Türkçe Haberler En Son Başlıklar
Türk Tiyatrosunun en büyük yazı makinesi!
Usta tiyatro araştırmacısı, yazar, çevirmen, yönetmen, kültür tarihçisi Prof. Dr. Özdemir Nutku (12 Ocak 1931- 8 Kasım 2019) yapıtlarıyla varlığını sürdürmeye devam ediyor... Suda Ayak İzleri 1,2 - Anılar ve İzdüşümleri (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları); yazın tarihimizde Ahmet Midhat, Şemseddin Sami gibi yazı makinelerinin yanına ismi eklenebilecek, üretkenliği, kültürümüze, dilimize katkılarıyla, düşünsel ve sanatsal kimliğini bu denli yetkince bileştiren az sayıda aydınımızdan biri olan öğretmenimizin, şimdilik yayımlanan son ürünü. Nutku’nun sanat yaşamını paylaştığı, güzel Türkçe’nin peşine takılıp şiir tadında okunan ve sürprizler sunan bir anılar yumağı. 1200 sayfa olarak yayımlanan anılar, tiyatro tarihimizin 70 yıllık geçmişine ayna tutuyor.
/Archive/2021/3/24/172339167-ic1.jpgRÖNESANS ÇAÄžININ ÇALIÅžKANLIÄžIYLAÖzdemir Nutku öğretmenimiz üretmeye devam ediyor: Suda Ayak Ä°zleri-I-II-/Anılar ve Ä°zdüşümleri (T.Ä°ÅŸ Ban. Yayını, 2021). Bu yapıt, öğretmenimizin çalışkanlığının ÅŸimdilik son ürünü. Anılar ne denli öznel olursa olsun, Shakespeare’in benzetmesiyle, tarihe tutulan bir ayna, yaÅŸamla hesaplaÅŸmanın anlatısı, öğretmenimizin deyiÅŸiyle, “Anılar, ölüme karşı yaÅŸamayı seçmektirâ€.Tiyatromuzda anılarını yayımlanan ilk sanatçı, Ahmet Fehim Efendi’dir. Vakit gazetesinde, “Sahnede Elli Seneâ€( 8 Temmuz-17 Eylül 1926) baÅŸlığıyla yayımlanan anıları, ancak 1977 yılında Ahmet Fehim Bey’in Hâtıraları adıyla kitaplaşır.H. Fahri Ozansoy’dan V. Rıza Zobu’ya, Haldun Dormen’den Gülriz Sururi’ye, Mücap OfluoÄŸlu’ndan Muhsin ErtuÄŸrul’a, Nedret Güvenç’ten Dame Ninette de Valois’ya, Cahit Irgat’tan Macide Tanır’a Kemal Bekir’den, Ferhan Åžensoy’a, Suphi Tekniker’e, Umur Bugay’dan Yücel Erten’e nice sahne sanatçımız anılarıyla bizleri büyülü dünyalarıyla buluÅŸturdular. Tiyatro tarihimizi zenginleÅŸtiren bu anılar için sanatçılarımıza ne denli teÅŸekkür etsek az…Ülkemizde ilk kez, Osmanlı tiyatrosunun ünlü tiyatro sanatçısı, Mardiros Mınakyan’a, sanat yaÅŸamının 50. yılında (1912), jübile düzenlenir, “maarif niÅŸanı†verilerek ödüllendirilirken bir jübile kitabı da yayınlanır. Sanatlarıyla, ustalıklarıyla alanlarında seçkinleÅŸen kimi sanatçılarımız için jübileler düzenlenip armaÄŸan yapıtlar yayınlansa da bu güzel gelenek yaygınlaÅŸamadı…/Archive/2021/3/24/172348604-kapakic2.jpgSuda Ayak Ä°zleri anı yapıtıyla sanat yaÅŸamını bizlerle paylaÅŸan, tiyatromuzun, tiyatro tarihimizin en çalışkan evlatlarından birisi olan Prof. Dr. Özdemir Nutku (12 Ocak 1931- 8 Kasım 2019), yazmak eylemine ÅŸiirle baÅŸlar: Eller (1950). Ãœlkemizde, tiyatro bilim dalının ilk akademisyenlerinden olan, büyük emeklerin ürünü, 150’ye yakın yapıta imza atan Özdemir Nutku öğretmenimizin yazdığı 60 kadar tiyatro araÅŸtırması, sahne sanatları tarihimizin de baÅŸyapıtlarını oluÅŸturur...Gerçekte, Özdemir Nutku, bir tiyatro araÅŸtırmacısı mı, bir yazar mı, çevirmen mi, yönetmen mi, bir kültür tarihçisi mi sorularını sormanın tam yerindeyiz diyorum. Çünkü onu yakından tanıyıp birlikte çalışmanın bizlere kazandırdıklarıyla, bu soruların ortak yanıtı evettir...Ä°nsanüstü bir çalışma temposu içinde, tiyatro sanatına olan tutkusuyla, çalışmak eyleminin hakkını, diline, kültürüne ödeyen bu güzel insan, bir öğretim üyesi olarak derslerinde bizlere öğrettiÄŸi gibi, bence tiyatromuzun "Rönesans Ä°nsanı"dır...Dünya Tiyatrosu Tarihi’nden tiyatro sanatımızın hâlâ tam olarak bilemediÄŸimiz ÅŸenlikler dünyasına, canlandırma sanatına uzanan araÅŸtırmalarıyla, IV. Mehmet'in Edirne ÅženliÄŸi (1972), Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri (1978) özgün araÅŸtırmalar olarak, bugün de birincil kaynaklarımızdır...Tiyatro ve Yazar (1960), Ö. Nutku'nun yayımlanan ilk tiyatro incelemesi olurken Oyun Yazarı (1965) ile tamamlanan, oyun yazımına, dramaturgiye iliÅŸkin bilgiler, Tiyatro Enstitüsü'ndeki oyun yazma seminerlerinin sonuçlarını da yansıtırlar.../Archive/2021/3/24/172358010-ic3ic8-.jpgTürkiye'de, sahneye iliÅŸkin ilk bilgileri, halkevlerinin Anadolu'ya, tiyatro sanatını yaygınlaÅŸtırma çabalarında buluruz. Sahne sanatına, oyuncunun sahnedeki konumuna, rejiye, dekora iliÅŸkin bu temel bilgileri, ilk kez, Muhsin ErtuÄŸrul'un Yedigün'deki bir dizi yazısından öğrenen Anadolulu tiyatro sevdalıları, Tiyatro Yönetmeninin Çalışması’na(1974) [Sahne Bilgisi (1990)] deÄŸin usta çırak iliÅŸkisine dayanan bilgilerle yetinerek öğrenmiÅŸler, çalışmışlardır.Tiyatro sanatının öğretilebilirliÄŸi adına, ülkemizdeki ilk sahneleme teknikleri kitabı olan bu çalışma, bugün de alanında tek örnek araÅŸtırma / yayın olarak önümüzde durmaktadır...Batı'da, sahneleme tekniklerinden konuÅŸma tekniklerine, mimikten, rol çalışmasına, makyaja deÄŸin yayımlanmış uzmanlık kitaplarına uzak yaÅŸayan tiyatro dünyamız, bu yapıtın ardılını yaratamamanın eksikliÄŸi içindedir...Tiyatro sanatını, Türkçe düşünerek yaÅŸayan bizler için, yabancı terimlerle boÄŸuÅŸmak olaÄŸan bir eylemdi. 1966 yılında, Haldun Taner ve Metin And ile birlikte hazırladıkları Tiyatro Terimleri Sözlüğü’nü Gösterim Terimleri Sözlüğü'ne (1983) dönüştüren Nutku, dil ile düşünce arasındaki bağı, bu "meslek erbabına" öğretirken Türkçe’ye katkısı yadsınamaz “çalışkan†bir dilbilimcidir de…/Archive/2021/3/24/172406010-ic4.jpgOyunculuk Tarihi (1995) gibi özel bir incelemeyi, Türkçe’de yine ilk kez gerçekleÅŸtiren Nutku’nun önemli çalışmalarından birisi de içeriÄŸiyle çocuk ve oyun kavramlarını bütünleÅŸ-tiren, yaratıcı dramanın temel araçlarını irdeleyen Oyun, Çocuk, Tiyatro (1998) kitabıdır.Bu çalışmanın öncelinin Zeynep'in Tiyatro Kitabı'nda (1983) okul tiyatrosuna yönelen Nutku'nun, bu kitabıyla da çocuk eÄŸitimindeki bir boÅŸluÄŸu doldurduÄŸuna inanıyorum. Yazımın sınırları içinde birçok yapıtının adını olsun anmadığımı biliyorum.Ancak özgün araÅŸtırmaları yanında, öğretmenimizin özellikle Shakespeare’in oyunlarını, dilimizde, Türkçemizde yeniden canlandırmasını kısaca da olsa deÄŸerlendirmeden geçmek istemiyorum./Archive/2021/3/24/172417104-ic5.jpgNUTKU, SHAKESPEARE VE SÖYLEV!Öğretmenimiz Ö. Nutku’nun, tiyatro tarihinin en çok çevrilen yazarı W. Shakespeare’in, 29 oyununu çevirerek Türkçe oyun daÄŸarcığımıza yaptığı büyük katkı, dilimizde, Shakespeare’den yapılan bir çeviri rekorudur.Bu çevirilerinde öncelikle Türkçe sahne dilini düşünerek dilimizin zenginleÅŸmesi için didinen Nutku, bu çabasını, hazırladığı Shakespeare Sözlüğü [2013] ile de taçlandırmıştır.Shakespeare’i tanımak ve tanıtmak amacıyla, iÄŸneyle kuyu kazarcasına yapılan bu çalışma, sadece Shakespeare’e iliÅŸkin bir araÅŸtırma ya da özel bir sözlük olarak görülmemeli, deÄŸerlendirilmemelidir.Bertolt Brecht’ten Christopher Marlowe’a, George Tabori’den Thomas Bernhard’a, yaptığı çevirileri sahnelerimize kazandıran öğretmenimiz, tiyatro öğretimimize yaptığı özgün araÅŸtırmaları yanında, tiyatro öğrencilerinin, genç yaÅŸlı bütün sahne sanatçılarımızın okumaları gereken Margret Dietrich’in, Oyuncu: Yönetmenin Elinde Yaratıcı Bir Özne ya da Araç (1985) ile Martin Esslin’in, Dram Sanatının Alanı (1996), yapıtlarını da çevirerek bizlere armaÄŸan etmiÅŸtir.Yazdığı ve uyarladığı oyunlar içinde büyük önderimiz Mustafa Kemal’in Söylev’ini sahnelerimiz için çok deÄŸerli bir katkı olarak görüyor, özellikle gençlik tiyatrolarınca sahnelenmesini önemsiyor ve öneriyorum./Archive/2021/3/24/172426401-ic6.jpgÖzdemir Nutku'nun, Ankara Deneme Sahnesi’nden günümüze, yüze yakın oyunu DTCF Tiyatro Bölümü’nden Güzel Sanatlar Fakültesi Deneme Sahnesi’nde, Devlet Tiyatrolarımızın sahnelerinde uyguladığı, Midas'ın Kulakları (Güngör Dilmen), Söylev (Ö. Nutku), Kırık Testi (H.V. Kleist), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (Haldun Taner), Resimli Osmanlı Tarihi (Turgut Özakman), Lysistrata (Aristofanes) rejilerinin belleÄŸimde ayrı bir yeri var.Ãœlkemizin ilk Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nün / Deneme Sahnesi’nin, bir eÄŸitim kurumu olarak tiyatro sanatını yüceltmede, sanatçılarını yetiÅŸtirmede hepimizden çok bu çalışkan insanın, Özdemir Nutku’nun büyük payı var.Suda Ayak Ä°zleri, güzel bir Türkçe’nin peÅŸine takılıp ÅŸiir tadında okunan, hep sonrasını merak ettiÄŸiniz bir yaÅŸamdan, size sürprizler sunan anılar yumağı.Robert Kolej’de baÅŸlayan tiyatro sevgisinden Ankara’ya, DTCF Ä°ngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne (1952-1956), Ankara Palas’ta ünlenen bir caz piyanistine, Mavi dergisinden DeÄŸiÅŸim’e, ÅŸairlerin, öykücülerin dünyasına; Almanya’nın batısından doÄŸusuna, tiyatro eÄŸitimiyle geçen üç buçuk yıl (1956-1959), Muhsin ErtuÄŸrul’un önerisiyle Tiyatro Enstitüsü’nde / Tiyatro Bölümü’nde baÅŸlayan akademik yaÅŸam…Yazılarıyla, uygulamalarıyla, tiyatro sanatının bütün güzellik-lerini yaÅŸadığı Ankara / Sanat yılları… Yurtdışı gezileri, fakülte arkadaÅŸları, doçentlik günleri, DTCF’de yine bir cadı kazanı kaynıyor, muhbir vatandaÅŸlar, sıkıyönetim soruÅŸturmaları…Yeni bir fakültede, yeni bir tiyatro bölümü kurmak heyecanıyla Ä°zmir’e geliÅŸ (1976). Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, “Oyunculuk, Dramatik Yazarlık, Sahne Tasarımı†sanat dallarından oluÅŸan, ülkemizde ilk kez denenen bir tiyatro öğretimi… Öğretmenimizin öncülüğünde, çok genç, çalışkan bir kadronun emekleriyle güzelleÅŸen öğretim yılları…/Archive/2021/3/24/172440807-ic7.jpgTÖS VE Ä°ZMÄ°R ÅžEHÄ°R TÄ°YATROSUBaÅŸlangıçta 2000 sayfayı bulan, yayın deÄŸerleri adına Suda Ayak Ä°zleri’nin editörünce 1200 sayfaya indirilen anılar, tiyatro tarihimizin 70 yıllık geçmiÅŸine ayna tutuyor. Okurların heyecan duyarak okuyacaklarına inandığım anılarda, yarım kalan iki çalışmayı, hep bir iç acısı olarak anımsayacağım:Fakir Baykurt’un önerisiyle, Tös Tiyatrosu… Tiyatro sanatını Anadolu’ya taşımak ereÄŸiyle yola çıkan öğretmenlerin örgütlü sesi, Türkiye Öğretmenler Sendikası Tiyatrosu’nun kuruluÅŸ heyecanı… Ve birbuçuk yıl sonra noktalanışı…İzmir Åžehir Tiyatrosu’nun kuruluÅŸu ve “Kamyon Tiyatrosu†uygulamaları (1989-1992).Ä°zmir adına sevinirken tiyatro sanatının gücünü kullanmayı bilmeyen “siyaset “erbabıâ€nın gözlüklerinin bozuk çıkması…Bütün çırpınışların, emeklerin sokaÄŸa atılması…Gösteri kamyonunun dolmuÅŸ yapılması!...Evet!... Bu bir alaysılama bile olamaz!...Åžu günlerde Ä°zmir yeniden Åžehir Tiyatrosu’na kavuÅŸmanın heyecanını yaşıyor…DileÄŸim tiyatro sanatına bakan yetkililerin gözlüklerinin numaraları bozulmaz!/Archive/2021/3/24/172358010-ic3ic8-.jpgANILAR ANILARI ÇAÄžRIÅžTIRIYORAnılar, anıları çağırıyor. Bugün, deÄŸerli öğretmenimiz Özdemir Nutku'yu düşündükçe, belleÄŸimin dehlizlerinde, puslu karanlıklarda beliren, kopuk kopuk, ilginç görüntüler birbiriyle buluÅŸuyor... Ãœniversite yıllarım gözümün önünde canlanıyor...Dil ve Tarih-CoÄŸrafya Fakültesi'nde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenciyim (1967). Türkiye, üniversite gençliÄŸinin, üniversite ve ülke sorunlarıyla boÄŸuÅŸtuÄŸu sancılı yılları yaşıyor.Özdemir Nutku'yu, doçent temsilcisi olarak, bir boykot sonrasında, fakülte sorunlarının tartışıldığı toplantıdan anımsıyorum. Ä°zmir EÄŸitim Enstitüsü’nde(1979) çalışırken, okulu-muzda verdiÄŸi konferans sırasında yakından tanışıyoruz. Beni görüşmek için GSF’ne çağırıyor.1980 yılı sonunda zorla bulunan uzman kadrosuyla Güzel Sanatlar Fakül-tesi’ndeyim. Göreve baÅŸladığım ilk gün, Ö. Nutku öğretmenimin odasına, Muhsin ErtuÄŸ-rul’un, Vakit gazetesinde çıkan, Darülbedayi’nin Karadeniz turnesini (Haziran 1925) anlatan anılarının çeviriyazısı dosyasıyla giriyorum. Edebiyattan tiyatro tarihine, onlarca dergide, onlarca makale, kitap… Benim için de çok verimli yıllar.Muhsin ErtuÄŸrul’un anıları, Benden Sonra Tufan Olmasın’ı (1989), Özdemir Nutku öğretmenimiz ve Murat Tuncay arkadaşımla birlikte yayına hazırlama evresindeki benzersiz bir çalışma deneyi… Suat TaÅŸer ustamızın, heyecanla, “Muhsin Bey’in anılar masasında bugün ne var arkadaÅŸlar?†diye, gür sesiyle bize sesleniÅŸi. Acılar, sevinçler içinde yıllar birbirine karışıyor.Yazın tarihimizde Ahmet Midhat, Åžemseddin Sami vb. yazı makinelerinin yanına eklenecek nice ad biliyoruz. Ancak çalışkanlığıyla, üretkenliÄŸiyle, kültürümüze, dilimize olan katkılarıyla, düşünsel ve sanatsal kimliÄŸini bu denli güçle birleÅŸtiren çok az aydınımızın, yazarımızın olduÄŸunu, hele sanatçı kimliÄŸini düşünsel bir boyuta taşıyanının çok çok az olduÄŸunu, bugün daha iyi biliyorum!..Özdemir Nutku’yu tanımanın, onunla uzun yıllar çalışmanın onuruyla, anısı önünde saygıyla eÄŸiliyorum.
Efdal Sevinçli
London’dan bir tutunamayan!
Usta Amerikalı yazar Jack London’ın, Büyük Dünya Savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında gelişen, klasikleşmiş yarı otobiyografik yapıtı Martin Eden (Can Yayınları); genç ve eğitimsiz bir gemicinin kendisini eğitirken verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve düş kırıklıklarını anlatır.
/Archive/2021/3/24/172046528-ic1.jpgMartin Eden, ünlü Amerikalı yazar Jack London’ın yarı otobiyografik yapıtıdır. Genç ve eÄŸitimsiz bir gemicinin kendisini eÄŸitirken verdiÄŸi mücadeleyi, çektiÄŸi yoksulluÄŸu ve hayal kırıklıklarını anlatan roman, edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir.Romanın yazıldığı dönem büyük dünya savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında hayatta kalmak için işçi sınıfın günde on yedi saat çalıştığı dönemdir. Martin kenevir fabrikasında çalışırken günde on saat karşılığında bir dolar alıyordu. Makinelerin başında sekiz yaşında çocuklar vardı, Fabrikalar bir deri bir kemik kalmış çocuklarla doluydu. Çocuklar gıdasızlıktan kemik insancıklar olmuÅŸlardı. Bu çocuklar haftada iki dolar almak için altmış saat çalışmak zorundaydılar.Kendi sınıfındaki kızların âşık olduÄŸu, arkadaÅŸları arasında da lider olarak sivrilen işçi Martin Eden, bir gün hiç tanımadığı Arthur’u, onu döven bir adamın elinden kurtarır. Arthur’un kurtuluÅŸu onun esareti olur. Arthur minnet borcunu ödemek için Martin’i evine yemeÄŸe davet eder.Ömründe görmediÄŸi kadar lüks bir eve adımını atan Martin, kendisine ilgi gösteren üniversite okumuÅŸ Arthur’un kız kardeÅŸi Ruth’a âşık olur. Âşık olduÄŸu kızla aralarında hem yaÅŸ hem de sınıf farkı vardır. Martin ilk kez kendisini bir insan karşısında yenik hisseder. Hayali Ruth’un ailesindeki gibi giyinip onlar gibi konuÅŸmaktır… Ä°lkokuldan sonra devam edemediÄŸi eÄŸitimine, bozuk konuÅŸmasına, en önemlisi de cahilliÄŸine lanet okur içinden./Archive/2021/3/24/172101996-ic2-.jpgAÇLIÄžA AÅžKLA MEYDAN OKUMAK!Hayatındaki en önemli dileÄŸi âşık olduÄŸu kıza yakışır bir erkek olarak kendisini yetiÅŸtirmektir. Kendisine meslek ararken yazar olmaya karar verir. O da dünyanın gören gözü duyan kulağı olacaktı. Bu ihtiÅŸamlı mesleÄŸi sayesinde sevdiÄŸi kıza kavuÅŸacaktır.Jack London gerçek hayatta da yaratıcı olmak için bu uÄŸurda katlandığı zorlukları gözünde büyütmemiÅŸtir. London tüm yapıtlarını yazarken edebi alanda Kipling’in izini sürmüştür çünkü Kipling nesnelerin derinliÄŸine iner.Edebiyat ve düşünce dünyasına yepyeni ufuklar açardı. Onun yazar olduÄŸu dönemde Amerikan yazarları Emerson’u örnek almak zorundaydılar; her ÅŸeyi iyi yanından ele alıp gerçeklerden kaçmak. İçin. Jack London ise Gorki’nin Rusya’da yaptığını ülkesinde yapmak istiyordu. Fransa’da Maupassant, Ä°ngiltere’de Kipling neyse Amerika’da Jack London öyle biri olmalıydıMartin Eden’i yazarken yazar romanın taslağı üzerinde çok az düzeltme yapar. Brissenden Martin Eden’e bir gün amaçlarını gerçekleÅŸtirdiÄŸinde boÅŸluÄŸa düşmemesi için sosyalizme bütün gönlüyle baÄŸlı kalmasını öğütler. Böylece sosyalizm baÅŸarıya ulaÅŸtığında hayata baÄŸlı kalmak için bir nedeni olacaktır.Martin Eden yayımlandığında tüm basın susar. Eser hakkında çıkan yazılarda Martin Eden’in edebi bir yapıt olmadığını kanıtlar niteliÄŸinde yazılar yazarlar eleÅŸtirmenler. Öyle ki Jack London Martin Eden yapıtının hakkında bir tek övgünün bile yazılmamış olmasına çok üzülür ve bu konudaki görüşünü şöyle açıklar:“Martin Eden’de bireyciliÄŸe saldırmak istedimse de pek beceremedim sanıyorum; çünkü bir eleÅŸtirmen çıkıp da bunu farkına varamadı†der. Åžimdi yaşıyor olsaydı eserinin baÅŸarısı karşısında mutluluÄŸunu ifade edecek kelime bulamazdı.Martin’in, onu aÅŸağılayan topluma kendisini kabul ettirmesinin bir aracıdır aynı zamanda Ruth. Bu düşüncelerle Ruth’un evinden çıktığı o gün adından baÅŸka kendisine tanıdık gelen hiçbir özelliÄŸi kalmamıştır Martin’in.Bu yanılgısının bedelini canıyla ödeyeceÄŸi aklına gelmez. AÅŸağılık kompleksinden kurtulmadığı için kendi sınıfındaki insanları da küçümser. Kıt olanaklarıyla üç yıl günde on beÅŸ saat yazı yazarak kendisini eÄŸitir ve Ruth’la niÅŸanlanmayı baÅŸarır. Ruth’un ailesi kızlarının kadınlığının farkına varması için Martin’le sevgili olmasına izin verirler.Ruth’un Martin’den beklediÄŸi tek ÅŸey bir iÅŸe girip düzenli bir kazanç edinmesidir. Onun Martin’e örnek olarak gösterdiÄŸi kiÅŸiler yoksulluk içinde mücadele ederek zengin olmuÅŸ insanlardır. Kafasındaki mutluluk anlayışı da anne ve babası gibi ruhsuz bir hayat yaÅŸamaktır.Bu gerçekleri bir türlü göremeyen Martin, kendi yolunda açlığa meydan okur. SevdiÄŸi kız içinse o istediÄŸi ÅŸekle sokabileceÄŸi bir hamurdan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Ä°nsanın aÅŸk için bile olsa kiÅŸiliÄŸinden ödün vermesinin bir baÅŸka tanımı da insanın kendisine yabancılaÅŸmasıdır.Yapıtın Dünya Klasikleri arasına girmesini saÄŸlayan baÅŸat öğelere deÄŸinecek olursam: aÅŸk, nefret, aÅŸağılık duygusu, ideolojiler, mücadele, azim, yenilgi, baÅŸarı, mutsuzluk, mutluluk, amaçsızlık, varoluÅŸsal boÅŸluk, amaçsızlık, yalnızlık… gibi, insanı içten içe sarsan kavramların ete kemiÄŸe bürünüp belleÄŸimizde silinmez izler bırakmasıdır./Archive/2021/3/24/172119137-ic3.jpgLONDON’IN SOSYALÄ°ZMÄ° VE EDEN MANÄ°FESTOSU!Jack London, yirmili yaÅŸlardan önce yazar bireyci liberal görüşü benimsediÄŸini ancak yirmili yaÅŸlarının sonrasında gördüklerinden ve yaÅŸadıklarından dolayı sosyalist görüşü benimsediÄŸini dile getirir. YaÅŸadıklarından dolayı çaÄŸdaÅŸ sosyalizm öğretisini merak etmiÅŸtir. Martin Eden’da da ideolojilere farklı bir pencereden bakar.Zenginler deÄŸil ama “Yoksullar yoksullara verecek ÅŸey bulurlar†saptamasını hayat verdiÄŸi kahramanlar aracılığıyla vurgular. Ä°flas etmiÅŸ bir toplumun çarpıklıklarını insanlara göstermeyi kendisine dert edinmiÅŸtir. Devrimleri insanların deÄŸil, ihtiyaçların doÄŸurduÄŸuna inanır.Ä°nsanların Martin Eden yapıtında olduÄŸu gibi bir dilim ekmek karşılığında makineleÅŸtiÄŸini, sosyal sınıflar arasındaki ayrımın adaletsiz ücret dağılımından kaynaklandığını gördüğü için de Marx’ın Komünist Manifesto’suyla tanışmış ve benimsemiÅŸtir.Tüm yapıtlarında ve eylemlerinde açıkça sanayiye, sömürüye, greve, boykota, kadınlara oy hakkı verilmesi için savaÅŸmıştır tek başına.Ayrıca salt Marx’ın deÄŸil, Darwin’in, Nietzsche’nin ve Herbert Spencer’in düşünceleriyle aydınlatmıştır düşünce dünyasını. Nietzsche’den farklı yaklaşır üstün insan olma olgusuna. Nietzsche sosyalizmi zayıf ve güçsüz insanların yönetimi olarak tanımlar, Jack London ise sosyalizmi üstün insanların yönetimi olarak görür.Yazara göre üstün insan deÄŸerlerinden ödün vermeden güçlüklerin üstesinden gelen, köle yığınlarına sahip çıkan, kitleleri eÄŸiterek yönetebilen, sürüye deÄŸil, kendisine dâhil olan insandır.London tüm yapıtlarında hayatın çıplak gerçeklerini, insanı ölüme götüren isyanları, hayal kırıklıklarını, çıkar uÄŸruna dökülen kanları, ekmek parası uÄŸruna dökülen terleri, ziyan olan hayatları, yok olan yaÅŸama sevincini, insanları ekmek dilimleri gibi bölen adaletsizlikleri iÅŸler.Bu yüzden Martin Eden Nietzsche’nin üstün insan felsefesine karşı bir iddianame niteliÄŸindedir.Yazar Martin Eden yapıtında da, “İnsan, insan olduÄŸu için deÄŸil, karnı doyduÄŸu için insandır.†Saptamasını hiçbir yanılgıya mahal bırakmadan dile getirmiÅŸtir.Acıma kavramına şöyle bakar Jack London: “Acımak; aç köpeÄŸin önüne kemik atmak deÄŸildir; acımak, köpek kadar acıkmış bir insanla kemiÄŸini paylaÅŸmaktır.â€Jack London’ın Martin Eden yapıtında ihtiÅŸamlı hayatların özünde barındırdığı kofluÄŸu, riyakarlığı, geçiciliÄŸi… gözler önüne sermeyi ne kadar çok sevdiÄŸini bilinçli bir okuyucu hemen fark eder. Yapıtın en çarpıcı yanıysa sistemin kendisine benzetemediÄŸi insanı baÅŸarılı olsa da yaÅŸatmadığı gerçeÄŸini tokat gibi yüzümüze vurmasıdır./Archive/2021/3/24/172132809-ic5.jpgDENÄ°ZÄ°N BIÇKIN ÇOCUÄžU MARTIN’IN YANILGILARI!Martin’in bir baÅŸka yanılgısı da yazın dünyasını gözünde fazla büyütmesidir. OkumuÅŸ ve aydınlanmış insanların dünyasında kötülük ve aÅŸağılanmanın, en önemlisi eÅŸitsizliÄŸin, sömürünün olmadığına inanır.Yazın dünyasındaki kapitalist sömürüyle tanışınca yürekten sarsılır. İçini öfke ve kin kaplar özellikle editörlere karşı. Kendisi bir lokma ekmek bulmazken yayıncılar onun yazdıklarından geçinir. Martin çok geçmeden yayıncıların yazınsal ürünlere sadece ticari bir meta olarak baktıklarını öğrenir.Onu dergiler konusundaki yanılgılardan kurtarmak isteyen tek dostu Brissenden’in uyarılarını da dikkate almaz. Åžartlanmış bakış açısının baÅŸlı başına bir körlük olduÄŸunu ancak yaÅŸayarak öğrenecektir. (Zengin bir sosyalist ÅŸair olan Russ Brissenden Amerikalı ÅŸair George Sterling’den baÅŸkası deÄŸildir.)Ruth’un evinde tanıdığı Brissenden, Martin’i çok sever. Onun yoksulluÄŸunu kabullenir. Ona göre gerçek bir yazar bir yapıtını yayıncılar için deÄŸil kendisi için yazmalıdır. Yayıncılar duygunun ve sevginin düşmanlarıdır.Martin bir gün niÅŸanlısı Ruth’a yazdığı ÅŸiiri dostu Brissenden’e okur. Brissenden’in yorumu şöyle olur: “Sen de tuttun bu muazzam “AÅŸk Åžiirlerini†şu yoluk, kuru diÅŸiye yazdın!†(s.304)Ve ekler: “Bana anlatamazsın. Biliyorum ben. Güzellik seni incitiyor. Bu senin için de edebi bir acı, iyileÅŸmeyen yara, ateÅŸten bir bıçak. Ne diye dergilerle kendi kendini aldatacaksın. Bırak hedefin güzellik olsun. Ne diye altın sikke haline getiresin güzelliÄŸi? Dergileri bin sene okusan da içinde gerçek bir dize göremezsin. Şöhreti ve parayı bir kenara bırak, yarın derhal tayfa yazıl, bin gemiye ve denize dön. (s.304)Jack London’ın yapıtlarının en belirgin bir baÅŸka özelliÄŸi de hiç kuÅŸkusuz düşünce geniÅŸliÄŸi / derinliÄŸi ve olgunluÄŸudur. Hayatını yaÅŸadığı gibi anlatmayı seven yazar, ÅŸiir gibi sonsuz sınırlar içinde ele alıyor insan ruhunu Martin Eden’de olduÄŸu gibi.Günlerce haftalarca dergilere öykülerini ÅŸiirlerini satmak için açlıkla mücadele eden Martin Eden, öykülerini satamadığını anlayınca artık yazmamaya karar verir. Tam da o zaman edebiyat dünyası kapılarını ona açar. Kısa bir süre sonra da hem ünlü hem de zengin olur. Ona kapısını kapatan baÅŸta sevgilisi Ruth olmak üzere herkes ona geri döner.Martin Ruth ile arasındaki aÅŸkın gerçek olmadığını anladığı anda hiç olmadığı kadar yalnız hisseder kendisini. Ruth’u hayalindeki gibi sevdiÄŸini, aslında onu hiç tanımadığını fark eder. VaroluÅŸsal boÅŸluk ve anlamsızlık hayatla onun arasına girer./Archive/2021/3/24/172137605-kapak.jpgJACK LONDON: “MARTIN EDEN BENDÄ°M!â€O basit insanların yüreklerindeki cömertliÄŸi aÅŸağıladığı için kendisini de aÅŸağılar. Bu yüzden kendisine zor günlerinde yardım eden dostlarının hayallerini tek tek gerçekleÅŸtirir. BireyciliÄŸe duyumsadığı nefret yaÅŸama sevincinin önüne geçer. GideceÄŸi adres mavi dalgalar olacaktır; çünkü o denizlerin bıçkın çocuÄŸudur; en önemlisi de deniz ona hiç ihanet etmemiÅŸtir. O da hayattan aldığı yaraları sarmak amacıyla kendisini mavi denizin kucağına bırakır.Kırk yıllık kısa ömrüne elliden fazla kitap ve dünya edebiyatına baÅŸyapıtlar kazandıran Jack London’ın Martin Eden’e dair görüşlerini anımsarsak yapıtı daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Jack London kendi yapıtı hakkında bu açıklamayı yapmıştır:“Martin Eden için neden biraz üzülmeyeyim? Martin Eden bendim. Martin Eden bir bireyci idi bense sosyalist. Ä°ÅŸte bu nedenden ben yaÅŸamaya devam ediyorum. Ve iÅŸte bu nedenden Martin Eden öldü. Bu kitap bireyciliÄŸe bir saldırıdır. Martin Eden baÅŸkalarının ihtiyacının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. Hayalleri kaybolduÄŸunda uÄŸrunda yaÅŸayacağı hiçbir ÅŸey kalmaz.â€Evet, hepimiz yaÅŸamak için hayallerimize sahip çıkalım.
Bedriye Korkankorkmaz
‘Özgür iradeyle gelinen nokta hiç de parlak değil!’
Bir yanda Gezi direnişinin son günlerinde fiziksel bir travma yaşayıp yaşamı altüst olan aktivist bir avukat; diğer yanda 12 Mart’ın karanlık günlerinde cuntanın gazabından kurtulmak için ülke dışına kaçmaya çalışan bir gerilla... Ve onları birleştiren bir günlük... Tüm bunların ötesinde, bir kıyı kasabasında kendini ele vermeye başlayan, yaşama ve evrene dair kadim bir gizem... Burak Eldem’in Tavuskuşu Güncesi (Doğan Kitap), ürpertici labirentleriyle “gerçeklik†kavramını sorgulatan sarsıcı bir roman.
/Archive/2021/3/24/171751200-ic1.jpg‘MİTOLOJİ VE JUNG FELSEFESİ TUTKUM’- Romanlarınızda efsanelerden, dinlerden, mitolojiden yararlanıyorsunuz. Onları eksene alıyorsunuz. Tavuskuşu Güncesi’nde yine aynı kaynaklardan beslenseniz de olay örgüsünde ağırlıklı olarak 12 Mart dönemi, Fatsa direnişi, Gezi direnişi gibi yakın tarihimizin politik olaylarından yararlanıyorsunuz.Hafızalarda bu kadar taze olayları bilimkurgu ya da fantastik sayılabilecek bir roman örgüsüne oturtmak sizin için zor oldu mu?Mit, sembol ve arketipler, insanoğlunun kolektif bilinçdışında binlerce yıldır birikmiş, paylaşılan kültürün belki de en çarpıcı unsurlarını içeriyor ve bu anlamda uçsuz bucaksız bir derya.Kendimi bildim bileli hem bu deryayla, hem de onunla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu düşündüğüm Jung psikolojisiyle yakından ilgileniyorum.Bu nedenle, romanlarıma o kaynaktan su taşımayı çok sevdiğimi söyleyebilirim. Diğer romanlarım Seni Tılsımlar Korur ve Günbatımı Fandango’da da aynı esintilerden yararlanmıştım. Elbette bu bana özgü bir durum değil; günümüz yazarlarının bir çoğu aynı deryadan farklı biçimlerde destek alıyor anlatılarını oluştururken.Tavuskuşu Güncesi’nde böylesi renkler taşıyan bir hikâyeyi anlatırken, bunun zeminine yakın geçmişin "reel" kesitlerini içeren bir doku yerleştirdim.12 Mart, Fatsa ve Gezi, geçen elli yılın belirleyici kırılma noktaları olmakla kalmıyor. Toplumsal bellek ve yaşadığımız dönemin resmi üzerinde bugün hâlâ süreğen durumdaki güçlü etkilere sahip. Bu dokudan oluşan zeminle, onun üzerinde akıp giden fantastik hikâyeyi kaynaştırmakta hiç zorlanmadım. Umarım, okurlar da keyif alırlar.- Metin karakteri hepimizin çok yakından tanıdığı insanlardan izler taşıyor. Bir karakteri yaratırken çevrenizdekilerden, tanıdığınız insanlardan esinlendiğiniz oluyor mu?Roman karakterleri genellikle bellekte kalmış anı ve gözlemlerden de belli oranda beslenerek biçimlenirler ve yazarın düşgücüyle son biçimini alan kurmaca figürleridir. Benim romanlarım için de geçerli bu durum.Tavuskuşu Güncesi’nin ana karakteri avukat Metin, tanıdığım birkaç avukat dostumun her birinden küçük kesitlerin bir araya gelmesiyle iskeleti oluşmuş, kompozit bir kahraman. Ama elbette o iskeletin üzerinde bütünüyle benim kurguladığım bir özgeçmiş ve kişilik var.İlk romanım Seni Tılsımlar Korur’daki Eser'le birlikte, oluştururken en çok heyecanlandığım ve keyif aldığım karakter diyebilirim Metin için./Archive/2021/3/24/171805294-ic2.jpg‘KARŞITLIKLAR KESKİNLEŞECEK!’- İnsanları gerektiğinde koruyup kollayan, onlara kadim bilgileri öğreten Gözcüler gerçekten var olsaydı bugün nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?Muhtemelen böyle bir dünya olmazdı, içinde yaşadığımız. Ama Tavuskuşu Güncesi’ndeki dünya, başlangıcıyla ilgili fantastik spekülasyon dışında, tümüyle içinde yaşadığımız ve "bildiğimiz dünya". İnsanlarıyla, kurumlarıyla, siyasi otoriteleriyle, yaşanan acılarıyla...Yani pek de öyle insanlara bilgi aktaran ya da koruyup kollayan Gözcü'ler yok. Tam tersine, doğal akışın sürmesi ve hayatın akışını insanların "özgür irade"sinin belirlemesi gibi bir eğilim var. Zaten romanda sorgulanan da, bu özgür iradeyle binlerce yıllık tarih içinde gelinen noktanın pek de parlak olmaması.- Tavuskuşu Güncesi’ndeki gibi iki karşıt grubun varlığı gerçekte de sürüyor aslında. Mesela iyiler-kötüler gibi. Siz bu grupları ne olarak tanımlardınız?Mevcut resmin böylesi bir çift kutupluluktan daha karmaşık olduğunu düşünüyorum ama bir yönüyle haklısınız, bunu çağrıştıran bir gerilim ve çekişmeye de indirgenebilir durum.En azından, belli insani değerler üzerinden bakarak ayrışmanın taraflarını belirleme ihtiyacı duyuyoruz hepimiz zaman zaman. Ben buna vicdanlılar - vicdansızlar eksenini önerebilirim belki. Adalet ve sağduyu kavramlarını yitirmiş olanlarla, bu değerleri yaşatmaya çalışanların gerilimi gibi.Ya da bireysel çıkarları her şeyin üzerinde tutup, onları korumak için her türlü zorbalığa başvurabilecek olanlarla, bireyin mutluluğuna engel getirmeyen kolektif çıkarları gözetenler arasındaki gerilim de diyebiliriz. Bakış açısına ve durduğumuz noktaya göre farklı eksenlerdeki çift kutupluluklara işaret edebiliriz.Ama sonuçta bir şey çok net: Dünya artık böyle devam edebilecek gibi değil ve bu yüzden karşıtlıklar daha da keskinleşecek. Nereye kadar? Hiçbir fikrim yok.- Ezoterik metinleri, kadim bilgileri, sembolleri seviyorsunuz ve onlardan ilham alıyorsunuz. Nasıl başladı bu merakınız?Mitoloji benim çok eski tutkum. Aslına bakarsanız, erozyona uğrayıp izleri büyük oranda silinmiş kadim kültürlerden kalan tortuları kurcalamaya, kendimi bildim bileli ilgi duyuyorum.Diğer yandan, Jung'un dediği gibi, mit ve sembol külliyatındaki unsurların birçoğunun ortak bilinçaltımızı oluşturduğuna ve hepimizin farkında bile olmaksızın zaman zaman o kaynaktan güçlü etkiler aldığımıza inanıyorum.Hiçbiri boş yere, laf olsun diye üretilmemiş; her birinin altında farklı anlam ve yorumların bulunabileceği, son derece zengin bir kaynaktan söz ediyoruz. Bir yazar için görmezden gelinemeyecek kadar güçlü ve ışıltılı malzeme içeriyor yani. Bu nedenle benim için de çok değerli.‘MESAJ KAYGIM HİÇ OLMADI’- Tavuskuşu Güncesi’yle vermek istediğiniz bir mesaj var mı?"Mesaj" gibi bir kaygım hiç olmadı. Kurmaca yapıtların birincil ve vazgeçilmez işlevinin okura güzel zaman geçirtmek olduğuna inanıyor ve öncelikle onu sağlamaya çalışıyorum. Bunu yaparken, eğer her bir okurun kafasında bazı soru işaretleri yaratmayı ve meraklandırmayı da başarabilmişsem, ne mutlu bana.Elbette belli bir dünya görüşüm var, "taraf" olduğum eksenler var. Bunlar ister istemez anlatının içinde kendini hissettirebiliyor bazen ama "mesaj" gibi bir amaç asla yok. Asıl mesaj, okurun kitabı bitirdikten sonra hissettikleridir diye düşünüyorum. Umarım bu anlamda okurun zihninde iz bırakmayı becerebilmişimdir.Burak Eldem / Tavuskuşu Güncesi / Doğan Kitap / 512 s. / 2021.
Alin Kayalar
Bilimin hüzünlü bir hikâyesi
Felekleri Temaşa-Takiyüddin & Dar-ü’r Rasad-ül Cedid (Verita Kitap), Akarsu’nun kitaplaştırılmış oyunlarının sekizincisi. Kitaba ismini veren üç perdelik müzikal, 16’ıncı yüzyılın sonlarında İstanbul’da kurulan fakat bağnazlığa yenik düşerek havaya uçurulmuş Takiyüddin’in rasathanesinin başına gelenleri anlatıyor. Bağnazlık ve fanatizmin tarih boyunca Osmanlı bilim potansiyelini nasıl heba ettiğini başarıyla ortaya koyuyor.
/Archive/2021/3/24/171347734-ic1.jpgRASATHANENÄ°N HAZÄ°N HÄ°KÂYESÄ°Verita Kitap’ın Küçük Yayıncı dizisinden yayınlanan “Felekleri TemaÅŸa-Takiyüddin & Dar-ü’r Rasad-ül Cedid†isimli tiyatro kitabı romancı Hikmet Temel Akarsu’nun kitaplaÅŸtırılmış oyunlarının sekizincisidir. Kitapta üç oyun yer alıyor.Bunlardan birincisi bilim insanlarının büyük kalp aÄŸrısı olan astronom Takiyüddin’in öyküsüne odaklanmış. Ä°kincisi “Çalınan Tez†ise akademik ortamlarda sık sık rastladığımız intihal ve istismar olaylarına atıf yapıyor. Üçüncü oyun ise bir Ömer Seyfettin uyarlaması; “Asilzadeler†dir.Hikmet Temel Akarsu sıra dışı bir romancı ve öykücü olarak da tanınmış olsa da son dönemde arka arkaya yayınladığı tiyatro eserleri dikkat çekmekte. Tiyatro oyunlarının 15 tanesi Devlet Tiyatroları repertuarına kabul edilmiÅŸ olsa da bir Ömer Seyfettin uyarlaması olan Asilzadeler dışında bugüne kadar hiçbiri sahnelenmemiÅŸ. Bundan dolayı olmalı ki yazar tiyatro eserlerini “Bütün Oyunları†baÅŸlığı altında yayınlamaya baÅŸlamış.Yazarın “Bütün Oyunları†serisinden yayınlanan eserlerin sonuncusu “Felekleri TemaÅŸaâ€.DiÄŸer kitaplaÅŸmış oyunlar; “Osmanlı Sefiriâ€, “Çariçe’nin Fendiâ€, â€Yunus Emreâ€, “Malazgirt: Özgürlerin Kaderiâ€, “Teolojik Dörtlüâ€, “Rant Rezidans: Neo-Liberal ÇaÄŸ Satirleri†ve“Yurtdışı Sevdasıâ€dır. Teolojik Dörtlü’de dört tragedya, Rant Rezidans ve Yurtdışı Sevdası’nda üçer oyunun yer aldığını bu arada belirtelim.Son çıkan cilt olan “Felekleri TemaÅŸaâ€ya adını veren oyun üç perdelik bir müzikal olup bilim tarihimizdeki dramatik bir hikâyeyi konu edinmektedir. BilindiÄŸi üzere Ä°slam’ın ilk dönemlerinde astronomi çalışmaları büyük önem taşımaktaydı./Archive/2021/3/24/171358281-kapakic2.jpgÄ°slam âlimleri astronomi gözlemleri ve gezegen teorileri konularında büyük baÅŸarılar elde etmiÅŸlerdi. Ä°slam’ın önemli kentlerinden Åžam, BaÄŸdat, ve Semerkand’da rasathanelerde döneminin çok ilerisinde astronomlar yetiÅŸti ve çok sayıda astronomi eseri verildi.Ä°slam biliminin bu alanda bir ekol oluÅŸturduÄŸu rahatlıkla söylenebilir. Ancak ilerleyen asırlarda aynı baÅŸarıyı göstermek bir yana bilimsel alandaki üstünlük hazin bir ÅŸekilde kaybedildi.“Felekleri TemaÅŸa†Batı karşısında bilimsel üstünlüğü kaybetmemize neden olan anlayışlardan birini temel alıyor. 16’ıncı yüzyılın sonlarında Ä°stanbul’da kurulan fakat taassuba yenik düşerek berhava edilen Takiyüddin’in rasathanesinin başına gelenleri anlatıyor.BilindiÄŸi üzere 1575 yılında Ä°stanbul’da müneccimbaşılığa atanan Takiyüddin El-RaÅŸid adlı Åžam doÄŸumlu Türk bilim adamı tarafından kurulan “Dar-ü’r Rasad-ül Cedid†adlı rasathane, Osmanlı astronomi geleneÄŸini oluÅŸturması için iyi bir fırsat olmasına raÄŸmen uzun ömürlü olamamıştır.“Felekleri TemaÅŸa†adlı üç perdelik müzikal iÅŸte bu rasathanenin hazin hikâyesinden yola çıkarak kaleme alınmış. Rasathaneyi kuran Åžam doÄŸumlu Takîyüddîn El RaÅŸid’in matematik ve astronomi baÅŸta olmak üzere birçok alanda araÅŸtırmaları vardır.Özellikle trigonometri alanındaki çalısmaları oldukça önemlidir. Açık kaynaklarda da görebileceÄŸimiz gibi Takiyüddin’in çaÄŸdaşı, 16. Yüzyılın ünlü astronomu Kopernik (1473-1543) sinus fonksiyonunu kullanmamıs, sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjanttan söz etmemistir; oysa Takîyüddîn bunların tanımlarını vermis, kanıtlamalarını yapmıs ve cetvellerini hazırlamıştır./Archive/2021/3/24/171408515-ic3.jpgHikmet Temel Akarsu’nun kaleme aldığı Felekleri TemaÅŸa adlı müzikalde münecimbaşılığa atanan Takiyüddin, Veziriazam Sokollu Mehmet PaÅŸa (1565-1579) ve Hoca Sadettin Efendi’nin himayelerinde III.Murad’a (1574-1595) takdim edilerek, Istanbul’da bir rasathane kurması için görevlendiriliyor. Ancak eÅŸzamanlı olarak saray ve siyaset entrikaları da devreye giriyor. Çünkü Ä°slam’ın altın devirlerinde bilimi destekleyen kültürel iklim yerini taassubun koyu karanlığına terk etmiÅŸtir artık.Neticede, toplumu güdüleme yetisini elden çıkarmak istemeyen bu kesimlerin kışkırtması ile Sokollu gibi aydın bir Veziriazam’a raÄŸmen rasathane topa tutularak yok edilir. Bahaneler de hazırdır: Ä°stanbul’da 1577 yılında kuyruklu yıldız görülmüş, 1578 veba salgını baÅŸgöstermiÅŸ, Ä°ran seferi baÅŸarısızlıkla sonuçlanmış vesaire vesaire: Kısacası rasathane uÄŸursuz gelmiÅŸtir!Taassubun yürüttüğü entrikalar üstün gelir ve rasathane hakkında türlü söylentiler yayılır. Bunlar arasında rasathanede meleklerin bacaklarının seyredildiÄŸi gibi inanılması güç iftiralar da vardır. Bu nevi baskılar sonucu, Sultan III.Murad, 22 Ocak 1580 yılında Kaptan-ı Derya Kılıç Ali PaÅŸa’ya verdiÄŸi fermanla, rasathaneyi denizden topa tutturarak, bütün gözlem araçlarıyla birlikte ortadan kaldırmıştır.Eserde bu hadiseler, bir aÅŸk öyküsü çevresinde, duygusallık ve hayıflanma ile; Sokollu gibi ilerici ve aydın bir Veziriazam’a saygı duruÅŸunda bulunularak ustalıklı bir entrika ile kurgusallaÅŸtırılmaktadır. Finaldeki epilogda ise bilim yolunda uÄŸraÅŸ veren devlet büyüklerine övgüde bulunulmaktadır./Archive/2021/3/24/171422749-ic4.jpgBAÄžNAZLIK, FANATÄ°ZM VE GERÄ°LEME!Bilim tarihine Türklerin yaptıkları katkıları göstermekte, Takiyüddin’in teknoloji tarihindeki yeri çok önemlidir. Fakat rasathanenin yok edilmesi, Osmanlılarda bilimsel çalışmalara, bilhassa da astronomi çalışmalarına büyük sekte vurmuÅŸtur.Oysa aynı esnada Takiyüddin’in çaÄŸdaşı Kepler Avrupa’da Brahe’nin gözlemelerini kullanarak, astronomide yepyeni ufuklar açmıştır. Hazin olan ÅŸu ki Osmanlı’yı çöküşe götüren süreci belki de en sarih bir ÅŸekilde betimleyen olay ve bir anlamda dönüm noktasıdır bu.Bilim tarihi göstermiÅŸtir ki Osmanlı’nın gerilemesi ve yıkılışı bilim ve sanatta geri kalması ile yakından ilgilidir. Aslında Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun bilimsel önderlikte sorumluluÄŸu diÄŸer Ä°slam ülkelerine göre daha fazlaydı.Zira On altıncı yüzyıldan itibaren Avrupa ile irtibat halindeydi ve yeniçağın geliÅŸmelerinin ve bilimsel devrimin farkında olup yarışta geri düşmemenin çaresine bakmak zorundaydı.Ancak ne yazık ki Osmanlılar kültürel aidiyet ve kimliklerini üstün görerek Hıristiyan dünyasındaki bilimsel geliÅŸmelere merak duymadılar. Tarihimizdeki özgür düşünce ve bilimle ilgilenen ÅŸahsiyetler de toplumdaki taassuba ve fanatizme karşı verdikleri mücadeleyi tıpkı Takiyüddin gibi kaybettiler.Hikmet Temel Akarsu “Felekleri TemaÅŸa†tiyatro oyunuyla taassup ve fanatizmin tarih boyunca Osmanlı bilim potansiyelini nasıl heba ettiÄŸini vurgulayan, tarihsel yanlışlarımızı ortaya koyan bir projeksiyon yapmayı baÅŸarmıştır.Tiyatro sahnelerinde yerli yazar oyunlarının artması kültürel hayatımızda önemlidir .“Felekleri TemaÅŸa†adlı müzikal oyun bilim tarihimizin en önemli kırılma olayını ve bilimsel geliÅŸimin akamet uÄŸramasını yer yer mizahî, yer yer hüzünlü, yer yer hayıflanan bir dille aktarıyor.Bu tarz basılı eserler; tiyatro yönetmenlerinin ve sahne sanatıyla uÄŸraÅŸanların ilgi alanı dışında; tiyatro eseri okuma isteyen okuyucuya da imkân sunmaktadır. Bu tür eserler pazar ÅŸansı düşük fakat kültürel deÄŸeri yüksek eserlerdir. “Felekleri TemaÅŸa†tiyatro oyunu hem konusu hem diliyle okuyucunun ilgisini çekecek edebi yetkinliÄŸe de sahiptir.Kitabın edisyonu; küçük boyutlu, okuma hazzı veren, yazılı ve görsel estetik taşıyan, sanatsal dokunuÅŸlu biçimselliktedir. Son sayfalarda yer alan “Küçük Yayıncı’ya Dair 7 Ölümcül Sevap†manifestosuyla, numaralı, yazar imzalı haliyle de koleksiyon kitabı olmayı hak ediyor.
Nevnihal ErdoÄŸan
Rus Devrimi; 1917
Politik okumalara merak duyan herkesin âşina olduÄŸu Rex A. Wade, “Rus Devrimi 1917â€de kronolojik olay anlatımının yanı sıra, sosyo-ekonomik sınıfları, cinsiyetleri ve fikirleri ayrı baÅŸlıklar altında inceliyor. Bu baÅŸarılı sınıflandırmalar ve baÅŸlıklar, Rus Devrimi’nin çeliÅŸkili ve karışık yapısını anlamamızı saÄŸlıyor.
/Archive/2021/3/24/171106517-ic1.jpgDevrim, yaşayan her insanın bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tanımlamayı başardığı nadir olgulardan biri: Başlangıç, özgürlük, diz çökmemek veya hak edilmemiş statüleri hak etmeyenlerin elinden almak... Bu tanımların aklımıza saldığı genelde basit, olumlu ve güçlü bir anlamdır fakat devrim bir insanlık hareketidir ve insanın olduğu yerde hiçbir şey basit değildir.Ülkelerin devrim hikâyeleriyle tanışmamız çoğu zaman gençliğimize denk gelir. Modern zamanın destanı olarak anlatılan devrim hikâyelerinin denklemi akla yatkındır: Zor zamanlar geçiren halk, doğru yerde ve doğru zamanda güçlü bir lider, savaş ve mutlak özgürlük.Bu basitlik ve kesin sonuç bize -nedense- devrimler hakkında donanımlı ya da donanımsız konuşma özgürlüğünü verir. Ancak bu özgürlük, aslında devrimleri anlamayı engelleyen en büyük faktörlerden biridir. Gerçekte devrimler, içerisinde binlerce somut gerçek ve neden-sonuç ilişkisi barındıran uzun süreçlere yayılmış olgulardır.Şüphesiz dünya tarihinde bu devrimlerin en bilineni, kişiler ve örgütler tarafından örnek alınanı Rus Devrimi’dir. Ancak Rus Devrimi, ikonlaşmış liderlerine ve bilinirliğine rağmen en anlaşılmamış devrimlerden biridir. Hakkında ciddi bir okuma yapmayı ve araştırmayı gerektiren bu tarihî olay, çoğu zaman bir sözlü kültür örneği gibi sadece dillerde kalmış ya da yetersiz bildirilerin konusu olmuştur./Archive/2021/3/24/171119876-ic2.jpgROMANTİKLİĞİ AŞAN BİR DİLRus Devrimi’ni konu alan birçok kaynak mevcut elbette ancak bunlar içerisinde Rus Devrimi 1917 şüphesiz ayrı bir yer tutuyor. Politik okumalara merak duyan herkesin âşina olduğu Rex A. Wade, çalışmasında kronolojik olay anlatımının yanı sıra sosyo-ekonomik sınıfları, cinsiyetleri ve fikirleri ayrı başlıklar altında inceliyor.Bu başarılı sınıflandırmalar ve başlıklar, Rus Devrimi’nin çelişkili ve karışık yapısını anlamamızı sağlıyor. Çünkü Rus Devrimi konusunda en çok yanılgıya düştüğümüz noktalardan biri, halkı “bir anda†her şeyden bıkmış ve ayaklanmış bir bütün olarak görmemiz.Hâlbuki halk devrim sürecinde dolaylı yollardan ortak paydada buluşan parçalar hâlindedir. Hatta bu parçaların devrimden anladığı ve beklediği şey, bazen diğer parçaların yok edilmesidir.Rusya’da bir sarmal olarak yaşanan devrim süreci boyunca bu topluluklar, mutlak özgürlük hayallerini, antitezlerini oluşturan toplulukların yıkılışı üzerine kurmuştur. Fakat bu keskin farklılıklara rağmen bir “halk†olarak adlandırılmış ve eski düzeni yıkan bir halk devrimi yapmışlardır./Archive/2021/3/24/171128454-ic3.jpgBu halkı oluşturan toprak ağalarıyla köylülerin, çocukları aç kalıncaya kadar açlık nedir bilmeyen zenginlerle sömürülenlerin aynı potada erimesi romantiktir ama romantiklik, bu karmaşıklığı çözmez ve objektiflik sağlamaz. Wade’in çalışması, zora kaçmayan diliyle tam da bizim için gerekli olan bu objektifliği sağlıyor ve karmaşıklığı anlaşılabilir bir hâle getiriyor.Rus Devrimi 1917, sade ve anlaşılır yapısı sayesinde Rus toplumuyla empati kurmamızı kolaylaştırıyor. Bugün, bir devrim söz konusu olduğunda neredeyse yok saydığımız köylülerin, askerlerin, azınlıkların ve kadınların, devrim sürecinde yerinin yadsınamazlığını kitabı okudukça fark ediyoruz./Archive/2021/3/24/171139517-ic4.jpgDEVRİM’İ YORUMLAMAKWade’in ajitasyona kaçmayan dili sayesinde, çoğumuz için “pembe bir rüya†ve umut olarak tariflenen devrimin Ruslar için açlık, ölüm ve öfkeden doğan bir gerçeklik olduğunu anlıyoruz. Ancak bu çalışmanın kusursuz dengesi sayesinde, devrimin insanlar için pembe bir rüya olmasa da kızıl bir rüya olduğu süreçleri de görebiliyoruz.Açlıkla, sömürüyle ve savaşla boğuşan insanların, Şubat Devrimi’yle beraber sembolizmi en verimli seviyede kullanışını, sanat dallarının devrim odaklı olmayı şevkle kabul etmesini, toplumun satırlarda bile hissedebildiğimiz bir kızıla bürünmesini coşkuyla okuyoruz. Kitabın dengesi ve kazandırdığı perspektif, onu diğer kaynaklara nazaran daha samimi kılıyor.Kitap, çoğu sol fraksiyonun Rus Devrimi’ne ve bu devrimin liderlerine bakış açısını eleştirebilmemiz için de sağlam bir zemin oluşturuyor./Archive/2021/3/24/171147564-kapakic5.jpgÇalışma sayesinde, fraksiyonlar içinde âdeta bir fetiş unsuru hâline getirilmiş Vladimir Lenin’in yanı sıra Yuli Martov, Leon Troçki, Mark Natanson ve Maria Spiridonova gibi liderleri tanıma, bu liderlerin devrim sürecindeki yerini gözlemleme imkânı buluyoruz. Hâlbuki bu insanların liderlik ettiği topluluklar sol fraksiyonların içinde şakayla karışık bir hakaret olarak kullanılıyor.Yine bir fetiş unsuru hâline getirilmiş bolşevizmin 1918’den itibaren tercih ettiği diktatoryal devlet anlayışı, “olması gereken†diye adlandırılıyor ve eleştiriye kapatılıyor. Maalesef mevcut tutum ve geçiştirme, bugün devrime çok çarpık bir bakış açısıyla yaklaşmamıza neden oluyor./Archive/2021/3/24/171154954-ic6.jpgGünümüzde Rus Devrimi’ni yorumlamak için atılan en yanlış adımlardan biri, kanımca bu devrimi ikonlaşan liderlerin başarısı olarak görmek. Hâlbuki devrim, ne toplum ne de sol fraksiyonlar için sadece kendilerine bahşedilecek bir başarı.Aynı amaç uğruna oluşan onlarca farklı grup, dinamiği sürekli değişen liderler, devrime çok başka motivasyonlarla yaklaşan gruplar birbirinden ayrı düşünülemeyecek büyük parçaları ve devrimin kendisini meydana getirmiştir.Bu parçaları birleştirmek ve bir devrimi anlayabilmek, insanın en güçlü kültürel refleksi okumaya ve manevi refleksi empatiye bağlı; bu manada Rus Devrimi 1917 bu iki refleks için de doyurucu bir tercih olacaktır.Rus Devrimi; 1917 / Rex A. Wade / Çeviren: Ergin Özler / İletişim Yayınları / 360 s.
Büşra Uyar
Mansur Yavaş: Makam araçlarını sattım, belediyeye minibüsle gidip geliyorum
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, belediyeye ait makam araçlarını sattıklarını belirterek, “Belediyeye minibüsle gidip geliyorum. Ben minibüs kullanmayı tercih ediyorum. Makam arabası sevmiyorum. Yabancı makam arabalarının hepsini sattık†dedi.
Haber Global'de Candaş Tolga Işık'ın sunduğu Az Önce Konuştum programının bu haftaki konuğu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş oldu.Programdan öne çıkanlar: -Seçim kazandığımız zaman zafer kazanmış olmayacağız demiştik. Çünkü karşımızda düşman yok. Dolayısıyla siyasete girmeden tüm Ankara'yı kucaklayarak adil bir şekilde hizmet yapmaya çalışıyoruz. Onun dışında çok televizyona çıkmayı da gerekli görmüyoruz. Pandemi de bunda son derece etkili oldu. Tarzımız öyle, bunu planlı bir şekilde yapmıyoruz. Ankara bizi neden seçti, hizmet edelim diye seçti. Biz de aynen devam ediyoruz. MANSUR YAVAŞ'IN TWİTCH HESABI-Şunu kabul etmemiz lazım. Çocukların ayrı bir dünyaları var. İnternet, oyun bununla büyüyorlar. Dolayısıyla konuşulan bir z kuşağı vardır. Bunlarda kendi kendilerine vakit geçiriyorlar. Birbirleriyle tanışmasalar da. Pelin diye bir kızımız var fenomen. Bakıyorum twitterdan mesaj geliyor. Bir fotoğraf koymuş, sol omzuma oturmuş bana bakıyor. Sağ omzuma koymuş bana bakıyor. Eğilmiş bana bakıyor. Beni gör der gibi. Gördük bizde onu. -Pelin aracılığıyla Twitch'i duyduk. Daha sonra bizim sosyal medya ekibi de onu fark etti. Daha sonra da katıldık. Pelinle siyasetçi gibi değil de günlük konuştuk. Ne yapıyorsun, gününüz nasıl geçiyor? gibisinden. Şimdi de twitterdan takip ediyorum. -360 bin civarında anlık izleyen oldu. 20 bin lira topladı Pelin. Onu da Yeşil Ankara Projesine bağışladı. -Ankara'nın 5 yerinde ağaçlandırma yapıyoruz. Buna da halkın katılmasını sağlıyoruz. Böyle bir kampanya yapıyoruz. SOSYAL MEDYADA KULLANIMI-1994'den beri bilgisayar kullanıyorum. Belediye Başkanı seçildikten sonra o animasyonu yapan arkadaşlar sarı siyah yapmışlar bordürleri. Bizde şehre girişte birkaç deneme yaptık. Siyah-beyaz kırmızı-beyaz falan, inanın telefon yağdı. Biz aynısını istiyoruz diye. O kadar etkilemiş. -Bizim insanımız hayal etmiyor. Ancak fotoğraf görürse hayal ediyor. -94'te sosyal medyada sohbet odaları vardı. Sen şunu yaz diyerek birilerini sıkıştırırdık. Edindiğin kanaat şu, o yıllarda da kimse birbirini görmeden sadece isimlerle internete giriyordu. Maalesef sosyal medya o zamanlardan, insanlar arasındaki dostluğu ortadan kaldıran, bölen, ayıran bir sistem haline geldi. -Belediyede de kullanıyorum. Birçok önerme yapıyorum. Bunun insanların hayatını kolaylaştırmakta da kullanıyorum. Sosyal medya ekibimiz genç bir ekip.-Tweet metni öncelikle bana geliyor. İçlerinden ben seçiyorum. Şunu tweet atın diyorum. Instagram'ı takip edemiyorum. Benim adıma sosyal medya ekibi takip ediyor. Diğer mecralarda da aynı şekilde. ANKARA'DA KAR ÖNLEMLERİ-Kar yağacağı zaman ben saatimi kurup 2-3 saatte bir yağış var mı deyip, AKOM merkezimiz var sürekli arıyorum orayı. Ne yapıyorsunuz, hazır mısınız diye... -Oradaki arkadaşımızın heyecanlanması yüzünden o gün kar topaklaştı. Öyle bir başarısızlık oldu. Çıktım sokağa belediyeye geliyorum. Bir tane kar aracı görmedim ben. Halbuki biz daha öncesinden kamyonların önüne bıçak yaptırmak suretiyle kendi lojistiğimizi artırmıştık. Yani böyle bir şey yaşanmaması gerekiyordu. Hemen soruşturdum, onunla ilgili ihmalleri de orada gördüm. Gereğini de yaptım. -Kar tuzlaması yapan araçların hepsine gps, kamera taktık. Kameralı araçlardan yolun o anki durumu görülüyor. Ankara'nın kartakip.com diye bir adresi var. Yolun durumunu görebiliyorsunuz, ne kadar yolun açık olduğunu görüyorsunuz. Biz bunları internet sitemize yüklüyoruz. -Araç sayısını daha da artıracağız. Yeter ki kar yağsın... ANKARA'DAKİ 1.5 YILLIK İCRAATLERİ -15 bin öğrenciye eğitimde fırsat tanıyorsunuz. Bunu görmek belediyeciliktir. Yine sosyal yardım alan ailelerin 30 bin öğrencisine ayda 10 gb 3 ay müddetle internet verdik ki bu çocuklar okusun diye. Belediyecilik budur. Ücretsiz verdik. -YKS'ye zam geldi. Aynı gün yardım alanların YKS ücretlerini biz ödedik. -Polatlı'nın suyu için 550 milyon liralık ihale yaptık. Bunlar aşağı yukarı 1, 1.5 milyon nüfusu ilgilendiriyor. -Mamak- Gölbaşı arasına bir hat değiştiriyoruz. 675 bin kişiyi ilgilendirecek. Oralarda su olduğu halde yükseklere su çıkmıyor. En az 200 küsur köyde kanal açıktan akıyor. Bunlar mikrop saçıyor, burası başkent.SOSYAL BELEDİYECİLİK ANLAYIŞI-Benim çılgın projem falan yok. Ben yüzde 3'ü bina olan Ankara'nın yüzde 97'si boş arazi olan Ankara'nın en az yüzde 50'sine tarım yapılabileceğini görüyorum. Teşvik ediyorum. Her yönüyle Ankara'da herkese bir şekilde dokunuyoruz. -Garsonları görüyoruz. 16 bin kişiye 3 ay müddetle 500+150 lira ekmek parası gönderdik. -Biz verdiğimiz sözleri yerine getiriyoruz. Reklam yapmıyoruz. Her yaptığımız projenin karşısına şu kavşak şu kadar liraya mal olmuştur diyoruz. Yaptığımız her şeyi şeffaf bir şekilde açıklıyoruz. İnternet sitesinde yaptığımız tüm harcamaları yayınlıyoruz. 1250 tane ihalemiz bugün youtube da canlı olarak yayınlandı. Bunları herkesten önce Türkiye'ye ben getirdim. -Benim en büyük projem Ankaralıyı zengin etmekti. Ve o kırsalda yaşayan insanlar bugün işlerini terkettikleri zaman kente geliyorlar. Şehirde ziraat yapacak, bahçıvanlık yapacak halleri de yok. Bunlar da çocukları da işsiz kalıyor. Ben tam tersine insanların köye dönmesini, onların köyünde daha ucuz su, daha ucuz elektrik kullanmak suretiyle oradan Ankara için bir şey üretmesini sağlıyorum. İHALELERİ CANLI YAYINLAMA FİKRİ-O da benim fikrimdi. Açık olacaksın. İnsanlara yalan söylemeyeceksin. Hataysa benim hatam diyeceksin. İyi yapıyorsanız da insanlar onu görecek. Çünkü biz memuruz. Ben kendi paramı değil insanların parasını harcıyorum. -Bütçe hazırlarken 550 tane kuruluşa yazı yazdık. Her şey internet sitemizde mevcut. -2 milyar 235 milyon lira borç ödedik bu arada. PANDEMİ SÜRECİNDE BELEDİYECİLİK -Pandemi nedeniyle insanlar toplu taşıma aracı çok fazla kullanmak istemedi. Dolayısıyla 2 milyarın üzerinde ulaşım sektöründeki özel otobüs ve dolmuşları sübvanse ettik. ELEKTRİKLİ OTOBÜSLER-Kendi otobüslerimizi elektrikliye dönüştürüp tekrar ulaşıma kazandırıyoruz. Ve normal elektrikli otobüsün çok çok altına yapıyoruz. Sadece bizim belediyemizin dönüştürülecek 400 tane otobüsü var. -Son 2 test kalmıştı benim bildiğim. Önümüzdeki aydan itibaren Sanayi Bakanlığından izin alındıktan sonra kullanıma sunacağız. 'MİNİBÜSE BİNİYORUM'-Makam araçlarımı sattım. Kendim minibüsle gelip gidiyorum. Sadece havaalanına giderken ve İstanbul'a gelirken Vakıfbank'a ait mercedes ile geldim. Makam araçlarını satarak 70 milyon civarında tasarruf ettik. 'BELEDİYE BİNASINDA RESMİM YOK'-Belediye binasında kendi fotoğrafımı yasakladım. Atatürk'ün fotoğrafı var, Cumhurbaşkanı'nın ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun fotoğrafı var. Benim yok.
cumhuriyet.com.tr
Cumhurbaşkanı Erdoğan, A Milli Takım'ı telefonla kutladı
Cumhurbaşkanı Erdoğan Spor Bakanı Kasapoğlu'nun telefonundan canlı olarak soyunma odasına bağlanarak teknik direktör Şenol Güneş ve takım kaptanı Burak Yılmaz ile konuştu.
/Archive%5C2021%5C3%5C24%5C235738173-cumhurbaskani-erdogan-a-milli-takimi-tebrik-etti_6.jpgCumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2022 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri G Grubu ilk karşılaşmasında Hollanda'yı 4-2 mağlup eden A Milli Takım'ı tebrik etti.A Milli Takım'ın Hollanda'yı 4-2 mağlup ettiği karşılaşmayı Gençlik ve Spor Bakanı Dr. Mehmet Muharrem Kasapoğlu ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank da takip etti. Bakan Kasapoğlu ile TFF Başkanı Nihat Özdemir maçtan sonra soyunma odasına inerek teknik direktör Şenol Güneş ve futbolcuları kutladı.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Bakan Kasapoğlu'nun telefonundan canlı olarak soyunma odasına bağlanarak teknik direktör Şenol Güneş ve takım kaptanı Burak Yılmaz ile konuştu. Tüm takımı en içten duygularla kutladığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu galibiyetin tüm Türkiye'ye büyük moral olduğunu vurguladı.
DHA
İspanyol basınından A Milli Futbol Takımı ve Burak Yılmaz'a övgü
İspanyol basını Hollanda'yı farklı yenen A Milli Futbol Takımı ve Burak Yılmaz'ı göklere çıkardı.
2022 Dünya Kupası Avrupa Elemeleri G Grubu'ndaki ilk maçında ağırladığı Hollanda'yı 4-2 mağlup eden A Milli Futbol Takımı, İspanyol basınından övgü aldı.Gazeteler, internet sitelerindeki haberlerinde, karşılaşmada hat-trick yapan Burak Yılmaz'ı öne çıkardı.Marca gazetesi, "Türkiye, Burak Yılmaz'ın hat-trick'i ile Hollanda'yı eziyor" başlığı altında, "Osmanlılar, Katar 2022'ye doğru yolculuğuna olabilecek en iyi şekilde başladı. Hollandalılar, 5. ölüm yıl dönümünde Johan Cruyff'u istedikleri gibi onurlandıramadı. Burak Yılmaz, hat-trick ile laleleri ezdi." ifadelerini kullandı."Yılmaz, Hollanda'yı yıkıyor." başlığını atan AS gazetesinde, "Lille takımının forvetinin hat-trick'i, 3-0 yenik durumdayken sadece maçın sonlarına doğru tepki veren Hollanda karşısında Türkiye'nin zaferini kolaylaştırdı. Portakallar maç boyunca topa sahip olma ve hız ilkelerine sadık kalsa da, bu eleme grubunda söyleyecek çok sözü olan büyük bir Türkiye karşısında yetersiz kaldı. Hollanda'nın günü değildi." yorumu yapıldı.El Mundo Deportivo gazetesi ise, "Türkiye'ye liderlik eden takım kaptanı Burak Yılmaz, Hollanda karşısında hat-trick yaparak kahraman oldu. Türkiye, grup maçlarına iyi bir başlangıç yaptı." görüşlerini aktardı.
AA
Avrupa patentli galibiyet
2022 Katar Dünya Kupası yolunda Hollanda'yı 4-2 yenen (A) Milli Futbol Takımımız büyük iş yaptı.
Tıpkı 2020 Avrupa Şampiyonası elemelerinin ilk maçındaki gibi..3 yıl önce Fransa'yı devirmiştik açılış maçında şimdi de Hollanda'yı; bir markayı..Teknik direktör Şenol Güneş ve öğrencilerini kutlamak gerek.Türk futbolunun kaotik ortamından uzak kalıp sadece işlerine odaklanmışlar belli ki!İşlerini yaptılar, 4 gollü bir zafer yaşattılar...Maça, geceye dönersek; sahadaki takım Avrupalıydı.Demek ki Şenol Güneş Hoca, hiçbir hesaba yer bırakmaksızın, uyumlu olabilecek formda isimleri seçmiş formayı vermiş.Trabzonsporlu kaleci Uğurcan'ı ve Fenerbahçeli Ozan Tufan'ı bir kenara bırakırsak , geriye kalan 9 kişi şu an Avrupa liglerinde forma giyen isimlerdi.Sağ bek Zeki Lille'de oynuyor, stoperler Ozan Kabak Liverpool, Çağlar Leichester; yani İngiltere. Umut Meraş Fransız havası kokluyor, orta alanda Okay Yokuşlu İspanyol futbolunun özelliklerini taşıyor, La Liga patentli. Yusuf Yazıcı Lille'in en değerlisi, Hakan Çalhanoğlu Milan'ın kalması için ikna etmeye çalıştığı bir 10 numara. Kenan Alman disiplininden geliyor, Burak Yılmaz'a Fransızlar, "Merci Bien.." diyor. Yani en az Hollanda kadar Avrupalıydı bizim çocuklar.Topu panik yapmadan rakibe bırakıp oynamasına izin verdiler. Rakibin top kayıplarını da Burak'ın önüne bıraktılar.Kral 3 gol attı. Üçleme yaptı. Hollanda'ya en fazla gol atanlar arasına girdi. Şu bir gerçek ki Türkiye'nin en iyi kontratak topçusu o.Hakan Çalhanoğlu'nun golüne hepimiz şapka çıkardık. Keza ilk yarıda çizgiden topu çıkaran Okay'a da.3-0 sonrası biraz sendeler gibi olduk, evet, ama bu takımın hata yapma kredisi var.Sonradan oyuna girenler Taylan, Caner, Enes, Kaan da Avrupalı 11'i bozmadı.Bozsalar zaten 3-3 biterdi maç, ama 4-2 bitti, Kral Burak rakibin umutlarını söndüren isim oldu...Evet, bu takımın Katar yolu açık.Çünkü ilk maçta grubun favorini deviriyorsanız, siz o finallere öyle ya da böyle gidersiniz. Bize bu sıkıntılı günlerde keyifli bir akşam yaşatan, hele hele Atatürk Olimpiyat Stadı'nda maç kazanan millilere binlerce kez teşekkür.
Arif Kızılyalın
Muş'ta şiddetli fırtına nedeniyle 50 evin çatısı uçtu
Muş'ta etkili olan şiddetli fırtına nedeniyle 50 evin çatısı uçtu, araçlarda maddi hasar meydana geldi, hasar tespit çalışmaları devam ediyor.
Muş Valisi İlker Gündüzöz, yaptığı açıklamada, etkili olan sağanak ve fırtına nedeniyle kent genelinde maddi hasar meydana geldiğini belirtti.Can kaybının yaşamadığını ifade eden Gündüzöz, şöyle konuştu:"Ekiplerimiz köy, belde ve şehirde inceleme ve araştırmalarına devam etmektedir. Şu ana kadar tespitimize göre, kentte 50 evin çatısı uçtu. Köylerde jandarma, AFAD, tarım teşkilatı başta olmak üzere zararı tespit etmeye çalışıyorlar. Bu sayı belki biraz daha artabilir. Devlet olarak her türlü tedbiri almış durumdayız. Fırtına, bazı ağaçların sökülmesine, çatıların uçmasına, hatta bazı konteynerlerin uçarak parçalanmasına neden oldu. Bazı araçlarda da maddi hasarlar söz konusu. Genel olarak Muş'ta ekiplerimiz incelemelerine devam etmekte. "Vatandaşlardan olumsuz hava koşullarına karşı tedbirli olmalarını isteyen Vali Gündüzöz, "Şu anda hayat normal, yağış yok. Muş'ta akşama doğru yer yer yağış bekleniyor. Hatta yüksek kesimlerde yağmurla birlikte karda bekleniyor. Vatandaşlarımızın hem rüzgara karşı hem de kuvvetli yağışa karşı duyarlı ve tedbirli olmasında fayda var. Ekiplerimiz 24 saat esasına göre sahadalar. Çok fazla sıkıntı olmayacak şekilde hasarlar meydana geldi. Vatandaşlarımız rahat olsun, yalnız tedbiri de elden bırakmasınlar." ifadelerini kullandı.
AA