Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 06.28.2024, 01:12 AM (GMT)

Dünyanın en iyi gökkuşaklarının sırrı

Dünyanın en iyi gökkuşaklarının sırrı Gökkuşakları, doğadaki en büyüleyici optik olaylardan bazıları. Hawaii ise inanılmaz miktarda gökkuşağına ev sahipliği yapıyor. Manoa – Hawaii Üniversitesi’nde çalışan bir atmosfer bilimci, yayımladığı yeni bir çalışmada en harika gökkuşaklarının neden Hawaii’de olduğunu gösteriyor. İşe gökkuşaklarının kültürel önemini vurgulayarak başlayan araştırmacı, sonrasında gökkuşaklarının bilimini inceliyor ve Hawaii’yi gökkuşağı cenneti haline getiren özel şartların bileşimini araştırıyor.Hawaii Üniversitesi Manoa Okyanus ve Dünya Bilimi ile Teknolojisi Fakültesi’nde profesör olan Steven Businger, şu şekilde açıkladı:"Gökkuşaklarının kültürel önemi, çeşitli özellikleri tanımlamak üzere pek çok kelime ile deyişin bulunduğu Hawaii dilinde kendine yer buluyor. Başka gökkuşaklarının yanı sıra Dünya’yı saran gökkuşakları (uakoko), kalıcı gökkuşağı ışınları (kahili), zor görülen gökkuşakları (punakea) ve Ay kuşaklarını (anuenue kau po) tanımlayan kelimeler var. Hawaii mitolojisinde gökkuşağı, dünya çapındaki pek çok kültürde olduğu gibi Dünya ile Cennet arasında bir dönüşümü ve güzergâhı simgeliyor."HAWAII NEDEN DÜNYANIN GÖKKUŞAĞI BAŞKENTİ?Yağmurdan sonra oluşan gökkuşakları için elbette yağmur ve güneş ışığı gerekiyor. Düz bir zeminde gökkuşağının görülmesi için; Güneş’in, ufkun yaklaşık 40 derece civarı içerisinde olması gerekiyor. Güneş sabahleyin daha yüksek açılara çıktıkça, gökkuşağının yüksekliği azalıyor ve sonrasında kayboluyor. Bu kalıp, Güneş öğleden sonra aşağı indikçe tersine dönüyor ve yağmurdan sonra oluşan gökkuşakları doğuda yükselirken, en uzun gökkuşakları ise gün batımından hemen önce ortaya çıkıyor.Hawaii’nin konumu, tropik altı Pasifik’te bulunuyor. Bu sebeple genel hava durumu kalıbında alize rüzgarları baskınlık gösterirken, sağanak yağmurlar sık yaşanıyor ve bu yağmurlar arasında gökyüzü açık oluyor.Businger, gökkuşaklarının adalar boyunca yaygın şekilde görülmesinde dört ilave etmenin daha olduğunu belirterek, "Sıcak deniz yüzeyi, geceleyin atmosferi alttan ısıtıyor ve uzaya giden ışınım, bulutların üstünü soğutuyor. Sabahleyin daha derin sağanak yağmurlar meydana getiren bu durum, kahvaltı vaktinde gökkuşakları oluşturuyor" ifadelerini kullandı./Archive/2021/3/14/110400801-maui-833631920.jpgHawaii Takımadaları içinde bulunan ikinci büyük ada Maui Adası / PixabayHawaii’nin dağlarında sık sık gökkuşakları meydana getiren bir diğer önemli etmen de, alize rüzgarlarının yukarı doğru itilip bulutların oluşmasına ve yağmur yağmasına sebep oluyor. Hawaii, dağlar olmasaydı çöl olurdu çünkü yılda 43 cm’lik yetersiz bir yağış düşüyor.Gökkuşaklarının gündüz vakti görülmesini sağlayan bir diğer etmen ise, ada çapındaki sirkülasyonlara yön veren ısınma. Hafif rüzgar dönemlerinde, Oahu ve Kauai üzerindeki sırt kretlerinde öğleden sonra sağanak yağmurlar meydana geliyor ve bu durum, güneş batarken bereketli gökkuşaklarıyla sonuçlanıyor.Hawaii Adaları’nın uzak olması yüzünden kirletici, kıtasal toz ve polen bulunmayan hava, sıra dışı şekilde açık ve temiz. Bu da, tam renk tayfına sahip çok sayıda parlak gökkuşağının oluşmasına katkıda bulunan dördüncü etmen.Kaynak: Popular Science Türkiye cumhuriyet.com.tr

Köylüler maden ocağına karşıayaklandı

Köylüler maden ocağına karşı ayaklandı Kartal Dağı’nda kurulması planlanan maden ocağına karşı çıkmak için kurulan "Kartal Dağı Koruma Platformu" Küçükkale Köyü’nde bir araya geldi. Bölgede yaşayan yurttaşlar, Kartal Dağı’nda doğaya zarar verecek hiçbir faaliyeti izin verilmemesi gerektiğini dile getirdi. Geçen günlerde özel bir şirket tarafından Tire’nin akciğerleri niteliğindeki Kartal Dağı’nda maden ocağı tesisi kurulması için ÇED süreci başlatılmışttı. Haber Tire başta olmak üzere bölgede tepkiyle karşılanmıştı. Bitki çeşitliliği, doğal güzellikleri ve sayılamayacak birçok yönüyle Karadeniz ormanlarını aratmayan Kartal Dağı için kurulan platform ilk toplantısını bugün Kartal Dağı eteklerindeki Küçükkale Köyü’nde yaptı. CHP Tire İlçe Başkanlığı, Tire Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği, Sivil Toplum Kuruluşları, CHP Belediye Meclis üyeleri ve çok sayıda bölge halkının katıldığı toplantıda Kartal Dağı’nda yapılması planlanan madencilik faaliyetleriyle ilgili bilgilendirme yapıldı. Bölgede yaşayan yurttaşlar, Kartal Dağı’nda doğaya zarar verecek hiçbir faaliyeti izin verilmemesi gerektiğini dile getirdi./Archive/2021/3/14/105718649-unknown.jpgŞENOYAR: ‘KÖYLÜMÜZÜN YANINDAYIZ’Toplantıda ilk konuşmayı CHP Tire İlçe Başkanı Hakan Şenoyar yaptı. Köy halkının yanında olduklarını söyleyen Şenoyar, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:“Bugün siyaset yapmak için burada değiliz.Ancak bundan bir kaç ay önce bu dağa çift şeritli yol açıldığını ve bir çok ağacın katledildiğini gören köylüler, ağaç katliamına ve bu bölgede dolamid madeni adı altında maden arama ve çıkartma sahası olacağını duyarak isyan etmişlerdi.Bu Direniş sonrasında  AKP İlçe Başkanı, yanına bir orman işçisini alıp birlikte  bu bölgeye gelip böyle bir Maden çıkartmanın söz konusu olmadığını, bu yolun sadece yangın söndürme kullanılan arazöz geçmesi için yapıldığını belirtmiş, hatta muhtarlara ve köylüye karşı bir açıklama yapmıştı.Ancak daha sonradan edindiğimiz belgelerle AKP ilçe başkanı ve yanındaki Orman işçisinin köylüye yaptığı açıklamanın gerçeği yansıtmadığı tam tersi bu bölgede 99.46 hektar ruhsat, 25.7 hektarda ÇED alanı olduğunu gördük.Zaten yapılan yol bir değil en az beş arazözün geçeceği genişlikte olduğunu da belirtmek isterim.Hatta bir ara uzun zamandır yapımı yılan hikayesine dönen Belevi-Tire ulaşım yolunun bu istikamete kaydığını bile düşündük."Sözlerine devam eden Şenoyar şunları belirtti:"Keşke bugün Tire'deki tüm siyasiler ve seçilmişler olarak burada olabilseydik ve bu yanlış karara hep birlikte dur diyebilseydik. Bakınız biz bugün muhteşem bir şekilde dağlarımızı süsleyen bitki örtümüzü, ağaçlarımızı, yeraltı sularımızı, Köylümüzün alın teri ile kazandığı ve kazanacağı helal lokmayı korumak için köylülerimizin yanındayız. Burada Tire’nin oksijen deposu olan ormanlık bir alandan bahsediyoruz. Bir doğa güzelliklerinden bahsediyoruz, ekmekten, aştan, hayattan bahsediyoruz, Bal arısından, börtüden, böcekten, nefesten bahsediyoruz. Köylünün güzelliği, kentlinin heyecanından bahsediyoruz, İnsanlıktan, hayattan bahsediyoruz.Maalesef Tire’de bu bölge haricinde ormanlık başka bir arazimiz kalmadı. Bu bölgenin özellikleri saymakla bitmez. Bu bölgede 15 çeşit endemik bitki yetişiyor. Sadece bu bitkilere bile verilecek olan zarar kabul edilemez. Doğal yaşamın besin zincirinin kırılmasına, ekolojik dengenin bozulmasına, köylümüzün ürettiği ürünlerde ciddi tahribat yaparak üretilememesine ve köylüyü aç bırakacak, böyle güzel bir coğrafyanın yok olmasını sağlayacak, buradaki talanın bir an önce durdurulmasını, bölge halkının müsaadesi olmadan böyle bir faaliyetin yapılmamasını talep ediyoruz. Bu hayatı korumayı talep ediyoruz." cumhuriyet.com.tr

Af Yasası’ndaçatlak

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Af Yasası’nda çatlak Bir grup MSP’li, Meclis’te muhalefetle birlikte hareket edince 141’inci ve 142’nci maddeler af kapsamı dışında kaldı. Yazı dizinin ikinci sayısına buradan ulaşabilirsiniz.12 MART’IN RÖVANŞIAskerler, eski Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı olmasını istiyorlardı. Ancak AP ve CHP, bu girişimi engelledi. Ekim 1973 seçimleriyle demokratik sürece geçildi. 12 Mart, sol kesime ilk darbeyi vurdu fakat tümüyle tasfiye edemedi. Bu keskin darbe, 12 Eylül’e nasip olacaktı... 12 Mart reijmi, Nihat Erim hükümetlerinden sonra Ferit Melen hükümetleriyle devam etti. Bu arada Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyordu. Askerler, yani 12 Mart cuntası, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı olmasını istiyordu.Faruk Gürler, 5 Mart 1973’te cumhurbaşkanı adayı olmak üzere görevinden ayrıldı, mevcut Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan senatörlüğüne atandı. Bu arada ordu, bir sıkıyönetim bildirisiyle 13 Mart 1973’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini etkileyecek her türlü yayını yasakladı.AP ve CHP ise Gürler’in Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkıyordu. Faruk Gürler, parlamentodaki oylamalarda gereken oyu alamayınca adaylıktan çekildi. 6 Nisan 1973’te AP ve CHP’nin ortak adayı olan Kontenjan Senatörü Fahri Korutürk, yeni cumhurbaşkanı seçildi. Emekli Oramiral Fahri Korutürk, eski bir askerdi ancak parlamentonun kendi iradesiyle seçilmişti. Bu seçim, bir şekilde 12 Mart rejiminden rövanş anlamı taşıyordu. 26 Eylül 1973’te ülkedeki sıkıyönetim kaldırıldı. Ağustos ayında Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un da emekliye ayrılmasıyla 12 Mart muhtırasını imzalayan komutanların sonuncusu da ordudan ayrılmış oluyordu. Türkiye, 14 Ekim 1973 genel seçimleriyle de demokratik sürece geçiyordu.   /Archive/2021/3/14/040536103-549543536.jpegAF YASASI’NDA ÇATLAKEkim 1973 seçimleri sonucunda CHP birinci parti oldu. Ecevit’in Başbakanlığı’nda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonu kuruldu. MSP lideri Necmettin Erbakan’ın “Milli Görüşü” savunan İslamcı bir kimliği vardı.Hükümet programında düşünce suçları için bir af öngörülüyordu. İster siyasi ister adli suçlar için olsun, af her zaman mahkûmlar açısından ciddiye alınan bir kavram, bir umuttu. TCK’nin komünizm propagandası ve örgütlenmesiyle ilgili 141’inci ve 142’nci maddeleri için 12 yıllık bir af düşünülüyordu. İslamcı, şeriatçı bir düzen kurmak isteyenlerle ilgili 163’üncü madde de MSP’nin talebi ile af kapsamına alınıyordu.1974 baharında Meclis’te af görüşmeleri başlamıştı. Cezaevinde afla ilgili haberler, gazetelerde çok dikkatli okunuyor, radyodan çok dikkatli bir biçimde dinleniyordu. Zaman zaman MSP kanadından af konusunda bazı “çatlak” sesler çıksa da hükümet programı esastı.Artık Meclis’te genel görüşmeler bitmiş, maddelere geçilmişti. O akşam saat 21.00’de haberleri hep birlikte dinledik. “Anayasanın tedbir ve tağyirine” diye başlayan TCK’nin ünlü 146. maddesinin 3. fıkrası için öngörülen 12 yıllık af maddesi CHP ve MSP oylarıyla geçmişti.Artık rahat rahat uyuyabilirdik. Siyasi amaçla adam kaçırma, banka soygunu gibi suçlara yönelik 146. madde Meclis’ten geçtiğine göre düşünce suçlarını içeren 141 ve 142 ile ilgili af maddesi hayli hayli geçerdi. Koğuşlara girdik ve özgürlük hayalleriyle uyumaya başladık.SESSİZLİK...Ertesi sabah erkenden kalktık. 07.30 haberleri için radyo hoparlörlerinin yanına koştuk. Evet, yanlış duymamıştık, bir grup MSP’li Demirel’in AP’si ve diğer muhafazakâr milletvekilleriyle birlikte hareket edip 141 ve 142’ye ilişkin af maddelerini reddetmişlerdi. Herkeste büyük bir “şok”. Cezaevi bir anda sessizliğe büründü.O gün ailelerimizin, yakınlarımızın ziyaret günüydü. Annem Münevver Ertin, daha cezaevinin kapısından içeriye girmeden gür sesiyle penceredeki parmaklıklardan bakan bizlere, “Merak etmeyin aslanlarım, ben sizi ölünceye kadar beklerim” diye moral vermeye çalışıyordu. İki oğlu hapiste olan annem, o günlerde büyük bir direnç göstermişti.ÖZGÜRLÜĞE KOŞTUKBizler de daha sonra moralman toparlanmaya başladık. Anayasa Mahkemesi vardı, CHP, anayasadaki eşitlik maddesine aykırılık açısından ilgili maddeler için iptal davası açabilirdi. Dahası bizler siyasi tutukluyduk, 12 yıllık cezayı göze almıştık, doğrusu af da onurumuza dokunuyordu. Bu gibi düşüncelerle kendimizi teselli etmeye çalışıyorduk.CHP, Af Yasası’nın 141’inci ve 142’nci maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Kısa bir süre sonra Anayasa Mahkemesi, olumlu bir karar verdi. TCK’nin 141’inci ve 142’nci maddelerinden yargılananlar da af kapsamına alındı.Takvimler 12 Temmuz 1974’ü gösteriyordu. Artık özgürlüğe kavuşmamıza saatler vardı. Tahliye işlemleri yapıldı. O gece saat 24.00’te hapishanenin kapıları açıldı. Arkadaşım Yücel Top’la birlikte 2.5 yıllık bir hapis hayatından sonra cezaevinden çıkar çıkmaz sokaklarda koşmaya başladık. Bu özgürlüğe doğru bir koşuydu...DARBELERİN KISA ANALİZİTürkiye’deki askeri darbelerin kökenine baktığımızda; yeni bir “sermaye birikim modeli”ni yaratma amacı görülür. 27 Mayıs 1960 dahil, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde böyle bir birikim modeli için harekete geçilmiştir.27 Mayıs’ta “ithal ikameci” bir sermaye birikim modelinin oluşturulması için işçi sınıfına sendikal haklar tanınmış, çalışanların satın alma gücü artırılarak dünyanın o günkü koşullarına uygun yeni bir sermaye birikim süreci başlatılmıştır. İthal ikameci denilen modelle yerli sanayi sermayesine montaj olanağı sağlanmıştır.12 Mart’ta ise mevcut ekonomik model tıkanmaya başlamış, 1970’te yüksek bir devalüasyon yapılmış, egemen sınıflar arasında “çatlak” oluşmuş, zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Tağmaç’ın deyişiyle “sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi aşmış”, çalışanların hakları sınırlandırarak “muhtıra” denilen “yarım bir darbe” yapılmıştır.12 Mart müdahalesinde ayni “ithal ikameci” model içinde kalınmakla birlikte tekelci sanayi burjuvazisi lehine birtakım önemli düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.12 Eylül’de ise 12 Mart’taki “yarım darbe” tamamlanmış, “ihracata dönük sanayileşme” adı altında ücretlerin baskılanıp ülke kaynaklarının dışa açıldığı yeni bir sermaye birikim modeli yaratılmaya çalışılmıştır. Böyle bir modelin oluşması için de sosyal ve sendikal haklar tamamen kısıtlanmıştır. Sol kesim de büyük bir darbe yemiştir.Özellikle 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahalelerinde emperyalist güçlerin etkisi dikkat çekicidir. 12 Eylül askeri darbesinde ABD’nin büyük bir rolü olmuştur. Darbenin hemen ardından CIA’nın Türkiye istasyon şefinin ABD Başkanı Carter’ı bilgilendirirken “bizim çocuklar başardı” sözleri bu durumun önemli bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.12 Mart döneminin AP’li Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in “CIA, altımızı oydu” şeklindeki sözleri de başka bir kanıttır.12 Mart müdahalesinin diğer önemli bir amacı da ülkede TİP’le birlikte sol, sosyalist, devrimci akımların toplumsal bir etkinlik kazanmasını ve bu çerçevede orduda da yaygınlaşmasını önlemektir.12 Mart sürecinde devrimci hareketin önde gelen kadroları ezilmeye çalışılmışsa da solun tümüyle tasfiyesinden söz edilemez. Bu süreçte en kalıcı olan durum, silahlı kuvvetler içerisindeki sol, sosyalist unsurların temizlenmesi olmuştur. SİYASAL İSLAMIN ETKİNLİĞİ1971 ve 1980 darbelerinde ordu içindeki solcu, sosyalist, sol Kemalist kadrolar tasfiye edilirken askeri bürokrasideki sağ Kemalist kesime dokunulmamış, bu kesimin de bu tür tasfiyelere pek itirazı olmamıştır.Ancak AKP döneminde Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ağırlıklı olarak ordudaki liberal, sağ Kemalist kesim de tasfiyeye uğramıştır. Fethullahçı ve siyasal İslamcı kadrolar, ordu içinde etkinlik kazanmaya başlamıştır. Bu dönemde sivil bürokrasi de büyük ölçüde gericileşmiştir.15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi de 10-11 yıl birlikte hareket eden iki İslamcı fraksiyonun, yani AKP ile FETÖ’nün daha sonra devlete egemen olma ve çıkar kavgasına girişmesiyle vuku bulmuştur.     15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’deki geçmiş darbelerin oluşum süreci dikkate alındığında mevcut sermaye birikim modelinin tıkanması, emperyalist güçlerin etkisi, emek mücadelesinin güçlenmesi ve parlamenter sistemin çözümsüzlüğü gibi faktörleri içermediği için FETÖ’nün devleti ele geçirmek amacıyla başvurduğu bir askeri kalkışma olarak değerlendirilebilir.Siyasal İslamcı hareketin 12 Eylül 1980 darbesiyle herhangi bir sorunu olmamıştır. Hatta askeri cuntanın hazırladığı 1982 Anayasası’yla zorunlu din eğitiminin kabul edilmesi, bu kesimin önünü açmıştır. AKP de 28 Şubat (1997) olayını gayet iyi kullanıp siyasal İslamcı hareketin toplumda önemli bir etkinlik kazanmasını sağlamıştır.SOLA DÜŞEN GÖREVSol kesime gelince; 12 Mart sürecine 1973 seçimleriyle bir cevap verilmişse de dağınık ve parçalı konumu nedeniyle etkin bir tavır gösterilememiştir. 12 Eylül sürecine de işçilerin 1989 bahar eylemleri ve ardından gelen seçimlerle bir yanıt verilmeye çalışılsa da iktidar ortağı olan sosyal demokratların sermaye programını uygulaması nedeniyle gereken etkinlik sağlanamamıştır.Günümüzdeki “tek adam yönetimine”, AKP ve MHP “koalisyonuna” karşı toplumda güçlü bir direnç olmasına rağmen CHP’nin kendi sağına dönük manevraları, halkı ikna edecek bir alternatifin ortaya konmaması, sol kesimde önemli bir sorun olarak durmaktadır.Sosyalist kesimin 2010 referandumunda olduğu gibi (ÖDP, TKP, EMEP ve Halk Evleri’nin birlikteliği) güçlü bir odak oluşturması, kamucu, halkçı, emeğe dönük bir program ortaya koyması, aydınlanmayı ve laikliği tavizsiz bir şekilde savunması gerekli gözükmektedir. Böyle bir tavır, CHP ve diğer muhalif kesimleri de etkileyerek demokratik bir cephenin oluşumuna katkı sağlayabilir...  "MESELE TESLİM OLMAMAKTA"Atilla Özsever’in 12 Mart anılarını da içeren “Mesele Teslim Olmamakta” isimli kitabı Ayrıntı yayınlarından çıktı. Kitapta, gazetemiz yazarı Dr. Erdal Atabek’in de bir önsüzü bulunuyor: Asker kökenli bir 68’li olan Atilla Özsever, bu kitabında ordu içindeki devrimci örgütlenmelerden, 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’ndeki rolünden, Mahir Çayanlar’ın cezaevinden kaçışına yardımcı oluşundan söz ediyor. Yılmaz Güney’le hapishane arkadaşlığı da bu çerçevede anlatılıyor. Kitapta, Özsever’in daha sonraki gazetecilik ve akademisyenlik dönemine ilişkin anıları da yer alıyor.  Atilla Özsever

İktidar, yeni‘reform’la kıdem tazminatınıkısaçalışmaya uyarlamak istiyor

İktidar, yeni ‘reform’la kıdem tazminatını kısa çalışmaya uyarlamak istiyor Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki gün açıkladığı “Ekonomi Reformları”nda emekçinin kıdem tazminatına yönelik yeni 'reform' planları olduğunu gösterdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki gün açıkladığı “Ekonomi Reformları”nın detayları, AKP’nin gözünün, emekçinin kıdem tazminatında olduğunu bir kez daha gösterdi. Çünkü Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın “İstiklalden İstikbale” sloganıyla hazırladığı “Ekonomi Reformları Tanıtım Kitapçığı”nın “istihdam” bölümünde, kıdem tazminatı da yer aldı. Bu bölümde “yeni nesil çalışma yöntemlerinin yaygınlaştırılacağı” vurgulanırken “uzaktan çalışma” mevzuatının, yeni iş modellerine uyum sağlayacak şekilde revize edileceği belirtildi. Ayrıca “kısmi süreli çalışanların hafta tatili, yıllık ücretli izni hak etme süresi ve kıdem tazminatına hak kazanma sürelerinin yasada açıkça belirtilmesine yönelik düzenleme yapılacağı” kaydedildi. ASLOLAN ‘BELİRSİZ SÜRELİ SÖZLEŞME’Kısmi süreli çalışma “part-time” çalışma anlamına geliyor. İş Yasası’nda, “İşçinin normal haftalık çalışma süresinin, tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az belirlenmesi durumunda, sözleşme kısmi süreli iş sözleşmesidir” deniliyor. Kısmi süreli çalışan işçinin “ücret ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatları, tam süreli emsal işçiye göre çalıştığı süreye orantılı olarak” ödeniyor. İşçi ile işveren arasındaki sözleşme “belirli” veya “belirsiz” süreli yapılıyor. Bunlar çalışma biçimleri bakımından tam süreli veya kısmi süreli olabiliyor. Çalışma yaşamında aslolan ise “belirsiz süreli sözleşme.” Burada işçi, 1 yıllık çalışmasına karşılık 30 günlük brüt ücreti tutarında kıdem tazminatına hak kazanıyor. “Belirli süreli” ise adından da anlaşıldığı gibi işçi ile işveren arasında belirli bir süre için imzalanıyor. Süre, işe göre belirleniyor. İş bitiminde sözleşme de kendiliğinden sona erdiği için işçinin kıdem tazminatı alabilmesi çok zor.TAZMİNAT AZALACAKKısmi süreli çalıştırılan işçi ile imzalanan sözleşmeler de çoğunlukla “belirli süreli” oluyor. Bu işçiler tam zamanlı işçiye göre daha az görev yapacağı için alacağı ücret de ödense bile kıdem tazminatı da düşecek. İktidar genç işsizliğini düşürebilmek için paket ile “kısmi süreli çalışmayı” yaygınlaştırmak istiyor. İktidarın yaygınlaştırmak istediği “uzaktan çalışma” da kıdem tazminatı başta olmak üzere işçinin mali ve sosyal hakları için sıkıntı yaratıyor. Sendikaların 1 yıla 30 gün üzerinden hesaplanan kıdem tazminatının düşürülmesine “evet” demesi çok zor. Bu nedenle de önümüzdeki günlerde konu yine çokça tartışılacak. Mustafa Çakır

Kısıtlamasız geçen ilk hafta sokaklar doldu ancak alışveriş, esnafımemnun etmedi

Kısıtlamasız geçen ilk hafta sokaklar doldu ancak alışveriş, esnafı memnun etmedi Normalleşme ile kısa sürede sorunların aşılmasının zor olduğunu söyleyen esnaf, turist gelmeden gerçek hareketlenme beklemiyor. İstanbul’da artan vakalar ise endişe yaratıyor. Pandemide normalleşme için atılan adımlarla yasaksız geçirilen ilk haftada da esnafın yüzü gülmedi. Özellikle restoran ve kafelerde yüzde 50 kapasite koşuluna uymaya çalışan esnaf, salgında üçüncü bir dalga ile yeniden kapanmaktan endişeli. Yabancı turist gelmeden İstanbul’da gerçek bir hareketlenme yaşanmayacağını belirten esnaf, vergi muafiyeti desteğini olumlu bulsa da ayakta kalabilmek için kira, elektrik, su gibi fatura borçları konularında destek bekliyor.Geçen günlerde illerin risk durumuna göre normalleşme adımları atılmaya başlanınca İstanbul’da restoran ve kafeler müşteri kabul etmeye başlamış ve cumartesi sokağa çıkma kısıtlaması da kaldırılmıştı. Kısıtlamaların gevşetilmesi ile birlikte vatandaşlar meydanlara akın etti. Alışveriş merkezlerinin ziyaretçisinin yüzde 90’a varan oranda arttığı belirtiliyor. KİRA DESTEĞİ YETERSİZPeki, esnafın yorumu ne? Yeni normal ile geçen ilk haftanın ardından esnafın nabzını tutmak için Kapalıçarşı, Mahmutpaşa ve Eminönü gibi İstanbul’un en hareketli alışveriş noktalarını dolaştık. Eski dönemlerde büyük kalabalıkların oluştuğu Kapalıçarşı’da eskiye göre çok az insan var. Esnaf, “Doluyken de çok iş olmuyor zaten, insanların alım gücü düştü, alışveriş yapan yok. İnsanlar yasaklardan bunaldığı için hafta sonu sokakları da pasajları da dolduruyor ama kimse alışveriş yapmıyor. Bizim bütün ümidimiz ve ekmeğimiz turistlerdedir, turistler gelmeye başlamadıkça biz iş yapamayız” diyor. Mahmutpaşa esnafı ise düğün sezonunu dört gözle beklediklerini dile getiriyor ancak çok ümitli olmadıklarını aktarıyorlar. Büyükşehirlerde 750 TL olarak açıklanan kira desteğini de değerlendiren Eminönü esnafı, “İstanbul’daki dükkân kiralarından haberiniz var mı” sorusunu gündeme getiriyor. 3. DALGA KORKUSUEsnafı endişelendiren bir başka sorun ise İstanbul’da normalleşme ile başlayan vaka artışları. Yasakların tekrar uygulanmasından korktuklarını dile getiren esnaf, “Tekrar aynı yasakların gelmemesi için özellikle çaba harcıyoruz, bütün kurallara harfiyen uyuyor ve vatandaşı da uyması için uyarıyoruz. Çünkü artık buna mecburuz, yasaklara uyulmadığında tekrar biz ekmeğimizden olacağız, mekânımız kapatılacak, bunun farkındayız” diyor.“Hijyene ve sosyal mesafeye önem veriyoruz ama işe gelirken mecburen toplu taşıma kullanıyoruz” diye yakınan esnaf, HES kodu uygulamasını olumlu buluyor. Ancak bu konuda özellikle küçük işletmecilere bir eğitim ve ekipman desteği sağlanması gerektiği belirtiliyor.Restoran ve kafe işletmecileri, gelir vergisi muafiyetini olumlu karşılasa da çok büyük bir etkisi olmayacağını, kira desteği gibi bu muafiyetin de esnafa büyük katkılar sağlamayacağını söylüyor. Esnafın asıl indirim beklediği vergi dilimi ise “stopaj”. Zaten alıp sattıkları her ürüne ÖTV ve KDV ödediklerini aktaran esnaf, bunun üstüne bir de stopaj vergisi ödemenin büyük bir maliyet kalemi olduğundan yakınıyor.‘ERKEN KAPANMASI YOĞUNLUK YARATIYOR’Restoranların kademeli olarak normal işleyişe geçmeye çalıştıklarını dile getiren Turizm Restoran Yatırımcıları ve Gastronomi İşletmeleri Derneği (TURYİD) Başkanı Kaya Demirer ise yasaksız ilk hafta kısmi bir hareketlenme yaşandığını belirtti. Mekânların 19.00’a kadar açık kalabilmesi sebebiyle belirli saat dilimlerinde yoğunluklar oluştuğunu da belirten Demirer, yasak saatinin 22.00’ye çekilmesini istedi. Mevcut durumu korumanın önemli olduğunu da aktaran Demirer, risk haritasında bütün Türkiye’yi mavi renkte görmek için ellerinden geleni yaptıklarını söyleyerek “Sorumluluk Hepimizin” ve “Mesafeni Koru” sloganları ile hem müşterileri hem de işletmecileri bilgilendirmeye çalıştıklarını ifade etti. Ali Can Polat

Doç. Ali Faik Demir, "Dışpolitikada alternatif değerlidir"

Doç. Ali Faik Demir, "Dış politikada alternatif değerlidir" Rusya’nın son yıllarda Türkiye’nin en önemli müttefiki haline geldiğini söyleyen Doç. Dr. Ali Faik Demir, Batı ile Ankara arasındaki inişli-çıkışlı ilişkilerin seyrini değerlendirdi. Batı ile Ankara arasında ilişkiler inişli-çıkışlı seyirde ilerlerken müttefikliğin güven duvarına ilişkin tartışmalar da artıyor. Doğu Akdeniz, Suriye konularıyla birlikte Rus S-400 zorlu kriz başlıklarından. Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Ali Faik Demir, Rusya’nın son yıllarda Türkiye’nin en önemli müttefiki haline geldiğini söylerken şu ifadeleri kullanıyor: “İlginç olan birçok konuda farklı tarafta olunmasına rağmen, bu ilişki başarıyla sürüyor. Avrupa’nın tutumu ise iki tarafı daha çok birbirine yaklaştırıyor.” Demir, “Rusya, Türkiye açısından önemli bir partner olmaya devam etmeli ama dış politikada alternatiflerin olmasının değeri asla unutulmamalı” diyor. - Biden dönemiyle birlikte Transatlantik işbirliğinde yeni sayfa arayışlarını nasıl okuyorsunuz? ABD başkanlık seçimi tüm dünya için bir değişim ihtimali ümidini yarattı. Ama bu yeninin ne açılardan olabileceğini, daha önemlisi yeninin dünyadaki hangi olumsuzlukları bitireceği ve ne tür politikaları başlatacağını görmek gerekiyor. Kartların tekrar dağıtılacağı bir sürece girildiği yadsınamaz. Biden döneminde Transatlantik ilişkilerin sıkılaştırılacağı ve “Önce Amerika” diyen Trump yerine Batı kampının yeniden canlandırılması öncelik kazanacak görünüyor. ‘SÖZDE MÜTTEFİKLİK’- Gerek AB gerekse ABD’den NATO üyesi Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarda farklı bir tutum bekliyor musunuz... Ankara’ya baskı politikaları artar mı?..Türkiye-ABD ilişkilerinin önemli bir boyutunu Türkiye’nin Batı ile müttefiklik ilişkisinin dengeleri belirleyecek gibi. Bu çerçevede 2021’deki liderler zirvesi NATO’nun yeni sürecinin ciddi şifrelerini ortaya koyacak. Türkiye’nin bu süreçte nerede duracağı merak konusu. Bu aşamada iki kritik sorun ortaya çıkıyor: Doğu Akdeniz ve Rus S-400 füze savunma sistemi. Doğu Akdeniz büyük ve karmaşık bir sorun yumağı ve AB boyutu ön planda yer alıyor.S-400 ise ABD, AB ve NATO çerçevesinde kritik bir sorun olma özelliğini taşıyor. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Türkiye’nin S-400 sistemini kullanmaması gerektiğini ve bu bağlamda bir müttefik gibi davranmadığını söyledi. Bu açıklamasında bir ilk olarak Türkiye için sözde stratejik müttefikimiz ifadesini kullandı. Türk tarafının ABD ve NATO’nun taleplerini dikkate alan ve alternatif sunan yaklaşımına rağmen bu sorunun gündemde ilk sıradaki yerini koruyacağı anlaşılıyor. Tarafların tansiyonu yükseltmek gibi bir niyeti yok ama paralel olarak politikalarında ısrarlılar ve bu da olası yeni gerginliklerin sinyali niteliğinde. - ABD yönetiminin Suriye’de terör örgütü YPG’ye desteğin süreceği mesajını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye, Rusya ile işbirliği konusunda Batı ittifakı kanadından baskılara karşı nasıl bir yol izlemeli... Suriye konusunda sorunlar çözülmüş değil. Ürküten sessizlik hâkim bölgeye. ABD’nin yeni Savunma Bakanı, Ortadoğu’yu yakından tanıyan, CENTCOM’un başında bulunmuş bir isim, Lloyd Austin. IŞİD’le mücadele kılıfı altında terör örgütü PKK-PYD-YPG’yi silahlandırmasıyla biliniyor. ABD’nin PYD/YPG konusunda nasıl bir tavır takınacağı Türkiye açısından son derece önemli. Türkiye, bu konuda Blinken’in kullandığı sözde müttefik tanımını ABD için kullansa herhalde hiç yanlış olmaz... Rusya ile ilişkilere gelirsek, son yıllarda en önemli müttefikimiz haline geldiğini söylemek yanlış olmayacak. İlginç olan birçok konuda farklı tarafta olunmasına ve ayrı politikalar uygulanmasına rağmen, bu ilişki başarıyla sürüyor. Avrupa’nın etkisine gelince, tam tersine iki tarafı daha çok birbirine yaklaştırıyor. Batı açısından bakılırsa son derece yanlış bir strateji. Türkiye bir anlamda Rusya ile yakın ilişki kurmaya mahkûm bırakılıyor. Biden yönetiminin Rusya’ya bakışı ve olası politikalarının Türkiye açısından bazı zorluklar ve yeni yol arayışları yaratabileceği düşünülebilir. ‘TÜRKİYE KİLİT KONUMDA’Rusya, Türkiye açısından önemli bir partner olmaya devam etmeli ama dış politikada alternatiflerin olmasının değeri asla unutulmamalı. Rusya için Türkiye neden önemli sorusunu sorarsak vereceğimiz cevap bize doğru yolu gösterecektir. Bu soruya kuşkusuz birçok açıdan cevap mümkün. Ama Türkiye’nin jeopolitik konumu en öne çıkanlardan. Türkiye’nin komşu olduğu bölgeler ve devletler günümüz uluslararası ilişkilerinin odağında yer alıyor. Bu çerçevede Rusya’nın nüfuzunu kurmak ya da artırmak istediği her alanda Türkiye de var. Rusya’nın enerji ve özellikle boru hatları politikalarında Türkiye kilit konumda. Türkiye’nin Avrupa ile her şeye rağmen süren müttefiklik ilişkisi ve NATO üyesi olması, saydıklarım kadar belki bunlardan da önemli. Batı Bloku ile arası soğuk ve mesafeli bir Türkiye Rusya açısından son derece değerli. Batının içinde kalmakla birlikte, böylesi bir gergin ve sorunlu ilişki hali Türkiye’yi daha değerli kılıyor Rusya için. Bir anlamda Türkiye ile ilişkiler daha özenli ve karşı tarafı kaybetmemek üzerine kuruluyor. Ancak ilişki, bir mecburiyet, daha kötüsü bir devlete mahkûm olmaya dönüşürse, sonu hiç istenmeyen şekilde olumsuz bir tabloya dönüşür. ‘BLOKUN BÖLÜNMESİNİ SAĞLAMAK GEREK’ - Doğu Akdeniz, Libya konularında Ankara ile İsrail-Mısır hattında yeniden görüşme mekanizması kurulması yönündeki yorumlar için görüşünüz nedir?Dış politikada ilişki kanallarını açık tutmak gerek. Bu bağlamda Ankara’nın İsrail ve Mısır ile de diplomatik zeminleri kullanması önemli. Bu kanalın açılması ve geliştirilmesi kuşkusuz ayrı bir strateji gerektiriyor. Mısır ile Katar ilişkilerinin düzelmesi, Türkiye’nin başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleriyle ilişkilerin düzelebileceği yönündeki sinyalleri diplomasinin etkinliğinin artabileceğini gösteriyor. Doğu Akdeniz, başta Kıbrıs, enerji, Libya, Suriye ve Lübnan olmak üzere birçok ülke ve sorunu kapsıyor. Ankara karşıtı cepheden gelen, Doğu Akdeniz enerji güvenliği gibi ifadeler akla şu soruyu getiriyor: Doğu Akdeniz’de tehdit kim? Onlar için cevap çok açık Türkiye. Bu kadar benzemezleri bir araya getiren faktör bir anlamda Türkiye karşıtlığı. Bunun çok farklı nedenleri olmakla birlikte oyun bozan rolü Türkiye’de. Türkiye için en doğru strateji bu blokun bölünmesini sağlamak. Bunun için belli konularda farklı devletlerle uzlaşma ve birlikte hareket etmek gerekir. Mine Esen

301 emekçinin can verdiği faciada mağdurların tutuklu avukatıKozağaçlıdavayıdeğerlendirdi

301 emekçinin can verdiği faciada mağdurların tutuklu avukatı Kozağaçlı davayı değerlendirdi Soma faciasıyla ilgili davanın son tutuklu 4 sanık da geçtiğimiz ay tahliye oldu. Mağdur ailelerin gönüllü avukatlığını yapan Selçuk Kozağaçlı ise “halkı hükümete karşı kışkırtma” suçlaması ile 3 yıldır cezaevinde. Soma’da 2014 yılında 301 madenciye mezar olan faciayla ilgili davanın Yargıtay tarafından bozulmasının ardından tutuklu 4 sanıkta geçtiğimiz ay tahliye oldu. Gönüllü olarak mağdur ailelerin avukatlığını yapan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı ise 3 yıldır cezaevinde. Önümüzdeki ay yeniden başlayacak olan Soma davasını değerlendiren Kozağaçlı, “Hakkımda Soma’da “halkı hükümete karşı kışkırtma” suçlaması devam ettiğine göre; 2014’te yaşadığımız katliamla ‘ilgili’ son tutuklu ben kaldım herhalde. Soma’nın hesabı sorulmadan her uykumuz yarım, her gülümsememiz buruk olacak” dedi. FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından 2016'da KHK'yla kapatılan ve 2019 Ekim ayında tekrar tüzel kişiliğini kazanan ÇHD’nin Genel Başkanı olan Selçuk Kozağaçlı, “silahlı örgüt yöneticiliği, örgüt üyeliği, yardım ve yataklık” suçlamasıyla yargılandığı davada 11 yıl 3 ay ceza almıştı. Soma davasının yanı sıra birçok toplumsal olayda gönüllü olarak mağdurların avukatlığını üstlenen Kozağaçlı, 3 yıldır tutuklu. Pandemi nedeniyle cezaevinde zor bir süreçten geçtiklerini ama sağlık durumunun iyi olduğunu belirten Kozağaçlı, Soma davası ve gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı. - Öncelikle nasılsınız? Bir dönem sağlık sorunlarınız olduğunu duymuştuk. Devam eden sıkıntılarınız var mı? Sağlığım iyi. Geçmişten sürükleyip getirdiğim birkaç kronik hastalığa, fiziksel tecridin yol açtığı bir iki yenisi eklendi; ayaktayım, çalışabiliyorum, okuyorum, spor yapıyorum. Ancak çok fazla sayıda tutsak ağır sağlık sorunlarıyla boğuşuyor. İdari uygulamalar veya fiziksel koşullar nedeniyle, infazları sağlık tablolarını ağırlaştıran herkesin, aslında verilmiş mahkeme kararlarında yazmayan işkence, ıstırap ve bazen de maalesef ölümle cezalandırılıyor olduklarını unutmamalıyız. Bunu kabul etmeyelim, normalleştirmeyelim.Gereksiz ve haksız gözaltı koşullarında adeta zorla Covid-19 hastası yapılmış, tutuklandıkları hapishanelerde sağlık tabloları ağırlaştırıldığı için apar topar yoğun bakıma kaldırılıp oradan da tahliye edilmiş arkadaşlarımız var. Gözaltı değil kasten yaralamaya veya öldürmeye teşebbüs gibi görünüyor bu saldırılar. Hapishaneler açısından her zaman, en kesintisiz olarak yürütülmesi gereken kampanya -neyle suçlandıklarına bakılmaksızın- hasta, yaşlı, bebekli yahut kendisi henüz çocuk olan tutsaklarla ilgili mücadele bana göre. Yaşlılığı henüz kabul etmediğime göre bizim sıramız sonra gelsin, o zaman daha ayrıntılı anlatıp sızlanırım ben de…- Soma katliamında yaşamını yitiren işçilerin ailelerinin avukatlığını yapıyordunuz. Siz şu an tutuklusunuz Ancak 301 madencinin ölümüne sebep tüm sanıklar tahliye edildi. Bu duruma ilişkin neler söylemek istersiniz? Hakkımda Soma’da “halkı hükümete karşı kışkırtma” suçlaması devam ettiğine göre; 2014’te yaşadığımız katliamla “ilgili” son tutuklu ben kaldım herhalde. Aslında dava dosyamda birkaç kışkırtma suçlaması daha var. Sevgili Nuriye’nin ve Yüksel Direnişçileri’nin avukatlığını yaparak; bir günde işsiz, geleceksiz bırakılmış yüzlerce kamu emekçisini kışkırtmak mesela. Yine Engin Çeber’den Festus Okey’e işkence ile katledilmiş insanların davalarını sahiplenerek halkı işkencecilere karşı kışkırtmak da var.İnsan katletmekten yatmaktansa, katile karşı mağduru kışkırtmaktan yatmak onur verici elbette ama yine de bir düzeltme yapmalıyım: Ben yirmi beş yıllık meslek hayatımı –çok çekici bir kavram olmasına rağmen- “kışkırtıcılık” olarak değil, halkın içinde, onunla beraber adalet, özgürlük, bağımsızlık, sosyalizm mücadelesi olarak tanımlamayı tercih ederim. Buna kışkırtmaktan çok “kışkırtmak” denebilir herhalde. Adaletsizlik, hırsızlık, katliam, yalancılık, utanmazlık beni kışkırtıyor ve en çok da yoksulluk. Bedeli ne olursa olsun, ayağa kalkmak, geleceğimizi ellerimize almak zorundayız.Soma davasında verilen ilk mahkeme kararı hiçbirimiz için sürpriz değildi. Maden ve inşaat sermayesiyle açıkça iç içe geçmiş bir komisyonun,-rant- talan iktidarının ahbap çavuşu zengin etmeye odaklanmış nepotik iktidarı tarafından elden geçirilmiş adli yargının yeni sermaye sınıfına ihanet etme ihtimalini zaten zayıf buluyorduk açıkçası. Büyük sürpriz 12. Ceza Dairesi’nin ilk bozma kararı oldu. Bu nasıl olabildi? Elbette önce her bedeli göze alarak davalarına sahip çıkan insanlar sayesinde. Rejimi kayıplarımızı dengelemeye zorlandık. E. Fraenkel, faşizmde ikili bir nitelik arz eden devlet yapısı içinde “önlem devletinin” hiçbir hukuk tanımadan sürdürülebilmesi için “norm- kural devletinin” de ayakta kalması gerektiğini tespit ediyor. Sekiz-on hatta belki yirmi-otuz ölü için işlemeyen hukuk, yüzyılın en büyük maden katliamında üç yüz bir yaşamın harcanmasını dengelemeye çalıştı.Cumhuriyet tarihinin bu en kapsamlı, gerekçeli ve adil iş cinayeti davası değerlendirmesi için daire üyelerini kutlamalıyız. İçerisinde bulunduğumuz şartlarda yargıç haysiyetinin sınırı ve imkânı bundan ibarettir. Unutmayacağız. Sonraki pespaye müdahale “önlem devletinden” geliyor. Kariyerini Adalet Bakanlığı bürokrasisinde yapmış, mahkeme kürsüsünden çok iktidar partisinin gölgeliğinde yetişmiş üç yeni “hâkimi” tek seferde, aynı daireye atama şekilsizliği tiksinti vericidir. Bunu anlamak da buna alışmak da mümkün değil.  Sonuçtan değil yöntemden söz ediyorum. Mesela ben 12. Ceza Dairesi’nin güçlü ve adil kararını elime aldığımda; “Bunu bu şekilde bırakmazlar; ya başsavcılık itirazı ya da direnme ile genel kurul görür bu karar…” demiştim. Maden sermayesinin ve iktidarın böyle bir kararı kaldıramayacağı ortadaydı. Ancak izledikleri ve yüksek mahkemeyi utanç içerisinde bırakan yöntemi midelerinin kaldırabileceğini aklımdan geçirmemiştim. Oldu.Hukuk değilse de matematik bildiklerini öğrenmiş olduk; daire beş kişiyse, demek ki çoğunluk üç kişi. Demek ki üç kişi birden yerleştirmemiz gerekiyor. Üç hâkim değil, cebinde yeni kararı taşıyan üç kişi. Bilinmesi gereken bu sefil matematiğin bir gün –emin olun ki ülke tarihi açısından kısa sayılabilecek bir süre sonra- kararı cebinde taşıyanların adları ve sözde içtihatları ile birlikte utanç örneği olarak okutulacağıdır. Tek risk, öğrencilerin “Hadi canım, bu kadar da olmaz, sınav sorusu olsun diye uydurulmuştur” deme tehlikesi. Dosyanın “son tutuklusu” olarak değer verdiğim her şeyin üzerine söz veriyorum ki asla vazgeçmeyeceğiz. Unutturmayacağız. Soma’nın hesabı sorulmadan her uykumuz yarım, her gülümsememiz buruk olacak. Dosyalara müdahale etmek için seyyar hâkim gezdirme ayıbı elbette bir gün “Adil Yargılanma Hakkı İhlali” olarak tespit edilecektir. Ama bizi daha çok ilgilendiren, katledilen işçilerin hatırası, ailelerinin duygusal ve ekonomik güvencesi ile maden işçisi mücadelesinin geleceğidir. Bu ateşi söndürmeyecek ve biz kazanacağız. Benim 7 Nisan’da duruşmam var. Soma duruşması 13 Nisan’da. Kime ne söylenmiştir bilemem ancak orada veya burada katliamın hesabını sormak için mücadeleye devam edeceğim.- Toplumun nefes alamaz bir hale geldiği şu süreçte Boğaziçi’nde bir direniş başladı. Bu direnişi ömrünü devrimci mücadeleye adamış bir yurttaş olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?Boğaziçi Direnişi’nin ilk günlerinde Giacomo Papi’nin  “Radikal Şıkların Sayımı” kitabını okuyordum. Papi 1968 doğumlu yani bizim kuşağa daha yakın ve doksanlar İtalya’sı için yazmış. Yine de Boğaziçililere reva görülen saldırganlık açısından hala güncel ve tipik diyebilirim. Faşizm, medyada satın aldığına benzeyen sığ popülizm dışında kültürel üstünlük kuramamanın verdiği çaresizlikle; eğitimli, entelektüel, bilinçli her katmandan nefret ediyor. Kendisine benzetemediğini yok etme eğiliminde. Devrimcilerin faşizm hakkında yüzyıllık deneyimi ve bilgisi bu. Ama kitabın işaret ettiği bir diğer olgu, eğitimlilerin de öğrenilmiş bir çaresizlik içerisinde, direnmekten kolayca vazgeçebildiği. Beyin göçünden elitizme onlarca yol var bunun için. İşte direnişin kırdığı budur. Eğer direniş varsa inşaat-ithalat lobisine komisyonculukla, ortak mala veya artı değere el koymayla hatta polisle, askerle, rektörle hegemonya kuramazsınız. Söze ihtiyacınız var. Kurabildikleri söz çirkin ve etkisiz trollemeden ibaret. Biz direnerek sözümüzü kurmaya devam edelim. Aklını ve irfanını faşizm dışında temiz kaynaklardan edinmiş, besleyebilmiş herkesin bütün gücüyle direnişe destek olması gerekir. Sadece buna değil, içimizi ısıtan, mücadeleyi yükselten her direnişi birbirine bağlamalı, etraflarında kenetlenmeliyiz. Her ÇHD’linin, Boğaziçililerin avukatlığını yapmaktan, onlarla birlikte itilip - kakılıp gözaltına alınmaktan onur duyduğunu biliyorum. İşte bu bizim mesleğimiz. Avukatlık böyle yapıldığında umut ve değer biriktiriyor.- Cezaevinden ne kadar takip edebiliyorsunuz bilmiyorum ancak Türkiye’deki emekçiler, işçiler oldukça zor günlerden geçiyor. Pandemi nedeniyle var olan işsizlik giderek artmış durumda neler söylemek istersiniz?Bu aralar tarihsel projeksiyon yapılacağında herkesin gözünün 1930’lara dönüyor olması tesadüf değil. Hem dünyada hem de Türkiye’de faşizmin yükselip yönetememe krizinin baskı, halka saldırı, sığ ve çirkin bir sağ popülizm ile tanımlanabiliyor olmasının sonu elbette daha kötüsünü, savaşı, çürümeyi, çöküşü hatırlatıyor. Evet, işsizlik, enflasyon, geleceği görememe hatta geleceğin peşinen kaybedildiğine inanarak iş aramaktan ve yaşamdan vazgeçme gündelik felaketlere dönüştü, yaygınlaştı. İşsiz, aç, mutsuz kalabalığın “sola” hadi muhalefete diyelim, kayacağına dair mekanik kriz algısından kurtulmak zorundayız. Faşizmin kitle tabanı da aynı çaresiz yoksullar ve faşizm elinden geldiğince büyük bir marifetle onların oylarını ve onaylarını almaya devam edecektir. Gerekirse bunun için kan dökmekten ve başımızı büyük küresel belalara sokmaktan çekinmeyeceğini de artık görüyoruz. Esas mücadele hattını, işlerliği çoktan ortadan kalkmış hayalet bir parlamentonun ihyası yerine; boykotları, grevleri, adalet arayışlarını birbirine bağlayıp kitlesel bir direniş ağı, bir büyük barikat üzerine kurmalıyız.- Hakkınızda hüküm veren mahkeme başkanın Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığına, Türkiye’nin ise AİHM kararlarını uygulamadığına tanıklık ediyoruz. Bir hukukçu olarak hukuk sisteminin geldiği bu duruma ilişkin neler söylemek isterseniz?Adliye’de davamıza bakan hakim şahsında artık bir karikatüre dönüşmüş olan Roland Freisler tarzı iliştirilmiş bürokratlar elbette çok önemli bir sorun. “Hukuk nedir?” sorusuna verilmiş: “Führer worte haben Gesetzeskraft” (Führer'in ağzından çıkan yasadır) cevabı bu bürokratın ufkudur.Ama sorunumuz zannettiğinizden daha büyük. Bugün hala canımızı acıtacak kadar keskin dişlere sahipse bile zaten kendisini yeterince teşhir etmiş bu tarzın yükselme dönemini atlattık. Doğrudur, yasa tanımayan, başı dışındaki katmanlarını hayal meyal görebildiğimiz bir imamet hiyerarşisinde yuvalanmış, hukuk bilmeyen yahut ilgi duymayan, skandaldan, abesten, ayıptan utanmayan otuzlu yaşlarında bir “yargıç” kuşağı devşirildi.Gülen cemaatinin yetiştirdiği bir başka – veya aynı- adliye bürokrasisinin tasfiyesinden doğan boşluğu dolduruyor olma iddiası bu tipin hak ettiği yadırgamayı engelledi. Elbette gidecekler ancak 1946-1965 arasındaki yirmi yılda benzer boşluk iddiasıyla yadırganmaması talep edilen Nazi Yargıçları’nın tasfiyesinin nasıl imkânsız hale geldiğini gördük. Tehlike buradadır.Bugün verdikleri zararın bedelini ödüyoruz, ancak bu bedelin gelecek kuşaklara sirayet etmesine izin veremeyiz. Faşizm belasını hep birlikte savuşturduktan sonra, gayet sancılı geçeceği bugünden görülen geçiş yıllarında, “Devri Sabık Yaratmayacağız” diye Adenauer rolüne soyunmuş bir muhalefetin muhtemel iktidarını kabul edemeyiz. Oy artırmak, sağ seçmene şirin görünmek için “merak etmeyin biz gelince fazla bir şey değiştirmeyeceğiz zaten” diyenlerden uzak durmalıyız. Kim “Ben bu hâkimlerle de çalışırım.” Diyorsa onlarla birlikte tarihin çöplüğüne gitmelidir; ortak geleceğimize değil.Bunun sözü bugün burada, acının ve saldırının göbeğinde verilmelidir. Asla normalleştirilmelerine, unutulmalarına, saklanmalarına izin vermeyeceğiz. Söz veriyoruz. Bu sözü veremeyene güvenilmemelidir. Güvenmiyoruz.Hakkımızda hüküm veren mahkeme başkanının antitezi Ebru’dur. (Avukat Ebru Timtik). İçinde bulunduğumuz yüzyılın Ebru’yu anarak bitirileceğinden hiç şüphem yok. Ebru bu adaletsizlikle mücadele ederken katledildi. “Hayır, kendisi ölmeye karar verdi; istediği zaman bırakıp yaşayabilirdi.” diyecekler için söylenmesi gereken şudur: İstediği zaman bırakabilecek olanların varsayımsal tarihi elbette yazılabilir hatta genellikle de ‘istediği için bırakanlar’ tarafından yazılır. Ernesto “Che” Guevara Küba Merkez Bankası’ndan emekli olabilirdi, Rosa Luxemburg torunları için kazak örerken huzur içinde aramızdan ayrılabilirdi, Mahir Çayan Samsun milletvekilliğinden emekli olup şu aralar anılarını yazıyor olabilirdi. Yapmadılar. “Örnekler uygun değil, hepsi vurularak öldü” diyecekseniz hatırlatayım ki Bobby Sands zaten milletvekili seçilmişti, açlığı bırakması yeterdi çoğunluğun hayalindeki “siyasi kariyer” için. “İyi ama bunların hepsi çok ünlü örnekler, bizim Ebru’nun ne işi var onların arasında?” diyenler olabilir son olarak. “Kimse kendi köyünde peygamber olamaz” derler. Avrupa’dan çok değerli ödüller geliyor, hatta adına bir ödül inşa ediliyor, isminin verilmesi düşünülen bir sokak var, fotoğrafları dünyanın dört bir yanında adliyeleri, baroları süslüyor. Filipinler’den Kongo’ya, Japonya’dan Kolombiya’ya kadar mücadelesini selamlayan mesajlar, onu anan taziye dilekleri ulaşıyor hala. Köyünüzden doğduysa da akacak mecrayı buldu dünya toprakları üzerinde diyorum yani.Onun bıraktığı yerden devam ediyoruz. Hakkında açılmış onlarca davaya rağmen tek bir geri adım atmadan direnen bir avukattan söz ediyoruz. Hukuka aykırı bir sözde yakalama emrini tanımadığı için gidip bürosuna sığınak yapan, aylarca bürosunda çalışmaya devam edecek kadar zeki, gayretli ve yetenekli bir kadından. Neredeyse koca bir yılı aç geçirerek, o çok sevdiğimiz seksen kilogramlık vardakosta sağlıklı bedeni otuz kilonun altına düştüğünde bile onurla taşıyan bir kadından. Vazgeçmeyeceğiz. Çok baskı var, çok saldırı var, korkar insanlar demeyin. Ebru, yetim ve öksüzdü. Dersimliydi. Zaza Kızılbaşıydı. Komünistti, kadındı, yoksuldu, bekârdı ve hepsini ortasından kesecek kadar devrimciydi. Var mı şiddete daha açık bir kimlik? Başka korkulacak bir şey kaldı mı? Hayır, benim durumum daha hassas diye düşünen varsa anlatsın ben dinlemeye hazırım. Ebru’nun gücü yettiyse, hepimizin gücü yeter direnmeye, teslim olmamaya. Gitmeden öyle istediği için “kurduk” biz onu, zamanımızı bekliyoruz umutla. Güzel şiirini sizinle paylaşarak bitireyim.“Beni kur,Zamanı gelince uyanayımBaşını kesiyorlar buradaYeşil tüylerini kabarta kabartaÇağrı yapan horozunOysa dünya dönmektedir sırtınıBiraz da burayı ısıt der gibiAriyen ülkesinden gelen güneşe.Elbette güneş bu ülkeyi de ısıtacak. Dünya dönüyor. Biz kazanacağız.” Seyhan Avşar

Gazetemize 3ödül:İTOÖdülleriÖzdemir, Bursalıve Demirci’ye verildi

Gazetemize 3 ödül: İTO Ödülleri Özdemir, Bursalı ve Demirci’ye verildi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan törende konuşan Coşkun Özdemir, “Böyle buhranlı bir zamanda, böyle bir ödül almak benim için büyük bir teselli ve onur. Tabip Odası’na teşekkür ederim” dedi. Özdemir’e “Dr. Türkan Saylan Tıp Hizmet Ödülü” verildi. İstanbul Tabip Odası’nın her yıl 14 Mart Tıp Bayramı haftası kapsamında verdiği “Dr. Ali Özyurt Basında Sağlık Ödülleri” dün koronavirüs salgını önlemleri kapsamında düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Törende koronavirüs salgını nedeniyle yaşamını yitiren sağlıkçılar anıldı. Koronavirüs pandemisi nedeniyle geçen yıl tören düzenlenemediği için 2020 ödüllerinin de verildiği törende, geçen yıl “Dr. Türkan Saylan Tıp Hizmet Ödülü”ne değer görülen Türkiye Kas Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Coşkun Özdemir’e ödülünü Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu verdi.  “SAĞLIKTA ŞİDDETİN ARKA PLANI”2020 Basında Sağlık Ödülü, köşe yazısı dalında, “Sağlıkta şiddetin arka planı” başlıklı yazısıyla yazarımız Orhan Bursalı’nın ödülünü kızı Mercan Bursalı, TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın elinden aldı. Gazetemizin Ciddiyet sayfasında yayımlanan “Pandemi ve Çocuklar” adlı eseriyle karikatürist Cihan Demirci’ye de ödül verildi.  cumhuriyet.com.tr

Türkiye’nin dört bir yanında yapılan hava kirliliğiölçümleri alarm veriyor

Türkiye’nin dört bir yanında yapılan hava kirliliği ölçümleri alarm veriyor Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 1 - 11 Mart verilerine göre, Türkiye’deki hava kirliliği ölçümleri alarm verdi. İstanbul’dan Şırnak’a, İzmir’den Kahramanmaraş’a, Bursa’dan Zonguldak’a Türkiye’nin dört bir noktasında 11 gün boyunca hava kirliliği değerlerinin en az 4 gün, olması gereken günlük sınır değerlerin çok üzerinde olduğu görüldü. Greenpeace Akdeniz, “Pandemiden sonra da maske takmak istemiyorsak hava kirliliğine karşı acilen önlemler alınması gerektiğini” belirtti. Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Gökhan Ersoy, erişilebilen ölçüm sonuçlarına göre partikül madde kirliliğinin ülkenin dört bir yanında endişe verici boyutlara yükseldiğinin altını çizdi.İSTANBUL: Mecidiyeköy, Esenyurt, Sultangazi ve Alibeyköy’de 11 günün 7’sinde hava kirliliği ölçüm sonuçlarının, limit değerlerin üzerinde olduğu görüldü. Alibeyköy’de 9 Mart’ta hava kirliliği ölçüm sonuçları, sınır değerin neredeyse 4 katından fazla.  ANKARA: Siteler’de 11 günün 8’inde; Sincan’da ise 11 günün 6’sında ölçüm sonuçlarının, limitin üzerinde olduğu saptandı. Siteler’de 5 Mart’ta kirlilik limit değerin yaklaşık 6 kat üzerinde olduğu görüldü. İZMİR: Gaziemir’de 4 gün limit değer aşıldı.BİRİNCİLİK ELBİSTAN’IN...ZONGULDAK: Pandemi boyunca hep alınan özel önlemlerle gündeme gelen Zonguldak’ta 1-11 Mart hava kirliliğinin Kozlu ve Trafik istasyonunda 10 gün limit değerlerin üzerinde olduğu; Çatalağzı’nda bu sayının 9, Kuzyaka’da ise 8 olduğu görüldü. BURSA: Kültürpark’ta 9, İnegöl’de 8, Uludağ’da ise 5 gün hava kirliliğinin, limit değerlerin üzerinde olduğu saptandı. İnegöl’de 10 Mart’ta sınırın neredeyse 4 kat aşıldı. KAHRAMANMARAŞ: İkisi aktif, planlanan 5 kömürlü termik santralın bulunduğu Elbistan’da 11 günün 11’inde de rakamların, sınırın üzerinde olduğu görüldü.EDİRNE: 11 günün 10’unda limit değerler aşıldı. ŞIRNAK: 11 günün 7’sinde hava kirliliği limit değerlerin üzerindeydi. KONYA: Selçuklu’da 11 günün 8’inde limit değerin üzerinde rakamlar ölçüldü. cumhuriyet.com.tr

La Diyez’den‘Prekarya’albümü

La Diyez’den ‘Prekarya’ albümü Samsun’da 2003 yılından itibaren “Immigrant Wave Recordz” çatısı altında müzik yapan La Diyez’in “Prekarya” isimli albümü tüm dijital platformlarda yayımlandı. Sınıf hareketini konu alan bu rap albümüne Dipnot, İmpala, Sırat, Kodes Kahra ve OG Mecaz gibi isimler düetleriyle eşlik ediyor. Albümün kapak tasarımı ise aynı zamanda gitarist ve tasarımcı olan “Yasin Balmuk” tarafından üstlenildi. La Diyez, 9 şarkıdan oluşan “Prekarya” albümünün temel felsefesinin dünyanın genel politik iktisadi sorunlarına, sınıf mücadelesine, işçi sınıfı dayanışmasına, ezen-ezilen arasındaki ilişkiye, burjuvazi ve proletarya arasında yaşanan çatışmalara dayandığını dile getiriyor. cumhuriyet.com.tr

İşte 2020’de‘Yılın Enİyileri’

İşte 2020’de ‘Yılın En İyileri’ Dünya Kitap tarafından verilecek “Yılın En İyileri Ödülleri”nin sahipleri belli oldu. 30 yaşına basan Dünya Kitap tarafından bu yıl 28. kez verilecek “Yılın En İyileri Ödülleri”nin sahipleri belli oldu. Seçici kurullar kitap dünyasında 5 kategoride 10 ödül belirledi. Ödüller, ilerleyen aylarda yapılacak törenle kazananlara sunulacak. Yılın Telif Kitabı, Selim İleri’nin “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun” (Everest Yayınları) olarak belirlendi. Yılın Çeviri Kitabı olarak ise Adnan Özer’in Türkçeye Pablo Neruda’dan çevirdiği “Evrensel Şarkı / Canto General” (Can Yayınları) seçildi. Yılın Yayınevi ödülünün sahibi ise VakıfBank Kültür Yayınları oldu. Yılın I·ş Dünyası Kitabı olarak Mahfi Eğilmez’in “Türkiye Ekonomisi” (Remzi Kitabevi) seçildi. Kaya Erdem’in “Neden Başaramıyoruz? - Demokratik Bir Türkiye” (Doğan Kitap) kitabı ise Yılın I·ş Dünyası Tarihine Tanıklık Eden Kitabı ödülünü kazandı. Yılın Polisiye Kitabı Yaprak Öz’ün “Villa Şakayık/Bir Yıldız Alatan Macerası” (Oğlak Yayınları) kitabına verildi. Polisiye İlk Kitap Ödülü ise Nihal Orhan’ın “Çaylak” (Alfa Yayınları) kitabının oldu.  cumhuriyet.com.tr

Karakurt’tan yenişarkı

Karakurt’tan yeni şarkı Melisa Karakurt, “Kocaman Bir Yalan” isimli yeni şarkısını yayımladı. Sosyal medya üzerinden yayımladığı cover videoları ve diğer sanatçılarla yaptığı işbirlikleriyle önemli bir dinleyici kitlesine ulaşmayı başaran Melisa Karakurt, sözü ve müziği kendisine ait olan “Kocaman Bir Yalan” isimli yeni şarkısını yayımladı. Avrupa Müzik etiketiyle dinleyiciyle buluşan şarkıda Karakurt’a gitarda Veys Çolak, trompette Dilan Balkay eşlik etti.  cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter