Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajans? - Haberler

Monday, 01.06.2025, 11:26 AM (GMT)

News - Haberler

Samsun’da skandal 10 Kasım töreni

Samsun’da skandal 10 Kasım töreni Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 82. yılında Onur Anıtı’nda anma programı düzenlendi. Samsun Valisi Dr. Zülkif Dağlı programa geç geldi. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Demir sirenden sonra protokole katıldı. Tören Vali Dağlı’nın geç kalması nedeniyle geç başladı. Saatler 09.05’i gösterince sirenler ve kornalar çalmaya başladı. Saygı duruşu sırasında programı sunucusu Garnizon Komutanlığı çelenginin konulması anonsunu yaptı. Garnizon Komutanı Topçu Albay İbrahim Camcı siren sesleri arasında anıta çelenk koydu. Şehirdeki 09.05 sireni sustuktan sonra Vali Dağlı’nın emriyle Onur Anıtı’nda saat 09.10’da tekrar siren çalınarak ikinci kez saygı duruşunda bulunuldu. Atatürkçü Düşünce Derneği Samsun Şube Başkanı Dr. Işık Özkefeli, “Mustafa Kemal’in askerleri nerede? Saygıya davet ediyorum sizleri diye” protokole seslendi. Özkefeli, daha sonra yaptığı açıklamada, “Samsun’da Atatürk’e yapılan bu saygısızlığı kabul etmemiz imkânsızdır. Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük Türk devriminin mimarı, onurlu bir ulusu çağdaş değerlerle yeniden var eden 21. yüzyılın lideri Atatürk’e yapılan bu saygısızlık İlkadım Şehri Samsun’a hiç yakışmadı. Samsun Valisini ve protokolü Samsun halkından özür dilemeye davet ediyoruz” dedi.ARTVİN’DE SİRENLER ERKEN ÇALDIÖte yandan Artvin’de de sirenler erken saatte çaldı. Artvin Valiliği, anma töreninde, sirenlerin erken çalınması nedeniyle ilgililer hakkında inceleme başlatıldığını bildirdi. Cemil Ciğerim

Burhan Kuzu yalnız değil miydi?

Burhan Kuzu yalnız değil miydi? Türkiye, Avrupa'nın Meksikası... Bir yılda tüm AB ülkelerinde yakalanan uyuşturucunun üç katından fazlası Türkiye’de ele geçiriliyor. Gazeteci Timur Soykan, yeni kitabı 'Baronlar Savaşı'nda “Narcos Türkiye’ diye bahsettiği, yeraltı dünyasının en karanlık noktasında Türkiye merkezli baronların altı yıldır süren kanlı savaşını anlatıyor. Cumhuriyet gazetesi olarak ortaya çıkardığımız Zindaşti olayı kitabın merkezde... Soykan'a göre, "Zindaşti hakkındaki tüm suçlamalar bir dosyada birleştirilirken Avukat Kudbedin Kaya cinayeti ayrı tutuluyor. Israrla bu suçlama Zindaşti’ye yöneltilmiyor. Bu suçlama yapılsa Zindaşti tahliye edilemezdi. Burhan Kuzu hayatını kaybetmese belki bu konuda daha detaylı bilgiler verecekti. Tüm bunlar Zindaşti’nin bırakılmasında Burhan Kuzu’nun yalnız olmadığı, çok daha büyük bir organizasyonun olduğu şüphesini doğuruyor."/Archive/2020/11/11/022625498--1205311876.jpeg- Timur, kitabında “Narcos Türkiye’ diye bahsettiğin, yeraltı dünyasının en karanlık noktasında Türkiye merkezli baronların altı yıldır süren kanlı savaşını anlatıyorsun. Cumhuriyet gazetesi olarak bizim üzerinde çok durduğumuz Zindaşti olayı merkezde... Önce şunu sorayım: Sana göre, tüm bu yaşananlar, “2. Susurluk Skandalı”... Neden böyle düşünüyorsun?Susurluk kazasında ölen mafya mensubu, polis şefi ve yaralanan milletvekili, devlet-mafya-siyaset üçgenini ortaya koymuştu. 2014’te Yunanistan’da 2.1 ton uyuşturucunun yakalanmasından sonra başlayan baronlar savaşı da çok önemli bilgilerin resmi evraka girmesini sağladı. Uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen kişiler, profesyonel tetikçilerin işlediği çok sayıda faili meçhul cinayet, kirli polisler, rüşvet aldığı iddia edilen yargı mensupları ve Saray’a kadar uzanan siyasi bağlantılar var. Eskiden yeraltı dünyasının güçlü isimleri rüşvetler veya diğer bağlantılarıyla haklarında açılan soruşturmaları engelliyordu. Artık birbirleri aleyhinde soruşturmalar açtıracak ve bunlara yön verecek güce sahipler. Kitap bu gerçeği olayları inceleyerek, belgelerle ortaya koyuyor. - Yeraltı dünyasında gerçeğe ulaşmak kolay olmasa gerek, nasıl bir çalışma yürüttün, nerelerde zorlandın?‘Yeraltı dünyası’ isminin hakkını veren kurallar, gizemler ve sırlarla dolu. Uyuşturucu ticareti ise bu dünyanın en karanlık noktası. Çünkü çok çok büyük paralar dönüyor ve bu nedenle katı bir sisteme sahipler. Ketum olmak bu dünyanın en temel kurallarından ve orada yaşananları öğrenmek çok güç, hatta imkansız. Baronlar savaşının başlaması ve bunun yargı konusu olması sayesinde, binlerce sayfa belgeye ulaşabildim. Taraflar çatıştığı için birbirleri hakkında belgeler topluyor ve bunları dava süreçlerinde kullanıyorlar. Kitaptaki iddialar tamamen resmi belgelere dayanıyor. - Nasıl bir para dönüyor bu işte? Örneğin Türkiye’de uyuşturucu pazarının büyüklüğü ne?Uyuşturucu konusunda Türkiye, Avrupa’nın Meksikası. Afganistan’da üretilen uyuşturucunun Avrupa’ya ulaşmasındaki en önemli durak Türkiye oluyor. Bir yılda tüm AB ülkelerinde yakalanan uyuşturucunun üç katından fazlası Türkiye’de ele geçiriliyor. Avrupa Polis Teşkilatı’na göre; bu ticaretin Türkiye ayağında her yıl beş milyar dolar kalıyor. Çok daha fazla olduğu da iddia ediliyor. - Devletle/devletlerle bağlantıları nasıl kuruyorlar?Genellikle rüşvetle bu bağlantı kuruluyor. Milyonlarca dolarlık rüşvet iddiaları hep var. Devlet içindeki makamını kullanarak çok fazla paraya sahip bu kişilerden nemalanmak isteyenlere de sık rastlanılıyor. Mazisi onlarca yıl önceye giden devlet içinde bağlantılar da oluyor. Tabii devletlerin sistemli şekilde bu büyük paradan pay aldığına dair iddialar dikkate alınmalı. Ama bunun belgesi ya da bilgisine ulaşmak mümkün değil. - Tarih 27 Nisan 2014... Birleşik Arap Emirlikleri Şarika Limanı’ndan 62 metre uzunluğunda bir akaryakıt tankeri kalkıyor... Ne taşıyor, nereye taşıyor?Geminin adı Noor 1. Pakistan açıklarında bu gemiye 2.1 ton eroin yükleniyor. Aslında Türkiye merkezli uyuşturucu baronları genellikle Afganistan-İran-Türkiye ve Balkan ülkeleri karayolu güzergâhını kullanıyor. Noor 1 ile farklı bir güzergâh deneniyor ve Yunanistan’a ulaşıyor. Amaç; uyuşturucunun Hollanda ve Belçika’ya taşınması. Ama Haziran 2014’te baskınlarla Atina’da eroin yakalanıyor. - Bu olayda kimlerin adı geçiyor?Amerika’nın uyuşturucu ile mücadele birimi DEA’in raporuna göre; bu uyuşturucuda Orhan Ünğan ve Naji Sharifi Zindaşti’nin payı var. Orhan Ünğan, Zindaşti’nin DEA ajanı olduğunu ve bu nedenle isminin bu rapora konulduğunu öne sürüyor. Emniyete gönderilen ihbarlarda ise bu isimlerin yanı sıra uyuşturucuda İran asıllı Çetin Koç, İranlı Esfandiar Rigi’nin de payı olduğu iddia ediliyordu. Zindaşti ve Esfandiar Rigi’nin Türkiye’de onlarca yıldır ‘uyuşturucu baronu’ denildiğinde ilk akla gelen isim olan Urfi Çetinkaya’ya ait eroini taşıdığına yönelik ihbar da var. Zindaşti de uyuşturucu ile ilgisi olmadığını söylüyor. - Kişiler üzerinden gitmeye başlayalım. Zindaşti’nin ilginç bir portresi var... Hayat öyküsünde idamlar var mesela. Kısaca anlatır mısın?Gerçekten ilginç bir hayat hikâyesi. Zindaşti, İran’ın Türkiye sınırındaki Urmiye kentinde 1974 yılında doğuyor. Kalabalık bir Kürt aşiretin mensubu. Henüz 2 yaşındayken dedesi, babası, amcaları İran’da idam ediliyor. Kürt kimliklerinden dolayı idam edildikleri öne sürülüyor. 1994 yılında çocukluk arkadaşları Hacı Parviz (Türk vatandaşı olduktan sonra Çetin Koç adını alıyor) ve Esfandiar Rigi ile uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla yakalanıyorlar ve idam cezasına çarptırılıyorlar. Tahran’daki cezaevinden birlikte kaçıyorlar. - Türkiye’ye nasıl giriyor?1980 yılında traktör kazasında ölen ama ölümü resmi makamlara bildirilmeyen Kamal Sharifi Seydani isimli akrabasının kimliği ile Türkiye’ye giriyor. Uzun yıllar Türkiye’de bu isimle faaliyet gösteriyor. Diğer iki arkadaşı da sahte kimlik kullanıyor. Hacı Parviz (Çetin Koç) ile İstanbul’a yerleşiyorlar. Esfandiar Rigi ise uyuşturucu ticaretinde kilit noktalardan olan Pakistan’a yöneliyor. - Orhan Ünğan kim? Ona neden ‘hayalet’ diyorlar?Orhan Ünğan uzun yıllar çok gizemli bir isim. Erzurum İspir, 1973 doğumlu. Henüz 20’li yaşlarının başında Avrupa’da çalınan otomobillerin Türkiye’de ve Gürcistan’da satıldığı bir suç örgütünün lideri olduğu iddia ediliyor. Farklı suçlardan tutuklanıyor. İddiaya göre; Urfi Çetinkaya ile cezaevinde tanıştıktan sonra uyuşturucu kaçakçılığına başlıyor ve büyük bir güce dönüşüyor. 2011’de Bolu’da yakalanan eroin ile ilgili suçlanıyor ama yakalanmıyor. Hollanda ve Belçika’da yaşıyor. Bu sırada Hollanda polisinin takibi altında. Ancak hepsi farklı ülke vatandaşları adına düzenlenmiş 5 ayrı kimlik kullanıyor. Bu nedenle Hollanda polisi gerçek kimliğini bir türlü tespit edemiyor ve ona ‘Hayalet’ lakabını takıyor. Hatta Hollanda polisi, kullandığı bir bardağı Türkiye’ye gönderip DNA analizi yaptırtarak gerçek kimliğini öğreniyor. Halen Orhan Ünğan’ın adını internette aradığınızda sadece net olmayan bir vesikalık fotoğraf çıkıyor. - Peki ‘savaş’ nasıl başlıyor? Noor 1 ile eroinin Yunanistan’a ulaştırılmasını organize eden Esfandiar Rigi, operasyondan kurtulup İstanbul’a geliyor ve ondan bir daha haber alınamıyor. Orhan Ünğan, Zindaşti tarafından öldürüldüğünü ve cesedinin demir bağlanarak Marmara Denizi’ne atıldığını iddia ediyor. Bundan üç ay sonra Zindaşti’nin otomobili Büyükçekmece’de iki tetikçi tarafından pusuya düşürülüyor. Hedef Zindaşti ancak lüks cipte 19 yaşındaki kızı ve şoförü var. İkisi de ölüyor. Zindaşti, 2.1 ton eroini kendisinin ihbar ettiğini düşünen Orhan Ünğan ve Çetin Koç’un saldırıyı yaptırdığını iddia ediyor. Bu olaydan üç ay sonra ise Orhan Ünğan’ın adamı olduğu öne sürülen iki kişi, Küçükçekmece’deki balık lokantasında öldürüldü. Aylar sonra bu iki kişinin Zindaşti’nin kızı ve şoförünü öldürdüğüne ve azmettiricilerin Orhan Ünğan ile kardeşi İlhan Ünğan olduğuna dair iddianame hazırlandı. Belçika’da yakalanıp Türkiye’ye iade edilen Orhan Ünğan bu davada 4 yıl tutuklu yargılandıktan sonra geçen yıl beraat etti. Cinayetler ise faili meçhul kaldı.- Ancak bu sırada cinayetler devam ediyor…Evet Zindaşti’nin suçladığı Çetin Koç 4 Mayıs 2016’da Dubai’de yüksek güvenlikli gökdelende öldürüldü. Onu öldürenler Kanadalı iki tetikçiydi. Bu tetikçilerden biri Çetin Koç cinayetinden beş gün sonra Kanada’da öldürüldü. Bir ay sonra ise diğer tetikçinin cesedi yanmış aracın içinde bulundu. Orhan Ünğan’ın avukatı Kudbedin Kaya, 1 Kasım 2017’de İstanbul Yeşilköy’deki balıkçıda kafasından üç kurşunla vuruldu. 29 Nisan 2017’de Gem TV’nin sahibi İranlı Saeed Karimian ile ortağının öldürülmesinde Zindaşti suçlanıyor. 7 Nisan 2019’da ise İstanbul Bağdat Caddesi’nde Orhan Ünğan’ın kardeşi İlhan Ünğan öldürüldü. Zindaşti’nin 14 Kasım 2019’da İstanbul Şişli’de İranlı muhalif Masoud Molavi Vardanjani’nin öldürülmesi olayının azmettiricisi olduğu da iddia ediliyor. Zindaşti bu suçlamaların tamamının Orhan Ünğan’dan rüşvet alan polislerin kumpası olduğunu savunuyor. Orhan Ünğan da Zindaşti’den rüşvet alanların kendisine kumpas dava açtığını söylüyor. - Orhan Ünğan başkalarını da suçluyor, kim onlar? Dört yıl tutuklu yargılanırken Bakırköy Adliyesi’ndeki mahkeme hakkında üç kez tahliye kararı verdi ve üst mahkeme tahliye kararlarını kaldırdı. Bu sırada Zindaşti de bir başka operasyon sonucu tutuklanmıştı. Zindaşti skandal bir kararla altı ay sonra tahliye edildi. Orhan Ünğan, Zindaşti’nin tahliyesini sağlayan Burhan Kuzu’nun kendisinin tutuklu kalması için de hakimlere baskı yaptığını iddia etti. - Kuzu’nun bir çetenin üyesi olduğunu söylüyor, nasıl bir çeteden bahsediyor?Burhan Kuzu’nun yalnız olmadığını, yargıda örgütlenmiş bir çetenin mensubu olduğunu söyledi. Hatta bu çeteyi FETÖ’ye benzetiyordu. Bildiğim kadarıyla ilk kez Orhan Ünğan bir duruşmada ‘İstanbul Grubu’ adını söylüyor. Daha sonra İstanbul Grubu’nun Pelikan yapılanmasının yargı ayağı olduğu gündeme geldi. Üstelik yüksek yargıdaki kulis haberlerinden bu öğrenildi. - Dikkat çekici bir bölüm daha: Büyükçekmece Pusu Davası’nda iddiaya göre; Orhan Ünğan duruşmada Bakırköy Adliyesi’ndeki İstanbul Grubu mensuplarını sayıyor. Detay verir misin? Orhan Ünğan, kardeşi İlhan Ünğan öldürüldükten sonra çıktığı ilk duruşmada SEGBİS ile kayıt yapılmasını istiyor ve çok öfkeli konuşuyor. Kendisini hapiste tutanların kardeşinin ölümünden sorumlu olduğunu söylüyor. İddiaya göre; bu duruşmada Bakırköy Adliyesi’ndeki eski Adalet Komisyonu Başkanı’nın avukatlarına söylediklerini aktarıyor. Bakırköy Adliyesi’ni yöneten yargı mensuplarının İstanbul Grubu’nun mensubu olduğunu, kendisinin tutuklu kalması için rüşvet aldıklarını iddia ediyor. Ve isimler sıralıyor. Hatta HSK’daki bazı isimlerin de milyonlarca euro rüşvet aldığını söylüyor. Duruşma savcısına çok ağır sözler söylüyor. Ancak bu duruşma ‘Ses sistemi arızalandı’ denilerek kayda geçilmiyor. Orhan Ünğan bilirkişi raporuyla kaydın silindiğini kanıtladıklarını iddia ediyor ve ses kaydının kendi elinde olduğunu açıklıyor. Bu kayıt gerçekten silindiyse bu iddiaların yok edilmek istendiği sonucu çıkar ve büyük şüphe oluşur. Bu çok büyük bir skandaldır. Mutlaka bunun araştırılması gerekiyor.- Zindaşti’nin skandal tahliyesine gelelim. Burhan Kuzu bu olayda yalnız mıydı? Bu, kitapta yanıtını aradığım önemli sorulardan biri. Burhan Kuzu, arayarak hakimlere baskı yapıyor. Bunu sadece Zindaşti’yi serbest bırakan hakim Cevdet Özcan değil, tahliye kararına itiraz eden savcı, tahliye kararını kaldıran hakim de anlatıyor. Ancak Zindaşti’nin tahliyesinde pek çok başka şüphe var. Zindaşti’yi tahliye eden hâkim, tahliye kararı vereceğini savcıya söylemesine karşın tutukluluk inceleme dosyasının önüne geldiğini savunuyor. ‘Yani bırakacağımı bilerek bana dosyayı verdiler’ diyor. /Archive/2020/11/11/022626077-kitap.png- Savcının bir iddiası var...Evet. HSK müfettişine tanık olarak ifade veren savcı, çok ilginç bir olaydan bahsediyor. Zindaşti’nin adamlarının, İstanbul’da yaşayan eski İran Maliye Bakanı’nın oğlunun yüklü servetini yağmalamaya çalıştıklarını anlatıyor. Bu olayda gözaltına alınan kişileri Hakim Cevdet Özcan’ın şüpheli şekilde serbest bıraktığını söylüyor. Zindaşti’nin tutuklama kararında da gariplikler var ve bunlar tahliyenin yolunu açıyor. Fezlekede çok sayıda suçlama olmasına karşın Zindaşti, Çetin Koç’un Dubai’de öldürülmesi, Gem TV’nin sahibi İranlı Saeed Karimian ile ortağının öldürülmesi ve suç örgütü kurmaktan tutuklanıyor. Fezlekedeki diğer suçlamalar tutuklama kararında yok. - Neden Zindaşti hakkındaki bütün suçlamalar aynı dosyada toplanırken Kudbedin Kaya cinayeti suçlaması ayrılıyor?Bu nokta çok önemli: Zindaşti tutuklandığı sırada Orhan Ünğan’ın avukatı Kudbedin Kaya’nın öldürülmesinde bir numaralı şüpheli. Polis bu soruşturma kapsamında Zindaşti’ye uzandığı iddia edilen deliller bulmuş. Hatta Zindaşti hapisteyken Avukat Kudbedin Kaya cinayetinde onunla bağlantılı olduğu iddia edilen isimler tutuklanmıştı. Zindaşti hakkındaki tüm suçlamalar bir dosyada birleştirilirken Avukat Kudbedin Kaya cinayeti ayrı tutuluyor. Israrla bu suçlama Zindaşti’ye yöneltilmiyor. Soru bile sorulmuyor. Bu suçlama yapılsa Zindaşti tahliye edilemezdi. Ayrıca Zindaşti’yi bırakan hakim 3.5 milyon dolar rüşvet almakla suçlanıyor. Burhan Kuzu da kendisinin suçlanarak bazı gerçeklerin gizlendiğine dair imalarda bulundu. Hayatını kaybetmese belki bu konuda daha detaylı bilgiler verecekti. Tüm bunlar Zindaşti’nin bırakılmasında Burhan Kuzu’nun yalnız olmadığı, çok daha büyük bir organizasyonun olduğu şüphesini doğuruyor. - Kitabın kilit noktalarından biri.. ‘İlhan Ünğan Öldürüldü’ başlıklı bölüm... Hakkında yakalama kararı var, peki o ne yapıyor?İlhan Ünğan, Büyükçekmece Pususu Davası’nda iki cinayeti azmettirmek suçlamasıyla, iki ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyor. Yani hakkında yakalama kararı var. Çok sayıda başka suçtan da aranıyor. Buna karşın yıllarca İstanbul’da çok rahat bir şekilde yaşıyor. Bağdat Caddesi’nde vakit geçiriyor. Hatta uçakla yurt dışında tatillere gidiyor. Sahte kimlik ve pasaportlar kullanıyor. İfadelerde bir iddia var: Yeri tespit ediliyor. Sabah baskın yapılacak ama akşam kaldığı yerin çevresinde bekleyen polis ekipleri çekiliyor ve kaçıyor.- İlhan Ünğan’a çalışan polisler mi var? Kim olduklarını biliyor muyuz?Evet, bildiklerimiz var. İlhan Ünğan öldürüldükten sonra cep telefonu açılıyor ve orada iki polis ile Whatsapp yazışmaları tespit ediliyor. Bunlar çok vahim yazışmalar. İlhan Ünğan’ın Zindaşti’nin avukatı İlker Dağlı’yı öldürtmek için hazırlık yaptığı iddia ediliyor. Telefonda ‘Ankara’ diye kayıtlı emekli polisin, bu cinayet için emniyetin kapalı veri sistemlerinden aldığı cep telefonu sinyal, adres ve plaka bilgilerini İlhan Ünğan’a verdiği öne sürülüyor. Ancak emekli olan bu polisin bu kapalı sistemlere nasıl ulaştığı, ona bu bilgileri kimlerin verdiğini bilmiyoruz. Ayrıca iki polisin İlhan Ünğan’dan para istediği yazışmalar da var. Temasta olduğu polislerden biri de Zindaşti hakkında yapılan soruşturmada görev almış. Bu iki polis Zindaşti hakkındaki iddianamede sanık. İddianamede Zindaşti’den rüşvet aldığı iddia edilen üç polis de suçlanıyor. Bunlar da Orhan Ünğan hakkındaki soruşturmayı yürüten polisler. Özetle Orhan Ünğan’ın da Zindaşti’nin de bu polisler aracılığıyla birbirleri hakkında soruşturmalar yaptırdıkları öne sürülüyor. Böylesi derin bir kirlilik söz konusu. - İlhan Ünğan cinayeti bağıra bağıra geldi diyorsun. Hangi bilgiye dayanıyor bu iddian?Kitaptaki tüm iddialar gibi bunun da belgeleri var. İddiaya göre; İlhan Ünğan, Zindaşti’nin avukatı İlker Dağlı’yı öldürtmek için adamı Tolga Hakan Ceyhan’dan tetikçi bulmasını, organizasyonu yapmasını istiyor. Ancak Tolga Hakan Ceyhan cinayet için keşiflere, toplantılara katılırken hedefteki İlker Dağlı’ya sürekli bilgi veriyor. İlker Dağlı da İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’ndaki Örgütlü Suçlar Bürosu’na beş ayrı suç duyurusunda bulunuyor. Cinayetten üç gün önce Tolga Hakan Ceyhan’ı adliyeye getirterek savcıya ifade verdiriyor. Burada İlhan Ünğan’ın sürekli gittiği, toplantı yaptıkları kafeyi bile söylüyor. Buna karşın hakkında çok sayıda arama kararı olan İlhan Ünğan ısrarla yakalanmıyor. Ve bu ifadelerde defalarca adı geçen kafenin önünde İlhan Ünğan öldürülüyor. Tolga Hakan Ceyhan da tetikçi ile birlikte kaçıyor. Şu an bu cinayet ile ilgili olarak İlker Dağlı ve Tolga Hakan Ceyhan aranıyor. Bu tam anlamıyla resmi evraka girmiş ve devletin gözleri önünde işlenmiş çok karanlık bir cinayet. - Cinayetin azmettiricisi olarak aranan avukat İlker Dağlı da sorularını cevaplamış. İddiaları reddediyor, ne diyor?Kendisinin cinayet gibi amacı olsa defalarca suç duyurusunda bulunmayacağını söylüyor. Tolga Hakan Ceyhan’ın kendisinden habersiz İlhan Ünğan’ı öldürttüğünü öne sürüyor. Kendisine yönelik suçlamanın Orhan Ünğan’dan rüşvet alan polislerin kumpası olduğunu savunuyor. Orhan Ünğan ise İlker Dağlı’nın kardeşine yönelik tüm suç duyurularının iftira ve cinayet planının parçası olduğunu anlatıyor. Kardeşinin yakalanmayıp öldürülmesine zemin hazırlandığını iddia ediyor.- Okurken, mafya filmlerindeki o dumanlı odada toplanmış karanlık adamlar ve dünyayı zehirlemeleri gözümün önünde canlandı. Sen bu kitap için araştırma yaparken ve yazarken ne düşündün?Evet insanın aklına filmler, romanlar geliyor. Hatta dediğin gibi toplantılar bile yapılıyor. Baronlar bir araya geliyor ve buna ‘masa kurmak’ ya da ‘cemaati toplamak’ diyorlar. Araştırdıkça ve bilgilere ulaştıkça şunu düşündüm: Tüm bunları senaryo ya da bir kurgu roman olarak okusam ‘Yazar çok abartmış’ derdim. Oysa hepsi gerçek. Polisiye bir merakla da araştırdığımı söylemeliyim. Yeraltı dünyasında gerçeğe ulaşmak hiç kolay değil. Bir cinayet işlendiğinde tek neden ve tek düşman yok. Çok olasılık var. Ayrıca bu olayları soruşturanlara da güvenemiyoruz. Bu nedenle kitapta suçlamaların iddia olduğunu sıklıkla vurguladım ve yanıt haklarına önem verdim. - Bu kişiler nasıl bir hayat sürüyor? Saklanarak mı, ulu orta mı? Gösterişli mi? Ya aileleri?Öncelikle baronların savaşı çok sık rastlanan bir durum değil. Hatta çoğu zaman uyuşturucu ticareti yazılı olmayan kurallar çerçevesinde savaş çıkmadan sürüyor. Bir sevkiyatta çok sayıda ortak olabiliyor. Bir sorun olduğunda masa kuruluyor ve oraya ‘akil adamlar’ dedikleri kişiler de katılıyor. Bu kişiler kimin haklı kimin haksız olduğuna karar veriyor. Ona göre ödemeler yapılıyor. Bu sistemle savaş çıkması engelleniyor. Böylece büyük malikânelerde, gösterişli hayatlarına devam edebiliyorlar. Servetlerini sergilemekten hiç çekinmediklerine dair kitapta çok örnek var. Genellikle çocuklarının bu işi devam ettirmesine izin vermiyorlar. Türkiye’de yeraltı dünyasında aileler hedef alınmıyor. Bu hepsi için çok önemli bir güvence. İpek Özbey

Peşpeşe iki Merkez Bankasıbaşkanının görevden alınması, kurumsal yapılarınçökmekte olduğunu gösterir

Peş peşe iki Merkez Bankası başkanının görevden alınması, kurumsal yapıların çökmekte olduğunu gösterir Altınbaş Üniversitesi öğretim üyesi ve Sol Parti Başkanlar Kurulu üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ve Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın var olan yapının içerisinde, bir farklılık yaratacaklarını sanmıyorum” dedi. Kozanoğlu, Türkiye’nin 1 yıl içerisinde yenilemesi gereken 181.3 milyar dolar dış borcu olduğuna, ülkenin ciddi bir ödemeler dengesi krizi yaşama tehlikesi bulunduğuna işaret etti. Türkiye’nin bugün en can yakıcı sorununun işsizlik olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile ekonomideki gelişmeleri konuştuk.- Önce gece yarısı atamasıyla Merkez Bankası başkanı değişti, peşinden Bakan Berat Albayrak’ın istifası geldi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?Öncelikle Merkez Bankası başkanlarının süreleri dolmadan görevden alınmaları veya istifa etmeleri çok istisnai bir durumdur. Ancak bir yolsuzluk, usulsüzlük söz konusu olduğunda gündeme gelebilir. Bir ülkede peş peşe iki başkanın, Murat Çetinkaya ve Murat Uysal’ın görevden alınmaları kurumsal yapıların çökmekte olduğunun alameti sayılabilir. Ben aslında Merkez Bankası’nın (TCMB) bağımsızlığını savunmuyorum. Çünkü bu bağımsızlığın toplumun üretim, istihdam, geçim kaygılarından uzaklaşmış, finansal piyasaların taleplerine göre davranmaya kurgulanmış, neoliberalizmin ana direklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Ne var ki bir yasal değişiklik yapılana kadar TCMB bağımsızlığına sonuna kadar sahip çıkmak gereğine de inanıyorum. Kaldı ki TCMB’de temel kararlar Para Politikası Kurulu (PPK) tarafından verilir. Başkan 7 üyeden sadece birisidir. Beğenilmeyen faiz kararlarıyla tüm faturanın başkanlara çıkarılması da ayrı bir çarpıklıktır.- Peki, Bakan Albayrak’ın istifası?Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifasını sosyal medyadan duyurması da bütün teamüllere aykırıdır. İstifa tek yönlü bir müessese olmasına karşın, makam sahibi istifayı bizzat kendi üstüne, burada Cumhurbaşkanı’na sunmalıydı. Bunu aradaki akrabalık bağının bunu gerektirmesini bir yana bırakarak tamamen yerleşik kamu yönetimi adabına dayandırıyorum. Aslında normalde ayrı olması gereken iki fonksiyonu Hazine ve Maliye bünyesinde toplayan bir bakanlıkta görev yapmak, üstelik de makro dengeleri son derece bozuk bir ekonomiyi tüm dünyanın pandemi sürecinden geçtiği bir dönemde yönetmek gerçekten çok meşakkatli bir görev olmalı. Ancak Berat Albayrak sürekli sağladığı müthiş başarılardan bahsettiği, tüm dünyanın bizi kıskandığı iddiasını diline doladığı, yaşanan sorunları halkla paylaşmadığı için toplumun güvenini tamamen kaybettiği için tartışmaların hedefine oturmuştu.SİSTEM ARTIK İŞLEMİYOR- Kişileri değiştirmekle ekonomiyi düzlüğe çıkarmak mümkün mü? Türkiye ekonomisi için iş işten geçti mi?Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin, Türkiye’nin demokratik birikimine, kurumsal yapıların gelişmişliğine, ekonominin geldiği düzeye hiç de uygun olmayan bir model olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Bu sistemde insanlar her konuda cumhurbaşkanının ağzına bakmak zorunda kalıyor, geri kalan tüm figürler bir siluet olmaktan öteye gidemiyor. Bunun belki de en açık örneği Strateji ve Bütçe Başkanlığı gibi kâğıt üzerinde en önemli, kalkınma planını, yıllık programı, bütçeyi, orta vadeli programı hazırlamakla görevli bir kurumun başında kimin bulunduğunu kamuoyu önceki gün fark etti. Üstelik bu kişi Maliye Bakanlığı görevinden ismi bilinen Naci Ağbal’dı. Erdoğan’ın rezervlerdeki erimeyi Ağbal’ın brifingiyle öğrendiğini görüyoruz ki bunlar hep sistemin işlemediğinin alametleri. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen Lütfi Elvan ve Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, bürokrasiden gelen, biraz daha oturaklı bir profil veren kimseler. Ancak bu yapının içerisinde, bir taraftan neoliberal bir yandan kayırmacı sistem sürerken AKP milletvekili olarak da kamu yönetimindeki bu bozulmada vebali bulunan kimselerin bir farklılık yaratacaklarını sanmıyorum.İSTİFA, MÜJDE ETKİSİ YARATTI- Piyasanın Bakan Albayrak’ın istifasına ilk tepkisi döviz satışı oldu. Piyasa yaşananları nasıl algılıyor, piyasanın ana beklentisi ne?Genelde ekonomiden sorumlu bakanın istifası, üstelik yerine kimin geleceği belli değilse piyasaların olumsuz reaksiyonuyla karşılaşır. Berat Albayrak’ın aşırı yıpranmışlığı aksine müjde etkisi yarattı. Aynı gün ABD Başkanlığı’nı Biden’ın net bir biçimde kazandığının anlaşılması, aşı çalışmalarında mesafe alındığına dair olumlu haberler de üzerine eklenince lira bir günde yüzde 5’in üzerinde değer kazandı. Bir para, değer kaybetmeye başlayıp serbest düşüşe geçince artık her yeni girenin bile yüzü gülmeye, dövizden her çıkan pişman olmaya başlar. 22 Ekim PPK kararında beklenen faiz artışının gelmemesiyle dolar kurunun 7.90 liradan 6 Kasım günü 8.50’nin üzerine çıktığını gözlemledik. Anlaşılan 9 Kasım’da olumlu algının güçlenmesiyle piyasalar bunu bir düzelme için fırsat bildi.TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR- Peki, bu krizden çıkış görüyor musunuz, ne yapılmalı?Türkiye’nin 1 yıl içerisinde yenilemesi gereken 181.3 milyar dış borcu bulunuyor. Ülkenin ciddi bir ödemeler dengesi krizi yaşama tehlikesi var. Çünkü cari açık sürekli artıyor, bu borçların çevrilmesindeki güçlük ile birleşince tehlike canları çalıyor. Yılsonunda cari açığın 30 milyar doları aşması bekleniyor. Asıl tehlike şu: Özel sektör 2018 ilkbaharından beri “delevaraging” denilen borçlarını azaltma telaşında. Son 2 yılda özel sektörün dış borçları 62.3 milyar dolar azalmış. Reel sektör şirketleri dış borçları yanında yurtiçi bankalara olan döviz yükümlülüklerini de aşağı çekme gayretinde. 2017 sonunda net pozisyonları 162.2 milyar dolara gerilemiş. Bu riskin azaltılması açısından olumlu. Gelgelelim şirketler kesimi borçlarını ödemek için döviz talep edince bu kurları yükselten bir etki yaratıyor. Daha da önemlisi, reel sektör nakit akışlarını dış borçların tasfiyesine tahsis edince yeni yatırım yapmıyor, istihdam yaratmıyor, ekonomi bu cendereden bir türlü çıkamıyor.- Sizce şu anda Türkiye’nin en can yakıcı sorunları nelerdir?Türkiye’nin bugün en can yakıcı sorununun işsizlik olduğunu düşünüyorum. AKP ekonomi yönetimleri hiçbir zaman işsizlik oranlarını aşağı çekemediği gibi, başta gençlerin, kadınların üretim sürecinin dışında kalmalarına yönelik önlemler de geliştirememişti. Ancak bu kez durum daha da vahim. Çünkü nüfus hızla artarken çalışma isteği beyan eden nüfus giderek azalıyor. Yurttaşlar işsizlik sorununu katmerli yaşıyor, kamu istihdamının tamamen dışına düşüyorlar. Bugün çalışma yaşındaki kişilerin kabataslak ancak yarısı çalışma isteği beyan ediyor. İşsizleri çıkarınca her 100 kişiden 43-44’ünün istihdam edilebildiği bir ekonomiyle dünya ile rekabet edebilmek imkânsız. 3 kişiden ancak 1’inin fiilen işbaşı yaptığı bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu, ekonomik bir sorun olduğu kadar sosyal ve psikolojik boyutları da bulunan derin bir yaradır.AÇLIK GÖRÜNTÜLERİ YAYGINLAŞACAK- Bundan sonraki süreçte yurttaşı nasıl günler bekliyor?Döviz kurlarındaki artış enflasyona ivme kazandırıyor. Talep düşük olduğu için bu 2018’deki gibi anında fiyatlara yansımıyor. Ancak zaman içine yayılarak enflasyonu artırıyor, yurttaşın satın alma gücünü geriletiyor. Merkez Bankası’na göre kur artışlarının fiyatlara yüzde 20 geçirgenlik etkisi var. Pandemi, özellikle ağırlama ve perakende sektörünü çok olumsuz etkiliyor. Küçük esnaf, sokak satıcıları, kayıt dışı çalışanlar salgından en fazla etkilenen kesimler. En son açıklanan verilerle “Sosyal Koruma Kalkanı” çerçevesinde 39.2 milyar lira dağıtılmıştı. Bu GSYH’nin 1’inin altında çok sınırlı bir destek. 6.3 milyon aileye sadece 1 defalık 1000 TL ödemeyle yetinilmişti. Önümüzdeki aylarda zorlama kredilerin geri ödemeleri de kapıya dayanınca büyük sıkıntılar yaşanacak. Ne yazık ki göründüğü kadarıyla Türkiye’yi yoksulluk, hatta açlık görüntülerinin yaygınlaştığı zor bir kış bekliyor. Şehriban Kıraç

İstifa eden Berat Albayrak’ın yerine, Lütfi Elvan Hazine ve Maliye Bakanıoldu

İstifa eden Berat Albayrak’ın yerine, Lütfi Elvan Hazine ve Maliye Bakanı oldu Murat Uysal’ın görevden alınarak yerine Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanı olarak atanması, ardından istifa eden Berat Albayrak’ın yerine, uzun bir sessizlikten sonra Lütfi Elvan’ın Hazine ve Maliye Bakanı yapılması mali piyasaları ilk aşamada olumlu etkiledi. Önceki gün “ekonomide yeni politika” umudunu satın alan piyasalarda TL güçlenirken, dolar 8.02 liraya kadar çekildi, Borsa İstanbul (BİST) ise hızlı yükseldi. Dünkü görüntü ise “açıklamaları bekleyeyim, icraata bakalım” safhasına geçildiğini gösteriyor.TÖREN YAPILMADIAlbayrak’ın sağlık sorunlarını ileri sürmesi nedeniyle, dün devir teslim töreni olmadan yeni görevine başlayan Hazine ve Maliye Bakanı Elvan ise piyasalara verdiği ilk mesajında şunlara dikkati çekti: “Öncelikli olarak ele aldığımız enflasyonla mücadele sürecini, maliye politikaları ve diğer tüm araçlarımızla kararlı bir şekilde destekleyeceğiz. Piyasa dostu bir dönüşüm programına odaklanacağız. Önemli olan kurumların güçlendirilmesi, kuralların etkili bir biçimde işletilmesidir.” Yeni Merkez Bankası Başkanı Ağbal da, ilk açıklamasında 19 Kasım’daki Para Politikası Kurulu’na atıfla “Temel amacımız fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir” vurgusu yapmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün katıldığı bir toplantıdaki “Türkiye’yi faiz, kur, enflasyon prangası ile modern kapitülasyonlara mahkûm etmek isteyenlere karşı şimdi de tarihi bir mücadele veriyoruz” sözleri, ekonomiye bakışla ilgili tartışmaların devam edeceğini gösteriyor. Bu tür gelişmeler altında dün, dolar kuru 8.0836-8.3771 lira, Avro kuru 9.5643-9.8436 lira arasında dalgalı hareket etti. Türkiye’nin 5 yıllık kredi iflas takası primi (CDS) dün 465-478 baz puan bandına çekildi.ELVAN, DPT KÖKENLİElvan göreve başlamasının ardından dün, gazetecilerin “Sürpriz oldu mu?” sorusuna ise “Sürpriz oldu” yanıtını verdi. 1962 Karaman Ermenek doğumlu olan Elvan, İTÜ Maden Fakültesi’nde lisans, Leeds Üniversitesi ve Delaware Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimleri aldı. DPT kökenli olan Elvan, siyasete atıldıktan sonra 64. Hükümet’te Başbakan Yardımcısı ve 65. Hükümet’te Kalkınma Bakanı olarak görev aldı. Elvan, en son TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı görevini yürütüyordu. cumhuriyet.com.tr

İstihdam azalırken, geniştanımlıişsiz sayısı9.6 milyon kişiye ulaştı

İstihdam azalırken, geniş tanımlı işsiz sayısı 9.6 milyon kişiye ulaştı TÜİK’in “İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2020” araştırmasına göre, dar tanımlı işsiz sayısı ağustosta geçen yılın aynı dönemine göre 456 bin kişi azalarak 4 milyon 194 bin kişi, işsizlik oranı da 0.8 puanlık azalışla yüzde 13.2 oldu. Oysa DİSK Araştırma Merkezi’nin (DİSK-AR) aynı verileri temel alarak yaptığı hesaba göre geniş tanımlı işsiz sayısı 2 milyon 272 bin kişi artarak 9 milyon 577 bin kişiye yükseldi.‘ÜMİTSİZ’ ÇIĞ GİBİİşsizlik oranı da yüzde 20.6’dan yüzde 26.7’ye çıktı. DİSK-AR’ın Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) yöntemiyle hesapladığı Covid-19 etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsiz sayısı da 10 milyon 513 bin oldu. Oran ise yüzde 29.3. Ayrıca TÜİK’e göre tarım dışı işsizlik oranı 1 puanlık azalışla yüzde 15.7, gençlerdeki işsizlik oranı da 1.6 puan azalışla yüzde 26.1 oldu. Yine TÜİK’e göre, ağustosta istihdam sayısı 975 bin azalarak 27 milyon 554 bin kişi, istihdam oranı da 2.4 puanlık azalışla yüzde 43.9’a indi. İşgücü sayısı da 1 milyon 431 bin azalarak 31 milyon 749 bin kişi, işgücüne katılma oranı 3.3 puanlık azalışla yüzde 50.6 oldu. Ayrıca işgücüne dahil olmayanların sayısı 28 milyon 411 binden 30 milyon 981 bin kişiye çıkarken iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar 2 milyon 248 binden 4 milyon 83 bin kişiye, bu kapsamda iş bulma ümidi olmayanların sayısı 613 binden 1 milyon 331 bine yükseldi. TÜİK’in açıklamasına göre yılın üçüncü çeyreğinde toplam kamu istihdamı 2019’un aynı dönemine kıyasla yüzde 3.6 artarak 4 milyon 779 bin kişi oldu. Öte yandan DİSK-AR’a göre, ücretsiz izin ve kısa çalışma nedeniyle Ağustos 2019’da 45.5 saat olan işbaşındakilerin haftalık ortalama çalışma süresi, Ağustos 2020’de 44.3’e geriledi.2.1 MİLYON ÇALIŞAN 39 LİRAYA MAHKÛMİŞKUR’un ekim ayı işsizlik sigortası bültenine göre, nisan-ekim döneminde 2 milyon 111 bin 852 kişi nakdi ücret desteği aldı. Toplam 5.7 milyar TL ödeme yapıldı. Şartlar nedeniyle ücretsiz izne çıkarılan bu kişilere günlük 39.24 lira destek veriliyor. Ayrıca ekim itibarıyla 927 bin 621 çalışan için kısa çalışma ödeneği verildi. İlk 10 ayda bu tür ödeme 21.8 milyar TL oldu. İşsizlik sigortası ödemesi alan kişi sayısı da ekim itibarıyla 255 bin 424 kişi. İlk 10 aylık ödeme 5.7 milyar TL. Ayrıca ilk 9 ayda işsizlik ödeneği almak için başvuran işsiz sayısı, salgın nedeniyle 17 Nisan’da başlayan işten çıkarma yasağına rağmen 1 milyon 222 bine ulaştı. Bu kişilerden 421 bin 651’i de ödenek almaya hak kazandı. Önceki aya göre başvuru 83 bin 190 kişi arttı. cumhuriyet.com.tr

‘Esnekçalışma’da geri adım

‘Esnek çalışma’da geri adım 25 yaş altı ve 50 yaş üstü için öngörülen “esnek çalışma” düzenlemesinin, Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın AKP ve MHP grup başkanvekilleri ile görüşmesinin ardından torba tekliften çıkarılmasına karar verildi. AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş, “Esnek çalışmayla ilgili 33 ve 37’nci maddeleri tekliften çekiyoruz” dedi. Atalay, TBMM’de AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş ile MHP Grup başkanvekilleri Erkan Akçay ve Muhammet Levent Bülbül’ü ziyaret etti. “15 gündür bu konunun doğru olmadığını, işçinin aleyhine olduğunu anlatmaya çalışıyoruz” diyen Atalay, “Esnek çalışma, 25 yaş altı 50 yaş üstü meselesi, işçinin aleyhine; örgütsüz, kuralsız çalıştıran işverenlerin lehine bir düzenleme. 10 gün burada çalış, ikinci on gün git, başkası gelsin; kıdem tazminatı yok, işçi mi değil mi belli değil” diye konuştu. Sorunun çözülüp çözülmediğine ilişkin soruyu yanıtlayan Atalay, “Sorun çözüldü gibi gözüküyor, bir görelim. Meclis’te grubu olan tüm siyasi partilere teşekkür ediyorum, bunun yanlış olduğunu ifade ettiler. Umudum, çözüm üretecekleri yönünde... Kamuoyuna açıkladıkları zaman biz de memnun olacağız” dedi.‘UCUZ EMEK ÜLKESİ’ VURGUSUCHP Meclis Grubu’nun hazırladığı ekonomi raporunda ‘ucuz emek’ uyarısı yapıldı. Raporda, “Son zamanlarda TL’nin değer kaybına kılıf bulabilmek için sıkça kullanılan ‘rekabetçi kur’ söylemi de aslında, Türkiye’nin ucuz emek ülkesi haline getirilerek, yaşanan krizin faturasının ücretle çalışan emekçilerin üzerine yıkılmak istenmesinin bir göstergesidir. Zira, hammadde ve diğer girdilerin fiyatlarının döviz kuruna bağlı olduğu bir ülkenin, dünyaya daha ucuza mal satabilmesinin tek yolu emeği ucuzlatmaktır” denildi. Raporda, şöyle denildi: “İktidar, Türkiye ekonomisinin cari işlemler açığı, yüksek dış borçluluk ve güven kaybı gibi nedenlerle dış dengede yaşadığı darboğazı, ucuz emek ihraç ederek aşmayı hesaplamaktadır.” cumhuriyet.com.tr

Atatürk sevgisi katlanarak büyüyor

Atatürk sevgisi katlanarak büyüyor Tiyatro oyuncusu, seslendirme sanatçısı Arda Aydın’ın bir buçuk sene önce sahnelemeye başladığı “İlelebet... Bir Atatürk Hikâyesi” oyununun yarattığı etki, bu süre zarfında sınırları aştı. Yoğun ilgi gören oyun için Arda Aydın ve Biraderler Yapım ekibi, Almanya ve Kanada’da turne yaptı. Türkiye’de ise birçok şehirde perde açtı. Pandemi araya girmese turneler ABD ve İngiltere’de devam edecekti... Geçen yıl nisan ayında söyleşi yaptığımız Aydın, oyunun hedefini “Atatürk’ün insani yönünü ortaya koymak” olarak açıklıyordu. Bugün konuştuğumuz sanatçı, bu hedefinden fazlasına da ulaştıklarını şu sözlerle anlattı: “Oyunun ilgiyle karşılanacağını biliyordum ve fakat bu kadar kulaktan kulağa yayılabileceğine, Atatürk olgusuna, düşüncesine, fikrine bu kadar merak olabileceğine pek ihtimal vermiyordum. Tam tersi oldu. Fazlasıyla merak edildi, ilgi gösterildi ve oyunun adı Amerika kıtasına kadar ulaştı.” Peki, seyircinin bu ilgisi ülkenin içinde bulunduğu şartlara, gündeme bağlı olarak mı gelişti? Geri dönüşlerde buna göre bir değişiklik oluyor mu? Aydın, bu tür değişimleri kendisinin de beklediğini ama öyle bir şey olmadığını belirtti. Sanatçı, “Ülke gündemi Atatürk’e olan ilgiyi sadece artırıyor. Bundan kastım, olumsuz bir şey olduğu zaman Atatürk’e ve onun değerlerine sığınmak, sarılmak elbette alışageldiğimiz bir durum, fakat olumlu şeyler olduğu zaman da bu ilgi yine artıyor, yani her iki şekilde de ilgi çoğalarak, katlanarak büyüyor” diye konuştu.FARKLI BAŞLANGIÇ...Türkiye’de Atatürk’e dair yapılmış tek kişilik en büyük prodüksiyon olan oyun, “Atatürk günümüzde yaşasaydı derdini nasıl anlatırdı” sorusundan hareketle yazıldı. Oyunda, 1924- 1933 yılları arasında yapılan devrimler, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı dokuz yıllık dönem ele alınıyor. Bu tarih aralığından öncesi ve sonrası çok fazla kaleme alınmış ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkenin, en sağlam temellerinin atıldığı, devrim yıllarına ait yaşanmış ve anlatılmamış hikâyeler var. Arda Aydın, tek kişilik performansında oyunu her seferinde değişik bir başlangıçla oynadığını dile getirdi. Aydın, “Oyunun akışı içindeki bazı sahneleri daha dramatize ettim zaman içinde, bazı sahneleri anlatmaktan ve oynamaktan vazgeçip onun yerine günümüze daha çok vurgu yapan, zaten metnin ilk yazılmış halinde bulunan bazı sahnelerden eklemeler yaptım” dedi.‘BUNUN TARİFİ YOK’“İlelebet... Bir Atatürk Hikâyesi”, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde dün Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde yine kapalı gişe sahnelendi. Arda Aydın’ın 10 Kasım’la ilgili de bir mesajı var: “Oyunun içinde Atatürk’ün kendi ağzından söylediği çok güzel bir laf var: ‘Beni sevmek değil asla söylemek istediğim; beni anlamak, unutmamak.’ Evet, onu sevmek zorunda değiliz ama kendi adıma bire bir tanışmadığım, hiç karşılaşmadığım, karşılıklı tek kelime konuşmadığım bir insana duyduğum sevginin tarifini yapmakta zorlanıyorum. Türk insanının belki de ortak paydada buluştuğu yegâne his Atatürk sevgisi. 10 Kasım’a dair söyleyebileceğim şey de saat 9’u 5 geçe bir durup düşünmek gerektiği.”‘PANDEMİYLE DİJİTALE YÖNELDİK’Pandemi sürecinden en çok etkilenen sektörler arasında, zaten öncesinde de sıkıntılar yaşayan özel tiyatrolar geliyor. Biraderler Yapım’ın bu süreçten nasıl etkilendiğini sorduğumuz Aydın, şöyle konuştu: “Elbette sahneye dair yaptığımız işler dolayısıyla çok etkilendik. Çocuk Genç Sanat Tiyatro (ÇGST) adı altında bir birimimiz var, bu birimde çocuk oyuncular ve sanatçıları atölye programlarıyla yetiştirmeye ve geliştirmeye çalışıyoruz, bu da çok etkilendi. Aslında burada herkesin kendi derdine düştüğü bir durum var, yani özel tiyatroların sahneye çıkamamak, oyun oynayamamak, salonu olanların salon giderlerini karşılayamamak gibi dertleri mevcut. Fakat bizim en çok etkilendiğimiz zaman, çocukların atölyelere devam edemediği zamandı. Bir yandan da ÇGST birimi bir sosyal girişim, yani herhangi bir gelir beklentisi olmayan, bir maddi kazanç elde etmeyen bir oluşum. Hiçbir kazancı olmamasına rağmen en çok takıldığım nokta bu oldu. Onun dışında tabii ki bu geçen zamanda ‘İlelebet… Bir Atatürk Hikâyesi’ ve ‘Biraderler Cabaret’ oyunlarımızı dijital platformlar için İzmir ve Antalya gibi yerlerde oynadık. Sürecin başından itibaren dijitale çok sıkı bir çalışmayla evrildiğimiz için bu tür dijital platformlara video içerikler hazırladık. Yeni eğlenceli ve kaliteli içerikler bunlar ve şu anda birçok platformda halihazırda yenileri de çekilmek üzere yayımlanmaya devam ediyor.” Orhun Atmış

Sanatısanatçılar yönetemeyecek

Sanatı sanatçılar yönetemeyecek Kültür Bakanlığı, kurumlara gönderdiği bir yazıyla Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürlüğü’nün ve Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürlüğü’nün atama, tayin, görev değişikliği, görevlendirme yetkilerini elinden aldı. Sanatçıların tepkileri üzerine bakanlıkta konuyla ilgili tartışmalar yaşandığı belirtilirken bakanlık yetkililerinden yetki alınmasının “sehven” yapıldığı ve kısa süre içerisinde kurumların özerkliğini koruyacak şekildi durumun düzeltileceği öğrenildi. Kültür Bakanlığı’nca DT ve DOB genel müdürlüklerine gönderilen yazıya göre iki kurumun elinden atama, tayin, görev değişikliği, görevlendirme gibi yetkileri alınarak bakanlığa devredildi. Ancak DT, 5441 sayılı yasa kapsamında, DOB ise 1309 sayılı yasa kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı tüzelkişiliği olan özerk kurumlardı. Sanatçılarla yapılan sözleşmelerden kurum içinde gerçekleştirilen atamalara kadar pek çok konuda sorumluluk genel müdürlüklerdeydi. Bakanlığın gönderdiği yazıyla, kurumların yasalarla özerk olarak belirlenen tüzelkişiliği tanınmayarak yetkileri elinden alınmış oldu. Bakanlığın üst düzey yetkililerinden edinilen bilgiye göre söz konusu durum bakanlık içinde de tartışmaya neden oldu. Yapılan yetki devrinin “sehven” yapıldığını belirten yetkililer, sivil toplum kuruluşlarının etkisiyle konunun bakanlıkta yeniden gündeme geldiğini ve DT ile DOB’den konuyla ilgili görüş alındığını belirtti. Yapılan bu hata karşısında yeni bir düzenleme yapılacağı ve bu düzenlemede de DT ve DOB’nin özerkliğinin korunacağı öğrenildi.DETİS’TEN DÜZENLEMEYE TEPKİÖte yandan Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nden (DETİS) yapılan yazılı açıklamada, söz konusu düzenlemeye tepki gösterildi. Yazıda, “Zaten bir süre önce DT’nin kritik önem taşıyan bazı makamlarına bakanlıkça çeşitli kurumlardan kişiler atanmıştır. Bunlardan bazıları personel daire başkanı, idari mali işler genel müdür yardımcısı, hukuk müşavirliği ve tüm hukuk bürosudur. Yapılan yetkisizleştirme ve etkisizleştirme hamlesi ile DT ve DOB genel müdürlükleri fiilen ortadan kaldırılmıştır” ifadelerine yer verildi. Sanatın özerkliğine dokunulamayacağı kaydedilen açıklamada, “ ‘Sanat kurumlarını sanatçıların yönetmesine gerek yoktur’ cümlesi, cahil ve çarpık bir zihnin ürünüdür. Telafisi mümkün olmayan bir gaflet, dalalet ve hıyanettir! İvedilikle bu yanlıştan dönülmesini ümit ediyoruz” çağrısı yapıldı. Sarp Sağkal

Özel ve devlet okullarıöğrencileri arasındaki makas açılıyor

Özel ve devlet okulları öğrencileri arasındaki makas açılıyor Özel okullar, canlı dersler, yüz yüze eğitim ve telafi programlarıyla öğrencilerine daha verimli eğitim ortamı sunarken, devlet okullarında okuyan öğrenciler o kadar şanslı değil. Teknolojik açıdan gerekli olanaklara sahip çocuklar bile çeşitli nedenlerle öğrenim kaybına uğruyor. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nce il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıyla özel okullara 7. ve 11. sınıfları için de destekleme kursları açma izni verildi. Yazıda, “Okulların bazı sınıflarında yüz yüze eğitim faaliyeti başlatılmış olup, yüz yüze eğitim faaliyetine başlayamayan özel okulların 7. ve 11. sınıflarında okuyan öğrenciler de kurumların kurucuları ve öğrenci velilerinin istemeleri halinde destekleme ve yetiştirme kursları ile takviye kurslarına başlayabileceklerdir” denildi. Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, “Bu yazı ile özel okullar fiili olarak 2 sınıfta daha yüz yüze eğitime başlamış olacak. MEB tüm öğrencilerin eğitim hakkından sorumludur, eğitimde eşitsizlik yaratacak adımlar atamaz, kararlar alamaz” dedi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın salgının başından bugüne tek bir öğrencinin bile eşitsizlik yaşamaması için gereken önlemleri alması gerektiğine dikkat çeken Aydoğan şunları söyledi: “Milyonlarca öğrencimiz hâlâ uzaktan eğitime erişemiyor. Erişebilen öğrencilerimizin yüzde 60’ından fazlası ise cep telefonu ile uzaktan eğitime ulaşmaya çalışıyor. Yüz yüze eğitim seyreltilmiş ve aşamalı olarak gerçekleştiği için tüm öğrencilerimiz için ulaşabildikleri ders saati sayısı azaltıldı, müfredat seyreltilmedi, öğrenciler tüm kazanımlardan sorumlu ve sınavlar gerçekleşmeye başladı. MEB, özel okullarda eğitime erişim sorunu yaşamayan bir öğrenci ile eğitime erişimi olmayan veya yalnızca EBA TV’den ulaşabilen öğrencileri seçmeye, elemeye, rekabete dayalı sınavlara zorluyor. Alınan her karar, yaşama geçirilmeyen önlemler ise kamu okulları açısından eşitsizliği, yaşanılan sorunları her geçen gün daha da derinleştiriyor.’’DERSLER GEÇ SAATTEEğitim-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, özel okulların Milli Eğitim Bakanlığı’nın atamadığı adımları gerçekleştirdiğini belirterek “Öğrencilerini yüz yüze eğitime çağırdılar, canlı derslere başladılar, öğrencileri arasında uzaktan eğitime erişemeyen öğrenci olmadı. Halen yüz yüze eğitime başlatılamayan ara sınıflar ortada dururken özel okulların tüm sınıflar düzeyinde başlaması, bilgisi eksik kalanlar için telafi eğitimleri vermesiyle öğrenciler arasındaki makas daha da açıldı’’ dedi. Yıldırım, salgın dönemindeki eğitim sürecinde özel ve devlet okulları arasındaki farkları şöyle sıraladı: “Tüm öğretmenler EBA ve EBA dışındaki platformlardan canlı ders anlatımını sürdürüyor ama bu öğretim yöntemi derslerin anlaşılmasında ve kazanım haline dönüşmesinde yeterli değil. Ev ortamları uygun olmayabiliyor.- Özel okullarda zaman daha iyi kullanılıyor. Konular ve dersler üs üste bindirilmeyerek zaman verimli kullanılıyor. - Özel okullardaki çocukların anne babaları dışardan eğitim desteği alabiliyor. Eve özel öğretmen çağırılıyor, çocuklar kursa yollanıyor. - EBA’da 8.30’dan 20.30’a kadar ders var. Akşam geç saatlerdeki dersler verimliliği engelliyor. - Devlet okullarındaki sınıflar daha kalabalık, bire bir ilişki daha zor kurulabiliyor.GERİ KALDILAR...Çocuğu bir devlet ilkokulunun ikinci sınıfında öğrenim gören bir veli, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: ‘’21 Eylül’de okulların açılmasıyla çocuklarımız uzaktan eğitim almaya başladı. İlk haftalarda online eğitimde sıkıntı yaşamış olsak da öğretmenimizin yardımlarıyla haftada 5 gün 30 ders canlı ders yaptık. Pandemide okulların kapanmasıyla devlet okulunda okuyan çocuklar ilk defa öğretmenleriyle aktif ders yapamaya başladı. Bu düzene alıştık, her şey yolunda derken 12 Ekim’de yüz yüze eğitim başladı. Biz yaklaşık 1 aydır devletin bize göndermeme imkânı sunulduğu halde sadece çarşamba günler canlı ders alabiliyoruz. İlk 2 hafta hiçbir çocuğumuz yüz yüze eğitime katılmadı. Ailelerimizde kronik rahatsızlığı olanlar var ve sınıf mevcudu kadar imza toplayıp okul yönetimine teslim ettik. Fakat bakanlıktan yazı gelmediği için hâlâ çocuklarımız online eğitim almıyorlar. Öğretmenimiz sınıfa 2 veya 3 çocuğa ders anlatıyor. Çocuklarımız derslerden geri kalıyor.’’ Figen Atalay

Irak'tan Samsun'a yolcu taşıyan otobüsŞanlıurfa’da devrildi: 32 yaralı

Irak'tan Samsun'a yolcu taşıyan otobüs Şanlıurfa’da devrildi: 32 yaralı Kaza, saat 04.30 sıralarında Şanlıurfa-Viranşehir karayolunun 60’ıncı kilometresinde meydana geldi. Irak’tan Samsun'a yolcu taşıyan Talha Hasan yönetimindeki 36 164 plakalı yolcu otobüs Dağyanı mevkisinde kontrolden çıktı. Sürücü Hasan'ın direksiyon hakimiyetini kaybettiği otobüs, şarampole yuvarlandı. Takla atarak yuvarlanan otobüsü gören diğer sürücüler, 112 Acil çağrı Merkezine ihbarda bulundu.Kaza ihbarının ardından olay yerine çok sayıda ambulans, sağlık, jandarma, polis, UMKE ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Can pazarının yaşandığı kazada aralarında kadınların da bulunduğu 32 kişi yaralandı. Devrilen otobüsün altında kalan yaralıların çıkarılması için UMKE, itfaiye ve jandarma ekipleri büyük çaba harcadı.Sağlık ekipleri yaralılara ilk müdahaleyi olay yerinde yaparken,  UMKE ve jandarma ekipleri Arapça konuşarak yardımcı oldu. İlk müdahaleleri yapılan yaralılar daha sonra ambulanslarla kent merkezindeki hastanelere kaldırdı. Jandarma ve polis ekipleri, bölgede geniş güvenlik önlemleri alırken, kurtarma çalışmaları nedeniyle, karayolu kısa süreliğine trafiğe kapatıldı. Kaza ile ilgili soruşturma sürdürülüyor.  DHA

ABD Başkanlık Seçimleri: Trump Beyaz Saray'dan ayrılmayıreddederse ne olur?

ABD'de seçim sonuçlarının netleşmesi ve Demokrat Parti adayı Joe Biden'ın kazanmasının ardından yaklaşık dört gün geçti. Ancak Başkan Donald Trump, bugüne kadarki geleneklerin aksine henüz rakibini arayarak yenilgiyi kabul etmiş değil. Trump, Beyaz Saray'dan ayrılmayı reddederse ne olur?Habere Gitmek için Tıklayın




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter