Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajans? - Haberler

Monday, 01.06.2025, 11:36 AM (GMT)

News - Haberler

Meksika’da polis, kadın cinayetlerini protesto eden gruba ateşaçtı

Meksika'nın Cancun kentinde polis, iki kadının öldürülmesini protesto eden gruba ateş açtı, dört kişi yaralandı. Bölge valisi, ateş açılmamasını emrini dinlemeyen emniyet müdürünü açığa alırken polisin iddia ettiği gibi plastik mermi değil, gerçek mermi kullanıldığını açıkladı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.Habere Gitmek için Tıklayın

Başyapıtlarıyla Bulgakov...

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Başyapıtlarıyla Bulgakov... /Archive/2020/11/11/010855294-ic1.jpgUSTA İLE MARGARITAMihail Bulgakov’un yaşamının son günlerine dek üzerinde çalıştığı, uzun süre yasaklanmış ancak ölümünden yıllar sonra 1966’da o da katı bir sansürden geçerek yayımlanabilen dev romanı Usta ile Margarita, 20’inci yüzyıl edebiyatının başyapıtları arasında yer alır.Keskin yergili bir mizahla dolu fantastik bir roman olan Usta ile Margarita, Can Yayınları tarafından, SSCB döneminde kitaptan çıkarılan 80 sayfayı da içeren eksiksiz çevirisiyle sunuluyor.Acımasız bir sistem eleştirisini derin bir felsefi tartışmaya dönüştü¬rerek insan kadar eski iyi-kötü tartışmasını irdeleyen Usta ile Margarita, iki ayrı öyküyü yan yana getirir. Bunlardan biri XX. yüzyılda Moskova’da, diğeri Pontius Pilatus’un 26-36 yılları arasındaki valiliği döneminde Yahuda’da geçer./Archive/2020/11/11/010910340-ic2.jpgRomanın başkişisi, Prof. Woland kılığına girmiş olan Şeytan’dır.1930'lu yıllarda Moskova'da sıcak bir bahar günü… Günbatımına yakın saatlerde Şeytan, iyi giyimli ve yabancı görünümlü bir beyefendi kılığında şehre iner ve kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtır.Moskova’ya inen Şeytan, seçkin aydın çevrelerinin ikiyüzlülüğünü ve yozluğunu gözler önüne seren çılgınca oyunlara başvurur.Onun garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler.Onun karşısındaysa akıl hastanesine kapatılan, baskı altındaki bir romancı, yani “Usta” vardır...Onun garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler.Bulgakov’un Usta ile Margarita’yı bitirememekten korkuyordu ve bir taraftan da böbreğindeki hastalık nedeniyle sağlığı gittikçe kötüleşiyordu. Uykusuzluk çekiyor ve kendini halsiz hissediyordu.1934 tarihli bir mektupta arkadaşına şunları yazıyordu: “Yalnızlık korkusu; şimdiye kadar hiç böyle berbat bir şey yaşamamıştım ya da bir başıma kalma korkusu desem daha doğru. Bu o kadar midemi bulandırıyor ki bir bacağımı kesmelerini tercih ederim.”Yapıtının müsveddesine de şöyle bir not düşmüş: “Ölmeden önce bitir.”/Archive/2020/11/11/010925700-ic4.jpgUsta ile Margarita’nın anlatısı çoğu yerde trajik ve dokunaklı olsa da her şeyden önce Bulgakov eğlence hissi uyandırmanın peşinde.Sovyet yaşam tarzına yönelik keskin bir hiciv, dinsel bir alegori, komik bir fantezi olduğu kadar, dokunaklı bir aşk öyküsü de olan kitabı özellikle yazıldığı koşullar dikkate değer kılıyor. Ne de olsa Stalin rejiminin en karanlık günlerinde, gecenin bir vakti insanların ortadan kaybolduğu bir dönemde yazıyordu.Bu arada Stalin, Bulgakov’la aynı Ahmatova’yla olduğu gibi kişisel olarak ilgileniyordu. Bazılarına göre Stalin’le olan ilişkisi Bulgakov’un tutuklanmasını ve yargılanmasını engellemişti. Ama aynı zamanda saklamadan yapmak istediği çalışmaları da engellemişti.Bulgakov bundan hareketle hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı alacakaranlıkta kalmış bir dünya yaratır ve fantastik, doğaüstü ve kötücül olan ne varsa bunları günlük hayatın sıradan olayları gibi ele alır./Archive/2020/11/11/011004871-ic5.jpgGENÇ BİR DOKTORUN ANILARIBirinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev’de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesinin küçük bir köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük bir rol oynadı.Rusya yeni bir devrime ve iç savaşa doğru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı.Devrim, büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir.Zor bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş…Korku içinde yaptığı ilk ameliyatıyla genç bir kızın hayatını kurtaran genç doktor, başka bir gün morfin kullanmaya başlamış meslektaşını kurtarmaya çalışır. Fakat trajik ve dehşet verici görünen her şey Bulgakov’da yaşamın ciddi mizahıyla anlatılır.Bulgakov’un yaşamının bu ilk doktorluk dönemini anlatan “Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri”, “Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları”, “Ben Öldürdüm” ve “Morfin” adlı öyküleri Türkçede ilk kez bu kitapta bir araya geliyor./Archive/2020/11/11/011023777-ic6.jpgMORFİNDr. Bomgard şehre atanalı birkaç ay olmuştur ki, taşradaki eski yerine gönderilen arkadaşı Dr. Polyakov intihar eder. Ölmeden önce arkadaşına bıraktığı günlükte Polyakov, ölümüne sebep olan amansız bağımlılığı ağrıları için aldığı morfinin hayatını nasıl ele geçirdiğini ve sonunda gerçekle bağını nasıl yitirdiğini satır satır anlatmıştır.Morfin, Rus edebiyatının yasaklı ustası Bulgakov’un savaş sonrası dönemdeki morfinmanlık deneyiminden yola çıkarak yazdığı sarsıcı bir öykü./Archive/2020/11/11/011035308-ic7.jpgKOL MANŞETİNDE NOTLARKol Manşetinde Notlar’daki, keskin, sert ve neşeli diliyle Kiev ve Moskova’nın günlük hayatının bir panoramasını çizen öykülerinde Bulgakov, Rusya’nın tarihin akışını değiştiren döneminde yaşanan her şey var:İç savaşın insanları birbirinden ayıran, kuşkulara sürükleyen, herkesin bir taraf seçmek zorunda olduğu günlerinden, Bolşevikler tarafından Yeni Rusya iktidarının kurulduğu, yeni eğitim, yeni ekonomi, yeni kültür gibi sayısız yeniliğin ortaya çıktığı günlere kadar her şey.Öykü derlemesine adını veren Kol Manşetinde Notlar, genç yazarın bu kıtlık ve bürokrasi günlerinde mesleğe nasıl atıldığını, gazete yazarlığından tiyatro oyunu ve roman yazarlığına uzanan sürecini yetkin bir hicivle sunuyor./Archive/2020/11/11/011057371-ic8.jpgTEATRAL BİR ROMAN (SİYAH KAR)Sergey Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi Bağımsız Tiyatro'da sahnelenmek üzere neredeyse rasgele bir şekilde seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuğun akıl almaz girdabında bulur.Bağımsız Tiyatro'nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle yarışırken, yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun sahnelenme ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov, içinden nasıl çıkacağını bilemediği bir kaosun ortasına düşmüştür.Üstat ile Margarita'yla tanınan Mihail Bulgakov, yayımlanmadan önce adıyla sansüre takılan Teatral Bir Roman (Siyah Kar)'da bir oyun yazarı olarak tecrübelerinden yola çıkıyor ve dönemin tiyatro dünyasının perde arkasını tüm çıplaklığıyla sunuyor./Archive/2020/11/11/011109245-ic9.jpgMOLIERE EFENDIEbeyle konuşurken, “Hiçbir kadın yüzyıllar boyunca bir benzerini dünyaya getiremeyecek,” diyor Molière Efendi'nin anlatıcısı, “düşünün ki, üç yüz yıl sonra, uzak bir ülkede, Bay Poquelin'in oğlunu ellerinizde tuttuğunuz için anımsayacağım sizi.”Mihail Bulgakov, 17. yüzyılın en büyük Fransız oyun yazarı Molière'i, deneysel bir biyografi olarak nitelendirilebilecek bu kitapla onurlandırırken hiçbir ayrıntıyı atlamıyor, her şeyi anımsıyor.Asıl adı Jean-Baptiste Poquelin olan Molière'in tiyatroya adanmış zorluklarla dolu hayatını, ona duyduğu yakınlığın da etkisiyle, büyük bir sıcaklıkla aktarıyor Bulgakov. Böylece, aralarındaki yüzyıllara rağmen, kelimeler sayesinde buluşuyor iki üstat. Bu buluşma, şair Özdemir İnce'nin pürüzsüz Türkçesiyle daha da zenginleşiyor. Yapıt, Sabri Gürses'in Rusça aslından yaptığı karşılaştırmayla tamamlanarak Everest Yayınları'nın dünya klasikleri dizisindeki yerini alıyor./Archive/2020/11/11/011134917-ic10.jpgKIZIL MOSKOVA“Moskova’yı en son bundan en çok altı ay önce görmüş olanlar şimdi kenti tanıyamazlar; Yeni Ekonomi Politikası (Moskova halkı artık kısaca NEP diyor buna) öylesine değiştirdi onu. Adım adım başladı bu… az az…Sağda solda tahta perdeler kaldırıldı, arkalarından uzun bir aradan sonra tozlu, donuk dükkân vitrinleri görünmeye başladı. Boşaltılmış yapıların derinlerinde lambalar yanıyor, onların ışığında hayat kıpırdıyor:Çiviler çakılıyor, mıhlanıyor, tamiratlar yapılıyor, içleri malzeme dolu sandıklar, kutular açılıyor. Yıkanıp temizlenmiş vitrinler aydınlatılmış. Sergilerin üzerinde yuvarlak, güçlü lambalar yanıyor ya da vitrinlerin çevresinde parlak ışıyan borular var.Yoksul düşmüş Moskova’nın bunca malı hangi gizli hazinelerden çıkardığını anlamak olanaksızdır. Ama bulmuş ve hepsini bol bol aynalı vitrinlere boşaltmıştı, tezgâhlara yığmıştı.”/Archive/2020/11/11/011155495-ic11.jpgBulgakov’un 1920’lerde yazdığı öykü ve köşe yazılarının temel konusu kültür ve insan ilişkileridir. Rusya’nın yönetimini ele geçirmiş olan Bolşeviklerin ülkenin ekonomisini, güvenliğini ve kendi iktidarlarını ayakta tutmaya çalıştığı bu dönemde, yeni bir kültür de ortaya çıkmaya başlar.Bürokraside, orduda, sanat kurumlarında eski kültürle yeni kültür karşı karşıya gelmiş ve bu karşılaşma çoğu kez ürkütücü ve gülünç durumlara yol açmıştır.Bulgakov’un sivri dilini tutmadığı ve tutarsızlıkları alaya aldığı, derin gözlem yüklü bu metinler yönetimle neden anlaşmazlıklar yaşadığını da berrak bir şekilde sergiler./Archive/2020/11/11/011215589-ic12.jpgKÖPEK KALBİBulgakov, Köpek Kalbi'nde sokak köpeği Şarik'in öyküsünü anlatır.Dünya çapında bir bilim insanı olan Profesör Filipoviç, evine götürüp beslediği Şarik'i ameliyat ederek, er bezlerini ve hipofiz bezini adi bir suçlununkilerle değiştirir. Köpek arsız, yüzsüz, şehvet düşkünü ve kaba saba bir insana dönüşür.Şarik insan haliyle profesörün hayatını cehenneme çevirse de Sovyet bürokrasisinde kendine bir konum edinebilecektir.Komünistlerin küçük burjuva değerlerinin üstünde yeni bir Sovyet insanı yaratma ideallerini hicveden Köpek Kalbi, Bulgakov'un en çok tartışılan yapıtlarından./Archive/2020/11/11/011227713-ic13.jpgÖLÜMCÜL YUMURTALAR1917 Rus Devrimi'ni izleyen çalkantılı yıllar yeni bir Sovyet gerçekliğini ortaya koyarken, dâhi zooloji profesörü Persikov da canlı organizmaların üreme hızlarını artıran ve onları devleştiren yeni bir "kızıl" ışın keşfeder.O sıralarda Sovyet cumhuriyetlerindeki bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın patlak verince, Persikov'un henüz test edilmemiş buluşu bu soruna bir çare olarak görülür…Zira bilimde ilerleme ve bu sayede düşmanlarla rakipleri geride bırakma, Stalin döneminin yol gösterici ilkesidir… Stalin'in iktidara geldiği 1924 yılında yazılmasına karşın 1928'de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin kötüye kullanılmasının sonuçlarına işaret eden parlak bir sistem eleştirisidir./Archive/2020/11/11/011247573-ic14.jpgŞEYTANNAMEGogol, hicvini korku unsurlarından yoğurmuştu; eserleri her türlü garabetin meskeni, yaşam alanına dönmüştü. Cinler ve şeytanlar korkutup kaçan figürler değil, ana kahramanları olmuştu. Gogol'den sonra evsiz kalan üç harflilere başlarını sokacakları yapıtlar veren de Bulgakov idi.Bir akrabalık bağını takip etmemizi mümkün kılan da, her türlü gotik zevatın hem Gogol hem de Bulgakov'un eserlerinde korkuturken güldürmesiydi. Hâlâ daha olanca ağırlığıyla küçük insanlarını ezen meşhur devlet bürokrasisiyle toplumsal bellekler bu iki ismin eserlerinde hesaplaştılar.Şehre sessiz sedasız gelen müfettiş ile, şehre sessiz sedasız gelen şeytanın gözler önüne serdikleri aynıydı. En kalabalık halleriyle Mir gorod'ta arz-ı endam eden kahramanların, neşe ve enerjilerinden bir şey kaybetmeden kendilerini Üstat ile Margarita'da bulması tesadüfi değildi.Tıpkı Ölü Canlar'm Çiçikov'unun yolculuğuna Sovyet Moskova'sında devam etmesi gibi. Biri diğerinin yıllardan ve akımlardan süzülmüş tezahürüydü.Gogol'un mirası birisine kalmışsa, o da Bulgakov'dur./Archive/2020/11/11/011304588-kapakk.jpgMİHAİL AFANASYEVİÇ BULGAKOV: 1891’de Kiev’de doğdu. Genç yaşta doktorluğu bırakarak kendini tümüyle yazarlığa verdi.İlk romanı Beyaz Muhafız (1925), komünist bir kahramana yer vermediği gerekçesiyle Sovyet resmî çevrelerince büyük tepkiyle karşılandı.Sovyet toplumunu eleştiren yergili fantezilerin yer aldığı Şeytanî’de (1925) resmî çevrelerin eleştirisine uğradı. Bulgakov aynı yıl sözde bilim üstüne bir yergi niteliğindeki Köpek Kalbi’ni yazdı.1930’a gelindiğinde, yapıtlarının yayımlanması yasaklanmıştı. Buna karşın Bulgakov, 1930’larda iki önemli yapıt daha verdi. Moskova Sanat Tiyatrosu’nun perde arkasını acımasızca yeren yarıda kalmış özyaşamöyküsel romanı Teatral Bir Roman ve göz kamaştırıcı bir fantezi olan Usta ile Margarita.1940’ta Moskova’da ölen Bulgakov’un eserleri, Stalin’in ölümünün ardından, 1950’lerin sonlarına doğru gittikçe saygınlık kazandı. Cumhuriyet Kitap Eki

'Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya'

'Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya' /Archive/2020/11/11/010244079-ic1.jpgKapılarını yüzyıllarca dünyaya kapalı tutan Japonya'nın ticari ilişkiler yoluyla dışa açılması toplumun genelini, kültürünü ve dilini de etkiledi.Eşzamanlı yaşanan dil devrimi ve çeviri faaliyeti sayesinde Batı edebiyatıyla tanışan Japon yazarlar farklı akımların etkilerini eserlerinde yansıttı.Bu geçiş döneminde dünyaya gelen Shiga Naoya’nın öyküleri de yaşanan değişimin birer aynası. Sade fakat eşsiz şiirsel anlatımı ve üstün gerçekçiliğiyle kısa zamanda ün kazanan Shiga, edebiyat çevrelerince “Japon dilinin ilahı” ve “Japon öykü sanatının piri” ilan edilir.Öyküyü yürekte biriken korku, üzüntü, kızgınlık, pişmanlık gibi yoğun duygulardan çıkış olarak gören Shiga için yazmak, ruhsal arınma anlamına gelir.Parlak yeteneğine karşın Shiga’nın amacı öyküyü bir araç olarak kullanarak ruhsal olgunluğu tamamlamak, evrensel aydınlanmaya ulaşabilmekti. Belki de bu ayrıksılığı nedeniyle “Japon edebiyatının anavatanı” olarak anılır.Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya’da yazarın öykülerinden bir derleme yapan Oğuz Baykara, hem yazarın yaşamı hem de onu inşa eden kültürel geçmiş ve modern Japon edebiyatının doğuşu hakkında yetkin bir çalışmaya imza atıyor.Modern Japon Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya / Oğuz Baykara / Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi / 332 s. Cumhuriyet Kitap Eki

BirÄ°zlanda polisiyesi

Bir İzlanda polisiyesi /Archive/2020/11/11/005936315-ic1.jpgİntihar girişimi gerçekleştirmeyi tasarlayan birine yardım etmek ya da bir kişiyi kasten intihara teşvik etmek suç teşkil eder mi? Arnaldur Indrıdason’un 2005’te, “Reykjavik Polisiyeleri” başlığı altında yayımlanan Sırlar Şehri adlı roman ile Türk okurunun tanıdığı dedektif Erlendur, yedi yıl ortalardan kaybolduktan sonra bu kez Hipotermi’yle yeniden karşımızda. Ama bu sefer kaybolmamak üzere geri geldiği açık.Arnaldur Indrıdason romanları Kuzey polisiyelerinin kendine özgü bütün özelliklerini barındırıyor. Nedir bu özellikler? Gizem dolu cinayetler, derinlikli karakter betimlemeleri, toplumsal sorunlar karşısında takınılan gerçekçi duruş ve kasvetli, soğuk mekanlar…Arnaldur Indrıdason’un yeni romanı Hipotermi’ye gelene kadar yayımlanan Sesler, Sular Çekildiğinde ve Kutup Soğuğu romanları, kahraman-okur beraberliğimizin uzun soluklu olacağını kanıtlıyor.Indrıdason’un Dedektif Erlendur’u sadık polisiye okurlarının yakından tanıdığı Kuzeyli meslektaşları gibi “cool” ama son derece kibar ve çoğu polisiye roman kahramanına benzer şekilde özel hayatı problemlerle dolu bir dedektif.O, bir soruşturma sürecinde sizi sorgulamaya geldiğinde kapı dışarı edebileceğiniz naiflikte olmakla beraber bacadan girerek sorularının yanıtını alıncaya kadar peşinizi bırakmayacak inatçılıkta bir adam.ÖLÜMDEN SONRA YAŞAMHikâyeye bakarsak...Yazar, Hipotermi romanında macerayı gizemli ve büyük sorulardan birini takıntı haline getirmiş bir kadın üzerine kurmuş: "Ölümden sonra yaşam var mıdır ve eğer varsa ölen biri ölüm sonrası gidilen bu yer her neresiyse oradan bize bir şey söyleyebilir mi veya bir işaret gönderebilir mi? ".Bir bankada çalışan ama yönetimden kaynaklanan sorunlar nedeniyle tımarhaneye dönmüş iş yerinde çok bunalan Karen, çocukluk arkadaşı Maria’nın daveti üzerine hafta sonunu dinlenerek geçirmek için arkadaşının, Thingvellir Ulusal Parkı'nda bulunan Sandkluftavatn Gölü kıyısındaki yazlık evine gelir. Ancak gelir gelmez evde kötü bir sürprizle karşılaşır: Maria’nın cesedini tavana asılmış halde karşısında durmaktadır.Dedektif Erlendur ne evde ne de kadının vücudunda herhangi bir mücadele izine rastlar. Erlendur soruşturmasını ilerletirken Maria’nın önce bir deniz kazasında babasını, bu kayıptan iki yıl gibi kısa bir süre sonra kanser hastalığı nedeniyle annesini kaybettiğini ve bu kayıpların onda korkunç bir travmaya neden olduğunu öğrenir.Öğrendiklerinden vardığı olası bir sonuç, genç kadının çok güçlü bir bağlılıkla sevdiği annesinin kaybının yol açtığı ağır depresyonun üstesinden gelemediği için intihar etmiş olabileceğidir.Sonrasındaki günlerden birinde Karen, Maria’nın kendi isteği ve kararıyla intihar ettiğine dair kuşkuları olduğunu söylemek ve bu kuşkularının temeli olan, arkadaşına ait bir ses kaydını vermek için dedektifi ziyaret eder.Söz konusu kayıt, Maria’nın bir medyumla beraber annesinin ruhunu çağırmak amacıyla gerçekleştirdiği bir seansın kaydıdır. Karen, Maria’nın her zaman ölümden sonra bir yaşam olup olmadığını merak ettiğini, bu konuyu yoğun bir biçimde araştırdığını ancak annesinin ölümüyle beraber takıntı haline getirdiğini de açıklar.Üstelik bu araştırmalar teoride kalmamış, Joel Schumacher'in bilinen filmi Çizgi Ötesi’nde filminde gerçekleştirilen deneylere benzer bir deney gerçekleştirmeye kadar varmıştır./Archive/2020/11/11/005947924-kapakic2.jpgDENEY!Romana adını veren "Hipotermi deneyi" kapsamında bir grup tıp fakültesi öğrencisi bir arkadaşlarının vücut ısısını belli bir seviyenin altına düşürerek kalbini durdurmuşlar ve onu klinik olarak öldürmüşlerdir. Bu esnada soğuk tüm organları korumuştur. Ekip daha sonra defibrilatör yardımıyla kalbin tekrar çalışmasını ve "ölen arkadaşlarının dirilmesini" sağlamıştır.Maria'nın yaşarken, ölümden sonra bir hayat varsa ve annesi de bu yaşamı sürdürmek üzere belli bir yere gitmişse kendisine mutlaka bir mesaj göndereceğine ve annesinden beklediği o işaretin de kütüphanesinde bulunan Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde" kitabı aracılığıyla kendisine ulaşacağına inandığı bilinen bir durumdur.Erlendur kaydı dinlediğinde tuhaf ve güçlü bir dürtünün kendisini ele geçirdiğini hisseder ve Maria hakkında daha fazla bilgi edinmeye, ailesini ve arkadaşlarını daha yakından tanımaya, yaşamının neden o yazlık evde, bir ilmikte son bulduğunu araştırmaya koyulur.Araştırmalarını derinleştirip Maria’nın hayatını didikledikçe gerçeğin göründüğü gibi olmadığını anlar. İntiharla ilgili bir teorisi vardır fakat elinde çok az ipucu olduğu için kuramını açıklamakla zayıf temellere dayalı bir suçlama yapmaya kalkışmanın çelişkisi ve sıkıntısı içinde gerçeği ortaya çıkarmaya yönelir.Hipotermi romanı yazarın diğer romanları gibi tek bir cinayet üzerine kurulmuş olay örgüsüyle yavaş tempoda ilerleyen, kuzeyli yapıtların pek çoğunda görmeye alışık olduğumuz şiddet dolu sahneler barındırmayan ama sürükleyicilik ve gizem çizgisinden asla ödün vermeyen tipik bir Arnaldur Indrıdason romanı.Hipotermi / Arnaldur Indridason / Çeviren: Gamze Bulut / Doğan Kitap / 309 s. Çağatay Yaşmut

Bir Levanten Semti Galata - Pera

Bir Levanten Semti Galata - Pera /Archive/2020/11/11/005637926-ic1.jpgGalata ve Pera, araştırmacılar tarafından gözde konular olarak sıklıkla ele alınmış olsa da bölgenin tarihinde önemli yer tutan ve ekonomik, siyasal, kültürel katkıları bugün de devam eden Levantenlerin yerleşimine dair yapılan çalışmaların sayısı azdır.Levantenlerin tarihi, 10’uncu yüzyılda İtalyan kolonilerin deniz ticareti yapmak amacıyla Haliç'in sağ yakasına göç etmeleriyle başlar. Levantenler, Latin cemaatinin yükselme dönemi olan 19. yüzyılda Osmanlı topraklarına yerleşerek kendilerine tanınan ticari serbestlik ve inanç özgürlüğü sayesinde hayatlarını rahatlıkla sürdürürler.Rinaldo Marmara’nın, Osmanlı Başkentinde Bir Levanten Semti Galata – Pera adlı kitabının ana konusu da; Galata ve Pera'nın sokakları, kiliseleri ve 19. yüzyılda Osmanlı topraklarına yerleşerek ticari serbestlik ve inanç özgürlüğü sayesinde hayatlarını sürdüren Levantenlerin dilleri, dini yaşamları ile ticari faaliyetleri./Archive/2020/11/11/005651457-kapakic2.jpgRinaldo Marmara, kitabında Levantenlerin tarihini farklı bir bakış açısıyla ve Vatikan Gizli Arşivi, Propaganda Fide Tarihi Arşivi gibi daha önce ulaşılmamış kaynaklara, Latin kiliselerinin arşivlerine dayanarak ele alıyor.Levantenlerin tarihine ışık tutarken Osmanlı hoşgörüsünün bir kanıtı niteliği de taşıyan incelemede; Latin kilise arşivlerinden derlenen eğitim, sağlık ve gündelik yaşam konularında Levantenlere dair kesitler sunan 20. yüzyılın başlarında çekilmiş fotoğraflar ile Rinaldo Marmara'nın dedesi Policarpo Giudici'nin koleksiyonundan bazı kartpostallara da yer veriliyor.Osmanlı Başkentinde Bir Levanten Semti Galata – Pera / Rinaldo Marmara / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 296 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Hoffman'ın tekinsiz diyarları...

Hoffman'ın tekinsiz diyarları... /Archive/2020/11/11/003241377-ic1.jpg“Eğer sen, sevgili okur, arada sırada birçok olaya içinden gelerek gülümsediysen ne mutlu; demek ki sen bu sayfaların yazarının arzu ettiği ruh hali içindeydin ve böylece birçok bakımdan onu mazur görebilirsin!”E.T.A. Hoffman’ın Can Yayınları’nca okurlarla buluşturan ve Alman edebiyatının klasikleri arasında yerini almış üç kitabı (Küçük Zaches Namıdiğer Zinnober, Kedi Murr’un Hayat Görüşleri, Şeytanın İksirleri), okurları  ezber bozan bir masal diyarında sürprizli bir gezintiye çıkarıyor./Archive/2020/11/11/003256315-ic2.jpgKÜÇÜK ZACHES NAMIDİĞER ZINNOBERHoffman’ın ilk olarak 1819’da yayımlanan masalı Küçük Zaches Namıdiğer Zinnober, Aydınlanma’nın “ithal” edildiği ve hemen ardından şiirin yasaklanıp perilerin sınır dışı edildiği, masalların hor görüldüğü bir diyarı anlatıyor.Ülkede kalabilen tek peri Rosabelverde günlerden bir gün ormanda sırtında küçük oğlunu taşıyan bir köylü kadınla karşılaşır. Köylü kadının oğlu Zaches, sevimsiz, kötü huylu, çirkin ve annesinin bile tahammül edemediği bir hilkat garibesidir.Peri, merhamet duyduğu oğlana bir tılsım bahşeder: Bundan böyle, bu tuhaf yaratık kendisine bakan insanlar tarafından dünya güzeli ve akıllı bir insan olarak görülecektir. Küçük Zaches, büyüyüp muhteşem Zinnober olarak başarı merdivenlerini birer birer tırmanır, olaylar gelişir...Küçük Zaches Namıdiğer Zinnober, yazarın gerçeklik ile masalsılığın usta bir dengeyle harmanladığı, Aydınlanmacı akla yönelik kimi zaman körlüğe varan tutkunun satirik bir üslupla eleştirdiği bir klasik./Archive/2020/11/11/003310486-ic3.jpgKEDİLER ÜZERİNDEN TOPLUM ELEŞTİRİSİHoffman’ın Kedi Murr’un Hayat Görüşleri ise kediler tarihine bürünerek yine edebiyat ve toplum eleştirisini de ihmal etmediği bir yapıtı.Kitapta olaylar şöyle gelişiyor: Besteci Johannes Kreisler’in anılarını kaleme aldığı elyazmalarını, Murr adında bir ev kedisi ele geçirir. Murr, edebî hırsları olan bir kedidir ve parlak fikirleri vardır. Sözgelimi bestecinin elyazmalarını, kendi hayat hikâyesini kâğıda dökmek üzere müsvedde olarak kullanmak, bunlardan biridir. Kedi Murr’un ve orkestra şefi Kreisler’in biyografileri işte böyle iç içe geçer, birbirine karışır.Kedi Murr’un Hayat Görüşleri, Alman Romantik edebiyatında önemli bir yeri olan Hoffmann’ın başyapıtı olarak kabul ediliyor./Archive/2020/11/11/003332064-ic4.jpgTEKİNSİZE BİR GİRİŞYazarın Şeytanın İksirleri’ne gelince... Alman edebiyatının en ünlü korku klasikleri arasında sayılan yapıt; bir keşiş, acımasızca işlenen cinayetler ve lanetli aile bağlarından hareket ediyor.E. T. A. Hoffman, ilk romanı olan Şeytanın İksirleri’nde, bilinçaltının tehlikeli arzularından kaynaklanan dehşeti, XIX. yüzyıl edebiyat geleneğinin kötücül ikiz motifiyle harmanlıyor. Ve karanlık güçler tarafından suç batağına sürüklenen Keşiş Medardus’un kurmaca yaşamöyküsünü anlatıyor.Keşiş Medardus’un ölümcül günahlarıyla dolaştığı manastırlar, işkence ve ölümün kol gezdiği zindanlar, insan ruhunun karanlık dehlizlerini temsil ederken okuru tutku, ölüm, haz, delilik ve lanetin girdabına sokan Şeytanın İksirleri; insanı kendi gölgesiyle karanlık yüzlü kendi ötekisiyle yüzleştiren, kesintisiz her an delilikle baş başa bırakan bir yapıt, tekinsize bir giriş.ERNST THEODOR AMADEUS HOFFMANN: 1776’da Königsberg’ de (bugünkü Kaliningrad) doğdu. Asıl adı Ernst Theodor Wilhelm Hoffmann’dır. Hukuk öğrenimi gördükten sonra 1800’de devlet memurluğuna atandı ve Prusya’nın işgali altında bulunan Polonya’da çalışmaya başladı. 1806’da Prusya’nın Napoléon güçleri tarafından yenilgiye uğratılmasına kadar bu görevinde kaldı.Hoffmann, 1814’e kadar müzik eleştirmenliği ve tiyatrolarda müzik yönetmenliği yaptı. 1811’de Arlequin adlı bir bale besteledi. Alman Romantizminin ilk yazarlarından olan dostu Friedrich de la Motte Fouqué’nin Undine adlı masalını operalaştırması da bu döneme rastlar.Hoffmann, 1814’ten itibaren edebiyata yöneldi. 1814-1815 tarihli Phantasiestücke in Callots Manier adlı öykü kitabı, yazar olarak ün kazanmasını sağladı. 1816’da yeniden devlet hizmetine girerek Berlin Temyiz Mahkemesi’nde yargıçlık yapmaya başladı. Şeytanın İksirleri (1815-1816) ve Kedi Murr’un Hayat Görüşleri (1820-1822) adlı romanları, Gece Tabloları (1816-1818) ve Die Serapionsbrüder (1819-1821) adlı öykü derlemeleri büyük ilgi gördü.Hoffmann’ın peri masallarından doğaüstü felaket öykülerine kadar eşsiz hayal gücünü sergilediği eserleri, Çaykovski’nin bale süiti Fındıkkıran da dahil olmak üzere pek çok opera bestesine esin kaynağı oldu.Eserleriyle Honoré de Balzac, George Sand ve Théophile Gautier gibi isimlerin saygısını kazandı; Victor Hugo, Charles Baudelaire, Guy de Maupassant, Aleksandr Puşkin, Fyodor Dostoyevski ve Edgar Allan Poe’yu etkiledi.E.T.A. Hoffmann, 1822’de Berlin’de öldü.Küçük Zaches Namıdiğer Zinnober / E. T. A. Hoffman / Çevirenler: Bilge Uğurlar, Türkis Noyan / Can Yayınları / 144 s.Kedi Murr’un Hayat Görüşleri / E. T. A. Hoffman / Çevirenler: Bilge Uğurlar, Türkis Noyan / Can Yayınları / 512 s.Şeytanın İksirleri / E. T. A. Hoffman / Çeviren: Zehra Kurttekin / Can Yayınları / 368 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Harper Lee'den devrini aşan yapıt!

Harper Lee'den devrini aşan yapıt! /Archive/2020/11/11/002431414-1-.jpg“Destenin en tepesindeki kart beyaz adama, en dibindeki kartsa siyah adama...”Harper Lee’nin ilk romanı Bülbülü Öldürmek, 1960’da ilk kez yayımlandığında ülkesi ABD’de büyük bir ses getirmiş, ardından Pulitzer Ödülü’nü almış, ünü tüm dünyaya yayılmıştı. O günden sonra Dünya tam altmış kez kendi etrafında döndü ve geldiğimiz noktada aslında çok az şey değişti. 2020 yalnızca tüm dünyayı etkisi altına alan, yaşamı durduran, düzeni alt üst eden bir salgın hastalık nedeniyle değil, aynı zamanda “Black Lives Matter” hareketiyle, ABD’de Afro-Amerikan kökenli halka karşı uygulanan sistematik şiddet ve ırkçılıkla da anılacak.Aradan yarım asırdan fazla geçmesine rağmen adalet kavramının içi bir türlü doldurulamıyor, tek yapabildiği patlak bir teker gibi oradan oraya savrulmak. Bu sebeple, Lee’yi elli yıl sonra yeniden okurlarıyla buluşturan ikinci kitabı Tespih Ağacının Gölgesinde onun ne kadar büyük bir toplum gözlemcisi olduğunu kanıtlar nitelikte./Archive/2020/11/11/002506179-2-.jpgBÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEKŞimdi zamanı geri saralım ve Lee’ye tek kitabıyla müthiş bir şöhret kazandıran, filmi çekilen ve hatta filmin başrolünü Oscar ile buluşturan Bülbülü Öldürmek kitabına bakalım. Yer: Maycomb, Alabama. Amerika’nın güneyindeki bir taşra kasabası. Konumuz, bir türlü kurtulamadığımız şu ırkçılık ve eşitsizlik. Kahramanımız böylesine ağır bir meselenin içinde olması beklenmeyecek biri, bir çocuk: Scout Finch.Kasabadaki siyahilerden biri haksız yere suçlanır ve Scout’ın babası avukat Atticus Finch, herkesi karşısına alarak onu savunur. Scout bir yandan büyürken bir yandan da zihnindeki eşitlik, özgürlük, adalet, ırkçılık, ayrımcılık, ön yargı, sınıf çatışması kavramları da bu olay çerçevesinde ve Atticus ölçeğinde gelişir.Lee tüm bunları bizlere bir çocuğundan gözünden öyle bir doğallıkla anlatır ki, sayfalar ilerledikçe Scout ile birlikte biz de büyürüz, biz de aynı saflık ve hayranlıkla babamızı izleriz adeta. Ön yargılardan kurtulmayı, ırkçılığa karşı savaşmayı öğreniriz. Dışlanırız, hedef gösteriliriz, toplumun içinde yapayalnız kalırız./Archive/2020/11/11/002456195-3-.jpgDerken Harper Lee’nin kendi devrini aşan yapıtının üzerinden yarım asır kadar geçmişken hikâyenin devamı çıkagelir: Tespih Ağacının Gölgesinde, ilk kez yayımlandığı 2015’te, dünya edebiyat sahnesini yerinden oynatır ve son yılların en büyük edebiyat olayı olarak anılmaya başlar. Bunda sadece Lee’in yıllar sonra yeni bir kitabının çıkması etken değil elbette. Kitap bu kez bambaşka bir Maycomb manzarası taşıyordur ve işte bu, birçok şeyi sarsmaya yeter.Yazar bu kez tam yirmi yıl sonrasına gidiyor, kahramanımız yine aynı kişi, ancak bu kez bir çocuk değil, o artık hayatının Scout aşamasını tamamlamış yirmi altı yaşında bir genç kadın: Jean Louis Finch.Jean Louis, çok uzun yıllar önce New York’a taşınmıştır ve ailesini ziyaret etmek üzere Maycomb, Alabama’ya dönecektir. Geri dönüşü bir nostalji turundan çok tam anlamıyla bir düş kırıklığına dönüşür, kasaba kesinlikle geride bıraktığı gibi değildir. Vaktiyle ezbere bildiğini düşündüğü insanları tanıyamaz hâldedir, benliğini üzerine inşa ettiği tüm değerler alt üst olur.IRKÇI VE DÖNEK BABA!Babası Atticus artık epey yaşlıdır. Tek başına yaşayamadığı için halası ona eşlik eder. Jean Louis’in bir türlü yaranamadığı, aralarındaki gerilimin asla dinmek bilmediği, içinde yaşadıkları toplumun tam anlamıyla bir yansıması olan halası Alexandra’yla didişmeye devam eder. Ancak onu asıl şaşırtan elbette halası değildir, o zaten en başından beri ön yargılı ve de ırkçı bir tutum sergilemiştir. Jean Louis’i yerle bir eden asıl mesele, Atticus Finch’in akıl almaz dönüşümüdür.O masum siyahiye karşı açılan davayı almasaydı çocuklarının gözüne nasıl bakacağını sorgulayan, adeta insan üstü bir varlık gibi adalet dağıtan, güçlü, kuvvetli ve de mağrur adam gitmiş, yerine toplumun olanca basitliğine, cehaletine, eşitsizliğine ayak uyduran bir ihtiyar gelmiştir. Karşısındaki hiç tanımadığı bu baba, ırkçıdır, savunduğu davaya sırt çevirmiştir.Jean Louise kendisini aldatılmış hisseder, yıllar önce geride bıraktığı bu kasaba, çocukluğuyla birlikte yok olup gitmiştir sanki. Karakterini şekillendiren tüm değerler domino taşları gibi tek tek düşerken genç kadın anılarına tutunmaya çalışır./Archive/2020/11/11/002547413-5-.jpgADALET İLE ‘ADALET’ ARASINDAKİ FARKTozlu raflardan anıları çeker, artık hayatta olmayan abisi Jem’i, çocukluk arkadaşları Dill’i ve şimdi onunla evlenmek için yanıp tutuşan, babasının Jem’in yerine koyduğu Henry’yi. Jean Louise iki çapraz ateşin içinde paramparça olur. Kasabada geçen çocukluğu ve kentte serpilen yetişkinliğinde tanımakta güçlük çektiği babasıyla mücadele halindedir.“Bana neden adaletle adalet arasındaki, doğruyla doğru arasındaki farkı öğretmedin? Neden yapmadın bunu?.. Neden gözümü açmadın, bana tarih ya da senin için bir anlam taşıdığına inandığım şeyleri okurken dikkatli davranmadın ve her şeyin etrafında Sadece Beyazlara yazılı bir çit bulunduğunu söylemedin?”Bu gerçek, adaletle adalet arasında fark olduğu, adaletin de birilerinin kuralına göre yazıldığı gerçeği Jean Louise’in karşısına acımasız bir hayalet gibi dikilir. Bu, Bülbülü Öldürmek’te kalmış Atticus’un hayaletidir.Harper Lee, öyle muhteşem bir yazar ve öyle titiz bir gözlemci ki, kendi kurduğu dünyayı, yarattığı algıyı tümden yıkıyor. Tek seferde, elinin tersiyle. Anlattıklarının hepsi öyle gerçek, öyle insana özgü ki, tek bir satırı bile abartılı ya da olanaksız bulamıyorsunuz. Bunca değişim ve dönüşümün ne denli mümkün olabileceği, toplumların ve insanların hayli değişken halleri, acımasızlıkları tam da oldukları gibi, herhangi bir ekleme ya da çıkarma yapılmadan, belki de her satırın arasında tekrar tekrar aktarılıyor.Tespih Ağacının Gölgesinde / Harper Lee / Çeviren: Püren Özgören / Epsilon Yayınevi / 256 s. / Eylül 2020. Olcay Mağden Ünal

YARIN günlerden Cumhuriyet Kitap!

YARIN günlerden Cumhuriyet Kitap! /Archive/2020/11/11/001947604-1604-kitap-kapak-dis.jpg- Cumhuriyet Kitap Dergi'nin YARIN yayımlanacak 1604'üncü sayısının kapağında; doğanın tahrip edilmediği, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği zamanların romanı Sus Barbatus! üçlemesinin ikinci halkasıyla Faruk Duman’la yaptığımız bir söyleşi yer alıyor.Üçlemenin ilk kitabı Sus Barbatus!, çetin kış koşullarında geçen ürkünç olaylarla ilerliyordu. Sus Barbatus! 2’de ise bahar mevsimi bütün görkemiyle gözler önüne seriliyor. Arka plandaki siyasal olaylar iyice belirginleşerek hız kazanıyor. Gamze Akdemir'in söyleşisi...- Bu hafta üçüncü sayfamızda yazarımız Feridun Andaç, ‘Sesinde yalnız’ başlıklı yazısında; “İçinizde Don Quijote’nin hevesi, gönlünüzde Kolomb’un merakı, bilincinizde Spinoza’nın ışığı olmalı. Fısıldamalısınız şu sözünü herkese: ‘…kimse sırf kulaktan dolma bilgiyle bilinç sahibi olamaz.’” diye sesleniyor.- Yazarımız M. Sadık Aslankara, ‘Edebiyat; soyutlayım ve dönüştürüm...’ başlıklı yazısında; yazınsal dilin olmazsa olmazlarını değerlendiriyor.- Gamze Akdemir, usta gazeteci ve yazar Zeynep Oral ile anlatı kitabı Yaz Yüreğim Yaz üzerine konuşuyor.- Bu haftadan itibaren Cumhuriyet ailemize çocuk yazınının iki önemli ismi katılıyor: Yunus Bekir Yurdakul ve Emek Yurdakul. Her hafta sizlerle buluşacak yazarlarımızın ilk yazılarının konusu; Dilge Güney’in Nöbetçi Oyun Arkadaşı isimli kitabı. Ayrıca yetkin kitap tanıtımlarından oluşan Çocuk Güncel köşeleri de sizleri bekliyor. Yazarlarımıza Cumhuriyet ailemize hoş geldiniz diyor ve diğer yazılarını da heyecanla bekliyoruz.- Mesut Örs, yaklaşan Dünya Çocuk Hakları Haftası’nı ve Muzaffer İzgü’nün yapıtlarını değerlendiriyor.- Ülker İnce, Şermin Yaşar’ın, “Dünyanın yüzlerce ülkesinde, o ülkelerin kalabalık ailelerle dolu milyonlarca köşesinde hiç tanımadığımız insanların, milyonlarca farklı biçimde yaşadıklarının öyküleri bunlar. Bir başka deyişle, havasız yaşayan insanların öyküsü.” sözleriyle nitelediği Gelirken Ekmek Al kitabındaki öykülerini merceğe alıyor.- Türkiye, yıllardır ihanet, casusluk ve terör örgütü FETÖ’nün darbe girişimini, devlette ve toplumda nasıl örgütlendiğini konuşuyor. Son dönemde, tarikat ve cemaatlerin yapısı ve faaliyetleri gündemde öne çıkarken; bu süreçte, kendilerine liberal sol diyenlerin, başından bu yana FETÖ’ye verdikleri büyük ve stratejik destek de sorgulanıyor. Barış Doster, Hikmet Çiçek’in FETÖ’nün ‘Solcuları’ isimli, bu sözde solcuları anlatan kitabını inceliyor.- Refet Özkan kaleme aldığı Fakir ve Refet isimli kitabında, iki devrimci öğretmen olarak kendisinin ve arkadaşı Fakir Baykurt’un savaşımlarını, dostluklarını anıları ve belgeleriyle gözler önüne seriyor. Bunu yaparken 1940’lardan günümüze değin eğitimimizdeki ilerlemeleri, gerilemeleri de kayıt altına alıyor. Hasan Akarsu’nun yazısı...- Ben Kazandım - Ekrem Ekşi Kitabı; kendilerini Ekrem Ekşi Kitabı Kolektifi olarak adlandıran ve “gençlik yıllarında mücadeleyi ve hayatı Ekrem’le birebir yaşayan, paylaşan, Ekrem’in yoldaşları, arkadaşları” olarak tanımlayan; İhsan Murat Er, Kamil Tekin Sürek, Mustafa Çolak, Nevzat Onaran, Ramazan Tuncer ve Raşit Özyiğit tarafından kaleme alınan bir belgesel. Kolektif, kitabı “Emeğin dünyasını kurma mücadelesini 12 Eylül’ün işkencehanelerinde de sürdürenlere…” armağan ediyor. Ekrem Ekşi’nin yanı sıra aynı dönemde işkencede öldürülmüş ve yazıları kendilerine gönderilen Hasan Asker Özmen, İlhan Erdost, Mustafa Hayrullahoğlu ve Süleyman Cihan’ın işkence altındaki direnişlerini de kitaba katıyor. Dinçer Mete’nin yazısı...- Büşra Uyar; İvo Andriç’in, 19’uncu yüzyıl Osmanlısı’nın önemli paşalarından Serasker Ömer Paşa’nın ordusuyla birlikte, huzursuzluğa son vermek çıktığı Saraybosna seferini ele alan, Balkanlardaki etnik, dini ve kültürel çeşitliliğin getirdiği tezatlıkların da bir tablosunu oluşturduğu Ömer Paşa isimli yapıtını inceliyor.- Batuhan Sarıcan da, Giacomo Papi’nin halkı yönetmelerine engel olduğunu düşündükleri entelektüelleri kontrol altına almak için dili hedef alan baskıcı bir rejimin fotoğrafını çektiği Radikal Şıkların Sayımı kitabını değerlendiriyor.İyi okumalarEditörden...Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet'le birlikte... Cumhuriyet Kitap Eki

BIST'ten Hakan Atilla'nın istifa ettiğine yönelik iddialara yalanlama

BIST'ten Hakan Atilla'nın istifa ettiğine yönelik iddialara yalanlama Borsa İstanbul, Genel Müdür Hakan Atilla'nın istifasına yönelik haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirtti.Borsa İstanbul Kurumsal İletişim Direktörlüğü'nde yapılan açıklamada "Borsa İstanbul A.Ş. Genel Müdürümüz Sayın Hakan Atilla ile alakalı Twitter üzerinden istifa ettiğine dair yayılmaya çalışılan iddialar gerçeği yansıtmamaktadır" ifadeleri kullanıldı.Sosyal medya mecraları üzerinde Hakan Atilla'nın istifa ettiği iddiaları yer alıyordu. cumhuriyet.com.tr

Meteoroloji'den fırtına uyarısı!

Meteoroloji'den fırtına uyarısı! Meteoroloji Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, Ege Denizi'nin kuzeyinde yarın günün ilk saatlerinden itibaren güneybatıdan 6 ila 8 kuvvetinde (50-75 kilometre/saat) fırtına öngörülüyor.Perşembe günü sabah saatlerinde etkisini kaybedeceği tahmin edilen fırtına nedeniyle yaşanabilecek olumsuzluklara ve ulaşımda aksamalara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekiyor. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter