Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 06.26.2024, 10:00 AM (GMT)

‘365 Days’,‘Music’ve‘Dolittle’filmleri, yılın en kötüsüolmak için yarışacak

‘365 Days’, ‘Music’ ve ‘Dolittle’ filmleri, yılın en kötüsü olmak için yarışacak Yılın en kötülerinin belirlendiği 41. Razzie ödülleri adayları açıklandı. Bu yıl en çok adaylık alan filmler, “365 Days”, “Music” ve “Dolittle” olurken, Robert Downey Jr., Anne Hathaway ve Adam Sandler gibi isimler oyunculuk kategorilerinde adaylık aldı. /Archive/2021/3/12/190323548-razzie-altin-ahududu-yilin-en-kotu-filmleri.jpgHer yıl Oscar adaylarından hemen önce açıklanan ve yılın en kötülerini belirleyen Razzie (Altın Ahududu) ödüllerinin bu yılki adayları açıklandı.Razzie ödüllerinin kazananları normalde Oscar Ödülleri’nden bir gün önce açıklanıyordu.Ancak bu yıl, bu zaman aralığı bir gün kadar daha uzadı. 26 Nisan tarihinde sahiplerini bulması beklenen Oscar ödüllerinden iki gün önce yani 24 Nisan’da dağıtılması beklenen Razzie ödülleri, bu yılki adaylarını Oscar adaylarının açıklanmasından üç gün önce duyurdu.Böylece 15 Mart tarihinde açıklanması beklenen Oscar ödülleri adayları yılın en iyilerini takdir etmeden önce Razzie ödülleri en kötülerini gündeme getirmiş oldu./Archive/2021/3/12/190400266-dolittle.jpg"Dolittle"FilmLoverss‘ın aktardığı habere göre, bu yıl Razzie ödüllerinde ön plana çıkan yapımlar, “Dolittle”, “365 Days” ve Sia’nın başrol oyuncusu seçiminde engelli bir bireye yer vermemesiyle anlatısına ters düşerek çok fazla eleştiri alan “Music” adlı belgeseli oldu.“365 Days” ve "Dolittle" toplam altı adaylıkla ilk sırayı paylaşırken, onları dört adaylıkla “Music” izledi./Archive/2021/3/12/190506250-music.jpg“Music”Yoğun bir şekilde olumsuz eleştirilere maruz kalan “Music”, en kötü film, en kötü yönetmen, en kötü kadın oyuncu ve en kötü yardımcı kadın oyuncu dallarında aday gösterildi.Barbara Bialowas ve Tomasz Mandes’in başrollerinde olduğu erotik drama filmi “365 Days”, bu yıl gösterime giren filmlerin sayısında pandemi koşullarına bağlı olarak yaşanan düşüşe rağmen aldığı altı adaylıkla listede kendisine yer buldu./Archive/2021/3/12/190538765-kapak165824.jpg“365 Days”Şarkıcı Duffy, Netflix'te yayımlanan film için platforma hitaben yazdığı açık mektupta filmi “insan kaçakçılığının, tecavüze uğramanın ve kaçırılmanın acımasızlığını hafife almak”la suçlamıştı.Aynı zamanda, adaylar arasında ödül sezonunda şu ana dek başarılarıyla anılan “Borat Subsequent Moviefilm”i de yer aldı. Film, en kötü yardımcı erkek oyuncu ve en kötü ikili kategorilerinde aday gösterildi.24 Nisan’da sahiplerini bulması planlanana 41. Razzie ödülleri için adaylar şöyle:En Kötü Film“365 Days”“Absolute Proof”“Dolittle”“Fantasy Island”“Music”En Kötü Kadın OyuncuAnne Hathaway – “The Last Thing He Wanted & Roald Dahl’s The Witches”Katie Holmes – “Brahms: The Boy II & The Secret: Dare to Dream”Kate Hudson – “Music”Lauren Lapkus – “The Wrong Missy”Anna-Maria Sieklucka – “365 Days”En Kötü Erkek OyuncuRobert Downey, Jr. – “Dolittle”Mike Lindell (The “My Pillow” Guy) – “Absolute Proof”Michele Morrone – “365 Days”Adam Sandler – “Hubie Halloween”David Spade – “The Wrong Missy”En Kötü Yardımcı Erkek OyuncuChevy Chase – “The Very Excellent Mr. Dundee”Rudy Giuliani  – “Borat, Subsequent Movie-Film”Shia LeBeouf – “The Tax Collector”Arnold Schwarzeneggar – “Iron Mask”Bruce Willis – “Breach, Hard Kill & Survive the Night”En Kötü Yardımcı Kadın OyuncuGlenn Close – “Hillbilly Elegy”Lucy Hale – “Fantasy Island”Maggie Q – “Fantasy Island”Kristen Wiig – “Wonder Woman 1984”Maddie Ziegler – “Music”En Kötü Yeniden Çevrim veya Devam Filmi“365 Days”“Dolittle”“Fantasy Island”“Hubie Halloween”“Wonder Woman 1984”En Kötü YönetmenCharles Band – “All 3 Barbie & Kendra movies”Barbara Bialowas & Tomasz Mandes – “365 Days”Stephen Gaghan – “Dolittle”Ron Howard – “Hillbilly Elegy”Sia – “Music”En Kötü Senaryo“365 Days”“All 3 Barbie & Kendra Movies”“Dolittle”“Fantasy Island”“Hillbilly Elegy”En Kötü İkiliMaria Bakalova ve Rudy Giuliani – “Borat Subsequent Movie-Film”Robert Downey Jr. ve ikna edici olmaktan uzak Welsh aksanı – “Dolittle”Harrison Ford ve kesinlikle sahte duran görsel efektlerle yaratılmış köpeği – “Call of the Wild”Lauren Lapkus ve  David Spade – “The Wrong Missy”Adam Sandler ve His Grating Simpleton Voice – “Hubie Halloween” cumhuriyet.com.tr

Taksi ile at arabasınınçarpıştığıkaza kamerada

Taksi ile at arabasının çarpıştığı kaza kamerada Mersin'de at arabası ile taksinin çarpışması sonucu 2 kişi yaralandı. Kaza sonrası bağlı olduğu arabadan kaçan at, kilometrelerce uzakta güçlükle sakinleştirildi. Kaza anı ise bir iş yerinin güvenlik kamerasına yansıdı. Merkez Yenişehir ilçesi Güvenevler Mahallesi 20’nci Cadde üzerinde seyir halindeki 33 T 0074 plakalı taksi ile at arabası çarpıştı./Archive%5C2021%5C3%5C13%5C010111777-taksi-ile-at-arabasinin-carpistigi-kaza-kamerada_2.jpgÇarpmanın etkisi ile at arabasının üzerinde bulunan iki kişi, savrulup, düşerek yaralandı. Yaralılar, ihbar üzerine gelen sağlık ekibinin ilk müdahalesinin ardından ambulansla hastaneye kaldırıldı. Kaza sonrası bağlı olduğu arabadan kaçan at ise kilometrelerce uzaklıkta vatandaşların yardımı ile sakinleştirildi. At, daha sonra zabıta ekiplerine teslim edildi./Archive%5C2021%5C3%5C13%5C010112245-taksi-ile-at-arabasinin-carpistigi-kaza-kamerada_4.jpgKaza anı ise bir iş yerinin güvenlik kamerasına yansıdı. Görüntülerde, çarpmanın etkisiyle at arabasındaki 2 kişinin savrulup düştüğü, arabaya bağlı olan atın da kaçtığı görüldü.  DHA

Belarus’la Polonya arasındaki diplomatik kriz büyüyor

Belarus’la Polonya arasındaki diplomatik kriz büyüyor Belarus’un Polonya’nın Brest Konsolosu'nu istenmeyen kişi (persona non grata) ilan etmesi ile başlayan diplomatik kriz, iki ülkenin art arda misillemeleriyle devam ederken, son olarak Polonya, Belarus’un Bialystok ve Varşova Konsolosları’ndan ülkeyi terk etmelerini istedi. Belarus ile Polonya arasındaki diplomatik kriz giderek büyüyor. Geçtiğimiz salı günü Belarus’un, Polonya’nın Brest Konsolosu Jerzy Timofiejuk’u istenmeyen kişi (persona non grata) ilan ederek, 48 saat içinde ülkeyi terk etmesini istemesiyle başlayan kriz, iki ülkenin diplomatları karşılıklı olarak sınır dışı etmeleri ile devam ederken, toplamda 3 Polonyalı diplomat Belarus’u terk etti. Polonya ise son olarak Belarus’un Bialystok ve Varşova Konsolosları’nın sınır dışı edilmesine karar verdi./Archive%5C2021%5C3%5C13%5C010128808-belarusla-polonya-arasindaki-diplomatik-kriz-buyuyor_2.jpgPolonya Dışişleri Bakan Yardımcısı Marcin Przydacz sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Minsk’in Polonyalı diplomatlara yönelik dostane olmayan tutumu karşısında karşılıklılık ilkesi uyarınca Polonya Dışişleri Bakanlığı, Bialystok ve Varşova Konsolosları’nın sınır dışı edilmesi kararı almıştır" açıklamasında bulundu.NE OLMUŞTU?Belarus Dışişleri Bakanlığı, Polonya’nın Brest Konsolosu Jerzy Timofiejuk’u 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya’nın doğusunda ikamet etmekte olan Belaruslu azınlığa mensup onlarca kişiyi öldürdükleri belirtilen "Lanetli Askerler" anma programına katıldığı için sınır dışı etmişti. Polonya’nın Minsk’teki Maslahatgüzarı Marcin Wojciechowski’yi Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak nota veren Belaruslu yetkililer, Timofiejuk’un 28 Şubat’ta Polonyalı hükümet dışı kuruluşlar tarafından tertip edilen "Lanetli Askerler" anma programına katılarak uluslararası hukuk kurallarını, bilhassa diplomatik ilişkileri düzenleyen Viyana Konvansiyonu’nu ihlal ettiğini ifade etmişti.Minsk’in Polonyalı diplomatı sınır dışı etme kararının ardından Polonya Dışişleri Bakan Yardımcısı Marcin Przydacz ise Belarus’un haksız kararı karşısında Polonya’nın hızlı ve uygun bir biçimde karşılık vereceğini açıklamıştı. Nitekim ertesi günü Polonya, Varşova Belarus Büyükelçiliği’ndeki bir Belaruslu diplomat istenmeyen kişi ilan ederek ülkeyi terk etmesini istemişti. Ancak Polonya’nın bu hamlesi Belarus tarafından karşılıksız kalmamış, bu kez Grodno Polonya Konsolosluğu’nda görevli 2 Polonyalı diplomattan ülkeyi terk etmeleri istenmişti.LANETLİ ASKERLER KİMDİR?2. Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya’nın çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren antikomünist silahlı yeraltı örgütlerinden biri olan "Lanetli Askerler" (Zolnierze Wykleci) günümüzde Polonyalı aşırı sağcılar tarafından kahraman olarak görülürken, aralarında bilim adamlarının da bulunduğu bazı çevreler ise söz konusu oluşumun Polonya’daki komünistler kadar, Yahudileri, diğer etnik ve dini azınlıkları da hedef aldığını belirtiyor. Belarus’un bugünkü tepkisi ise kod adı Bury olan Romuald Adam Rajs’ın komutanlığındaki "Lanetli Askerlerin" 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya’nın doğusunda ikamet etmekte olan Belaruslu azınlığa mensup onlarca kişiyi öldürmesinden kaynaklanıyor. İHA

Feminist eleştirinin kilometre taşı

Feminist eleştirinin kilometre taşı Felsefeye, sanat tarihine ve edebiyata feminist bakış açısıyla yaklaşan, metin ve eserlerde kadınların konumunu değerlendiren bir eleştirmendi Linda Nochlin. Özellikle “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı?” makalesiyle feminist sanat tarihinin kuramsal temellerini atmıştı. Kadınlar, Sanat ve İktidar kitabında, bununla birlikte yedi makalesi yer alan yazar, kadın-sanat ilişkisini ve kadının temsilini felsefi ve politik açıdan yorumluyor. /Archive/2021/3/12/150108329-ic4.jpgARIZA ÇIKARAN VE SORGULAYAN YERGİLERNochlin, bir avangarttı ve sanat tarihine feminist yaklaşımı zerk etmişti. Sanatsal feminist eleştirinin, teorik ve toplumsal bağlamda anaakım söylem içine yerleştirilmesinde önemli bir rol oynamıştı. Kadınlar, Sanat ve İktidar bu ilintiyle birlikte, feminizmi en muhafazakâr sanatsal disipline dâhil etmenin başlangıçtaki güçlüklerini de ortaya koyan metinlerden oluşuyor.Bunlar dışında, yazarın feminist sanat tarihinin görevi ve işlevine dair kimi belirlemeleriyle de karşılaşıyoruz kitapta: “Feminist sanat tarihi arıza çıkarmak, sorgulamak, ataerkil yuvalanmaların tepesini attırmak için var. Anaakım sanat tarihinin yeni bir varyantı ya da bir ilavesi gibi görülmemeli. Tüm gücünü kullandığında, feminist sanat tarihi sınır aşan ve egemen çevrelere karşı bir pratiktir ve disiplinin temel yasalarından çoğunu masaya yatırmaya niyetlenir.”/Archive/2021/3/12/145951423-ic2.jpgNochlin, gerek plastik sanatlarda gerek edebiyatta ve şiirde oluşturulmuş imgeleri çözümleyerek odaklandığı kadın-sanat ilişkisinde iktidarın işleyişine, kadınların eser ve söylemlerdeki temsiliyle ilgili birtakım sonuçlara varıyor. Erkek egemen sanat ortamında, kontrol altında tutulması gerektiği söylenen kadınların birer nesne hâline getirildiği ideolojiyi eleştiriyor.Yazar, kadınları belli bir nosyona ve imaja hapseden sanatsal söylemi hatırlatırken eserlerdeki “alt metinlerin” ötesine geçmeyi amaçlıyor:“Peşinde olduğum şey, bir ‘derinlemesine okuma’ değil; imajların ötesine geçip de çeşitli resimsel metinlerin yüzeyinin altında yatan daha derin hakikatin alanına doğru ilerlemeye girişmeyeceğim. Benim kadın-sanat-iktidar üçlüsünü inceleme girişimim, daha çok ikonografi veya anlatının ana söylemiyle -derinlikleriyle olduğu kadar yüzeyiyle de- eşzamanlı olarak var olan toplumsal cinsiyet farklılıklarıyla ilişkili iktidara dair çeşitli söylemleri çözme çabası olarak düşünülmeli.”Sembolik iktidarın yaratıcıları ve onların suç ortaklarını ifşa eden Nochlin, ortaya konan zayıf ve güçlü cins imgesi ayrımını eleştirirken Roma, Victorya dönemi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl sanatından örnekler sunuyor.Nochlin, incelediği eserlerde kadın bedeni üzerinden iktidar çağrışımı yapan anlı şanlı ressamları eleştirirken söz konusu tablolardan büyük hayranlıkla bahsedip onları yüceltenleri, haz alma ve sahip olma fantezisinin failleri diye niteleyerek gözler önüne seriyor./Archive/2021/3/12/150009439-kapak.jpgNochlin’in metinlerinde öne çıkan şey, ayrımcılık ve cinsiyetçilik eleştirisi. Güç ve iktidar ilişkisiyle oluşturulan ağın sanattaki yansımasından dem vuran yazar, aynı zamanda kadınların uyumlu şekilde resmedilmesini ve kendi kaderini tayin etme hakkının sanatsal bağlamda elinden alınmasını da yeriyor. Diğer bir ifadeyle çok uzun süre sanatı yönlendiren bilinçaltını ve bununla kurulan ideolojik yapıyı ortaya koyuyor.Bahsi geçen yapıda kovulma önemli bir yer kaplıyor; bu, oturma odasından gönderilme ya da cennetten uzaklaştırılma anlamına gelebiliyor. Nochlin, söz konusu kovulmanın sanat eserlerindeki izini sürerken “günahkâr” veya “düşmüş kadın” imgesiyle meydana getirilen ayrımcılığa da eleştirel bir gözle bakıyor./Archive/2021/3/12/150020907-ic3.jpgBatılı beyaz erkeğin yarattığı sanatsal tahakküm, Nochlin’e göre eşitliği öteleyip bir tür entelektüel çarpıtmaya yol açıyor ve “Peki, kadınlar erkeklerle gerçekten eşitse neden bugüne kadar hiç büyük kadın sanatçı çıkmadı?” gibi imalarla dolu bir soruya kaynaklık ediyor. Yazar soruya verilen sinsi yanıtı da hatırlatmış: “Hiç büyük kadın sanatçı çıkmamıştır çünkü büyük olmak kadınların kapasitesini aşar.”Sorunun ve yanıtının arka planındaki önyargıları ve varsayımları da anımsatıyor yazar: “Bu tür bir sorunun ardında, ******* yerine rahmi olan insanların önemli herhangi bir şey yapamayacağını ortaya koyan ‘bilimsel olarak ispatlanmış’ kanıtlardan tutun da bunca yıldır erkeklerle neredeyse eşit konumda bulunmasına karşın kadınların -üstelik birçok erkek de kendi dezavantajlı konumundan mücadele ederken- görsel sanatlarda hâlâ nasıl olup da sıra dışı öneme sahip bir başarı elde edemediğine şaşırmak gibi görece açık görüşlü yaklaşımlara varıncaya kadar envai çeşit varsayım yatıyor.”Bu önyargı ve varsayımlar, ıskalanmış kadın sanatçıların var olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Fakat ötelenemeyen bir diğer gerçek, kurumsal yapılar aracılığıyla palazlandırılan cinsiyetçi sistem. Nochlin, feminist sanatsal eleştirisini tam da buraya yöneltiyor.Kadınlar, Sanat ve İktidar / Linda Nochlin / Çeviren: Süreyyya Evren / YKY / 182 s. Kaan Egemen

Vitrindekiler...

Vitrindekiler... Cumhuriyet Kitap Dergi'den, çeşitli alanlardan yayımlanmış kitaplara ilişkin yetkin bir seçki daha... /Archive/2021/3/12/145635551-ic1.jpgBartleby ve Şürekâsı / Enrique Vila-Matas / Çev.: Filiz Öztürk / Can Yay. / 192 s.Herman Melville’in ölümsüz Bartleby karakterinden yola çıkan Enrique Vila-Matas, başyapıtı kabul edilen kitabında, yetenek ve birikimlerine karşın yazmamayı seçen gerçek ve hayalî yazarları konu ediyor. Yapıt, var olmayan bir metin için dipnotlar kaleme alan anlatıcının; ‘bartleby’ler diye adlandırdığı, edebiyatta geçici ya da kalıcı sessizliği tercih eden Salinger, Rimbaud, Musil, Rulfo gibi yazarların yanında Walser, Beckett, Maupassant, Wilde, Borges, Gide, Pessoa, Sokrates ve daha nice isim aracılığıyla, “Niçin yazarız?” ve “Niçin yaşarız?” gibi çetrefilli sorulara yanıt arayışının izini sürmesiyle gelişiyor./Archive/2021/3/12/145643988-ic2.jpgAkıncılar Hareketi - 1970lerde İslamcı Gençliğin Oluşumu ve Eylem / Ertuğrul Zengin / İletişim Yay. / 350 s.Milli Göru¨ş’u¨n 1970’lerdeki partisi olan Milli Selamet Partisi’nin gençlik örgu¨tu¨ Akıncılar, Tu¨rkiye’de İslâmcı gençlik hareketinin kritik bir geçiş döneminin aynasıdır. Milliyetçilikle içli dışlı “Milli Tu¨rk Talebe Birliği İslâmcılığından”, daha “yalın” bir İslâmcılığa geçiş su¨recidir bu. İki etkinin, Necip Fazıl’ın ve 1979’dan itibaren İran devriminin damgasını vurduğu, yanı sıra dönemin canlı sosyalist hareketinden de esinlenilen bir arayış dönemi… Ertuğrul Zengin, bu buhranlı dönemin ideolojik tartışmalarını gözler önüne seriyor. Bu arada Akıncılar’ın temel meselelerinden birinin de “aksiyon” ortaya koyma, “aktif mu¨cadeleye” geçme isteği ile 1970’lerin ikinci yarısında tırmanan silahlı şiddetten uzak durma kaygısı arasındaki gerilim olduğunu gösteriyor. İnceleme, akıncı gençlerin toplumsal-ku¨ltu¨rel profili hakkında da ayrıntılı bir resim çiziyor./Archive/2021/3/12/145651551-ic3.jpgNükleer Kış / Carl Sagan / Çev.: Volkan Yazman / Say Yay. / 416 s.Sagan’a göre büyük bir nükleer savaş sonrasında, patlamalar ve yangınlardan çıkan devasa miktarda duman, is ve kurum gökyüzünde uzun süre kalarak dünyanın soğumasına neden olacak. Tarımsal üretim çökecek, bombalardan ve radyasyondan kurtulan insanlar açlıktan, susuzluktan ve salgın hastalıklardan ölecek. Belki insan türü yok olmayacak ama modern uygarlık yıkılacak. Savaşın galibi olmayacak. Onlar bu felakete “nükleer kış” diyorlar. Carl Sagan, okurlarını bilim-siyaset-askerlik üçgeninde bir zihin trafiğine davet ediyor./Archive/2021/3/12/145701191-ic4.jpgMustafa Suphi Olayı ve Edebiyata Yansımaları / Cazim Gürbüz / Berfin Yay. / 361 s.Mustafa Suphi ve Onbeşlerin katledilmelerinin üzerinden 100 yıl geçti. Bu yüz yılda Mustafa Suphi ve yoldaşlarının yaşam ve savaşım öyküleri bağlamında çok yazılar ve kitaplar yazıldı. Bu siyasal toplu öldürümün kim ya da kimler tarafından yapılıp/yaptırıldığı konusunda ise kafalar karışıktı, tartışmalar sürüp duruyordu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarına ilişkin tüm yazılanları araştıran Cazim Gürbüz kitabında, bu konuda karanlıkta kalan noktaları aydınlatıyor. Edebiyatçıları da derinden etkilemiş Mustafa Suphi ve Onbeşler olayının izin edebi yapıtlar üzerinden sürerek okurlarla buluşturuyor./Archive/2021/3/12/145710113-ic5.jpgBudalaların Şerefine - Gürciyev ve Performans / Hale Birgül Akçakmak / Kırmızı Kedi Yay. / 200 s.Gürciyev, “93 Harbi” diye geçen Osmanlı-Rus Savaşı’nın etkisi altında, Kapadokyalı bir saz şairinin oğlu olarak, göç ettikleri Kars’ta yetişir. Tahminen 18 yaşındayken çıktığı yirmi yıllık bir yolculuğun ardından önce Moskova, Tiflis, İstanbul’un ardından Paris’i yurt edinir. Zihin, beden ve duygu bütünlüğü ideali ve yeni insan, yeni bir evrensel dil ve sanat şiarıyla geliştirdiği metodu ve öğrencilerine komünal bir çalışma düzeni, ortak bir yaşam alanı sunan Enstitü ortamıyla, etkisini okyanus ötesinde de hissettirir. Özgürleştirici sanat anlayışıyla, avangart sanatçılar arasında da yankı bulur. Thomas de Hartmann ile yürüttüğü deneysel müzik çalışmaları, sanatın üretim ve alım süreçlerini ters yüz eden disiplinler arası uygulamaları, Avrupa’da performans sanatının erken dönem örneklerine ilişkin önemli ipuçları barındırır. Hale Birgül Akçakmak, düne kadar Türkiye’de akademik camiada bile bir meczup olarak görülen Gürciyev’i, kategori dışı taraflarıyla tüm okumalara açık, karşılaştırılabilir bir yönüyle, “performans sanatı”yla ortaya koyuyor./Archive/2021/3/12/145717222-ic6.jpgDemokrasinin Halkla İmtihanı: Liberal Demokrasinin Krizi - Otoriter Popülizmin Yükselişi / Yascha Mounk / Çev.: İnanç Özekmekçi / h2o Kitap / 344 s.Otoriter popülizm dünyanın her yerinde yükselişte! Liderler halka oynuyor, halk da onlara göz kırpıyor. Dünyanın hoşgörü abidesi Hollanda’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi artan bir destek görüyor, Marine Le Pen Fransa’da başa güreşiyor, İsveç, Danimarka gibi ülkelerde yabancı düşmanı partiler çok güçlü bir destek alabiliyor. Aşırılar değilse de bir beden küçükleri çoktandır iktidarda. Rusya’da Putin, Hindistan’da Modi, Polonya’da Kaczynski, Filipinler’de Duterte, Macaristan’da Orban, Amerika’da Trump dört yılın ardından düşmüş olsa da halen ortalığı toza dumana boğabiliyor. Yascha Mounk demokrasinin bugün yaşamakta olduğu krizin nedenlerini, “halk iradesi”nin neden otokrat liderlere yöneldiğini, ABD’den Fransa’ya, Polonya’dan Macaristan’a, Hindistan’dan Filipinler’e, Venezuella’dan Türkiye’ye derinlemesine inceliyor./Archive/2021/3/12/145727222-ic7.jpgSara’nın Gözleri / Türkan Turan / Doğan Kitap / 288 s.Sara o gün gazetenin yazı işleri toplantısında kimsenin cesaret edemediği haber için gönüllü olduğunda kendisinin ve sevdiklerinin hayatını tümüyle değiştireceğini bilmiyordu. Bakü-İstanbul-Moskova hattında, kulağında çocuk çığlıkları, uluslararası organ mafyasının peşine düşerken, bu yolun onu kayıp babaya ve tutkulu bir aşka götüreceğinden de habersizdi. Sara’nın Gözleri, organ mafyasının içyüzünü ortaya çıkarmak için hayatını ortaya koyan, cesur bir gazetecinin soluk kesici macerası./Archive/2021/3/12/145736050-ic8.jpgHiyerofant / Hasan Hayyam / Epsilon Yay. / 336 s.Hiyerofant’ta bildiğimiz anlamıyla zaman yok ve alışılageldiği üzere akıp gitmiyor. Çanakkale’nin kanla sulanıp çamurlaşan toprağına bastıktan hemen sonra, kallavi bir son yemeğin ardından toplu intihara hazırlanan Nazileri gözleyebilirsiniz. Hiddetinden sual olunmaz, unutulmuş tanrılar da yok. Simyanın sırrını ararken ölümsüzlüğü yâr gibi özleyenler yok. Hasan Hayyam’ın Hiyerofant’ı; bir vakitler İstanbul’un göbeğinden geçmiş Vikinglere tanıklık edenlerin, Aşiyan’daki hayaletlerden başka arkadaşı olmayan çocukların, yaşlı bir adamın suretine bürünüp evvel ezel var olanların, gözlerini kısarak Boğaz’a bakınca devasa bir mezarlık görenlerin yurdu.../Archive/2021/3/12/145744097-ic9.jpgSenin, Meliha / Hasan Öztoprak / Remzi Kitabevi / 200 s.1943 Haziranı’nda Adapazarı büyük bir depremle yıkıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın bütün ülkede yol açtığı sıkıntıların üzerine gelen deprem, halkın dertlerini artırmakla kalmadı, ruhsal dengesini de altüst etti. Böyle bir atmosfer içinde geçen roman, şehrin ileri gelenlerinden Akyüz ailesinin kızı Meliha’nın akrabası Ahmet’e olan tutkuya dönüşmüş aşkını anlatıyor. Meliha’nın İstanbul’da yaşayan sevgilisine olan aşkını ona yazdığı mektuplar aracılığıyla izlerken, günlük yaşamın gelgitlerine de tanık oluyoruz. Öztoprak romanında; aşk, mutluluk, tutku, bağlılık, kıskançlık ve aile bağları gibi kavramları dönemin duyarlılığıyla ve ustaca bir dille yansıtıyor./Archive/2021/3/12/145752175-ic10.jpgTekinsiz Sorularla Baş Başa / Kıvanç Tanrıyar / Ardis Kitap / 120 s.İlk kitabı “Aykırı Cinsellikler” adlı edebiyat eleştirisinde erken dönem Türkçe edebiyata odaklanan araştırmacı yazar ve çevirmen Kıvanç Tanrıyar, yeni kitabında ise okurları 16 öyküsüyle buluşturuyor. Tanrıyar’ın kurmaca türündeki ilk kitabı olan Tekinsiz Sorularla Baş Başa; Pitoresk Öyküler ve Kendilik Öyküleri isimli iki bölümden oluşuyor. İç ürperten, karanlık, kasvetli bir dünya imgelemi sunduğu kitabında yazar; kimi masalsı kimi gerçeküstü bir anlatımla insan varoluşuna ilişkin tekinsiz sorular soruyor./Archive/2021/3/12/145800534-ic11.jpgBitmeyen Sömürü / Alican Türk / Galeati Yayıncılık / 492 s.Türkiye’de Cumhuriyet rejimini yıkarak yerine dinî hukuka dayalı bir devlet kurma çabaları (irtica) var mıydı, bunlar gerçek bir tehdit miydi, yoksa askerlerin “toplum mühendisliği” adına uydurduğu “hayalî” bir düşman mıydı? 28 Şubat gerçekten bir askerî darbe miydi? Batı Çalışma Grubu (BÇG) bir “cunta yapılanması” mıydı? Aczmendiler, Fadime Şahin-Ali Kalkancı olayları askerlerin bir “tezgâhı” mıydı? 28 Şubat’ta MGK’da ne oldu? Kararlar Erbakan’a zorla mı imzalatıldı? Kamuda ya da üniversitelerde türban yasağı 28 Şubat’ta mı getirildi? 28 Şubat’ta TSK’dan kaç personel ihraç edildi? Sincan’da tanklar neden yürüdü? Alican Türk kitabında, bütünüyle belgelere sadık kalarak, 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu kararları öncesi siyasi ortamı, 28 Şubat günü yaşananları ve 28 Şubat sonrasını detaylarıyla ortaya koyuyor. Cumhuriyet Kitap Eki

Çocuğun içdünyasına açılan bir pencere: Sevim Ak

Çocuğun iç dünyasına açılan bir pencere: Sevim Ak Sevim Ak’ın yeni kitabı Sen Ben ve Elma Ağacı’nı elime aldığımda tam 24 yıl önce, bu dergide yazdığım yazı geldi aklıma. Bu arada (s)ağır toplar(!) aynaya “ benden daha iyi yazar var mı?” diye sorarak günlerini geçirirken Sevim Ak, Anadolu’ya açılıp, oradaki çocuklara adanmış çalışmalar yaptı. Onlarla yaşadığı deneyimleri bir kitapta topladı. Özgün kitaplar yazdı. Ev Kütüphane adında sade, sıcak bir kitaplık oluşturdu, atölyeler, seminerler yaptı. Bu çalışmalar ebeveyneler için olduğu kadar çocuklar için de yeni ufuklar açıcıydı. /Archive/2021/3/12/145157506-ic1.jpgO YAZIDA NE VARDI VE NE DEĞİŞTİ?“1985 yılından bu yana çocuk öyküleri yazıyor Sevim Ak. Şimdiye kadar sekiz çocuk kitabı yayımlanan Sevim Ak , çocuğa yumuşak, içten ve eşitlikçi yaklaşan bir yazar. Ak, çocuğun kendi iç gerçekliğini yansıtırken kimi zaman çocuklar adına “anla beni” dercesine yetişkinlere de mesajlar veriyor kitaplarında. Yaşamı, sevgi, emek ve düşlerin de yer aldığı özgürlük alanı olarak tanımlayan yazar, günümüzde olması gerektiği gibi iki kuşağa birden sesleniyor: yetişkinlere ve çocuklara.”(N. Neydim; Cumhuriyet Kitap, 12 Haziran 1997, Sayı 382)Tam 24 yıl önce, bu dergide yazdığım bir yazının başlığı ve girişi böyle başlıyordu. Profesörlük dosyamı hazırlarken geçmişte yaptığım her şeyi dosyama koymam gerekiyordu. Onlardan biri de bu yazıydı.Sevim Ak’ın yeni bir kitabı çıkmış; Sen Ben ve Elma Ağacı. Kitabı elime aldığımda işte tam 24 yıl önce, bu dergide yazdığım yazı geldi aklıma. O yazıda yazarın sekiz kitabını değerlendirmeye almış ve bir yazar portresi çıkarmaya çalışmıştım, üstelik çağdaş, eşitlikçi, çocuk gerçekliğine dayalı bir yazar portresi arayışında iken karşıma çıkmıştı yazar ve ben onun o dönemki yaklaşık tüm kitaplarını o yazıda ele almıştım. Bugün bu yazıyı hazırlarken, belki de o yazıyı aynen koysam ne iyi olur diye aklımdan geçmiyor değil.Türkiye’deki çocuk edebiyatının katı bir didaktik anlayışa hakim olduğunu ve bu anlayışın Tanzimattan bu yana hiç değişmediğini vurguladığım o yazıda, bu buyurgan didaktizmin hiç değişmediğini, yazarların ve eğitim sisteminin kendi çocuk tipini ve çocukluk anlayışını çocuğa dayattığı bir edebiyat dizgesinin varlığından söz etmiştim.Çocuğun kendi gerçekliği, hayatı algılayış ve kavrayış biçimi, kaygıları, sevinçleri, kısaca çocuğun gerçek özne olduğu ve onun gerçekliğine dayalı bir edebiyat anlayışının henüz gerçekleşmediğini vurgulamıştım.Dönemin tüm kargaşası içinde çocuğa kendi gerçekliğiyle yaklaşmaya, çocuk edebiyatını bir eğitim aracı olmanın ötesinde edebiyat ve estetik değerlerle ele almaya çalışan yazarlarımızın varlığından da söz etmiş ve Sevim Ak’ı örnek olarak ele almıştım.Aradan geçen 24 yılda çocuk ve gençlik edebiyatımız bu anlayışları kısmen de olsa benimsedi ama günümüz gerçeğine baktığımızda narsist ebeveynlerin ve eğitim sisteminin idealize figür (mutlak başarması gereken çocuk) beklentisi eğitim sistemini 19. Yüzyıla geri götürürken günümüz edebiyat beklentisi de aynı yüzyıla el sallamaya başladı.SEVİM AK YAZILARIM VE ZAMANDA YOLCULUKSevim Ak, 97’de yazılan o yazıyla mutlu olamadı ne yazık ki. Dönemin (s)ağır topları(!) bu inceleme çalışmasında nelerin ele alındığından daha çok Ak’ın eserlerinin ele alınmasını alınganlıkla karşılamış ve ona “böyle bir yazıyı sen değil biz hak ediyoruz” anlamına gelen ifadelerle oldukça üzüntü verici davranışlar gerçekleştirmişlerdi.Sevim Ak buna çok üzülmüş ve bana gözyaşları içinde ”keşke bu yazıyı yazmasaydın!” demek zorunda kalmıştı. Bir yazar kitaplarının değerlendirilmesinden niye mutlu olamazdı ki? Olamadı. İzin vermediler. O dönemin gerçeğiydi bu ne yazık ki!Bu arada (s)ağır toplar(!) aynaya “ benden daha iyi yazar var mı?” diye sorarak günlerini geçirirken Sevim Ak, Anadolu’ya açılıp, oradaki çocuklara adanmış çalışmalar yaptı. Onlarla yaşadığı deneyimleri bir kitapta topladı. Özgün kitaplar yazdı. Ev Kütüphane adında sade, sıcak bir kitaplık oluşturdu ve bu mekanda gönüllü uzman arkadaşlarıyla atölyeler, seminerler yaptı.Bu çalışmalar ebeveyneler için olduğu kadar çocuklar için de yeni ufuklar açıcıydı. Geçen süreyi kendini donatmak üzere yaşadı ve yazdı.24 yıl geçti. Çeyrek yüzyıl dile kolay. Geçen yıllara baktığımda kendi varlığını başkalarının yokluğu üzerine kuran hiç kimsenin bunu gerçekleştiremediğini gördüm yaşadım. Özgün değil öykünmeci olmanın kimseyi yukarı çıkarmadığını da gördüm.“Ey tarih sen nelere kadirsin!”/Archive/2021/3/12/145208959-ic2.jpgÇOCUK EDEBİYATININ HALİEvet, Sevim Ak süreci kolay atlattı ama çocuk edebiyatı yazık ki atlatamadı. Başka bir yazıda ayrıntılarıyla ele alacağım sorunlar yaşadı. Öncelikle eleştiri kurumu kesinlikle gelişemedi. Salt tanıtım ve övgü üzerine kurulu bir çocuk edebiyatı bakışı herkese hakim oldu. Ya yerdiler ya da övdüler. Oysa bu, yapılacak en korkunç şeydi. Hele eğitim bilimcilerin yazarları kutsallaştırıcı yaklaşımları onları daha bir havaya soktu. Didaktizm hala en temel anlayış olarak geçerliliğini koruyor. Üniversite tezlerinin tamamına yakını çocuk kitaplarında değerler sistemini araştırıyor. Edebiyat nerede? Onu da biz çeviribilimciler ve filolojiler üstlendi. Gerçek bu iken bir de yurt dışında ALMA ve ANDERSEN’e aday göstermiyor muyuz?! (Canım ayran çekti ama yok!)SEN BEN VE ELMA AĞACI YİNE ÇOCUK GERÇEĞİSevim Ak, “Sen Ben ve Elma Ağacı” kitabında yukarda sözünü ettiğimiz hala narsist ebeveynlerin vazgeçemediği 19 yüzyıl temel anlayışına vurgu yapmış: Başarı önemlidir. Başaran çocuk sevilir. Bu anlayış öylesine hakim olur ki çevreye, çocuklar da buna katılır ve başarı konusunda sorun yaşayan arkadaşlarını hiçleme konusunda sınır tanımazlar akran zorbalığının hakimiyet alanı genişler.Öteki olmayı, yokluk ve yoksunluğu tanımlar yazar kitabında. Bilgin’in herşeyi vardır ama ona duyulmasını istediği güven ve sevgiden yoksundur. Musa ise yokluk içindedir. Ailesi yoktur. Yakınları yoktur. Parası yoktur. Okulu yoktur. Arkadaşı yoktur. ama yüreğinde ürettiği sevgiyle ve içinde taşıdığı anılarıyla yoksunluk çekmez. Bu iki arkadaş eksiklerini birbirleri için tamamlamaya çalışırlar.Yazarı yazar yapan onun gözlemleri ve hayata yaklaşımıdır. Çocuk onun için bir özneyse, varsa ve gerçekse onu anlatır. Yok eğer çocuk değil salt gösteriş önemliyse o zaman edebiyat süslenip dışarı çıkmaya benzer ama gerçek, evde, giysilerinden soyunduğunda satırlarda görünür olur.Kendine bakınca mutlu olabilen yazarlarımızın çoğalması dileğiyle…Sen Ben ve Elma Ağacı / Sevim Ak / Çizer: Ayşe Deniz Şahin / Can Yayınları / 2021. Necdet Neydim / Cumhuriyet Kitap Eki

Yeni yaklaşımlar ve tartışmalar

Yeni yaklaşımlar ve tartışmalar İktisat alanının Türkiye’de önde gelen temsilcileri tarafından ortaklaşa hazırlanan İktisat Tarihinin Dönüşü; hem bir bilim dalı olarak iktisat tarihinin teorik ve ampirik zenginliğini hem de özellikle Osmanlı ve Türkiye iktisat tarihinin önemli sorunlarına ilişkin derinlikli bir birikim ve yeni açılımlar sunuyor. /Archive/2021/3/12/144937883-ic.jpgYaşamımızın neredeyse tamamen iktisadi faaliyetler etrafında şekillendiğini söylemek yanlış olmaz. Çoğumuz günün büyük kısmını çalışarak ve çalışmamızın gelir, gider, statü gibi sonuçlarını düşünerek geçiriyoruz. İçinde yaşadığımız absürt dünyanın önümüze koyduğu bir gerçek ise bir akademik çalışma alanı olarak iktisat tarihinin uzunca bir süredir hem tarihçiler hem de iktisatçılarca bir kenara itiliyor oluşu.İktisat Tarihinin Dönüşü bu bağlamda iktisat tarihçilerinin henüz yenilgiyi kabul etmediklerini gösteriyor. Alanın Türkiye’de önde gelen temsilcileri tarafından hazırlanan bu ortak çalışma, hem bir bilim dalı olarak iktisat tarihinin teorik ve ampirik zenginliğini hem de özellikle Osmanlı ve Türkiye iktisat tarihinin önemli meselelerine ilişkin derinlikli bir birikimi ve yeni açılımları sunuyor.İktisat tarihi alanının Türkiye ve dünyadaki inişli çıkışlı serüveninden son iki yüz yılda tarımda ve sanayide yaşanan dönüşüme ve bu dönüşüme eşlik eden çalışma ve mülkiyet ilişkilerine kadar pek çok temel konu, uzmanlarınca küresel ve yerel bağlamları içinde değerlendiriliyor. Bu anlamda iktisat tarihçileri, sadece “Biz hâlâ buradayız!” demekle kalmıyorlar, aralarına yeni katılacaklara da yol gösteriyorlar.Alanın tanınan isimlerinden Şevket Pamuk’un kitaptaki söyleşisinde vurguladığı gibi, özellikle siyasi nedenlerle Türkiye’deki kamu ve vakıf üniversitelerinde nitelikli genç akademisyenlerin iş bulup tutunabilmesi günümüzde son derece zor hale geldi.Bu anlamda, iktisat tarihinin üniversitelerde uzun süredir mevzi kaybediyor olmasına ek olarak ülkenin genel akademik ve siyasi durumu, bu konuda çalışmak isteyen gençler için çok da umut verici bir tablo sunmuyor elbette.Ancak, tüm bu koşullara rağmen umuttan bahseden, dünyayı anlamak için ihtiyaç duyduğumuz bir bilim dalının yeniden canlanmaya başladığını çeşitli örneklerle iddia eden bu kitap, kendi konusunun ötesinde, uzun süredir içinde sıkışıp kaldığımız genel umut-umutsuzluk ikileminde bize küçük ama iyimser bir resim sunuyor.Belki sırf bu yüzden bile bu kitabı önemsemek gerekir. Her koşulda, hayatımızı şekillendiren en temel etkinlik ve ilişkilerin tarihini inceleyen bir araştırma alanının güncel tartışmalarını etkin şekilde özetleyip geleceğe dair olası gelişim yollarını tartışan bu kitap, tarih ve sosyal bilimlerle ilgilenen herkesi bu konuları yeniden ve birlikte düşünmeye davet ediyor.İktisat Tarihinin Dönüşü / Yeni Yaklaşımlar ve Tartışmalar / Kolektif / İletişim Yayınları / 108 s. / 2021. Deniz T. Kılınçoğlu

Toplumcu yazardanözgün anıve denemeler

Toplumcu yazardan özgün anı ve denemeler Ali Turgay Karayel Su Başında Durmuşuz ile Bir Çiçek Yolumu Kesti kitaplarında yer alan anı ve denemelerinde; gerek meslek yaşamında gerekse kültürel, siyasal, toplumsal alanda yüzleştiği irili ufaklı sorunlara ilişkin duyarlılıklarını paylaşıyor. /Archive/2021/3/12/144738680-ic1.jpgÖykü kitabı Karşılaşma’yı (Bilgi Yayınevi) 2019'da çıkaran Ali Turgay Karayel, Yazılı Kâğıt Yayınları’nca yayımlanan yeni kitapları Su Başında Durmuşuz ile Bir Çiçek Yolumu Kesti ile okurlarla yeniden buluştu.Cumhuriyet Gazetesi, Varlık, Çağdaş Türk Dili, Öğretmen Dünyası, Sincan İstasyonu, Sözcükler gibi yetkin gazete, yazın, dil ve eğitim dergilerinde öykü, deneme, eleştiri, anı türünde yazılar da yazan Karayel’in Uğur Mumcu’ya adadığı Su Başında Durmuşuz’da 26 denemesi yer alıyor.İlk bölümde daha çok kitaplara, yazarlara, okuma alışkanlığına, yazma sanatına ilişkin konuları; ikinci bölümdeyse mutluluk, dedikodu, sevgi, yoksulluk gibi olguları irdeliyor.Gerek kendi yaşamından deneyimlerle gerekse yerli, yabancı yazar, sanatçı ve filozofların yazıp söyledikleriyle bütünlediği denemelerini yalın ve ironik dille kaleme alan Karayel; Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Rıfat Ilgaz’a, Adnan Binyazar’dan Oğuz Atay’a, Emin Özdemir’den Shakespeare’e, dek birçok yazar ve şaire ilişkin çözümlemelerde bulunuyor.Millet Mektepleri, Halkevleri, Eğitmen Kursları, Köy Enstitüleri gibi insanın baş, el, kol ve ayaklarıyla, bütün organlarıyla devindirildiği bir eğitim anlayışını terk edip her şeyi dört duvar arasına alan, kalıplarla, ezberlerle, sınavlarla insanın yalnız beynine hapseden bir eğitim anlayışına kurban ediliyor insanımız, doğamız, ülkemiz./Archive/2021/3/12/144747540-kapakic2.jpgMilyonlarca çocuk ve gencimizi ulusal-yerel koşullar değerlendirilerek yazar ve şairlerle, tiyatroyla, sinemayla, kitaplarla, dergilerle, müzikle, müzelerle vb. buluşturacak öğretmenlere, aydınlara gereksinim var uzun süredir.Ali Turgay Karayel; Akçakoca’da, İnebolu’da, İstanbul’da, Kastamonu’da çalıştığı okullarda olanaklarını zorlayarak bunları başarıyla yapan bir öğretmen, sorumlu bir aydın. 2010’da İnebolu’daki köy okulları başta olmak üzere pek çok okulu bir yıl içinde yaklaşık 20 bin kitapla buluşturmasını örnek olarak verebiliriz.“Nasıl bir eğitim politikamız olmalı?” sorusunun en özlü, yalın, akılcı önerilerini içeren Su Başında Durmuşuz’daki “Ben Bakan Olsaydım” başlıklı denemeye başta yetkililer göz atmalı. Yazarın aynı kitaptaki yoksullukla ilgili son denemesi de yaratıcı yazarlıkta bir yetkinlik örneği.Ünlü eğitim önderlerimizden Hasan Âli Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’a adadığı Bir Çiçek Yolumu Kesti’deki anılarsa, bildiğimiz anlamda bir öz yaşam öyküsü değil. Çoğu kendisinde iz bırakan olay, kişi, durumlardan seçilmiş kesitlerden oluşuyor. Aile bireyleriyle, öğretmenleriyle, arkadaş çevresiyle oluşan düşünsel, duygusal bağlardan etkileyici anları, etkileyici anlatımla ele alıyor Karayel.ÇATININ BAŞIMIZA ÇÖKMEMESİ İÇİNKısa, sıcak 32 metinden oluşan, yetkin bir öyküsel biçemde kaleme aldığı anıları; Karayel’in kitap fuarlarında, tiyatro ve sinema salonlarında, çocukluğunda, yaşamının kesiştiği köy ve kasabalarda karşılaştığı, ders niteliğindeki izlerden örnekler yer alıyor.Ali Turgay Karayel, toplumcu yanı güçlü bir yazar. Onu ileride yeni, özgün çalışmalarıyla da izleyeceğiz. Çok sevdiği Rıfat Ilgaz, “Aydın mısın?” başlıklı şiirinin bir dizesinde aydınlara “Karayeller başına indirmeden çatını” der ve onları çabuk olmaya çağırır. Keşke yüzlerce, binlerce Karayel’imiz olsa yurdumuzda… Çatının başımıza çökmemesi için... Nazım Mutlu

Osmanlımutfağıtarihi...

Osmanlı mutfağı tarihi... Kitapta 600 yılı aşkın süre boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun değişen, gelişen yemek kültürü anlatılıyor. Türk mutfağı üzerine önemli çalışmalarıyla bilinen Priscilla Mary Işın’ın bu kitabında, Osmanlı mutfağını besleyen kökler, gıda yasaları, lokantalar ve görgü kuralları gibi konular da aktarılırken, yemek kültürü aracılığıyla çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşama görselleriyle de ışık tutuluyor. /Archive/2021/3/12/144458823-ic1.jpgVakıfBank Kültür Yayınları’nın (VBKY) okurla buluşturduğu “Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı Tarihi” kitabında, 600 yılı aşkın süre boyunca imparatorluğun değişen, gelişen ve zamana meydan okuyan yemek kültürü anlatılıyor. Türk mutfağı araştırmacısı Priscilla Mary Işın’ın kaleme aldığı kitap, Osmanlı mutfağını geniş bir açıdan değerlendiriyor. Kitapta, Osmanlı mutfağını besleyen kökler, gıda yasaları, lokantalar ve görgü kuralları gibi konular da aktarılırken, yemek kültürü aracılığıyla çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşama ışık tutuluyor.600’DEN FAZLA KAYNAKTAN YARARLANILDIIşın anlatmaya, Osmanlı mutfağının temelini oluşturan değişik yeme-içme geleneklerine genel bir bakışla başlıyor. Konuyla ilgili zengin tarihi örnekleri sıralayan yazar, kitabın ilerleyen sayfalarında aşçılardan adabımuaşeret kurallarına kadar birçok detay veriyor.Işın’ın arşiv belgelerinden şiirlere kadar sayısı 600 fazla kaynaktan yararlanarak hazırladığı kitap, 120 görselle okura renkli bir dünya sunuyor. Işın’a göre, Osmanlıların yemek kültürüne verdiği önemden ötürü kutlama tasvirleri, mahkeme kayıtları, vakfiyeler, mutfak hesapları, fiyat listeleri, tıp kitapları, şiir, folklor ve minyatür gibi çeşitli kaynaklar yemekle ilgili bilgi açısından oldukça zengin./Archive/2021/3/12/144545619-ic4.jpgPADİŞAHIN YÜKÜMLÜLÜĞÜIşın kitapta, Osmanlı İmparatorluğu’nun yemek kültürünün, farklı sınıflardan ve kökenlerden insanları birbirine bağladığını belirtiyor:“Kimliklerinin bir parçası olmuş ve toplumsal, dini, siyasi ve askeri alanlarda simgesel işlevler görmüştür. Koruyucu rolüyle padişahın yükümlülüklerinden biri olarak görülen yiyecek tedariki ve düzeni, genişleyen imparatorluğun başarısını sağlayan önemli bir etkendi. Orta Asya Türk mutfağı ile Safevilerden, Abbasilerden ve Bizanslılardan miras alınan yemek kültürlerinin bir sentezi olarak ortaya çıkan Osmanlı mutfağı, 15. yüzyıldan itibaren kendine özgü, yenilikçi ve özgüvene sahip bir kimlik kazanmıştır. Zamanla Mısır’dan Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyanın mutfakları üzerinde kalıcı bir iz bırakmıştır.”/Archive/2021/3/12/144511401-ic2.jpgBU YÖNTEM KEBAPÇILARLA SINIRLI KALDIOsmanlı yemeklerini pişirme konusunda pratik açıdan bazı zorlukların bulunduğunu ifade eden Işın şu bilgileri paylaşıyor:“Bugün şerbeti tatlandırmak için amber kullanmaya kimsenin maddi durumu el vermez ve menekşe reçeli yapmak için yeterli miktarda çiçek bulmak imkânsızdır. Yemeklerin tadında fark yaratan bakır tencereler, düzenli kalaylama gerektirdiği için artık pek kullanılmamaktadır. Modern mutfaklarda odun kömürü ateşinde yemek pişirmek olanaksızdır ve bu yöntem artık büyük ölçüde kebapçılar ve piknik mangallarıyla sınırlı kalmıştır” diyor. Işın ayrıca, Osmanlı yemekleri sunduğunu iddia eden restoranların nadiren hakiki Osmanlı yemeği sunduğunu ifade ediyor. Bazılarının Osmanlı mutfağına olan popüler talepten yararlanmaya çalıştığını dile getiren Işın, “Üzeri erimiş peynirli fırınlanmış patlıcan gibi bir yemeği ‘saray usulü’ olarak nitelemekten çekinmez…”/Archive/2021/3/12/144517869-ic3.jpgDOLMA, MANTI, PEYNİRLİ BAKLAVAIşın, gerçek Osmanlı tariflerinden faydalanan aşçıların bile nadiren aslına sadık kaldıklarına da şöyle dikkat çekiyor:“Çünkü günümüzde yaratıcılık katmak aşçılığın temel şartlarından biri olarak görülmektedir. Türlü, dolma, börek ve mantı gibi Osmanlı döneminden beri fazla değişmeyen geleneksel yemekleri, mütevazı yerel lokantalarda bulmak daha olasıdır. İstanbul’un muhallebicileri ve baklavacıları, Osmanlı dönemine ait sütlü tatlı, baklava ve diğer hamur işi tatlı çeşitlerini sunmaya devam etmektedir. Yine de Osmanlı yemek kitaplarında kayıtlı peynirli sıcak baklavayı tatmak için, bu tatlının evlerde varlığını sürdürdüğü Urfa’yı, Amasya’yı veya Yalvaç’ı ziyaret etmek gerekir. Eskiden sokak satıcıları tarafından yaygın bir biçimde satılan, geleneksel yöntemle yapılan horoz şekeri, bugün yalnızca Bursa ve Bergama’da bulunmaktadır; buna karşın döner kebap varlığını sürdürerek dünyanın en popüler hazır yemeklerinden biri olmuştur.”/Archive/2021/3/12/144526947-ic5.jpgPRISCILLA MARY: 1973’te Türkiye’ye yerleşen Priscilla Mary Işın, İngiltere’deki York Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. 1983’ten bu yana Osmanlı mutfak tarihi, kültürü ve Türk tatlıları hakkında araştırmalar yapıyor. Işın’ın bu konularda “Gülbeşeker” (2008), “Osmanlı Mutfak Sözlüğü” (2010) ve “Avcılıktan Gurmeliğe: Yemeğin Kültürel Tarihi” (2018) isimli kitapları bulunuyor. Işın ayrıca, Mahmud Nedim’in “Aşçıbaşı” ve Mehmed Reşad’ın “Fenn-i Tabâhat” başlıklı Osmanlı Türkçesi yemek kitaplarını, Ahmed Cavid’in “Tercüme-i Kenzü’l-İştihâ” başlıklı yemek konulu Farsça-Türkçe sözlüğünü ve Friedrich Unger’in 1837’de Almanca kaleme aldığı “Şark Şekerciliği” kitabını yayına hazırladı. “Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı”, yemek tarihi konusunda çok sayıda kongre bildirisi ve makalesi yayınlanan Işın’ın VBKY’den çıkan ilk kitabı.Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı Tarihi / Priscilla Mary Işın / Çev.: Ahmet Fethi Yıldırım / VBKY / 360 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Çin, Long March 7A'yıikinci denemede uzaya fırlatmayıbaşardı

Çin, Long March 7A'yı ikinci denemede uzaya fırlatmayı başardı Çin'in yeni nesil roketi Long March 7A'yı ikinci denemesinde uzaya fırlatmayı başardığı bildirildi. Çin haber ajansı Xinhua'nın haberine göre, uzay ortamı izleme gibi yeni teknolojileri test etmek için Shiyan-9 uydusunu taşıyan roket, Haynan Adası'ndaki Vınçang Fırlatma Merkezi'nden uzaya gönderildi.Çin'in 2025'e kadar her yıl 3 ila 5 Long March 7A roketi fırlatmayı planladığı bilgisi paylaşıldı.Long March roketleri, 3 ila 4,5 ton ağırlığındaki yükleri, 700 kilometre irtifadaki Güneş Eşzamanlı Yörünge'ye fırlatmak için tasarlandı.LONG MARCH ROKETLERİ, AĞIR YÜKLERİ VE HAFİF UNSURLARI UZAYA TAŞIYORÇin'in uzay programı için ana fırlatıcı işlevi gören Long March (Uzun Yürüyüş) roketleri, hem ağır yükleri hem de daha hafif unsurları uzaya taşımakta kullanılıyor.İlk kez ülkenin ilk yerli uydusu Donfanghong 1'i 1970'te uzaya fırlatan Long March 1'den bugüne dek roketlerden 16 nesil üretildi.Halen Long March 2C'den Long March 11'e kadar aşamalı roketler, farklı fırlatış görevlerini yerine getiriyor.Long March 7A roketi, Mart 2020'deki ilk denemesinde kalkıştan kısa süre sonra patlamış ve dev roketin parçaları gökyüzünden düşmüştü.Çin'in 2019'da fırlattığı Long March 4B roketi de yine benzer bir başarısızlık yaşamıştı. Bu fırlatış, Long March roket serisinin 362. uçuş görevi olarak kayıtlara geçmişti. AA

Uzmanından bahar yorgunluğundan kurtulma tavsiyeleri

Uzmanından bahar yorgunluğundan kurtulma tavsiyeleri İlkbahar ile birlikte başlayan sıcaklık ve basınç değişimlerinin insan vücudu üzerinde problemler meydana getirdiğine dikkat çeken Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Cem Nevşioğlu, doğru beslenmeyle bahar yorgunluğundan kurtulmanın mümkün olduğunu söyledi. Nevşioğlu, bahar yorgunluğunun etkilerini hafifletmek için tavsiyelerde bulundu. İlkbahar ile birlikte başlayan sıcaklık ve basınç değişimlerinin insan vücudu üzerinde halsizlik, sürekli uyku hali ve uyuma isteği, eklem ağrıları, sindirim sistemi, problemleri, depresif ruh hali gibi belirtiler ortaya çıkarabileceğini ve bunlara da genel olarak bahar yorgunluğu denildiğini belirten Medicana Çamlıca Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Uzmanı, Uzm. Dyt. Cem Nevşioğulları, bahar yorgunluğunun basit birkaç yöntem ile azaltılabileceğini söyledi. Metabolizma yapısı ve hormonlar nedeniyle daha çok kadınlarda etkin olan bahar yorgunluğu şikayetlerinin yaşam tarzında yapılabilecek basit yöntemlerle azaltılabileceğini vurgulayan Nevşioğulları, “Bahar yorgunluğunun etkilerini hafifletmenin en temel yolu vücudun bu dönmede artan su ihtiyacını mutlaka karşılamak, doğru ve dengeli beslenmek, düzenli ve kaliteli bir uyku uyumak ve mutlaka gün içinde açık havada kısa yürüyüşler yapmak” diye konuştu.BAĞIŞIKLIĞI GÜÇLENDİRMEK ÖNEMLİSadece bahar yorgunluğu değil, mevsimsel hastalıklara karşıda vücudun en kuvvetli savunma sisteminin bağışıklığı güçlendirmek olduğunu da dile getiren Uzm. Dyt. Cem Nevşioğulları, “Bağışıklığı direkt güçlendiren belli bir mucize besin ya da yöntem yoktur. Bağışıklık birçok noktadan etkilenen karmaşık bir yapıdır. Günde en az iki buçuk, litre su tüketmek, B vitamini ve antioksidan yönünden zengin sebze ve meyvelerle temel öğünleri atlamadan beslenmek, düzenli ve kaliteli uyku ve her gün yapılacak basit egzersizlerle bağışıklık güçlendirilmelidir. Tek yönlü beslenme modeli, kişiye uygun olmayan sert ve amaçsız diyetler, kulaktan dolma bilgilerle alınan vitamin takviyeleri bağışıklığı güçlendirmekten çok metabolizmaya zarar veren sonuçlara sebep olabilir” ifadelerini kullandı.BAĞIŞIKLIĞI GÜÇLENDİRECEK İPUÇLARIBağışıklığı güçlendirmek için yapılabilecekler hakkında da bilgi veren Uzm. Dyt. Cem Nevşioğulları, “Bağışıklık sisteminin güçlü olması tüketilen öğünlerin, alınan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin, ve minerallerin dengeli olmasına bağlıdır” dedi.Bağışıklığı güçlendirecek ipuçlarını paylaşan Nevşioğulları, “Yeterli miktarda B, C vitamini, potasyum ve magnezyum alabilmek için bunları içeren besinleri tüketilmeli, mutlaka mevsime uygun taze sebze ve meyve ile öğün hazırlanmalı, lifli gıda tüketimi ihmal edilmemeli, ödemin vücuttan atılmasına yardımcı olmak için günde en az iki litre su tüketilmeli” diye konuştu.KAHVALTI MUTLAKA YAPILMALIGünlük beslenme düzeninde kahvaltının mutlaka yapılması gerektiğini vurgulayan Nevşioğulları, “Ana öğünler ihmal edilmemeli, yapılabiliyorsa iki ara öğün de sağlıklı atıştırmalıklarla desteklenmeli, mümkünse öğlen ve akşam yemeklerinde mutlaka salata tüketilmeli” dedi.HIZLI VE ŞOK DİYETLERDEN UZAK DURUNAçık havada en az 10 dakikalık yürüyüşlerin yapılması gerektiğini ifade eden Nevşioğulları, “Gereğinden fazla tuz vücutta su birikmesini arttırarak yorgunluğa neden olacağı için tuz tüketimi azaltılmalı, hızlı ve şok diyetlerden uzak durulmalı, uyku düzenine en az beslenme kadar dikkat edilmeli, kahve, çay, kola, kakao ve benzerleri gibi kafeinli içecekler azaltılmalı, kafeinli içecekler yerine, metabolizmayı rahatlatıcı ve bağışıklık sistemini güçlendirici bitki çayları tercih edilmeli” ifadelerini kullandı.Rafine edilmemiş tam tahıl ürünleri, kepekli pirinç, bulgur, tam buğday ekmeği, kurubaklagiller gibi lifli besinlerin tercih edilmesi gerektiğini söyleyen Nevşioğulları, sözlerine şöyle devam etti:“Tokluk hissi sağlamak için mümkünse ayaküstü atıştırma, televizyon seyrederken, telefonda konuşurken, bir yerden bir yere giderken takside veya arabada yemek yenememeli. Sofrada oturarak, küçük lokmalar halinde, yavaş yavaş çiğneyerek yemekler tüketilmeli.” DHA

Kripto parada bir ilk: Dijital eserin jpg dosyası69 milyon dolara satıldı

Kripto parada bir ilk: Dijital eserin jpg dosyası 69 milyon dolara satıldı Beeple olarak bilinen dijital artist Mike Winkelmann tarafından 5 bin günden fazla sürede yapılan çizimlerden oluşturulan 'Everydays: The First 5000 Days' isimli dijital sanat eseri , Londra'da bulunan Christie's Müzayede Evi'nde Perşembe günü 69.3 milyon dolara satıldı. Eser, şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan dijital sanat eseri oldu. Jpg dosyası halinde satışa sunulan Mike Winkelmann imzalı dijital eserin, Londra'daki Christie's Müzayede Evi'nde 69.3 milyon dolara satıldığı duyuruldu. Sputnik'in aktardığına göre, 'Everydays: The First 5000 Days' isimli eser şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan dijital sanat eseri oldu. Bu satışla birlikte Beeple adıyla tanınan Winkelmann'ın 'yaşayan en değerli üç sanatçı' arasına girdiği belirtildi.YAPIMI 5 BİN GÜNDEN FAZLA SÜRDÜYapımı 13 yıl süren eser, Beeple ismiyle tanınan dijital artist Winkelmann'ın 1 Mayıs 2007'den 7 Ocak 2021'e kadar her gün çizdiği dijital görüntülerden oluşuyor.Christie's Müzayede Evi'nin yaptığı açıklamada eser, "Güncel olaylar hakkında kişisel yorumlar içeren fantastik, grotesk ve absürt resimlerden oluşuyor" şeklinde tanımlandı.Güney Karolina'da yaşayan grafik tasarımcı Winkelmann, müzayede evinde yaptığı açıklamada "Şimdi kendimi politik bir karikatüristmişim gibi görüyorum" dedi. Winkelmann, "Eskiz kullanmak yerine, güncel olaylar hakkında gerçek zamanlı yorum yapmak adına en gelişmiş teknoloji olan 3D araçları kullanıyorum" ifadelerini kullandı.BLOCKCHAİN TEKNOLOJİSİYLE KORUNUYORNFT adı verilen teknoloji, sanal dosyalar için bir 'özgünlük (satın alım) sertifikası' olarak sunuluyor. Girişimci kişiye verilen bu sertifikayla sanal eşya üzerindeki sahiplik kamuya açık bir şekilde doğrulanıyor ve 'blokchain' olarak bilinen ağda saklanıyor. Bu teknoloji, eşya üzerinde değişiklik yapma hakkını da sadece sahibine tanımakta.Christie's Müzayede Evi'nin Twitter hesabından yapılan açıklamada, eserin kripto para birimi ile satıldığı ve bunun bir ilk olduğunu belirtildi. Öte yandan NFT kullanılarak kripto para ile satış işlemi geçekleştirilen eserin, kripto para gibi değerli verilerin saklandığı blockchain teknolojisi ile kayıt altına alındığı da bildirildi. Eser hakıındaki bilgiler de eseri satın alan ve ismi açıklanmayan kişiye aktarıldı. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter