Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 06.26.2024, 03:41 AM (GMT)

Özelleştirme fırtınası

Özelleştirme fırtınası Çal, Girlevik-2, Mercan, Koyulhisar, Dereiçi HES’leri de özelleştirme kapsamında. Bodrum Bitez, Ortakent, Türkbükü, Yalıkavak’taki taşınmazlar yeni imar planlarıyla satılacak. Kamunun elindeki termik santralların tamamına yakınını özelleştiren iktidar, şimdi de hidroelektrik santrallarını (HES) elden çıkarmaya karar verdi. Beş HES’i daha özelleştirme kapsam ve programına alan hükümet, bazı Hazine arsalarını da imar planlarını değiştirerek satışa çıkarıyor. Bu kapsamda Bodrum Bitez, Ortakent, Türkbükü, Yalıkavak’taki taşınmazlar da satılacak. Cumhurbaşkanlığı 2021 Yıllık Programı’nda özelleştirme portföyünde bulunan şirket ve varlıkların özelleştirilmesine devam edileceği, özelleştirme potansiyeli olan yeni şirket ve varlıkların portföye dahil edileceği belirtilmişti. Bu kapsamda Derbent, Çamlıca 1, Tortum, Çal ve Girlevik 2 hidroelektrik santrallarının özelleştirme hazırlık işlemleri tamamlanarak ihale ilanı için gerekli çalışmaların yapılacağı bildirilmişti. Şimdi bu santralların yanına yenileri de eklenmiş oldu.Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Denizli’deki Çal HES, Erzincan’daki Girlevik 2 ve Mercan santralları, Sivas’taki Koyulhisar HES, Kars’taki Dereiçi HES, “işletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirilecek. Bu santrallar tarafından kullanılan taşınmazlar da özelleştirme kapsamında olacak. Özelleştirme işlemleri 31 Aralık 2025 tarihine kadar tamamlanacak. SENDİKALAŞMAK ZORLAŞIYORBunun dışında özelleştirme kapsam ve programında bulunan çok sayıda Hazine arazisi ile Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’ye ait taşınmazlar hakkında plan değişikliği yapıldı. Özelleştirme kapsamındaki Hazine arazileri, Sümer Holding’e ait Didim Altınkum’daki taşınmazlar, Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’ye ait çeşitli taşınmaz ile yapıların satışları da onaylandı. Satılacak Hazine arazileri içerisinde Bodrum Bitez, Ortakent, Türkbükü, Yalıkavak’taki taşınmazlar da var.Özelleştirmelerle birlikte enerji işkolundaki sendikalı işçi sayısı da düşmeye devam ediyor. Enerji işkolunda toplam 241 bin 648 işçi bulunuyor. Bu işçilerin sadece 71 bini sendikalı. DİSK’e bağlı Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin, özelleştirilen yerlerde sendikalaşmanın kolay olmadığına dikkat çekti. Keskin, “Elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinde yaşadık bunu. Özelleştirme denilen şey işçilerin ücrette, haklarda kölelik koşullarında çalıştırılması anlamına geliyor. Güvencesiz çalıştırma anlamına geliyor” dedi.  Mustafa Çakır

Beşyıl sonra gelen yönetmelikle yetkili sendikaya da söz hakkıverilmiyor:İşçİnİn adıyok

Beş yıl sonra gelen yönetmelikle yetkili sendikaya da söz hakkı verilmiyor: İşçİnİn adı yok Hükümet, salgınla birlikte yoğun olarak kullanılan “uzaktan çalışmaya” ilişkin yönetmelik yayımladı. Son karar patronda! İktidar, İş Yasası’na 2016’da eklenen uzaktan çalışmanın nasıl olacağına ilişkin yönetmeliği yaklaşık 5 yıl sonra yayımladı. Salgın nedeniyle şu anda yoğun olarak kullanılan uzaktan çalışma ya da işyerinde çalışmada son karar işverene bırakıldı. Uzaktan çalışan işçi yeniden işyerinde çalışmak isterse işveren “değerlendirecek”. “Zorlayıcı sebepler” varsa işyerinde uzaktan çalışmaya geçilebilecek. Bu durumda işçinin talebi ya da onayı aranmayacak. Yönetmelikte işçinin yemek ücreti ve sosyal haklarına dair hiçbir düzenleme yer almadı. İşyerindeki yetkili sendikaya da söz hakkı verilmedi.  YAZILI SÖZLEŞMEYönetmeliğe göre uzaktan çalışmaya ilişkin iş sözleşmeleri yazılı olarak yapılacak. Bu sözleşmede işin tanımı, yapılma şekli, süresi ve yeri, ücret ve ücretin ödenmesine ilişkin konular, işveren tarafından sağlanan iş araçları, ekipman ve bunların korunmasına ilişkin yükümlülükler, işverenin işçiyle iletişim kurması ile genel ve özel çalışma şartlarına ilişkin hükümler yer alacak. Uzaktan çalışmanın yapılacağı mekân ile ilgili düzenlemeler iş yapılmaya başlamadan önce tamamlanacak. Ancak bu düzenlemelerden kaynaklanan maliyetlerin karşılanma usulü, işçi ile işveren tarafından birlikte belirlenecek. Burada maliyetin işverene bırakılmaması dikkat çekti. İşçinin mal ve hizmet üretimi için gerekli malzeme ve iş araçları, sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa işveren tarafından sağlanacak. Araçların işçiye teslim edildiği tarihteki bedelleri listelenecek. İşçinin imzaladığı liste özlük dosyasına konulacak. Uzaktan çalışmanın yapılacağı zaman aralığı ve süresi sözleşmede belirtilecek. Uzaktan çalışmaya geçen işçi, yeniden işyerinde çalışma talebinde bulunabilecek. Son kararı yine işveren verecek. Uzaktan çalışmanın mevzuatta belirtilen “zorlayıcı nedenlerle” işyerinin tamamında veya bir bölümünde uygulanacak olması halinde ise uzaktan çalışmaya geçiş için işçinin talebi de onayı da aranmayacak. Salgın “zorlayıcı neden” olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle salgın döneminde işveren isterse uzaktan çalışmaya geçebilecek.SOSYAL HAKLAR DÜZENLENMEDİ- Yönetmelikte yemek ücreti, sosyal haklar konusunda herhangi bir düzenleme yer almadı. İş Yasası’nda “Uzaktan çalışmada işçiler, esaslı neden olmadıkça salt iş sözleşmesinin niteliğinden ötürü emsal işçiye göre farklı işleme tabi tutulamaz” hükmü yer alıyor. Yasadaki bu hüküm uzaktan çalışmadaki işçinin en önemli güvencelerinden birisi olacak. - Çalışma saatlerinde değişiklik yapılabilecek. Fazla çalışma ise işverenin yazılı talebi, işçinin kabulü ile mevzuat hükümlerine uygun olarak düzenlenecek. Uzaktan çalışmada iletişimin yöntemi ve zaman aralığı işçi ile işveren tarafından belirlenecek.- İşveren, iş güvenliği önlemlerini almakla yükümlü tutulacak. - Yönetmelikte hangi işlerde uzaktan çalışma olamayacağı da belirtildi. Buna göre tehlikeli kimyasal madde ve radyoaktif maddelerle çalışma, bu maddelerin işlenmesi veya söz konusu maddelerin atıkları ile çalışma, biyolojik etkenlere maruz kalma riski bulunan çalışma işlemlerini içeren işlerde uzaktan çalışma yapılamayacak.- Kamu kurum ve kuruluşlarınca hizmet alımı suretiyle yani taşerona gördürülen işler ile milli güvenlik kapsamındaki işlerin hangilerinde uzaktan çalışma yapılamayacağı kamu kurum ve kuruluşunca belirlenecek.- İş ilişkisi doğrudan uzaktan çalışma sözleşmesi ile kurulabilecek veya halihazırda işyerinde çalışan işçinin iş sözleşmesi, işçinin ve işverenin anlaşması halinde, uzaktan çalışma sözleşmesine dönüştürülebilecek. İşçi yazılı olarak uzaktan çalışma talep edebilecek. Bunu işverene yazılı olarak bildirecek. Son kararı 30 gün içinde işveren verecek.  Mustafa Çakır

Prens Harry ve Meghan: Gelirlerinin kaynağıne?

Prens Harry, eşi Meghan ile birlikte Kraliyet Ailesi'ndeki üst düzey görevlerinden ayrıldıktan ve California'ya taşındıktan sonra ailesinin ona mali desteğini kestiğini söylüyor. Peki paraları nereden geliyor?Habere Gitmek için Tıklayın

Ankara'da,çöplükte yanmışköpekölüsübulundu

Ankara'da, çöplükte yanmış köpek ölüsü bulundu Ankara'da, çöp yığınlarının arasında yanmış halde ölü köpek bulundu. Hayvanı bulan kişi, alanda uzun süredir ateş yakıldığını ve pek çok köpek ölüsünün yok edildiğini iddia etti. Gölbaşı Sanayi Sitesi'nde geri dönüşüm işi yapan Duran Turan, Gölbaşı Hayvan Barınağı yakınlarındaki çöplükte birkaç gündür yangın çıktığını fark etti. Çöplüğü inceleyen Turan, yerlerde kemikler buldu. Turan, akşam saatlerinde tekrar yanan ateşi fark ederek geldiğinde, çöpün arasında bulunan çukurda, bir köpeğin ölü bedeninin yandığını gördü. Ardından da hayvan hakları savunucularına haber verdi. İhbar üzerine alana polis ekipleri de sevk edildi. Polis ekipleri, alanı koruma altına alarak incelemede bulundu. Yapılan çalışmaların ardından yanmış köpeğin kalıntıları, çöplükten alındı. Ölü köpeğin kim tarafından yakıldığının tespiti için çalışma başlatıldı.'BURADA YAKLAŞIK 30- 40 HAYVAN KEMİĞİ VARDI'Olayı fark eden Duran Turan, yaptığı açıklamada, alanda 2- 3 gündür yangın olduğunu belirterek, "Kepçe geliyor, burada çalışma yapıyor. Dedim, 'ne yapıyorsunuz burada', yangını söndürdüklerini söylediler. O sırada burada hayvan kemikleri vardı. Akşam da yüklemişler götürmüşler. Allah-u Teala buyuruyor ki ayetinde hayvanlar için; 'Onlar benim yer yüzündeki sessiz kullarımdır.' Vatan hainlerinden çok yaşama hakkı bu hayvanlarındır. Mezarlığın orada gömülen köpekleri de ben buldum. Bir haftadır tehdit mesajları, tehdit telefonları alıyorum. Burada yaklaşık 30- 40 hayvan kemiği vardı, birbirine karışmış kemikler kaynamış" ifadelerini kullandı. DHA

Ronaldo'dan sonra Messi deÅžampiyonlar Ligi'nde yok

Ronaldo'dan sonra Messi de Şampiyonlar Ligi'nde yok Çeyrek final vizesi alan PSG'nin yıldızı Kylian Mbappe, turnuva tarihinde 25 gol barajına en genç yaşta ulaşan oyuncu unvanını Lionel Messi'nin elinden aldı UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool ile Paris Saint-Germain (PSG), çeyrek finale adlarını yazdıran takımlar oldu.Avrupa futbolunun kulüp düzeyindeki bir numaralı organizasyonunun son 16 turu rövanşı, iki karşılaşmayla devam etti.İlk maçta konuk ettiği Fransa ekibi PSG'ye 4-1 yenilen İspanya temsilcisi Barcelona, rakibine bu kez Parc des Princes Stadı'nda konuk oldu.Karşılaşmaya atak başlayan PSG'de Mauro Icardi, ceza sahası içinde Barcelonalı Clement Lenglet tarafından düşürüldü. Pozisyona, Video Yardımcı Hakem (VAR) tarafından yapılan incelemenin ardından penaltı kararı verildi. Penaltıyı golle sonuçlandıran Kylian Mbappe, 31. dakikada PSG'yi 1-0 öne geçirdi.Çabuk toparlanan Barcelona, Arjantinli yıldızı Lionel Messi'nin 37. dakikada ağları sarsmasıyla skoru 1-1'e getirdi. Barcelona'da Antoine Griezmann'ın ceza sahası içinde düşürülmesiyle hakem, bir kez daha penaltı noktasını gösterdi. Messi'nin 45+3. dakikada kullandığı penaltı vuruşunu, PSG'nin kalecisi Keylor Navas kurtardı ve ilk yarı bu skorla sona erdi.İkinci devrede iki takım da yakaladığı gol fırsatlarını değerlendiremedi ve karşılaşma 1-1 eşitlikle sonuçlandı. Bu sonuçla PSG, turnuvada son 8 takım arasına adını yazdıran taraf oldu. Barcelona, 2006-07 sezonundan itibaren ilk kez turnuvada çeyrek finale kalamayarak, bu alandaki rekorunu sonlandırdı.- Mbappe, Messi'nin rekorunu kırdıBu maçta Şampiyonlar Ligi'ndeki 25'inci golüne imza atan Mbappe, önemli rekorlara imza attı. Fransız forvet, 22 yıl 80 günle turnuvada 25 gol barajına ulaşan en genç oyuncu unvanını Messi'nin (22 yaş, 286 gün) elinden aldı.Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona ağlarını 4. kez sarsan Mbappe, turnuvada İspanyol takımına bir sezonda en çok gol atan oyuncu rekorunun da sahibi oldu.Maçta fileleri havalandıran Messi ise 29 golle turnuvanın son 16 turunda ağları en fazla sarsan oyuncu rekorunu kırdı.LİVERPOOL ZORLANMADIÜlkeler arasındaki yeni tip koronavirüs (Covid-19) kaynaklı seyahat kısıtlamaları nedeniyle Puşkas Stadı'nın ev sahipliği yaptığı diğer mücadelede, İngiltere ekibi Liverpool ile Almanya'nın Leipzig takımı karşılaştı.İlk maçta rakibini deplasmanda 2-0'la geçen Liverpool, ev sahibi statüsünde oynadığı bu karşılaşmayı da aynı skorla kazandı.İlk yarısı golsüz geçen mücadelede İngiltere temsilcisine galibiyeti getiren golleri, 70. dakikada Mısırlı yıldız Muhammed Salah ve 74. dakikada Sadio Mane kaydetti.Liverpool'da milli oyuncu Ozan Kabak, ilk 11'de başladığı karşılaşmada 90 dakika boyunca sahada kaldı. AA

TBMM Genel Kurulunda 7 uluslararasıanlaşma kabul edildi

TBMM Genel Kurulunda 7 uluslararası anlaşma kabul edildi TBMM Genel Kurulunda, 7 uluslararası anlaşmanın uygun bulunmasına dair kanun teklifi kabul edildi. Genel Kurulda kabul edilen kanun teklifleri şöyle:"Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Kültür Enstitüsü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Kör, Görme Engelli veya Başka Bir Nedenle Basılı Materyal Okuma Engelli Kişilerin Yayımlanmış Eserlere Erişiminin Kolaylaştırılmasına Dair Marakeş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Ticari ve Ekonomik İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti ve Karadağ Arasında Karadağ Vatandaşlarına Konsolosluk Yardımı Sunulması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Doğu Karayip Devletleri Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Karayoluyla Uluslararası Yük ve Yolcu Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi.Türkiye Cumhuriyeti ve Hırvatistan Cumhuriyeti Arasında Cezai Konularda Karşılıklı Adli Yardımlaşma Anlaşmasının Notalarla Birlikte Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi." AA

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne katılan kadınlara polis baskınıile gözaltı

Türkçe Haberler En Son Başlıklar 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne katılan kadınlara polis baskını ile gözaltı İstanbul'da 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne katılan en az 10 kadın evlerinden gözaltına alındı. İstanbul'da 8 Mart’ta düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü’ne katıldığı gerekçesiyle çok sayıda kadının, evlerine yapılan polis baskınlarıyla gözaltına alındığı bildiriliyor.Çağdaş Hukukçular Derneği'nin sosyal medya hesabından aktardığı bilgilere göre 10 kadın 'Cumhurbaşkanına hakaret' iddiasıyla evlerinden gözaltına alındı. 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılan müvekkillerimiz ev baskınları ile gözaltına alınıyor. Henüz gözaltı kararını görmemekle birlikte müvekkillerimize cumhurbaşkanına hakaret suçlamasının yöneltildiği bilgisini edindik. #8MartaDokunma #8M2021— ÇHD İstanbul Şube (@CHDistanbul) March 10, 2021 cumhuriyet.com.tr

‘Doğumun 100’üncüyılında Enver Gökçe Armağan Kitabı’

‘Doğumun 100’üncü yılında Enver Gökçe Armağan Kitabı’ “Kendini halkına, mücadelesini davasına adayan şair, susarak anmanın, anarak yaşamanın bileyi taşı oldu hep. Büyük yalnızlığın yaratıcılığında sayısı az da olsa büyük yapıtlar verdi. Mülkiyet hırsını çoktan yenmişti. Yunus’tan insancılığın Pir Sultan’dan başkaldırı geleneğinin bireşimi bir kişilik, insancı bir sosyalist, devrimci bir komünist olarak yaşadı. Hümanizmi insandaki en temel özellik belledi. Bu düşünceyi yalın yaşamının ışıklı öğesi yaptı hep. O, bir örümceğin hücre yalnızlığı... Dil Tarih’te Ruhi Su korosunda bir korist... Sürgünlü işsizliğinde hapis... Açlıkla ölüm sınavı... Köy günlerinin 9 yaşındaki Enver’i... Eğin Aşutkalı bir anı... Tabutluklar’ın işkenceli günleri... Susarak anmanın, anarak yaşamanın bileyi taşı... Pertev Naili Boratav’a ne değin yakınsa, “Mürettip Hasan”a şiir yazacak kadar ona sahiplenen şairi okumaya davet...” Ali Ekber Ataş ile 'Doğumunun Yüzüncü Yılında Enver Gökçe Kitabı’nı konuştuk. /Archive/2021/3/10/201844438-ic1.jpgTESCİLLİ KOMÜNİST ŞAİR- Ne bir haram yemiş ne cana kıymıştı Enver Gökçe, Erzincan’ın bir köyünden çıkmış sıradan bir Anadolu çocuğuydu. Neydi onda olup da onca bedel ödemesine yol açacak ama birilerini de alabildiğine korkutan şey?Sorularını yanıtlamadan, bir gelişmeyi paylaşayım: Enver Gökçe’nin en eski dostu, arkadaşı İlhan Başgöz, uzun süredir yaşadığı ve kanser tedavisi gördüğü ABD’den Türkiye’ye döndü. Yurt hasretliğini 5 Ocak 2021 sonlandırdı.Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca’nın girişimleriyle bakanlığın cankurtaran uçağıyla getirilip Ankara Şehir Hastanesi’ne, tedavisine başlandı. İlhan Başgöz’ün Türkiye’ye dönmesinde, başta Doğan Hızlan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Metin Turan ve Umut Özkan’ın çabaları övgüye değer. Enver Gökçe Dostları Grubu adına teşekkür ediyorum.Soruna gelirsek: Korkulan şey, Sosyalist devrim. Korkutan asıl sebep, devrim dalgasının dünyayı saracak olmasıydı. Batı emperyalizmi de, Türkiye’nin bu rüzgâra kapılıp Kemalizmin Sosyalizme evrileceği düşüncesinde haksız da sayılmazdı. Ne ki, hem Lenin’in hem Atatürk’ün erken ölümleri, bütün dengeleri değiştirdi.Türkiye’de Kemalist devrim temele inmedi. Acı, ama gerçek bu. İkinci bir yan var ki, daha vahimiydi. TKP hareketinin şansızlığı ve de hatası, bütünüyle sırtını Sovyetlere yaslamış olmasıydı. Oysa Lenin’in bütün umudu, Sosyalist devrimin yakın bir tarihte Avrupa’da da başlayacağı yönündeydi.Gerçekleşmeyince, İngiltere ile gizli antlaşmalar devreye sokuldu. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının kurban edilmesine ses çıkarılmaması, bu antlaşmaların bir sonucudur. Ve Lenin 1924’te ölünce iktidarı Stalin devralır. Malum, bütün muhaliflerin susturur.Devriminin geleceği belirsizliğine, Avrupa’da baş gösteren faşizmin yayılmacı ve yükselişi, Batı’ya bakışı bütünüyle değiştirdi. 1930’larda başlayıp 40’larda doruğa ulaşan faşizm, emperyalizmin can simidi oldu.1936’da, Separat Kararları alınır. Bu kararın ardından Komintern, 1936-42 arasında TKP Merkez Komitesi’nin Türkiye’deki çalışmaları dondurur. Fakat komünist faaliyetler tamamıyla durmaz. Merkez komite atıldır. Bütün komünist partiler tek merkezden yönetilmektedir.Yani Komintern tarafından. Komintern’de ağırlık Sovyetler olunca, onlar da, Lenin ve Atatürk’le başlayan süreçteki “karşılıklı dostluk ve güvene dayanan” dış politika gereği, TKP’nin CHP içine sızarak çalışmaların, bu parti içinde birer militan olarak yürütmeleri istenir.Ne ki, 30’lar ve 40’lar dünyası çok şeylere gebedir. 1915 ile 30’lu yıllar arasında, hiç olmayanlar gerçekleşti: Çanakkale Zaferi, Sovyet Sosyalist devrimi, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı…Emperyalist Batı’nın, bu iki yenilgisi ve Sosyalist devrimin insanlığa “Bir başka dünya mümkün” diyen başarısı, sömürge ekonomisinin çöküşüyle taçlandı adeta. Ne ki, sonraki süreçler beklenmedik gelişmelere gebeydi.Durum, hiç de Lenin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdikleri devrimlerinin lehine gelişmedi, gelişmesine, ne ki bir yandan da Sosyalist düşünce başka coğrafyalarda farklı devrimlerin dalga dalga yayılmasını başlattı.Bütün bu nedenler düşünülmüş ve daha gelişip serpilmeden büyüyüp dallanıp budaklanmadan başı ezilmeliydi ve öyle oldu. TKP bütün kadrolarıyla ortaya çıkarılıp insanlık dışı uygulamalara maruz kalmalarının da sebebi oldu diyebiliriz./Archive/2021/3/10/201950453-ic2.jpgARKADAŞIM ÖRÜMCEK!- “Arkadaşım Örümcek” yazısı bence Doğumunun Yüzüncü Yılında Enver Gökçe Kitabı’nın en ilginç yazılarından biri. Ve inanıyorum ki sadece hapishane ile başı bir biçimde dertte olan insanları değil, duyarlı herkesi düşünmeye sevk edecek samimi, gerçekçi bir yazı. Enver Gökçe’nin hapishane sürecinden söz eder misiniz?“Arkadaşım örümcek” anısını ben, tam 13 yıl (14. yıla girdik) önce, 2008 Eylül’ünde, Esat Yavuztürk’ten, evinde dinlemiş ve yazılı olarak da kendisinden almıştım. Hatta öykü bana, kitabın bitimine yakın zamanda aynı adla bir şiir de yazdırdı.“Arkadaşım Örümcek” yazısı ile ilgili düşüncene katılıyorum. Bence de, Aziz Nesin ve Mehmet Kemal’in 40 yıl önceki yazılarıyla birlikte kitabın en ilginç yazısı. Enver Gökçe gibi davasına bağlı biri için büyük acıları yenebilme nedeni.Biz, şairleri yapıtlarıyla tanır, öyle biliriz. Çoğunluk, kişide hayal kırıklığı yaratan bir durumdur bu. Çok azında, yaşamıyla sanatı, yaşantısıyla yapıtları arasında bir bütünlük var. Gökçe başka bir örneği olmayan tek şair belki de. Kendisi diyor: Nasıl yaşıyorsan/öyle düşünüyorsun demek.Enver Gökçe’yi TKP’yle tanıştıran ve onu partileyen kişi Şevki Akşit’tir. Türkiye Gençler Derneği davasıyla ilk tutukluluğunu yaşar. Üç ay Ankara cezaevinde kalır. Asıl felaket ömür boyu hastalığına sebep tutuklama “951 Tevkifatı”yla gelir.Sekiz yıl boyunca “DP döneminin yabacı uzmanlar tarafından yönlendirildiği söylenen ‘Siyasi polis’”ince izlemeye alınmışlardır. Tutuklanan ilk kişi de, 25 Ekim 1951’de, Sevim Tarı’dır (Belli).TKP lideri Zeki Baştımar ile İstanbul’da görüşmesinin ardından yurt dışına çıkmak üzereyken gözaltına alınır. Ardından 200’e yakın kişi tutuklanır. Amaç, TKP örgütünü bütünüyle çökertmektir. Yakalananları çözüp konuşturmak için İstanbul’da ünlü Sansaryan Han’ında insan olan hiç kimsenin aklına gelmeyecek yöntemlerle en ağır işkencelerden geçirilirler.Tabutlukları, 1940’larda yayımladığı dergilerde “her ırkın üzerinde bir Türk ırkı” yazar, kafatasçı bu söylemin, ünlenen “müseccel” (tescilli) ırkçısı Reha Oğuz Türkkan’ın, “Tabutluktan Gurbete” adlı kitabındaki şu bölümden okuyalım:“İstanbul emniyet Müdürlüğü'nün, Sansaryan Han'daki eski binasında bulunmaktaydı bu işkence mekânları. 40-50 cm. uzunluk ve genişliğinde, iki buçuk metre yükseklikte, penceresiz beton oyuklar oldukları yönünde çeşitli ifadeler vardır dönemin tabutluk sakinlerinin. Tabutluklarda sanıklar bileklerine geçirilen zincirlerle havada sallandırılır ve hemen başlarının üstündeki ampullerle çok güçlü bir ışığa ve ısıya maruz bırakılırlarmış. (…) …sadece Türkçü-ırkçılar değil komünist diye nitelenenler ve bazı siyasiler de misafir edilmişlerdir…”İki yıl “Tabutluk” denilen yerlerde tutulmakla bırakılmazlar. İstediklerini alana değin en ağır işgenceler iki yıl boyunca sürer. Bununla da bitmez…/Archive/2021/3/10/201927484-ic4.jpg- Kitaptaki yazılarınızdan birinde Enver Gökçe’nin zorlu hapishane sürecindeki en önemli kazanımlarından birinin Fransızcasını geliştirmesi olduğunu söylüyorsunuz. Bu gelişmenin edebiyatımıza yansımaları neler oldu?Ataol Behramoğlu, Enver Gökçe’nin Pablo Neruda çevirilerini olağanüstü güzel bulduğunu söylüyor, bu çevirileri Fransızca’dan mı yaptı Enver Gökçe, başka çevirileri var mıydı?Hapishanede, Fransızcasını geliştirmesinin en büyük nedeni, dava ve hapishane arkadaşı Orhan Süda’nın çok iyi Fransızca bilmesidir. Süda, Fransızcasını ilerletmesi konusunda onu, çeviri yapacak kadar Fransızcasını geliştirmesine yardımcı olur.Gökçe’nin çeviri düzeyinde bir dil bilmesi, onun, zaten hazır olduğu özdekçi, evrensel düşünceye ve evrensel şiirle buluşmasını da sağladı. Bireysel gelişimini ve sanatçı kimliğini oluşturma sürecini, yerelden ulusala, ulusaldan evrensele bir seyirde geliştirir.Şöyle de demek olanaklı: Arı, çiçek ve bal ilişkisinde nasıl bir diyalektik yaşanıyorsa, Enver Gökçe’nin kişiliği, sanatçı ve siyasal kimlikleri de bu diyalektikte bütünlükte seyreder. Çünkü o, dünya ve insanlığın sorunlarını, Marksizmin evrensel ilkelerinde temellendirir. Bu bağlamda, Enver Gökçe en bireysel iletisinde bile, toplumsalın genelini anlatan bir dil yaratmıştır.Sevim Belli’nin Gökçe’nin şiirine ilişkin şu değerlendirmeleri önemli:“Enver’i de Enver yapan, … dünyanın kalburüstü şiiriyle tanışmış olmasıdır. Anadolu yaşamının bütün şiirselliğini, ta en eski destanlarından bu yana Anadolu kültürünü içine sindirmiş olmasıdır; o kültürün günlük alelade deyişlerini şiirselliğini kaybettirmeden kendi şiiri içine oturtabilmiş olmasıdır.Şiir diye küçük Anadolu kasabalarını alt alta sıralamak …, sıralamaya ritm ve şiirsellik katabilmek beceri ister. Ama bu dürtüye ulaşmak da, sevgi ister, bir birlikte yoğrulmak ister. (…) … basitte derini bulmak, öznelde evrensele ulaşmak, derinlemesine özümsenmiş bir kültür ve doğru kavranmış bir dünya görüşü gerektirir. Ve de bilimsellik…”Evet, Gökçe Neruda’yı Frasnızcadan çevirdi. Bunun yanında, Mustafa Gökçe adıyla Antil (26.01.1958), Hint (25.01.1958), Çin (10.03.1958), Mısır Masalları (13.03.1959) ve ayrıca Enver Gökçe’nin iki özgün masalı da, İlhan Başgöz’ün, İlhan Dumanoğlu takma adıyla yayımladığı dört masaldan kitabından ikincisi olan Öksüzoğlan’da, “Usta Nazar” ve “Şehzadeyle Üç Turunçlar” olarak yer alır.Dedekorkut Masalları ile Kelile ve Dimne masallarını da Aydın Tataroğlu adıyla yayımlatır. Bu iki kitabı da, Aziz Nesin’in eşi Meral Çelen’in Keloğlan Yayınları’nca yayımlanır./Archive/2021/3/10/202010140-ic3.jpg- Enver Gökçe Dostlar Grubu ve faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?Ankara merkezli oluşturulan Enver Gökçe Dostları Grubu olarak, altı yedi ay öncesinden çalışmalara başlamıştık zaten. Alınan ilk kararda Enver Gökçe adın bir şiir ödülü düzenlemek. Ama bu, daha önce Gökçe adına düzenlenenlerin bir tekrarı olmasın istedik.Ödül kurulu oluşturma sürecinde, farklı görüşlerde olanlarla tatlı sert fikir çatışmaları oldu. Bütün olumsuzluklara karşın, oluşturulan Seçici Kurul üyelerinden üç kişi İbram Erdem, Zeynal Gül ve Ben, 9 Ekim’de çok önemli bir çalışma daha yaptı.39 yıldır sahipsiz bırakılan Enver Gökçe mezarı bulunup, bu üçlü tarafından onarıldı. Çevre düzenlemesi yapıldı, mezar taşında silinen yazıları yeninden yazıldı, tarafımdan. 10 Ekim 2020 tarihinde toplanan Seçici Kurul, “oy çokluğu” ile “2020 Enver Gökçe Toplumcu Gerçekci Şiir Ödülü”, şair Nihat Behram’a verildi. Aynı toplantıda, daha öncesinden önerisini yaptığım Enver Gökçe büstünün yaptırılması kararı alındı.Ödül töreni, 21 Kasım 2020 tarihinde Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi’nde düzenlenen bir törenle, Behram’ın yurt dışında olması nedeniyle onun yerine ödülü, şair arkadaşı Ahmet Özer aldı.Grup olarak Enver Gökçe adına başlattığımız bu ve benzeri çalışmalara, önerdiğim Gökçe büstünün, doğumunun 100. Yılı nedeniyle, Gazi üniversitesi Seramik ve Heykel Bölümü Öğretim Görevlisi dostum, Heykeltıraş Azimet Karaman’a siparişi verildi. Kasım’da büstün yapımı bitti ve ödül törenine de götürüldü.Bütün bunların yanında en önemlisi de, sizinle konuştuğumuz bu armağan kitabı hazırlamak oldu. Unutmadan söyleyim, Enver Gökçe Dostları Grubu’nu kurumsal bir yapıya dönüştürecek hukuki çalışmalara başlanması oldu. 2020 yılı bitmeden başlattığımız çalışmayla 2021 yılı içinde “ENVER GÖKÇE DOSTLARI DERNEĞİ” olarak kurumsal bir kimliğe kavuşturmuş olacağız.Son olarak, pandemi şartlar olağanlaştığında, Haziran 2021 tarihinde dut zamanı Eğin’de, Gökçe’nin Çit köyünde ENVER GÖKÇE MÜZESİ VE KÜLTÜREVİ’nde olacağız. 22 yıl önce doğduğu evine gidip aldığım ve gözüm gibi baktığım Gökçe’nin ayakkabıları ile büstünü müzeye, olması gereken yere bırakacağız.2020 içinde elini taşın altına koyan Enver Gökçe dostları bu çalışmaları yaptılar. Emeği geçen bütün dostlarımı selamlıyor, hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum./Archive/2021/3/10/202028156-ic5.jpg- Bir telefon görüşmemizde Yusuf ile Balaban’ı bulma konusunda ümitsiz olmadığınızı görmüştüm. Ne düşünüyorsunuz, bulabilecek misiniz?Bundan sonraki ömrüm, bu destanı bulmak ve gün yüzüne çıkarmakla geçecek, eğer çok anormal gelişmeler olmaz ise…- Sizi bu kitabı hazırlamaya iten şeyin vefa olduğunu elbette biliyoruz. Biraz açar mısınız vefayı?Şöyle bir soruyla yanıtı vermeye çalışayım: Hangi birimiz, 61 yıllık bir ömrün 9 yılını çıkarırsak, 52 yılını, gözünü budaktan sakınmadan davasına adayabilir?Öyle sanmıyorum ki, günümüz Türkiye koşullarında, en başa kendimi koyarak soruyorum bu soruyu ve söylüyorum ki, buradan gereksiz bir tartışma zemini yaratmasınlar. Ellerini taşın altına koysunlar. Çok severiz suları bulandırmayı da, ondan.Şunu da söyleyim: Evet, geriye dönüp baktığımda yaptığım çalışmalarımla, ben vefalı biriyim. Bu vefaya en çok da Enver Gökçe’nin yakıştığını düşündüğüm için böyle bir çalışmayı, 21 yıl sabredip, doğumunun 100 yılını bekledim. İnsanların farklı düşünce ve inançlarından ötürü ötekileştirmediği, sanatın, bilimin, felsefenin kuşatıldığı bir Türkiye’de özlemiyle diyerek, zamanın, emeğin ve güzel soruların için teşekkür ediyorum.Doğumunun Yüzüncü Yılında Enver Gökçe Kitabı / Derleyen: Ali Ekber Ataş / h2o Kitap / 2021. Kamil Akdoğan

Feministler:‘Ar değiliz, zar değiliz, mal değiliz, feministiz!’

Feministler: ‘Ar değiliz, zar değiliz, mal değiliz, feministiz!’ İletişim Yayınları’nın 880 sayfalık derlemesi, Feminizm’in günümüze uzanan yolculuğunu olaylar, basılı eserler, gündelik yayınlar, sloganlarla dile getiriyor. Derleme geçmişteki akımları, olayları, Halide Edip’ten Ayşe Arman’a, Şirin Tekeli’den Konca Kuriş’e, Gülten Kışanak’a, Leyla Erbil’e, Tezer Özlü’ye uzanarak tartıştırıyor. Kürdün, Alevinin, Ermeni’nin, Rum’un “kadınlığa” bakışı da seslendiriliyor. /Archive/2021/3/10/195944012-ic1.jpg“Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” zincirinin 10. Halkasında “Feminizm” var. İletişim Yayınları’nın 880 sayfalık kapsamlı derlemesi, Feminist yaklaşımın Osmanlı’dan günümüze uzanan “meşakkatli” yolculuğunu olaylar, basılı eserler, gündelik yayınlar, sloganlar, risalelerle dile getiriyor.Feryal Saygılıgil, “sunuş” yazısında, iki yılı aşkın sürede hazırlanan derlemenin amacını “Bu topraklarda 19. Yüzyıldan itibaren feminizme dair üretilen fikirleri bir araya getirmek” diye özetliyor.Lacivert-mor kapakla raflarda yerini alan derlemede feminist hareketin Türkiye’deki her dönemi, ayrı başlıkla incelenirken, bir konuk yazar, o dönemin önemli olaylarını ve kadınlarını büyüteç altına alıyor.Önceleri adı henüz konulmamış olan kadın hareketi öylesine geniş bir yelpazede kayda geçmiş ki, son iki yüzyılda Türkiye’de düşünce ve yazın dünyasında iz bırakan neredeyse tüm kadınları, yaşama bakış açıları, verdikleri eserler, hatta eleştirildikleri, lanetlendikleri özellikleri ile okuyup, irdelemek olası.Akımların yanı sıra, Halide Edip Adıvar’dan Ayşe Arman’a, Şirin Tekeli’den Konca Kuriş’e, Gülten Kışanak’a, Leyla Erbil’e, Tezer Özlü’ye, feminizme dair adı geçen kimi ararsanız bulmak mümkün bu sayfalarda. Kürt Kadınının, Alevinin, Ermeni’nin, Rum’un “kadınlık durumuna” bakışı da dile gelmiş.EZİLDİK...Türkiye’deki kadın hareketinin Osmanlı’ya uzanan geçmişine ışık tutan derlemede ilk sözler, eğitimci Aziz Haydar’dan (1881-1956):“Evet, şimdiye kadar ezildik, ezildik, ezildik. Ezildiğimizin başlıca sebebi hep maişetimizin yalnız erkekler tarafından temin olunmasıdır.”Peki, Osmanlıda, feminizm sözü henüz dile bile gelmemişken, kadına ilişkin sorunlar, nasıl, ne zaman ele alınmış? İkinci Meşrûtiyet Döneminin İstanbul’unda, 1911 yılında düzenlenen “Beyaz Konferanslar” bu konuda nasıl başı çekmiş?Sevdagül Kasap araştırmış: Her şey beyaz, beyaz kürsü, beyaz iskemleler, beyaz perdeler, beyaz pencereler, beyaz tavan döşemesi... Herkes beyaz.Konferansın tek konuşmacısı Fatma Nesibe Hanım, beyaz kürsüden kendisini izleyen 300 kadına diyor ki:“Bugün memlekette kaç kadın mektebi mevcut? Ve mevcut olanlar acaba ne kadar muntazam? Hükümete soralım, Maarif (eğitim) bir zakkum çiçeği midir ki biz koklamaktan men olunuyoruz?”Rum aydın Kornilia Prevezyotu kadının vesayetten kurtulması gereğine işaret ederken, Ermeni eğitimci Zabel Asadur (Sibil) önce “acaba kızlar mezun olurken akli kapasitelerini okulda mı bırakıyor?” diye sorup, sonra bu işleri elinde tutan erkeklere sesleniyor:“Genç kadınları hayatta bir amaç sahibi olmamakla suçlamak yerine, güzellik ve zenginliğin tek hedefleri olduğu yanılsamasını yaratan toplumsal beklentileri ve bu değerlerle şekillenen eğitim sistemini değiştirmek gerekir.”Asadur’un bu görüşü hala güncelliğini koruyor sanki, üstelik benzer yaklaşım, feminist hareketin bugüne kadar uzanan farklı dönemlerinde de defalarca vurgulanmış./Archive/2021/3/10/200001355-ic2.jpgŞEHİDE AĞLAMAK GÜNAHTIR!Savaşlarda verilen şehitler ise feminist olsun olmasın kadının bugün bile süren çilesi... Feminist bakış açısı bu acıya da eğiliyor:Balkan Savaşlarının sürdüğü dönemde, kadın hakları üzerindeki arayış gerilere itilmiş, kadının en önemli görevi, -erkeğin askere gitmesini teşvik etmek ve askere gidecek erkekleri doğurmak- diye tanımlanmış.Yakup Kadri’nin -Zeynep Kadın- öyküsünden yapılan alıntıda, bir anneye oğlunun cephede öldüğü haberi verildiğinde, annenin ağlamasına muhtar ve imamın sertçe karşı çıktıkları anlatılıyor:“Öyleyse kendini topla, sesini kes! Şehide ağlamak günahtır, hem Cenab-ı Hak sana ayrıca büyük lütuf etmiş, bir tanesini aldı, onun yerine diğerini gönderiyor.”Erkeklerin “bir züppelik alameti” olarak baktıkları kadın hakları, Kemalist ideoloji sayesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın haklarını desteklerken, sonra ve hatta kimi kadın romancıların eliyle adeta sınıra dayanmış, şu ana fikirde buluşulmuş:“Kadın elbet batılı görünmeli ama erkeğin kontrolünden çıkmamalı, hele ki onu kontrol altına almaya çalışmamalıdır.”Halide Edip’in gözüyle bu ideal kadın Sinekli Bakkal’da Rabia iken, Tatarcık’ta Lale olmuş.Türkiye’de kadın hareketinin gündeme gelişindeki öncü isimlerden, sosyolog Şirin Tekeli’ye (kendi deyimiyle -mahçup feminist-) derlemede özel bir yer açılırken, feminizme yöneliş öyküsü kendi anlatımıyla kaydedilmiş:“İşin ucu anneme kadar gider. Annem klasik Kemalist kadınlardan biri, erkek lisesinde felsefe hocası, yabancı dil bilmiyor ama eline geçen bütün kitapları okuyor ve oğlan çocuklarına, kadına saygıyı öğretmeye çalışıyor. Dolayısıyla bana da mesaj verildi. Mutlaka okuyacaksın, meslek sahibi olacaksın... Fransızca öğrendiğimde Simone de Beauvoir’i keşfettim, böylece “İkinci Cins” başucu kitabım oldu...”/Archive/2021/3/10/200013496-kapakic3.jpgANNENİZİ SEVİYOR, KARINIZI DÖVÜYOR MUSUNUZ?Feminizme giden yolun başlarında İstanbullu kadın tek başına, zamanla Ankara’ya ve Anadolu’ya yayılan harekette,”Perşembe Grubu” diye anılan, Perşembeleri toplanan kadınlar grubu da devreye giriyor, aynı dönemde yayınlanan dergiler, hatta adını Sümerce’de özgürlük anlamına gelen “Amargi”den alan dergi de hareketin duyulmasını, yaygınlaşmasını sağlıyor. O dönemde kullanılan kimi sloganlar ve yürüyüşlerdeki dövizler:“Annenizi seviyor, karınızı dövüyor musunuz?”, “Erkeklik nedir? Küçülebilen bir şeydir...”Bu yolda çalışan grupların yayınladıkları dergiler ve fanzinlere detaylı olarak yer verilirken, kadın hareketinin önde gelen isimlerinden Duygu Asena unutulmamış, yıllarca satış listelerinin ilk sırasında yer alan kitabı, “Kadının Adı Yok” anımsatılarak, “Hayatlar Değiştiren Duygu Asena” başlığıyla özel bir bölümde anılmış...1980 SONRASI KADIN HAREKETİNİN ŞEKİLLENİŞİİslamcı kadınlar, muhafazakar kadınlar, trans bireyler, lezbiyenler, Kemalist kadınlar, kendi sorunlarına ve birbirlerine nasıl bakmışlar?Özel bölümlerde detaylı olarak incelenen bu başlıklarda, uzun yıllar Hürriyet gazetesinde kadın sorunlarını sıkça işleyen Ayşe Arman da var. Arman’ın daha çok “aşk, seks, beden ve cinsel haz” odaklı sözleriyle “siyasal islamcı medya tarafında hedef gösterilişine” vurgu yapılıyor.TECAVÜZÜ HAFİFLETEN NEDENFeminist eylemler aracılığı ile yıllardır yaşanan pek çok kadına özgü soruna çözüm bulma serüveni de dile getiriliyor. Kimi süreçler unutulsa da şu sorular bir zamanlar çok güncelmiş:Kürtaj yasağı halen de bu konudaki baskıların devam etesine rağmen nasıl aşıldı?Kadın tecavüze uğradığında eğer seks işçisiyse, tecavüzü “hafifletici neden” sayan madde Türk Ceza Yasasından nasıl çıkarıldı?Milli Savunma Bakanlığına alınacak kadın memurlara “bekaret testi yapılması” kimin fikriydi? Bu fikirden nasıl vazgeçildi?Çocuğun tecavüzcüsüyle evliliğini adeta onaylayan, bir anlamda destekleyen af yasasının o maddesi nasıl kapsamdan çıkarıldı?“Kadının uluorta kahkaha atması yanlıştır” diyen Bülent Arınç’a karşı geliştirilen “#diren kahkaha” hareketi amacına ulaştı mı?Televizyon, feminist kadınlara göre neden “kadınları eve hapsetmeye yarayan bir aygıt?”Transfeminizm adeta yok sayılırken 1991 yılında “bir siyah ruj” sayesinde nasıl gündeme geldi?Türkiye’de “İslami Feminizm” akımı nasıl filizlendi? Hangi kaynaklarla beslendi?Dindar kadınlar feminizmi neden “erkeğe savaş açmak” diye nitelendiriyor? Feministler, dindarlığı nasıl olup da “geri kalmış yönelim” sınıfına koyuyor?Asla uzlaşamazmış gibi görünen bu uçlarda kadınlar buluşabiliyor mu?/Archive/2021/3/10/195944012-ic1.jpgCAMİDE YERİ OLMAYAN KADINLARFeminizmle ilişkisi bağlamında Türkiye’deki islamcı kadın hareketinin irdelendiği sayfalarda ele alınan ilginç bir başka başlık ise, “camide yeri olmayan kadınlar…”Birkaç yıl önce Fatih Camiinde ibadete giden kadınların “neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz?” sözleriyle adeta “kovuldukları” hatırlatılan bu bölümde, 2011 yılında İstanbul’a “Müftü Yardımcısı” olarak atanan ilk kadın, Kadriye Erdemli’nin camilerin kadın bölümlerini güzelleştirme çabasından söz ediliyor.Erdemli’nin su yüzüne çıkardığı kimi saptamalara göre: İstanbul’daki yaklaşık 3 bini aşkın camide kadınlar adeta yok sayılmış. Kadınlar mahfili olarak çoğunlukla karanlık, rutubetli, soğuk yerler ayrılmış.Kadın mahfillerine kalın perdeler, duvarlar, paravanlar çekilerek, asıl bölümle ilişki kesilmiş. Üstelik camilerin yarısında kadınların abdest alması için yer yok, üçte birinde ise tuvalet bile yok.Son yıllarda kamuoyunun unuttuğu, ne feministlerce benimsenen, ne islamcı kadınlara sıcak gelen, bir kadın, Konca Kuriş de derlemede özel bölümde yer alıyor. Yaşamı ve Hizbullah infazına kurban gidişi detaylarıyla anımsatılıyor.SİYASETTE FEMİNİST KADINFeminist oluşuma siyaset nasıl bakıyor? Parti program ve tüzüklerinin incelenmesi sonucunda varılan nokta şu:“AKP programında kadınlar anne ve eğitmen rolüne sokuldukları bir paragraf dışında neredeyse yok. Feminist kadınlar, her partide belli zorluklarla yüzleşmek zorunda kalıyor. HDP’de feminist olmak baltalayıcı bir kimlik olarak değerlendirilmiyor, CHP’deyse feminist olmak potansiyel bir risk ve bedeli ağır bir etiket...”MHP’nin feminizm karşısındaki tutumu ise bir karikatürle ifade edilmiş... (Sayfa 615)İletişim Yayınları’nın 880 sayfalık, lacivert-mor kapaklı kitabı, belki de feminizmin Türkçe alfabesi diye anılacak. Nursun Erel

‘Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi’

‘Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi’ Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlanan Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi - Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi kitabı; Atatürk’ün basında ilk kez ne zaman yer aldığını belgeleriyle sunarken, Yunus Nadi’nin yaşamı üzerinden Milli Mücadele’de basının önemini ve 28 yıllık Yunus Nadi-Atatürk dostluğunu da ortaya koyuyor. /Archive/2021/3/10/194628926-ic1.jpgProf. Dr. Mehmet Emin Elmacı’nın kaleme aldığı Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi: Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi, ana hatlarıyla iki temel bağlamla gelişiyor: İlki Milli Mücadele’de basının ve gazetecilerin önemi. İkincisi ise, belki de ilk kez bir kitapta bu kadar belirgin bir şekilde yanıtlanan, “Atatürk basın sahnesine ilk kez ne zaman çıktı” sorusu… Her iki bağlamda da aynı kişinin ismi yer alıyor; gazeteci Yunus Nadi!Elmacı; Abidin Daver’in, Yunus Nadi’nin vefatı üzerine yazdığı yazıdaki “Atatürk, daha Çanakkale’de, üst üste iki defa İstanbul'u ve vatanı kurtarmadan evvel, Yunus Nadi, onun büyük bir kumandan olduğuna inanmıştı ve ondan çok şeyler beklediğini her zaman söylerdi” sözündeki “Çanakkale’den evvel”in peşine düşüyor. Ve dört yıl süren araştırmalarının sonunda başlangıç tarihine ulaşıyor: Mayıs 1911!MUSTAFA KEMAL, BASININ KARŞISINDAYazar, Mustafa Kemal’in, Yunus Nadi’nin öncülüğünde basın sahnesine çıkmasını üç aşamada belgeliyor: Mustafa Kemal’in ilk kez haberleştirilmesi (1911), Mustafa Kemal’den ilk kez bahsedilmesi, tanıtılması (1911) ve fotoğraflarının ilk kez yayımlanması (1912).En başından beri Mustafa Kemal’e inanan Yunus Nadi, 1911’in Mayıs ayında Selanik’te yapılan yüzbaşılığa yükselme yemeğini takip edip, Mustafa Kemal’in hemfikir olduğu “Askerin siyasete karışmaması” tezini Rumeli gazetesinin ertesi günkü sayısında haberleştiriyor. Böylece Mustafa Kemal ilk kez basında kendisine yer buluyor.Burada dikkat çekense, kendisi de İttihatçı olan Yunus Nadi’nin, İttihat ve Terakki’de bu konudaki genel eğilimin tam tersi olmasına rağmen bu konudaki cesur tavrı. Mustafa Kemal ile -o dönem pek kabul görmeyen- bu düşüncede aynı yerde durması.Mehmet Emin Elmacı; bir yandan “Mustafa Kemal’in basın süreci”nin diğer evrelerini aydınlatırken, öte yandan da Yunus Nadi ile Atatürk’ün iletişiminin “öncesi”ni de ayrıntılarıyla paylaşıyor.Yunus Nadi, Atatürk’ün ölümünün ardından yazdığı yazdığı yazıda, “Kendisini Selanik’te Kolağası Mustafa Kemal olarak bulunduğu 1910 tarihinden beri 28 yıldır hemen büyük fasılasız bir süreklilik ile tanırım.” diyor. Kitapta bu tanışmanın iç yüzü ve nasıl geliştiği de kapsamlı bir şekilde anlatılıyor./Archive/2021/3/10/194641207-kapakic2.jpgYENİGÜN VE CUMHURİYET!İncelemenin belirginleştirdiği konulardan biri de, Yunus Nadi ve Mustafa Kemal’in temsil ettiği Milli Mücadele’deki “gazeteci” ve “subay”ın yaşamların bu zorlu yolda bütünlenmesi. Kitap, Yunus Nadi’nin yaşamı ve gazetecilik anlayışıyla başlarken, devamındaki bölümlerde Nadi’nin Mustafa Kemal ile yaptığı 1911-1919 yılları arasındaki basın çalışmaları kronolojik bir sırayla sunuluyor.Yunus Nadi’nin yaşamının anlatıldığı bölümlerde ise Cumhuriyet gazetesi süreci ve aslında “Cumhuriyet gazetesinin öncesi” olan Yenigün gazetesine ilişkin bilgiler yer alıyor. Yanı sıra Yunus Nadi’nin yaşamının azımsanmayacak bir bölümünü kapsayan sürgün cezalarına da dikkat çekiliyor.GEÇMİŞTEN GELECEĞEMehmet Emin Elmacı Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi’yle; Yunus Nadi ve Atatürk arasındaki sarsılmaz dostluğu, yol arkadaşlığını anlatırken, Milli Mücadele’nin ve Atatürk’ün yaşamında basının yerine yönelik çok önemli bir açığı kapatıyor. Ve Cumhuriyet’in öncesi, ilanı ve devrimlerin yaşama geçirilmesi aşamalarında büyük sorumluluklar alan, iki Cumhuriyetin harcında da büyük payı olan Yunus Nadi’yi yeni kuşaklara tanıtıyor, geçmişten geleceğe taşıyor.Uzun yıllar sonra bu kitaba ulaşacak gelecekteki okurlar ve araştırmacılar, böyle bir kitabın Cumhuriyet düşmanlarının en güçlü oldukları ve alternatif tarih yazmaya çalıştıkları bir dönemde yayıma hazırlanmasındaki “aydın tavrı” da dikkate değer bulacaklardır. Çağdaş Bayraktar

‘Anavatan Türkmenistan’

‘Anavatan Türkmenistan’ ‘Anavatan Türkmenistan’ (İleri Yayınları), Türkiye’nin Türkmenistan’da ilk büyükelçiliğini 1992-95 yılları arasında açan, emekli büyükelçi Selçuk İncesu’nun önemli anısal, belgesel kitabı… Bir başka deyimle tek ciltlik bir ansiklopedi! Ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi. Kitapta anıların yanı sıra Türkiye ile Türkmenistan arasındaki ekonomi, eğitim, kültür, teknik ve insani yardımlar gibi ilişkiler ve antlaşmalar da değerlendiriliyor… /Archive/2021/3/10/194002226-ic1.jpg‘Anavatan Türkmenistan’ (İleri Yayınları), Türkiye’nin Türkmenistan’da ilk büyükelçiliğini 1992-95 yılları arasında açan, emekli büyükelçi Selçuk İncesu’nun önemli anısal, belgesel kitabı… Bir başka deyimle tek ciltlik bir ansiklopedi!Ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi. Kitapta anıların yanı sıra Türkiye ile Türkmenistan arasındaki ekonomi, eğitim, kültür, teknik ve insani yardımlar gibi ilişkiler ve antlaşmalar da değerlendiriliyor…Türkmenistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasında kurulan bağımsız 15 cumhuriyetten biri olmuştu. Selçuk İncesu, Anavatan Türkmenistan - Türkmenistan’ın İlk Büyülelçisinin Anıları isimli kitabına; Anadolu Selçuk Beyliği ve Oğuzlardan hareketle Türkmenlerin kökenlerini ve Türklerin İslamiyet’e geçişleri ile Türkmenistan’ın kuruşunu irdeleyerek başlıyor.İlk Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı Saparmurad Atayeviç Niyazov ile yakın dostluğu olan İncesu, çok çeşitli anılarına da yer veriyor. Yazar kitabında, Türkmenistan’a özgü çeşitli sanat dalları hakkında bilgi ve gözlemlerini okura aktarıyor.Mesleği açısından Türkmenistan’ın dış ilişkilerini kuş bakışı irdeleyen İncesu’nun kitabında, Türkmenler ile Türkler arasındaki ilişkiler ağırlık taşıyor.TÜRKMENİSTAN’I İLK TANIYAN ÜLKEYİZAnavatan Türkmenistan’ın en kapsamlı bölümü, Türkiye Büyükelçiliği’nin başkent Aşkabat’ta kuruluş öyküsü, ayrıntılı biçimde çeşitli anılarla renklendiriliyor. Bu arada, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sınıf arkadaşı olan eşi Yıldız İncesu’nun katkıları da dikkati çekiyor.Türkiye, 1991’de Türkmenistan’ı tanıyan ilk ülke olmakla kalmadı, 1994’te Aşkabat’ta, Selçuk İncesu’nun açtığı büyükelçilik de ülkede ilk diplomatik temsilcilik oldu.Kitabın en dikkati çeken belgesel nitelikli ve anılarla desteklenen bölümünde, Türkiye-Türkmenistan arasındaki ekonomi, eğitim, kültür, teknik ve insani yardımlar gibi ilişkiler ve antlaşmalar değerlendiriliyor…Türkiye’nin Cumhurbaşkanları Turgut Özal, Süleyman Demirel’in Türkmenistan ziyaretlerinde yaşanan olumlu gelişmeler, anılarla beslenerek anlatılıyor.CEMAAT’E KARŞI BİR DON KİŞOT!Daha önce Başbakan yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı yapan “rejimin 2. adamı” olarak tanımlanan Boris Şihmuradov’un, Başkan Niyazov’a suikast girişimine katılan ve Türkiye’ye iade edilen 6 Türk’ün, “Devlet Güvenlik Mahkemesinde müebbet hapse çarptırıldıkları” da anımsatılıyor.Fethullahçıların sıfırdan başlayarak açtıkları 14 “Cemaat lisesi” konusunda İncesu, “Uğraşım Don Kişot’un yel değirmenlerine karşı savaşa benziyordu.” diye yazıyor! Bu liseler “İstenmeyen faaliyetlerde bulundukları” gerekçesiyle 2011’de kapatılmışlardı.SBF’den sınıf arkadaşı emekli büyükelçi Ömer Ersun kitaba şu notu düşmüş:“Elinizdeki kitap Türkiye’nin ilk Türkmenistan Büyükelçisinin anıları olmaktan çok fazlası… Aslında ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi…”216 sayfalık kitapta, belgesel nitelikte fotoğraflar da yer alıyor. Özgen Acar

Ãœtopik, bilimsel sosyalizm!

Ütopik, bilimsel sosyalizm! İnsanlık Deneyi (Doğan Kitap), yapay zekânın geleceğine yönelik türevlerinden çok farklı bir bakış açısı sunan ve sürpriz sonuyla da soluk soluğa okunan distopik bir roman. Bir grup çocuğun arkadaşlık, dostluk romanından ütopya düşlerini yaşama geçirmeye çalışan bilim insanlarının çalışmalarına ustaca dönüşüyor. /Archive/2021/3/10/193120169-ic1.jpgDaha önce Giddar ve Beşlerin Çağı ile Maderzad Palas kitaplarıyla fantastik edebiyat alanında kendini kanıtlayan Erbuğ Kaya, İnsanlık Deneyi ile ütopik bir dünya düşünü ve bu düşün distopyaya dönüşüm sürecini gösteriyor.İnsanlık Deneyi, Bekir Petridis’in bilinmeyen bir gelecekte sahildeki kulübesinde açılıyor. Kitap, Yeoson Şirketler Grubu bilişim bölümüne bağlı bir profesör olan Bekir’in, kulübesine giren tabancalı adama, ‘Kodu sana vereceğim. Önce hikâyemi dinleyeceksin. Başka şartım yok’ demesiyle başlıyor.Ailesiyle birlikte kaldıkları sitede, her çocuk gibi sanal gerçeklik oyunları paneli, tablet bilgisayar ve cep telefonuyla çevrelenmişken tanıştığı Haluk’la her şeyin değiştiğini söylüyor anlatıcı. Çocuklara özgü oyunlar oynayıp bilgisayarların sanal gerçekliğinden çıktıklarında yaşamlarının daha güzel olduğunu vurguluyor.Ve arkadaş gruplarına önce Hülya ardından da Cengiz ve Ebru’nun katılmasıyla ‘X-Band’ adı verdikleri gruplarının tamamlandığından bahsediyor.UÇURTMA KADAR ÖZGÜR!Sitenin korunaklı yaşamında bağışıklık sistemleri yükseltilmiş çocuklar olduklarını söyleyen anlatıcı; sitenin arazisinde buldukları eski bir otobüste oyunlarını oynayıp özgür olduklarını düşünürlerken, tüm maceralarının aileleri tarafından izlendiğinin sonradan farkına vardıklarını söyleyerek devam ediyor: “Aslında, en fazla bir uçurtma kadar özgürmüşüz.”Derken yazar Erbuğ Kaya, ev işlerinden müzik grubunda solistliğe kadar gelecekte her alanda ‘robotumsu’ların kullanıldığı dünyanın çözümlemesine girişiyor. Bekir’in ileride yaşama geçireceği yapay zekâ ‘Havva’da yakaladığı başarıyı sunuyor.Kaya, site duvarlarının dışında totaliter bir rejime doğru ilerleyen yeryüzünün sinyallerini de veriyor romanında. Meselâ bağışıklık sistemleri güçlendirilen zenginler daha uzun yaşama şansını bulurken, duvarların arkasında yoksulların böyle bir şansı olmuyor./Archive/2021/3/10/193127778-kapakic2.jpgHAVVA VE GELECEKYazar, Bekir’in dilinden dünyanın nasıl bir yer olacağına ilişkin öngörüsünü ise şu sözlerle dile getiriyor: “Evet. Havva daha güzel bir yaşamın ilk adımı olacak. Bir gün gelecek, tüm işleri, ürettiğimiz yapay zekâlı robotlara teslim edeceğiz. İnsan sadece bilim ve sanatla ilgilenecek. Bunları ekmek parası için değil, entelektüel beynini geliştirmek amacıyla yapacak. Çünkü para kavramı olmayacak… Evet, Havva ütopik bilimsel-sosyalizmin ilk adımı olacak”.İnsanlık Deneyi, bir grup çocuğun arkadaşlık, dostluk romanından ütopya düşlerini yaşama geçirmeye çalışan bilim insanlarının çalışmalarına ustaca dönüşüyor. Ütopya bilimkurguya göz kırparken, kendini distopyada buluyor. Kaya, son sayfaya kadar okurun merakını diri tutmayı başarıyor.Bekir’in rakı masası kurup anlattığı hikâyeyi dinleyen tabancalı adama kodu söylediğinde ise bir düşten uyanan okur kitabın başlığının ne anlama geldiğini ancak çözebiliyor. Türevlerinden farklı bir bakış açısı ile sürpriz bir sona sahip İnsanlık Deneyi, soluk soluğa okunan bir distopik bir roman. Avşar Ülgen




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter