi Yayınları) adını taşıyan anılarıyla, Ölünceye Kadar (Adam Yayınları) başlıklı güncesi katkıda bulunacaktır. Konur Ertop

'Türkiye’de Mimari Maket'

'Türkiye’de Mimari Maket' Pelin Derviş’in 2017’de başlattığı araştırma projesi Türkiye’de Mimari Maket’in bir uzantısı olan ve 660 fotoğrafın yer aldığı kitap; maketin mimarlık pratiği, eğitimi, tarihi ve arşivindeki yerini ele alan metinlerin yanı sıra sekiz maket yapımcısının yaşamı ve üretimlerinden oluşan bir seçki. /Archive/2021/1/17/115844195-ic1.jpg Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket - 20. Yüzyıldan Bir Kesit (Mimarlar Derneği 1927); Pelin Derviş, Lale Özgenel, T. Elvan Altan, Elif Bilge, Pelin Yoncacı Arslan, Meriç Öner, Superpool ve Ahmet Dönmez’in kolektif bir çalışması.Maketin mimarlık pratiği, eğitimi, tarihi ve arşivindeki yerini ele alan metinlerin yanı sıra sekiz maket yapımcısının - Sami Pazarbaşı, Sidel Pazarbaşı, Yusuf Z. Ergüleç, Selahattin Yazıcı, Mehmet Şener, Varjan Yurtgülü, İhsan Kostak, Murat Küçük - yaşam öyküleri, profesyonel çalışmaları ve üretimlerinden oluşan bir seçkiyi kapsıyor./Archive/2021/1/17/115927601-ic2.jpgÇalışmada maketin, mimarlık pratiğinin ayrılmaz bir parçası olageldiği şöyle vurgulanıyor: “Çalışma maketlerinin çoğu en fazla proje süresince mimarlık bürosunda yaşayabilir, hızla tozlanır, bozulur ve kaybolur gider; zaten onun üretim amacı tasarım sürecine yöneliktir. Sunum amaçlı üretilen maketler de çoğu zaman kaybolur gider. Geriye maketin fotoğrafları kalır. Türkiye’deki maket fotoğrafları çoğu kez künyesizdir; maketi üretenin kim olduğuna, kullanılan malzemeye, tekniğe, ölçeğe dair bilgiler içermez.”/Archive/2021/1/17/120001585-ic3.jpgKitap, mimarlık çevresinin yakından takip ettiği, işbirliği yaptığı bu aktörleri ve üretimlerini görünür hale getirmeyi hedefleyen uzun soluklu bir çalışmanın ürünü.Mimari Maket projesinin ilk çıktısı 2017’de, Studio-X Istanbul’da açılan Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket başlıklı sergiydi. Kitap, hem çalışmanın filizlenmesine olanak veren bu sergiye hem de çalışma sürecinde işbirliği yapılan ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve SALT Araştırma, Mimarlık ve Tasarım Arşivi ile arşiv özelindeki çalışmalara ve bu bağlamdaki tartışmalara da yer veriyor.(Kitap, İstanbul’daki Robinson Crusoe 389 mağazalarından ve pelindervis.com adresinden sipariş verilerek edinilebilir.) Afife Eren

MilanlıHakanÇalhanoğlu’nun koronavirüs testi pozitifçıktı

Milanlı Hakan Çalhanoğlu’nun koronavirüs testi pozitif çıktı İtalya Serie A ekiplerinden Milan, milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu’nun koronavirüs testinin pozitif çıktığını açıkladı. İtalya Serie A ekiplerinden Milan, milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu’nun koronavirüs testinin pozitif çıktığını açıkladı./Archive/2021/1/17/120445816-hakan-calhanoglunun-koronavirus-testi-pozitif-cikti_1.jpgİtalya Serie A’nın 18’inci haftasında yarın deplasmanda Cagliari’ye konuk olacak Milan’da koronavirüs şoku yaşanıyor. Kırmızı-siyahlı ekipte milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu ve Theo Hernandez’in testleri pozitif çıktı.Milan kulübünden yapılan açıklamada, semptom göstermeyen iki futbolcunun hemen ev karantinasına alındığı, diğer futbolcular ve personelin durumlarının da yakından takip edildiği ifade edildi. DHA

Projemiz Hayat Derneği'nden 'Geleceğe Dokunan Anneler'

Projemiz Hayat Derneği'nden 'Geleceğe Dokunan Anneler' Geleceğe Dokunan Anneler, Projemiz Hayat Derneği’nin çalışmaları sonrası ortaya çıkmış bir kitap. “Çocuklukta Duygusal İhmal”i konu edinen bu kitap, geniş ekibiyle sadece ebeveynlere değil, eğitimcilere de ulaşmaya çalışıyor. Kitabı, derneğin kuruluşu ve kitabın hikâyesi ile ilgili olarak Projemiz Hayat Derneği kurucusu Aslı Özdemir, kitabın içeriğini oluşturan “Duygusal İhmal” konusunu da kitabın yazarlarından Prof. Dr. İsmihan Artan ile konuştuk. /Archive/2021/1/17/115350870-ic1.jpg- Projemiz Hayat Derneği olarak “Geleceğe Dokunan Anneler” adlı bir kitap hazırladınız? Bu dernek, sonrasında bu kitap nasıl oluştu?2007 yılında kurumsal iş hayatına ara verip, çeşitli Sivil Toplum Kuruluşlarında gönüllü olarak görev aldım. Faaliyette bulunduğum Sivil Toplum Kuruluşlarının odak noktası ağırlıklı olarak çocuklardı. 7 yıllık edindiğim bu tecrübe, sosyal sorumluluk projeleri için gerekli bütçeyi toplamanın zorluklarını çok net görmemi sağladı. İnsana umut ve neşe veren bu dezavantajlı çocuklarımız için en büyük şansımız, sadece çevremizde olan yardımsever kişilerin desteğiydi.Bu edindiğim tecrübe, sürdürülebilir fayda sağlayan bir sürecin parçası haline gelmem için beni teşvik etti. Bu şekilde 2014 yılında bugün Tugba Deniz, Esra Turgut ve Begüm Salırlı ile “Projemiz Hayat” ekibini olusturarak başarılı bir sosyal girişim projesi yaratmak için çalışmalara başladık. Bu süreçte, yurtdışı seyahatlerimiz esnasında birçok yaratıcı ve sürdürülebilir gelir modeli sağlayan sosyal girişim projeleri ile karşılaştık. Bunun yanısıra bu projelerdende hangisinin toplumumuz adına daha faydalı olduğu ile ilgili araştırmalarımıza ağırlık verdik.Projemizin temel hatları ortaya çıkmaya başladıktan sonra, ilk olarak Uluslararası bir Platformda düzenlenen 0-3 yaş erken çocuk gelişimi üzerine bir proje yarışmasına başvuru yaptık. Proje için seçtiğimiz konu “Çocuklukta Duygusal İhmal” başlığı idi. Proje detayımız 900 adet başvurunun yapıldığı bu platform tarafından ön elemeleri geçmeyi başardı. Bu başarımızın Türkiye’de birçok önemli çocuk gelişimci tarafından olumlu geri bildirim alması ile, projeyi ülkemizde hayata geçirmek istediğimizi karar verdik. Projeyi “Geleceğe Dokunan Anneler” olarak yerel ismini belirleyip çalışmalarımızı bu yönde ilerletmeye başladık.Projemizi 2018 yılında Hacettepe’den akademisyen hocalarımız Prof. Dr. Elif Özmert, Doç. Dr. Gülin Evinc ve Prof. Dr. İsmihan Artan ile hayata gecirdik. Daha sonra Madalyon Psikiyatri Kliniği desteği ile de etki alanımızı genişlettik. Zaman geçtikçe farklı işbirlikleri de gündeme geldi. En önemlisi Dr. Aylin Löle’nin kurmuş oldugu, toplumsal cinsiyet eşitliği çalışan Awen for Us sosyal girişimi oldu. Programımıza “eşitlik evde başlar” diyerek, erken çocukluk döneminde çocukların cinsiyet kalıplarından uzak yetiştirilmesini anlatan eğitimleri de ekledik. Halen Online olarak TED Okulları gibi eğitim kurumlarında ve GAP İdaresinde bulunan ÇATOM(Çok Amaçlı Toplum Mrerkezleri), Genclik Evleri ve Çocuk Gelişim Merkezlerinde eğitim seminerleri vermeye devam ediyoruz Bu arada projeye en basından bu yana kalpten inanıp, sürekli destek veren Prof. Dr. Belma Tugrul hocamızla da dönemsel görüşmelerimiz ve fikir alışverişlerimizi yaparken, bize Epsilon yayınevinin bu eğitim serisinden bahsetti ve bizi de Geleceğe Dokunan Anneler projesini bu seriye hazırlamamız için tesvik etti. Uzun bir sürec gibi görünse de pandemi dönemi bizim bu kitabın hazırlanışında daha hızlı olmamızı sağladı. Çok değerli hocalarımız ile biraraya geldik. Hacettepe Üniveristesi Çocuk Gelişiminden Prof. Dr. İsmihan Artan, Madalyon Klinik Eğitim Psikolojisi Uzmanı Nil Ateşoğlu, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Pediatri Bilim Dalı Dr. Öğr.Üyesi Melda Çelik, Boğaziçi Üniversitesi’nden Öğretim görevlisi Dr. Sevgi Kesim Güven, Blm.Uzm. Merve Korkmaz, Aydın üniversitesi Çocuk Gelişimi uzmanı Prof. Dr. Belma Tuğrul ve Hacettepe Üniversitesi Çocuk sağlığı Enstitüsü Sosyal Pediatri ve Gelişimsel Pediatri uzmanı Prof. Dr. Songül Yalçın büyük özverilerle ve çalışmalarla biraraya gelerek kitabımızı yazmamızda önemli katkılarda bulundular.Kitabımız, “Duygusal İhmal ve İstismar”, “Duygusal İhmal ile İlgili Örnek Senaryolar ve Çözüm Önerileri”, “İhmali İhmal Etme”, “Çocukluktan Yetişkinliğe Toplumsal Cinsiyet Kodlarının Yeniden İnşası”, “Küçük Şeyler Büyük İzler Bırakır”, “Duygu İfadeleri” ve “Duygusal Uyaranlar ve Çocuk Gelişimi” sekiz bölümden oluşuyor. Kitabımızın satışından elde edilen gelirin tamamını da halen devam etmekte olan proje faaliyetlerine aktaracağız. Bu vesile ile de kitaba probono olarak katkıda bulunan sevgili hocalarımıza ve editörümüz Gamze Güller’e çok teşekkür etmek istiyorum.- Amacınız nedir?Kısa vadede amacımız proje web sayfasının daha bilimsel hale getirilmesi, aileler için örnek bir pilot çalışma ile eğitim modülü hazırlanması. Gönüllü anneler ile yöresel annelerin de katılımıyla çocuk eğitiminde birebir etkili olan annelere olabildiğince ulaşabilmesi. GAP Bölgesinde bulunan ÇATOMlar, Gençlik Evleri ve Çocuk Gelişim Merkezleri işbirliği ile daha fazla ilde çalışmalar yapılması, kurumsal şirketlerle işbirliği içerisine girip ebeveynlerin bilinçlendirilmesi; okullar ile işbirliğine girilerek PDR bölümleri ve öğretmenlerine eğitimler verilmesi; İşbirliğine girilen okulların MEB aracılığıyla bulundukları ilçelerde bulunan eğitimci ve öğretmenleri de eğitimlere çağırarak projeden faydalanmalarının sağlanmasıdır.Orta vadede yurt dışında benzer çalışmalar yapmış olan üniversiteler ve vakıflarla işbirliğine gidilmesi; Türkiye’de bir duygusal ihmal haritası çıkarılması; politika yapıcılar ve okul öncesi, ilköğretim alanında görevli öğretmenlere yönelik eğitim modüllerinin oluşturulması; proje ev sahipliğine Türkiye’de konu ile ilgili uluslararası bir zirve düzenlenmesini amaçlıyoruz.Uluslararası bir akademik literatür çıkarılması, ve konunun Türkiye dışında da işbirlikleriyle diğer ülkelerde gündeme yerleştirilmesini arzuluyoruz.Projemiz ile uzun vadede, özgüveni yüksek, üretken, yaratıcı, insan ilişkileri güçlü bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplum gelişiminin sağlanmasını hedefliyoruz.Bu bağlamda, ebeveynler öncelikli olmak üzere, erken çocukluk döneminde etkin rol alan diğer aktörlerde (eğitimciler, sağlık çalışanları, sosyal hizmet sağlayıcıları vb.) bireysel yaşamı ve toplum yapısını derinden etkileyen duygusal ihmal konusunda farkındalık oluşturmak; pozitif ebeveynliği desteklemek, ilgili aktörlerde tutum ve davranış değişikliği sağlamak hedeflenmektedir.0-6 YAŞIN ÖNEMİ...- Çocuklukta duygusal ihmal nedir? Nasıl fark edilir? Bu durum fark edildikten sonraki ilk adım ne olmalı?Duygusal İhmal, literatürde “Anne babalar ya da bakım verenler tarafından çocuğun sevgi ve saygı görme, önemsenme, duygularının anlaşılmaması, sosyalleşmesine izin verilmemesi, kuralları öğrenme ve uygun uyum becerilerini edinme gibi duygusal ihtiyaçlarının süreğen biçimde göz ardı edilmesi, karşılanmamasıdır.” şeklinde açıklanmaktadır.Çoğunlukla sessiz ve görünmez olduğundan, çocukluktaki duygusal ihmal hafife alınır ve yalnızca erişkinlikte semptomlar ortaya çıkınca fark edilebilir. Boşluk, bağımlı olma korkusu, kendine yönelik öfke ve suçlama, yüksek mükemmeliyetçilik, düşük öz-saygı, erişkinlikte hissetme ve hislerini ifade etme güçlüğü bu semptomlardan sadece birkaçıdır. Farkedildiğinde en önemli adım konu ile ilgili bir uzmana başvurmaktır.- Peki, bir yetişkinin çocuklukta duygusal ihmale uğramış olduğunu nasıl anlarız?Duygusal ihmal, çocuklukta en sessiz, en görünmez ihmal türüdür. Bu nedenle yetişkinlikte de genellikle hatırlanmayan bir çocukluk deneyimidir. Anne babanız size asla vurmamış, bağırmamış, sizinle alay etmemiş olabilir. Geçmişinize dönüp baktığınızda kötü anılarınız baskın değildir. Böyle düşününce anne babanızın, iyi anne baba olduklarını bile söyleyebilirsiniz. Ama gerçekler farklıdır, size şefkat ve ilgi göstermemiş, sizinle iletişim kurmamış, sohbet etmemiş, korkularınızı, kaygılarınızı veya sevinçlerinizi dinlememiş, göz ardı etmiş, kısacası duygusal ihtiyaçlarınızı fark etmemiş ve bunlara yeterince cevap vermemişlerdir. Ve şimdi bir yetişkin olduğunuzda sizin yaşamınızda yolunda gitmeyen ama bir türlü adlandıramadığınız, anlamlandıramadığınız şeyler vardır. Kişi bunların nedenini kendisi bile fark edemezken, çocuklukta duygusal ihmale uğramış olduğunu anlamak çok zordur. Ancak, bazı kişilik özellikleri çocuklukta duygusal ihmal yaşamış olduğu yönünde ipuçları verir. Çocuklukta duygusal ihmale uğramış olan yetişkinlerin sergiledikleri bazı ortak özellikler vardır. Duygularını fark etmede güçlük, düşük özgüven, geçmeyen boşluk hissi, mükemmeliyetçilik, sıklıkla “anormal” olduğu hissini yaşama, bağımlılık, duygusal ilişkilerde güçlük, reddedilmeye aşırı duyarlılık, kendini kolayca suçlama gibi. Bu özelliklerin bir kısmını veya çoğunu gösteriyor olabilirler.- Tüm hayatımızı 0-6 yaş arasında yaşadığımız dönem mi etkiliyor?Doğruyu söylemek gerekirse, evet! Şöyle ki; Gelişim, doğuştan getirdiğimiz özelliklerimiz ve çevrenin etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Elbette genetik bir takım özelliklerimiz vardır ama doğduğumuz andan itibaren belki daha öncesinden itibaren çevrenin etkisiyle bunlar şekillenir. İlk çevre de anne ve babadır, ailedir.Çalışmacılar gelişimi daha sistematik inceleyebilmek için bazı alanlara ayırarak incelerler. Bunlar bilişsel, sosyal-duygusal, motor ve dil gelişim alanlarıdır. Ve pek çok çalışmacıya göre insanlar yaşamları boyunca öğrendiklerinin %75ini 0-6 yaş arasında öğrenirler. Öğrenmek sözcüğünü kullandığımızda bunu, lütfen salt bilgi olarak düşünmeyin. Bu yaşlar arasında, sözünü ettiğimiz tüm gelişim alanlarında, yaşam boyu gerekli olacak bilgi ve becerilerin temeli atılır. Bunu bir merdivenin basamaklarını çıkmak gibi düşünün. İleri matematik öğrenebilmek için ilk önce rakamları öğrenmemiz gerekir. Bir iş yerinde uyumlu çalışabilmek için işbirliği yapma, paylaşma, yardımlaşmayı öğrenmemiz gerekir. İyi konuşma becerisi olan bir yetişkin olabilmek için ilk kelimemizi söylemiş olmamız gerekir. Sözünü ettiğimiz %75 oranı, verdiğimiz örneklerdeki gibi, yaşam boyu kullanacağımız bilgi ve becerilerin temeli olacak bu öğrenmeleri kasteder.Bunun yanı sıra, 0-6 yaş döneminin beyin gelişimi açısından çok önemli olduğunu vurgulamamız gerekir. Anne karnında başlayan beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönem, erken çocukluk dönemidir.0-6 yaşın neden bu kadar önemli olduğunu, kritik dönem / hassas dönem kavramını açıklayarak vurgulayabiliriz. Organizmanın gelişmeye daha açık olduğu, daha yatkın olduğu dönemler vardır. Yani yine en baştaki merdiven örneğimize dönersek, tüm bilgi ve becerileri aynı zaman diliminde değil, farklı zamanlarda kazanırız ve her birini daha hızlı kazandığımız, özel bir zamanı vardır. Bu, kazanmaya en açık, en hazır olduğumuz zaman demektir. Örneğin yürüme, bağcık bağlama, zıplama, düğme ilikleme becerileri için kritik dönem birbirinden farklıdır. Sosyal duygusal gelişim alanında ele aldığımızda izin isteme, paylaşma, sorumluluk alma, kendi duygularını fark etme, duygularını ifade etme, kızgınlığını kontrol etme gibi becerilerin kazanılmasında kritik dönemler farklıdır. Her gelişim dönemi için, kritik dönemi iyi değerlendirirsek, zengin uyaran sağlar, çocuğun deneyim yaşamasına izin verirsek, gelişim alanlarını gerektiği gibi desteklersek gelişimi olumlu yönde desteklemiş oluruz. Ama kritik dönemde yeterli uyaranı sağlayamazsak gelişim geri kalacağı gibi bunun etkileri daha sonraki yaşamlarına da yansır.Bu nedenle 0-6 yaş arasında kazandıklarımızın tüm yaşamımıza damga vuracağını söylemek pek yanlış olmaz./Archive/2021/1/17/115504682-ic2.jpgEBEVEYN, ÇOCUĞUN TÜM YAŞAMINI DEĞİŞTİREBİLİR- Sağlıklı çocuklar için en iyi araçlardan birinin pozitif ebeveynlik olduğunu belirtiyorsunuz? Nasıl kimseler için pozitif ebeveyn diyebiliriz?Bir ebeveyn, çocuğunun tüm yaşamını değiştirebilecek bir etkiye sahiptir. Çocuğunu yetiştirirken pozitif tutumlar sergilemesi bu etkiyi olumlu yönde pekiştirecektir. Pozitif ebeveynlerin özelliklerinden söz etmeden önce şunu söyleyebiliriz; koşulsuz sevgi gösteren, güven veren, gerçekçi sınırlar koyan, çocuklarından gerçekçi beklentileri olan ebeveynler, pozitif ebeveyn olma yolunda güvenli adımlarla ilerliyorlar demektir.Pozitif ebeveynliğin önemli adımlarına, çocuğun bireysel kimliğinin geliştirilmesi, güvenlik ve istikrarının oluşturulması, bir işi başarıyla bitirmesi için şans tanınması ve cesaretlendirilmesi, rehberlik edilmesi ve gerekli disiplinin verilmesi, keşfetmek için fırsatlar sağlanması, yaratıcılık ve merakının teşvik edilmesi, okulda öğrenmesinin desteklenmesi, problem çözme ve karar verme becerilerinin geliştirilmesi, azim, cesaret, iyimserlik ve dürüstlüğü keşfetmesine yardım edilmesi, iyi iletişim becerilerini öğrenmesinin sağlanması, çocuğun rekabete karşı sağlıklı bir tutum geliştirmesine yardımcı olunması, kaygı ile başa çıkabilmenin öğretilmesi, çocuğun ait hissettiği sağlıklı bir aile yaratılması, olumsuzlukları sürekli olarak eleştirmektense olumlu teşvik ve geri bildirim verilmesi konusunda destek olunması örnek gösterilebilir.Bugün pek çok ülkede pozitif ebeveynlik konusunda çalışmalar yürütülmektedir. Özellikle anne babaların eğitimlerine yönelik programlar geliştirilmekte ve uygulanmaktadır. Bu programlardaki en önemli amaçlardan biri de ebeveyn olarak kendilerine zaman ayırmalarını sağlamaktır.- Bir insan çocukken duygusal anlamda ihmal edilmişse bile pozitif ebeveyn olabilir mi?Elbette olabilir. Çocuk gelişimi ve psikolojisi alanında çalışan pek çok çalışmacının insan doğasına, çocuk gelişimine olumlu bir bakış açısı vardır. Bir dönemde karşılaşılan zorlukların, çözülemeyen çatışmaların yaşamın daha sonraki bir döneminde olumlu yönde çözülebileceğini savunurlar. Bizim projemiz de bu paralelde geliştirilmiş bir projedir. Yoğunlukla annelere olmak üzere, ama proje kapsamında, zaman zaman babalara, öğretmenlere, okuldaki diğer profesyonellere, medya aracılığı ile toplumun tüm kesimlerine ulaşarak duygusal ihmal konusuna dikkat çekmek üzere çalışıyoruz. Kitabımızın adında da öncelikle “Duygusal İhmali Fark Etme” var, sonra “Tanıma” ve daha sonra “Önleme” var. Yani bir şeyi fark etmeden, önlememiz mümkün değil.Geleceğe Dokunan Anneler projesi sürecinde 2018 yılından beri yürüttüğümüz seminerlerimizde, yüz yüze görüşmelerimizde pek çok anne, baba ve profesyonelin kendisinin de duygusal ihmale uğradığını fark ettiğine tanık olduk. İşte bu “an” bizim için çok değerli. Çünkü o ana kadar anlamlandıramadığı bazı özelliklerini ve duygusal tepkilerini anlamlandırmaya başlıyorlar. Bu aşamadan sonra çocukları için e iyiyi yapma çabasında olacaklarından ve bunu başaracaklarından eminiz./Archive/2021/1/17/115535494-ic3.jpgZORBALIK...- Pek çok konunun tanımı ve çözümünden de söz ediyorsunuz. Zorbalık da bu konulardan biri. Aile çocuğunun zorbalığa uğradığını nasıl fark edebilir?Öncelikle şunu söylememiz gerekir: Zorbalık bir şiddet türüdür ve güç dengesizliği söz konusudur. Zorbalık tanımı koyabilmemiz için sürekli olması yani tekrarlayan bir davranış olması gerekir. Vurma, itme, tekmeleme, odaya kilitleme gibi fiziksel; korkutma, hakaret etme, isim takma gibi sözel; yok sayma, kasti bir şekilde arkadaş olarak kabul etmeme, arkadaş ilişkilerini etkileme gibi dışlama/yalnızlaştırma; bireyin mal ve eşyalarına zarar verme zorbalık türleri, maalesef anaokulundan başlayarak her yaşta yaşanmaktadır. Zorbalık kavramını açıklarken bunları örnek vermemize rağmen son yıllarda zorbalığa yeni çeşitler eklendiğini görüyoruz. Cep telefonları, web sayfaları, internet aracılığı ile hakkında yalan bilgiler yayarak, utandırıcı fotoğraflar yayınlayarak veya incitici mesajlar yollayarak siber zorbalık yapabilmektedirler. Ne yazık ki her iki cinsiyetteki çocukların, farklı şekillerde de olsa zorbalık yapabildiğini görmekteyiz. Bu da her iki cinsiyetten, her yaş grubundan çocukların zorbalığa maruz kalması demektir. Bunları özellikle örneklendirerek vurguladım çünkü bunları bilirsek zorbalığın, zorbalığa uğrayan çocuğa etkilerini daha iyi anlayabiliriz. Elbette kaygı, kızgınlık, çaresizlik en yoğun duygular. Bunun yanı sıra üzgün, incinmiş, mutsuz olduklarını görürüz. Kendilerine güvenleri azalır, yetersizlik, değersizlik hissederler. Eğer zorbalığa okulda uğruyor ise okula gitmek istememe, okuldan kaçma, okulda konsantrasyon bozukluğu ve buna bağlı olarak okul başarısında düşme görülebilir. Pek çok çalışma zorbalığa uğrayan çocuklarda sağlık sorunları görülebildiğine de işaret etmektedir. Karın ağrısı, baş ağrısı, boğaz ağrısı, uyku bozuklukları, yorgunluk gibi belirtiler ortaya çıkabilir.İlgili bir ailede bu belirtilerin fark edilmemesi mümkün değildir. İlgili bir anne baba çocuğunun hangi ortamlarda, kimlerle beraber olduğunu, nelerden hoşlandığını, nelerden rahatsız olduğunu, nelere ilgi duyduğunu, nelerden korktuğunu bilir. Çocuğunun duygusal gelişimini ve tepkilerini de bilir. Yani kısacası çocuğunu tanır. Yukarıda saydığımız belirtilerin başlamasıyla beraber yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark eder. Ancak çocukların çoğu bu konuda konuşmaktan kaçınır, korkar. Anne babalar çocuklarının çevresinde zorbalık olmayacağını düşünebilirler. Ama zorbalık konusu her anne babanın aklında olmalıdır. Zorbalığın her yaşta, her sosyo ekonomik düzeyde, her okulda, her ailenin çocuğuna yapılabileceğini bilmelidirler. İşte bu nedenle projemizde zorbalık konusuna da dikkat çekiyoruz. Anne babaların zorbalık hakkında bilgileri varsa çocuklarında gördükleri değişimlere bakarak, zorbalık görüyor olabileceğini düşünebilirler.Bu noktada, biz Geleceğe Dokunan Anneler Proje Ekibi, dünya üzerinde yaşayan tüm çocukların yüksek yararını gözeten bir grup olarak, zorba çocukların da ailelerinin bilinçlendirilmesine yönelik çalışmaların çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü çalışmalar, bu çocukların, “saldırganlığın bir gücü olduğu”nu evlerinde öğrendiklerini göstermektedir. Zorba-kurbanlar diye bir kavramın varlığı da unutulmamalıdır. Bu çocuklar bir yandan zorbalık yaparken bir yandan da zorbalığa uğramaktadırlar.Dünya üzerindeki her bir çocuk bizim için çok özeldir ve özel ilgiyi hak eder.- Aslına bakılırsa bazen çocuk da zorbalığa uğradığını fark edemiyor. Onlara bunu nasıl anlatmalı?Çocuk bir şeyler yaşadığını fark ediyor, bunun tekrarlanmasından korku ve kaygı duyuyor, kendisini çaresiz ve mutsuz hissediyor ama sorun şu ki bunu adlandıramıyor. Bazı çocuklar adlandırsa bile gerekli kişilerden yardım isteyemiyor ki bu kişilerin başında da anne ve baba gelmelidir.Bu noktada kurbanların kişilik özelliklerine bakmak gerek. Çalışmalar, kurbanların, benlik saygılarının normalden düşük olabildiğini, zayıf iletişim becerilerin sahip olabildiklerini, içe dönük kişilik özellikleri sergileyebildiklerini, kendilerini çirkin ve akılsız olarak algılayabildiklerini ve sosyal desteklerinin az olduğunu düşünebildiklerini ortaya koymaktadır. Herhangi bir kurbanda bu özelliklerin biri olabileceği gibi birkaçı da olabilir. Veya elbette bu özelliklerden hiç birini göstermeyen biri de kurban olabilir. Ancak eğer bu saydığımız kişilik özellikleri varsa anne babalar ve okul, mutlaka bunları iyileştirme yoluna gitmelidir. Örneğin, benlik saygılarını yükseltmeye, iletişim becerilerini güçlendirmeye, kendilerini daha iyi ve güçlü olarak algılamalarına yönelik çalışmalar yapmalıdırlar. Her başı sıkıştığında yanında olacaklarını hissettirmelidirler. Bunu da sevgiyle, anlayışla yapacaklarını bilmek çocuk için çok önemlidir.Yani çocuğumuzun zorbalığa uğradığını fark ettiğimizde okulunu değiştirmek veya zorbalık yapan çocuğu korkutmak, şikâyet etmek, okuldan atılmasını sağlamak gibi yollar kesinlikle çözüm olmayacaktır. Eğer çocuğumuzun kişiliğini güçlendirmezsek başka biri tarafından yine zorbalığa uğraması mümkündür. Çocuğumuzun kişiliğini güçlendirdiğimizde zorbalığa uğradığını daha çabuk fark edecek, ailesi ve okulla daha hızlı paylaşabilecek ve gerekli tepkileri daha uygun şekilde verebilecektir.AİLE İÇİ ŞİDDET...- Şiddet en önemli gündem konularımızdan biri. Aile içi şiddete tanık olan çocukların sayısı azımsanacak gibi değil. Bu konuda neler söylemek istersiniz?Doğrusunu isterseniz şiddetle ilgili günlerce, gecelerce konuşabiliriz. Çünkü şiddet hemen hemen her kültürde ve toplumda karşımıza çıkabilen ve maalesef olumsuz etkileri çok derin olan bir sorun. Çocuklar şiddete doğrudan veya sizin sorunuzdaki gibi tanık olarak maruz kalabilirler. Ama her iki durumda da etkileri tüm yaşam boyu sürer. Her iki durumda da çaresizlik yaşadıkları, kaygı duydukları, benlik saygılarının düşük olduğu görülmektedir.Aile içi şiddete tanık olmak, kaç yaşında olursa olsun çocuk için çok zor bir durumdur. Aile içi şiddet sırasında çocuk ne yapacağını bilemez bir haldedir. Kavgayı anlamaya çalışan, kavga sırasında ayırmaya çalışan, annesini darbelerden korumaya çalışan, bağırarak yardım isteyen, ağlayan, şoka giren, korunaklı bir yere girerek saklanan, bağıran, çığlık atan çocuklar vardır. Bir çalışmada çocuğun ne yapacağını bilmez bir halde ev içinde oradan oraya koşturduğunu okumuştum. Her çocuğun geçmiş yaşantılarına, yaşına, mizacına göre verdiği tepkiler değişiklik gösterir. Ama tepkisi ne olursa olsun çocuklar için çok korkutucu ve sarsıcı bir deneyimdir. Bu tanıklıktan sonra şiddeti durdurmak için yeterince mücadele etmediğini ve annesini koruyamadığını düşünerek suçluluk duyabilir. Annesini kaybetme korkusu, kendisinin de şiddet görebileceği endişesini rahatsız edici bir boyutta yaşayabilir.Çocuklar sosyal becerileri, sosyal problem çözme yöntemlerini erken dönemden itibaren aile içinde öğrenmeye başlarlar. Aile içinde şiddete tanık olan çocuklar bunun bir “sosyal problem” çözme yöntemi olduğunu düşünürler. Kendileri de çocuklukta veya yetişkinlikte problemlerini şiddetle çözme eğilimindedirler. Bunun yanı sıra, korku, kaygı, terkedilme korkusu, güvensizlik, uyku bozuklukları, sosyal uyumda düşüş, öğrenme bozuklukları görülebilir. Hatta ilerleyen yıllarda intihara eğilimli, madde bağımlısı, suça itilmiş bireyler olma ihtimalleri de söz konusudur.Hiçbir çocuk bunları yaşamamalıdır! Dünya üzerindeki bütün çocuklar güvenli, sevgi dolu ailelerinde gelişmeye, büyümeye, kendilerini ve dünyayı tanımaya devam etmelidirler.Şiddetin çocuk üzerindeki tüm etkileri bir yana, şiddetin bilinen en kötü etkisi, şiddet gören çocuğun yetişkin yaşamında kendisinin şiddet uygulamasıdır. Anne babalar her konuda olduğu gibi şiddet konusunda da bilinçlendirilmeli ve elbette ailenin güçlendirilmesi konusu devletlerce ele alınarak gerekli çalışmalar ciddiyetle yürütülmelidir. Aksi halde şiddet dünyadan asla silinmeyecek, kuşaktan kuşağa aktarılarak varlığını sürdürecektir!Geleceğe Dokunan Anneler - Çocuklukta Duygusal İhmali Fark Etme, Tanıma, Önleme / Kolektif / Epsilon Yayınevi / 184 s. / 2020. Damla Karakuş

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 17 Ocak 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 17 Ocak 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/1/16/192155183-day-ilan.jpg/Archive/2021/1/16/192156511-ilan1.jpg/Archive/2021/1/16/192155996-ilan2.jpg cumhuriyet.com.tr

Büyük iflas dalgası

Büyük iflas dalgası İcra dairelerinde icra ve iflas dosyası sayısı 22 milyon 127 bini aşarken son 1 yılda 99 bin, 16 yılda yaklaşık 2 milyon esnaf kepenk indirdi. Kapanan şirket sayısı yarım milyona yaklaştı. Batık krediler nedeniyle 2021’de ise ciddi iflas dalgası bekleniyor. Pandeminin ekonomik faturası ağırlaşıyor. Binlerce şirket kapıya kilit vururken borçla ayakta kalmaya çalışanlar ise aldıkları kredileri ödeyememe riskiyle karşı karşıya.Batık kredi miktarı 150 milyar TL’yi aşarken UYAP verilerine göre icra dairelerindeki icra ve iflas dosya sayısı ise bugün itibarıyla 22 milyon 127 bine çıktı. Pandemide birçok işletme kapalıyken icra dairelerine günlük gelen dosya sayısı ise 17 bin civarında.Özellikle 2020 Haziran ayı sonrası ucuzlatılan ve yıllık 1 trilyon lirayı aşan kredi genişlemesinin geri ödemelerinde ciddi sıkıntı bekleniyor. Uzmanlar, pandemi nedeniyle geri ödemelerde sağlanan toleransın sonuna gelinirken bankaların yeni yılda borçlu firmaları sıkıştıracağı, çok sayıda iflas, el değiştirmenin gündeme gelebileceğine işaret ediyor. Covid-19 etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybı Ekim 2020’de 10 milyona yaklaştı. Bu yıl işsiz sayısının katlanarak artması bekleniyor.Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine göre 2020 Ocak-Kasım döneminde 2019’un aynı dönemine göre kapanan şirket sayısı yüzde 11 artarak 12 bin 206’ya çıktı. Kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı da yüzde 14.39 artışla 19 bin 665’e fırladı.TOBB verilerine göre 2009’dan bu yana kapanan şirket sayısı 153 bin 241 olurken aynı dönemde iflas bayrağı çeken gerçek kişi ticari işletme sayısı da 292 bin 711’e yükseldi. İkisinin toplamı yarım milyona yaklaşıyor.2 MİLYON ESNAF KAPANDIPandemi ile geçen 2020 yılında 99 bin 588 esnaf kapandı. Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) verilerine göre son 16 yılda iflas eden esnaf sayısı ise 1 milyon 995 bini aşarak 2 milyona dayandı.TEK UMUT YENİ BİR PAKETTESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, bundan sonraki süreçte tek umutlarının yeni bir paket olduğunu vurgulayarak “Borç ödemelerin ötelenmesi ve faizsiz bir destek paketi acilen açıklanmalı. Yoksa esnaf dayanamaz, kapanmalar artar” dedi. 10 milyonu aşkın kişinin bu alanda çalıştığına dikkat çeken Palandöken, ertelenen vergilerin, kredilerin, ödenemeyen kira, elektrik, su, doğalgaz gibi borçların, küçük işletmelerin toplam sermayesinden daha fazla noktaya geldiğini söyledi. Palandöken, “İşletmeler açılmamak üzere kapanmadan önce gerekli müdahaleler yapılmalı” diye konuştu.Küçük ve orta ölçekli işletmelerde (KOBİ) ise borç miktarı artıyor. Gemiyi yüzdürmek için borca sarılan binlerce işletme, borcunu döndüremediği için batıyor. Batık KOBİ kredisi miktarı Kasım 2020 itibarıyla 57 milyar 875 milyon TL’ye çıktı. Takipteki KOBİ sayısı ise 285 bine dayandı.150 MİLYARLIK BATIK KREDİBDDK verilerine göre bankacılık sektöründe Kasım 2020 itibarıyla batık kredi miktarı 150 milyar TL’yi aşıyor. Geçen yıl aynı dönemde bu miktar 143 milyar TL civarındaydı. En fazla batık kredinin olduğu sektör 25 milyar TL ile imalat sanayii olurken ikinci sırada 25 milyar liralık batıkla inşaat, üçüncü sırada 24 milyar TL ile toptan ve perakende ticaret geliyor. Batık kredi oranı en hızlı artan sektör ise enerji. Sektörün 15 milyar TL’yi aşkın takipteki kredisi bulunuyor. Şehriban Kıraç

Ortalama borç25 bin 336 TL

Ortalama borç 25 bin 336 TL Bireysel kredi borçluları, bir yılda 2.5 milyon kişi artarak 34 milyona dayandı. Ortalama borç ise 25 bin 336 TL. Türkiye’de özellikle 2018’in ikinci yarısından bu yana yaşanan krize geçen nisan ayında eklenen salgının yarattığı ekonomik sorunlar, 2020’de bireysel kredi kullanımı hızla artırdı.YÜZDE 46 İHTİYAÇTürkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin güncel verilerine göre Kasım 2020 itibarıyla bireysel kredi borcu olanların sayısı 33 milyon 983 bin kişiye ulaştı. Bu sayı 2019’un aynı ayında 31 milyon 525 bin kişiydi. Yıllık artış 2 milyon 458 bin kişi oldu. Bireysel kredi borcu toplamı ise yüzde 43.1 artışla 601.5 milyar liradan 861 milyar liraya ulaştı. Bu bireysel kredilerin ise yüzde 46’sını ihtiyaç, yüzde 33’ünü konut, yüzde 17’sini kredi kartları ve yüzde 4’ünü taşıt kredileri oluşturdu.Kasım 2019’dan Kasım 2020’ye kişi başına ortalama bireysel kredi borcu 19 bin 79 liradan 25 bin 336 liraya çıktı. Bu kapsamda ortalamalar; konutta 81 bin 424 liradan 110 bin 48 liraya, taşıtta 54 bin 125 liradan 86 bin 2 liraya ve ihtiyaçta 10 bin 184 liradan 14 bin 112 liraya ulaştı. Kredi kartında ise 4 bin 536 liradan 5 bin 204 liraya yükseldi. l Ekonomi Servisi cumhuriyet.com.tr

Müziğinçınarınıyitirdik

Müziğin çınarını yitirdik Türk müziğinin en önemli besteci ve eğitmenlerinden Muammer Sun, dün Ankara’da yaşamını yitirdi. Usta sanatçı önceki gün rahatsızlanmasının ardından kaldırıldığı hastanede, dün kalp krizi sonucu 88 yaşında hayatını kaybetti. Sun, devlet sanatçısı olduğu için cenazesinin devlet töreniyle defnedileceği öğrenildi. Birçok müzisyen, hayatlarına önemli katkıda bulunduğunu söyledikleri sanatçının ardından mesaj yayımladı. Gazetemiz yazarı Evin İlyasoğlu, Muammer Sun’u şu sözlerle anlattı: “Onun bütün yapıtları buram buram Türkiye kokar. Saygun, Ruşen Ferit Kam, Kemal İlerici ve Muzaffer Sarısözen’in öğrencileri olarak Anadolu’nun sesini çağdaş Türk müziği öğeleriyle bezemişti. Devlet konservatuvarlarında görevli olduğu 41 yıllık süre içinde, koro, solfej, armoni, kontrpuan, füg, enstrümantasyon, orkestrasyon, modal müzik ve kompozisyon dersleri vermişti. Ayrıca MEB Kültür Müsteşarlığı Müşaviri, TRT Yönetim Kurulu üyesi olarak da radyoda çoksesli müzik eğitimi programları yapmıştı. En önemli işlevi kurduğu çocuk koroları ve korolar için besteleriyle Anadolu sathında kendi özüne bağlı yapıtlarla bir koro müziği ekolü oluşturmasıdır. Müzik eğitim programları, kurumları ve sanatçılarıyla ilgili pek çok rapor ve yönetmeliğe işlerlik kazandırmıştır. Koroların yanı sıra, orkestra, bale, oda müziği, şan, sahne müziği ve çocuk oyunları için müzikler bestelemiştir. 2004’te, Ankara’da SUN Yayınevi’ni kurmuştur. Sun’un ölümüyle çoksesli çağdaş müziğimiz üçüncü kuşağından bir değerini yitirdi.”‘HERKESİN HAYATINA GİRDİ’Oğlu, Besteci İlteriş Sun: “Ben babamı kaybettim. Ama ülkemiz büyük bir hocayı kaybetti. Türkiye’nin müziğinde her yere dokunan bir insandı. Çocuk müziğinden, orkestra sıralama tekniklerinden baleye, film müziklerine kadar... Sırf müzisyenlerin değil, Türkiye’deki herkesin hayatına girmişti, çocuk şarkılarıyla, sonra da ‘Cumhuriyet’ ve ‘Kurtuluş’ film müzikleriyle girmişti. Mekânı cennet olsun. Türkiye, büyük bir değerini kaybetti. Eserleriyle yaşayacak.”‘YERİ DOLMAZ’Muammer Sun’un kurucusu olduğu Besteciler, Orkestra Şefleri ve Müzikologlar Birliği (BESOM) Derneği Başkanı, orkestra şefi Prof. Rengim Gökmen ise gazetemize Sun hakkında şunları söyledi: “Türk müzik hayatı büyük bir ‘çınar’ı kaybetti. Besteci, eğitimci, fikir insanı ve toplum önderi olarak ülkesi için büyük bir mücadele vermiştir tüm yaşamı boyunca. Yerini doldurmak mümkün olmayacak ama mücadelesini düşüncelerini sürdürmeye çalışacağız. Çok üzgünüm. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.”Müzikolog ve müzik yazarı Ersin Antep ise şunları söyledi: “Muammer Sun; Türkiye Cumhuriyeti’nin, çağdaş bir Cumhuriyet’in ürünüdür. Osmanlı döneminde, maddi durumu uygun olan ailelerin çocukları ancak yurtdışında çoksesli müzik eğitimi alırken, hatta ülkede ancak böyle ailelerin çocukları öğrenim görebilirken; Cumhuriyet, bu azimli gencine yolları kapatmamış, Saygun gibi önderler kazandırmıştır. Mücadele içinde, gözaltılarıyla geçen ömrü; doğruyu, samimiyeti ve gerçeği üretmek, kültürümüze yaraşır olmak üzerine kuruludur. Bu bakımdan eserlerinin adlarıyla dahi, topluma çok şey anlatmıştır: ‘Yurt Renkleri’, ‘Bozkırın Sesi’, ‘Kurtuluş’, ‘Cumhuriyet’, ‘Nâzım Hikmet Destanı’, ‘Sevgi her şeydir’... 2020’nin ocak ayında evine çağırarak ilettiği isteği, benim için vasiyetti, zira öyle ifade etti: Onun işaret ettiği şekilde ‘Çağdaş Türk Müzik Tarihi kitabını yazmak’... Umarım bu isteğini yerine getirebilirim. Nur içinde uyusun!”Besteci Onur Özmen: “Eğer ülkemiz bir bina olsaydı, Muammer Sun o binanın temelinde yer alan taşıyıcı kolonlardan birisi olurdu. En ufaklarından kocamanlarına değişik formlarda örnek eserler vermiş, hocalığı ve kişiliğiyle yol gösterici olmuş, kültür sanat kurumlarının kurulması, yaşaması ve gelişmesi için emekler harcamış ve gözlerini yumduğu son ana kadar mücadelesinden asla vazgeçmemiştir. Bugün mesleğimdeki konumuma gelebilmemi hocaya borçluyum. Duygularımı ve üzüntümü anlatmaya sözcükler yeterli olmaz. Değil onu unutmak; anısını, emeğini, çabasını yaşatmak için elimden geleni yapacağım. İyi ki onu tanıdım, öğrencisi oldum. Tüm ulusumuzun başı sağ olsun.”Fazıl Say, sosyal medya hesabından şu mesajı yayımladı: “Bugün günlerden hüzün. Türkiye’nin müzik tarihinin en değerli isimlerinden biri, Muammer Sun hocam bu sabah vefat etti. Üzüntüm gerçekten çok büyük, bu kayıp bizler için büyük. Nurlar içinde yatsın, iyi kalpli, dürüst insan, hakkaniyetli insan, değerli besteci, hocamız.”  cumhuriyet.com.tr

Artık kimsesiz değiller

Artık kimsesiz değiller Derin yoksullukla mücadele için ihtiyaç sahiplerinin kayıt altına alınması yetmiyor. Hedef, yoksulluğun nesilden nesile devredilmesinin önüne geçmek. Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi, “Yoksulluk kader değil, engelleyebiliriz” diyor. Uzun yıllardır yoksullukla mücadele çalışmalarını sürdüren Derin Yoksulluk Ağı’nın, İstanbul’un ilçelerindeki derin yoksulluğu inceleyen araştırmasının ardından çalışmaya başlayan Ataşehir Belediyesi, ilçede bulunan ve sosyal yardım şemsiyesi altına girmemiş “derin yoksulların” belirlenmesi için harekete geçti.Derin Yoksulluk Ağı ile yapılan işbirliğinin, ilçe sınırları içinde desteğe muhtaç ailelere daha hızlı ulaşmalarını sağladığını belirten Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi, öncelikli hedeflerinin ailelerin acil sorunlarının karşılanması olduğunu söyledi. İlgezdi orta ve uzun vadeli hedeflerini şöyle açıkladı: “Asıl hedefimiz, hak temelli bir bakışla bu yoksulluğun nesilden nesile devredilmesinin önüne geçmek. Yoksulluk kader değil, üstesinden gelmek mümkün. Her bireyin insani koşullarda yaşaması ve temel ihtiyaçlarına ulaşması bir hak ve bu hakkın karşılanması gerekiyor. Temel ihtiyaçlara yani gıda ve acil ihtiyaç malzemelerinin sağlanması sorunlara anlık çözümler üretilmesi tabii ki çok önemli ama hiçbir biçimde yeterli değil. Orta ve uzun vadede bir programla yoksulluğun bir sonraki nesle devredilmesini önlemek asıl amacımız ve bunun için çalışacağız. Bu ailelerde çalışabilecek durumda olan kişileri destekleyerek meslek sahibi olmalarını ve iş bulmalarını sağlayacağız./Archive/2021/1/16/201744557-mrt3295.jpgYasaların zorunlu kıldığı sosyal inceleme biçimlerinin de ötesinde bir inceleme çalışması yapıyoruz. Bu ailelerde nesilden nesile aktarılan yoksulluğu önlemek için derinlemesine inceleme ve takip sistemi kuracağız. Okulda başarılı olma şansı olan çocuklar eğitimde desteklenecek. Derslere ilgisi zayıf olan ve hiçbir koşulda okuma ihtimali olmayan çocuklar psikolog ve sosyologların incelenmesi sonrası spora, uygun meslek eğitimlerine yönlendirilecek. Çocukların sosyal becerilerinin gelişmesi ve eğitimlerinin başarıyla tamamlanması için seferberlik başlatıyoruz. Ayrıca bu aileler herhangi bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmadıkları için sağlık hizmetlerinden de yararlanamıyorlar. Bunun için devletin sağladığı haklardan yararlanmalı konusunda rehberlik hizmeti vermeye başlıyoruz.”Derin Yoksulluk Ağı’nın sahada yaptığı çalışmaların çok kıymetli olduğunu söyleyen İlgezdi, “Anlamlı bir başlangıç yaptık. Bu işbirliği ile kalıcı ve engelleyici çözümler bulacağımıza inanıyorum” dedi.BOĞAZİÇİLİLER GÖREVDEAtaşehir Belediyesi ile Derin Yoksulluk Ağı’nın işbirliği bununla da sınırlı kalmadı. Ataşehir’de Covid-19 salgını sonrası yüzde 100’den fazla artan talebin sosyal yardım sistemine dahil olması için Ağ’ın Boğaziçi Üniversitesi mezunu genç sosyolog, psikolog ve sosyal hizmet görevlileri incelemelere dahil olacak. İncelemeler sonrası, ailelerin takibi de bu gönüllülerin desteği ile sağlanacak. Ataşehir’de yaşayan, belediye dahil hiçbir sosyal destek programına başvurmamış, başvursa da incelemelerin tamamlanmaması nedeniyle hiçbir destekten yararlanmayan aile ve bireyler, Derin Yoksulluk Ağı’nın gönüllü psikolog ve sosyologları ve Ataşehir Belediyesi’nin sosyal hizmet görevlilerinin ortak çalışması ile kayıt altına alınmaya başlandı. Çalışmalar sürerken ailelerin temel ihtiyaç maddeleri ile desteklenmesi de ihmal edilmedi. İncelemeye alınanların büyük çoğunluğu bugüne kadar hiçbir düzenli işte çalışmamış kişilerden oluşuyor. Bir bölümü evsizlik riski ile karşı karşıya olan bu ailelerin bireyleri kâğıt toplayıcılığı, çiçekçilik, müzisyen, gündelik temizlik işleriyle geçinmeye çalışıyorlar. Aralarında yalnız ebeveynlerin de bulunduğu ve toplumun en kimsesizi olarak tarif edilebilecek bu aileler arasında salgın sürecinde işini kaybetmiş asgari ücretliler de bulunuyor. Bu ailelerin çocukları hiçbir koşulda uzaktan eğitime ulaşamadığı gibi, ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor.Derin Yoksulluk Ağı kurucusu Hacer Foggo, Ataşehir Belediyesi ile yaptıkları çalışmanın tüm belediyeler için bir model olmasını diliyor. Foggo, “Biz gönüllü desteği ile bugüne dek, özellikle pandemi döneminde gıdaya erişemeyen, açlıkla mücadele eden ailelerin temel ihtiyaçlarını karşıladık. Bu çalışmaları uzman psikolog, sosyolog, araştırmacıların da arasında bulunduğu her meslekten gönüllü çalışanlarımızla ve ailelerle dayanışan destekçilerimizin sayesinde gerçekleştirdik. Ancak yoksulluğun boyutları her geçen gün derinleşiyor. Bu yoksulluk gönüllü çalışmanın ötesinde olup, hak temelli sürdürülebilir sosyal politikalar ve stratejilerin yanı sıra programlı ve düzenli bir müdahale ile azalabilir. Desteği temel ihtiyaçların giderilmesi ile sınırlı tutmak, yoksulluğun sürekliliğini engelleyemiyor maalesef. Şu anda Ataşehir Belediyesi ile yaptığımız çalışma, Ataşehir’in yoksul mahallelerinde yaşayan çocukların ailelerinden yokluğu miras almamaları, bu da ancak belediye ile birlikte oluşturacağımız modellerle ortadan kalkacaktır” dedi. cumhuriyet.com.tr

TDV’den hem zam hem de tehdit

TDV’den hem zam hem de tehdit Bingöl il merkezinde Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) kiracısı olan esnaf, pandemi döneminde kiralarını ödemekte zorluk çekiyor. Uzun süre kepenk kapattıkları için maddi sıkıntı çeken esnaf yaşadıkları maddi sıkıntıları TDV’ye bildirmelerine rağmen sonuç almamışlardı. Son çare olarak Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) başvuran esnaf, “Doğrudan vakfa müracaat etmeniz gerekmektedir” yanıtını almıştı. Vakıf ise esnafın derdine kulak vermek yerine yeni yılda kiralara yüzde 12 zam yaptı. Esnaf bu kez tek gelir kaynakları olan dükkânlarından atılma tehlikesiyle karşı karşıya.‘SUS SUS İŞARETİ’ Bingöl Merkez’de bir dükkân işleten esnaf, “Kiramı ödeyemediğim için vakıf yöneticilerinden biri tarafından dükkândan atılmakla tehdit edildim. Kapalı dükkânın kirasını ben nasıl ödeyeyim. Bizim sorunlarımıza kulakları tıkalı herkesin. Kimse gelip derdiniz ne diye sormuyor. Vali bir gün esnaf ziyareti yapıyordu. Bir esnaf kira meselesini söylemek istedi ama valinin yanındaki bazı yetkililer ‘sus sus’ işareti yaptı. Biz ne kadar üstlerine gidersek gidelim hep onların dediği oluyor. Bizim pasajda 54 tane dükkân var. Sadece birkaçımızın sesi çıkıyor. Devir onların devri. Çoğu insan ekmeğinden olur diye sesini çıkaramıyor” dedi. Başka bir esnaf ise “Sözlü olarak resmen tehdit ettiler ama dükkanı boşaltın diye yazılı bir şey vermediler henüz” ifadelerini kullandı.   Zehra Özdilek

Valilik, müftülük, il milli eğitim ve dernek, seçmeli din dersleri için birleşti

Valilik, müftülük, il milli eğitim ve dernek, seçmeli din dersleri için birleşti Diyarbakır’da valilik, müftülük, il milli eğitim müdürlüğü ve Önder Diyarbakır İmam Hatipliler Derneği seçmeli din dersleri için ortak afiş hazırladı. Şehirdeki reklam panolarına asılan afişlerde din derslerinin neden seçilmesi gerektiği anlatıldı. Afişte, “Kuranıkerim dersini seçiyorum çünkü Cenab-ı Allah’ın mesajlarını öğrenmek, anlamak ve yaşamak istiyorum”, “Peygamberimizin Hayatı dersini seçiyorum çünkü onun hayatını merak ediyorum ve kendime örnek almak istiyorum”, “Temel Dini Bilgiler dersini seçiyorum çünkü dinimi en doğru şekilde öğrenmek istiyorum” ifadeleri yer aldı. “Dersimi seçiyorum dinimi öğreniyorum”, “Seçmesi bir dakika faydası iki dünya!” sloganlarıyla hazırlanan afişlerde “Ortaokul ve liselerde din, ahlak ve değerler alanı seçmeli dersler seçim süreci başlamıştır” hatırlatması yapıldı. Afişlerde son başvuru tarihinin de 22 Ocak olduğu belirtildi. Eğitim Sen Diyarbakır Şubesi söz konusu afişlere tepki gösterdi. Diyarbakır Eğitim Sen Şube Başkanı Sadrettin Kaya, “Biz hiçbir dersin dayatma olarak seçtirilmesini doğru bulmuyoruz. Ögrencilerimiz derslerini özgürce seçebilmeli. Bugün derslerini özgür seçemeyen öğrenci, demokratik yaşamda hakkını kullanırken tereddütler yaşayacaktır. Bu travmaya yol açar. Afişler konusunda kamu idaresi kamu adına güç ve yetki kullananlar bütün öğrencilere ve velilere eşit olmaları gerekiyor. Bir kesimi öne çıkarmak onları topluma dayatmaya çalışmak bu çağda demokratik temayüllere uymuyor” ifadelerini kullandı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da geçen günlerde 81 ilin din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleriyle video konferans toplantısında bir araya gelmişti. BAKANDAN TEŞEKKÜRBakan Selçuk, toplantıya ilişkin sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “81 ilden, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni meslektaşlarımla buluştum. Ülkenin en büyük öğretmenler odasında birlikte çay içmek, eksikleri not edip proje üretmek gibiydi. Okullarımızda yüz yüze buluşmayı diledik. Çocuklarımıza emek verenler var olsun” ifadelerini kullanmıştı.  Kayhan Ayhan

KHK'liöğretmeneöldükten sonra işe iade kararı

KHK'li öğretmene öldükten sonra işe iade kararı Görev süresi son olarak 1 yıl daha uzatılan ve elinde halen binlerce dosya bulunan OHAL Komisyonu, KHK ile ihraç edilen bir eğitimci için vefatından sonra göreve iade kararı verdi. Mücahit Karataş, Bülent Uçar, Ömer Faruk Arsoy, Gökhan Açıkkollu gibi 15 Temmuz darbe girişimi sonrası KHK ile görevden uzaklaştırılan ve ölümlerinin ardından haklarında iade kararı verilen kamu çalışanlarına son olarak eğitimci Mehmet Nasır Sönmez eklendi. Eğitim Sen üyesi olan Sönmez, Tekirdağ Çorlu’da lise okul müdür yardımcılığı ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaparken 7 Şubat 2017’de 686 No’lu KHK ile görevden ihraç edildi. 7 Kasım’da oturduğu apartmanın balkonunda iş yaparken 5. kattan kazayla düşerek ölen Sönmez için, OHAL Komisyonu ölümünden 3 ay, görevden alınmasından 3 yıl sonra karar verebildi. Göreve iade kararına ilişkin açıklama yapan Eğitim Sen Tekirdağ Şubesi, “Sevinemiyoruz. Sorguluyoruz. Geç gelen adalet, adalet olmuyor. Eşi atanmayan öğretmen, 10 ve 16 yaşlarında 2 çocukları var. KHK’ler gidecek, biz kazanacağız” denildi.  cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter