Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajans? - Haberler

Thursday, 01.02.2025, 08:44 PM (GMT)

SOL Parti,‘Değiştirelim’kampanyasıyla sesini yurdun her yanında genişkitlelere duyuracak

SOL Parti, ‘Değiştirelim’ kampanyasıyla sesini yurdun her yanında geniş kitlelere duyuracak SOL Parti halkın acil sorunlarına çözüm bulmak amacıyla, “Değiştirelim” başlığıyla yeni bir siyasi kampanya başlattı. Kampanyayı 3 ay yürüteceklerini kaydeden Önder İşleyen şunları söyledi: “Ülke bir krizin içinde ve iktidardakiler bu krizi çözemiyorlar. Aksine krizi derinleştiriyorlar. Ekonomideki kriz şimdi Albayrak istifası ile bir noktaya geldi. Ama ülkenin sorunları, Albayrak’ın gitmesiyle, iktidarın Trump olmadı saatimizi Biden’a ayarlayalım manevralarıyla çözülemez. Laiklik ortadan kaldırıldı, kamu varlıklarımız satıldı. Pandemide sağlık ve eğitimin paralı olmaması gerektiğini gördük. SOL Parti, öncelikle bu iktidara hayır diyen milyonlarla birleşerek gerçek bir değişim mücadelesinin, Türkiye’nin yeniden kuruluş mücadelesinin güçlendirilmesi için çalışacak. Tüm ilericiler, yurtseverler olarak bize düşen bu karanlıktan ülkemizi kurtaracak sol bir çıkış yolunu yaratmak. Adım adım ülkenin dört bir yanına bu mücadeleyi yayacağız.”3 AY SÜRECEK3 ay sürecek kampanyayı dün başlattıklarını belirten İşleyen, “Önümüzdeki üç aylık dönem boyunca belirlediğimiz hedefler doğrultusunda çalışacağız. Halkın acil sorunlarına sahip çıkarak, o talepler etrafında SOL Parti kimi zaman bir madenin önünde, kimi zaman bir özel hastane kapısında olacak. Bu kapsamda eylemler, yürüyüşler gerçekleştireceğiz. Hayatın her alanında örgütlü bir toplum yaratmak için seferber olacağız. Yaratılan tahribatı ortadan kaldırmak ancak örgütlü bir halk mücadelesiyle mümkün olabilir” diye konuştu.‘HALKIN, SÖZ VE KARAR SAHİBİ OLDUĞU SİSTEM’İşleyen, Türkiye’de yaşanan siyasi krizin gün geçtikçe derinleştiğini de belirterek “Bu ülkeyi bu tek adam diktasından kurtarmalıyız. Demokratik bir ülke, tek adam diktasına karşı halkın söz ve karar sahibi olduğu bir halk demokrasisinin bugünden yaratılması anlayışına dayanmak zorunda. Temsili demokrasi krizde, seçimleriyle parlamentosuyla bir tükeniş yaşıyor. Bir başka önemli konu tarikatların devletleşmesi. İktidar tarikatlara dayanarak, onları devletin bileşeni haline getirerek ayakta duruyor. Yoksul bırakılmış insanların dini duygularını sömürerek siyasetçi olan ve ticarette söz sahibi hale gelen bu tarikat mensuplarının barındığı alanların kapatılması en önemli mücadele alanlarımızdan birisi olacak” ifadelerini kullandı. İlayda Kaya

CHP’den yerel yönetimçalıştayı

CHP’den yerel yönetim çalıştayı CHP’nin uzun süredir üzerinde çalışılan Yerel Yönetimler Politikası Belgesi için 5 Aralık’ta çalıştay düzenlenecek. Çalışma kapsamında farklı ülkelerin yerel yönetim uygulamaları incelenerek kapsamlı rapor hazırlandı. Aralık ayının ilk haftasında akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetim uzmanları, eski ve yeni belediye başkanlarının görüşlerinin alınacağı toplantılar yapılacak. CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, çalışmalarla ilgili şunları dile getirdi: “CHP olarak Türkiye’de yeni bir merkezyerel dengesinin kurulmasını öneriyoruz. Yerel Yönetimler Politikası Belgesi’nin hazırlanması için çalışmalara başladık. Politikamızı ilgili tüm kesimlerin katkısını alarak ortak akılla hazırlayacağız. İktidara geldiğimizde uygulayacağımız yerel yönetim politikalarını, somut olarak, maddeler halinde kamuoyuna açıklayacağız. Yereldeki sorunların çözümüne odaklanan, yenilikçi bir anlayışla hazırlanacak Yerel Yönetimler Politikası Belgemiz siyasete yeni bir soluk getirecektir.” Mahmut Lıcalı

Korona tedavisi süren ABB BaşkanıBöcek, vekâlet verdiği isimleri değiştirdi

Korona tedavisi süren ABB Başkanı Böcek, vekâlet verdiği isimleri değiştirdi Antalya Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Muhittin Böcek’in Covid-19 testinin pozitif çıktığı 17 Ağustos’tan beri başkan vekilliğini yürüten CHP’li meclis üyesi Mehmet Hacıarifoğlu ile Belediye Genel Sekreteri Cansel Tuncer arasında yetki krizi yaşandı. Hacıarifoğlu, Tuncer’in imza yetkilerini kısıtlayınca Akdeniz Üniversitesi’nde tedavisi süren Başkan Böcek’in, vekâletini meclis üyelerinden Oktay Başaran ve Büşra Özdemir’e dönüşümlü olarak verdiği açıklandı. Bu gelişmeler, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Antalya ziyareti sırasında belediye yöneticileri ile yaptığı görüşmeden sonra gerçekleşti. Hastanede tedavisi süren ABB Başkanı Muhittin Böcek, 13 Kasım 2020 tarihli “E-30022649-903.2.2- 86941” sayılı e-imzalı bir yazı ile yeni vekâlet kararını duyurdu. Yazıda şöyle denildi: “Hastalık izninde olmam nedeniyle, Başkanlık görevinin 13.11.2020 tarihi ile 23.11.2020 tarihleri arasında Bu¨yu¨kşehir Belediye Meclis üyesi Oktay Başaran tarafından, 23.11.2020 tarihinden dönu¨şu¨me kadar Bu¨yu¨kşehir Belediye Meclis üyesi Bu¨şra Özdemir tarafından yu¨ru¨tu¨lmesi Bu¨yu¨kşehir Belediye Meclis üyesi Mehmet Hacıarifoğlu’nun vekâletinin sonlandırılması uygun görülmüştür.”SEHVEN İDDİASIKararın duyulmasının ardından başkan vekili Hacıarifoğlu, sosyal medya hesaplarından yaptığı açıklama ile Başkan Böcek adına yayımlanan yazının sahte bir belge olduğunu ve bu belgeyi düzenleyenler hakkında gerekli soruşturmaya yapmak üzere teftiş kurulunun görevlendirildiğini duyurdu. Paylaşımın ardından sosyal medya platformu WhatsApp’ta ABB Başkanı Böcek’in “akli melekelerinin yerinde” olduğunu belirten bir rapor dolaşmaya başladı. Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Sağlık Kurulu’nca hazırlandığı belirtilen ve Nöroloji Anabilim Dalı öğretim üyeleri Doç.Dr. Ebru Barçın, Dr. Ali Ünal ve Uzman Dr. Tuğba Özel’in imzaladıkları raporun Başhekim Prof.Dr. Ender Terzioğlu tarafından onaylandığı görüldü. Raporda şöyle denildi: “Covid sonrası yoğun bakım hastası olan Muhittin Böcek, nöropatisi-miyopetisi gelişen, tetraparezik olan hastanın bugün yapılan muayenesinde karar verme-muhakeme-soyut düşünmesi korunmuştur. Şu hali ile akli melekeleri yerinde olup vekâlet verebilir durumdadır.” Tartışmaların odağı olan Genel Sekreter Cansel Tuncer de sosyal medya hesaplarından yaptığı açıklama ile kendisinin görevinin başında olduğunu, Büyükşehir Belediye Başkanlığını vekâleten yürüten Hacıarifoğlu ile bugüne kadar hiçbir sorun yaşamadan çalıştıklarını vurguladı. Tuncer, Böcek’in vekâleti başka meclis üyelerine vermesiyle ilgili kendisinin bir telkini olmadığını belirtti. CHP il yöneticileri ve meclis üyelerinin, tartışmalar partilerine zarar verdiği için herhangi bir girişimde bulunmak istemedikleri öğrenildi. Bülent Ecevit

İşçiler görüşmelerin ardından karar verecek

İşçiler görüşmelerin ardından karar verecek Tazminatlarını alamadıkları için aylardır eylemde olan Ermenek ve Somalı madenciler için bugün kritik. Düzenleme yapılacağı sözü verilen işçiler bugün Manisa Valisi ile görüşecek. Alacaklarında hiçbir kayıp istemeyen işçiler, görüşmenin sonucuna göre Ankara’ya yürüyüş konusunda karar verecek. Ermenek’te 18 işçinin yaşamını yitirdiği facianın ardından kapatılan madendeki işçiler ile Soma’da güvenlik önlemlerinin yetersizliği nedeniyle faaliyetine son verilen madendeki işçiler, hakları olan alacakları için günlerdir bekliyor. İşçiler, Uyar Madencilik’ten hakları olan kıdem ve ihbar tazminatlarını alamadı. İşçilerin diğer başka alacakları da bulunuyor. Madencileri temsilen 4 kişi, geçen günlerde Ankara’da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı ile İçişleri Bakan Yardımcısı’nın da aralarında bulunduğu yetkililer ile görüşmüştü. Bu görüşmede işçilere sorularının çözüleceği sözü verildi. Ancak aradan geçen sürede yasal düzenleme yapılmadı. İşçiler o günden bu yana Manisa Gölmarmara’da bekliyor. Bir grup işçi de Ermenek’te eyleme devam ediyor. Son durum hakkında gazetemize bilgi veren Bağımsız Maden İşçileri Sendikası uzmanı Kamil Kartal, “Yarın (bugün) öğleden sonra her şey belli olacak” dedi. Bugün öğleden sonra Manisa Valisi ile görüşeceklerini dile getiren Kartal, “Bu görüşmenin sonucuna göre yürüyüşe devam mı edeceğiz, anlaşma mı sağlanacak belli olacak. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulmuştu. Bu komisyon çalışmalarını tamamlamış. Bize yasal düzenleme yapılacağı ve sorunun mutlaka çözüleceği söylendi. Meclis’teki ‘torba teklif’ içerisine madde ekleneceği iletildi. Ancak ayrıntısını bilmiyoruz. Yarın ne olduğunu öğreneceğiz. Vali, hem bizimle hem de Ankara ile de görüşecek. Sonucuna göre bakacağız” dedi. Öte yandan işçilerin bu hafta Meclis’te görüşülecek olan torba yasaya işçilerle ilgili düzenlemenin de eklenebileceği belirtiliyor. Mustafa Çakır

İzmir’de TunçSoyer’in girişimiyle 45’i bilim insanı400 katılımcıbir araya geldi

İzmir’de Tunç Soyer’in girişimiyle 45’i bilim insanı 400 katılımcı bir araya geldi Uzmanlar uyarıyor:1 Kentsel dönüşüm, yapısal dönüşüm oldu. Sadece yapıyı, rant yükselterek yenilemek sakattır. İktidar, kendi çıkardığı yasayı çiğniyor. 2 Ovalar kesinlikle imara açılmamalı. Sulak alan, kendisini ıslaha girişeni afetle ıslah eder. 3 Güçlendirme ilke olarak benimsememeli, bunun makyajdan öte faydası yok. 4 Fay hattı yasası geri çekilmeli. Fay hattı cetvel değildir. 5 Toplumsal psikolojiyi de dikkate alarak gerçekleri açıkça söyleyip, sağlam zemin ve kurallı yapılaşmayı önceleyen yeni bir yol haritası çizilmeli.Merkezi Sisam Adası olan, ancak en büyük hasarı Bayraklı ilçesinde verdiği için “İzmir depremi” olarak anılan yer sarsıntısının sonuçları tartışılmaya devam ediyor. Uzmanlar, kentsel dönüşüm, imar barışı, binaları güçlendirme gibi adımların tümünün sorunun kökten çözümüne dönük olmadığını vurguluyor, “Asıl olan zemin” görüşünde birleşiyor.Prof.Dr. Ahmet Ercan, “Türkiye’de yasa gerektiğinde en iyisi çıkarılıyor ama iş uygulamaya geldiğinde, iktidar kendi çıkardığı yasayı bile çiğniyor” değerlendirmesinden sonra şunları söyledi: “Bayraklı’da böylesi zarar, hepimizin utancıdır. Lafı eğip bükmenin gereği yok. Beş derenin toprak taşıdığı ovaya bina yaparsanız, ne olacağını gördük. Şimdi devrim, kenti yamaçlara taşıyıp, özüne yani ovaya çevirmektir. Binaları güçlendirmenin öne alınması akılcı değil. Sisam’a 87 kilometre uzaktaki Bayraklı’da depremin şiddeti, yamaçtan 5 katı yüksek. Burada deprem öldürmemiştir, orayı imara açan siyasetçi öldürmüştür.”Prof.Dr. Ercan, büyük şehirlerde sürmekte olan kentsel dönüşüm için şunları söyledi: “Bunun adı kentsel dönüşüm değil, yapısal dönüşüm. Tek tek binaları rant yükselterek yenilemek makyajdan başka bir şey değil. Ben 1948 doğumluyum. Annemi makyaj yaparak ne kadar gençleştirebilirim. Biraz akıl... Siyasetçiler rant merkezli bakıyor. Aydınlarda da aymazlık var.” Prof. Haluk Sucuoğlu da kentsel dönüşüm sisteminin çöktüğünü belirterek “Tek başına bir binayı ne kadar güçlendirirseniz güçlendirin, bu o binanın ve bulunduğu bölgenin depreme karşı dayanıklı hale geldiği anlamını taşımaz. Binaların yanı sıra ulaşım da dikkate alınarak planlama yapılmalı” diye konuştu.YILMAZER’DEN ÇARPICI ÖRNEKLERProf.Dr. İlyas Yılmazer, Türkiye’de bugüne dek yaşanan depremlerin nerede, nasıl zarar verdiğini örneklerle anlatmanın en ikna edici yol olduğunu belirtti. Prof. Yılmazer’in örneklemleri şunlar:DÜZCE-KONURALP: Düzce 19. yüzyılın ortasında saman pazarı olarak kurulmuş, zamanla büyümüş, ovanın ortasında bir yer. Konuralp ise az ötede kayalık alana kurulmuş, yüzlerce yıllık yerleşim yeri. 17 Ağustos 1999 depremi Düzce’de de hissedildi, zarar oluştu. Konuralp’te cam kırılmadı. O depremden sonra Düzce’de kimi binalarda güçlendirme yapıldı. “Yapmayın, işe yaramaz, bu arazide deprem yıkar” dedik. Dinlemediler. Üç ay sonraki Kaynaşlı depreminde Düzce’de güçlendirilen bina yıkıldı, 20 kişi öldü. Düzce’de büyük zararlar oluştu. Konuralp’te tek hasar yoktu.VAN-HARÇOT: 2011 yılında Van’da deprem olacağı belliydi. Öncesinde Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın bu gerçeği yöneticilerle paylaşıp, Van Ovası’nın boşaltılmasını istedi. Kimi etkili siyasetçiler, güçlü bina yaparsak çözeriz, dedi. Bas bas bağırdık. Prof. Aşkın’la birlikte hareket ettik. Harçot Ovası’nda yeni konut alanları belirlemişlerdi. Engel olduk, yeni kenti kayalık alana taşıdık. Deprem oldu. Ovada taşınmaya direnen yerler yıkıldı. Kayalık alanda cam kırılmadı. 150 kilometre ötede Karlıoava’da köyler yıkıldı.KOCAELİ-UMUTTEPE: Marmara depremi öncesinde Kocaeli Üniversitesi’ni ve devlet hastanesini Umuttepe’ye taşımak için plan yaptık. Önce karşı çıkanlar oldu. Depremde Umuttepe’de sıfır hasar olunca karşılıklı memnuniyeti anlatamam. Ovadaki dünyanın en dayanıklı otomobil fabrikası 3 metre yere çöktü. Bunlar somut örnekler. Prof. Yılmazer, Meclis gündeminde olan fay yasasının da gerçekçi olmadığına işaret etti, şöyle dedi: “Ana fikir olarak fay hattının iki kilometre sağında ve solunda yapılaşma olmayacak. Bu akılcı değil. Ovaların iki ucunda iki ana fay hattı olur. Fay hattının ova tarafında olmayan yanında deprem şiddetli hissedilmez. Ova tarafında ise iki kilometreden daha da ileride hissedilir. Bunu cetvel gibi planlayamazsınız. Doğayı ıslah etmeye girişenleri doğa afetle ıslah etmiştir.”‘ORMANDA YAPI İZNİ İSTEYEN TERÖRİSTTİR’İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in girişimiyle başlatılan yuvarlak masa buluşmasında 45’i bilim insanı 400’den fazla katılımcı bir araya geldi. Burada oluşan görüşler bu hafta metne dökülecek. Organizasyonu gerçekleştiren Soyer’in başdanışmanı, Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Alim Murathan şunları söyledi: “Türkiye’nin pek çok üniversitesinden katılım olurken Ege ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin uzak durmasına üzüldük ama başlangıçtan memnunuz. Baştan belirlediğimiz bir yol haritası yok. Bayraklı’nın geleceği için değişik öneriler var. Halkı içine katarak yürüyeceğiz. Deprem vergisinden toplanan paraların İzmir’in payına düşenini ayırsalar sonuç almaya yeter.”‘BEDREDDİN DAYANIŞMASI’Tartışmaların odağındaki Bayraklı’nın Belediye Başkanı Serdar Sandal, ilk günlerde yaşanan dayanışmanın büyük bir moral değer olduğunu vurguladı. Sandal’la, İzmir Körfezi’ni ve Bayraklı’nın orman kısmını da gören makam odasında konuştuk. Dayanışmayı şöyle özetledi: “Buna Bedreddin dayanışması da denebilir. Paranın geçmediği günler yaşadık. Lokantalar depremzedeye parasız yemek veriyor. Marketler temel gereksinimleri çadırlara getiriyor. Bize organize etmek, bağlantı kurmak düştü. Acıdaki bu dayanışmayı, çözümde de sürdürmeliyiz.” Sandal, Bayraklı’nın geleceği için şunları söyledi: “Burada yüksek yapıların planlandığı bölgeler var. Mesele onların depremden zarar görüp görmemesinden çok halkın algısı. Bundan sonrası için Bayraklı’nın demografik bütünlüğünü koruyan ama önceliği can güvenliğine veren bir yol izlenmeli. Yamanlar’ın bir bölümü orman, bunun dışında imara açılabilecek yerleri de var. Ama o ormanlık alanda son bir yılda 10’a yakın yangın çıktı. Kim yaptı diye soruyoruz. Teröristler diyorlar. Kim ise yakalansın. Ama yangın İzmir Körfezi’ni gören en iyi yerde çıkıyor. Yakın gelecekte kim orada imar için bastıracaksa, kusura bakmasın, teröristlerden biri de o.”SOYER, ÇADIRDA YAŞAYAN DEPREMZEDELERİ ZİYARET ETTİÖNCELİK ÇADIRDAN KURTARIP KALICI KONUTLARA YERLEŞTİRMEKİzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, belediyenin depremzedelere tahsis ettiği Uzundere’deki konutlara yerleşen aileleri ziyaret etti. Soyer, aynı gün içerisinde çadırkentte yaşayan ailelerin yanına giderek onları çadırda yaşamdan kurtarmak istediklerini söyledi. Soyer, belediyenin depremzedelerin ihtiyaçlarını en hızlı ve kolay şekilde karşılamak için Bayraklı’da Özel Tınaztepe Galen Hastanesi’nin otoparkında oluşturduğu çadır alanını ziyaret etti. Kurdukları bu yeni çadır alanının depremzede yurttaşların ihtiyaçlarını anında karşılayacak şekilde düzenlendiğini belirten Soyer, “90 çadırın bulunduğu bu alanda 200 ailemiz yaşıyor. Çadır alanına girdiğiniz anda çamaşırhane, duş, tuvalet, gezici kütüphane, yemek alanı, çocuk oyun alanları, psiko-sosyal destek birimi, sosyal market, giysi çadırı olmak üzere tüm hizmetler burada kalan ailelerimiz için sunulmuş durumda. Afet sonrası hizmette gerçekten ders olarak gösterilecek bir uygulama örneği. Ama amacımız bu alanları geçici olarak kullanmak ve bir an önce yurttaşlarımızı çadırdan kurtarıp kalıcı konutlara çıkarmak” dedi.‘BELEDİYE BUNUN İÇİN VAR’Soyer, ardından Büyükşehir Belediyesi’nin depremzedelere tahsis ettiği Uzundere’deki konutlara yerleşen aileleri ziyaret etti. Depremzedelerin yanında olduklarını anlatan Başkan Soyer, “Belediye bunun için var. Bizim vazifemiz bu. Yaşadığınız sıkıntıları, acıları biliyoruz. Onları yüreğimizde hissediyoruz. Bunu telafi etmek mümkün değil. Ancak elimizden ne geliyorsa yaparak, bu acıları hafifletmek istiyoruz. Biz sadece bugün için değil, her daim yanınızdayız” diye konuştu. Depremzedeler bir yıl boyunca kalacakları konutlardan ayrılırken mobilyaları ve beyaz eşyaları da yanlarında götürebilecekler. Elektrik, su, yakıt faturaları ve ortak giderler de bir yıl boyunca İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından ödenecek.ÇİN’DEN DEPREMZEDELERE DESTEK30 Ekim’de Ege Denizi’nde meydana gelen depremin ardından Çin’in Ankara Büyükelçiliği, İzmir dayanışmasına katkıda bulunmak amacıyla 20 bin dolar değerinde yardım malzemesi bağışında bulundu. Çin halkı adına İzmirli depremzedelere dağıtılmak üzere alınan 51 çamaşır makinesi ve 51 bulaşık makinesi İzmir Büyükşehir Belediyesi görevlilerine teslim edildi. Mustafa Balbay

Gazetemize verilen ilan kesme cezalarına yaptığımız itirazlar reddedildi. Ceza tebliğedildi

Gazetemize verilen ilan kesme cezalarına yaptığımız itirazlar reddedildi. Ceza tebliğ edildi Hukuk sistemindeki sıkıntılara dikkat çeken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün, yargı reformuna ilişkin açıklamalarına karşın, bağımsız olması gereken yargı, eleştirel basını sindirmek ve susturmak için bir “sopa” olarak kullanılmaya devam ediyor. Basın İlan Kurumu (BİK) bağlı bulunduğu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un şikâyeti üzerine, tamamı belgeli olan haberlerimiz nedeniyle Cumhuriyet’e 45 gün ilan kesme cezası verdi. Gazetemiz avukatlarının yaptığı itirazlar İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedildi. Kararın kesinleşmesinin ardından BİK, 28 günlük ilan kesme cezasının uygulanacağını gazetemize tebliğ etti.SAMİMİ DEĞİLCumhuriyet’e verilen bu “ceza” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Bakan Gül’ün “reform” açıklamalarının “temenni” olmaktan öteye geçmediğini ve gerçeği yansıtmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Hukukçular ve basın meslek örgütleri, hükümetin “reform” söylemlerinin samimiyetten uzak olduğunu belirterek “Açıklamalar farklı, uygulamalar farklı” görüşünü dile getirdi. Basın İlan Kurumu (BİK) tarafından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ile ilgili gazetemizde ve cumhuriyet.com.tr’de yayımlanan yaklaşık 15 haber ve Pasifik Gayrimenkul Yatırım İnşaat AŞ’nin şikâyeti üzerine gazetemize verilen toplam 37 günlük ilan kesme cezası ile cumhuriyet.com.tr’ye verilen toplam 8 günlük ilan kesilmesi cezasına yapılan itirazlar İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedildi. Verilen 45 günlük cezanın kesinleşen 28 günü uygulanmak üzere gazetemize tebliğ edildi.AİHM’DEN DÖNERBasın ilan cezası kesinleşmeden önce cezalarla ilgili eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen “Cumhuriyet’e verilen cezalar AYM’de ne çıkar bilmiyorum ama AİHM’de mutlaka ve mutlaka basın özgürlüğü olarak değerlendirilecektir. Sözleşmenin 10. maddesinin ihlali olacağından hiçbir kuşkum yoktur. Türkiye’de özgürlüklerin sağlanması AİHM’ye mi bırakıldı bir tek” ifadelerini kullanmıştı. İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, Yargıtay Onursal Daire Başkanı Hamdi Yaver Aktan, eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş, Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç ve TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş gazetemize verilen cezayı değerlendirdi.HUKUKÇULAR;GÖZ BOYAMAYLA OLMAZİSTANBUL BAROSU BAŞKANI MEHMET DURAKOĞLU:Yargı reformuna ilişkin açıklamaları samimi bulmuyorum. Yapılan açıklamalarla bu sürecin geçiştirilmesi amaçlanıyor ya da gelecekte yeni ABD başkanıyla başlayacak sürece bir anlamda açıklamalar ile yanıt vermek amaçlanıyor. Bu açıklamaların sahaya yansıyabileceğine dair bir inancım yok. Türkiye’nin çok köklü sorunları var. Bir Maliye Bakanı’nın istifası sırasında ekonominin duvara çarptığı bir yerde o ekonomiyi düzeltmenin koşullarından bir tanesinin de hukuk devletini geliştirmek olduğu gerçeğinin kavranmış olduğunun karşısında, bunların sözden uygulamaya dönüşebileceğine inanmıyorum. Bu ülkede anayasadan kaynaklı HSK üyelerinin atanmasından, Anayasa Mahkemesi (AYM) üyelerinin atanmasından, sulh ceza hâkimliklerinin otomatik tutuklama müesseselerine dönüşmesinden vazgeçmeden bir yargı reformu konuşulması mümkün değildir. Siyasi davalarda, muhalefete yönelik davalarda ya da Cumhuriyet gazetesine yönelik ilan kesme cezalarında herhangi bir değişiklik olmadan Türkiye’de bir yargı reformundan bahsetmek mümkün değildir. Temel sorunumuz uygulamada. Uygulama sorunlarını halletmemiz gerekmektedir. Göz boyama cinsinden, ekonomiyi düzeltme cinsinden, yabancı sermayeye güvence vermek cinsinden yapılması düşünülen değişikliklerin hiçbir anlamı olmayacaktır. Dahası uygulamaya geçmeyecektir.BU CEZA HAKKIN İHLALİDİRYARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI HAMDİ YAVER AKTAN:Karar kesinleşince tek gidiş yolu AYM’ye başvuru yoludur. Eğer AYM hak ihlali kararı verirse Cumhuriyet zararlarını talep edebilecektir. AYM ret kararı verirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilecektir. Açıklamalar ve uygulamalar farklı. Adalet Bakanı’nın açıklamlarına katılabiliriz. Herkesin de katılması gereken hukuki açıklamalar yaptı iki gün önce. Ama uygulama hiç de öyle gitmiyor. İfade özgürlüğünün kısıtlanmasının yanında haber alma özgürlüğü de kısıtlanıyor. BİK bazı kararlarda hem şikâyetçi hem karar verici oluyor. Bu açıkça hukuka aykırılık oluşturur. AYM’nin önceki kararlarını göz önünde bulundurduğumuzda Cumhuriyet’e verilen cezalarında hak ihlali sayılacağını düşünüyorum.ANAYASAYA UYGUN DEĞİLESKİ ADALET BAKANI PROF. DR. HİKMET SAMİ TÜRK:Son dönemlerde ülkemizde yazarlar ve düşünürler hakkında soruşturma ve kovuşturmalar yapılmakta. Bu yaşananlar demokratik, basın ve ifade özgürlüğünün olduğu bir rejimde çok istisnai durumlarda düşünülecek şeylerdir. Ancak son zamanlarda maalesef bu uygulama yaygınlaştı. Bu durum demokratik rejim açısından olumlu bir hareket değil. Bu süreçte AYM’ye taşınan dosyalar var. Yapılan bireysel başvurular var. AYM başvurucu lehine karar vermiş ve kararı yerel mahkeme göndermiş. Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtildiği gibi AYM kararları bağlayıcıdır ve herkesi bağlar. Ayrıca AYM Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun da da bireysel başvuru üzerine verilen kararların AYM’ye uygun karar vermesi hükme bağlanmıştır. Bildiğimiz gibi AYM’nin Enis Berberoğlu kararına yerel mahkeme uymadı. Konuyu istinaf mahkemesine gönderdiler. Onlar ise yeniden AYM’ye başvurdu. Ancak AYM’ye yeniden başvuru için iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekir. Ama şimdi AYM’nin ne karar vereceğini bilemiyoruz. Belki “karar daha önce verilmiştir. Yeni bir karar verilemez” diyebilir. Sağlanması gereken mahkemelerin bireysel başvurulara uymalarıdır. Her durumda bireysel özgürlük, düşünce ve ifade özgürlüğü demokratik rejimin olmazsa olmazlarıdır. Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti’nin değişmez nitelikleri arasında demokratik, hukuk devleti olması vardır. Bu çerçeve içerisinde hareket etmek gerekir.BASIN MESLEK ÖRGÜTLERİBİK GÖREVİNİ YAPSINTGC GENEL SEKRETERİ SİBEL GÜNEŞ:İktidarın gazetecilik üzerindeki baskıları hiç bitmiyor. 10 bini aşkın gazeteci işsiz. 12 bini aşkın gazeteci yazdığı haber nedeniyle hakim karşısına çıktı. 72 gazeteci hâlâ cezaevinde. Bütün bu zor koşullarda yaşamaya çalışan bağımsız yayın organlarını da Basın İlan Kurumu resmi ilan kesintisiyle baskı altına almaya çalışıyor. Yurttaşları haberle buluşturmak isteyen yaygın ya da yerel gazeteler çeşitli ekonomik baskılar altına alınıyor. Basın İlan Kurumu’nun bu tür gazetelere sudan bahanelerle ilan kesintileri yaptığı ve bu gazetelerin yaşama kaynaklarını kesmeye çalıştığı ortada. Yine bir yargı paketini konuşurken kamu yararına çalışması, adil olması beklenen Basın İlan Kurumu’nun Cumhuriyet gazetesine 28 gün ilan kesme cezası vermesi kabul edilemez. Sokaktaki her görüşten yurttaşın istediği gazeteyi okuma hakkı var. Ama iktidarın bağımsız ve eleştirel yayın yaptığı için hoşuna gitmeyen yayınlara böyle haksız resmi ilan kesme cezalarının adaletle, hukukla anlatılabilir bir yanı maalesef görünmüyor. Basın İlan Kurumu kuruluş amacına uygun çalışmalı, adil davranmalı, bağımsız gazeteleri ekonomik olarak zora sokmayı hedefleyen resmi ilan kesme cezalarından vazgeçmeli.ÖDÜN VERMEYECEKBASIN KONSEYİ BAŞKANI PINAR TÜRENÇ:Türkiye için, hukuk alanında da hak arayan, barışcıl seferberliğin yıllar sonra başlatılması gerektiğini söyleyen siyasi anlayışın arka bahçeleri gibi görülen basınla ilgili kurumların uygulamaları, çizilen yol haritası ile örtüşmemektedir. Kuşkusuz söylemlerden öğrendiğimiz yeni çizginin, özellikle hukuk ve demokrasi alanında hayatımıza neler getireceğini henüz bilemiyoruz. Ne var ki, umudu yitirmeden, tüm iyi niyetle, Türkiye’nin normalleşmesini beklerken, basına hiza vermeye devam eden Basın İlan Kurumu ile Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) sergilediği yasaklar yine yağmur gibi yağmaya başladı. Oysa BİK ve RTÜK gibi organlar, yargı organı değillerdir. Bu kurumların, artık tarafsız şekilde faaliyet göstermesini bekliyoruz. Cumhuriyet gazetesi ve diğer basın kurumlarına, oturdukları yerden yazdıkları cezalar, hukuka aykırıdır. Bu cezalarla, muhalif gördükleri basın kurumları, anayasadan güç alarak halkın haber alma hakkı için yayıncılık yapmaktadır. İlan kesme cezaları ile kurumlar, ekonomik açıdan çökertilmeye, yıldırılmaya çalışılsa da gerçek gazeteciler doğru bildikleri yayın çizgilerinden ödün vermeyeceklerdir. Bu beyhude çabalardan BİK ve RTÜK’ün vazgeçmeleri gerektiğini bir daha hatırlatmak istiyoruz.BAŞARAMAYACAKLARTGS GENEL BAŞKANI GÖKHAN DURMUŞ:Yargıda reforma gidileceğinin konuşulduğu bugünlerde basın özgürlüğünden koşar adımlarla uzaklaşmaya devam ediliyor maalesef. Kendine muhalif gördüğü basına yönelik her türlü yıldırma politikasını sürdüren AKP iktidarı, son yıllarda Cumhuriyet de dahil olmak üzere muhalif gazetelere yönelik ilan kesme cezaları ile susturmaya çalışıyor. Başaramadı ama denemeye devam ediyor. İktidar, ne kadar susturmaya çalışırsa çalışsın Cumhuriyet’i susturmayı başaramayacak. cumhuriyet.com.tr

Yargımensuplarısiyasetin rüzgârına kapılmasın

Yargı mensupları siyasetin rüzgârına kapılmasın - Türk siyasi tarihi ve hukuk tarihi anayasanın değersizleştirildiği birçok örnekle doludur. Ergenekon soruşturmalarını bir milat olarak alabiliriz. - Siyasi boyutlu davalarda, yargı mensuplarının siyasetin rüzgârlarına kapılmamasını tavsiye ederim; bu rüzgârlar bir anda tersine esmeye başlayabilir. - Ancak OHAL ilanı ile kısıtlanabilecek seyahat özgürlüğü, ibadet özgürlüğü gibi özgürlükler, genelgeyle yapılmakta. Adeta genelge rejimine geçilmiştir. - Adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyeti gibi anayasal hakların etkin olarak kullanılması avukatlar ve meslek örgütü olan barolarla mümkündür. - Bir kere kanun ihlal edilir ve hiçbir yaptırım uygulanmazsa, kanun da kural da anlamını yitirir. Maalesef bu gücün kaynağı siyaset kurumu idi. - BİK, haber ve eleştiri hakkı için kuruldu. Köşe yazılarındaki siyasi yorumlara ağır para yaptırımları uygulamak, kurumun varlık gerekçesiyle uyuşmamakta.- Adalet Bakanı, bakan değilmiş gibi “Yargı birilerinin dediğine bakmaz, anayasaya bakar” diye konuşarak herkesi şaşırttı. Yargı ne zamandır anayasaya bakmıyor?Sayın Bakan’ın söyledikleri doğru ve hiç şüphesiz bir soruna işaret ediyor. Türk siyasi tarihi ve hukuk tarihi, anayasanın değersizleştirildiği birçok örnekle doludur. Ancak son süreç bakımından 2007-2008 yılını, yani Ergenekon soruşturmalarını bir milat olarak alabiliriz. FETÖ mensubu polis, savcı ve hâkimler hem anayasaya hem kanunlara aykırı işlemleri o kadar yaygınlaştırdılar ki bir noktadan sonra sıradanlaşma başladı. Yani gerekçesiz tutuklama kararları, uzun tutukluluk süreleri, adil olmayan ve tünel bakışlı yargılamalar o ölçüde yaygınlaştı ki bir noktadan sonra kamuoyu bunun olağan olduğunu düşünmeye başladı ve bunları tartışmayı bıraktı. Halen de bu anayasaya aykırılıklar sıradanmış gibi değerlendiriliyor, anayasa ve kanunlar, yargı eliyle ihlal edilmeye devam ediliyor. Ancak “anayasaya bakmamak” söz konusu olunca yargıyı tümüyle töhmet altında bırakmak da doğru olmaz. İktidarın, yürütmenin ve yasamanın da anayasaya doğru bakması gerekir. Ama Anayasa Mahkemesi verdiği kararlar dolayısıyla bir bakan tarafından hem kurumsal hem de üyeleri bağlamında kamuoyu önünde FETÖ imasıyla ağır suçlamalara maruz bırakılırsa, anayasaya uyulmamaya zemin hazırlanır.AVUKATLIK GÜÇLENDİRİLMELİ- Enis Berberoğlu kararı gibi...Evet, Berberoğlu davası sürecindeki anayasaya aykırılıklar bir örnektir. Yargıtay Berberoğlu’nun kararını onadı, karar kesinleşti ve TBMM’ye gönderdi. Biz bu kararı eleştirdik. Ama sonuçta kesinleşmiş bir yargı kararı vardı. Anayasaya göre mahkûmiyet kararı TBMM’de okunur ve milletvekilliği düşürülür. Ama Berberoğlu iki yıl milletvekilliği yaptıktan sonra Meclis’te aniden mahkûmiyet kararı okundu ve milletvekilliği düşürüldü. Madem anayasaya aykırı olarak iki yıl beklendi, Anayasa Mahkemesi’nin kararı da beklenseydi. Nitekim Anayasa Mahkemesi karar verdi, “Dokunulmazlığı kaldırılmadan yargılanamaz” dedi. Ancak yürütme ve yasamanın anayasaya böyle baktığı bir ortamda, yerel mahkeme de Berberoğlu kararını uygulamadı. Böyle hallerde normalde HSK’nin devreye girmesi gerekir. Ancak o yetkili makam da hukuki bir girişimde bulunmuyor. Anayasaya bakış ve bağlılıkta sorunlar zincirinin ilk halkalarında siyasi yetkililer, yürütme ve yasama var. Onlar anayasaya uygun davranmakta hassasiyet göstermezse genel olarak yargıyı günah keçisi ilan etmek doğru değildir.- “Yargı reformu” deniyor ama baroları ayağa kaldıran “çoklu baro” hayata geçiriliyor. Bu çelişki değil mi?Türk Ceza Kanunu’nda yargı görevi yapan olarak nitelenen avukatların meslek örgütü olan barolar, adalet sisteminin temel unsurudur. Adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyeti gibi anayasal hakların etkin olarak kullanılması ancak avukatlarla ve onların meslek örgütü olan barolarla mümkündür. Ülkemizde baroların her zaman bu önem ve işlevlerine uygun bir durumda olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim baroları çeşitli açılardan hep eleştirdik, eleştiriyoruz, ama baroların bölünmesiyle bu eleştirilerle ilgili sorunların çözümü bir yana, avukatlığın etkinliğini daha da azaltan, savunmayı güçsüzleştiren düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerin gerekçeleri hukuki değil, siyasi. Sorun tam da buradan kaynaklanıyor. Hukuk alanını siyasi ihtiyaç ve gerekliliklerle düzenlemeye başladığınız zaman hiçbir kurum, hiçbir düzenleme, hiçbir makam ondan beklenen faydayı sağlayamıyor. Siyasi saiklerle yapılmış bir düzenleme yargının en önemli paydaşlarından birinin kendisinden beklenen işlevleri görmesine engel olacak. Avukatların kanunen yapılacak olan seçimleri bile genelgeyle ertelendi. Ankara’da, baro başkanları her vatandaş için en temel hak olan gösteri ve yürüyüş hakkını kullanırken etraflarında kolluk barikatı oluşturuldu. Bu, hukuka aykırı uygulamalarda Hıfzıssıhha meclisi kararları gerekçe gösterildi. Kitlesel katılımlarla gerçekleşen siyasi parti kongreleri yapılıyor ama baro genel kurulları pandemi nedeniyle erteleniyor. Şayet hukuka dönüş için adım atılacak ve bir reform yapılacaksa, avukatlık güçlendirilmeli, çoklu barodan vazgeçilmeli, her grubun söz hakkı olan yönetim biçimlerini esas alan düzenlemelere gidilmeli.SORUN ÇÖZÜCÜ DEĞİL- “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmayan bir yerde hukuk güvenliğinden bahsedilemez...” sözünden hareketle bunun ihlal edildiği neler yaşadık mesela?Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi pek çok örnek var. Ancak sadece Anayasa Mahkemesi değil, AİHM’nin, Yargıtay’ın, bölge adliye mahkemelerinin ve tüm mahkemelerin kararlarına uyulmayan bir yerde hukuk güvenliğinden bahsedilemez, zira hukuk insanlara öngörülebilir bir toplumsal hayat vaat eder. Bu noktada yine Berberoğlu yargılamasından örnek vereceğim: Enis Berberoğlu hakkında ilk derece mahkemesinin verdiği ilk mahkûmiyet kararı, istinaf mahkemesi tarafından bozulmuştu. O dönem ilk derece mahkemesi, direnme yetkisi olmamasına rağmen, bozmaya uymamış ve dosyayı istinaf mahkemesine adeta “Beğenmiyorsan sen yargıla” diyerek geri göndermişti. Sonrasında ne olmuştu? İstinaf mahkemelerinin bozma yetkisini sınırlayan bir kanun değişikliği yapılmıştı. Yani sistem, ilk derece mahkemesinin zorlaması ile değiştirilmişti. O günden sonra sanırım, bir mahkeme “Anayasa Mahkemesi kararlarına uymama gücünü nerden buluyor” sorusu anlamını yitirmişti. Zira bir kere kanun ihlal edilir ve bunun karşılığında hiçbir yaptırım uygulanmazsa, kanun da kural da anlamını yitirir. Maalesef bu gücün kaynağı siyaset kurumu idi, o nedenle yargı reformu tartışmaları ve söylemi anlamlı ve sorun çözücü değil. Eğer bir reform yapılacaksa, siyaset alanında ve yargı ile ilişkileri, söylemleri üzerinde yapılmalı.KAYGILARI OLMASI DOĞAL- Bakan Gül, “Hukuk devleti niteliğinin ayrılmaz parçası yargının bağımsız ve tarafsız olmasıdır” dedi. Yargımız bağımsız ve tarafsız mı?Hâkimin karar verirken hiçbir etki altında kalmaması ve hiçbir endişe yaşamaması anlamına geliyor yargı bağımsızlığı. Bu, hâkimin yargılamanın taraflarından, yargı dışı unsurlardan, örneğin basından, kamuoyundan, ama daha da önemlisi devletin diğer erklerinden korunması anlamına geliyor. Bunlara gönül rahatlığı ile evet demenin imkânı yok. Geçen yıl temmuz ayında hatırlayacaksınız, yargı reformu strateji belgesi hazırlandı ve bu konuda en önemli vaadi hâkimlere coğrafi güvence getirilmesi idi. Yani hâkim tayinlerinde bir yerden başka bir yere tayinin sınırlanması ve kurala bağlanması vaat edilmişti. Hiçbir gelişme olmadığı gibi, bu güvenceyi ihlal eden pek çok uygulamaya da şahit olduk. 20 yıllık ceza hâkiminin mesleğin son yıllarında İstanbul’dan Şanlıurfa’ya iş mahkemesi hâkimi olarak tayin edildiği bir düzende, bağımsız ve tarafsızlığının güvence altında olduğundan bahsetmek zor. Zira hâkimlerin de insan ve bireysel kaygıları olması doğal.- Siz her zaman “Sorun uygulamada” dediniz. Bakan da “Hangi reform, hangi yeni düzenleme yapılırsa yapılsın, aslolan uygulamadır” diyor. Kim, neyi, niye uygulamıyor?Temel sorunlardan biri mesleğe alınmada. Hukuk öğretimi sonrası herkes devlet sınavına girmeli, başarılı olanlar ücretli hukuk stajı yapmalı, ardından hâkim, savcı, avukatlık mesleğine kabul olmalı. Objektif ölçütler ve liyakat esas alınmalı, referans sistemi kalkmalı. Bu, biraz zaman alabilir. Şu an yaşanan akut sorun, denetim yokluğudur. Bir mahkeme istinaf mahkemesi kararını uygulamadı ve mesleki faaliyetlerine devam etti. Hiçbir makam, bunu nasıl yaparsın diyerek bir inceleme başlatmadı, aynı mahkeme Anayasa Mahkemesi kararını uygulamadı, yine bir denetim ve yaptırım uygulanmadı. Kavala örneğini ele alalım: Hakkında birden fazla soruşturma devam ederken beraat etti, tahliye edildi; cezaevinden çıkmadan bir başka soruşturmadan tutuklandı. Kimse beraat kararı veren mahkemeye, duruşmanın son oturumuna kadar hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunduğu gerekçesi ile tutuklu yargıladığı sanık hakkında nasıl olup da dosyaya yeni bir delil girmemişken, son oturumda “pat diye” beraat kararı verdiğini sormadı. Beraat verildiği gün başka bir soruşturmadan tutuklandı. Ama o soruşturma yıllardır tutuksuz sürüyor ve savcılığın kararı tutuklama koşulları oluşmadığı gerekçesi ile tutuksuz soruşturulması gerektiği yönündeydi. Ama bu karara rağmen, Kavala hakkında beraat kararının verildiği gün ne oldu da kuvvetli suç şüphesi oluştu, bu da sorulmadı. Tutukluluk çok sıkı şartlara bağlıdır. Rehine alma, peşin ceza ve asayiş tedbiri uygulaması değildir. Esasen bu olayların tamamında hukuki takdir yetkisini aşan, açıkça anayasaya ve kanuna aykırı uygulamalar var.RÜZGÂR TERSİNE DÖNEBİLİR- Bakan, “Anayasa Mahkemesi kararına uymayan hâkimlerle ilgili yaptırım olacak mı” sorusuna karşılık, HSK’nin kararları var, terfide bunlar dikkate alınıyor” dedi. Bu açıklamadan bir gün sonra, HSK 11 Kasım’da İstanbul Adalet Komisyonu’na yazdığı “acele” kayıtlı yazıyla, Osman Kavala’yı tutuklayan ve tahliye talebini reddeden hâkimlerin isim listesini istedi. Siz bunu nasıl okudunuz?Kavala’yla ilgili AİHM kararının uygulanması gereken zaman üzerinden epey vakit geçti. Ne oldu da bu tartışma alevlendi diye sormak gerekiyor. Bu bir inceleme yazısı gibi görünüyor ve normalde gizli yazılır. Zamanlama, içerik ve usul açısından pek çok soruyu davet eden bir yazı. Yine de doğru uygulamalar başlaması için bir vesile olur diye ümit etmek istiyoruz. Size başka bir hatalı uygulamayı örnek vereyim: Daha önce tahliye kararı veren ve bu kararları nedeniyle yine siyaset ve kamuoyu tarafından adeta topa tutulan mahkeme heyetleri olmuştu. ÇHD’li avukatlarda olduğu gibi. O olayda ne olduğunu hatırlayalım: Aynı heyet birkaç gün sonra çok ayrıntılı ve hukuken yerinde tahliye kararına rağmen, yeniden tutuklama kararı vermiş, ardından da haklarında inceleme başlatılmış, görev yerleri değiştirilmişti. Bu süreci tersine akıtmanın yolu, açıkça anayasaya aykırı uygulama ve kararların benzer hız ve etkinlikte incelenmesi ve gerekiyorsa yaptırıma bağlanmasıdır. Özellikle bazı siyasi boyutlu davalarda, yargı mensuplarının siyasetin rüzgârlarına fazla kapılmamasını tavsiye ederim, bu rüzgârlar bir anda tersine esmeye başlayabilir.TEK SORUMLU YARGI DEĞİL- Yine Bakan Gül’ün sözlerine döneceğim. “Aslolan tutuksuz yargılamadır, tutukluluk istisnadır. Deliller toplanmış, kaçma şüphesi yok, yeri yurdu belli, seneler geçmiş, ‘Hadi tutuklayalım’ olmaz” dedi. İnsan sanki her şey bakanın kontrolü dışında yaşanıyor hissine kapılıyor.Kamuoyunun algısı, bu süreci bakanın idare ettiği ve kontrol ettiği şeklinde, sorun da tam burada. Sayın Bakan, bu algıyı yıkmalı ve insanların adalet duygusunu tatmin eden bir yargı düzeni oluşturulmasına ön ayak olmalıdır. Tutuklamada şu soruyu sormak gerekiyor: Bir cumhuriyet savcısı hukuken hatalı bir karar verip tutuklama talep ediyor, bir hâkim hatalı değerlendiriyor, tutuklama talebini kabul ediyor. Ardından kimi dosyalarda yıllarca her ay yapılan denetimde, her tahliye talebinde bu karar, bir başka hâkim tarafından değerlendiriliyor ve tutukluluğun devamına karar veriliyor. Hatalı bir kararın bu kadar uzun süre, bu kadar farklı hâkim tarafından gözden kaçırılmasının nedenini aramak ve sorunu kaynağında çözmek gerekiyor. Kimi olaylarda tutuklama kararı verdiği, kimi olaylarda tahliye kararı verdiği için siyaset, kamuoyu ve basın tarafından topa tutulan yargı erki, tek sorumlu değil.BİK, CEZALARI KALDIRIRSA REFORMDAN UMUTLU OLURUZ- Cumhuriyet gazetesine verilen ilan kesme cezaları da kesinleşti. Bir yandan medya da hukuk eliyle cezalandırılıyor…En endişe verici olan hukukun ve yargının, toplumsal hayatta güvenin değil, öngörülemezliğin kaynağına dönüşmesi. Bu, ceza yargılamalarında da basına yönelik uygulamalarda da böyle. RTÜK ve Basın İlan Kurumu’nun ihdas gerekçesi, esasen basın özgürlüğünü temin etmekken, bugün gelinen nokta, hukuken öngörülemez ve çelişkili kararlarla, bir çeşit sansür aracına dönüşmüş olması, yargıya ilişkin endişe ve eleştirilerin, pek çok kuruma sirayet etmiş olduğunu gösteriyor. Basın İlan Kurumu, haber verme hakkı ve eleştiri hakkını etkin bir şekilde gerçekleştirmek için oluşturulmuştur, ama köşe yazılarındaki siyasi yorumlara dahi ağır para yaptırımları uygulamak, kurumun varlık gerekçesiyle uyuşmamakta. Burada da görüldüğü üzere temel sorun, kanunları keyfilikten uzak ve amacından saptırmadan uygulamakta ortaya çıkıyor. BİK yarın bu cezaları kaldırırsa son reform söylemlerinden daha da umutlu oluruz.ADETA GENELGE REJİMİNE GEÇİLMİŞTİR- Özellikle “Para bitti, ekonomi fena gidiyor. Tek yol yabancı yatırımcı için yargıda reform” yorumları yapılıyor. Siz nasıl bir reform bekliyorsunuz? Türk hukuk sistemi niçin sürekli reforma ihtiyaç duyuyor?Herhangi bir çözüm önerisi, düzenleme, kanun değişikliğinin bu yaşanan sorunlara çare olabilmesi için önce sorunu doğru tespit etmeliyiz. Açıkça söylemek gerekiyor, Sayın Bakan da ifade etmiş, ortada kanun değişikliği ile giderilebilir bir sorun yok, sorun kanunların uygulanmamasından kaynaklanıyor. Yukarıda bahsettiğimiz coğrafi güvence örneğin, HSK’nin bir kararına bağlı ve olması gereken bir karar. Bunun adına reform demek doğru değil. Hiçbir reform içselleştirilerek uygulanmadığında amacına ulaşamaz. Türkiye ceza hukuku alanında 2004-2005 yıllarında bir reform yaptı. Hatırlayacaksınız bu reformlar sayesinde, Türkiye Avrupa Konseyi’nin hukuki ve siyasi denetimi altında ülke statüsünden çıktı, bu reformlar sayesinde AB üyeliği müzakere süreci başladı. Ancak önce paralel yapının hukuk dışı uygulamaları, son yıllarda ise yargıya siyasetin müdahaleleri ile reformlar hayata geçemiyor. Bugün salgın hastalık durumunda ancak olağanüstü hal ilanı ile kısıtlanabilecek, seyahat özgürlüğü, ibadet özgürlüğü gibi özgürlükler, genelgeyle yapılmakta. Anayasa bir tarafa bırakılmış, adeta bir genelge rejimine geçilmiştir. Kanunla uygulanabilecek yaptırımlar genelgeyle düzenleniyor. Sağlık çalışanlarının istifa hakkı genelgeyle önleniyor. Anayasada Türk Ceza Kanunu’ndaki ayrıntılı kanunilik ilkesi genelgelerle dolanılırsa, hukuk güvenliği olur mu? Anayasadaki kişi hak ve özgürlüklerini etkin bir şekilde koruyan mekanizmalar ile kontrol ve denge sistemlerini güçlendirmek gerekir. En temel ihtiyaç yargı bağımsızlık ve tarafsızlığına yönelik düzenlemeler. İpek Özbey

Hazır giyim ihracatıekimde yüzde 48.7 daraldı, sırada hayvansalürünler var

Hazır giyim ihracatı ekimde yüzde 48.7 daraldı, sırada hayvansal ürünler var Suudi Arabistan, Türkiye menşeli ürünlere yönelik ambargoyu giderek derinleştiriyor. Son olarak hayvansal ürünlerin ithalatını yasaklayan Suudi Arabistan’ın ambargosu hazır giyim ihracatında ekim ayında yüzde 48.7 daralmaya neden oldu. Daha önce Suudi Arabistan’ın ambargo uygulamadığını iddia eden Türkiye’nin Riyad Büyükelçiliği’ndeki Ticaret Müşavirliği’nin son duyurusu Türk ürünlerine uygulanan ambargoyu bir kez daha doğrulamış oldu. Dünya gazetesinin haberine göre, Ticaret Müşavirliği Türkiye menşeli hayvansal ürünlerin alımının askıya alındığı bilgisini paylaştı. Buna göre, Suudi Arabistan Gıda ve İlaç Kurumu’nun (SFDA) duyurusunda, 15 Kasım 2020 itibarıyla, Türkiye’den sığır eti ve ürünleri, koyun eti ve ürünleri, beyaz et ve ürünleri, balıkçılık ve su ürünleri, süt ve anne sütü alternatifi olan mamalar, yumurta ve ürünleri ile bal ve ürünlerinin Suudi Arabistan’a ithalatı durduruldu. Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nden gönderilen yazıda, “Bu ürünlerin Suudi Arabistan’a ihracatında veteriner sağlık sertifikası düzenlenmemesi gerekmektedir” denildi.MAĞAZALAR KAPANACAKHazır giyim de Suudi Arabistan ambargosunun etkilediği sektörlerden biri oldu. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Mustafa Gültepe, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında yaşanan siyasi gerginliğin sektörde daralmaya sebep olduğunu açıklarken şunları söyledi: “2020’nin 10 aylık verilerine bakıldığında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 26 daralma görülüyor. Ekim ayında görülen yüzde 48.7’lik daralmanın ise Suudi Arabistan yönetiminin adı konulmamış boykotunun etkisi olduğunu değerlendiriyoruz. Suudi Arabistan, sektörümüz için önemli bir pazar.” Gültepe, “Markalar, mevcut stoklarıyla faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyor. Sorun çözülemezse bu ülkede mağaza kapanışları gündeme gelebilecek” yorumunu yaptı.2019’U YAKALARIZGültepe, hazır giyim ihracatındaki gelişmeler hakkında ise “İhracata çalışan firmalarımızın kapasiteleri yıl başına kadar dolu. Önümüzdeki 2 ayda farkı kapatıp salgının tüm olumsuz etkilerine rağmen geçen yıl gerçekleştirdiğimiz 17.7 milyar dolarlık ihracat hacmini yakalayacağımıza inanıyorum. Çin’deki üretimlerini yakın coğrafyaya kaydırmak isteyen Avrupalı markalar için Türkiye en iyi seçenek olarak görünüyor” dedi. cumhuriyet.com.tr

Ekonomik belirsizlik ihtiyatlıolmaya itti

Ekonomik belirsizlik ihtiyatlı olmaya itti ING Türkiye’nin yaptığı Tasarruf Eğilimleri Araştırması’nın 2020 üçüncü çeyrek sonuçları, ekonomideki belirsizliğin ve beklenmedik durumların yarattığı korkuların, vatandaşı ihtiyatlı davranmaya ittiğini ortaya koydu. Kur ve enflasyonda artış bekleyen vatandaş, tasarrufunu koruyabilmek için yastık altına yöneldi. Buna göre:- 2020’nin ikinci çeyreğinde yüzde 14.3 olan tasarruf sahipliği oranı, üçüncü çeyrekte yüzde 20.2’ye ulaştı. - Tasarruf sahiplerinin tercih ettiği tasarruf araçlarında ilk sırayı, yaklaşık yüzde 25 ile yastık altı altın ve nakit aldı. - Kur ve enflasyonda artış beklentilerinden hareketle tasarruflarını koruma güdüsüyle hareket eden hanehalkı, sistem içi altın varlıklarını üçüncü çeyrekte artırmış oldu.EN ÇOK GENÇLER- Yılın üçüncü çeyreğinde tasarrufa en fazla yönelen kesim, bir önceki çeyreğe göre 6 puan artışla yüzde 30 seviyesine ulaşan 25-34 yaş grubu oldu. Çocuksuz bireylerde tasarruf etme durumu ikinci çeyreğe göre 4 puanlık artışla yüzde 24’e, çocuklu bireylerde ise 7 puanlık artışla yüzde 18’e çıktı. - Tüm yaş grupları incelendiğinde, tasarruf yapma gerekçeleri, “geleceğe yatırım”, “çocuklarım için”, “beklenmedik durumlara karşı güvence” olarak sıralandı. - Tasarrufa yönelen genç ve çocuksuz bireylerin tasarrufa yönelmesindeki temel etken, pandemiye bağlı sağlık riskleri ile ekonomik gelişmelere duyarlılığın neden olduğu ihtiyati yaklaşım ile ilişkilendirildi. - Öte yandan, tasarruf sahibi olanlar içerisinde düzenli tasarruf yapanların oranı, ikinci çeyreğe göre 8 puanlık artışla yüzde 63 oldu. - Araştırma yalnızca tasarruf yapanların değil, tasarruf yapmayı düşünen kişilerin sayısının arttığını da ortaya koydu. Buna göre, yakın gelecekte tasarruf yapmayı planlayanların oranı yüzde 37.5’e yükseldi. - Bu kişilerden yüzde 16’sı tasarruf planını önümüzdeki üç ayda hayata geçirmeyi planladığını belirtti. - Hanehalkı finansal varlıklarının dağılımına göre; ilk çeyrekte yüzde 74’e geriledikten sonra ikinci çeyrekte hızla toparlanarak yeniden eski seviyelerine yaklaşık yüzde 82 ile erişen sistem içi finansal ürünlerin payı, üçüncü çeyrekte bir kez daha azaldı ve yüzde 76 oldu. Bu durum, salgın koşullarında güven endişesinin belirgin olduğunu, belirsizlik algılarının sistem içi ve dışı finansal ürün tercihlerini şekillendirdiğini ortaya koydu. ING Türkiye Bireysel Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı Ozan Kırmızı, “Pandemi nedeniyle dünya zor bir dönemden geçiyor ve bu durum sağlığın yanı sıra ekonomik belirsizlikleri de beraberinde getiriyor. Tasarruf sahipliği oranının artması ve daha fazla bireyin tasarruf yapmayı düşünmesi de bunun önemli bir göstergesi” dedi. cumhuriyet.com.tr

İndirimler izinli ve yılda iki kez olmaküzere sınırlandırılmalı

İndirimler izinli ve yılda iki kez olmak üzere sınırlandırılmalı Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, kasım ayında gündeme gelen indirimlerin aldatmaca haline dönüştüğünü belirterek tüketicinin “Efsane Cuma”, “Yalnızlar Günü”, “Efsane Kasım” kampanyalarıyla aldatıldığını açıkladı. “Ortada indirim diye bir şey yok. Fiyatların önce şişirilip, ardından da indirim adı altında eskisinden bile daha pahalı fiyata satıldığını herkes biliyor” diyen Bendevi Palandöken, “Pandemiden dolayı işsiz kalan, işleri sekteye uğrayan çok sayıda esnafımız ve vatandaşımız varken bazı firmaların bu sahte kampanyalarla bire bin katma çabası adil değil” diye konuştu. Bazı firmalar tarafından adeta vurguna çevrilen indirim aldatmacalarına karşı vatandaşların tedbirli olması gerektiğini ifade eden Palandöken, şöyle konuştu: “Hiç kimse yüzde 80 zarar ederek satış yapmaz. Bu rakamlarla aslında kendilerini ele veriyorlar. Bu tarz indirim aldatmacalarına karşı vatandaşlarımız uyanık olmalı. Özellikle internet üzerinden kıyafet, ayakkabı, parfüm, aksesuvar, mobilya, halı, perde vb. gibi ürünler gözle görülmeden alınmamalı. Mobilya gibi ürünler internetten değil, esnaftan alınmalı.” Palandöken indirimin izinli olarak yılda iki kez yapılması gerektiğini de belirterek “Bu tarz yanıltıcı kampanya ve reklam yapan firmalara cezai işlem uygulanmalı” dedi. cumhuriyet.com.tr

Bekçilerçalışmaşartlarındanşikayetçiler

Bekçiler çalışma şartlarından şikayetçiler Ayda 240 saat çalışan bekçi ve bekçi eşlerinin, ailelerine ve kendilerine zaman ayıramadıkları gerekçesiyle durumu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya bildirdiği kaydedildi. Mesai alamadıklarını, fiziksel ve psikolojik olarak yıprandıklarını kaydeden bekçiler, “180 saat çalışmak istiyoruz. 5 haftalık çalışma saatini 4 haftada tamamladığımız için hem fiziksel hem psikolojik yıpranma yaşıyoruz, ayrıca yıpranma payı hakkımızı da bu şartlara rağmen polisler gibi alamıyoruz” dedi. Bir bekçi eşi ise “240 saatlik çalışma düzeni, ikimizi de evde yalnızlaştırdı” ifadelerini kullandı. İstanbul’da temmuz ayından itibaren bekçiler ayda 180 saat çalışmaları gerekirken 240 saat çalışıyor. Bu durumdan şikâyetçi olan bekçiler, mesai ücreti alamamanın yanında ailelerine ve kendilerine zaman ayıramadıklarını belirterek fiziksel ve psikolojik yıpranma yaşadıklarını kaydetti. “Çalışma sistemimiz, 2 gün çalış 1 gün izin şeklinde haftada 60, ayda 240 saat şeklinde” diyen bir bekçi, fakat normal şartlarda 180 saat olmalı ve 1 gün çalışıp 1 gün izin yapmamız gerekiyor. Aslında bizim düzenimiz haziran ayına kadar da bu şekilde devam etmişti. Fakat İstanbul Emniyet Müdürü değişikliği sonrasında temmuz ayının başında yeni dönem başladı. Yaklaşık 4.5 aydır bu şekilde devam ediliyor” dedi.‘YIPRANMA PAYI HAKKIMIZ YOK’5 haftalık çalışma saatini 4 haftada tamamladıklarını kaydeden bir başka bekçi ise “Çalışmak istediğimiz düzen, eski sistemimiz. Yani 1 gün çalışma 1 gün izin olmak üzere 180 saat çalışmak istiyoruz. 5 haftalık çalışma saatini 4 haftada tamamladığımız için hem fiziksel hem psikolojik yıpranma yaşıyoruz, ayrıca yıpranma payı hakkımızı da bu şartlara rağmen polisler gibi alamıyoruz. Akşam 19.00’da başlayan mesaimiz sabah 07.00’de son buluyor. 2 gün üst üste gece 12 saat çalışarak sokaklarda halkın güvenliğini sağlıyoruz. 180 saat kuralına karşı 240 saat çalıştığımız halde aylık 60 saatlik fazla çalışmamızın mesai ücretini de almıyoruz, çünkü bizde mesai yok. Süleyman Soylu’ya bildirdik ama dikkate alınmıyoruz” diye konuştu. Bekçiler ve aileleri bu durumu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya da birçok kez iletti. Soylu’ya sosyal medya hesaplarının yanı sıra Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’nden de (CİMER) ulaşmaya çalışıyorlar. Gazetemize konuşan bir bekçi eşi, “Aile bütünlüğümüzde sorunlar çıkıyor, ben de çalışıyorum ve eşimi evde göremiyorum. 2 gün çalışmada eşimi 48 saatte toplamda 1 saat görüyorum. 240 saatlik çalışma düzeni, ikimizi de evde yalnızlaştırdı. Zaten gece çalıştığı için bekçi eşleri olarak geceleri yalnız kalıyoruz, bir de üzerine 2 gün 48 saatte 1 saat görüşebiliyor olmak eşimi de beni de yıpratıp aile içi sorunlar çıkmasına sebep oluyor. Biz esnek özel esnek çalışma saatleri istemiyoruz ama haziran ayındaki sisteme dönerek 180 saat olan çalışma düzenine dönülmesini istiyoruz. Bizim çocuğumuz yok ama olan bekçi eşleri, babayla çocuk arasında gereken iletişimde eksik yaşandığını ve bunun başka aile sorunlarına sebep olduğunu dile getiriyor” ifadelerini kullandı. Leyla Kılıç

Orhan Veli

Orhan Veli Orhan Veli Kanık, bundan 70 yıl önce 14 Kasım’da dünyadan gittiğinde bize dönülmez bir yol bıraktı. Özellikle biz şiir insanlarına. Üzerine düşünülecek konuşulacak bir dolu mesele de. Örneğin şu yanıtı hem belirgin hem gizemli soru, edebiyatımız için hep tartışılmaya değer bir mesele olarak kalacak. Orhan Veli yaşasaydı ne olurdu? Kısacık ömründe, bin yıllardan günümüze sapasağlam uzanan, upuzun Türk şiiri zincirini kırıp, kırdığı yerden yenilikli bir halka ekleyen edebiyat insanı olarak kim bilir daha neler eyleyecekti? Kendi şiiri acaba nereye, nerelere gidecekti?.. Melih Cevdet Anday, “Sonradan Oktay Rifat’ın da benim de Garip akımından ayrı bir şiire yönelmemiz, bu ortaklığı zedelemez. Yaşasaydı, Orhan Veli de yeni yollar denemeye kalkacaktı” diye yanıt veriyor böyle sorulara 1988 tarihli “Otuz Sekiz Yıl Geçmiş” adlı yazısında. Asım Bezirci ise onun şiirimizdeki yerinin Ahmet Hâşim, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip gibi şairlerimizin arasında yer almasını sağlayacak yeterlikte olduğunu belirtir, “... yeni şiirin kurulmasında Orhan Veli’nin büyük payı vardır. Gerçi bu payın sınırları bir yere değin şiirimizin yararına olmuştur ama bir yerden sonra da Orhan Veli şiirinin zararına olmuştur. Çünkü kuruculuk hareketi ve apansız gelen ölüm, onun kendi şiirini kurma zamanını daraltmıştır. Neyse ki Orhan Veli bu kısa zamanı dahi çok iyi kullanmasını bilmiştir. Yıkıcılık şiirlerinin ardı sıra kuruculuk şiirleri de vermiştir” der.DALGACI MAHMUT / SAYIN GÜZEL ADAM, SEVGİLİ ORHAN VELİSayın güzel adam, sevgili Orhan Veli o. Çünkü hem dili, edebiyatı, sanatı, kültürü, ne yaptığını iyi bilen entelektüel Orhan Veli Kanık’tır hem de dilini, edebiyatını, kültürünü iyi bilen, bu üçlünün oluştuğu, oluşturduğu insanına sevgi dolup taşan yurttaş Orhan Veli. Sevgiyle daha nelere bakmaz, sevecenlikle neleri boyamaz ki? “İşim gücüm budur benim,/Gökyüzünü boyarım her sabah,/Hepiniz uykudayken./Uyanır bakarsınız ki mavi.” Gök, deniz, sokak, kedi, pantolon, Süleyman Efendi’nin nasırı, İstanbul... Dizelerinde, yaşadığı zamanın mekânın ayağa dikilip canlanmış varlıkları hâlâ capcanlı. “Deniz yırtılır kimi zaman,/ Bilmezsiniz kim diker;/Ben dikerim.” O sözü şiire diktikçe hem neşe dolarız hem duygulanır düşünceye dalarız. Onun gözlerini kapatıp dinlediği, şimdilerde çok değişmiş İstanbul’a biz bazen kulaklarımızı kapatır bakarız. Sonra da bir ıslık tutturur yaşamaya bakarız. “Dalga geçerim kimi zaman da/O da benim vazifem;/Bir baş düşünürüm başımda,/Bir mide düşünürüm midemde,/Bir ayak düşünürüm ayağımda,/Ne halt edeceğimi bilemem.” Bu dizeler örneğin, atom altı parçacıklarıyla uğraşan, insan bedeninin proton nötron haritasını çıkaran günümüz fizikçileri için ne kadar ciddiye alınmalıksa, günlük hayatın içinde pürdikkat koşuşan bizler için de o kadar “dalgacı mahmut” olunmalık.KARAGÖZ OYNATICISIŞiirle pek ilişkisi olmayanın bile illa ki bir iki dizesini bildiği, çeviri, dergicilik alanında edebiyata verdiği hizmet ortada şairin usta bir Karagöz oynatıcısı olduğunu biliyor muydunuz? Öyküleri de var. Yaşasaydı belki başka öyküler de yazacak, tiyatro oyunları, senaryolar kaleme alacaktı?.. Karagöz oynattığına göre belki de oyunları komediye kafa yoracaktı?.. Nurduran Duman




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter