Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 06.28.2024, 06:31 AM (GMT)

Search by date: 2/1/2021

Avusturya’da Türk bilim insanı'mutasyonlu koronavirüsü' tespit eden kit geliştirdi

Avusturya’da Türk bilim insanı 'mutasyonlu koronavirüsü' tespit eden kit geliştirdi Avusturya’da Procomcure Bıotech şirketi CEO’su ve kurucusu olan Prof. Dr. Kamil Önder, ‘Mutasyonlu koronavirüsü’ tespit eden PCR testi geliştirdi. Türk bilim insanı Prof. Dr. Kamil Önder, ‘Mutasyonlu koronavirüsü’ tespit eden bir PCR testi geliştirdi. Ülkede Covid-19’un İngiltere ve Güney Afrika mutasyonlu vakaların görülmesinin ardından çalışma başlatan şirket, alınan 40 numunenin 3’ünde İngiltere mutasyonu B.1.17 tespit edildiğini teyit etti.Önder, ürettiği mutasyonlu koronavirüsü tespit eden kitin, ISO sertifikalı ve klinik onaylı (IVD-CE) olan ilk ürün olduğunu açıkladı.“Alınan numunenin bir kısmı özellikle bu mutasyona dair analiz ediliyor" diyen Önder, "Sonuç 70-90 arasında alınıyor. Bu sayede virüse karşı büyük bir avantaj sunuyor" dedi.HAFTADA 5 MİLYON TESTÖnder, Thalgau'daki şirketin haftada 5 milyon PCR test üretebildiğini ifade ederek, "Avusturya'da kullanılmaya başlandığını belirtti. Önder, Türkiye'de Sağlık Bakanlığı ile pandeminin başından bu yana bağlantıda olduğunu ifade ederek açıklamalarını şu sözlerle sürdürdü:"Birkaç şirket ile beraber PCR testleri Türkiye'ye ihraç ettiğimiz ve orada kullandığımız oldu. Tabii bu her zaman dört dörtlük çalışmadı. Çünkü bildiğiniz gibi her ülkenin olduğu gibi Türkiye'nin de kendine göre ithalat ve ihracat kuralları var. Bilhassa  tanı kitlerinde özel yasalar mevcuttur. Ve o nedenden dolayı da istediğiniz zaman istediğiniz kiti ve testi kullanamazsınız" dedi. DHA

Akrabasıtarafından cinsel istismara maruz bırakılan Emre'nin annesi: Yavruma güneşin doğduğuna inanıyorum

Akrabası tarafından cinsel istismara maruz bırakılan Emre'nin annesi: Yavruma güneşin doğduğuna inanıyorum Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde, 23 yaşında intihar eden Emre Y.'ye, 9 yaşından 18 yaşına kadar cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle yargılanan akrabası Vedat Tarhan'ın (70), 26 yıl hapis cezasına çarptırıldığı davada, mahkemenin gizli ses kaydını delil olarak kabul ettiği belirtildi. Emre Y.'nin annesi Hülya Oya Y., "Adaletin yerini bulduğuna inanıyorum. Yavruma da bundan sonra güneşin doğduğuna inanıyorum" dedi. Çorlu'da, 9 yaşından itibaren, 9 yıl boyunca akrabası Vedat Tarhan'ın cinsel istismarına uğrayan Emre Y., 29 Nisan 2019 günü, 15'inci kattaki evlerinin penceresinden atlayarak, yaşamına son verdi. İntihar etmeden 1 ay önce ailesine, 2002- 2003 yıllarında evlerinde kalan Vedat Tarhan'ın 2011 yılına kadar kendisine cinsel istismarda bulunduğunu açıklayan Emre Y.'nin, sanık ile yüz yüze gerçekleştirdiği görüşmeye ait ses kaydıyla Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduğu, ancak dilekçenin intihardan sonra işleme koyulduğu ortaya çıktı.26 YIL HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILDIEmre Y.'nin intiharından sonra gözaltına alınan ve 'çocuğun nitelikli cinsel istismarı' gerekçesiyle tutuklanan Vedat Tarhan, 3 ay sonra görülen ilk duruşmada tahliye edildi. Cumhuriyet Savcısı’nın itirazı üzerine hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılan Vedat Tarhan, 19 Ağustos 2019'da Çanakkale'de yakalanıp, tutuklandı. Tarhan, Edirne 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde süren davanın 10'uncu duruşmasında, 'Çocuğun nitelikli istismarı' suçundan herhangi bir indirime gidilmeden 26 yıl hapis cezasına çarptırıldı.GİZLİ SES KAYDI DELİL OLDUMahkeme, davaya ilişkin gerekçeli kararını da açıklayarak, Tarhan'ın 26 yıl hapis cezası almasını sağlayan en kritik delil konumundaki gizli ses kaydını 'hukuka uygun ve hükme esas delil' olarak kabul etti. 20 dakikaya yakın süren kayıtta Tarhan, Emre Y.’ye yönelik eylemlerini kabul etti. Kararda, "Mağdurun uğradığı cinsel istismar eylemleri nedeniyle beden ve ruh sağlığı bozuldu. Ruhsal olarak çöküntü yaşaması nedeniyle sanığın eylemlerine karşı koyması hayatın olağan akışına da uygun değil. Sanığın, mağdura yönelik zincirleme şekilde ‘nitelikli cinsel istismar’ suçunu işlediği yönünde mahkememizde tam bir vicdani kanıya varılmıştır" denildi.ANNE: YAŞADIKLARI ASKERDE ORTAYA ÇIKTIMahkemenin gerekçeli kararını açıklamasından sonra yaşadıklarını Demirören Haber Ajansı’na (DHA) gözyaşları içinde anlatan anne Hülya Oya Y., oğlunun yaşadığı cinsel istismar olayının vatani görevini yaptığı sırada kendisine yapılan bir el şakasında krize girmesiyle ortaya çıktığını söyledi. Çocuğunun askerdeyken hastaneye götürüldüğünü ve komutanın da durumu, çağırdığı ablalarına anlattığını belirten anne, 20 gün izin aldıktan sonra oğlunun bir daha askere gitmediğini tezkere aldığını kaydetti.'EVDEKİ KURTTAN KORUYAMADIN'Oğlu Emre ile askerden geldikten sonra konuşmaya çalıştığını ancak önceleri konuşmak istemediğini söyleyen Hülya Oya Y., "Dedim ki, 'Oğlum bu işleri senin başına kim açtı, ne olur bana söyle, ben herkese şüpheyle bakıyorum' dedim. 'Ben seni okulda yalnız bırakmadım, sokakta bırakmadım. Sen sokağa çıkmadın nasıl oldu bunlar' dedim. Döndü bana dedi ki, 'Sen beni dışarıdaki kurtlardan korudun ama evdeki kurttan koruyamadın anacığım. Benim hayatım zindan oldu. Ben çocukluğumu yaşayamadım.' 'Kim oğlum' dedim. O da Vedat Tarhan olduğunu söyledi. İnanamadım. Saatlerce yerimden kalkamadım. 'Oğlum nasıl olur' dedim. 'Evet anne' dedi. 'Sünnet olduktan sonra bana tecavüz etti' dedi. İlk önce tecavüzle başlamadığını, sonradan olduğunu söyledi. İnanamadık. Tabi oğluma güvenim sonsuzdu. Yalan söyleyen bir çocuk değildi. Ama o kişiyi de ben babam gibi seviyordum. Evimizden hiç eksik olmuyordu. Her şeyimize gelirlerdi. 2,5 sene burada çalıştı. Ben de gelip kalıyordu, yatıyordu. Karısı da geliyordu, çocukları da geliyordu. Devamlı evimizin içindeydiler. Hiç aklıma öyle bir şey gelmemişti. Yapabileceğine inanmamıştım. Bir hafta kadar sonra oğlum 'Anne ben bununla yaşayamayacağım, bunu deşifre etmek istiyorum. Cezasını çeksin. Benim çocukluğumu bitirdi, gençliğimi bitirdi, hayatımı bitirdi' dedi. Ablalarıyla Edirne'ye gittik. 'Anne, ben ses kaydı alacağım' dedi. Ben böyle şeyleri pek bilmediğim için 'Oğlum peki ne olacak' dedim" diye konuştu.'ONU KONUŞTURACAĞIM ANNE'Oğlunun her seferinde onu deşifre etmek istediğini ve Edirne'de buluştuklarını belirten Hülya Oya Y. şöyle devam etti:"O kişi onu karşıladı Edirne'de. Ondan sonra köy evine götürüyor. Biz de takip ediyoruz. Arabaya biner binmez oğluma dokunmaya başlıyor. Sonra köy evine götürüyor. Emre onu konuşturmaya çalışıyor. Biraz konuşturduktan sonra, bu ses kaydını aldıktan sonra ablasını arıyor. 'Abla yetişin, beni kurtarın, ben çok kötüyüm' diyor. Gittik aldık. Ondan sonra ablalarının yardımıyla gitti, bir avukatla konuştu. Ses kaydını dinlettirdi. Ondan sonra savcılığa gittiler, suç duyurusunda bulundular. Fakat hiçbir haber gelmedi. Her gün kalktım ben, 'Anne güneş doğmuyor, anne ben ne yapacağım şimdi, anne hayatım bitti benim, ben nasıl yaşayacağım, o geziyor tozuyor ben okulumu bitirdim askerliğimi bitirdim bir işe yaramıyorum, bir şey yapamıyorum' deyip ağlamaya başladı. Hep isyan ediyordu. ‘Aramadılar, mahkemeden bir haber gelmedi’ diye."'ANNE SEN BENİ NEDEN BEKLİYORSUN'Olay günü birlikte kahvaltı ettiklerini belirten anne Hülya Oya Y., "Bana, 'Anne niye beni bekliyorsun, ben çocuk muyum, bebek miyim' dedi. Onu yalnız bırakmak istemediğimi anlamasın diye 'Yok oğlum. Benim evde işim çok oluyor, biliyorsun. Sana yemek yapacaktım' dedim. 'Yok anne ben yemek istemiyorum, git biraz dolaş' dedi bana. O sırada yakında oturan bir arkadaşım telefon ederek 'gel kahve içelim' dedi. Kalktım gittim. Çok da gitmek istemedi canım. Bir ayağım gidiyordu, bir ayağım geri geliyordu. Ben gittim bir kahve içtim. Telefon geldi. Çabuk gel dediler. Geldim dünyam bitti. Bir baktım yavrum yerlerde yatıyor. Yanına sokmadılar" dedi.'YAVRUMA GÜNEŞİN DOĞDUĞUNA İNANIYORUM'Cinsel istismarda bulunduğu oğlunun ölümüne neden olan Vedat Tarhan'ı katıldığı duruşmalarda görünce, krize girdiğini söyleyen Hülya Oya Y., "Onu karşımızda görüyorduk. Gördükçe krize giriyordum. Ben, eşim, çocuklarım, hepimizin hayatı alt üst oldu. Torunlarım bile çok etkilendi. Yavrumun acısına yanamadım. Hep üst üste geldi. Mahkeme güzel bir karar verdi. Ama benim çocuğumu geri getirmeyecek tabi bu karar. Çok uğraştık, çok didindik, hasta olduk, ayakta duramadık, yıkıldık, döküldük ama gene ayaktayız Allah'a çok şükür. Adaletin yerini bulduğuna inanıyorum. Yavruma da bundan sonra güneşin doğduğuna inanıyorum. Adalete teşekkür ediyorum. Buna 26 yıl verdiler. 40 yıl da verseler benim çocuğum geri gelmeyecek. Ben hep böyle resimlerle konuşacağım" dedi.'EMRE ADALETE OLAN GÜVENCİNİ YİTİRMİŞTİ'Emre Y.'nin ablası Aslı K., mahkemenin açıkladığı gerekçeli kararda şüphelinin aldığı 26 yıl hapis cezasının kendileri için yeterli olmadığını söyledi. Aslı K., "Biz bu davaya Emre'yi 29 Nisan 2019 tarihinde kaybederek başladık ve bir sürü celse gördük. Bu celselerde adliyelerde çok koşturduk, çok uğraştık. Gerek o insanın akrabaları tarafından çok şiddetli bir şekilde sıkıntılı günler geçirdim, adliye koridorlarında çok sıkıntılı günler geçirdik. Sürecin uzaması beni, annemi, babamı ve diğer kardeşlerimi çok yıprattı. Bizim içimizi en çok acıtan şeylerden bir tanesi Emre'nin ses kaydının 53 gün boyunca dinlenmeyip, mahkemede dinlenmesiydi. Emre'nin vefatı ile tekrardan bizlerin adliyeye gidip, Emre'nin böyle bir davası var deyip, davayı tekrardan başlatmamızdı. Ben şunu çok iyi biliyorum, Emre'yi intihara sürükleyen en önemli şey adalete olan güvencini kaybetmesiydi. Ben Emre ile her gün beraberdim. 'Abla ben bu hayata nasıl başlayacağım. Ben burada hayatıma başlayamazken karşı taraf elini kolunu sallayarak geziyor' diye her gün ağlıyordu” ifadelerini kullandı.'EMRE'NİN ADALET SAVAŞINI KAZANDIK'Aslı K., her şeye karşın mahkemede ses kaydının delil olarak kabul edilmesinin kendilerini mutlu ettiğini ifade ederek, "Bu kararla bir yandan çok mutluyum, çok huzurluyuz. İçimiz rahat, adalet yerini buldu, adalet tecelli etti ve Türkiye'de örnek temsil eden bir karar olduğunu düşünüyorum. Ses kaydı delil olarak kabul edildi heyet tarafından, eminim ki diğer Emrelere de ışık olacaktır. Emre bir kahraman, evet Emre'nin adalet savaşını kazandık. Mutluyuz ama tabii ki de içimiz buruk" dedi. (DHA)

Trabzonspor zirveye yürüyor!

Trabzonspor zirveye yürüyor! Trabzonspor, Teknik Direktör Abdullah Avcı yönetiminde zirveye doğru tırmanışını sürdürüyor. Bordo-mavililer, Beşiktaş galibiyetiyle bu sezon ilk kez 3 maçlık galibiyet serisi yakaladı. Süper Lig’in 22. haftasında deplasmanda Beşiktaş’ı 2-1 mağlup ederek zirve yolunda önemli bir 3 puana imza atan Trabzonspor, Teknik Direktör Abdullah Avcı yönetiminde üst basamaklara doğru tırmanışını sürdürdü. Sezonun ilk 8 haftalık bölümünde tarihinin en kötü günlerini yaşayan Trabzonspor, 6 puanla 17. sırada yer alıyordu. Abdullah Avcı’nın takımın başına gelmesiyle birlikte önemli bir ivme yakalayan Karadeniz ekibi, tecrübeli teknik adamla oynadığı 13 maçta 9 galibiyet, 3 beraberlik ve 1 mağlubiyet elde ederek 30 puan topladı.17. SIRADAN 5.’LİĞEAbdullah Avcı’nın gelişinden sonra bir teknik adam dokunuşuyla 17. sıradan 5.’liğe yükselen Trabzonspor, 12 basamak çıkarak zirveye doğru tırmanışını sürdürüyor. Beşiktaş deplasmanından önemli bir 3 puan çıkaran bordo-mavililer, lider Fenerbahçe ile 9, 2. sıradaki Beşiktaş ile 8 ve 3. sırada yer alan Galatasaray ile arasındaki puan farkını 6’ya indirdi.BU SEZONKİ İLK 3 MAÇLIK SERİTrabzonspor, Konyaspor, Gençlerbirliği ve Beşiktaş galibiyetleriyle bu sezon Süper Lig’de ilk kez 3 maçlık galibiyet serisi yakaladı. Karadeniz ekibi 2019-2020 sezonunda 16 ile 22. haftalar arasında 6 maçlık galibiyet serisi yakalamıştı. Bordo-mavililer söz konusu dönemin ardından bu sezon ilk kez 3 maçlık galibiyet serisine imza attı.13 GÜNDE 4 MAÇ, 4 GALİBİYETTrabzonspor, 13 gün içinde oynadığı 4 maçtan da galibiyetle ayrıldı. Bordo-mavilier ilk olarak 19 Ocak’ta sahasında Konyaspor’u 3-1, 23 Ocak’ta deplasmanda Gençlerbirliği’ni 2-1, 27 Ocak’ta Süper Kupa Finali’nde Medipol Başakşehir’i 2-1 ve 31 Ocak’ta deplasmanda Beşiktaş’ı 2-1 mağlup etmeyi başardı.Konyaspor maçını evinde oynayan bordo-mavililer diğer 3 maçı ise deplasmanda oynadı. 8 günde geliş ve gidiş olarak 6 kez uçak yolculuğu yapan Karadeniz ekibi iki İstanbul ve bir Ankara olmak üzere yaklaşık 8 saat uçak yolculuğu yaptı.DEPLASMANDA YENİLMEZLİK 8 MAÇA ÇIKTISüper Lig’in ikinci yarısının ilk maçında deplasmanda lider Beşiktaş’ı 2-1 mağlup eden Trabzonspor, dış sahadaki yenilmezlik serisini 8 maça çıkardı. En son yenilgisini 98 gün önce Fenerbahçe karşısında alan bordo-mavililer, söz konusu maçın ardından deplasmanda oynadığı 8 maçta 5 galibiyet ve 3 beraberlik elde etti. cumhuriyet.com.tr

Abdiİpekçi katledişinin 42'nci yılında anılıyor

Abdi İpekçi katledişinin 42'nci yılında anılıyor Uğradığı silahlı saldırı sonucu 1 Şubat 1979’da katledilen Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi, katledilişinin 42. yılında anılıyor. Türkiye basın tarihinin öncü isimlerinden, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti önceki başkan vekili, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve başyazarı Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979’da Maçka‘daki evinin önünde, Mehmet Ali Ağca tarafından vurularak katledildi. İpekçi, ölümünün 42. yılında Türkiye’nin dört bir tarafında anılıyor.ABDİ İPEKÇİ KİMDİR?Abdi İpekçi, 9 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul’da doğdu. İlköğreniminden sonra 1948 yılında Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Daha sonra eğitimini hukuk fakültesinde sürdürdü. 1943-1948 yılları arasında Kırmızı-Beyaz ve Şut adlı spor dergilerinde yazı ve karikatürleri yayınlandı. Yeni Sabah (1948-1949) ve Yeni İstanbul (1950) gazetelerinde muhabir ve yazı işleri sekreteri olarak çalıştı. 1951’de İstanbul Ekspres Gazetesi’nde yazı işleri müdürlüğü yaptı.1954’de yeni bir atılımla biçim ve içerik değiştirerek yayın hayatına giren Milliyet Gazetesi’nde genel yayın müdürü oldu. Aynı gazetede 1959’dan itibaren başyazar olarak da görev aldı. 1959’da Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanlığı görevinde bulundu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin başkan vekilliğini üstlendi. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) 2.başkanlığına seçildi. “Afrika, İhtilalin İç Yüzü” Liderler Diyor ki, Dünyanın Dört Bucağından” isimli kitapları yayımlandı.İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında arabasında iken Mehmet Ali Ağca tarafından katledildi.BARIŞI VE ÖZGÜRLÜĞÜ SAVUNDU1961 senesinden, öldürüldüğü 1 Şubat 1979 tarihine kadar Milliyet gazetesinin başyazarlığını da yürüten Abdi İpekçi, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Basın Enstitüsü Başkanlığı, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ve Uluslararası Basın Enstitüsünün ikinci başkanlığı, Basın Şeref Divanı Genel Sekreterliği gibi vazifelerde bulundu. Yazılarında Atatürkçülüğü, barışı, düşünce özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğünü savundu. cumhuriyet.com.tr

Eski ABD BaşkanıTrump yeni avukatlarınıaçıkladı

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Eski ABD Başkanı Trump yeni avukatlarını açıkladı Eski ABD Başkanı Donald Trump görevden ayrılan avukatlarının ardından kendisini azil davasında savunacak avukatlarının ismini açıkladı. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın, Senato’daki yargılamasında yer alması beklenen beş avukatıyla yollarının ayrıldığı belirtildi. Trump, yargılamada yeni avukatları David Schoen ve Bruce Castor’un kendisini savunacağını duyurdu. Azil sürecinin Senato ayağının 9 Şubat'ta başlaması planlanıyor. DHA

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 01Şubat 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları

Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 01 Şubat 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/2/1/043934185-ana.png/Archive/2021/2/1/043926201-1.png cumhuriyet.com.tr

Türkiye cüzamıTürkân Saylan sayesinde yendi

Türkiye cüzamı Türkân Saylan sayesinde yendi Küresel bazda yılda 208 bin 619 yeni vaka görülürken, bir enfeksiyon hastalığı olan cüzam, Prof. Türkân Saylan’ın mücadelesi ile Türkiye’de yok denecek kadar azaldı. Deri ve sinirleri tutan bir enfeksiyon hastalığı olan cüzam (lepra), Prof. Dr. Türkân Saylan’ın mücadelesi ile günümüzde yok denecek kadar azaldı. Türkiye’de kayıtlı hasta sayısı 544. Uzmanlar, hastalıkta erken tanı, doğru tedavi ve rehabilitasyonun önemli olduğunu vurguladı.“Hansen basili” adı verilen bir mikroorganizmanın yol açtığı, deri, çevresel sinirler, göz ve testisler başta olmak üzere çok sayıda sistemi ve organı etkileyebilen bulaşıcı bir hastalık olan cüzam, hastanın sakat kalmasına yol açabiliyor. Cüzamın erken bebeklikten çok yaşlılığa kadar her yaşta ortaya çıktığı biliniyor. Dünyada her gün yaklaşık 600 kişinin yakalandığı cüzam hastalığı, tedavi edilebildiği gibi erken evrelerde tedavi sakatlığı önleyebiliyor. Hastalığın, tedavi edilmeyen vakalarla yakın ve sık temas sırasında burundan ve ağızdan damlacıklar yoluyla bulaştığı, belirtilerinin ortaya çıkmasının uzun yıllar alabileceği tahmin ediliyor.HER YIL 3-4 VAKA31 Ocak Dünya Cüzam Günü nedeniyle açıklama yapan Cüzamla Savaş Derneği Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, “Cüzam hastalığı deyince ilk aklımıza gelen Prof. Dr. Türkân Saylan, uzun yıllar, ülkemizde, hastalıkla mücadele etti, çok yönlü çalışmaları ile hastalığı yok denecek seviyeye getirdi” dedi. İstanbul Lepra Hastanesi’nin pandemi döneminde uzun süre Covid-19 hastalarına yönelik hizmet verdiğini, bugünlerde 2020 yılında yeni tanı konan üç kişi, hastalığı tekrarlayan diğer üç kişi ve rehabilitasyon gereksinimi olanlara sağlık hizmeti sunduğunu kaydeden Yüksel, şöyle devam etti: “Prof. Dr. Türkân Saylan, geçmişte, hastaları sadece ilaçla tedavi etmemiş, aynı anda düzeltici cerrahi, ortopedik ayakkabı, sosyal rehabilitasyon programları ile de desteklemiştir. Son yıllarda ortopedik ayakkabı atölyesi kapanmış, hastalar çok zor duruma düşmüştür. Ayak sakatlıkları fazla olan LEK’lerin kendi ayaklarına uygun yapılan ortopedik ayakkabılar ile sokağa çıkma şansı olan hastalar, bu konuda yeni çareler aramaktadırlar. Prof. Dr. Türkân Saylan’ın 1976 yılında kurduğu Cüzamla Savaş Derneği çalışmalarını halen sürdürmektedir. Başta Prof. Dr. Türkân Saylan olmak üzere, bu konuda emek veren, kaybettiğimiz sağlıkçıları saygı ve minnetle anarken, yaşayanlara teşekkürü borç biliriz.” Sibel Bahçetepe

İçmonolog zihinsel sağlığışekillendiriyor

İç monolog zihinsel sağlığı şekillendiriyor Sürekli tekrarlayan negatif içsesi daha olumlu bir şeye nasıl dönüştürebiliriz? Psikolog Ethan Kross, iç monoloğunuzun zihinsel sağlığı şekillendirdiğini söylüyor. Ve ipuçları veriyor. Herkesin kafasının içinde sürekli konuşan, akıl veren, muhasebe yapan bir içses var. Soru şu: Bu içses sizi ne kadar etkiliyor? Bilim insanları bu iç monologların neden kimilerine yarar sağlarken başkalarının yaşamlarını darmadağın ettiğini, kişinin kendisiyle iletişim kurmasının doğru ya da yanlış yolları olup olmadığını ve eğer varsa içsesi biraz daha yüksek olanlara çözüm getirebilecek yöntemlerin olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Michigan Üniversitesi Duygu ve Benlik Denetimi Laboratuvarı’nın kurucusu ve yöneticisi Ethan Kross bu alanda uzun yıllara dayanan çalışmalarını ve bulgularını bir kitapta topladı: Chatter: The Voice in Our Head and How to Harness It. (Gevezelik: Kafamızın içindeki ses. Onu nasıl daha iyi kullanırız?) Kross, belli bir dozda olumsuz duyguların insanlara iyi geldiğini, ancak bu doz aşıldığında da oluşabilecek tersliklerin bir ölçüde giderilebileceğini belirtiyor. Kross, sıkıntıya düştüğümüzde bunun MRI taramalarına da yansıyan duygusal etkileri yanında, fiziksel sonuçları da olduğunu-iç monologların insanlara yarardan çok zarar verebileceğini gösteren bir yığın araştırma bulunduğunu söylüyor. Örneğin; yanlış bir iç monolog hızlı yaşlanmaya bile neden olabiliyor.MESAFELİ İÇSEL KONUŞMAAncak bu durum hiç konuşmamanın daha iyi olacağı anlamına da gelmiyor. Kross, “Duygularımızdan tümden kaçınmak iyi bir şey değil, bunun yerine araya mesafe koymak daha yerinde olabilir. İnsanlar mesafe koymayı kaçınmak ya da bastırmak olarak anlıyorlar, oysa ben bunu geri adım atıp duruma daha geniş bir açıdan bakma becerisi olarak değerlendiriyorum” diyor. Bir araştırmaya göre, insanlar kendileriyle dakikada 4 bin sözcüğe eşdeğer bir hızla konuşuyorlar (bir kıyaslama yapacak olursak, bir liderin ulusa sesleniş konuşması yaklaşık 6 bin sözcük). Öyle olunca, içsesi dinlemenin yorucu olmasına şaşmamalı. Ancak insanları felce uğratan içses, engelleyici de olabilir. 2010 tarihli bir araştırma, içsel deneyimlerin dışarıdakileri sürekli gölgede bıraktığına işaret ediyor. Kross da kendine odaklı tekrarlı olumsuz düşünmenin (ruminatif düşüncenin) bizleri etkisi altına alıp en mutlu anımızı bile mahvedebileceğine dikkat çekerek içseslerini kısabilenlerin daha mutlu olduklarını belirtiyor.ALET ÇANTASIKross kitabında içsesin kısılmasına yardımcı olabilecek “alet çantası” adını verdiği yöntemlere odaklanıyor. Deneyler “mesafeli içsel konuşma” adını verdiği yöntemin duygusal bakış açısı edinmenin en doğrudan ve hızlı yolu olduğunu gösteriyor. Kişinin kendisiyle farklı biriymiş gibi konuşması insanı yalnızca sakinleştirmekle kalmayıp daha iyi bir izlenim bırakmasına ve sözgelimi bir iş görüşmesinde daha başarılı olmasına da yardımcı oluyor. Kross’un öteki yöntemlerinin bir bölümü zaten biliniyor: Dokunmanın gücü (kollarla birini sarmalamak); doğanın gücü (bir ağaca sarılmak); dağda yürüyüş, ya da bir sanat yapıtı karşısında zaman geçirmek gibi şaşkınlık verici etkinlikler de farklı bir bakış açısının edinilmesine yardımcı oluyor. Günlük tutmak kimilerine yararlı olurken “ödünleyici denetim” adını verdiği ve daha çok çekidüzen vermek olarak bilinen dışta düzenin yaratılması da içsel düzeni etkiliyor. Araştırmalar ritüellerin ve kişinin uğurlu olduğunu düşündüğü kimi eşyanın da (nazar boncuğu gibi) yararlı olabileceğini, sahte ilaçların (plasebo) içsesin yatıştırılmasında tıpkı fiziksel rahatsızlıklardakine benzer bir etki yarattıklarını gösteriyor. Kitabını pandeminin patlak vermesinden önce tamamlayan Kross, yayımlanışının “insanın yaşamında bir kez tanık olabileceği pandemi, siyasal belirsizlik ve yaygın grup düşüncesinin hep birlikte yaşandığı” bir döneme denk geldiğini belirtiyor. Bugüne dek en çok alıntılanan yazısında, içses için genelde “dev bir megafon” işlevi gören sosyal medyanın yansımalarını araştırıyor ve Facebook’un titizlikle gezinilmesi gereken bir alan olduğuna dikkat çekiyor.GEÇİCİ UZAKLAŞMAPandemi konusunda kimilerinden daha karamsar bir tablo çizen Kross, bunun uzun erimde ruhsal sağlığımızı derinden etkileyeceğine inanıyor ve bunalımla kaygı belirtilerinin şimdiden görülmeye başlandığını belirtiyor. Pandemi kaygısı çekenlere en çok “geçici uzaklaşma” yöntemini öneren Kross, bunun kişinin ileriye bakıp kendisini gelecekte görmesini gerektirdiğini söylüyor. Araştırmalar zorlu bir deneyimden geçenlere, hemen ertesi gün değil de 10 yıl sonra o konuda ne düşünecekleri sorulduğunda sorunların anında geçici bir niteliğe büründüğünü gösteriyor. Kross, bunun bir zamanda yolculuk biçimi -bir tür Tardis*- olduğuna inanıyor.*Tardis (Time And Relative Dimension In Space/Uzaydaki Zaman ve Göreli Boyut); İngiliz bilimkurgu dizisi Dr. Who’daki uzay ve zamanda herhangi bir yere gidebilen zaman makinesi.Why your most important relationship is with your inner voiceThe Guardian Rita Urgan

Hülya Aksular:‘NeÇılgınca... ne cahilce... ne haince...’

Hülya Aksular: ‘Ne Çılgınca... ne cahilce... ne haince...’ Hülya Aksular: “Bale sanatını, sanatların tamamını, çocuk ve gençlerin eğitimlerini, evlatlarının geleceği için didinen anne ve babaların umutlarını, emeklerini kişisel rant için kullanmaya yeltenen zatlara da şaşkınlıkla karışık öfkem büyük oluyor.” Bir kuğu gibi parmak ucunda dans etmek, kim istemez... O güzel kostümlerle, kollar havada uçar gibi dans etmeği herkes ister. Bu iş bu kadar kolay olsaydı herkes balerin, balet olurdu. Günlerdir tartışılıyor: Bale spormuş ve Türkiye Dans Sporları Federasyonu 56 saatlik bir “bale antrenörlüğü” programı açmış. Akıl tutulması yaşıyoruz. Bu ülkede sanat ile ilgili yasaklar, sansürler dışında yaşamadığımız bir bu kalmıştı. Yani birisi 56 saatte bale öğrenecek ve sonra öğretecek, buna kargalar bile gülmez. Yıllarını bu sanata vermiş, hâlâ onlarca balerin yetiştiren ve günde sekiz saat ders veren Hülya Aksular’ın görüşüne başvurduk:Aksular, Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nden sınıf atlayarak mezun oldu. 1983 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne tayininin ardından 18 yaşında oynadığı Kuğu Gölü Balesi ile bu rolü oynayan en genç başbalerin unvanına sahip oldu. Yurtiçi ve yurtdışında altmışın üzerinde karakter yorumladı. 1986’dan bugüne Almanya’nın birçok şehrinde, İsviçre, İtalya, İspanya, Kanarya Adaları, Japonya, Rusya, İsveç, Norveç, Danimarka, Bulgaristan, Makedonya’da dans eden Aksular, dünyaca ünlü Nureyev ile Uyuyan Güzel Balesi’nde aynı sahneyi paylaştı. Aksular 1993-1996 yıllarında en iyi balerin seçildi.Bu özgeçmiş böyle uzayıp gidiyor. Tüm başarıların arkasında uzun bir hayat var. Bu sanata adanmış kocaman bir yürek var. Öyle kolay değil yani.- “Bale spor mu, sanat mı?” diye bir tartışma var. Siz ne söyleyeceksiniz?Aklıselim bir şekilde çözüleceğini umduğum için bu durumu ülkemizin bir sıkıntısı olarak görmek istemiyorum. Cumhuriyetin kurduğu Türk balesini, devlet konservatuvarlarının bale ve modern dans akademik çalışmalarının tamamını, senesi sınırlanamaz eğitimle oluşan pratikleri ve araştırmalarıyla ömürlerini veren öğretmenlerimizi, sanat kurslarının bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığı’nı, bu kurs kapsamında verilen eğitimin sonunda ancak başarılı olabilenlerin aldığı belge için çabalayan onca çocuğu ve emeği hiçe sayan bu hareketi de görmezden gelemeyiz.- Türkiye Dans Sporları Federasyonu sizce neden böyle bir şey yaptı?2001 yılında Türkiye Jimnastik Federasyonu bünyesinde branş olarak kurulan, sonrasında genel kurul kararıyla toplum danslarını içine katarak bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmeye başlayan federasyon yaptı demek yanlış olur. Bağımsızlığını ilan ettiğinden bu yana federasyon ve yönetim kurulu başkanı olan Tolga Han neden yaptı, sorusuna odaklanırsak bir sonuca varabiliriz sanki. Dansçılık dönemini, branşının eğitmeni olduğunu biliyorum. Ama bale sanatını, çocuk ve gençlerin eğitimlerini, evlatlarının geleceği için didinen anne ve babaların umutlarını, emeklerini kişisel rant için kullanmaya yeltenenlere de şaşkınlıkla karışık öfkem büyük oluyor.- 56 saatlik “bale antrenörlüğü” programına ne diyorsunuz?Açıklamalarından dinledim: Federasyonun 2007 tarihinde toplanan genel kurulu baleyi trajikomik bir şekilde spor dalı branşları içerisine katma kararı veriyor. İki ay sonra Resmi Gazete’de ana statüsü spor dalı olarak tanımlanıyor. 2020 Eylül ayında ise 56 saatlik “Sportif Bale..ne demekse? Bale ve Modern Dans Antrenörlüğü, Bale Hekimliği, Bale ve Modern Dans” branş kurslarının onayını ve bale yarışmalarının Federasyon tarafından yapılması Gençlik ve Spor Bakanlığı’na sunuluyor, kanaatimce bakanımıza ulaşmadan onay alınıyor. Federasyonun aynı zamanda yönetim kurulu başkanı sitelerinde, hepimize yolladığı ses ve video kayıt çırpınışlarında “bu yeni değil” ibaresine değiniyor zaten. İnanamayacaksınız ama bilirkişi olarak bakanlık onayına istinaden “bale spordur!” bile diyor ısrarla. Peki, yaptıkları bu listelenen uydurulmuş başlıkların tarih boyunca dünyada geçerliliği var mı, diye bakmadan birkaç kişi tarafından sessizce yapılan hadsiz adım neden şimdi hayata geçirildi?- Tamamen çıkar üzerine mi kurulu?T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İDOB sanatçılarının, erdemiyle hayatta kalmaya çalışan kursların, uzun yıllar eğitim alan bale öğrencilerinin, bale eğitmenlerinin, sanatçı çalıştırıcılarının çabalarını ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı hiçe sayarak bilinçsizce atılan bu adımın çıkarcılıktan uzak iyi niyet olduğunu düşünmek zor gerçekten. Tolga Han, yarışması yapılan her şey spordur diyor. Bale yarışmaları TDSF tarafından yapılabilsin diye herhalde. Dünyada, Türkiye’de yapılan yarışmalardan, kazanılan başarılardan habersiz sanki. Bale yarışmasına katılabilmek için sporcu olmaya gerek yok, balerin olmak, başarılı olmak yeterli zaten. Kurulan sistem işlesin diye bale spordur diyor! Ne çılgınca ne cahilce ne haince. Aslında ben bu bilmezliğin kendi kendini yok edeceğinden emin olduğumdan sessizce izliyordum. Mümkün mü böyle bir sistemin işleyebilmesi? Ama içimin susmadığı anlarda oldu tabii... Sosyal medya paylaşımları arasında bale sanatının düşürüldüğü durumun altını çizmek için bale sanatı gibi çok zor olduğunu bildiğimiz spor dallarının hırpalandığını da görüyorum ve hakikaten çok üzülüyorum. Sporun her dalı önünde saygıyla eğildiğimi söylemek isterim. Bale spor değildir, sanattır elbette ama sporu ışığıyla sanata dönüştüren büyük isimler olduğunu da unutmamak gerekir.- Bale eğitimi ne kadar sürer?Bale kursu öğrencileri dört yaşından itibaren 14 yıllık bir süreci tamamlamak için eğitim alıyorlar. Konservatuvarlarda 10 yaş itibarıyla eğitimleri başlıyor; sanatçı da olsalar, eğitmen de. Öğrenim süreci bitmiyor. Benim hâlâ sürdüğü gibi.- Bale eğitimini bu işi bilmeyen kişiler nasıl verebilir bilmiyorum ama, sonuçları çocuklar için ciddi sorunlar açar?Veremezler! Öznur Oğraş Çolak

Bale, bedenle müziğin uyum sanatı

Bale, bedenle müziğin uyum sanatı “Parmak ucunuzda tüy gibi yükselin, sonra bir müddet o şekilde durmaya çalışın ve ileriki safhada ise yürümeye geçin. Parmaklarınız, kanasa bile yapın.” BALE, SPOR DEĞİL, SANATTIR!Tartışma bile kabul etmeyecek bir konu nerelere çekiliyor. “Bale ve antrenör”, yani Türkiye Dans Sporları Federasyonu “Bale Antrenörlüğü” programı açtı ve buna ilk tepkiyi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi verdi: “Sırf bir federasyona para kazandırmak için baleyi spor dalı saymak, baleyi tüm köklerinden koparıp yok etmek anlamına gelir. Devlet verdiği bu onayı derhal iptal etmeli” dedi. Bale ülkemizde nasıl başladı? Elbette Cumhuriyet kazanımlarının bir değeriydi. Atatürk’ün, Meclis’e sunduğu önerge ile Ankara’da bir konservatuvar kurulmasına karar verildi. Yıl 1935, ünlü besteci Prof. Paul Hindemith Türkiye’ye geldi ve konservatuvar çalışmaları başladı. Tiyatro ve Opera Bölümü için Prof. Carl Ebert, Almanya’dan getirildi. 1936 yılında eğitime başlandı ve resmi olarak ilk Devlet Konservatuarı 1940 tarihinde başlamış oldu. Bale ise dünyaca ünlü İngiliz dansçı ve koreograf Dame Ninette de Valois tarafından, 6 Ocak 1948 yılında İstanbul Yeşilköy’deki Pansiyonlu İlkokulu’nda “Yeşilköy Bale Okulu” adıyla başladı ve sonrasında 1 Ekim 1950 yılında Ankara’ya taşınan okul, Ankara Devlet Konservatuvarı’na bağlı bir bölüm haline geldi.İLK TEMSİL ÇEŞMEBAŞI1965 yılında Dame Ninette de Valois’nın koreografisini gerçekleştirip sahneye koyduğu, Ferit Tüzün’ün altı bölümden oluşan “Çeşmebaşı Balesi”, dünya prömiyerini yaptığında “ilk fantastik Türk balesi” olarak tarihe geçti. Türk balesinden bir Meriç Sümen geçti; Rengin Taş; Sait Sökmen, Merih Çimenciler, hangi birini sayalım? Buralara gelmek sanatçılar için hiç kolay değil. Ama bizim ülkemizin, bale sanatını icra edenlerin giydikleri kostümden, sergiledikleri yorumlara kadar eleştirmekten öteye gitmeyen zihniyeti şimdilerde, balenin kıyımına hazırlanıyor. Bir balerin ya da balet onca acılara ve akıttığı tere, yaklaşık 15 sene, temsile göre 8-9 saat düzenli çalışma karşılığında acaba yaklaşık 56 saatlik antrenör eğitimi ile bırakın bunu uygulamayı, estetiği ve balenin değerini nasıl kazandırabilir? Kim ya da kimler olacak bu antrenörler?SİNEMADA BALE2018 yılında yönetmenliğini Ralph Fiennes’in yaptığı “Beyaz Karga” filminde Soğuk Savaş döneminde, sanatını icra edemeyecek duruma gelen ünlü balet Rudolf Nureyev’in hayatını, kendisi gibi bu uğraş ve bu emeklerden geçmiş Ukraynalı dansçı, balet Oleg Ivenko canlandırmıştı. Yine aynı yıl gösterime giren Yuli’de modern balenin oluşumunu ilk siyahi Kübalı Balet Carlos Agosta oynamıştı, yönetmeni ise bir kadındı, Bollain. Burada da Küba Ulusal Bale, Houston Bale, Amerikan Bale Tiyatrosu, ardından Londra Kraliyet Balesi’nde siyahi Romeo olan ilk balet unvanı alan sanatçının neler yaşadığına tanıklık ediliyordu. 2010 yapımı, Natalie Portman’a ilk Akademi Ödülü’nü kazandıran Siyah Kuğu filmi ise uzun süre akıllardan çıkmadı. Natalie Portman’ın filmin neredeyse tümünde bedeninin sadece üstü kullanıldı, bale sahnelerinin tümünde dublör kullanılarak bir filmde en uzun süre dublör kullanılan film oldu. Çünkü baleyi, hiçbir sanatçı bale eğitimi almadan yapamaz! Parmak ucunda durmak, jump, bacak açmak ve bunları müzikle uyumlu hale getirmek spor yapmakla eş değil. Türkiye’de ise bir Hülya Aksular varken sanatçının yaşamını sinemaya taşımak yerine baleyi spor antrenörlerine teslim etmek hangi düşüncenin ürünü olabilir? Bale elbette bedeni çalıştıran bir etkinliktir ama ne futboldur ne halter! Bale; estetik, zerafet, incelik, sanatsal duyum ve müzikle uyum, ruh dinginliği, sahne yatkınlığıdır. Bırakın antrenörler, para için bile olsa başka dallarda serpilsinler. Güzel sanatların ve sporun izleyeni de farklıdır, bırakın bale onu izleyen, anlayan ve yapanlara kalsın! Emel Seçen

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta Sanatta bu hafta YENİPERFORM’NDA ŞUBAT OYUNLARIDijital sahne YeniPerform’nda Ferdi Çetin’in yazdığı Yeşim Özsoy’un yönettiği ve Kübra Balcan, Yaman Ceri, Meral Çetinkaya, Banu Fotocan, Ahmet Ayaz Yılmaz’ın rol aldığı Terk Edilmiş Kıyılar // Negatif Fotoğraflar, 5, 19 ve 26 Şubat’ta saat 21.00’de zoom söyleşi (5 şubat) ise saat 22.00’de gösterilecek. Oyun, bir kadının daha önce hiç gerçekleşmemiş bir aile yemeğini hayal etmesi üzerine odaklanıyor. Ferdi Çetin ve Yeşim Özsoy’un yazdığı Yeşim Özsoy’un tek kişilik performansı House of Hundred 12 Şubat Cuma akşamı dijital sahnede olacak. Yarı otobiyografik, gerçek ile kurgunun iç içe geçtiği oyun, Özsoy’un kendi kişisel tarihinden yola çıkarak oluşturduğu hikâyeleri ele alıyor.'KURAKLIĞIN AYAK SESLERİ'Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nın arşivinden derlenen çalışmalarla “Kuraklığın Ayak Sesleri” sergisi, Trump Art Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor. Endonezya’dan İran’a, Brezilya’dan Belçika’ya kadar dünyanın dört bir yanından derlenen eserlerden oluşan sergi, küresel iklim değişikliği ve azalan su kaynaklarıyla birlikte gelen kuraklık ve susuzluk krizinin gelecekteki en önemli sorunlardan biri olduğunun altını çiziyor. Öznur Oğraş Çolak

BarışAğabey’e selam olsun, saygıve teşekkürle anıyoruz

Barış Ağabey’e selam olsun, saygı ve teşekkürle anıyoruz 1 Şubat 1999’da dünyadan giden, uğurlanırken İstanbul trafiğinin durduğu, Barış Ağabey’e selam olsun, saygı ve teşekkürle anıyoruz. Hele destur! “İnsanın öğrenmesi gereken ilk dil, tatlı dildir” der Dede Korkut torunu, yediden yetmiş yediye Evliya Çelebi oğlu, Tomris Hatun’un adam olacak çocuğu, çağcıl Anadolu dervişimiz, ozanımız, bizden öte bizden ziyade daha neyimiz neyimiz, diğer adıyla Barış Ağabey, Manço. “Barış der”, “Barış’a sorar isen”, “Barış’tır adım” diyerek kendisi de söyler zaten şarkılarında, halk şiirimizdeki geleneği sürdürerek buna deyim, deyiş, ata ana sözlerimizi de (kimini yapı bozumuyla) ekleyerek. “Olayın hepsi bizim halkımızda, toplumumuzda var, tarihimizde, geçmişimizde, kültürümüzde. İnanılmaz zengin bir Türk kültürü var, bunu benim söylemem abes, herkes bunu biliyor. Çok canlı, yaşayan bir halk kültürümüz var bizim. Ben oradan elimi daldırıp daldırıp çıkarıyorum. Benim kafam devamlı bunlarla meşgul zaten. Bir gün Sarı Çizmeli Mehmet Ağa oluyor bir gün Halil İbrahim Sofrası oluyor” der TRT’de 1988’de. Tek niyeti ve gayreti “yâd-ı cemil” olmaktır, olmuştur da. MÖ 4000’den (bildiğimiz), MS 2000’lere elbette önce matematiksel ve güzel Türkçemizle dosdoğru, müzik dilinin olanaklarıyla en çok türkülerimiz sayesinde dimdik ulaşan Türk kültürünün kazıcı, yeniden yaratıp aktarıcılarının başını çeken en andığımız dünya insanlarımızdan değil midir?YAZ DOSTUMNane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman, içine hatmi çiçeği, tutam zencefil, biraz tarçın... Defteri kalemi al, iyi yaz. Barış’a sorar isen bildiğimizi de ekmeğimizi de bölüşürüz biz, suyu içeriz aynı tastan, kalbimiz kırıksa selam alıp veririz gönül dağından. Kimi batı, kimi doğu, kuzey güney hepsi doğru, herkesin var beş parmağı. Bizim yolumuz da bize doğru, hiç döner miyiz? Ezgisi, güftesi, TV programları ile çocuğundan yaşlısına, toplumuna tane tane anlatır Barış Ağabey, ona göre bu dünyadan nitelikli geçmek neyse yollarını. Sağlıklı ve erdemli yaşamak, kendini bilerek ölmek. Her yanımız altın gümüş taş olsa, dalkavuklar etrafta el pençe divan dursa, sapa kulpa kapağa itibar eder miyiz?MÜZİKLE EĞİTİMİdeolojik yönelimleri bir yana koyup toprağına, dünyaya, yaşama bütüncül yaklaşır Barış Manço. Değer değerdir, hangi kaynaktan olursa olsun. Müziği duyuşsal ve bilişsel eğitimde bir araç, bir değer aktarım yolu olarak kullanmamız için iyi bir örnek. Küçük de severek eşlik eder büyük de dinler söyler, kuşaklar arası uzaklığı kapatır şarkılarını deneyimlemek. Kimsesiz cenazesini ceketiyle kaldıran Kul Ahmet’e Ahmet Bey deyip sonunda hakkını verebilen de bizimdir Sultan Süleyman da Gülpembe, Süper Babaanne, Arkadaşım Eşek de. Yeter ki söylensin iyi, güzel, nedir bilinsin doğru. Anadolu Rock diyoruz, çağdaş halk âşıkı diyoruz, bir şeyler diyoruz ya... pek kabul etmez bunları, kendi deyimiyle “ağır Türk müziği”dir onun yaptığı. Yine de demeden geçemeyeceğiz, ozan-baksı geleneğinden âşıklık sanatına değişe dolaşa ulaşan upuzun çizgide, dünya müzik formlarından da yararlanarak ürettikleriyle çığır açıcı oldu. Sürekli birlik beraberliğe vuran kucaklayıcı kalbiyle. Unutmayacağız. İstanbul trafiğinin durduğu insan cenazesinde... Selam sevgi sana, Barış Ağabey. Sanata evet. Nurduran Duman




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter