Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 07.06.2024, 10:22 AM (GMT)

Aşıüretimi hız kazanırken zenginülkeler aşının yüzde 80’ini kaptı

Aşı üretimi hız kazanırken zengin ülkeler aşının yüzde 80’ini kaptı Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serhat Ünal, yüzde 90 başarılı olduğu açıklanan BioNTech şirketi ile Pfizer’in geliştirdiği koronavirüs aşısının Türkiye’deki çalışmalarına ilişkin “1. aşılamalar bitti. 3 hafta bekliyoruz. 2. aşılamaları yapacağız. Şu ana kadar önemli bir yan etki yok” dedi. Öte yandan, aşının dünya genelindeki denemelerinde 43 bin 538 gönüllüden 94’ünün korona hastası olduğu, ara analizde aşının koronavirüse karşı yüzde 90 oranında koruyuculuğu bulunduğu tespit edildi. Aşının tek dozu için ise 19.50 dolar fiyat belirlendiği öğrenildi. Aşının ne kadar süre bağışıklık sağladığını kimsenin bilemeyeceğini söyleyen Ünal, aşının temini konusunun faz çalışmalarından bağımsız bir konu olduğunu, Sağlık Bakanlığı’nın konuyu değerlendireceğini belirtti.SAĞLIKÇILAR ÖNCELİKLİ OLURAşı için ABD Sağlık Bakanlığı’na bağlı Food and Drug Administration’a (FDA) kasım sonunda başvurulacağını belirten Ünal, “Amerika’daki FDA, sadece Amerika için bu aşıyı onaylayacak. Satın alacak ülkelerin sağlık kuruluşları, kendi değerlendirmelerini yapacak. FDA dünyada da bilinen bir kuruluş. Kasım sonu, Aralık ortaları gibi bir sonuç belirlenecek. Aşıyla ilgili tüm dosyalar teslim edilecek, bağımsız bir ekip bunu inceleyecek ve aşının uygulanıp uygulanmayacağına karar verecek” dedi. Ünal, aşılanma konusunda kimin öncelikli olması gerektiğine ilişkin, “Sağlık personeli genellikle en önde olacaktır. Ondan sonra hastalık en çok kime zarar veriyor ona bakılır. Bir salgın durumunda ülke güvenliği gibi duruma da bakılır. Bütün bunları sağlık otoriteleri inceleyecek. Ona göre her ülke bir karar verecek” diye konuştu.FİYAT 39 DOLARAşı için şimdilik belirlenen fiyat 19.50 dolar. İki doz şeklinde verilen aşı için 39 dolar ödenmesi gerekiyor. Aşının grip aşılarında olduğu gibi her yıl uygulanabileceği de belirtiliyor. Aşının -80 derecede saklanma zorunluluğu nedeniyle Asya, Afrika gibi sıcak ülkelerde dağıtım ve saklama konusunda zorluk yaratabileceği uyarısı yapılıyor.KANSERE NİYET KORONAYA KISMETProf. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci’nin kurucusu olduğu BioNTech şirketi, aşının geliştirilmesinden önce, kanser aşıları için özgün yöntemler üzerinde araştırmalar yapmaya başladı. Çift, kanser aşılarının geliştirilmesinde ilk kez “sentetik messenger RNA” tekniğini temel alan yeni bir teknoloji geliştirmeyi başardı. Bu aşı tekniğine göre yapılan koronavirüs aşı çalışmalarında, insan denemeleri nisan ayında başladı. mRNA aşısı klinik çalışmalarına kasım ayı başına kadar 43 bin 538 gönüllü katıldı. Aşının faz 3 çalışmalarında, gönüllü bireylerin bir bölümüne dolu aşı, bir bölümüne boş aşı yapıldı. Gönüllüler, bu iki aşı seçeneğinden hangisini aldıklarından habersiz olarak çalışmaya katıldı. Çalışmanın ara analizinde, 43 bin 538 gönüllü bireyden 94’ünün korona hastası olduğu görüldü. Ara analizde mRNA aşısının koronavirüse karşı yüzde 90 oranında koruyucu olduğu tespit edildi. Aşıya bağlı yan etki ise gözlemlenmedi. Aşı yapılan bireyler 2 yıl süreyle takip edilecekler. Sarp Sağkal

Zenginülkeler aşının yüzde 80’ini kaptı

Zengin ülkeler aşının yüzde 80’ini kaptı Birleşik Krallık merkezli Global Justice Now isimli kampanya ekibinin analizine göre aşının yüzde 80’inden fazlası şimdiden zengin ülkelere satıldı. Analiz, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 14’ünü oluşturan zengin ülkelerin 1 milyardan fazla dozu satın aldığını gösterdi. Avrupa Birliği 300, ABD ise 600 milyon dozluk aşıyı garantiye alırken Birleşik Krallık da 40 milyon dozluk ön sipariş verdi. Aşıyı geliştiren şirket 2021 sonuna kadar 1.3 milyar doz aşı üreteceklerini açıklamıştı. Global Justice Now’ın yöneticisi Nick Dearden, “İlaç sisteminin ne denli eşitsiz olduğuna dair daha net bir örnek göremezsiniz. Bazıları milyarlarca pound kazanırken diğerleri tedaviye gücü yetmediği veya satın alacakları bir ilaç kalmadığı için ölüyor. Bu değişmeli” dedi. cumhuriyet.com.tr

Kars Belediyesi EşbaşkanıAyhan Bilgen cezaevinden sorularımızıcevapladı

Kars Belediyesi Eşbaşkanı Ayhan Bilgen cezaevinden sorularımızı cevapladı Muhalefet içinde bazı isimler partilerinin işleyişine karşı ciddi eleştiriler getiriyor. Bu isimlerden biri Ayhan Bilgen... HDP ile ilgili eleştirilerinin zamanlaması üzerinde çok konuşuldu. Bilgen bu konuda şöyle diyor: “Zamanlama benim tercihim değil. Daha önce de bu tür tartışmaları hem parti kurullarında ilgililere ilettim hem de kamuoyu önünde yapmaya çalıştım. Şüphesiz bunların farklı niyet ve beklentilerle araçsallaştırılması benim irademin dışında ve tutukluluk koşullarından kaynaklı sağlıksız iletişim ortamından kaynaklıdır. Siyaset, netice üzerinden tartışılır. Sonuç olarak ortada bir tıkanma var. Bu düğümü çözmek ve işi akışına bırakan pozisyondan bir an önce çıkmak gerekiyor. HDP, inatçı ve kararlı bir duruş sergiliyor ama bu sorunu çözmeye yetmiyor. Elbette bu durumun tek sorumlusu HDP değil. HDP’den beklentinin yüksek olması yadırganmamalı, aksine fırsata çevirmenin yolları aranmalıdır. HDP üzerinden tüm muhalefeti dizayn etme kozu elde olduğu müddetçe hassas günler hiç bitmeyecektir. Zamanlama hatasını geç kalma olarak beyan ediyorsanız bunu anlar ve üzerime düşen sorumluluğu kabul ederim.” “Kendimi daha doğrudan ve sağlıklı ifade edebileceğim koşullarda tartışmak isterdim” diyen Bilgen’in cezaevinden yaptığı açıklamalar arasında iki bölüm öne çıkıyor. Bunlardan biri “HDP tersine Türkiyelileşme yaşıyor” sözleri... Bu konuyu biraz daha detaylı anlatmasını istiyorum: “Türkiyelileşmeyle ilgili beklenti Kürtler dışında toplumun farklı kesimleriyle de buluşarak siyasi talepleri ortaklaştıracak bir siyaset yapma formülünün geliştirilmesiydi. Bu konuda sembolik düzeyde de olsa alınan mesafe önemli. HDP temsili demokrasiyi değil, radikal demokrasiyi referans alan bir parti olduğu için farklı kesimleri siyasi süreçlere taşıma konusunu sadece temsil sorunu olarak ele alamaz. Dindar siyasetçiler ya da Alevi siyasetçilerin temsil edilmesinden öte muhafazakâr kesimler ya da Alevi toplumunun en az Kürt toplumu kadar aktif özne olarak sürecin parçası olması hedeflenmeli. Siyasette ‘marifet iltifata tabidir’.”TERSİNE TÜRKİYELİLEŞME“Toplumsal sahiplenme genişledikçe Türkiyelileşme konusunda mesafe alınacağını, bu konuda ilerleme oldukça toplumsal katılım için cesaretin büyüyeceğini” ifade eden Bilgen, “Tersine Türkiyelileşme dediğim ‘temsili demokrasinin krizlerini’ kendi bünyesine taşımaktır. Toplumun siyasete katılımının önündeki engelleri, alışkanlıkları HDP’ye de taşıyacak yaklaşımlara kapı aralamak. Bu elbette bilinçli bir tercih değil ama bir virüsün bulaşması gibidir. Genç kuşak muhafazakâr aile çocuklarının psikolojisini nasıl eski sağcı siyasetçi profili tatmin etmiyorsa, Alevi gençler de Aleviler adına siyaset yapılmasının ötesinde bir katılım iradesini yansıtıyorlar. Özetle toplumsal dinamikler adına eski yöntemlerle siyaset yapılması, farklı kimlik ve geçmişe sahip kişilerin vitrinde yan yana gözükmesinin ötesinde bir yatay demokrasi hareketinin inşa edilmesi gerekiyor. Bunu sağlayacak cesur adımlar toplumcu siyaset ahlakıyla atılmazsa, durağanlaşma içe kapanmayı ve ardından da kolay kriminalleşmeyi beraberinde getirir” diyor.KANDİL VE İMRALIBilgen’in eleştirilerinde önce çıkan bir diğer cümle; “Hem müdahaleden şikâyet edip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak, kendi pozisyonunun gereğini yapamamakla ilgili bir handikaptır.” Bilgen’e, “HDP’nin, Kandil ve İmralı için pozisyon belirlediğini mi düşünüyorsunuz” diye sordum. İşte Bilgen’in cevabı: “Çağrı yapan bir siyaset tarzıyla hamle yapan bir siyaset tarzı farklıdır. Dili, muhatabı, araçları, yoğunlaşması farklı olur. Çatışma yaşayan ülkelerde sorunun parçası gibi görülen bir adres olmaktan çıkıp çözümü bezen taraflara rağmen yönetmek daha fazlasını göze almayı gerektirir. Barışı ve demokrasiyi isteyen değil, inşa eden bir sürecin yönetimi başka bir çaba ve iradeyi gerektirir. HDP, aydınların metin imzalayıp çağrı yapmasının ötesinde bir muhatap olma imkânına sahiptir.”DERDİNİ ANLATAMAMA SORUNUBilgen’e göre, Türkiye metropollerinde yaşayan Kürt nüfus, Diyarbakır, Van, Mardin gibi şehirlerde her şart altında HDP’ye oy veren sayının çok üzerinde. Önerisi ise şu: “Siyasi partiler genişleme stratejisi ile değişim ve büyüme yol haritalarını birlikte ele alabilmeli. Elbette her değişim süreci sancılı olur. Ama hiçbir sancı bugünkü acıdan daha büyük değildir. Genişlemenin önündeki engel diğer partilerden farklı olarak HDP’de geleneksel taban değildir. Bu önemli bir imkândır. Annelerin acısını bitirecek adımlardan anaların rahatsız olması düşünülebilir mi? Hâlâ bölünmeyi isteyen bir parti muamelesi görmek bence kendi derdini anlatamama sorunudur. Siyasette algı ile olgunun farklı olması durumunda bunu ‘düzeltmeyi’ başarmak tam da özne olmayı başarmaktır.” İpek Özbey

Özel gündemli toplanan CHP MYK’de, partinin güçlü-zayıf yanları, risk ve fırsatlar tartışıldı

Özel gündemli toplanan CHP MYK’de, partinin güçlü-zayıf yanları, risk ve fırsatlar tartışıldı CHP’de, önümüzdeki döneme ilişkin olarak atacağı siyasi adımları belirlemek üzere yapılan analizle partinin güçlü ve zayıf yönleri tartışıldı. CHP’nin herkesle konuşabilen ittifak kapasitesi, partinin güçlü yönü olarak değerlendirilirken, seçmenle iletişim eksikliği partinin zayıf bir yönü, ittifakı dağıtmaya yönelik hamleler ise partinin önündeki risk olarak ele alındı. CHP’nin 18 Ekim ve 7 Kasım 2020 tarihlerinde düzenlenen özel gündemli Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantılarında partinin analizi yapıldı. SWOT analizi (GZFT analizi) yöntemiyle CHP’nin zayıf-güçlü yanları, önündeki riskler ve fırsatlara ilişkin değerlendirmeler masaya yatırılarak maddeler halinde tartışıldı. Partinin gelecek dönemde yapacağı siyasi söylem ve faaliyetlere yön vermek üzere çalışma başlattı.İTTİFAKIN DAĞILMA RİSKİYapılan analizde CHP’nin herkesle konuşabilen ittifak kapasitesine sahip olması partinin güçlü yanları arasında değerlendirildi. Genel Başkanın; dürüst, sakin, kararlı, farklı fikirlere açık, herkesle konuşabilen ve mantığı hırsının önünde olan birisi olması da güçler yanlar arasında yer aldı. Güçlü yanlar arasında CHP’nin yerel seçim başarısıyla iktidarın değişebilir algısının oluşması, yerel iktidardaki örnek uygulamalar ile etkin, tanınır yerel aktörlerin bulunması güçlü yanı olarak öne çıktı. Analizde; partinin önündeki fırsatlar ise yerel iktidar alanı, 100. yıl motivasyonu, toplumdaki erken seçim ve artan eşitlik talebi olarak sıralandı. Fırsatlar arasında muhtemel Cumhurbaşkanı adayının CHP’den çıkacağı algısı da yer aldı. Kriz yönetiminde ani refleks gösterecek kurumsal kapasite eksikliği, profesyonel siyasi iletişim eksikliği, dil belirleme, öne çıkarılması gereken unsurların anlatılamaması ve sorunları dile getirilen kesimlere doğru iletişim ile erişimde sıkıntılarda zayıf yönler olarak belirlendi. Ayrıca karar organlarının çalışmadığı, çok ürün ve metin üretilmesi de zayıf yanlar olarak işaretlendi. Dış politikada iktidarın milliyetçilik tarifine karşın CHP’nin alternatif bakışının kurulamadığı da kaydedildi. Partinin önündeki riskler arasında; Millet İttifakı’nı dağıtmaya yönelik hamleler, İYİ Parti’nin dağılması ya da ittifaklar arası hareketi ile HDP’nin dağılması ya da iktidarın HDP’yi kriminalize etme siyasetini derinleştirmesi olarak dile getirildi. CHP’den olası siyasi kopmaların da risk oluşturacağı ifade edildi. Mahmut Lıcalı

CHP heyeti farklıkesimlerle görüştü

CHP heyeti farklı kesimlerle görüştü CHP’nin Ekonomi Masası, Doğu Akdeniz mesaisine dün Mersin’den başladı. Öztrak’ın başkanlık yaptığı heyet, odalar, borsalar ve dernek temsilcileriyle bir araya geldi. Burada değerlendirmelerde bulunan Öztrak, Türkiye’de devlet krizi ve ekonomik krizin iç içe geçtiğini belirterek 2017 yılında olağanüstü şartlarda yapılan bir referandumla rejimin değiştiğini anlattı. Öztrak, “Hukukun üstünlüğü kalktı. En çarpıcı örneğini dokunulmazlığı olan bir milletvekilinin yargılanmasında gördük. Yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi’ne ben seni tanımıyorum, dedi. İşte devlet krizi bu” dedi. CHP’nin, krizden çıkış yolunu dört sacayağı üzerine oturttuğunu ifade eden Öztrak bunları hukuk devleti ve demokrasi, üreten ülke, güçlü sosyal devlet ve sürdürülebilirlik olarak özetledi. Abidin Yağmur

Çevreciler Alamos Gold’u UluslararasıCeza Mahkemesi’neşikâyet etti

Çevreciler Alamos Gold’u Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikâyet etti Çevreciler ve bölge sakinleri Türkiye’nin doğa harikası Kaz Dağları’nda büyük tahribata neden olan Alamos Gold şirket yetkilileri hakkında savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar ve saldırı suçları gibi suçlara bakan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulundu. Şirketin madencilik faaliyetiyle kasten iklim krizine neden olduğu belirtilen dilekçede şirketin madencilik faaliyetlerinin koronavirüs salgınına neden olan ekosistem değişikliğine ve kirliliğine yol açtığı anlatıldı. Dilekçede, “Kasten iklim değişikliğine yol açarak gezegende yaşayan 7 milyar insanın toplu yok olmasına neden olacak sürece katkı koyan failler aleyhinde ‘insanlığa karşı suç’ işlemeleri nedeniyle soruşturma ve dava açılmasına, neticeten cezalandırılmalarına karar verilmesini talep ederiz” denildi. Şirket yönetim kurulu üyelerinin faaliyetlerine yer verilen dilekçede “yerel ekosistemleri bozdukları gibi, büyük ekosistem olan gezegenin ekolojik dengesini bozucu faaliyetleriyle insanlık tarihinin karşılaştığı en bulaşıcı ve tehlikeli salgın hastalık olan Covid-19 salgınının oluşmasına ve salgının artmasına katkıda bulunarak insanlığa karşı suç işlemişlerdir” denildi. Dilekçede iklim krizinin ve madencilik faaliyetlerinin koronavirüs mutasyonlarına ve koronavirüs salgınına neden olduğunu gösteren bilimsel çalışmalar olduğu anlatılarak “ticari kazanç sağlamak uğruna madencilik faaliyetlerini sürdürmenin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmayı gerektiren insanlığa karşı suç oluşturduğu” vurgulandı.GELECEĞİ BALTALIYORBilimsel makalelere de yer verilen dilekçede önümüzdeki 20 yılda iklim krizinin, yeni bölgelerde yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olan en önemli sorun olacağına değinildi ve madencilik faaliyetlerinin gelecekteki yeni salgınların önünü açacağı ifade edildi. “Madencilik gibi yıkıcı, yok edici tesisler için ormanların katledilmesi ülkemizin, çocuklarımızın ve insanlığın geleceğini baltalamakla eşdeğerdir” denilen dilekçede özetle şu sözler kaydedildi: “Alamos Gold, ÇED raporunda 45 bin 650 ağaç kesileceği taahhüt edilmesine rağmen 347 bin 815 ağaç keserek ekokırım gerçekleştirmiştir. Her ağacın yılda ortalama 150 kilo karbondioksit yok ettiği bilimsel gerçeğinden yola çıkarak, Alamos Gold, yılda 52 milyon 172 bin 250 kilo fazladan karbondioksit salımına neden olmuş, iklim değişikliğini hızlandırmış ve insanlığa karşı suç işlemiştir.” Hazal Ocak

Fatsa’da Altıntepe MadencilikŞirketiçalışma süresi dolmasına rağmen faaliyetlerine devam ediyor

Fatsa’da Altıntepe Madencilik Şirketi çalışma süresi dolmasına rağmen faaliyetlerine devam ediyor Ordu Fatsa’da siyanürle altın ayrıştırma işletmeciliği yapan Altıntepe Maden şirketinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetleme Genel Müdürlüğü’nden aldığı Geçici Faaliyet Belgesi izni 9 Ekim’de sona erdi. Ordu Çevre Derneği (ORÇEV), şirketin çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) dosyasından elde ettiği belge hakkında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na süre dolmasına rağmen denetleme yapılıp yapılmadığını, yasal yaptırım uygulayıp uygulanmadığını sordu. Dernek Başkanı Ertuğrul Gazi Gönül, “Şu an şirketin hiçbir çalışma yapmaması gerekir. Şirketin çalıştığını biliyoruz. Çalışmasına izin verenler de denetim yapmayanlar da suç işlemeye devam etmekteler. Her zaman dediğimiz gibi, fiili mücadele şart. Yasal yollardan hesap soracağız” dedi. Ekoloji Birliği Eşsözcüsü Coşkun Özbucak da “Şirketler kâğıt üzerindeki yükümlülüklerini bile yerine getirmiyorlar. Keyfiyet devam ediyor. Bunları Kazdağı’ndan Artvin’e kadar her tarafta görüyoruz. Bugün Fatsa’daki siyanürle altın ayrıştırması yapan şirketin keyfiyetine karşı da hukuksal ve fiili mücadeleyi büyütmek zorundayız” diye konuştu. Cemil Ciğerim

Tokat ve Amasya'da sinayürle altın aranmasına izin verildi.Çevre sakinleri karara tepkili

Tokat ve Amasya'da sinayürle altın aranmasına izin verildi. Çevre sakinleri karara tepkili Kelkit Havzası, Boğalı ve Sakarat yaylaları Tokat ve Amasya illerinin, Erbaa ve Taşova ilçelerinin ve çevresindeki onlarca köyün can damarında siyanürle altın arama izninin verilmesine tepkiler çığ gibi büyüyor. Yeşil Erbaa Çevre Platformu’nda bir araya gelen bölge halkı, siyanür ile altın çıkarılmasıyla Kelkit Havzası, Boğalı ve Sakarat yaylalarının ölüm fermanının verildiğine, bölgede çevresel bir felaketin yaşanacağına dikkat çekti. Yeşil Erbaa Çevre Platformu Başkanı ve sözcüsü Dr. Saffet Akkaya, Fındıcak Ahbaz Derneği’nde bilgilendirme toplantısı yaptı. CHP Tokat Milletvekili Kadim Durmaz konuyu TBMM gündemine taşıyarak verdiği soru önergesinde yaşanacak çevre felaketi ile ilgili soruların yanıtlanmasını istedi. Sondajla altın araması yapılan Boğalı ve Sakarat yaylaları tescilli mera alanlarına sahip ve bölgedeki içme suyu kaynaklarının doğuş noktası. Erbaa Ovası ise 21 Temmuz 2017 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla “Büyük Ova” ilan edildi. Mehmet Menekşe

Enerji ve Tabii Kaynaklar BakanıFatih Dönmez,Çernobil faciasıyla uçak kazasınıbir tuttu

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Çernobil faciasıyla uçak kazasını bir tuttu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda milletvekillerinin sorularını yanıtlarken, nükleer santralları savundu. Paris’in 50 kilometre yanında üzüm bağları olduğunu belirten Dönmez, “Bir sıkıntı yok. Bugün Fransa elektriğinin yüzde 70’ini oradan üretiyor” dedi. Bunun üzerine HDP’li Garo Paylan, “Çernobil” anımsatması yaptı. Dönmez, “Tarihte geçmiş bir iki kazadan dolayı bunu yapacaksak uçağa binmemeniz lazım Garo Bey” yanıtını verdi. Paylan’ın “Yapmayın...” demesi üzerine Dönmez, şöyle devam etti: “Yani Çernobil var ama dünyada 2 veya 3 tane böyle ciddi kaza var ama eskilerin deyimiyle hani ‘demirden korkan trene binmez’. Burada ilgili kurallara uyduktan sonra... Tabii ki kaza, bela olsun istemiyoruz. Çernobil zaten birinci nesil santral, şu anda üzerinde çalıştığımız santrallar 3, 4 ‘plus’. 3 ‘plus’ santrallardan bahsediyoruz...”‘İNSANLIĞI ETKİLER’Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, uçak kazası ile Çernobil faciasının bir tutulamayacağını vurguladı. Türkyılmaz, şöyle devam etti: “Bir nükleer santral kazası tüm insanlığı etkiler. Çernobil’de nükleer emisyon içeren bulutlar Türkiye dahil birçok ülkede çok sayıda insanın kanser olmasına neden oldu. Nükleer santral kazası bir tüpgaz kazası, tren kazası, uçak kazası değildir. Bütün toplumları, milyonlarca insanı etkileyecek bir risk” dedi. ‘RİSKİ KÜÇÜMSÜYOR’Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Dursun Kahraman da dünyada açıklanmış ilk nükleer kazanın 1979’da Three Miles Island’da gerçekleştiğini, ikinci kazanın Çernobil, üçüncüsünün ise 2011’de Fukuşima olduğunu söyledi. Uzmanların bu üç kazanın da “öngörülebilir olmadığı” konusunda anlaştıklarına işaret eden Kahraman, “Bakan yaşanmış deneyimler ve uzmanların uyarılarına rağmen riski küçümsemektedir. Bu büyük riskin sonuçları ise bir hayli uzun süreli ve ağırdır.” 1986’daki Çernobil faciası yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne neden oldu. Facianın etkileri nedeniyle yüz binlerce çocuk engelli olarak dünyaya geldi. Mustafa Çakır

Erdoğan Ergenekon davasına ilişkin,‘Davanın savcısıyım demedim’demişti

Erdoğan Ergenekon davasına ilişkin, ‘Davanın savcısıyım demedim’ demişti İzmir’in Aliağa ilçesinde, Şakran Ceza İnfaz Kurumları kampusunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan Ali Yaşar hakkında, 2018 yılında sosyal medya hesabı Twitter üzerinden yaptığı, “Bunun hesabını o dönem o alçak kumpasların savcısıyım, hâkimiyim diyenler verecek. FETÖ ile kol kola girip ülkeyi soyup soğana çevirenler, ülkedeki liyakat ve ehliyet sistemini çökertenler verecek” paylaşımı nedeniyle ‘cumhurbaşkanına hakaret’ten hakkında adli ve idari soruşturma açıldı. Adli soruşturmada, savcı “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’ verirken, Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu tarafından yürütülen idari soruşturmada “cumhurbaşkanına hakaret” suçunun işlendiği sabit görülerek “devlet memurluğundan çıkarma” cezası ile cezalandırılması gerektiğine karar verildi. Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun gerekçeli kararında, Yaşar’ın sosyal medya üzerinden paylaşımlarının hepsinin ayrı ayrı değerlendirildiği belirtilerek şöyle denildi: “İnfaz ve koruma memuru Ali Yaşar’ın bir paylaşımı hariç yapmış olduğu tüm paylaşımların düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğu, ağır eleştiri sınırlarını aşmadığı şeklinde değerlendirilmiştir. Ancak; ‘Ergenekon kumpası çöktü...’ şeklindeki paylaşıma Ali Yaşar’ın ‘Bunun hesabını o dönem o alçak kumpasların savcısıyım, hâkimiyim diyenler verecek. FETÖ ile kol kola girip ülkeyi soyup soğana çevirenler, ülkedeki liyakat ve ehliyet sistemini çökertenler verecek’ şeklindeki paylaşımı ile Cumhurbaşkanı’nın muhatap alındığı, somut fiilde matufiyet koşulunun da oluştuğu tartışmasızdır. Anılan paylaşımla FETÖ silahlı terör örgütü ile bağlantı kurulup Cumhurbaşkanı’nın haksız menfaat temin eden, deyim yerindeyse hırsızlık yapan kişi olarak somut madde isnadı suretiyle yaftalanması başlı başına eleştiri sınırlarının aşıldığını ortaya koymuştur. Yaşar, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçunu işlediğine dair hakkında bir dava açılmadığını, buna rağmen idari soruşturmayla meslekten ihraç edildiğini belirterek şunları söyledi: “Yazılı savunmamda, paylaşımımla Cumhurbaşkanı’nı değil, FETÖ’cü hâkim ve savcılardan bahsettiğimi söyledim. Paylaşımlarımda Cumhurbaşkanı’nın şahsına yönelik bir ifadem de bulunmamaktadır. Buna rağmen beni, sözlü savunma bile almadan ‘cumhurbaşkanına hakaret suçu işledin’ diyerek ihraç ettiler. Cumhurbaşkanı’nın kendisi bile ‘Ben bu davanın savcısıyım’ sözünü söylemediğini belirtirken, Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun bu cezayı vermesi o sözü Cumhurbaşkanı’nın söylediğini onayladığı anlamına geliyor.”CUMHURBAŞKANI’NA HAKARETTEN GÖZALTIEski Sağlık Bakanı ve Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret suçundan Esenboğa Havalimanı’nda gözaltına alındı. Doğru Parti Genel Başkanı, eski bakan Serdaroğlu hakkında “cumhurbaşkanına hakaret” iddiası ile soruşturma açıldı. Çeşme 1. Asliye Ceza Mahkemesi de Serdaroğlu’nun ifadesinin alınması için mevcutlu olarak en yakın savcılığa sevk edilmesi kararı aldı. İzmir’deki programını tamamlayarak dün saat 12.00’de uçakla Ankara’ya dönen Serdaroğlu, Esenboğa Havalimanı’nda uçak körüğünden çıktıktan sonra polis tarafından karşılandı. Bir polis memuru konuyu bildirdi ve “Üzerini arayacağız, seni savcılığa götüreceğiz” dedi. Bunun üzerine Serdaroğlu, “Ben bu ülkede bakanlık yaptım, parti siyasi parti genel başkanıyım. Üzerimi arayamazsınız. Bana da sen diye hitap edemezsin, benim senin yaşında oğlum var” dedi. Esenboğa Koruma Müdürlüğü’nden gelen rütbeli personel duruma el koydu. Serdaroğlu’nun üzeri aranmadı ve Çeşme Asliye Ceza Mahkemesi kararı uyarınca Çubuk Cumhuriyet Savcılığında ifadesinin ardından serbest kaldı.İKTİDARI ELEŞTİRDİ TUTUKLANDISokak röportajı sırasında ekonominin gidişatını ve iktidarı eleştiren İsmail Demirbaş hakkında önce ev hapsi kararı verildi, sonra da tutuklanarak cezaevine gönderildi. Antalya’da sokak röportajı sırasında yaptığı konuşmada iktidarı eleştiren 49 yaşındaki İsmail Demirbaş’ın evi 24 Ekim’de basıldı. Gözaltına alınan İsmail Demirbaş, adli kontrol şartıyla bırakıldıktan sonra yaptığı açıklamada “Ülkemin geldiği duruma üzülüyorum. Ben bildiklerimi söylemeye devam edeceğim” dedi. Gazete Duvar’ın haberine göre, Demirbaş ikinci kez konuştuğu bir sokak röportajında yine iktidarı eleştirince bir kez daha gözaltına alındı. Demirbaş hakkında bu kez ev hapsi kararı verildi. Demirbaş ev hapsi kararına itiraz etmek için bir gün sonra adliyeye gitti. Burada dilekçe veren Demirbaş hakkında tutuklama kararı verildi. Demirbaş için CMK’den atanan avukat, Demirbaş’ın “Cumhurbaşkanına hakaretten” tutuklandığını söyledi. Demirbaş Antalya E Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Babasının düşünceleri nedeniyle tutuklanmasına tepki gösteren Melih Demirbaş, “Babam kötü bir şey yapmadı. Düşüncelerini ifade ettiği için birçok şey yaşadı. Kendisi suç işlemedi. Maalesef yaşadığımız bu ülkede insanlar kendi düşüncelerini ifade ettikleri için tutuklanıyorlar. Bir an önce babamın serbest bırakılmasını istiyorum” dedi. Ece Piroğlu

1973, 27 Mayıs kazanımlarınıgeri püskürtmede her yol geçerli, haksız-hukuksuz davalar yılı

1973, 27 Mayıs kazanımlarını geri püskürtmede her yol geçerli, haksız-hukuksuz davalar yılı Gazetemizde öne çıkmış davalardan örneklerle estirilen yıldırma, sindirme, dehşet ortamına dair ancak fikir verebiliriz. Trajikomik, kitlelere bu kadar ağır bedeller ödetilerek yaratılan havanın sonrasında, 1973 yılı sonrası delil yetersizliği üzerinden bu davaların düşürülmek zorunda kalınması. Olan olmuş yaşamın her alanına dönük 27 Mayıs Anayasası, yasaları ile gelmiş toplumsal kazanımlardan önemli geri dönüşler sağlanmıştır.Kültür Sarayı’nı yakmak, Marmara yolcu gemisi ile Eminönü araba vapurunu batırmak suçlarından açılan Sabotaj davası sanıklarına dönük en ağır işkencelerle alınmış ifadeler sonrası 17 kişinin idamı, diğer sanıklar için ağır hapis isteminden sonra sahte senaryoya dayalı olduğu gerçeği ortaya çıktı. Yılın sonunda savcı tüm sanıkların beraatını istemek durumunda kaldı./Archive/2020/11/13/034042575-sukran1.png6 MART’TA İDAMLAR İSTENDİKültür Sarayı’nı yakmak, Marmara yolcu gemisi ile Eminönü araba vapurunu batırmakla suçlanan 22 kişinin yargılandığı dava 5 Mart günü başladı. İstanbul 2 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde açılan davada, savcı 17 kişi için idam, 5 kişi için de 5-15 yıl arasında ağır hapis istemişti. 89 sayfalık iddianamede kundaklama ve sabotajlar için gerekli 400 bin lirayı Osman Koper ve Ergun Saraç’ın MBK üyesi İrfan Solmazer’den aldıkları ileri sürüldü. İddianamede, sabotaj eylemleriyle devlet hazinesine 163 milyon 307 bin lira zarar verildiği, gizli bir örgütten 1 milyon 165 bin lira aldıkları belirtildi. Yöneticileri suçlanan sendikanın da kapatılması istendi. Dava sürecinde sorguları yapılan sanıklar, ilk sorgularında alınmış ifadelerin baskı altında verildiğini belirterek suçlamaları peş peşe reddetmişlerdir. Arkadaşlarını suçlayan tanıklar ise tüm sıkıyönetim komutanlıklarının ellerinde olduğu tehdidi ile, baskı altında söz konusu ifadeleri vermeye zorlandıklarını söylemişlerdir. Kontrgerilla’da işkence gördükleri yolunda ifade veren sanıklar ise ifadelerinden sonra salondan çıkarılmışlardır. Olayın üzerine söz alan başka sanık, çoraplarını çıkararak hâlâ sökülmüş tırnaklarının gelmediğini göstermiş, o da mahkeme başkanı tarafında salondan çıkarılmıştır.14 KASIM’DA SAVCI TÜM SANIKLARIN TAHLİYESİNİ İSTEDİTüm sanıkların ifadelerinin alınması, tanıkların dinlenmesi oturumlarından sonra, 14 Kasım 1973 günü yapılan duruşmada savcı tüm sanıkların beraatını, tahliyelerini istemiştir. Çok sayıda askeri hâkim ve savcının da izlediği duruşmada, sanıkların bir kısmının aldıkları ifadesini verdikleri külliyetli miktardaki paranın da bulunamadığının altını çizmiştir. Duruşma bir kısmı için hemen verilen tahliyenin yanında diğer sanık ve avukatlarının savunmaları için 27 Kasım tarihine ertelenmiştir./Archive/2020/11/13/034044184-sukran2.pngKÜLTÜR SARAYI DOSYASISabotaj davasının düşmesi sonrası, 20 Şubat 1974 ve 21 Şubat 1974 tarihlerinde gazetenin 5. sayfasında “Kültür Sarayı Dosyası” başlığı ile yayımlanan iki günlük diziyi sizinle paylaşmalıyım. 24 yılda 47 milyon liraya yapılan İstanbul Kültür Sarayı, 27 Kasım 1970’te yanmıştır. Suçlusu bulunamayan devlete 75 milyon liraya mal olan yangının unutulmuş sigorta, elektrik tesisatı, ısınmadan.. yandığı hâlâ bilinmemektedir. Binayı kullanmış olan bütün kültür alanları etkinliklerinin yöneticileri de açılan davalar sonunda beraat etmişlerdir. Sabotajcılar da beraat edince suçun sorumluluğu boşlukta, bilinmez kalmıştır. Raporlar, yangın söndürmeye dönük sistemin de çalıştırılamadığını ortaya koymuştur. Taksim su deposunun da vanasının arızalandığı ortaya çıkmıştır./Archive/2020/11/13/034042200-sukran3.pngDosyamızın ikinci gününde ise yangının sorumluluğunu üstlenen olmamasına karşın, binayı paylaşma yarışının sürdüğü gerçeğinin altı çiziliyor. Ortada bir sigorta çıkmazı da var. Atatürk Kültür Merkezi’nin sahipliği tartışılıyor. Merkezin kullanılması hakkının verildiği kültür kurumları, sanat etkinlikleri belli ama sahipliğinin tartışmaları sürüyor. İnşaat yıllar boyu sürüyor, tamamlanamıyor. Bir daha bir daha yeniden yapılması gündeme geliyor. O günler için geçerli gelişmeler, inanılır gibi değil ama bu günlere aynen taşınmış görünüyor. Atatürk Kültür Merkezi inşaatı, sahipliği tartışmalarına nokta konulamıyor../Archive/2020/11/13/034043137-sukran4.png256 SANIKLI THKP DAVASI BAŞLIYORAralarında Yusuf Küpeli ve Yılmaz Güney’in de bulunduğu 256 sanıklı THKP davası, Selimiye’de özel olarak hazırlanan salonda 16 Nisan 1973 tarihinde başlıyor. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi adlı gizli örgüt sanıklarının ilk günkü oturumda ancak 123’ünün kimlik tespitleri yapılabiliyor. Duruşma ilk günün fotoğrafı ile 17 Nisan günlü gazetemizin birinci sayfasında yayımlanıyor. Yılmaz Güney’in karesini görüp, çok sayıda yerli ve yabancı gazeteci izleyici notunu da görünce, daha önce Cumhuriyet okurları ile paylaştığımız 12 Mart’ın ilk operasyonlar döneminden kimi anıları anımsatmak gereğini duyuyorum. Turhan Selçuk’un 12 Mart’ın ilk ünlü pazarı, sokağa çıkma yasağı üzerinden yapılmış büyük operasyonlar ve işkencelerin geçmişinden kimi satır aralarını paylaşmak gerekiyor.. Turhan Selçuk’un bir gözünün kaybı ile akciğerlerindeki zar yapışması, kaburga kırıklarına mal olan 1. Şube’deki işkence günleri, kendi el yazısı ile tanıklık notlarına dönüşümüzde, aynı ortamda işkence gören Yılmaz Güney ile Ruhi Su’yu unutmak olanaksız.. Davaya düşünce özgürlüğü, insan hakları ekseninde dünya basınının ilgisini de açıklıyor.DURUŞMALAR İLERLEDİKÇE AĞIR İŞKENCE, KONTRGERİLLA İFADELERİ ARTIYORYılmaz Güney 5 Temmuz günü Cumhuriyet’te yayımlanan ifadesinde, açık ya da gizli bir örgüte üye olmadığını söylüyor. Sorgulamalarında yapılmış suçlarla uzaktan yakından ilişkisi olmadığını, dava kapsamındaki birkaç öğrenci liderini önceden tanımanın ötesinde bir bağın kurulamayacağını vurguluyor, 11 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te Çayan’ları ihbar ettiğini söyleyen Kızıldere muhtarının ifadesi var. Ertuğrul Kürkçü, muhtarın ifadesi üzerinden sorulan soruyu yanıtlarken, silahla tehdit ettikleri iddiasının doğru olmadığını söylüyor. 17 Temmuz tarihli oturumların 18 Temmuz tarihinde yayımlanan haberinde, Hava Teğmeni Mehmet Alkaya her tür işkenceye uğradığı ifadesini verir. Bir kez MİT’te, 3 defa savcılıkta toplam 4 defa ifade verdiğini, üç ay hücrede kaldığını anlatıyor. Avukat tutmasına izin verilmediğini, 6-31 Mart tarihleri arasında MİT’te elektrikten falakaya, her türden küfre, arkadaşlarının işkencelerine tanıklık ettirilmeye kadar ağır maddi ve manevi işkenci gördüğünü ifade ediyor. Emekli Yüzbaşı İzzet Aydoğdu, ne sivil ne de askeri merkezlerde ifadesinin alındığını söylüyor. “Gözlerim bağlı, ellerim ve ayaklarım sicimli bilmediğim bir yerde sorgulandım” dedikten sonra, sabah evinden alınıp götürenlerden “kontrgerilla” sözünü duyduğunu vurguluyor. Orada yaşadıklarından sonra, hazırlık soruşturmasında yer alan ifadeleri imzaladığının altını çiziyor. Bu koşullarda verdiği ilk ifadelerini kabul etmiyor.HATİCE ALANKUŞ’UN ÖLÜMÜ ÜZERİNE 258 SANIKLI DAVADA OLAY ÇIKIYOR25 Temmuz tarihli Cumhuriyet’in haberinde Hatice Alankuş’un ölüm haberi üzerine olay çıktığı duyuruluyor. 24 Temmuz tarihli duruşmada, bir gün önce bağırsak düğümlenmesinden hastaneye kaldırılan mimar Hatice Alankuş’un ölüm haberinin yayılması üzerine çıkan olaylara yer veriliyor. Sanık Ülkü Ahmet söz alarak can güvenliğinin kalmadığını, geçmiş olayların gelişmesi üzerinden ayrıntılarıyla açıklıyor. Salon gazetecilere kapatılıyor. Savcı ve sanıklar arasında sert tartışmalar yaşanıyor. Salona jandarma alınıyor. Mahkeme duruşmalara 30 Temmuz’a kadar ara verilmesi kararını alıyor.ASKERİ YARGITAY, İSMAİL BEŞİKÇİ’NİN CEZASINI ONAYLADINokta konulamayan, yıllar içinde yenisi gelen yargılamaların örneği olarak, 7 Mart 1973 günü verilmiş, 8 Mart günlü gazetemizin birinci sayfasından yayımlanmış bir İsmail Beşikçi mahkûmiyetine daha yer vermek istedik. Haberin içeriği Askeri Yargıtay’ın İsmail Beşikçi’nin 8 yıl 4 aylık cezasını onaylıyor. Haberi verilen davaya göre Beşikçi Erzurum Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ndeki dersinde, sosyoloji konusunun dışına çıkarak, öğrencilerine Marksist-Leninist ideolojiyi benimsetmeye çalışmış. Mahkeme temyiz isteklerini reddederek 141-142 173. madde suçlarını işlemiş, cezası onaylanmış.TÖB-DER GENEL BAŞKANI ILE 11 ARKADAŞI BERAAT EDİYOR15 Nisan 1973 günü yayımlanan Cumhuriyet’in haberinde yer verildiği üzere, TÖB-DER Genel Başkanı Ali Bozkurt, sekreter Nural Gürsal ve 10 arkadaşları hakkında açılmış davada, başkanın aksine oy vermesine karşın, Ankara Sıkıyönetim 1 No’lu mahkemede beraat kararı veriliyor. 22 Eylül tarihli sayfamızda yer alan haberde ise, TÖB-DER’in ilerici ve Atatürkçü öğretmenlerin tasfiye edilmesine ilişkin haber yayımlanıyor. Öğretmen okullarından yursever, Atatürkçü öğretmenler tasfiye edilerek öğretmenlerin halkı uyandırma görevini yapmalarının engellendiğinin altı çiziliyor. Son yıllarda gittikçe artan öğretmen kıyımlarından örnekler veriliyor. Danıştay ve mahkeme karararının gereğinin yerine getirilmediğinin altı çiziliyor. 10 Kasım tarihli Cumhuriyet’in haberinde ise, TÖBDER’in Başbakan Talu’ya başvurarak öğretmenlere yapılan saldırıların önlenmesini istediğinin açıklaması yapılıyor. Yaşanan somut olaylardan örnekler sunuluyor. Yeri gelmişken, oldubitti anayasa değişikliği ile TÖS’ün kapatılması sonrası, 12 Mart yönetimi döneminin içinde yaygın bir biçimde TÖB-DER yönetimleri ve kadrolarının faaliyetlerinin hedef tahtasına alındığı, çok sayıda yargılama, işkence örneklerinin, ülkenin her yerinde yaşandığını dava dosyaları da içlerinde olmak üzere gündeme taşımak gerekiyor./Archive/2020/11/13/034044528-sukran5.pngLİSELİLERİN YARGILANMASISöz öğretmen ve öğrencilerin yetiştirilmesine karşı baskılardan açılmışken 5 Haziran 1973 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanmış haber ve kupürünü geçmemek gerekiyor. Lise öğrecileri ile öğretmenlerinin birlikte yargılandıkları davanın fotoğraflı haber kupüründen görüleceği üzere öğrenci ve öğretmenleri için 5-20 yıllık hapis cezaları isteniyor. Bolu lisesi ve dengi okullara ilişkin açılmış davanın haberinde, “Dev-Lis”in kurulmuş olması suç sayılıyor. Yargılama askeri mahkemede yapılıyor.CAN YÜCEL VE ARKADAŞLARI HÜCREDEN ÇIKIYORCumhuriyet’in 17 Eylül tarihli birinci sayfasında yer alan haberi okurla paylaşmamak olmaz. Adana Cezaevi’nin siyasi hükümlüler kısmında, olayın yaşanma tarihine göre 19 gün önce yaşanan olayda mahkûmlar arasında çıkan kavga sonrası verilen disiplin cezası ile Can Yücel de hücreye kapatılma cezası alıyor. Haberin yayımlanmasından bir gün önce de arkadaşlarıyla birlikte hücreden çıkarılması, gazetemizde yayımlanan haberin konusu oluyor. Can Yücel ve 17 arkadaşı, 17 kişinin bulunduğu daha iyi bir hücreye alınıyorlar. Kendilerinin daha rahat orkuyup yazabilmeleri olanağının sağlanması için çare arandığı bile vurgulanıyor. İlhan Selçuk durur mu? 30 kasım 1973 tarihli köşesinde, Can Yücel’den bu tarihten sonra gelen iki şiir eşliğinde “Şaka-Maka” başlıklı köşesinde okurları ile paylaşıyor.. “Can Yücel’den bir mektup aldım. İçinden iki şiir çıktı.. ‘Şaka-maka değil,/ Yüz bin mahkûmla bir milyon işçi/Af diye, iş diye, inim inim/Dışarı çıkmayı beklerken hacet kapılarında,/Şu bizim devleti yönetenler/Bir kabine bile kuramıyorlar kırk gündür!’ Can, Adana Cezaevi’nde döktürüyor. Yazar ile cezanın hali budur: İçeride tek durmaz, dışarda tek durmaz; konuşur da konuşur; sussana be adam!... Can Yücel’in! Adana’dan gönderdiği ikinci şiirin adı: HAPİSHANECİLİK. “Tam bir yıl oldu bugün, bu şerefli uğraşa başlıyalı./Şu ana kadarki sicilim, eh oldukça başarılı./Ama bu, benim kişisel yeteneğimden çok,/ Toplumca hapse düşkünlüğümüzden olmalı” Şiirin altındaki tarih 25 Kasım 1973 Yıllardan beri çalkalanan toplumda aydınları hapse atmakla hiçbir davanın çözülemeyeceğini 14 Ekim seçimlerinde algıladık. Tutuculuk ve gericilik yollarında her zorlama, kafasını ister istemez duvarlara çarpacaktır... Kural budur... Şükran Soner

Yunus NadiÖdülleri, gazetemizde düzenlenen törenle sahiplerini buldu

Yunus Nadi Ödülleri, gazetemizde düzenlenen törenle sahiplerini buldu Yunus Nadi Ödülleri’nde Öykü dalında 143, Roman dalında 99, Şiir dalında 112, Sosyal Bilimler Araştırması dalında 23, Karikatür dalında 67, Fotoğraf dalında 21 olmak üzere toplam 465 yapıt değerlendirildi. 6 dalda 8 isime ödül verildi.ROMAN ÖMER F. OYALHep anlamlı kitaplarRoman dalında ödülün “Gemide Yer Yok” (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabı ile Ömer F. Oyal’a verilmesine karar verildi. Oyal, ödülünü Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya’nın elinden aldı. Oyal, “Yunus Nadi Ödülleri benim hep takip ettiğim bir ödül serisi. Her verilen ödülde de aslında anlamlı buluyorum okuduğum kitapları. O yüzden bu ödülü kazanmak benim için çok onur verici oldu. Bir de bu kitabımla almak benim için çok onur verici oldu. Herhalde, edebi anlamda en çok beğendiğim kitabım bu. Hem sade hem yoğun olduğu için, bir arada zor bir kitap. O yüzden ‘Gemide Yer Yok’ ile almak benim için çok gurur verici oldu” dedi.FOTOĞRAF ZEHRA ÇÖPLÜKadınların başarısı...Fotoğraf dalındaki ödülün sahibi Zehra Çöplü oldu. Çöplü’ye ödülünü Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Turan Karakaş verdi. Çöplü, “6 dalda verilen 8 ödülün yarısının kadınlara verilmesi beni mutlu etti. Kadına yönelik fiziksel-psikolojik-cinsel şiddet, kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili olaylarla üzücü bir şekilde yüzleşiyoruz... Bu olumsuz süreci yaşarken, kadının başarısının takdir edildiği, ödüllendirildiği, ortaya koyduğu eserinin değerli bulunduğu bu platformdaki 4 kadından birisi olmak gurur verici... Bu değerli ödülü, Türkiye’nin ilk kadın fotoğrafçıları Naciye Suman, Semiha Es, Maryam Şahinyan, Yıldız Moran ve daha birçok değerli kadını saygıyla anarak alıyorum.”ŞİİR GONCA ÖZMENİnsan yoldaş bir tür...Yunus Nadi Ödülleri’nde “Şiir” dalında ödülü “Bile İsteye” (Kırmızı Kedi) adlı yapıtı ile Gonca Özmen kazandı. Ödülünü Cumhuriyet Vakfı Genel Sekreteri Işık Kansu’nun elinden alan Özmen, “Evrensel ve toplumsal bir büyük travmayı deneyimlediğimiz, basından televizyona muhalif medyanın, aydınların, akademisyenlerin, sanatçıların, hak savunucularının susturulmaya çalışıldığı bir karanlık, bir virüslü dönemde, 75 yıldır inat ve kararlılıkla sürdürülen, bilimden sanata ve şiire farklı disiplinleri kapsayan bu değerli ödülün bana verilmesi gönendirici. Yunus Nadi Ödülleri’ni, şiirin sesinin daha geniş bir kitleye duyurulmasındaki etkisi açısından da önemsiyorum. Gittikçe yalnızlaşan, bencilleşen, doğadan kopan, duyarsızlaşan, acımasızlaşan insanlarla dolu bu kör, bu sağır dünyada şiir, yaşamı ve insanı savunmanın biricik yolu. Zorlu bir dil uğraşı olan şiir, bir itiraz, bir diklenme biçimi. Her türlü baskıya, otoriteye başkaldırı şiir - insana direnç, insana umut veren. İnsanı biçimleyen, insanı güzelleyen, insana bir başka göz ekleyen bir olanak. İnsana yoldaş bir tür. O nedenle okuyarak, yazarak ve paylaşarak bir güzel yarın düşünü birlikte büyütmekten mutluyum. Bu ödülü, ‘Bile İsteye’ için söz düşüren, onu okuyup çoğaltan, onu büyüten, paylaşan, kendinin kılan kıymetli okurlarıyla paylaşmaktan sevinç duyuyorum. Daha da çoğaldığımı hissediyorum” dedi.SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI ŞADUMAN HALICIKalemini namus olarak görenlere...Sosyal Bilimler Araştırması dalında ödülün sahibi ise “Yüzellilik Gazeteciler” adlı araştırma dosyasıyla Prof. Dr. Şaduman Halıcı oldu. Halıcı’ya ödülünü Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun verdi. Alev Coşkun ödülü sunarken, “Yunus Nadi Ödülleri’nin 75. yıldönümü. Bu yıl da ‘Sosyal Bilimler Araştırması’ ödülünü vermekten büyük mutluluk duyuyoruz” diye konuştu. Şaduman Halıcı ise ödül konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Bu araştırmamda birçok gazeteciyle kâğıtlar üzerinden tanışma fırsatı buldum. Onlar içerisinde kalemini vatanı, milleti için kullannan da vardı; bunlardan biri Yunus Nadi’ydi. Bazıları da emperyalistler için oynattı. Ben emperyalistler için kalemini oynatanları yazmayı tercih ettim. Çünkü onları tanırsak geleceğimizin karanlığını aydınlatabileceğimizi düşündüm. Yunus Nadi’nin gazetesinden böyle bir ödülü almak da benim için büyük bir onur oldu. Kalemini namusu olarak gören bütün fikir emekçilerine sonsuz saygı duyuyorum.”ŞİİR MEHTAP MERALHayatımızda yeşerecekŞiir kategorisinde “İncirin İçindeki Arı” (Mona Kitap) yapıtı ile ödül kazanan Mehtap Meral’e ödülünü gazetemiz Kültür Servisi Şefi Yazgülü Aldoğan verdi. Aynı zamanda müzisyen de olan şair Meral, ödülün ardından “Türkiye’nin en köklü ödüllerinden birini almış olmanın mutluluğu içindeyim. Cumhuriyet gazetesine ve bu ödül de katkısı bulunan herkese teşekkür ederek başlamak isterim sözlerime. Şiirin hayatımızın bu kadar dışına itildiği bir dönemde böyle kıymetli bir ödülün ‘İncirin İçindeki Arı’yı daha çok insana ulaştıracağına inanıyorum. Pandemiden dolayı maalesef gerçekleşemeyen ödül töreni yapılmış olsaydı şu cümleleri söylemek isterdim: Bu ödülü ince şeyleri anlayacak vakti olanlar, kırılsa da suçsuzluğuna dokundurmayanlar, dünyanın bütün kırılganları, ötekileri, uyumsuzları adına alıyorum. Şiir bir çiçekle konuşabilenlerin duyarlığıyla hayatımızda yeşerecek” diye konuştu.ÖYKÜ KADRİ ÖZTOPÇUKıymetli eserler bıraktıÖykü dalında ödülü “Kimsenin Bilmediği İnsanlar” (Can Yayınları) adlı kitabıyla Kadri Öztopçu kazandı. 1 Mart’ta yaşamını yitiren Öztopçu’nun adına ödülü eşi Perran Öztopçu, Cumhuriyet Vakfı Genel Saymanı Hüseyin Yıldız’ın elinden aldı. Perran Öztopçu, “Kadri’nin bu ödülü almasını çok isterdik. Kadri, çok az konuşan bir insandı. Kısa ve öz yazmayı seven bir insandı. Edebiyat dünyasına kıymetli eserler bıraktığına inanıyorum. Çok duygusal bir günümdeyim. Hem mutlu hem üzgünüm” diye konuştu.ÖYKÜ MURAT ÇELİKEnkazdan ödüle...Öykü ödülünü Eve Dönmeyen Hayvan” (Everest Yayınları) adlı kitabıyla kazanan Murat Çelik’e ödülünü Işık Kansu verdi. Çelik, ödül konuşmasında, “Bu ödülü Kadri Öztopçu’yla birlikte almayı isterdim” diyerek şöyle devam etti: “Çok mutluyum. Takdir edilmek çok güzel bir duygu. Jüriye teşekkür ediyorum, yayınevime hem emekleri hem de bu kitabı basma cesareti gösterdikleri için teşekkür ediyorum. Aslında bugün (dün) ilginç bir tarih: 12 Kasım. Düzce Depremi’nde enkazdaydık. 21 yıl sonra bugün bu tarihte ödül alıyorum.”KARİKATÜR ÖNDER ÖNERBAYToplumun ortak yarasıKarikatür dalındaki ödül Önder Önerbay’ın yapıtına verildi. Önerbay ödülünü Şükran Soner’in elinden aldı. Önerbay ödül konuşmasında, “Yunus Nadi Ödülleri, Türkiye’nin en prestijli ödüllerinden biri. Bu ödülün tek bir kazananı var. Birincisi ya da üçüncüsü yok. Bu beni daha da mutlu ediyor. Prestijli bir ödüle sahip oldum. Bu sayede karikatür adına da bir şeyler yaptığımı düşünüyorum. Karikatürün konusu “Kadın” idi. Sadece bizim toplumumuzun değil, tüm toplumların ortak yarası kadına şiddet. O kanayan yaraya parmak basmak istedim. Tercüman olmak istedim. Elimden geleni yapmaya çalıştım” dedi. Orhun Atmış




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter